Şimdi Ara

Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!! (25. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
5 Misafir - 5 Masaüstü
5 sn
526
Cevap
163
Favori
330.488
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
9 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 2324252627
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik de parıl parıl parlamaktaydı.
    Çocuk, taşı avuçlayıp evine koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söyleyemedi.
    Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle, bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu.
    Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatil de simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle.
    Çocuk, en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi. İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da, kürk mantolu bir hanım.
    Küçük çocuk, biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak:
    - Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim!. dedi. Eğer isterseniz size satarım.
    Adam, taşa uzaktan bir göz atıp:
    - O sadece basit bir çakmak taşı, dedi. Bütün sahil o taşlarla doludur.
    - Hayır!. diye atıldı küçük çocuk. İsterseniz ıslatın. Ne kadar parladığını göreceksiniz.
    Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu.
    Kadın, onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp:
    - Tam istediğim şey!. diye gülümsedi. Onu bana satar mısın?
    Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı.
    Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Beli ki mücevher gibi taşıyacaktı.
    Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden de:
    - Söylemiştim ama tekrar edeyim!. dedi. Satın aldığınız şey basit bir taştır.
    Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak:
    - Zannetmiyorum!.. dedi. O taş bence bunlardan çok değerli. Çünkü küçük bir çocuğun ümidini taşıyor.




  • Satranç ve Tavla

    Pers imparatorunun başveziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu; dünyanın en popüler oyunlarından biridir.
    Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici.
    4 köşesi 4 mevsimi, tavlanın içindeki karşılıklı 6'şar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü ,siyah -beyaz pullar gece ve gündüzü, karşılıklı 12'şer hane günün 24 saatini simgeler..

    Eski zamanlarda Hint İmparatoru,satranç oyununu Pers imparatoruna,yanında bir mektup ile hediye olarak göndermiştir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazmıştır.
    Pers imparatoruna;
    Kim daha çok düsünüyor,
    Kim daha iyi biliyor,
    Kim daha ileriyi görüyorsa
    O kazanır.
    İşte hayat budur...

    Pers İmparatoru dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesaji paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint Imparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister.

    Vezir haftalarca çalıstıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer daha sonra da on günde tavlayı icad eder ve imparatora sunar.

    Hint Imparatoruna tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır.

    Hint imparatoruna;
    Evet,
    Kim daha çok düşünüyor,
    Kim daha iyi biliyor,
    Kim daha ileriyi görüyorsa
    O kazanır.

    AMA BİRAZ DA ŞANSTIR.
    İşte hayat budur...




  • Yine maalesef video... (İngilizce)

    Sir Nicholas George Winton, (d. 19 Mayıs 1909) İkinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde, daha sonradan "Czech Kindertransport" olarak bilinecek olan operasyonu organize etmiş ve Alman işgali altındaki Çekoslovakya'dan çoğu yahudi olan 669 çocuğun kurtarılmasını sağlamış olan İngiliz hayırseverdir. Winton çocuklara kalacak yer bulmuş ve güvenli bir şekilde İngiltere'ye ulaşmalarını sağlamıştır. Birleşik Krallık basını ondan bahsederken "British Schindler" lakabını kullanmaktadır. Mütevazı bir kişilik olan Winton, yıllar sonra bir TV programında o kurtardığı çocuklarla bir araya getiriliyor...





  • İlk 4 hikayeyi okudum gerçekten iyiler.
    Konu dışında böyle konularda gördük

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 2 tanesini okudum ama suan kendi kitabimi okumaya karar verdim..

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Abov bu kadar okusam uniyi bitirmiştim.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: kdrcnrbyrm

    İlk 4 hikayeyi okudum gerçekten iyiler.
    Konu dışında böyle konularda gördük

    İnatla arada bir şeyler paylaşıyorum, son zamanlarda hikaye kıtlığı çektiğimden videolara girdim (zaten çoğunluk maalesef okumayı sevmiyor). 1-2 kişi okusa (veya seyretse) bile, bana yeter...

    (Başlık sahibi de son zamanlarda buraları boşladı. Askere gidip geldikten sonra duygusallık kalmadı galiba.)

    @Frank Lapidus

    Tezkeren hayırlı olsun, arada bir açtığın konuda görelim. Buraları boş kaldı...

    Şaka bir yana, başlığı açtığın zamanlardaki mesajlaşmamızda yazdığım gibi, 1 kişi bile okusa (ve bir ders çıkarsa) benim için yeter.
    Böyle bir başlık açtığın için de tekrar teşekkürler...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hersh

    Abov bu kadar okusam uniyi bitirmiştim.

    Hazır askerlikten konu açılmışken ve sizin mesajınızı da görünce aklıma bir anekdot geldi:

    Askerde gazinoda herkes televizyonda video klip izlerken ben kitap okuyordum. Erlerden biri yanıma geldi:

    "Komutanım, o kadar yıl üniversitede kitap okudunuz zaten, halen bıkmadınız mı?" dedi.

    Bilmem, anlatabildim mi?

    (Cevap vermenize gerek yok, başlık dağılmasın. Anladıysanız, ne hoş. Anlamadıysanız, zaten 10 mesaj daha yazsam, yine anlatamam...)
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: Hersh

    Abov bu kadar okusam uniyi bitirmiştim.

    Hazır askerlikten konu açılmışken ve sizin mesajınızı da görünce aklıma bir anekdot geldi:

    Askerde gazinoda herkes televizyonda video klip izlerken ben kitap okuyordum. Erlerden biri yanıma geldi:

    "Komutanım, o kadar yıl üniversitede kitap okudunuz zaten, halen bıkmadınız mı?" dedi.

    Bilmem, anlatabildim mi?

    (Cevap vermenize gerek yok, başlık dağılmasın. Anladıysanız, ne hoş. Anlamadıysanız, zaten 10 mesaj daha yazsam, yine anlatamam...)

    Saf odunmuşun ya. Şakadanda anlamıyorsun. İroni yapıyoruz. Okuyan okusun.




  • Peki...
  • Anlamlı bir Ramazan hikayesi...

    https://www.facebook.com/photo.php?v=745729308802638
  • Arkadaşlar sağlık ile ilgili bir yazı paylaşmak istiyorum bende, internette denk geldim, doktorunuza danışmadan denemeyin yine de.. İşlenmiş zeytinler için değil de, işlenmemiş doğal zeytinler için geçerlidir..


    ZEYTİNİ ÇEKİRDEĞİ İLE YUTUN...
    OKURSAN SADECE SEN, PAYLAŞIRSAN HERKES ÖĞRENMİŞ OLUR

    Arkadaşlar kendi hayatımda ve yakınlarımın hayatında yaklaşık 5 yıldan beri denenmiş olan ve hiç bir yan etkisi olmayan mucizevi bir tedavi yöntemini paylaşmak istiyorum.

    Yıl 2003 te ben hemeroid ameliyatı için gün almış ameliyat gününü beklerken o günlerin çabuk geçmesi ve bir an önce çektiğim acılardan kurtulmak için günün 24 saatini dua ederek geçiriyordum.

    Midemde gasrtrit, bağırsak tembelliğine bağlı kabızlık ve buna bağlı olarakta hemeroid vardı ve bunlar çok ilerlemiş bir durumda idi...

    Her ne yersem yiyeyim boğazıma kadar bir yanma ve çok şiddetli sancılar çekiyordum...

    Bir gün arkadaşlarımdan birisi ile kahvaltıda buluştuk ve o iştahla çeşitli yiyecekleri yerken ben çay içerek her zaman olduğu gibi kahvaltıyı geçiştirmeye çalışıyordum...

    Bu durumu görünce neden yemediğimi sordu bende ona detayları ile çektiğim sıkıntıları anlatınca bana zeytin çekirdeklerini çıkarmayıp yutmamı söyledi, önce şaka yaptığını sandım ama onun çekirdeklerin hiç birini çıkarmayıp yuttuğunu görünce inandım.

    Bende kahvaltıya başlayıp çekirdekleri yutmaya başladım.

    Çok ilginçtir yıllardır sabah kahvaltılarını çay içerek geçiştirdiğim halde boğazıma kadar yanmalar hissetmeme rağmen o gün midemde yanma olmadı kahvaltıdan yaklaşık yarım saat kadar sonra midemden saf zeytinyağı kokusu geldiğini hissettim..

    Arkadaşıma midede çekirdeğin erimeyeceğini zaten rahatsız olduğumu söylediğimde bana mide özsuyunun zeytin çekirdeğini çok kısa bir sürede parçalayarak saf zeytinyağına ve şifalı yağlara ulaşıldığını geriye kalan posanın ise bağırsakları onarararak rahatlattığını dolayısı ile kabızlığın ve hemeroidinde tedavi olduğunu yanı sıra damar sertliğinden hazımsızlığa kadar bir çok derde şifa olduğunu söyledi..

    İlk önce bütün bunların hayal olduğunu düşünmeme rağmen bu konuda şifa bulmak için katlandığım eziyetleri hatırlayınca bunun çok dah a kolay olduğunu düşünerek çekirdekleri yutmaya devama ettim ...

    ilk 15 günde midemdeki yanmalar ve gastritin yumuşadığını ve yok olduğunu,hemeroidimin verdiği ızdırapların sın bulduğunu gördüm. Her geçen gün onlarca zeytin çekirdeğini yutarak sağlığıma biraz daha kavuştum. Bu arada ameliyatımı iptal ettim ve halen bu mucizevi ve hiç bir yan etkisi olmayan ilacı yutmaya devam ediyorum. 3 aylık bir sürenin sonunda cildimdeki matlığın yerini bir parlaklık ve bütün ıozdıraplarımın yerini bir mutluluk aldı.

    Yaklaşık 6 seneden beri etrafımda bu dertlerden muzdarip olan onlarca kişiye tavsiye ettim ve hiçö firesiz hepside şifa buldu, inanın benim 5 ve 11 yaşlarında iki oğlum var onlar bile yutarlar yedikleri zeytinlerin çekirdeğini.

    Arkadaşlar sonsuz şifa kaynağı bir ilaç hiç bir yan etkisi yok ben yıllardır taştan sert şeyleri bile eritiyorum ve hiç bir sıkıntım kalmadı inanın migren ağrılarında bile çok mükemmel sonuçlar veriyor.
    Yapmanız gereken şey yediğiniz tüm zeytinlerin çekirdeklerini yutmak sayı sınırı yoktur.
    Yalnız zeytin meyvesini çiğneyip çekirdeğini yutun zira meyveyi olduğu gibi yutarsanız mide zeytinin dışındaki ince zarı eritemiyor ve olduğu gibi dışarı atmaya çalışıyor.
    Ve size hiç bir zararı olmaz.

    Aşağıda okuyacağınız makale Bulgar ve ABD li bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar temel alınarak hazırlanmıştır. Bu araştırmaların hepsinde zeytin çekirdeğinin boğaz boşluğundan mideye inene kadar eridiği gerek denekler üzerinde yapılan çalışmalar gerekse cihazlarla tespit edilmiştir.

    Otorite olarak kabul edilen uzmanlar en gelişmiş şartlarda dahi bir ilaç yapsa bu ilacı insanlar üzerinde test etmeden, senelerce hatta birkaç nesil gözlemlemeden neticesi net olarak şudur diyebilmek imkânsızdır.

    Zeytin çekirdeğinin yutulması günümüz insanları arasında yeni duyulan bir şey olmasına rağmen eskilerin birçoğunun yaptığı bir uygulamadır. Yani olumlu etki ve tesirleri senelerdir hatta asırlardır bilinmektedir.
    1985′li yıllarda başlayan araştırmalar bugüne kadar devam ettirilmektedir. Yaklaşık 25 sene süren neticede karşılaşılan hadiseler hayret vericidir. Bu neticelere bin kişi değil belki yüz binlerce insan tarafından karşılaşılmıştır demek daha doğrudur:

    Midesinde yanma olan herkes zeytin çekirdeğini yuttuktan sonra rahatladığını ifade etmiştir.

    Zeytin çekirdeğini yutan kimseler sindirim yolu rahatsızlıklarının bittiğini(kabızlık gibi) ifade etmişlerdir.

    Zeytin çekirdeği yutan kişilerde basur problemiyle karşılaşılmamış, hatta basuru olup ta yutanlar iyileştiklerini ifade etmişlerdir.

    Zeytin çekirdeğini senelerdir yuttuğunu bildiğimiz insanlarda kanser hadisesine nadiren rastlanılmıştır.

    Son günlerde gelen yoğun telefon trafiğinden dahi birkaç gündür zeytin çekirdeklerini yutmaya başlayıp ta yukarıdaki benzeri rahatlamaları hissettiklerini söyleyen onlarca insan vardır.

    Tavsiyemiz bizzat kendinizin denemesidir. Günde yediğiniz 5–6 tane zeytin çekirdeğini yutun ve kararı kendiniz verin. Ne biz nede bir başkası değil bizatihi kendi vücudunuz buna karar versin. Faydasını görürseniz lütfen çevrenizdekilerle de, evinizdeki küçük çocuklarda dâhil olmak üzere, bu uygulamayı yapın.

    Bizim elde ettiğimiz verilere göre aklımızın almayacağı kadar şifalı bir doğal uygulamadır. Yapmanın zarar değil fayda verdiğine inanıyor ve çevremize şiddetle tavsiye ediyoruz.

    Zeytinyağı asırlardır en iyi, en mükemmel yağ olarak bilinen gıda maddesidir. Hatta reklâmlar da bile mucize olarak lanse edilir.

    Yemeklik zeytinyağı normal şartlar altında muhafaza edilirse bozulmadan yenilebilecek evsafta asırlarca kalabilen yegâne yağdır. Nitekim arkeolojik kazılarda 3 bin, 5 bin yıl önce olduğu tahmin edilen mezarların yanında bozulmamış evsafta zeytinyağı da bulunabilmektedir. Zeytinyağında +10 derecelerde donmayı temin eden de bu maddelerdir.Yani evinize satın alacağınız zeytinyağının buzdolabında donabilen olmasına dikkat ediniz.

    Zeytinyağından sabun yaparsanız yağlı ciltlerde yağ dengesini, kuru ciltlerde ise yağlandırma özelliği temin eden bir hususiyet olduğunu tespit edersiniz. Yağ içerisinde antioksidan (bozulmadan kalabilme), sabun içerisinde re-oily (geri yağlandırıcı) olarak tabir ettiğimiz özellikleri sağlayan bu madde veya maddelerin ne olduğu bugün dahi bilinememektedir. Bu maddelerin ne olduğunun bilinmesi belki de çok uzun yıllar sağlıklı bir şekilde yaşamanın da ipuçları olabilecektir.

    Zeytinyağını diğerlerinden farklı kılan bu madde veya maddeler en yoğun halleri ile zeytin çekirdeğinin içerisindedir. Herhangi bir zeytin çekirdeğinin her iki ucunu hafifçe törpülerseniz çekirdeğin içinin oyuk olduğunu ve içerisinde pıhtılaşmış veya çok koyu kıvamlı bir yağ olduğunu görürsünüz. Bahse konu olan maddelerin burada ki konsantrasyonu %80′lere varan miktarlardadır. Zeytin çekirdeği muhteviyatında ki bu faydayı elde etmek için ise zeytin çekirdeklerini atmayıp yutmak gerekir.

    En gelişmiş cihazlarla yapılan araştırmalar zeytin çekirdeğinin boğaz boşluğundan geçip mideye ulaştığı anda eridiğini tespit etmiştir. Hazmı en kolay olan yiyecek maddesi zeytin çekirdeğidir. Bu uygulamanın insan vücuduna faidelerinin ise:

    1-Ülser gastrit gibi mide problemlerini bitirdiği;
    2-Bağırsak ve sindirim yollarını düzenlediği;
    3-Basur ve prostatı engellediği;
    4-İç organlarda oluşabilecek kanserojen hücre riskini binde birlere indirgediği.

    Lütfen yediğimiz tüm zeytin çekirdeklerini atmayıp yutalım.




  • Bir gün bir Türk, bir Kürt, bir Ermeni erik bahçesine girmeye karar vermişler. Bahçenin sahibi Türk. 3 ü başlamışlar bir güzel erik toplamaya bir süre sonra bahçenin sahibi 3 arkadaşı, 3 dostu,3 kardeşi yakalamış.
    Ermeniyi almış yanına.
    -"Hadi bunlar Müslüman. Sen benim dinimden değilsin, dilimden değilsin. Ne ararsın bahçemde?"
    diyip bir güzel dövdükten sonra atmış bahçeden. Bu defa Kürt'ü almış yanıma:
    - " Hadi O 'Türk'.O benim hem dilimden,hem dinimden. Ama sen benim dinimden değilsin. Sen ne hakla benim bahçeme girersin?"
    deyip bir güzel dövdükten sonra bunuda atmış bahçeden.
    Sıra gelmiş Türk'e.
    Merak etmeyin bundan sonrası Türkü,İngilizi,Fransızı aynı uçağa koyup fıkra yapmak gibi olmayacak. Komikten ziyade trajikomik olacak.
    Sıra gelmiş Türke. Bahçe sahibi Türkü almış yanına. Omzundan tutarak samimi bir şekilde:
    - "E Hadi biri Ermeni, biri Kürt. Onlar yapar. Ama sen hem benim dinimdensin,hem benim dilimdensin. Sen bunu bana nasıl yaparsın " deyip samimiyetine dayakla devam etmiş. Ve bahçeden atmış Türkü.
    3 arkadaş,3 dost,3 kardeş sokağın sonunda birbirini yakalamışlar. Kürt sormuş Türk'e:
    -"O adam bir kişi. Biz 3 kişiydik. Bizi nasıl dövdü? "
    Çünkü yedikleri bu dayak belki Cüneyt Arkın filmlerinde olurdu. Fakat ortada Ne "Kara Murat" vardı ne Bizans. Ve yedikleri dayak matematik kuralına aykırıydı. 1 e 3.
    Kürdün sorusu üzerine Türk cevap vermiş:
    - Ermeniyi dövdürmeyecektik!
    İşte tüm mesele bu. Tüm trajikomiklik burada. Kara Murat Bizans'ın hakkından gelirdi her filmde ama görünen o ki biz birbirimizin hakkından gelmeye çalışıyoruz.
    Ne Türk olalım,ne Laz;
    Ne Kürt olalım, ne Çerkez;
    Ne Alevi olalım, ne Sunni;
    Önce " İnsan" olalım.
    Zalime karşı bir olabilmekte mesele. Yoksa Mesele Irk,dil,din meselesi değil. .
    1915 te Ermeniyi dövdürmeseydik, 1938 ' de Dersimliyi dövdürmeseydik, bir Eylül vakti İstanbul'da Rum'u dövdürmeseydik, Alevileri Madımak'ta dövdürmeseydik..
    -Se-Sa..




  • Üstteki hikayeyi okuyunca aklıma Bekir Coşkun'un 22 Haziran 2014 tarihli yazısı geldi...

    (Bazı yerlerini -siyasi içerikten dolayı- kırpıyorum. Merak edenler netten bulur yazının tamamını...)


    Bir Türk, Bir Kürt…

    İddiaya girdiler ikisi:
    “Takım kazanamazsa s….. keserim…”
    Biri Türk, öbürü Kürt’tü…
    *
    Dolmuş şoförü trafik polisini görünce, içerideki belki otuz kişiye “Herkes yatsın” dedi…
    Yattılar…
    Polis kapıyı açınca domalmış yolculara baktı, “kalkın” dedi…
    Kalktılar…
    Kimisi Türk, kimisi Kürt’tü…
    *
    Güdül’de kuyudan su çekmek için ithal edilmiş pompa motorlara dört teker, bir direksiyon taktılar, binip düğüne gittiler…
    Birkaç ayda su pompalarının yüzlercesi trafiğe çıktı…
    Yapanlar İsmail Usta ile İbrahim…
    Biri Türk, öbürü Kürt’tü…
    *
    Gazetede vardı; “İyice doldu mu?” diye depoya çakmakla bakan iki kişi havaya uçtu…
    Birisi Türk, öbürü Kürt’tü…
    *
    Bir dans topluluğu (Anadolu Ateşi) Avrupa’yı büyüledi… Batı başkentlerinde gişe rekorları kırarken, izlemeye giden gurbetçiler salonlardan gözlerini silerek çıktılar…
    Ve bir filmimiz (Kış Uykusu) Cannes Altın Palmiye Ödülü’nü alarak sinemada dünya devlerini geride bıraktı…
    Yönetmenlerden birisi Kürt, öbürü Türk’tü…
    *
    Misafire karşı samimiyet olsun diye “Göster amcana pipini” derler..
    Gösterir…
    Edirne’de ya da Van’da, fark etmez…
    Ya Türk’tür, ya Kürt’tür…
    *
    Cumhuriyeti kuranlara “iki ayyaş” dedi ya ......…
    Birisi Türk, öbürü Kürt’tü…
    *
    Demek istediğim:
    Oyuna gelme Türkiye…
    Bir bütünsün, oyuna gelme…
    İhanetin soyu sopu olmaz…
    Birisi Türk, öbürü Kürt…
    *
    O gece siperde hiç uyumadılar…
    Düşmanın yaktığı ateş uzaktan görülüyordu…
    Günlerdir yemek yememişlerdi, taş kesilmiş yarım ekmeklerini suya koyup yumuşamasını beklediler, ikiye bölüp yediler…
    Sabah ortalık aydınlanırken, büyük taarruzla ateşe döndü Afyon tarafı…
    Akşama doğru ikisinin göğüslerinden vurulmuş bedenini buldular yan yana… Çantalarında ıslanmış ama yumuşamamış kuru ekmekleri vardı…
    Git bak, mezarları oradadır…
    Birisi Türk, öbürü Kürt’tü…




  • çok güzel yazılar ancak fazla siyasete girmeyelim ki o kadar emek verdiğimiz konu uçup gitmesin
  • * Babalar, en kutsal varlıklar olan annelerin gölgesinde kalan gizli kahramanlardır!
    * Evin en öksüzü babalardır, en yalnız, en kimsesizi, herkese kimse olurken. Evin direği olurken kendisi direksizdir, dayanacağı kimsesi pek yoktur. Çünkü o hep güçlü olmak zorundadır. O zayıf olamaz, çünkü o kahramandır, o güçsüz olamaz, çünkü o kahramandır, o ağlayamaz, çünkü o kahramandır, hep kahraman olmak, öyle kalmak zorundadır. Yoksa silebilir herkes onu. Küçümser, erkekten bile saymaz.
    * Batan gemiyi en son terk eden baba iken, uçan bir balonda, fazla ağırlıkların atılması, aksi halde balonun düşme ihtimalinin olduğu anlarda, aileden ilk atılacak kişi babadır.
    * Hayatını ailesine adasa da, ne eşine ne de çocuklarına yaranabilir tam anlamıyla. Kimsesi kalmaz zaten memleketi belli olduğunda. Hani sormuşlar ya adama, nerelisin diye. O da demiş, henüz evlenmedim diye. Ne ilk ailesine, ne de yeni ailesine yaranamaz, arada kalır. O yüzden ailelerde hep dayılar, teyzeler sevilir ya. Amca, hele ki hala pek bilinmez genelde.
    * Aile içi yetmez gibi, hep annelik yüceltilir, onun yanına -ayıp olmasın diye- babalık da eklenir. Anneler gününün bütün ihtişamına, şatafatına, her yerde vurgulanması ve insanları harekete geçirmesine rağmen, babalar günü unutulur, ya da babalar gününde hatırlanır ve öylesine geçiştirilir.
    * Evin dış kapı mandalı gibidir çoğu zaman. Evin en yalnızıdır. Bu yüzden en son babalar duymaz mı? Ya saklanır, ya yalan söylenir, ya da paylaşma gereği duyulmaz. Bunda elbet hoşgörüsü az babanın da suçu ve katkısı vardır, ama yine de ne yapsa yaranamaz, yakınlaşamaz. Belki çocuklarıyla yakınlaşmak ister, ama malum ataerkil kurallar, toplum baskısı, utanç duygusu buna engel olur, ne sevdiğini gösterebilir, ne de sevilmek istediğini...
    * Babanın ailede en sevdiği birey kadındır, eşidir. Eşinin ise en sevdiği çocuklarıdır, kendisi değil. En büyük aşk evliliklerinde bile, sevgilisi doğum yaptığında bir anda artık sevgilisi değil, anne olur, kendine biçtiği en büyük rolü olur sevgilisi.
    * Baba en çok anneyi sever, anne en çok yavrusunu sever, yavrusu ise en çok eşini sever, eşi ise en çok yavrusunu sever. Bu böyle devam eder durur, hayatın kanunu gereği.
    * Bir yeri acıyan çocuğun hiç babam dediğini duydunuz mu? Babası yanındayken bile anam demez mi?
    * İyi bir işi olması gerekir, zengin olması gerekir. Çocuklar bile birbirlerini heyecanlandırmak için, iki kişinin omuzlarında daha fazla ileri gitmek için, bakalım kimin babası daha zengindir, derler.
    * Anne ya da çocuklar işsiz olabilir, kimse bunu çok görmez onlara. Ama baba işsiz olamaz. Düşünün, erkek çalışır, kadın ev hanımı ise sorun yok, ama tersi durumda erkekten bile sayılmaz. Evin geçimini karşılamak zorundadır, hem de şartlar ne olursa olsun. Dışarıda onca karşılaştığı kötülük ve güçlüklerle uğraşırken, eve gelip sığınmak, salmak isterken kendini, evde eşinin kaprislerini çekmek, çocukların sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalır.
    * Belki ağlamak ister onların yanında, onlarla... Yapamaz!
    * Evin şerefini, evin namusunu korumak zorundadır. Kızının ilk aşkı kendisi olsa da, büyüyünce kızı artık aldatır babasını ve başka gençlere kayar gönlü. Babasına binbir naz yapan o kız ise sevgilisinin, eşinin her dediğini yapar. Evde yıllarca babası ile çatışan, özgürlüklerini elde etmeye çalışan, oğlu ise eşinin yanında muma döner. En acısı ise, yıllarca gözünden bile koruduğu o güzeller güzeli kızını, gözbebeğini, gelir adamın biri alır elinden, gözünden sakladığını başka gözlere verir. Değil birinin ona dokunması, yan gözle bile bakmasına dayanamayan baba, teslim eder bir başkasına elleriyle. Üstelik bir de düğün dernek yapmak zorundadır, oynamak zorunda kalır, sanki eğlenirmiş gibi.
    * Yıllarca dışarıda deli gibi çalışırken, bebekken hiç büyümeyeceğini düşündüğü yavrularının değiştiğini bile fark edemez, birey olduklarını. Ona bağımlı iken onlar, bir anda bağımsızlıklarını ilan etmeye başlarlar, küçük bir hayal kırıklığıyla karşılar, yapacak bir şey yoktur...
    * Bizim gibi toplumlarda, erkek evladından çok kızına değer veren, her şeye rağmen onun için her şeyini feda eden babaların önünde sevgiyle eğiliyorum.
    * Sizler büyük insanlarsınız…

    (Bunca zorluğuna rağmen Baba olabilmiş tüm özel insanlara ithaftır...)


    (Kimin yazdığını bilmiyorum. İstisnalar mutlaka vardır, her baba üzerine alınmasın, sonuçta bilimsel bir yazı değil...)




  • Çok samimi iki dost ve arkadaslardir.Fakat bir tanesi çok kurnaz ,
    atilgan ve hareketli, digeri ise çok saf , dürüst ve sessizdir.
    Bir gün kurnaz olan arkadas , diger arkadasin yanina giderek
    islerinin bozuldugunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu
    onu hiç kirmaz ve elindeki bütün parayi arkadasina verir.

    Arkadasi bu parayla islerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan
    yine arkadasinin yanina gider ve arkadasinin evlenmek üzere oldugu
    nisanlisini çok begendigini ve kendisine vermesini ister.
    Arkadasi çok sasirir, ne diyecegini bilemez.
    Fakat aralarinda o kadar kuvvetli bir sevgi vardir ki arkadasina hayir
    diyemez, nisanlisini arkadasina verir.
    Zaman içinde Saf olanin isleri bozulur ve birden arkadasi aklina gelir
    ( ben ona sikistiginda iyilik yapmistim diyerek) arkadasinin is yerine gider
    ve kendisine çalismasi için iş vermesini ister.
    Arkadasi ona is vermez. Bizimki pismanlik ve üzüntü içinde geri
    döner ama yinede arkadasina kizamaz.

    Bir gün sokakta dolasirken yanina hasta ve yasli bir adam yaklasir
    Fakir oldugu için ilaç alamadagini söyler.Bizimki yasli adamcagiza
    acir, istedigi ilaçlari alir evine götürüp dinlendirir oturup sohbet ederler bir süre.
    Ve kısa bir süre sonra yasli adamin öldügünü duyar. Yasli adam çok
    zengindir ve bütün mirasini kendisinebirakmistir. Saf adam artik zengindir.
    Biraz da sevdigi dostuna olan kirginligiyla dostunun is yerinin karsisinda bir ev alir ve oraya
    yerlesir. Bir gün evinin kapisini dilenci bir kadin çalar. Yasli
    kadin çok aç oldugunu, kendisine yemek vermesini ister.
    Bizim saf hiç düsünmeden kadini içeri alir karnini doyurur, Kimsesi
    olmadigini ögrendigi kadina ;
    Kendisinin de yanliz oldugunu söyler ve bu evde birlikte yasiyalim , sen
    evin islerini ve yemekleri yaparsin der,
    yasli kadin hiç düsünmeden kabul eder.
    Bir süre sonra yasli kadin bizimkine, kendine uygun bir kiz bulup
    evlenmesini söyler, Bizimki böyle bir kizi nasil bulacagini,
    tanidigi olmadigini söyler.
    Yasli kadin ona uygun bir kiz tanidigini ve kendisiyle
    görüse|rebilecegini söyler.
    Görüsmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve dügün davetiyeleri
    basilir.

    Bizimkisi kirgin oldugu halde çok samimi dostunu yinede
    unutamamistir . Biraz da geldigi konumu görmesi açisindan samimi
    arkadasina da davetiye gönderir . Dügün günü gelir çatar . Saf adam
    dügün salonunda bir seyler söylemek istegiyle mikrafonu alir
    ve baslar yasadiklarini anlatmaya ;
    ''Eskiden çok sevdigim bir dostum vardi . Bir gün isleri bozulunca benden
    borç para istedi , elimdeki bütün parayi verdim. Evlenmek üzere oldugum nisanlimi çok
    begendigini söyleyerek benden istedi.İçim kan ağlayarak onu da kendisine
    verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim.
    Islerim bozuldugunda onun fabrikasina gittim ve çalismak için
    kendisinden iş istedim. o bana is vermedi.
    Çok üzüldüm, ama yinede arkadasima kizmiyorum Çünkü biz gerçek
    dosttuk.'' Bu konusma üzerine kurnaz olan arkadasi daha fazla
    dayanamaz ve mikrafonu eline alir baslar konusmaya;
    ''Benim de bir zamanlar çok sevdigim bir dostum vardi. Islerim
    bozuldugunda kendisinden para istedim,
    bütün parasini bana verdi. Sonra ondan nisanlisini istedim, üzülerek
    nisanlisini da verdi . Nisanlisini istememin nedeni o kadinin
    arkadasima layik olmamasiydi .(Hayat
    kadiniydi )

    Kendisi çok saf oldugu için arkadasimi o kadindan bu sekilde
    kurtardim. Isleri bozuldugunda gelip benden is istedi, Arkadasimi
    kendi emrimde çalistiramazdim, o yüzden is vermedim. Günün birinde
    karsilastigi yasli adam benim babamdi. Babam ölmek özereydi, onu arkadasimin yanina ben
    gönderdim ve mirasini ona ben biraktirdim.
    Evine gelen dilenci kadin ise; benim annemdi. Ona bakip iyi yasamasini
    saglamak için gönderdim.Ve şu anda evlenmekte
    oldugu kisi de benim kiz kardesim. Onu arkadasimla evlenmesine ben
    ikna ettim . Degerli misafirler, Iste biz böyle dostuz'' .........




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.

    Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. “Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir” diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
    Alaycı bir ses tonuyla:

    - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
    - Hayır çikolata parası lazım!
    Bülent’in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
    - Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
    - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.
    Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
    - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
    - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
    - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
    - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
    - Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
    - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
    Adamın söyledikleri Bülent’in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.
    Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
    Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. “Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu” diye düşündü.
    - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
    Bülent’in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
    - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım.
    Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
    Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
    - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.
    Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
    - Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
    - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.
    - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
    - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
    - Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
    - Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
    - Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı?
    Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
    - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
    - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım.
    Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz.
    Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
    - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim.
    Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada?
    Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
    - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor.
    Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
    - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
    - Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
    - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
    - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
    - Küçük kızı severek.
    - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
    - Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
    - Nasıl yani ?
    - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar.
    Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
    - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır “babacığım beni ne kadar seviyorsun?” diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda “Baba güzel olmuş muyum?” diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. ” Harikasın prenses gibi olmuşsun” demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.
    - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona “bebeğim” diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. “Bebeğim bana bir çay yapar mısın?” dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
    - Hiç kavga etmezmisiniz siz?
    - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
    - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
    - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.

    - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum.
    Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
    - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi.
    Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir.
    Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.
    - Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
    - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.
    Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım.
    Adam ayağa kalktı.
    - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
    - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
    - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
    Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
    - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.
    Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.
    Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu.
    - Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.
    İnci hiç konuşmadı.

    - Sorsana “niye” diye.
    İnci kızgın kızgın:
    - Niye? Diye sordu.
    - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
    - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
    - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. “bak senin sevdiğin meyveleri aldım”
    Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
    - Özür dilerim seni kırdığım için.
    Sonra Bülent yere diz çöktü.
    - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.
    - Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.
    İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
    - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.

    Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü.
    Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.... ALINTIDIR

    Sakın alıntılamayın

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • BAŞARININ SIRRI

    İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

    Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.

    İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

    Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.

    İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.

    Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.

    Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.

    Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.

    Herkese başarılar dilerim.




  • 
Sayfa: önceki 2324252627
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.