Soğuk bir Aralık gecesiydi. Gece dediğime bakmayın sabah olmasına bir saat -belki biraz daha fazla- vardı. Kıyıya vuran dalga sesleri, denizin insanlara olan öfkesini haykırıyordu sanki. Normalde denize ait olması gereken bu kıyılar taşıt yolu yapımı için doldurulmuştu. Gerçi hoş, yolun pek aktif kullanıldığı da söylenemezdi. Belki de deniz bu yüzden bu denli çırpınıyordu. Madem kullanmıyorsunuz geri verin bana topraklarımı demenin doğacasıydı bu. Bu hırçın dalga seslerine, açık, yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve ıssız yolu aydınlatan sarı, loş sokak lambaları eşlik ediyordu. Aslında bakarsanız oldukça sessiz bir geceydi -dalga seslerini saymazsak- ne taşıt yolundan bir araba geçiyor ne de sokaklarda insanlar yürüyordu sadece ara ara sürati artan rüzgar, insana huzur veren bir uğultu yayıyordu. Kıyı boyunca uzanan taşıt yolunun denize bakan tarafında bir yürüyüş yolu vardı. Bu yol, denizle dip dibeydi öyle ki çarpan dalgalar zaman zaman bu yürüyüş yolunda su birikintilerine sebep oluyordu. Birde Ağaçlar vardı. Dökülen yaprakları yolun üzerine serpilmişti. Gece bundan ibaretti ne bir hayvan sesi vardı ne de arabalardan çıkan motor sesi. İnsana huzur verdiği kadar tedirgin eden bir sessizlik hakimdi aslında. Yol üzerinde bulunan bir banka oturdum. Epey soğuktu üstüne rüzgar da eklenince insanı iyice üşütüyordu. Kollarımı birbirine kavuşturup derin bir iç çektim. Öylece oturdum. Karşımda şehrin sarı ışıkları parıldıyordu. Her bir ışık bir aile demekti. Zengini fakiri, iyisi kötüsü. Aile işte. Sadece aile. uzun uzun o ışıkları izledim. İçim ürperdi. Kafamı geriye doğru yasladım. Aslında bakarsanız banka biraz yayıldım. Berem olsa dahi kulaklarımı üşümekten alıkoyamıyordum Rüzgarın uğultusu gitgide artmıştı kalksam mı diye düşündüm ancak hiç kalkıp gitmeye niyetim yoktu. Hem gidip ne yapacaktım? Zaten sabah olmasına az bir zaman kalmış en iyisi sabaha kadar burada bekleyeyim diye düşündüm zaten biraz sonra da rüzgar kesilmeye başladı. Rüzgarın kesilmesiyle biraz daha sessizleşen ortamda belli belirsiz bir hışırtı duydum. Sanki biri bir poşetten bir şeyler almaya çalışıyor gibiydi. Ses giderek daha da yakınlaşmaya başladı. Loş ışığın aydınlattığı yürüyüş yolunda karanlık bir silüet belirdi. Hışırtı yaklaştıkça silüet büyüyordu. Daha sonradan karanlık silüet giderek bir insan şeklini aldı genç bir adam gibi duruyordu. Basit bir kapşonluyla kafasını kapatmıştı. Kapşonlunun rengi siyahtı. Belki de bu yüzden gecenin karanlığında ayırt etmesi zor oluyordu. Elleri cebindeydi. Kapşonlusu gibi siyah olan kot pantolonu ve beyaz bir botu vardı. Eğer botu beyaz olmasa fark etmek giderek imkansız bir hal alacaktı. Hiç acelesi var gibi durmuyordu. Adımları yavaş değil ama hızlı olmaktan da uzaktı. Arada kafasını kaldırıp denize doğru şöyle bir bakıyordu sonra tekrar yere bakıp yürümeye devam ediyordu. Kafasını bana çevirmeye tenezzül bile etmeden önümden geçti gitti. Bu şekilde yürüyüş yolunun sonuna ulaştı ve duraksadı. Yüzünü denize doğru döndü ve kafasını havaya kaldırdı. Doğu yönüne bakıyordu. Öylece kalakaldı. Ne yaptığını anlamaya çalıştım. -"Bir şey mi gördü?" diye düşündüm. Bende kafamı kaldırdım. Görünürde hiçbir şey yoktu. Ama o genç hala gökyüzüne bakmaya devam ediyordu. Epey bir süre bu şekilde gökyüzüne bakar halde kaldı. Yanına gidip konuşmayı düşündüm ama bu fikrimden hemen vazgeçtim. Belli ki bir derdi vardı. Yoksa bu saatte bu soğukta ne işi olacaktı burada? En iyisi hiç bulaşmamak diye geçirdim aklımdan. Bu şekilde 15 dakika kadar geçti sanıyorum. Gencin orada olduğunu unutmuştum gözlerim kısık, doğacak olan güneşi bekliyordum. Duyduğum yaprak hışırtısıyla irkildim. Dalmıştım. Sesin geldiği yere baktım. Genç bana doğru geliyordu. İrkildiğimi anlamış olacak yavaş hareketle kapşonlunun şapkasını kaldırdı ve oldukça kibar bir şekilde: -"Merhaba" Dedi. Aynı şekilde karşılık verdim. -"Merhaba" |
Bildirim