Küçük bir şakayla başlayalım die philosophie ist alles was der fall ist / felsefe olduğu gibi olan her şeydir (Wittgenstein'ın Tractatus Logico-Philosophicusunun 1. önermesini değiştirdim ) Felsefe tarihsel süreçte çok fazla değişime uğramış gerek kendisinde gerek dünyada ciddi evrimler ve devrimler gerçekleştirmiş bir disiplindir. Thales, mitlere karşı varlığın kökenini sorgulamaya başladı ve onu bir çok figür takip etti, daha sonra ortaya çıkan durumda herkes varlığın kökeni hakkında bir şeyler söylemeye başlayınca 'eee bu bilgilerin hangisi doğru, insan bilgisinin kaynağı nedir' gibi düşüncelerle birlikte(Bana göre en temel felsefi disiplin olan) epistemoloji doğdu, bu görüşün doğuşu "Varlık her şeyin ölçüsüdür" diyen Protagoras ve Sofistlerle birlikte oldu. İşte her şeyi değiştirecek olan adam bu insanların karşısında konumlandı Sokrates, şöyle ki Eğer insan her şeyin ölçüsüyse ve Sokrates'in tabiriyle "bildiğimiz tek şey hiç bir şey bilmediğimiz ise" toplumsal yaşamın temel unsuru olan Ahlak nasıl temellendirilmeli işte bu da hem Ahlakın hem de felsefece eylemenin doğduğu noktadır ki Sokrates bu kadar önemli yapan şeylerden biriside budur çünkü o ölerek felsefece eylemiştir. Sonra gelen iki adam Platon- Aristoteles üzerine kitaplar yazılabilecek kadar önemli figürler olmuşlardır ve bu ikili yaklaşık 1000-1500 sene arası tüm dünyayı etkisi altına alan bir ikili olmuştur. İncil bile önce logos vardı diye başlar ve Hristiyanlar İsa'yı Tanrının sözü sayarlar(Logos'u söz olarak anlamışlardır). Neyse efendim daha sonra Descartes diye bir herif geldi dedi ki "ulan bi dakka" ben var mıyım falan derken sonra yumurtladı "Cogite Ergo Sum" bu felsefe "bilinç" kavramını ortaya çıkardı. ve rasyonalizmin temel dayanağı oldu ama aynı dönemde Britanya İmparatorluğunda Bacon'da Ampirizmin Temellerini attı. Ve çok uzun sürecek bir savaş başladı ve Hume ile Ampiristler neredeyse kazanmak üzereyken Kant geldi ve hem ampirizmi içeren hem de rasyonalizmde temelleri olan yeni bir epistemolojik sistem kurdu ve bir Kopernik devrimi yapmayı amaçladı bu aslında bir bakıma kendisine kadar olan tüm felsefe tarihini ters çevirmek bambaşka yorumlamaktı, bu yüzden ona "her şeyi kırıp döken Kant" derler neyse sonra Hegel geldi muazzam bir iş yaparak Öz-Bilincin ne olduğunu aramaya koyuldu ve Geist üzerinden bir tarih anlayışı ortaya koyarak insanın tarihsel bir varlık olduğunu hepimize gösterdi, neyse efendim çok uzadı sonra buradan hareketle Marx ekonomi temelli bir dünya tarihi okuması yaparak kapitalizmin ne olduğunu insanlara göstermeye çalıştı, ayrıca dil felsefecileri gelip İnsanın dilsel bir varlık olduğunu gösterdi derken olay Derrida'nın "Metnin Dışında Bir şey" yoktur sözüne ayrıca hakikatin konu dışı bırakılmasına kadar geldi.... Eğer bu başlıkta sorulan şey "Meta-Felsefenin Konusu" olarak felsefe nedir ise onun üzerine akademik çalışma yapılır ve affınıza sığınarak öyle bir soruya 2-3 sayfada yanıt verebilecek kadar mahir değilim, ancak soru bir "Muhabbet, Akıl yürütme , Fikir Alış-verişi" sorusu ise bu kadar anlattığım şeye bakarak "Felsefe itiraz Etmektir" diyorum ancak öyle her türlü itiraz değil "öznenin sahip olduğu bir merakın konusu olan kümülatif olarak söz konusu özneye kadar gelmiş bilgilerde ki temelde var olan açmazı görmek ve bu açmaza itiraz etmektir". Sürç-i Lisan Ettimse Affola |
Felsefe nedir? (2. sayfa)
-
-
Eğer bu başlıkta sorulan şey "Meta-Felsefenin Konusu" olarak felsefe nedir ise onun üzerine akademik çalışma yapılır ve affınıza sığınarak öyle bir soruya 2-3 sayfada yanıt verebilecek kadar mahir değilim, ancak soru bir "Muhabbet, Akıl yürütme , Fikir Alış-verişi" sorusu ise bu kadar anlattığım şeye bakarak "Felsefe itiraz Etmektir" diyorum ancak öyle her türlü itiraz değil "öznenin sahip olduğu bir merakın konusu olan kümülatif olarak söz konusu özneye kadar gelmiş bilgilerde ki temelde var olan açmazı görmek ve bu açmaza itiraz etmektir".
Evet, bir görüşe itiraz etmeden yaklaşılması ya kayıtsızlıktandır ya da kabullenmeden. Kabullenme, öğrenci işidir. Kabullenir, anlar, sınavlarda sorulara cevap verir, diplomanı alırsın.
Ama gerçek öğrenci diplomaya değil hakikate AÇTIR.
Hakikat (Varlık) kendisini varolanlar üzerinden gösterir gibidir ama her zaman bir yolunu bulur manzaradan kaçıverir (Heidegger) İnsanlar da bir umut varolanlardan yola çıkarak kendilerinden kaçıp duran hakikatı kenarından köşesinden yakalamak amacı ile uğraşır durur.
Umutsuz gibi görünen bu halin içine düşmek zeka sahibi birisi için hak mıdır?
Bu yüzden CAHİL, düşünen, eleştiren insan ile alay eder. Bilinenden daha öte şeylerin bulunabileceğine inanmaz.
ALİM, halinden memnundur oysa. Zira hakikate ulaşmaktan ziyade onun peşinden gitmek, hakikat yolunda olma hali mutluluk vericidir.
Peki, soru şu: ALİM neden hakikate ulaşamasa bile, onun yolunda seyahat etmekten mutludur?
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 12 Ekim 2020; 13:45:55 >
-
Öncelikle, mesajınızı sabah görmeme rağmen bilgisayarımda oluşan bir arıza sebebiyle tüm gün onunla ilgilendim ancak halledemedim galiba garanti şart oldu.
Şunu belirtmem gerekir ki "İnsanlar da bir umut varolanlardan yola çıkarak kendilerinden kaçıp duran hakikatı kenarından köşesinden yakalamak amacı ile uğraşır durur." bu cümleye katılamayacağım, nedenini ise Kierkegaardvari bir yaklaşımla kısaca açıklamaya çalışayım , (mealen söylediğimi lütfen dikkate alarak yanlışım varsa affınızı rica ederim şimdiden)
Şimdi "umut" dediğiniz esasen geleceğe yani ötekine yöneliktir, bunu umutsuzluk üzerinden çıkarsamak mümkündür, çünkü umutsuzluk "olmak ya da yapmak" istenilen eylemin kendisine ulaşılamayacağının anlaşılmasıdır, bu bağlamda umutta bir kavuşma anının özlemidir diyebiliriz, size katılmadığım nokta tam da burada yatar çünkü, "varolanlardan yola çıkıpp hakikati bir köşesinden yakalamak" dediğiniz eyleme bir umut atfetmiş oluyorsunuz, peki bunun sakıncası nedir diyebilirsiniz, herhangi bir şeyi umut edebilmenin tek yolu o şeyin daha önce gerçekleştirilmiş/deneyimlenmiş olmasıdır. Eğer böyle bir kabulde bulursanız pek felsefeye ya da benim felsefe anlayışıma uygun bir ey söylemiş olmazsınız, çünkü "felsefe itiraz etmektir" derken kastım hakikate giden bir yola işaret etmek değil, keza benim için hakikat/doğruluk "özneler arası sistemde mümkün yorumlar arasında üzerinde uzlaşmaya varılmış yorum" dur. Ancak söylediğiniz şeyin özünde daha "sofu" ya da "derviş" insan işi olduğu söylenebilir kanaatimce, zira en açık biçimde söylersem " alim hakikate açtır" sözünü kabul ederim ancak burada ki alimin filozof olduğunu kabul etmem çünkü filozof hakikate aç değildir onu bizzat kuran kişidir ve bunu düşüncelerini "itiraz" marifetiyle dile getirerek yapar.(Dile getirerek kısmına itirazı olan varsa 'yazıya dökerek' şekli de kabulümdür )
-
Cogito Ergo Sum (düşünüyorum o halde varım) düsturunu Antik Yunan filozoflar zerre tartışma ihtiyacı duymaksızın otomatik şekilde - sezerek - benimsiyorlar ve Yunanlarda akıl-nesne birbirinden ayrı olmadığı için Yunanlar evreni mantıksallıkla ve geometrik uyumla açıklıyorlar. Descartes Parmenides volume 2 aslında. Hem Descartes için hem de Parmenides için mantıksal düşünce varlığın temeli ve keskin mantığın-bilişselliğin kendisi şüpheyle yaklaşılması gereken varlığın düpedüz ispatı. İnsandaki kartezyen aklın kavrayışsal-sezgisel fonksiyonu gibi. Onlara göre gerçeklik uzun şüphelerden sonra ancak ve ancak akıl aracılığıyla tecelli edebilir.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Meraktır
-
Gayet güzel bir açıklama olmuş, felsefe tarihine bakışımızda biraz ortaklık sezdim tarihselci/bağlamsalcı (örtük bir Hegelcilik) var diyebilirim, en azından kendi bakışım için konuşayım ki sizin adınıza konuşup terbiyesizlik yapmamış olayım.
Ancak şöyle bir noktaya temas etmek isterim ki, antik yunan düşüncesinde evren uyumludur, tıpkı insan gibi ( hatta bu yüzden Hipokratik tıp anlayışında insanın dengesi bozulacağı için çok acil durumlar hariç ameliyat dahi yapılmaz), peki insanın uyum içerisinde olmasını bizler yani "modernler" ruh-beden uyumu olarak alamaya meyilliyiz, antikler için böyle bir ayrım söz konusu değil(sizin akıl-nesne olarak değindiğiniz şey özünde).
Değindiğiniz üzere Descartes ve Parmenides gibi çok büyük iki rasyonalist figürün felsefeleri, mutlaka ortak noktalar içerecektir. Ama bu adamların dünyaya bakışları çok farklı, çünkü biri merkeze "Varlık"ı koyuyor, diğeri ise insanı, başlıca sebebi ise Descartes'in hümanizmin felsefesini yapması, çünkü sanatta Leonardo ya da Petrarca gibi isimler, Din ve reform konularında Luther ve Calvin gibi isimler olsa bile, Descartes bu işin felsefesini yapana kadar özünde bu hareketlerin hepsi bir tür "alternatif harekettir". Ve unutulmaması gerekir ki Descartes, döneminde çok gezmiş bir filozoftur ve muhakkak döneminden etkilenmiştir.
"Onlara göre gerçeklik uzun şüphelerden sonra ancak ve ancak akıl aracılığıyla tecelli edebilir." sözünüzü dediğim gibi rasyonalizm temelli alırsam makuldür. Descartes'ın özne anlayışı ne kadar kendisinden önceki anlayışlarım yerine insan-merkezci bir anlayış koymuş olsa dahi, onun özne anlayışı da "solipsist" bir özne anlayışıydı ki Kant'la birlikte o da aşılacaktır. Çünkü Kant, hem rasyonalizmin hem ampirizmin açmazlarını görecek ve "insan bilgisinin sınırlarını" aramaya koyulacaktır. Ayrıca "Descartes Parmenides volume 2 aslında" cümleniz sanki bütün rasyonalistler arasında söylenebilir gibi Pitagoras(pisagor) ve Descartes üzerine düşünürseniz yine yakın sonuçlar çıkarabileceğinizi düşünüyorum, özellikle geometrik uyum konusunda. Son olarak "Cogito Ergo Sum (düşünüyorum o halde varım) düsturunu Antik Yunan filozoflar zerre tartışma ihtiyacı duymaksızın otomatik şekilde - sezerek - benimsiyorlar" yorumunuza da katılmam mümkün değil zira, "düşünce" dediğimiz şeye bakış çok farklı ve bunun en bariz örneği; Descartes için "düşünme" bir öznenin eylemi iken , Aristoteles için Tanrı bile "kendi üzerine düşünen düşüncedir".
-
quote:
Son olarak "Cogito Ergo Sum (düşünüyorum o halde varım) düsturunu Antik Yunan filozoflar zerre tartışma ihtiyacı duymaksızın otomatik şekilde - sezerek - benimsiyorlar" yorumunuza da katılmam mümkün değil zira, "düşünce" dediğimiz şeye bakış çok farklı ve bunun en bariz örneği; Descartes için "düşünme" bir öznenin eylemi iken , Aristoteles için Tanrı bile "kendi üzerine düşünen düşüncedir".
Descartes varlık sözkonusu olduğunda nihilizmden kurtulma dürtüsüyle öznelliğini düşünme-konsidirasyon-planlama-akletme (cogito, cogitare) faaliyetiyle ispatlıyor. Aristoteles zaten nihilizmin dışındaydı bu sebeple tanrının düşüncesinden-varlığından söz edebiliyordu ama Descartes (bir nevi) kaybolmuş gibiydi ama tıpkı kısraklarla tanrıçanın katına çıkıp aydınlanan Parmenides gibi kendisine akli, kısmen sezgisel bir parıltı geldi; bir tanrısal hakikati haykırabildi. Katoliği aslında tanrısı kurtarmıştı. Gorgias haricinde bildiğim hiçbir Yunan varlık konusunda Descartes gibi açık bir nihilizme düşmedi ama rasyonalizm çerçevesinde varlık düşünme yetisiyle hem Parmenides'te hem de Descartes'te kanıksandı; tutarlılık ve mantık tüm varlığın özüne yerleşti. Düşünme ya da rasyonalizm elbette ki ilhamdan ve sezgiden azade değil. Bunu Platon, Aristo gibi diğer rasyonalistlerde de görebiliriz. Pisagor yorumunuza kısmen katılıyorum. Kant'ın yaptığı işin felsefeye itibarını geri vermek olduğunu söylerler ama Kant'ın şüphesiz ki sınırları vardı. Sentetik apriori diye bir kategoriye inanmam mesela. Benim için en temelde matematik ve geometri de konseptsel-analitik (apriori) bilgi. En iyi [matematiksel] fizik kuramlarında bile hata payları vardır o halde matematik deneyim öncesi sentetik (zaten varsa dahi ki bence yok) olamaz. Kant'ı bir Pisagorcu da ilan edebiliriz :d
quote:
Descartes'ın özne anlayışı ne kadar kendisinden önceki anlayışlarım yerine insan-merkezci bir anlayış koymuş olsa dahi, onun özne anlayışı da "solipsist" bir özne anlayışıydı
Solipsizm bence rasyonalistlerin ve rasyonalizmin kronik bir sorunu, kozmolojileri idealistik ya da rasyonal ancak modern bilimin tasvir ettiği kozmoloji-evren "irrasyonal". Zaten Kant da ayrıca bir "rasyonalist".
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Şüphesiz ki Kant bir Öklidciydi ( ayet gibi oldu ama idare edin ) bu yüzden Kant'ı pisagorcu ilan etmek dediğiniz şey gayet olabilecek bir durum katılırım. Hatta Russell' da Kant'ı felsefesini Öklid geometrisi üzerine kurmak ile eleştiriyordu ve Öklid geometrisi aşıldığı/eskidiği/geçildiği için(Affedin doğru filli bulamadım) Kant'ın da felsefesinin sarsıldığını söyler. Ancak, Einstein Kant'ı eleştirebileceğimizi ve onun felsefesini çürüteceksek bile bunu onun felsefesinin bize sınır olarak çizdiği şeyleri yıkarak yapabileceğimizi söyler. Açıkçası bu dediğimi Einstein'ın kendisinden okumuş değilim, Alfred Elsbach'ın "Kant und Einstein" kitabında okumuştum ve yanlış hatırlamıyorsam yazar orada kaynak gösteriyordu. İşin ilginç yanı bugün fizikte iki büyük kuram var, Görelilik ve Kuantum, Kant felsefesi ve Kuantum çelişmeyebilir ama Kant felsefesi ve Görelilik neredeyse zorunlu olarak çelişir ki bu durum Einstein'ın cevabını daha anlaşılır kılar, çünkü o Kant felsefesini kendi kuramıyla yıktığını düşünür(bana göre). Tabi bunun doğruluğunu zaman gösterecek. Sentetik Apiriori - Analitik Apriori meselesine gelirsek, Frege'nin aritmetiğin temelleri isimli kitabında Kant'a itirazı matematiksel önermelerin "sentetik a priori" değil "analitik a piriori" olduğu yönünde ancak Geometrinin "sentetik apriori" olduğunu o da kabul eder. Bu bakımdan bende Fregeyi haklı bulurum, Matematik analitik-a priori ancak geoetri sentetik a priori sınıfına girer ama bu çok çetrefilli bir konudur. Ancak Kant'a bir rasyonalist diyemeyiz bu mümkün değildir, bunun bir kaç nedeni var; İlki, aklın antinomileri, yani bir rasyonalistin aksine Kant 'akıl' yoluyla her şeyi anlayamayacağımızı , Descartes ve antiklerin hatta Leibniz'in yaptığı gibi "tanrı" , "evren" vs vs gibi insan aklını aşan konuların olduğunu ve bunlara "AKIL" ile ulaşamayacağımızı söyler. İkinci olarak, Kant'ın ben anlayışı "düzenleyici" bir bendir, Cogito gibi her şeyi kendisine yaslayan değil , duyu verilerinin anlamlı bir bütün olarak algılanmasını sağlayan bir işleve sahiptir. En açık görünen bu iki seçeneğe baksak bile Kant'ın bir rasyonalist olmadığını anlarız, Kant'ın saf aklın eleştirisinde verdiği isimle felsefesi , "Transzendental Epistemolojik İdealizim" dir ancak Prologomena'da insanların bu tanımlamayı yanlış anladığını düşünür ve felsefesine kritik idealizm adını verir.(Daha sonra Popper kendi felsefesine Kritik Rasyonalizm diyecektir ve esasen Kant felsefesinin rasyonalist hali Popper felsefesidir) Amacım Kant'ı savunmak değil ancak tanımları doğru yapmak gerekir. Zira Ampirizm ve Rasyonalizmin tüm eksik yönlerini gidermeye çalışarak Kritik felsefeyi tesis etmiş Kant'a rasyonalist demek bence doğru değildir, yanlış bulunabilr, eleştirilebilir ancak bunun onun felsefesini olmadığı şekilde göstererek yapılması değil ne ise o olduğu kabul edilerek yapılmasıdır doğru olan zannımca. Sentetik a priori konusunda son söyleyeceğim şey ise bu konuda yazdıklarınız makul bir görüş içerir, bu konuyla ilgili daha önce söylediklerim tamamen bir iki ufak ekleme amacı yaşıyordu. Ancak ben Sentetik-Apriori bilginin son derece mümkün olduğunu düşünmekteyim. "Sentetik apriori diye bir kategoriye inanmam mesela." bu noktada eminim siz Sentetik apriori bilginin aklın kategorilerinden biri olduğunu kastetmemişsinizdir ancak bunu okuyan birisi öyle zannedebilir diye düzeltmek gerekir ki, Sentetik apriori Aklın kategorilerinde değil, yargı sınıflamalarında geçen bir kavramsallaştırmadır. Son olarak, Georgias haricinde hiçbir antik varlık konusunda açık bir nihilizme düşmedi demek, Pyrron ve ardıllarını gözardı etmek olur.
-
Geometrinin pratik yaşamda tıpkı Newton fiziği gibi karşılığı olması ya da doğrudan non Öklidyen versiyonunun görelilik fiziğinde vücut bularak fiziksel dünyada yer alıp önsel (sentetik aprior) tasavvurda bulunmamızı sağlaması bence birbirine çok benzer durumlar sonuçta geometri tıpkı bir noktada kusurlu olan Newton hatta Einstein fiziği kadar ne denli fonksiyonel ya da özne ile uzamsallık arasındaki sentetik birleşimde uyumlu olursa olsun, belirli ideal formların ve analitik şekilde formları tanımlayan belirli aksiyomların ötesinde sentetik epistemik karşılıklardan yoksun. İdeal daireyi reelde veya aposteriori de bilmeyiz ya da ideal üçgeni. İdeal yükü esasında bir sentezden değil, analitik-konseptsel tanımının ve kağıt üstündeki çalışmadan çıkan aksiyomatik sonucun özneye dayatımından geliyor olabilir. Her konseptsel tanım - bilgi kendi içinde bir zorunluluk. Kırmızı bir renk değildir diyemeyiz. Benzer şekilde iç açıları toplamı 180'den fazla bir ideal üçgen vardır diyemeyiz. Gerçek hayatta üçgenler ideal üçgenin (Öklidçi üçgenin) kurallarına tam uymazlar veya belki çok daha doğrusu uymak zorunda değiller. Bu sebeple keskin Kantçı - Öklidyen epistemik yargı kategorileri de mesela risk altındadır diyebiliriz özellikle apriori sentetik kategorimsisi (genelde öyle adlandırıyordum çünkü mesela analitik aprioriye nazaran çok güçlü bir yanılsama olması kuvvetli bir ihtimal, analitik apriori yargılar uzamsal olan "aprior sentetiğinkilerin" aksine bazen "kurşun geçirmez" olabiliyor, ama zaten sentetiğin bilinç-bilme tasarıları da yeri geldiğinde kusursuz değil mi?) Açıkçası idealizmi rasyonalizmden kökensel olarak çok da farklı algılamıyorum ama zaten profesyonel bir felsefeci değilim; dediğinize yakın şekilde tarihçi, tarihsel veya kökensel bağlam araştırmacısı tipinde ve doktrinasyonunda bir insanım. Bir deneme olsun diye öylesine yazdım. Pyrron'un tam olarak varlık kuramını bilmediğim ve fazla ilgi duymadığım için atladım. Pyrron'dan septikler (şüpheciler), Sextus Empiricus gibi kimseler çıkmıyor muydu? Şüphecilerin yanında saf tutabilirim tüm bir çiğliğim veya belki de şans eseri isabetliliğimle. :d
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Genel olarak Kant'a olan itirazınızı anlıyorum ancak tam olarak neden kaynaklandığını bilmediğim bir şekilde ülkemizde sentetik=a aposteriori, analitik= apriori gibi bir anlam oluşmuş, esasen eski hocaların notlarında bu şekilde bir ayrımda yok, daha önce bir kaç kişiyle daha konuştum bu durumu, Sentetik demek özünde sentez yapmak demektir. Şöyle düşünün "a" önermesi ve "b" önermesi birleşerek "ab" önermesini oluştursun, bu durumda siz "a" ve "b" önermelerini apriori bir şekilde ulaştıysanız "ab" önermesi Sentetik apriori olacaktır, yok "a" ve "b" önermelerine deney yoluyla ulaşmışsanız eğer o zaman "ab" önermesi sentetik olacaktır. Esasen bu kavramlar neden yanlış anlaşılır hale geldi yoksa ben mi çok yanlış anlıyorum bilemiyorum ancak gördüğüm kadarıyla düşünce şekliniz ve sisteminiz gelişmiş ancak dediğiniz gibi "meslekten felsefeci olmadığınız" için belki kavramlarım değil de genel düşüncelerin üzerinde durdunuz bilemiyorum, bakalım ben "meslekten felsefeci" olabilecek miyim lisans bitti sırada yüksek ve doktora var umarım kazanıp devam ederim yoluma.
Pyrron konusuna gelirsek, evet sextus empiricus onun takipçilerindendir, ayrıca ben de Pyrron'a sempati beslerim tuhaf bir adam, bunun dışında onunla ilgili bir rivayet anlatarak bitireyim, Pyrron hiçbir şeyin olmadığına ve bilinemeyeceğine o kadar ikna olmuştur ki, yoluna bir uçurum çıksa dümdüz devam eder neredeyse düşecek olurmuş ama birileri onu çekip kurtarırmış , buradan da mesajımızı verelim, YANLIŞ FELSEFE ÖLDÜRÜR EFENİM
-
quote:
Orijinalden alıntı: Aprın Çor TiginGenel olarak Kant'a olan itirazınızı anlıyorum ancak tam olarak neden kaynaklandığını bilmediğim bir şekilde ülkemizde sentetik=a aposteriori, analitik= apriori gibi bir anlam oluşmuş, esasen eski hocaların notlarında bu şekilde bir ayrımda yok, daha önce bir kaç kişiyle daha konuştum bu durumu, Sentetik demek özünde sentez yapmak demektir. Şöyle düşünün "a" önermesi ve "b" önermesi birleşerek "ab" önermesini oluştursun, bu durumda siz "a" ve "b" önermelerini apriori bir şekilde ulaştıysanız "ab" önermesi Sentetik apriori olacaktır, yok "a" ve "b" önermelerine deney yoluyla ulaşmışsanız eğer o zaman "ab" önermesi sentetik olacaktır. Esasen bu kavramlar neden yanlış anlaşılır hale geldi yoksa ben mi çok yanlış anlıyorum bilemiyorum ancak gördüğüm kadarıyla düşünce şekliniz ve sisteminiz gelişmiş ancak dediğiniz gibi "meslekten felsefeci olmadığınız" için belki kavramlarım değil de genel düşüncelerin üzerinde durdunuz bilemiyorum, bakalım ben "meslekten felsefeci" olabilecek miyim lisans bitti sırada yüksek ve doktora var umarım kazanıp devam ederim yoluma.
Pyrron konusuna gelirsek, evet sextus empiricus onun takipçilerindendir, ayrıca ben de Pyrron'a sempati beslerim tuhaf bir adam, bunun dışında onunla ilgili bir rivayet anlatarak bitireyim, Pyrron hiçbir şeyin olmadığına ve bilinemeyeceğine o kadar ikna olmuştur ki, yoluna bir uçurum çıksa dümdüz devam eder neredeyse düşecek olurmuş ama birileri onu çekip kurtarırmış , buradan da mesajımızı verelim, YANLIŞ FELSEFE ÖLDÜRÜR EFENİM
Esasında Kant'tan önce, en azından empirist ekolün temsilcisi Hume'da, apriori bilgi yalnızca konseptsel (analitik) bilgi, onun apriori yargılara dair Kant'taki gibi bir ayrımı yok. Aposteriori bilgi de deneyimsel bilgi. Kant bildiğim kadarıyla Hume'u eleştirerek bu ayrımı yapıyor, kısaca hayır diyor, apriori yalnızca analitik ifadelerden veya zorunluluklardan ibaret değil. Ne kadar iyi yapmış herhalde çok tartışılır. Türkiye'de insanlar birazcık gayriciddi ve ikinci el bilgiye çok meraklı ondan ötürü bu çarpılma olabilir.
Belki de Pyrron'u dediğinizden ötürü ciddiye almıyor olabilirim, fıçıda yaşayan Diogenes gibi Kinikleri de pek ciddiye almadım mesela. Yaparsınız hocam bilginiz gayet yerinde görünüyor, kolaylıklar dilerim.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
quote:
Orijinalden alıntı: Nat AlianovnaEsasında Kant'tan önce, en azından empirist ekolün temsilcisi Hume'da, apriori bilgi yalnızca konseptsel (analitik) bilgi, onun apriori yargılara dair Kant'taki gibi bir ayrımı yok. Aposteriori bilgi de deneyimsel bilgi. Kant bildiğim kadarıyla Hume'u eleştirerek bu ayrımı yapıyor, kısaca hayır diyor, apriori yalnızca analitik ifadelerden veya zorunluluklardan ibaret değil. Ne kadar iyi yapmış herhalde çok tartışılır. Türkiye'de insanlar birazcık gayriciddi ve ikinci el bilgiye çok meraklı ondan ötürü bu çarpılma olabilir.
Belki de Pyrron'u dediğinizden ötürü ciddiye almıyor olabilirim, fıçıda yaşayan Diogenes gibi Kinikleri de pek ciddiye almadım mesela. Yaparsınız hocam bilginiz gayet yerinde görünüyor, kolaylıklar dilerim.
Alıntıları GösterHume konusunda haklısınız yani Hume anlaşılmadan ve açıklanmadan Kant havada kalıyor maalesef, Kant'ın Hume'a çok ciddi itirazları ve karşı çıkışları var ancak bütünüyle reddetmiyor, hatta Hume'un rasyonalizm eleştirisine katılır.
Diogenes ile ilgili en enteresan şeyden kimse bahsetmez hocam, o fıçıda falan yaşıyor normal hayatı reddediyor ama normal hayatın içinde yaşayan insanlar ona yemek ve su vermese açlıktan ölecek
Diogenes konusunda %100 aynı bakış açısına sahibiz.
Ayrıca güzel dileğiniz için çok teşekkür ederim hocam, sizin de sohbetiniz gerçekte çok keyiflidir eminim, forumda bile böyleyse.
-
Tanrı biz dünyaya attı
içimize kendi ruhundan üfledi
Geri çekilirken içimizde asla dolamayacak bir boşluk bıraktı
kendi boşluğunu...
Mutlak tinin /özün ancak bir boşluk olarak var olduğuna, yokluğuyla hayatımızı etkileyen birşey olduğuna inanırım..
Böylece eksiklik duygusu pozitif dünyamızın kurucu unsuru olur.
Eksiklik duygusu arayışa neden olur.
Lacan buna "objet petit a" der yani ilksel eksiğin öznede yarattığı fantazmatik eşdeğer..
Hakikat arayışının peşine düşerken fantezilerimizi kat eder, çıkmayı umduğumuz yerin her zaman ya uzak ya yakın bir köşesine çıkarız.
Özne yine de bir yanıyla aradığı nesnenin var olmadığını bilir. Bu nedenle objet petit a yı bulmaktan, tatminden kaçınır, çıkmaz sokağa sapar. Aramaktan vazgeçmez ama bulmak da istemez..
İşte ALİM bunu bilir, yaptığı şeyin bir ömürlük olduğunu ve yaptığı şeyden fazlasını yapamayacağını..Yeterlilik duygusunu veren budur.
Hakikat kurulmaz, peşine düşülür...
"hakikat/doğruluk "özneler arası sistemde mümkün yorumlar arasında üzerinde uzlaşmaya varılmış yorum" diye düşünüldüğünde felsefe bir ansiklopedik metine, filozof da metinleri elden geçiren araştırma görevlisine döner. Oradan da hakikat çıkmaz ama geçimini temin edecek düzeyde bir maaş çıkar.
-
quote:
Orijinalden alıntı: Sailor64Tanrı biz dünyaya attı
içimize kendi ruhundan üfledi
Geri çekilirken içimizde asla dolamayacak bir boşluk bıraktı
kendi boşluğunu...
Mutlak tinin /özün ancak bir boşluk olarak var olduğuna, yokluğuyla hayatımızı etkileyen birşey olduğuna inanırım..
Böylece eksiklik duygusu pozitif dünyamızın kurucu unsuru olur.
Eksiklik duygusu arayışa neden olur.
Lacan buna "objet petit a" der yani ilksel eksiğin öznede yarattığı fantazmatik eşdeğer..
Hakikat arayışının peşine düşerken fantezilerimizi kat eder, çıkmayı umduğumuz yerin her zaman ya uzak ya yakın bir köşesine çıkarız.
Özne yine de bir yanıyla aradığı nesnenin var olmadığını bilir. Bu nedenle objet petit a yı bulmaktan, tatminden kaçınır, çıkmaz sokağa sapar. Aramaktan vazgeçmez ama bulmak da istemez..
İşte ALİM bunu bilir, yaptığı şeyin bir ömürlük olduğunu ve yaptığı şeyden fazlasını yapamayacağını..Yeterlilik duygusunu veren budur.
Hakikat kurulmaz, peşine düşülür...
"hakikat/doğruluk "özneler arası sistemde mümkün yorumlar arasında üzerinde uzlaşmaya varılmış yorum" diye düşünüldüğünde felsefe bir ansiklopedik metine, filozof da metinleri elden geçiren araştırma görevlisine döner. Oradan da hakikat çıkmaz ama geçimini temin edecek düzeyde bir maaş çıkar.
Şimdi sevgili arkadaşım, hakikat kurulmaz deyip Lacan'ın "objet petit a" ya da Türkçede ki haliyle arzu nesnesini örnek vermeniz bir çelişki, zira Lacan (Zizek'in yorumuyla) der ki, herhangi bir şeyi arzu nesnesi haline getirirsin ve bu arzu nesnesi temelinde bir fantezi dünyası kurarsın ve kurduğun fantezi dünyası senin hakikatin olmaya başlar, hatta Zizek yamuk bakmak isimli kitabında buna çok örnek bir hikaye anlatır. O da şudur; bir kasaba da kapalı bir ev vardır ve o kasabada bu evle ilgili tuhaf hikayeler anlatılmaktadır, evin tehlikeli olduğundan tut, gizemli olduğuna kadar. Kasabada ki erkeklerin orayla ilgili pek çok anısı vardır, kimi ilk kez orada seks yaptığını kimisi ise orada bir cinayet gördüğünü falan anlatır. Bir gün genç bir kadın o kasabaya gelir ve hikayeleri dinleyince evi meral eder gidip baktığında anlatılan evle alakası olmadığını görür ve bara dönüp kasabalılara bunu anlatır, kadını parçalarlar. Neden mi? Çünkü, o ev o kasabalıların arzu nesnesiydi ve o arzu nesnesi üzerinden şekillenen bir fantezi dünyaları vardı. Bu fantezi dünyaları onların hakikatleriydi ve kadın onlara arzu nesnesinin aslında olmadığını göstererek fantezi dünyalarını yani kurmuş oldukları hakikati yıktı.
İkinci olarak, "Mutlak tinin /özün ancak bir boşluk olarak var olduğuna, yokluğuyla hayatımızı etkileyen birşey olduğuna inanırım.." bir şey "mutlaksa" , "boşluk olarak" varolamaz, ya da mutlak'ın "yokluğu" olmaz bunlar oksimorundur.
Alıntı
metni:"hakikat/doğruluk "özneler arası sistemde mümkün yorumlar arasında üzerinde uzlaşmaya varılmış yorum" diye düşünüldüğünde felsefe bir ansiklopedik metine, filozof da metinleri elden geçiren araştırma görevlisine döner. Oradan da hakikat çıkmaz ama geçimini temin edecek düzeyde bir maaş çıkar. burada ne demek istediğimi anlamamışsınız, benim bahsettiğim şeyi kısaca özetlemeye çalışırsam, 20.yy'ın başlarında yaşanan İngilizcesi "linguistic turn", Türkçe'ye "dilsel dönüş" olarak çevrilen dönemle birlikte insanın bir dile sahip olan varlık değil "dilsel bir varlık" olduğu düşüncesi üzerinden hareket etmeye başlandı ve bunun anlamı ise bir bakıma "hakikate" giden yolun dilden geçtiğiydi ve evet tahmin edersiniz ki dil de "özneler arası sistemde mümkün yorumlar arasında üzerinde uzlaşmaya varılmış yorum". Ayrıca "metin" dediğiniz şey küçümsemeyin kıta felsefesinde post-modern figürler özellikle Fransızlar, her şeyi bir metin olarak okuma eğilimindedir. Buna en net örneği bence 20.yy'ın en önemli 5-6 felsefe figüründen birisi olan Derrida'nın şu sözüyle verebiliriz; "Metnin dışında bir şey yoktur".
Hadi bunu da geçtim, "felsefi metinleri elden geçiren" insanların sadece geçimini temin edecek düzeyde bir maaş çıkartacağı iddiası, bütün bir Hermeneutik geleneğe biraz saygısızlık oluyor gibi.
"Tanrı biz dünyaya attı
Tanrı biz dünyaya attı
içimize kendi ruhundan üfledi
Geri çekilirken içimizde asla dolamayacak bir boşluk bıraktı"
Şeklinde ki söyleminiz ayrıca sonraki söylediklerinizle çelişmekte, çünkü bir "Tanrı" fikrine sahipseniz zaten hakikati bulmuşsunuz demektir, bir arayışa gerek yoktur. Ancak burada "Tanrı" olarak ifade ettiğiniz şey "Yaratıcı" ise durum başka ama Tanrı=Yaratıcı değildir, çünkü Tanrının yaratıcı olması bir özelliğidir ancak tanımı gereği zorunlu olarak başka bir çok özelliği de sahip olmak zorundadır, ancak yaratıcı tanrı olmak zorunda değildir.
Ayrıca gerçekten büyük filozofların metinlerini okursanız, bir kaç istisna dışında tasavvur ettiğiniz "alim" tanımına pek uymadığını görürsünüz, yaklaşımınız bana göre çok romantik.
Son olarak ufak bir espriyle bitireyim, şimdi sizin "hakikat" tanımınız sizin arzu nesneniz ve bu tanımın etrafında bir fantezi dünyası kurmuşsunuz, (keza bu durum bir fantezi dünyasında yaşadığınızı ve hakikat olarak kurduğunuz fanteziyi algıladığınız için hakikati kurmuş oluyorsunuz ki bu durumda sizin varlığınız bile benim argümanımın kanıtı olur ) ben de daha fazla söylemde bulunarak sizin arzu nesnenizi yıkmayı istemem çünkü sonumun Zizek'in anlattığı hikayede kadın gibi olmasını istemem.
Saygı ve sevgilerimle
-
Selamlar...
Hakikat kavramı ile Lacan'cı GERÇEK'e gönderme yapmaya çalışıyorum. Gerçek ele geçirilemez, elde sadece göreli hakikatler ya da gerçeklikler vardır. Gerçeğin içinden simgeselleşmeye müsait olanlar, becerebildiklerimiz gibi..Örneğin "ölüm", simgeselleşmeye direnen bir olgu, onu dini bir takım ritüellerle simgesel düzene katmaya çalışıyoruz ama yine de akıl erdiremediğimiz, baş edemediğimiz, uğursuz bir şeyler var onda...
Simgesel dünyaya kattıklarımız dediğiniz gibi söylemlere yahut metinlere denk geliyor. Onlar da kurulu gerçeklikler.Bu tür gerçeklikler kurarız kurmasına ama geride hep bir FAZLA kalır simgeselleşmeye direnen.
Hakikat peşine düşmekle asla ele geçiremediğimiz GERÇEK'in peşinden gitmekten söz ediyorum.
Nietzsche'ci anlamda bütün oydaşımları geçersiz sayıp, kendi değerlerini yaratmaya çalışmak hakikatin peşinden gitmeyi (gerçekle yüzleşmeyi) gerektirir. Nietzsche de değerleri yeniden değerlendirmekten söz eder ama somut bir örnek vermez. Zira gerçek ile yüz yüze gelmek kişiseldir, ÖZNE'nin kendisini yeniden inşa sürecine girişmesine denk gelir.
Değer yaratımı kişiseldir yani oydaşımsal değil.
Alıntı
metni:İkinci olarak, "Mutlak tinin /özün ancak bir boşluk olarak var olduğuna, yokluğuyla hayatımızı etkileyen birşey olduğuna inanırım.." bir şey "mutlaksa" , "boşluk olarak" varolamaz, ya da mutlak'ın "yokluğu" olmaz bunlar oksimorundur. Hegel'de "tin kemiktir". Varlık ve hiçlik aynı şeydir. Heidegger'de benzer yorumlar yapar. Buradaki paradoxu doğru okumak lazım. Tabi klasik fizikten bahsedilmediğini belirtmek gerekir, belki kuantum fiziğinden, Higs bozonundan bahsetmek gerekir burada. Boşluğun dalgalanması esnasında nasıl oluyor da bir anda madde ortaya çıkabiliyor.
Alıntı
metni:Ayrıca "metin" dediğiniz şey küçümsemeyin kıta felsefesinde post-modern figürler özellikle Fransızlar, her şeyi bir metin olarak okuma eğilimindedir. Buna en net örneği bence 20.yy'ın en önemli 5-6 felsefe figüründen birisi olan Derrida'nın şu sözüyle verebiliriz; "Metnin dışında bir şey yoktur". Hadi bunu da geçtim, "felsefi metinleri elden geçiren" insanların sadece geçimini temin edecek düzeyde bir maaş çıkartacağı iddiası, bütün bir Hermeneutik geleneğe biraz saygısızlık oluyor gibi. Postmodern filozoflara saygısızlık etmek istemem ama onların maaşlarından fazlasını çıkardıklarından zaten eminim. Ama göreceliliği bir felsefe ve yaşam biçimi haline getirenlerin, Marksizmin üstünü çizenlerin de günümüz neo-liberal ve neo-muhafazakar politikaları şekillendirenlerin ekmeğine yağ sürdüklerini görmek lazım. Dünyada global bir iklim, yok oluş sorunu yaşanıyorsa, faşizan eğilimli rejimler dünyanın geneline yayılıyorsa, dünyanın servetini bir azınlık yerken, ezilen sınıflar, göçmenler, emperyalist güçlerce sevk ve idare edilen vekalet savaşlarında Orta doğu halkları varlık-yokluk mücadelesi veriyorsa "ne olsa gider diyen" post modern entelejensiyanın hiç mi kabahati bulunmaz? Alıntı
metni:"Tanrı biz dünyaya attı içimize kendi ruhundan üfledi Geri çekilirken içimizde asla dolamayacak bir boşluk bıraktı" Şeklinde ki söyleminiz ayrıca sonraki söylediklerinizle çelişmekte, çünkü bir "Tanrı" fikrine sahipseniz zaten hakikati bulmuşsunuz demektir, bir arayışa gerek yoktur. Ancak burada "Tanrı" olarak ifade ettiğiniz şey "Yaratıcı" ise durum başka ama Tanrı=Yaratıcı değildir, çünkü Tanrının yaratıcı olması bir özelliğidir ancak tanımı gereği zorunlu olarak başka bir çok özelliği de sahip olmak zorundadır, ancak yaratıcı tanrı olmak zorunda değildir. Yukardaki sözler sembolik anlamlara sahip ve muhayyilenize seslenme amacını taşıyor. Varlık-hiçlik paradoxu üzerinden okunduğunda bazı şeyler duyumsamak mümkün.
Alıntı
metni:Ayrıca gerçekten büyük filozofların metinlerini okursanız, bir kaç istisna dışında tasavvur ettiğiniz "alim" tanımına pek uymadığını görürsünüz, yaklaşımınız bana göre çok romantik. Dediğiniz doğru, ALİM deyip filozof sözünden sakınmam, ilkinin irfan ile ilişkisini çağrıştırma amacını taşıyor. İrfan sözcüğünü salt dinsel manada kullanmıyorum. İrfan sözcüğünü kullanmaktan kasıt, salt düşünsel bir etkinlik olan felsefeye bir miktar sezgi, idealizm ve romantizm katılması lüzumuna işaret etmektir. Aksi halde insanın aklı ile muhayyilesi arasındaki mesafenin açılacağı, bu halin ise Jung'ian manada bir nevrozu tetikleyebileceği endişesini taşıyorum.
Alıntı
metni:Son olarak ufak bir espriyle bitireyim, şimdi sizin "hakikat" tanımınız sizin arzu nesneniz ve bu tanımın etrafında bir fantezi dünyası kurmuşsunuz, (keza bu durum bir fantezi dünyasında yaşadığınızı ve hakikat olarak kurduğunuz fanteziyi algıladığınız için hakikati kurmuş oluyorsunuz ki bu durumda sizin varlığınız bile benim argümanımın kanıtı olur ) ben de daha fazla söylemde bulunarak sizin arzu nesnenizi yıkmayı istemem çünkü sonumun Zizek'in anlattığı hikayede kadın gibi olmasını istemem. Saygı ve sevgilerimle Saygı ve sevgiler benden, emek vermiş yazmışssınız, sağolun..Hasbıhal etmek güzeldir hele ki sizin gibi felsefi temelleri sağlam birisi ile sohbet etmek, felsefeye amatörce yaklaşan birisi için bir nimettir.
Fantazi kuruyorum evet, ama asıl olan kurmak değil kat etmek, hayatın gereği icabı buna açık olmaya çalışıyorum.
-
quote:
Orijinalden alıntı: Sailor64Selamlar...
Hakikat kavramı ile Lacan'cı GERÇEK'e gönderme yapmaya çalışıyorum. Gerçek ele geçirilemez, elde sadece göreli hakikatler ya da gerçeklikler vardır. Gerçeğin içinden simgeselleşmeye müsait olanlar, becerebildiklerimiz gibi..Örneğin "ölüm", simgeselleşmeye direnen bir olgu, onu dini bir takım ritüellerle simgesel düzene katmaya çalışıyoruz ama yine de akıl erdiremediğimiz, baş edemediğimiz, uğursuz bir şeyler var onda...
Simgesel dünyaya kattıklarımız dediğiniz gibi söylemlere yahut metinlere denk geliyor. Onlar da kurulu gerçeklikler.Bu tür gerçeklikler kurarız kurmasına ama geride hep bir FAZLA kalır simgeselleşmeye direnen.
Hakikat peşine düşmekle asla ele geçiremediğimiz GERÇEK'in peşinden gitmekten söz ediyorum.
Nietzsche'ci anlamda bütün oydaşımları geçersiz sayıp, kendi değerlerini yaratmaya çalışmak hakikatin peşinden gitmeyi (gerçekle yüzleşmeyi) gerektirir. Nietzsche de değerleri yeniden değerlendirmekten söz eder ama somut bir örnek vermez. Zira gerçek ile yüz yüze gelmek kişiseldir, ÖZNE'nin kendisini yeniden inşa sürecine girişmesine denk gelir.
Değer yaratımı kişiseldir yani oydaşımsal değil.
Alıntı
metni:İkinci olarak, "Mutlak tinin /özün ancak bir boşluk olarak var olduğuna, yokluğuyla hayatımızı etkileyen birşey olduğuna inanırım.." bir şey "mutlaksa" , "boşluk olarak" varolamaz, ya da mutlak'ın "yokluğu" olmaz bunlar oksimorundur. Hegel'de "tin kemiktir". Varlık ve hiçlik aynı şeydir. Heidegger'de benzer yorumlar yapar. Buradaki paradoxu doğru okumak lazım. Tabi klasik fizikten bahsedilmediğini belirtmek gerekir, belki kuantum fiziğinden, Higs bozonundan bahsetmek gerekir burada. Boşluğun dalgalanması esnasında nasıl oluyor da bir anda madde ortaya çıkabiliyor.
Alıntı
metni:Ayrıca "metin" dediğiniz şey küçümsemeyin kıta felsefesinde post-modern figürler özellikle Fransızlar, her şeyi bir metin olarak okuma eğilimindedir. Buna en net örneği bence 20.yy'ın en önemli 5-6 felsefe figüründen birisi olan Derrida'nın şu sözüyle verebiliriz; "Metnin dışında bir şey yoktur". Hadi bunu da geçtim, "felsefi metinleri elden geçiren" insanların sadece geçimini temin edecek düzeyde bir maaş çıkartacağı iddiası, bütün bir Hermeneutik geleneğe biraz saygısızlık oluyor gibi. Postmodern filozoflara saygısızlık etmek istemem ama onların maaşlarından fazlasını çıkardıklarından zaten eminim. Ama göreceliliği bir felsefe ve yaşam biçimi haline getirenlerin, Marksizmin üstünü çizenlerin de günümüz neo-liberal ve neo-muhafazakar politikaları şekillendirenlerin ekmeğine yağ sürdüklerini görmek lazım. Dünyada global bir iklim, yok oluş sorunu yaşanıyorsa, faşizan eğilimli rejimler dünyanın geneline yayılıyorsa, dünyanın servetini bir azınlık yerken, ezilen sınıflar, göçmenler, emperyalist güçlerce sevk ve idare edilen vekalet savaşlarında Orta doğu halkları varlık-yokluk mücadelesi veriyorsa "ne olsa gider diyen" post modern entelejensiyanın hiç mi kabahati bulunmaz? Alıntı
metni:"Tanrı biz dünyaya attı içimize kendi ruhundan üfledi Geri çekilirken içimizde asla dolamayacak bir boşluk bıraktı" Şeklinde ki söyleminiz ayrıca sonraki söylediklerinizle çelişmekte, çünkü bir "Tanrı" fikrine sahipseniz zaten hakikati bulmuşsunuz demektir, bir arayışa gerek yoktur. Ancak burada "Tanrı" olarak ifade ettiğiniz şey "Yaratıcı" ise durum başka ama Tanrı=Yaratıcı değildir, çünkü Tanrının yaratıcı olması bir özelliğidir ancak tanımı gereği zorunlu olarak başka bir çok özelliği de sahip olmak zorundadır, ancak yaratıcı tanrı olmak zorunda değildir. Yukardaki sözler sembolik anlamlara sahip ve muhayyilenize seslenme amacını taşıyor. Varlık-hiçlik paradoxu üzerinden okunduğunda bazı şeyler duyumsamak mümkün.
Alıntı
metni:Ayrıca gerçekten büyük filozofların metinlerini okursanız, bir kaç istisna dışında tasavvur ettiğiniz "alim" tanımına pek uymadığını görürsünüz, yaklaşımınız bana göre çok romantik. Dediğiniz doğru, ALİM deyip filozof sözünden sakınmam, ilkinin irfan ile ilişkisini çağrıştırma amacını taşıyor. İrfan sözcüğünü salt dinsel manada kullanmıyorum. İrfan sözcüğünü kullanmaktan kasıt, salt düşünsel bir etkinlik olan felsefeye bir miktar sezgi, idealizm ve romantizm katılması lüzumuna işaret etmektir. Aksi halde insanın aklı ile muhayyilesi arasındaki mesafenin açılacağı, bu halin ise Jung'ian manada bir nevrozu tetikleyebileceği endişesini taşıyorum.
Alıntı
metni:Son olarak ufak bir espriyle bitireyim, şimdi sizin "hakikat" tanımınız sizin arzu nesneniz ve bu tanımın etrafında bir fantezi dünyası kurmuşsunuz, (keza bu durum bir fantezi dünyasında yaşadığınızı ve hakikat olarak kurduğunuz fanteziyi algıladığınız için hakikati kurmuş oluyorsunuz ki bu durumda sizin varlığınız bile benim argümanımın kanıtı olur ) ben de daha fazla söylemde bulunarak sizin arzu nesnenizi yıkmayı istemem çünkü sonumun Zizek'in anlattığı hikayede kadın gibi olmasını istemem. Saygı ve sevgilerimle Saygı ve sevgiler benden, emek vermiş yazmışssınız, sağolun..Hasbıhal etmek güzeldir hele ki sizin gibi felsefi temelleri sağlam birisi ile sohbet etmek, felsefeye amatörce yaklaşan birisi için bir nimettir.
Fantazi kuruyorum evet, ama asıl olan kurmak değil kat etmek, hayatın gereği icabı buna açık olmaya çalışıyorum.
Selamlar...
Alıntı
metni:Hakikat kavramı ile Lacan'cı GERÇEK'e gönderme yapmaya çalışıyorum. Gerçek ele geçirilemez, elde sadece göreli hakikatler ya da gerçeklikler vardır. Gerçeğin içinden simgeselleşmeye müsait olanlar, becerebildiklerimiz gibi..Örneğin "ölüm", simgeselleşmeye direnen bir olgu, onu dini bir takım ritüellerle simgesel düzene katmaya çalışıyoruz ama yine de akıl erdiremediğimiz, baş edemediğimiz, uğursuz bir şeyler var onda... Bu kısma katılırım keza , bu bir öznenin gerçekle olan ilişkisidir, ancak ben hakikat ya da gerçek denen şeyin özneye indirilemeyecek bir şey olduğunu düşündüğümden dolayı, daima özneler arası uzlaşımı koyarım çünkü bu toplumsallığın temelinde olan şeydir bana göre ve hakikat toplumsallıktan azade olamaz. Zannedersem bu Nietzsche'ye neden ve nasıl katılmadığımı da açıklar, çünkü bireysel gerçeklikler eğer bir uzlaşıma girmezse toplum meydana gelemez.
Hegel'den bahsetmişsiniz ki, o da esasen "tin" denilen şeyin tarihsel-toplumsal olduğunu düşünür ki, yaşadığı çağa ve o döneme hakim felsefeye uygun olarak bunu dile getirir. Heidegger'e gelince, o çok zor bir figürdür ki onu anlayabilmek adına ondan daha zor olan bir Husserl Fenomenolojisi vardır ki insanın ömründen ömür çalar. Ancak Heidegger'de varlık ile hiçlik aynı şey demek pek doğru olmaz çünkü onun için "hiçlik varlıkta kökensel olarak mevcuttur" diyebiliriz. Ayrıca boşluktan maddenin ya da varlığın çıkması gayet olasıdır ve çelişmez, çünkü ben boşluğun olduğu yerde "mutlak olmaz " demiştim dikkat ederseniz, madde ya da varlık mutlak değildir.
Ben post-modernlerle ilgili söylediklerinize katılamayacağım çünkü onlar tespit yapmışlardı, öğreti kurmamışlardı. Ancak bahsettiğiniz durum siyasi bir durum olarak günümüzde yaşanan sorunların arkasında Marksizm'in de büyük suçu var, zira Marks'ın eleştirisi kapitalizmin dönüşümünde rol oynadı ve sendikalar ile sivil toplum örgütleri sayesinde zenginleşen ülkelerdeki sınıf farkları azalırken, gereken iş gücü bağlantılar sayesinde fakir ülkelere taşındı ve Çin gibi ülkelerde yok pahasına yaşamak için çalışan insanlar var olurken, bugün "batı" olarak tabir edilen kültür kendi içinde belirli bir refahı sağladı. Yani siyasi olarak Post-modernlerin kötü etkileri mutlaka vardır ancak Marks ve Marksizm'inde kötü etkileri var. Tabi bu benim fikrim ve baktığımda gördüğüm.
Alim konusunda küçümsemek için söylememiştim, filozof ve alim arasında bir fark olduğunu ve bu farkı kabul etmek durumunda olduğumuzu söylemeye çalışmıştım ki siz de kabul etmişsiniz. Sadece ben "alim" dediğiniz insanlar ve uğraştıkları işler hakkında kendimi yeterli görmediğim için filozof vurgusu yapıyordum.(Bu arada ben de sizin gibi salt dinsel anlamda kullanmıyorum)
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim bilmukabele.
Sonuçta hepimiz bir şekilde kendini varetmeye çalışıyor, mühim olan kendini varederken başka şeyleri yok etmemek.
-
Ahlaki gerçekler bana kalırsa zihinsel ve kültürel gerçekliklerden ibaretler. Natüralist bir ahlak anlayışı ile bunları söylüyorum. Yaşadığımız çevre, toplumsallığımız ve biyolojimiz (ayna nöronlar) ahlakın ortaya çıkmasına imkan veriyor.
Freud'a göre ahlakın kaynağı önce dışsal gerçeklik iken (kastrasyon korkusu) sonra içsel bir gerçeklik (super-Ego) haline dönüşmekte. Bu kuram en azından ahlakın bir psikolojik-zihinsel boyutu olduğunu hatırlatır.
Marksizme göre ahlak üretim ilişkileri temelinde gelişen bir üst yapı kurumu. Kültürü, üretim ilişkilerini de içerecek şekilde kapsayan olarak aldığımızda Natüralist bir ahlak kavramına ulaşabiliriz diye düşünüyorum.
Ayna nöronlar ile kazanılan empatik yetenek toplumsallığı mümkün kılıyor. Ayna nöronları salt dış dünyanın gözlemcisi ya da taklitçisi gibi görmek yanlış olur. Onlar limbik sistemi ve onunla birlikte prefrontal korteksi de içeren daha büyük bir bütünün parçasıdır. Dolayısı ile empati gücünün irade gücüne dönmesi son kertede zorunludur. Ancak bu sistem kendi içinde güdülere ve frenlere de sahip. Ayna nöronların yaptırım gücü olabilirliğinden bahsediyorum. Ayna nöronlar kapasite olarak yetersiz ise sosyopatlar veya narsistik kişilikler ortaya çıkıyor.
-
Kant ve pisagor mu ? Sadece şu iki kavramın yan yana durduğu kısmı gördüm.İkisi de form metafiziği yapıyor diye birbirlerine indirgenemezler.Platoncu mudur ? Yorarsan bir anlamda öyle olduğunu düşünebilirsin.Ama pisagor mu ? Hayır
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zodion -- 22 Ekim 2020; 23:6:46 >
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X