ÖZGÜR İRADELERİN ÖDEDİĞİ AĞIR BEDEL Öncelikle yazıma Deniz Gezmiş’in mahkeme salonunda Yargıç ile girdiği ilginç bir diyalogla ile başlamak istiyorum. ‘’ Yargıç, Deniz’e neden gülüyorsun diye sordu. Deniz Gezmiş ise, şöyle cevap veriyor olacaktı. Duvarda ADALET yazıyor. Ona gülüyorum.’’ Bugün günlerden 6 Mayıs yani, adaletin simgesi olarak kabul edilen ‘’Themis Heykelinde’’ gözleri bağlı bir kadın figürünün bir elinde kılıcı tutarken diğer elinde ise, dengeli bir teraziyi tutar. Ancak bugün bu terazinin dengesi farklı yönlerde olduğu görülür. Terazinin sol tarafındaki kap en aşağı inmiş, terazinin sağ tarafındaki kap en yükseğe çıktığının görülmesinin nedeni tarihin en karanlık günlerinden birinin yaşandığını göstermesi bir metafordan başka bir şey değildir. Adalete ve özgürlüğe inanan her insanın kalbinde hissettiği acı her 6 Mayıs günü kalplerde bir yerlerde hissedilir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün demokrasi adına istediği çok partili rejime geçme fikri, 1945 tarihinde çoklu partili rejime geçilmesi ile sonuçlanmıştı. Ancak bu düşünce iyimser olarak görünse de yeni kurulmuş Cumhuriyet ve Türk halkı buna hazır değildi. Türk halkının yüz yıllardır padişah baskısı ile yaşamış bir toplum olmasının dışında o dönemlerde günümüzde olduğu gibi insanların dini duygularının sömürüldüğü yıllardı. Aslında o çağlarda güçlü İmparatorlukların kralları veya padişahların tek bir sözüyle kendinden güçsüz gördüğü ülkeler işgal edip, sömürgecilik anlayışına sahipti. Osmanlı İmparatorluğu ise, bu anlayışı din adı altında yapıyordu. O çağların Anayasası maalesef buydu. Bu bağlamda Türk toplumun özgürlük, insan hakları, eşitlik, kendi ifade etme özgürlüğü, demokrasi gibi kavramları benimsemesi kolay olmayacaktı. Bu nedenle çok partili rejime geçme fikri, Atatürk’ün en büyük yanılgısı oldu. Çünkü bu durum emperyalizmin ekmeğine yağ sürülmüş olmasının dışında, kurtuluş savaşı sonrası devrimlerle inşa edilen bir cumhuriyetin ardından 1945’den sonraki dönemlerde demokrasi ve ifade özgürlükler gibi özgürlükler faşizme ve monarşi yönetimlere teslim olmak zorunda kaldı. Çok Partili Rejimin Getirdiği Demokrasi Çok partili rejime geçirmesinden sonraki yıllarda cumhuriyeti, demokrasiyi, insan hakları ve özgürlükler gibi kavramların özünü benimsemeyen kurulan çürük iradeli hükümetler ve askeri darbe girişimleri ve birçok askeri darbelerle sonuçlandığını tarih sayfalarında görülüyor. 27 Mayıs 1960 sabahı tanklar Meclisin önündeydi. Albay Alparslan Türkeş Milli Birlik Komitesinin ilk bildirisini radyodan duyurmuş. Ve ‘’ Ordu İhtilal yapmıştı ’’ Dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye de deniz, hava ve kara olmak üzere Türk silahlı kuvvetleri el ele vererek ülkenin idaresini ele almıştır. Ordu ve gençlik birlik olmuş. Atatürk posterleri ellerde subaylar ise omuzlardaydı. İhtilal sonunda, 27 Mayıs 1961’ de Başbakan Adnan Menderes Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamları ile sonuçlanır. Artık Milli Birlik Komitesinin egemenliği söz konusudur. Yeni Anayasa oylanır. Ve kabul edilir. Tarihe 1961 Anayasası olarak geçen bu Anayasanın gençler için ayrı bir önemi olmuştu. Çünkü Özgürlük gençlere daha yakındı. Sonunda fikir ve düşünceler özgür olacaktı. Kurulan 26. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti veya 8’inci İsmet İnönü Hükümetinde, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Başbakan İsmet İnönü olmuştu. Bu dönemde üniversite gençliği ise tarih sahnesine çıkmaya başlamıştı. Milli Türk Talebe Birliği ve Türkiye Gençlik Teşkilatı gibi kuruluşlar artık seslerini daha çok çıkartabiliyordu. 1961 ile 1965 arası koalisyon girişimleri iki ihtilal girişimi ve Kıbrıs olayları gibi sıkıntılarla geçiyor olacaktı. 1965’ de yapılan seçimleri Adalet Partisinin üstünlüğüyle sonuçlanmasının ardından Türkiye İşçi Partisi ise 15 Milletvekili ile Türkiye Büyük Millet Meclisine girmişti. Sosyalistlerin Meclise girmeleri Türk siyasal yaşamının en önemli olaylarından biri olmuştu. Ancak Adalet partilerinden oluşan insanlar ve toplumun bir kısmı sosyalistlere duydukları büyük öfke anlaşılamayan sebeplerle doğrultusunda birçok saldırılara maruz kalıyorlardı. Gerilimi iyice arttırıyorlardı. O dönemde Sosyalist görüşüne sahip olmak büyük bir suç gözüyle bakılıyordu. Günümüzde ise, sanki mevcut Hükümet bu görüşe sahip olan insanlara terörist veya çapulcu gözüyle bakılacağı gerçeği geçmişten gelen kötü bir alışkanlıkların bir uzantısıydı. 1965’ te Türkiye İşçi Parti listesinden bağımsız milletvekili olarak seçilen Çetin Altan bir meclis konuşması sırasında Nazım hikmet ile bir soruya yanıt verirken, 143 kişi birden saldırılar ve Adalet partililer tarafından korkunç bir şekilde dövülmesiyle sonuçlanmıştı. Türk sosyalist hareketlerinden ve dünya sosyalist hareketlerinden o kadar çok korkuyorlardı ki, Adalet partililerin özgürlük ve eşitlik gibi kavramlara tahammül bile edemiyorlardı. Çetin Altan’ın dövülmesi meclis dışında büyük yankı bulmuştu. Özellikle sol görüşlü gençler muhalefeti parlamento dışına taşıyarak sinirler iyice gerilmişti. Muhalefet cephe ile hükümet arasında ise yüksek gerilim iyice atarken, kendilerine milliyetçi diyen bir grup oluşmuştu. Bu dönemde ortaya çıkan isim ise, Alparslan Türkeş’ ti. Türkeş çeşitli atılımlar yaparak AP’nin Genel başkanı olmak istiyordu. Ancak Adalet Partisi Genel Başkanlık koltuğuna oturan isim Süleyman Demirel olmuştu. Alparslan Türkeş ise rotayı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine çevirdi. Önce parti müfettişi oldu. Ardında da 1 Ağustos 1965 tarihinde boşalan koltukta partinin genel başkanı oldu. Alparslan Türkeş hızlı yükselişine mitinglerde yanından eksik etmeyen kalpaklıların payı büyüktü. Kalpaklılar Türkeş’ in komandolarıydı. Özel eğitime tabi tutulan partililer aynı zamanda sosyalizm ve kominizim ile olan mücadelenin asli unsurları olacaklardı. Ve bu oluşum komandolar olarak anılacaklardı. 1967 yılından sonra kitap toplatma ve birçok yasaklamalar olmuş, aynı zamanda yazar ve çevirmenlerin tutuklanmaları ve Türkiye işçi Partisinin toplantıların basılması gibi olaylar artış gösterdiği o günlerden 1968 yılına gelindiği ise, Öğrenci gençlik hareketleri tarihe damgasını vuracaktı. Bu gençler emperyalizmle olan mücadelenin içinde olmak istiyorlardı. Denizler! Yani, 1968 kuşağını adı verilen bu dönem, gençlik hareketlerinin simgesi olan ve aynı zamanda o dönemin tartışılmaz lideri Deniz Gezmiş’ ti. Deniz Gezmiş ve dava arkadaşları ile birlikte çıktıkları bu zorlu yolculukta Gençlik Hareketlerini başlatmışlar ancak bu sonu olmayan bir yolculuktu. 1968 Kuşağındaki Gençlerin ABD Emperyalizmin Ve İşbirlikçilikleri İle Girdikleri Mücadele |
Bildirim