Dedem safın tekiydi.Kızlara bakardı ama gidipte onunla yatmazdı.Ayıp ya olur mu hiç derdi.Onlar kardeşim onlara bakmam bile yanlış derdi.Saftı nereden bilsin.Laikliğin gerçek anlamını taze yaşıyordu Atatürk ile birlikte. O zaman doktor amcalar yoktu.Çünkü problem yoktu.O kadar saftı ki dedm ve arkadaşları,hayatlarında evlenene kadar cinsel deneyimi olmamış. Ayıp demiş ne alakası varsa.Sanki zorla yapıyorlardı.Herkes kendisi istiyordu halbuki.Zorla değil ya.Alan memnun veren memnundu ama dedem ve arkadaşları saf olduğu için anlamıyordu bu işlerden.Sonra torunu oldu saf dedemin ve arkadaşlarının ama torunlar akıllıydı.Hem doktorları vardı.Okul arkadaşıyla yatıp kalkabiliyordu.Problem yoktu çünkü her iki taraf memnundu.Hatta olası problemlere karşı çağdaş doktorların yardımı her an hazırdı.Bir gazete kadar yakın doktorumuz vardı.Şimdi dedemi düşünüyorum.Ya ne kadar safmış dedem.Neymiş ayıpmış,günahmış! Geç dede bunları neyse.Daha fazla uzatamam,kızlar geldi,biraz işimiz var:) uğraşamıcam..
.
Bu yüzden 15 günlük maldan da tad alamaz oluyoruz 35 inde kuşu kalkmaz kuşu kuşu kalkmaz şarkısını söylüyoruz...
Ha bir de arada gonoreli bir vatandaş da gelir, artık 7/24 senin küçük zevkten gözyaşlarını tutamaz.
Mutlu mesut yaşarsın, saat başı balon değişirsin.
Dedenin muhtemel cevabı da benden olsun :
Okuyucudan gelen yoğun istek(!) üzerine biraz da dekolte modda takılalım. Şimdi içinde bulunduğumuz asri zamanda bu işler çok hızlı dönüyor. Hayır çok iyi bildiğimden değil, sadece izleyebildiğim kadarı ile söylüyorum.
Bugünlerde çevremdeki gençlerden duyduğum şikayetlerin konusunu ağırlıklı olarak gönül ilişkilerinin sonucunda duydukları mutsuzluklar oluşturuyor. Dinlediğim öykülerin hemen hepsinin ortak noktası: Çok hızlı gelişen ilişkiler ve sonunda yaşanan yıpratıcı hayalkırıklıkları.
Vardığım bu sonucu birkaçı ile paylaşmayı denedim ve hepsinden benzer tepkiyi aldım: - Ne yani abi yoğurt mu bu, mayalanmasını bekleyeceğiz ?
Anlatamadık çocuklara. Bu işlerde zaman ve mekan kavramlarının algılanması ve bunu algılarken kullanılan birimler değişiktir.
Bir tanesi ile konuşuyorduk ; - Abi, şimdi mekandaki en sıkı hatundu ve beni fena kesiyordu. - Eeeeee hadi bakalım. - Eeeesi, tabi yaptık gereğini.. - Yani? - Yanisi bitirdik işi, bir saat sonra bana gitmek üzere mekandan çıkıyorduk. - Hadi yaa... - Abi ayıp ediyorsun bizden kaçar mı? - Kaçmaz da, sen niye şimdi keşkül kıvamında olman gerekirken böyle çömez şoparın darbukası misali gerginsin koç? - Abi bizden kaçmadı kaçmasına da... - Eeeeeee? - Birşey de kalmadı geride... - Ne bekliyordun ki? - Ne mi bekliyordum? Onu bilmiyorum ama sanki yanlış ata oynadık gibi geliyor bana. - Nasıl yani? - Abi ortamda bir hatun daha vardı, böyle siyah streç takılmış öyle bir hatun, biz şekle kapıldık gibi geliyor. Neyse o yine gelir mekana. - Tabii tabii, sen bir de onu dene.
Bu manasız dialogu kesip yanından uzaklaştım. Anlamamıştım ve hala anlamıyorum. Bir saatlik bir iletişimle, üstelik konuşmanın neredeyse imkansız olduğu ortamda kurulan bir iletişim sonucunda, anlaşıldığı sanılan ortak noktaların ömrü de en fazla bir gecenin sayılı saatlerinin bir bölümü oluyor. Arkadaşlar da bunu bir türlü anlamıyor.
Sohbetlerin birinde genç bir arkadaşım: "Abi iyi de, siz ne yapıyordunuz? Karşılıklı olarak biografilerinizi mi okuyordunuz?" dedi ve inceden aklı sıra dalgasını geçti.
- Hayır zıpçıktı kardeşim. Biografilerimizi falan okumazdık. Daha farklı şeyler yapardık. - Mesela ne yapardınız abi? - Dans ederdik dostum. - Biz de ediyoruz, nedir yani? - Dans dedim arkadaşım, pistin ortasında kendi kendine mastürnarsist titreşirdik demedim. Dans dediğim, sen bilmezsin, iki kişi ile yapılır. Bir ara kıro ağzı ile 'slow dans' felan derlerdi. - Haaaaaa o hesap! O zor be abi, mahalle düğünü gibi nedir yani? - Valla en azından önce dokunurduk. Bakardık neler oluyor, kıvılcımlar çıkıyor mu, ten teni çekiyor mu itiyor mu? Sonra bakmaya devam ederdik. Müziğin ritmine beraberce uyum sağlanıyor mu, aynı ritm keyifle yakalanıyor mu? Beden temasında tüm bunlar zarif ve aksaksız olabiliyor mu? diye bakardık. - Oooooooo baba siz dans mı ediyorsunuz, başka iş mi yapıyorsunuz? - Hösst, kendine gel! Tüm bunlar saygıdeğer bir ritüeldir. Taraflar ilişkinin devamına dair kararlarını orada verirlerdi. - Ne alakası var abi? Bunlar tarih olmuş şimdi. Bir sürü anlamsız gelenek, adet, usül.. Şimdi bunlar yok, direkt mevzuya giriyoruz. - Tarih olmuş olmasına da, onların yerine getirilen adam gibi birşey yok. Ayrıca biz de mitoz bölünme ile üremiyorduk... - Yerine birşey gelmesine gerek de yok be abi! Şimdi herkes özgür ve kendi gibi. İstiyorsa herşey olur. - Tabii tabii, herkes özgür ve kendi gibi ama mutlu olanına da pek rastlayan yok?
Artık bu tarz dialoglara girmemek için çaba harcıyorum. Hemen hepsinde aynı acelecilik, aynı kantitatif kaygılar: 'Artı bir tane daha' şeklinde özetlenecek basit bir felsefe ile oluşturulan davranış biçimleri. Sonuçta süratli hareket ederek birini kapma, doğrudan yatağa gitme ve ertesi sabah yanından "Bir daha suratını görenin ebesini.." diyerek kaçma.
Ulan madem bir daha görüşmeyecek şekilde hoşnutsuzsun neden beraber oldun? Sabah gördüğün şeyi akşamdan neden görmedin? Hadi o gece kafan iyi idi de, son bir yıldır hep mi kafan iyi? Ayıkken kadınlarla konuşamıyor musun? Çok hızlı çapkınsın, bir numarasın madem, neden anlamadın mutsuz olacağını? Ya bir halt değilsin ya da beynin, gönlün ve hormonların arasındaki eşgüdümün sağlanmasında ciddi bir sorun var.
Birbirinin kopyası görünümlü bir sürü kadın ve erkeğin aynı anda nasıl sadece kendisi ve özgür olabileceği sorunsalının oluşturduğu platformda yaşanan 'instant kahve' misali aşkların sonunda geriye fincanda hiçbir kalmayınca insanlar şaşırıyor. Ben de onların bu şaşkınlıklarına şaşırıyorum.
Böyle kolay bir prosesin sonunda ne bekliyordun ki? Yapsaydın bol köpüklü bir Türk kahvesi, sonunda telven de olurdu, falına da bakardın ya da baktırırdın. Veya meşrebin ecnebiliğe mütemayil ise hiç olmazsa bir filtre kahve hazırlardın. Hoş kokulu tortusu kalırdı geriye hiç olmazsa.
Ama bunlarla kim uğraşır? Alırsın marketin rafından poşette instant kahveyi, bir fincanda sıcak su, bir karıştır, tamam bitti, hazır işte. Kim uğraşır cezve ile diğer hammaliyelerle. Önemli olan kolay ve hazır olanı alıp gitmek.
Sonra TV'lerde manken bir hanım kızımızın oynadığı reklamı seyrediyoruz: "Sizin gezegende aşk var mı aşk?"
Var yavrum var. Aşk da var, meşk de var. Ama bunları yaşayacak yürekte adam da yok, kadın da yok.
Sadece etiketler var. 'Yapar gibi' görünmek var. 'Yaşar gibi' göstermek var, 'Sevişir gibi' yapmak var.
Sonra tüm bu yapaylıkları bir başka global kültür yavşaklığı neticesi olan 'Matrix felsefesi' içinde saçmalayarak anlatmak var.
Hay Allah, hesapta okurumuzun gönlünü yapıp dekolte bir yazı yazacaktık ama gene gittik bildiğimizi okuduk.
"Bir dahaki sefere olur inşallah" deyip gene bildiğimiz, sevdiğimiz felsefelerde dolaşmaya devam edelim ve kadim üstad Hayyam'dan bir alıntı ile yazımıza kuşumuzu kondurarak kapatalım:
İç bade, sev güzel var ise aklı şuurun. Dünya var imiş, yok imiş ne umurun.
Evlad 250 gr bir şey için 10 gün peşinden koşarsın , bir velet olur başına bela ..Evlenince bir sorun yok..Senin evlendiğin kişide bolca ilişkiye girmiş olur..Memnun olursun..
yeni mesaja git
Yeni mesajları sizin için sürekli kontrol ediyoruz, bir mesaj yazılırsa otomatik yükleyeceğiz.Bir Daha Gösterme