İlk turda ve ikinci turda kime oy vereceksiniz?
Sizin için adayların nitelikleri mi önemli, yoksa adayların taşıdıkları siyasi partilerin bayrakları mı?
Öncelikle konuya şöyle bir giriş yapmak istiyorum. Katılırsınız veya katılmazsınız o sizin düşünceleriniz, ben sadece kendi düşüncelerimi aktarıyorum:
"Türk halkı, parti bayraklarının peşinden koşmayı bırakmadığı sürece, mevcut adaylar arasındaki en mükemmel adaylar tarafından yönetilmeye asla layık olamaz! Çünkü halklar, hak ettikleri şekilde yönetilir!"
Ben oy'umu ilk turda Muharrem İnce'ye atacağım. Çünkü ben onun diğer adaylardan daha yüksek bir niteliğe sahip olduğunu düşünüyorum. 2.turda Recep Tayyip Erdoğan karşısında kim olursa oy'umu ona atacağım.
Size soruyorum: Her ne kadar çok düşük bir ihtimal olsa da 2.tura Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu kalırsa tercihiniz hangisi olurdu? Bu soruya verdiğiniz yanıt her ne ise; bence ilk turda da aynı yanıt geçerli olmalı. Çünkü fark ettim ki, ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu'na oy vermeyi düşünenlerin çoğu, bu senaryoda Muharrem İnce'yi tercih ediyorlar. Anlamanızı istediğim şey şu ki: RTE karşısında birden fazla aday olması neticesinde, eğer RTE ilk turda 50+1 oy almayı başaramazsa bu 2.turu garantiliyor. Çünkü diğer adayların hiçbiri ilk turda 50+1 oy alması mümkün görünmüyor. Bu bağlamda zaten halihazırda Muharrem İnce aday olmuş iken ve paragrafın başındaki soruya cevabınız Muharrem İnce ise, o zaman ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu'na oy vermenin mantığını sorgulamanızı istiyorum. Çünkü her şekilde 2.tur mutlaka olacak! Bu yanlış mantığı sorgulayın ve oy'unuzu ilk turda Muharrem İnce'ye verin diyorum, eğer sormuş olduğum soruya verdiğiniz yanıt Muharrem İnce ise. Neden sorudaki senaryoda tercihiniz Muharrem İnce olduğu halde, ikinci tura Kemal Kılıçdaroğlu'nu çıkartma çabasında olasınız ki? Bu hiç mantıklı değil.
Teşekkürler
Hiç durmadan başka bir yerin varlığından bahsediyorsunuz. Ölümden sonra yüce Tanrı'nın, sadece bizim gibi uyduruk birileri için, özene bezene hazırladığı hayali bir yer düşlüyor ve kısa hayatınızda Tanrı benimle diyorsunuz. Madem Tanrı sizinle, o halde neden korkuyorsunuz? Hastalanmaktan, rezillik içerisinde yaşamaktan, yaşlanmaktan ve ölmekten, tüm bunlardan neden korkuyorsunuz? Tanrı benimle yanımda diyorsunuz ama gerçek şu ki siz korkuyorsunuz. Bu Dünya'da sizinle birlikte olan, başınıza gelecek felaketleri önceden bilen ve dahası onları size gönderen Tanrı'nın sizinle olmasının ne gibi bir yararı var! Çeşitli belaları başınıza musallat eden zaten o değil mi? Bu doğruysa şeytana ne gerek var?
Gerçekten de kendi yaptıkları ile savaşan, hiç gereği yok iken ilk önce yarattıklarına acı çektirip, daha sonra bu ızdırapları dindirmek için de yine kendisine yalvartan bir Tanrı'ya mı inanıyorsunuz? Siz ölümden korkuyorsunuz, çünkü korkutucu bir Tanrı'ya inanıyorsunuz. Onu sevdiğinizi söylüyorsunuz, bu bile düpedüz bir yalan! Onu yalnızca korktuğunuz ve menfaatiniz için seviyorsunuz. Çünkü biliyorsunuz ki ona, seni sevmiyorum, senden nefret ediyorum derseniz, sizi sonsuza dek ateşte kızartacak. Onu sevmekten başka çareniz olmadığından seviyorsunuz. Yanılıyorsam eğer, hemen şimdi inandığınız Tanrı'ya küfredin! Göreceksiniz, sizin sevginiz bile aslında bir yalan.
Doğrusu siz kendinizden, yaşlanmaktan korkuyorsunuz. Korkuyu kendinize inanç edindiniz. Yukarıda oturup, işi gücü sadece sizi izlemek olan, yanlış bir şey yaptığınızda her an sizi cezalandırmayı bekleyen, korkunç bir Tanrı olduğunu sanıyorsunuz. Yanılıyorsunuz! Bununla da yetinmiyor, kendi aptal korkularınız ile başkalarını da korkutmaya çalışıyorsunuz. Çünkü siz, sizin gibi olmayanların, korkuya tapınmayanların, düşünce ve hayalleri kirlenmeyen masum insanların mutluluğunu kıskanıyorsunuz. Nefes almak, dans etmek, şarkı söylemek, aşık olmak, gülmek... size ağır geliyor. Siz gülünce başınıza bir şey geleceğinden korkuyorsunuz.
Aslında olan şu: Siz, sizden öncekilerin düşleri ile yarattığı ve kutsallık maskesi ile gölgelediği tabularınızın kurbanı olmuşsunuz. Derme çatma ördüğünüz, o içi boş korku duvarlarının sağlam bir temeli dahi yok. Başka yıkıntıların taşını toprağını alarak, kendinize bir hapishane inşa etmişsiniz. Siz de biliyorsunuz, sadece cesur bir nefes, o korku duvarlarınızı yerle bir edebilir. İşte bu yüzden, konuşanların nefeslerini hiç düşünmeden ve acımadan kesiyorsunuz! İnsanları daha doğar doğmaz, büyük bir titizlik ile dilsiz ve sözsüz bırakıyorsunuz.
Günahı tanrısallaştırdınız, çünkü siz her zaman günahkardınız. Aslında siz farkında değilsiniz ama hayalini kurduğunuz o cennette bugün bir yabancı, bir misafir olarak geldiniz. Gerçek şu ki, siz burayı hiçbir zaman hak etmediniz. Bu yüzden burada kalmanız mümkün değil. Siz buraya ait değilsiniz. Sadece bir gün olsun kendiniz olamadan konakladığınız bu yaşantıdan, sonunda bir hiç olarak göçüp gideceksiniz, ve hayat sizi hatırlamayacak. Çünkü siz hatırlanmaya bile değmezsiniz. İsterseniz bana kızın ama çırpınışlarınız boşuna. Hayalinizde yarattığınız o yere hiçbir zaman gidemeyeceksiniz. Tüm o bahçeler, şaraplar, ırmaklar, kadınlar... öylesi şeyler, öylesi bir yer yok. Bu şeylerin Tanrı'ya yakışmadığını aslında siz de iyi bilirsiniz ama hadi itiraf edin! Siz, kendiniz ile konuşamayacak kadar yüreksizsiniz. Öte yaşamda olduğuna inandığınız şeylerin utanç verici olduğunu siz de biliyorsunuz, ama yine de ona inanıyormuş gibi davranıyorsunuz. Başkalarının sizi aldatmasına izin veriyorsunuz ve onlarla birlik olup kendinizi kandırıyorsunuz. İşte bu yüzden korkuyorsunuz! Çünkü kandırıldığınızı en baştan beri biliyorsunuz. Bu iş için tek yetenekli olanlar sadece sizsiniz. Başka seçeneğinizin olmadığını sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Sadece yanıldığınızı kabullenemiyorsunuz. Görmüyor musunuz? Şeytanlar içinizde değil, etrafınızda dolaşıyor. Onları aslında her gün görüyorsunuz. Tıpkı içleri gibi dışları da kapkara. Anlamıyor musunuz? Tanrı, insanı yaratırken, içerisine şeytan koymadı. Bunu yapanlar başkalarıydı. Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, içinizdeki sizi yok edemezler. Ona, içinizdeki sizin sesine kulak verin. Çünkü o sizin göremediğinizi görüyor, söyleyemediğinizi söylüyor ve düşünemediğinizi düşünüyor. Tanrı'ya güvenin ve sadece kendinizi dinleyin!
Evren Yaratıldı mı?
Tanrı, yoktan bir şey var edemeyeceği gibi, var olan bir şeyi de yok edemez.
Büyük patlama hipotezine göre bir zamanlar Evren diye bir yer yoktu. Bence kozmik mitolojidir.
Evren'in başlangıcını kabul edersek ki şimdilik elimizde daha iyi bir hipotez yok. O halde bir yaratılış söz konusu olmalıdır ve bunu yapan bir güç aramak akıl dışı değildir. Tek sorun bunu insan gibi düşünen ve tıpkı insan gibi olan süper gücün kasıtlı olarak yaptığı mıdır? Yoksa bunun arkasında bilmediğimiz ve anlamlandıramadığımız bir gücün mü olduğudur. Peki o kim?
Yazılı tarihten bildiğimiz kadarıyla bunu yapan süper güçler olduğuna inanılan insan benzeri bir varlık.
Bir ara Tanrı'dan sayfalar dolusu mesajlar aldığımızı düşünüyoruz. Anlattığına göre o sınırsız güç ve bilgiye sahip. Hiçbir şey yokken buna Evren'de dahil o daima vardı. O halde Evren'i yaratan da bu Tanrı'ydı.
İyi ama burada bir sorun var. Bilgi, doğası gereği var oluşu temsil eder. O halde Tanrı: Evren'i ve bizi yoktan var etmeye karar vermiş ise; Tanrı sınırsız güç ve bilgeliği gereği zaten bu kararı verdiğini de biliyor olması gerekir. Bu durumda bildiği bir kararı zaten veremez. Hatta o bir şey bilemez. Çünkü bileceği şey öncesinde bilmediği bir şey olacağından, bir şeyi bilmesi, onun aslında her şeyi bilmediğini gösterir. O her şeyi biliyorsa; her şeyi bildiğini nereden biliyor olabilir?
Tanrı, kutsal kitapta anlatıldığı gibi ise; yani sınırsız güç ve bilgiye sahipse, o bizim gibi karar verebilecek değil aslında herhangi bir karar veremeyecek olması gerekir. Bir karar veremiyor olması da onu noksan yapar. Her şeyi bilen Tanrı, Evren'i yaratamaz. Çünkü bu durumda yaratılış Tanrı'ya göre bir yenilik olur. Yoktan var etmek Tanrı'nın bir özelliği gibi inanılsa da aslında Tanrı olmayan bir şeyi var edemez. Olmayan bir şey var ettiğinde örneğin Evren'i yarattığında bu onun için yeni bir şey olacaktır. Yani öncesinde var olmayan şey onun daha önce sahip olmadığı yeni bir şey olacaktır.
Yeni bir şey sonsuz bilgelikteki Tanrı için olamayacağına göre; o halde yeni, olmuş, olan ve olacak olan bir şey yoktur. Demek ki Evren'in yaratılması diye bir şey yoktur. Üstelik Evren'i yaratmak Tanrı'nın bir kaderi olacağından, fakat inanılan Tanrı'nın da bir kaderi olamayacağından, bu durumda Tanrı, Evren'i kesin yaratmamış olduğu gibi Evren'de yaratılmış olamaz.
Şöyle düşünebiliriz: Bilgeliği ve hüneri sonsuz Tanrı için Evren'in yaratılışı bir sürpriz ve bir yenilik olamaz. O halde Evren' yaratılmış olamaz. Dahası Tanrı, Evren'i 14 milyar yıl önce yaratmış olamaz. Çünkü eğer hiçbir şey Tanrı için yenilik değil ise; Evren kesin olarak yeni değildir ve hiçbir zaman yaratılmamış demektir.
Bu şekilde Evren'den ayrı ve bize benzeyen Tanrı fikri her açıdan kendi kendini bitirerek çürür.
Onun sınırsız gücü gereği, örneğin vahiy göndermesi, aynı gücün kendisini de yok etmesini sağlar. Çünkü o yetenekli Tanrı, vahiy gönderip göndermeyeceğini de zaten biliyor olmalıdır.
Doğru cevap: Tanrı'ya inanmak basit olduğu kadar, onun hiçbir koşulda bilinemez olduğudur. O yüzden onu övmeye kalkmak, onun adına konuşmak dahi mümkün değildir. Onu bu Dünya işleri ile kıyaslayarak iyi veya kötü diye tanımlayabiliriz fakat bu yine de bizim ulaştığımız bir vargı olacaktır. Çünkü biz insanlar o iyi ve kötünün içindeyiz. İçeride olduğumuz sürece de neyin iyi veya kötü olduğu konusunda emin olamayız. Bu paradoks veya çelişki olduğu düşünülebilir fakat bu yanlış bir kanı ve yanlış bir inanç olduğunun göstergesidir.
Örneğin: Tanrı'nın merhametli olduğuna inanılır. Fakat onun bunu nasıl test ettiğini bilmenin imkanı yoktur. Dindarlar insanda olan her şeyin her özelliğin Tanrı'da da ya da bilgisi dahilinde olması gerektiğine inanırlar. Bu aslında çokta önemli değil. Şayet Tanrı bize merhametli olduğunu bildiriyorsa, bu inanca göre o bu Evren'i yaratmadan önce de merhamete sahip olmalıdır. Yani insanlara göre merhametli olmaları, onun öncesinde de merhamet donanımına sahip olmasını zorunlu kılar. Çünkü o bilmediği bir şeyi nasıl olur da barındırır?
Peki Tanrı, merhameti nereden biliyor olabilir ve az ya da çok olmasını nasıl ayarlamış olabilir? Şayet insanı yaratırken ilk defa merhameti icat etmiş ise; o halde Tanrı'nın hala öğreneceği ya da bilmediği bir şeyler var demektir. Hiç yaratmadığı ve bilmediği bir şeyler. O yaratana kadar var olmayan ve var olmadığı için bilmediği ama bilmediği halde var ettiği bir şeyler. Bu durumda o tüm bilgilere sahip olmadığı gibi hiçliğin içerisinde gezinen eli sopalı sihirbazdan farkı kalmaz ve hiçlik Evren'i ve Tanrı'yı da kapsayan bir sonsuzluk oluverir. Bu durumda Evren'in ve Tanrı'nın sonsuzluğu; hiçliğindendir.
Bazı insanlar bu tür sorular karşısında kendileri ile kıyas yaparlar ve mesela yeni bir elementin keşfini örnek gösterirler. Oysa Evren bilgi yumağıdır. İnsanların yeni keşfettiği şeyler öncesinde de zaten vardır. İnsanoğlu ancak var olan şeylerden bir şeyler yaratabilir. İnsanlar sadece keşfetmişlerdir. Peki Tanrı orada neyi nasıl keşfetmiştir?
15 milyar yıl önce, sonsuzlukta hiç insan ve Evren yokken, hangi bilgi ile insanın nasıl olacağına ya da Evren'i yaratmaya karar vermişti? Şayet insanı ilk defa yaratıyorsa, o yaratmadan önce insan yoktu demektir. Haliyle onun da olmayan şeyi bilmemesi gerekirdi ama sonsuz bilgi sahibi Tanrı'nın bilmediği hiçbir şey yoksa, demek ki insan en kötü ihtimalle bile Tanrı'nın bilgisinde daima vardı, sonradan yaratılmadı. Belki sonradan Dünya'ya gönderildi ki bu durumda bu inançta kendiliğinden çürür, fakat o insan aslında hiçbir zaman diliminde ne topraktan ne de kilden hiç yaratılmadı ve hiç yok olmadı demektir. O halde bizi Tanrı'dan ayıran hiçbir şey yok.
Peki nerede hata yapıyoruz? Cevap basit aslında. Nasıl ki insanın yaşamak için birkaç damla suya, biraz Güneş'e ihtiyacı varsa, insanın ölmesi için de aynı suyun ve Güneş'in biraz fazlası yeterli. İnsan aklı ile yaratılan Tanrı'yı yok eden de ona yapılan işte bu orantısız aşırı övgüler. Bu abartılar yüzünden sıklıkla Tanrı'nın kendini öldürüp öldüremeyeceği, yani yok edip edemeyeceği sorulur. Bence bu kadar zor bir soruya hiç gerek yok. Daha basit bir soru sorabiliriz.
Mesela sonsuz güç sahibi olan Tanrı, benim gibi birini tamamen yok edebilir mi? Şayet edebilirse Ben onun sonsuz bilgi denizinde bir girdap açmış olurum. Haliyle şayet Tanrı benim gibi değersiz bir varlığı kendileri de hatırlayamayacak şekilde yok etmeği başarırsa, bu durumda kendisinden bir parçayı da kaybetmiş olur. O halde kendisi eksilebiliyorsa; demek ki ölebilir de. Doğmadan önce yaşarken ve öldükten sonra Cisien diye birisini hatırlayamayacak bir Tanrı, ancak bunak ya da alzaymır hastası olabilir.
Bu şu anlama geliyor: Tanrı, yoktan bir şey var edemediği gibi, aslında var olan bir şeyi de yok edemez. Çünkü yok edeceği herhangi bir şey onun bilgisinde ve kudretinde de noksanlık oluşturacaktır.
Peki bu olanları, şu etrafımızı saran şeyleri nasıl açıklayabiliriz? Bana göre Tanrı'nın burada yaptığı şey, seyircisi biz olmayan bir tür gösteri. Bir illüzyondur mesela ve Evren sahnesinde sergilemiş olduğu hünerler, bize yokluk ve varlık olarak yansır. Fakat gerçekte şapkadaki tavşan sadece kutunun içine düşmüştür.
Asgari ücret zamları neden zararlı?
Asgari ücret zamları tüm ülkelerde negatif etki oluşturur. Neden? Asgari ücretin yükselmesi bir ülkeyi nasıl sıkıntılı hale sürükler? Bu konuyu anlamak için objektif bakış açısı gerekiyor. Çünkü toplumun çoğunun geliri asgari ücrete bağımlı olduğu için çıkar çatışması vardır ya da hatalı algılama vardır.
Her birimiz hayatta kalmak için belirli harcamalar yapıyoruz. Gıda, temel giyim harcamaları, ulaşım, kira gibi belli başlı gider kalemlerimiz var. Gıdayı seçip buradan bir döngü oluşturalım basitçe. Ben aldığım maaş ile marketlerden gıda harcaması yapıyorum. Benim tüketici olarak istediğim şey, daha ucuza daha çok ürün alabilmek. Yani fiyatların düşük kalmasını istiyorum. Aksi taktirde fiyatlar arttıkça, gıda harcamalarım benim giderlerimin büyük bir kısmını kaplıyor ve diğer harcamalarıma daha az yer kalıyor. Şimdi tüketici gözünden değil de bir de üretici gözünden bakalım. Aldığınız sebzeyi üreten çiftçinin de belirli bir giderleri var. Her yıl benzin ve gübre fiyatları doğrusal olarak onun maliyetlerini de etkileyecek. Peki bu gübre ve benzini satan firmalar, fiyatlarını neye göre belirleyecek? Tabii ki kendi maliyetlerine göre. Eğer gübreyi satan bir firmanın maliyetleri artarsa, bunu yansıtabildiği kadar tüketiciye yansıtmaya çalışacak. Gübre fiyatlarının artışı çiftçiyi, dolaylı olarak da sizin aldığınız gıdaların fiyatını artıracak. İşte hata tam burada başlıyor.
Eğer asgari ücret zamları, hükümetin harcamalarından yapılmayıp, tamamen işletme sahibine yüklenirse, işletme sahibi mecburen çalışanlarına maaşlarını ödemek için daha fazla para kazanmak zorunda. Hatta bazı küçük işletme sahipleri, artan maliyetlerden dolayı işçilerini çıkarmak durumunda kalıyor. Bu artan girdi maliyeti ister istemez ürünlerin fiyatlarına nüfuz edecek ve en sonunda işçi, yani asgari ücretli çalışan kişinin aldığı maaş zammının hiçbir önemi kalmayacak. Çünkü onun maaşına yapılan zam, dolaylı olarak bütün işletmelerin maliyetini arttırdığı için satın aldığı tüm ürünlerin fiyatını da artıracak. Böylece asgari ücret artışı, her şeyin fiyatının artmasına sebep olacak. Yani elde var sıfır. Ürünlerine fiyat artışı sağlayamayan işletme sahipleri ise küçülmeye gidecek ve işçi çıkartmaya başlayacak. O zaman da ekstra olarak işsizlik sorunu ortaya çıkacak. Mantıken düşündüğümüzde buraya kadar her şey bağlantılı ilerliyor. Peki haklı olarak şunu sorabilirsiniz: Tamam da benim her sene alım gücüm eriyor. O ne olacak? Kesinlikle haklısınız, fakat yanlışı yanlış ile çözmeye çalışmak iyice negatif döngüye girmeye sebep oluyor. Enflasyonun çözümü aynı çoğunluğun seçtiği hükümetin yeteneklerinden kaynaklanıyor. Hükümetin görevi kaynakların, teşviklerin doğru ayarlanmasını seçmekte. Merkez bankasının kontrolünün de hükümetin elinde olduğunu düşünürsek, o zaman enflasyonu düşürmekte onların görevi.
Toplumsal olarak birkaç çözüm var:
- Liyakata önem veren doğru yönetimin seçilmesi.
- Popülizm oyunlarına aldanmamak.
Siyasetçilerin işi oy almaktır. Oy almak için de iyi veya kötü düşünmeden halk ne isterse yaparlar. Eğer halk kendini bu konularda geliştirmezse, o zaman negatif döngü devam eder. Demokrasiler, her zaman doğru seçimi yapmazlar. Bireysel olarak ise yapabileceğimiz şey şu olabilir: Biz kendimizi ne kadar fazla geliştirir ve bilgili olursak oy değerimiz o kadar artar. Burada hisse fiyatlarındaki değişim ile arasında analoji kurabiliriz. Bir hissenin fiyatının artmasına ne neden olabilir? Kısıtlı arz ve fazla talep. Talep fazla oldukça fiyat yükselmeye devam eder. Bir vatandaşın değerini de onun bilgi seviyesi belirler. Eğer sizin markete(piyasa) sunabildiğiniz değerin seviyesi artıyorsa, talep de artacağı için geliriniz de doğrusal olarak artacaktır. Doğru olan da budur. Eğer hükümetin sizi bir fiyat kontrolü ile hayatta tutmasını beklerseniz, o zaman finansal olarak bağımsız hale gelmeniz de mümkün değildir. Zaten hükümet de çoğu zaman asgari ücretleri gerçek bazda arttırmazlar. Arttırsalar dahi, vergileri daha fazla arttırdıkları için giderleriniz oransal bazda daha fazla artacaktır. Yani basitçe size yapılan zam, aslında algısal olan bir propagandadan kaynaklanıyor. Enflasyon ve rezerv para etkisini hesaba katamadığınız için gelirinizin arttığını zannedersiniz. Siyasetçiler de bu algı hatasından faydalanarak oy almaya çalışırlar.
Özetle asgari ücret zamları tüm ülkelerde politikacılar tarafından oy kazanma sebebi ile uygulansa da, aslında oluşturduğu etki her zaman negatiftir. Asgari ücret zamları ile dolaylı olarak bütün işletmelerin maliyetleri artacağı için, sizin gelir artışınızın hiçbir önemi kalmaz ve sürekli devam eden bu negatif döngü git gide enflasyonu yukarıya doğru itecektir ve iyice fakirleşmeye sebep olacaktır. İşsizliğin artması da cabası.
Asgari ücret zamlarının olmadığı, enflasyonun kontrol altına alındığı bir sistemde ise; iş verenin düşen maliyeti ve görece sabit kalan veya artan gelirinden dolayı, ekonomiye güveni daha fazla artacak ve yatırım yapma isteği daha fazla olacak. Daha fazla yatırım demek istihdam demek, artan istihdam ile daha fazla işçiye ihtiyaç duyulacaktır. Daha fazla işçiye ihtiyaç duyulunca, ister istemez artan talep işçi fiyatlarını zaten doğal olarak yukarıya doğru çekecektir. Fakat biz bu standart döngüyü aradan kesip bozarsak, o zaman sistemin kendi kendini düzeltmesini engellemiş oluruz. Aslında burada doğru olan, hükümetin enflasyonu kontrol altına alması ve işletmelere doğru teşvik ve destek vererek iş gücünü arttırmaktan geçiyor.
Sonuç olarak: Biz ne kadar bilgili olursak, bizim algı hatalarımızdan yararlanmaya çalışan insanlara karşı daha güçlü hale geliriz.
Teori ve hipotez arasındaki fark nedir?
Teori kelimesi, halk ağzında ispatlanmamış "olası" bir açıklama anlamında kullanılır. (yanlış)
- Halk ağzında: Komplo teorisi (yanlış)
- Bilimsel literatürde: Komplo hipotezi (doğru)
Bilimde teori; çok fazla kez yanlışlanmaya çalışılmış ama yanlışlanamamış. Dolayısıyla hakkında çok fazla delil ve kanıta ulaşılmış bilimsel açıklamalar bütününe teori denir.
Bilimde öncelikle gözlem yapılır. Örneğin Mars gezegenine yapılan gözlemi ele alalım. Teleskop ile Mars'ı gözlemlediğimiz zaman, Mars'ın orada olduğu gerçeği, teleskop ile bakmamızdan bağımsız bir olaydır. Mars gezegeni Evren'in gerçeği olarak orada vardır. Bu yapılan eyleme gözlem denir. Bunun sonucunda elde ettiğimiz bilgiye ise gerçek denir. Bu gerçeğe ulaşmakta hatalar olabilir. Mesela gözlem aracı olan teleskopta hata olabilir. Bağımsız gözlemler ile tekrar tekrar aynı bilgiye ulaşılabiliyorsa o bir gerçektir. Bu noktaya kadar herhangi bir açıklama yapılmaz.
Gözlemler ile ulaşılan gerçeğin neden bu şekilde olduğu hakkında akıl yürütülür ve bu şekilde olabilir, şu şekilde olabilir şeklinde cevaplar verilir. Bu cevaplara hipotez denir. Hipotezin Türkçe karşılığı varsayımdır. Yani henüz test edilmemiş, yanlışlanmaya çalışılmamış ön açıklamadır. Daha sonra bilim insanları bilimsel metodoloji kullanarak hipotezleri çürütmeye çalışır. Hipotezlerin birçoğu veya hepsi çürütülebilir. Eğer hepsi çürütülürse yeni hipotezler geliştirilir. Nihayetinde çürütülememiş hipotez bulunduğunda, bu hipotez çürütülememiş şekilde literatüre katılır. Sonrasında çürütülemeyen hipotezler literatürde birikmeye başlar. Daha sonra orijinal gözlemin neden ve nasıl o şekilde olduğuna dair kapsamlı açıklama geliştirilir. Yapılan bu açıklama uzun süre ve çok sayıda test sürecinden geçer, yani hala çürütülmeye çalışılır. İşte bu yapılan açıklamaya ise teori denir.
Havaya top atıp düştüğünü gözlemlemek, gerçeği tespit etmektir ve topun neden düştüğünü dair kapsamlı bir açıklama geliştirmek ise teoridir. Bu ikisi arasındaki bağlantıyı da hipotezler kurar.
"Eğer ki diğerlerinden ötesini görebildiysem; bu, devlerin omuzlarında yükseldiğim içindir." - Isaac Newton
Son Giriş: 10 ay önce
Son Mesaj Zamanı: 11 ay
Mesaj Sayısı: 18
Gerçek Toplam Mesaj Sayısı: 50
İkinci El Bölümü Mesajları: 0
Konularının görüntülenme sayısı: 5.622 (Bu ay: 40)
Toplam aldığı artı oy sayısı: 15 (Bu hafta: 0)
En çok mesaj yazdığı forum bölümü: Konu Dışı / Off Topic