Şimdi Ara

Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!! (12. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir (1 Mobil) - 2 Masaüstü1 Mobil
5 sn
526
Cevap
163
Favori
330.507
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
9 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1011121314
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • BİR SAATLİK DOST
    Hızli bir çalisma temposunun ardindan saatin bes oldugunu kat nobetini
    devretmeye gelen hemsire arkadaslar sayesinde fark etmistik.
    Yogun bir servisti calistigim servis cocuk servisleri hastanelerin en
    yogun ve gürültülü olan servisleridir. Artik günün yoğunlugu gecmis
    servis sessiz bir hal almistı. aksam tedavilerini henüz bitirmis ofiste cay içmeye
    gitme telasındaydim. Cünkü günün ilk cayini icme firsatını yakaladim
    diye kendi kendime dusünüyordum. Kep dagilmis saç baş karışmış yorgun
    bitkin bir haldeydim tedavi odasindan ciktigimda aynada kendimi
    taniyamadim ofise geldigimde hemsire odasinin telefonu caliyordu.
    Oturdugum yerden büyuk bir güçlukle ayaga kalktim ve telefona gittim karsidaki ses acilde
    trafik yaralilarinin oldugunu iclerinde çocuklarında bulundugunu damar
    bulamadiklarindan dolayi acile yardima gelmemi soyluyordu. Tum
    yorgunlugumu unutmus hizla acil servisine yonelmistim ki diger telefonda
    nobetci hekimin icapci beyin cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki
    tartismasini duydum. Nobetci hekimin sesi ortaligi cinlatiyordu:

    - Ne yapalim? Birakalim olsun mu bu insanlar? Gelmek zorundasiniz!
    - Gittiginiz davet beni ilgilendirmez! Nobet degistirseydiniz cok onemli bir davetti madem.
    - Siz Hipokrat yemini etmediniz mi ?

    Konusma boyle surup giderken gelen asansore binerek kosarak acil servisine
    gittim. Her yer kan revan icinde aglayan kosusturan yakinini bulmaya
    calisan bir yigin insan vardi bu kalabalikta saglikli bir is nasil
    yapilirdi bilmiyordum ama her kez elinden geleni birilerine bakma
    gayretini gosteriyordu. Acil serviste yatak kalmamis sedyelere insanlar
    yatirilip ilk mudahale yapilincaya kadar bekletiliyor yetersiz kalan personel
    yerine hastalari yukari sevk edilen servise aileleri cikartiyordu. Onca
    kazazede icinde basinda kimsesi olmayan ama durumu da oldukca agir 15-17
    yas arasi bir genc vardi gerekli mudahalesi yapilmis fakat sevk edildigi
    beyin cerrahi hekimi henuz gorev yerine gelmedigi icin orada bekletiliyordu.
    Kendime ait serum ve tedavileri uyguladiktan sonra o cocugun basina giderek
    ilgilenmeye calistim suuru yerindeydi konustuklarimi anliyor fakat cevap
    veremiyordu.
    Hayatinin son anlarini yasadigini goruyor ve yalniz oldugu icin
    korkunc derecede uzuluyordum onu orada yalniz birakamiyordum . Zaten ben
    onunla ilgilenirken acil servis bosalmis tum hastalar gerekli
    servislere dagitilmisti. Genc iyice kotu olmustu ellerimi simsiki tutuyordu
    birakma dercesine gozlerinden yaslar suzuldukce kendimi bende tutamaz
    hale gelmistim egildim yanaklarindan optum
    "- Birakmayacagim seni sakin ol uzulme sakin." diyordum hic tanimadigim
    daha once hic gormedigim bu insana anlatilmaz bir yakinlik hissediyor
    sanki onun acisinin aynisini cekiyordum. Cok aci cekiyordu hem
    yalnizligindan hem de gecirmis oldugu beyin travmasindan ne kadar sure daha onunla
    kaldigimi hatirlamiyorum o artik aramizda degildi bu dunyayi terk etmisti
    ve ben gelmeyen doktoru suçluyor icimden lanetler yagdırıyordum .
    Derken beyin cerrahi hekimi gelmisti. Hastanin daha dogrusu ex olmuş
    gencin uzerindeki çarsafi almamı söyledi.

    Çarsafi kaldırdıgımda doktorun hic bir sey soyleme firsatı
    olmadan yere dustugunu gördum .Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
    yemekli bir davetten gelmisti. acaba çok mu sarhostu ya da kalp krizimi geciriyordu,
    diye dusunurken diger hekim arkadaslari olaya mudahale etmislerdi bile.

    ölen o gencecik insanin babasiydi bu doktor ve kendi evladinin
    tedavisi icin cok geç kalmisti ne yazik ki. kötü günde oğlunun acisiyla felç
    gecirmis ve gorevine yeniden donememisti. Seni yeniden andim KEREM ruhun
    şad olsun hayattaki bir saatlik dost bana yillardir yasattigin tecrübeyle
    dost kalan dost.




  • Son öykü de ibretlik.
  • MAYMUN İŞTAHI

    Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.

    Maymun tatlının kokusunu alır ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken, elini dışarı çıkartması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında maymunu tutsak eden bir şey yoktur. Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

    Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.

    Peki, bu özgürlük bizim elimizde olan bir şey mi? Günümüzde bu soruya olumlu cevap vermek oldukça güç gibi görünüyor. Tıpkı maymun örneğinde olduğu gibi bağımlı olduğumuz şeylerden vazgeçememek ve bunu da mantığa bürüyerek, “elimde değil” gibi bahanelere sığınmak en kolayı sanırım.

    İradelerimiz ve özgürlüğümüz büyük bir savaşın kurbanı durumunda… Bize verilenlerle, gösterilenlerle yetinmek zorunda olduğumuz hissi büyük bir hızla kaplıyor benliğimizi… Artık sunulanların doğruluğunu dahi ayırt edemeyecek durumdayız.

    Ellerimizde uzaktan kumandalar, izlediklerimizin etkisiyle hipnotize olmuşuz. Kabul edelim ki irademizi biz yönetemez olduk. Her türlü bağımlılığımızın yegane bahanesi: “elimde değil” sözü ve sızlanıp duruyoruz.

    “Peki, benim elimde değilse kimin elinde?” sorusunu sormaya başladığımızda her şey değişecektir.

    Algı yöneticilerinin en büyük korkusu da budur, bu soruyu sormaya başlayan bireylerdir. Çünkü bu soru bir toplumda sorulmaya başlandığı andan itibaren, sahnenin gerisinde yer alan; insanları, toplumları ve kültürleri kukla misali yönetenleri sezmeye başlamış demektir insanlar…

    Bize dayatılanlar modern olarak gösterilirken, geleneklerimizden gelenlerse çağ dışılık olarak nitelendirilip yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor. Modern denilen yaşam tarzı özgürlüğümüzü teslim alıyor. Cezbedici bir dünyaya bağımlı olurken sonsuz esaret başlıyor. İnsan ve toplumlar bağımlı olurken özgürlüklerini işte böyle kaybediyor.

    Maymun ellerini açsa esaretinden kurtulacak, özgürlüğüne kavuşacak… Bizlerse gözlerimizi açtığımız anda…




  • KALBİNİN VE SEZGİLERİNİN YOLUNU TAKİP ET!

    Tarih 21. yüzyılı, insanların hayalleriyle servet yaratabildiği bir yüzyıl olarak tanımlayacak ve buna en iyi örneklerden biri Steve Jobs olacak hiç kuşkusuz.

    Bütün keşifler, büyük sanat eserleri, dünyayı değiştiren icatlar hep hayal gücünün ürünleridir. Bir hayali hayata geçirmek tanrısal bir güce sahip olmak gibidir.

    Hayal etmenin özünde mevcudu değil daha iyisini istemek vardır. Steve Jobs'un da çıkışı mevcut düzene bir isyandır. Apple'ın amblemi ısırılmış elma, Adem'in cennetten kovulmasını simgeler. Yarattığı bütün ürünler dönemin egemen markalarına bir karşı koyuştur.

    Steve Jobs bir mucit değildir, hiçbir icada imza atmamıştır; ama olağanüstü bir yaratıcıdır. Ne cep telefonunu, ne de laptopu bulan Apple'dır; ama Apple icat edilmiş pek çok teknolojik ürünü olağanüstü bir sadelik, estetik ve işlevselliğe dönüştürmüştür.

    Steve Jobs her yaratıcı gibi buyurgan bir kişiliğe sahipti. Yarattığı ürünler, kullanıcısına geniş özgürlükler sağlamıyordu. Mac bilgisayarda her program çalışmaz, işletim sistemi kendine özgüdür. Sadece bilgisayarlarda değil, Ipod, Iphone ya da Ipad'lerde de durum aynıdır. Bu ürünleri satın alanlar, Steve Jobs'un istediği gibi davranmak zorundadırlar. Buna rağmen Apple müşterileri gönüllü olarak özgürlüklerinin sınırlanmasını kabul ederler. Dışarıdan bakana tuhaf gelen bu durum onlar için bir gurur kaynağı haline gelir. Bu ürünleri kullanan Apple’cılar zaman geçtikçe kendilerini diğerlerinden farklı görmeye başlarlar, Steve Jobs'un isyanının parçası olurlar. Apple ürünlerini kullanmak bir hayat tarzının göstergesi haline gelir.

    Kullanıcıya sihirli bir dokunuşu vardır Steve Jobs'un.

    Ürünlerin tasarımındaki "buyurganlık" şirket yönetimine de yansımıştır. Steve Jobs'un otoritesi bütün şirkete sinmiş durumdadır. Apple bu zamanın ruhunu yansıtan bir şirket olsa da çalışanını özgür bırakan bir kuruluş değildir. Şirketin her kademesinde Steve Jobs'un buyurganlığı hâkimdir. Sadece buyurganlığı değil aynı zamanda "mükemmeliyetçi bir talepkârlığı" vardır. Steve Jobs'un yakınlarında çalışmak çok zordur. Çok fazla talepkar olması, yakınındakiler için kolay katlanılır bir durum değildir; ama bugün itibariyle Apple'ın dünyanın en değerli şirketi olmasının en önemli nedeni belki de bütün çalışanların Steve Jobs'un düşüncelerini hayata geçirmek için tek yumruk gibi bütünleşmesidir.

    Steve Jobs hiçbir icat yapmamıştı ama yarattığı ürünlerinin hepsi kelimenin tam anlamıyla birer inovasyondu. Yaptığı bütün inovasyonlarının kökeninde kullanıcının hayatını kolaylaştırmak vardı. Apple kullananların ürünlerden duydukları memnuniyet, yaşadıkları deneyimden elde ettikleri tatmin onları birer Steve Jobs hayranına dönüştürüyordu.

    Steve Jobs bana göre, her şeyden önce bir deneyim mimarıydı. En büyük başarısı mevcut bir teknolojinin insanla ilişkisini bir antropolog gibi inceleyip onu benzersiz bir deneyime dönüştürme yeteneğiydi. Jobs'un bu yeteneği Apple'ın devrim yapmasını sağladı.

    İnsanın nesnelerle ilişkisini inceleyen ve daha konforlu kullanım deneyimi yaratmayı amaçlayan "ergonomi" disiplinini çok iyi özümsemiş bir insandı. Yarattığı ürünlerin "ergonomik" olmasından katiyen taviz vermedi. Jobs verdiği farklı röportajlarda sık sık "Tasarım tuhaf bir kelime. Bazı insanlar tasarımın dış görünüşle ilgili olduğunu düşünür. Elbette öyledir ama eğer biraz daha derine inerseniz gerçekte tasarım nesnelerin nasıl göründüğüyle değil nasıl işlediğiyle ilgilidir. Mac'in tasarımı, onun nasıl göründüğüyle ilgili değildir, dış görünüş tasarımın sadece bir parçasıdır. Ama öncelikle Mac'in nasıl çalıştığıyla ilgilidir." der.

    Apple'da bütün ürün geliştirme süreci kullanıcının ihtiyacını anlamak ve onun hayatını kolaylaştırmak felsefesine dayalıydı. Bugün milyonlarca insanın Apple'a hayran olması ürünlerin sıra dışı olmasındandır.

    Steve Jobs'un çağın ötesinde bir estetik anlayışı vardı. Bir Amerikalıdan çok bir İtalyan’dan beklenen estetik anlayışına sahipti. Üstelik her yaratıcıda olduğu gibi onun estetik anlayışı da tartışmaya pek açık değildi. Ona göre "zevk" kullanıcıya göre değişen bir kavram değildi. Estetiğin standardını kendisi belirliyordu. Bence de hiç haksız değildi. Apple yapıyordu ve çok da güzel oluyordu. Steve Jobs'un buyurganlığı burada da kendini gösteriyordu. "Zevklerin herkese göre değiştiği" safsatasına karşı çıkıyordu, estetiğin öğrenilmesi gereken bir değer olduğunu savunan bir dünya görüşü vardı.
    Steve Jobs vefat ettiğinde Barack Obama "Dünya büyük bir hayalperesti kaybetti." dedi. Obama, Jobs’un "Farklı düşünecek kadar cesur, dünyayı değiştirebileceğine inanacak kadar gözü pek ve bunu yapabilecek kadar yetenekli." olduğunu söyledi.

    Hakikaten Steve Jobs'un hayal gücü, zekâsı, başarma arzusu ve enerjisi, hayatımızı zenginleştiren ve geliştiren sayısız yeniliğin kaynağı oldu. Jobs yarattığı efsanevi Apple markasından daha çok, kendi ilham verici yaşam öyküsüyle "hayal gücünün alabileceği yolun sınırı olmadığını" bize kanıtladı. Jobs "Müşterilerine ürün satan değil, onların içindeki gizli dâhileri harekete geçirmek için yardımcı olanlar kazanır." diye özetlediği felsefesiyle iş dünyasına taptaze, yepyeni bir soluk getirdi.
    Albert Einstein "Hayal gücü bilgiden daha değerlidir." der. Bilgi sınırlıdır ve son kullanma tarihine sahiptir. Hayal gücünün ise ne sınırı ne de son kullanma tarihi vardır. Daha da ötesi hayal gücü hep yeni bilgilerin yolunu açar.
    Jobs hayatıyla ve yaptıklarıyla Einstein'ın bu sözünün canlı kanıtı gibiydi. Jobs önce ailesi tarafından istenmeyerek başka bir aileye evlatlık olarak verildi sonra kendi kurduğu Apple'ın yönetim kurulundan atıldı. Ünlü Stanford konuşmasında Apple'dan atılışını kendi başına gelmiş "en iyi şey" olarak tanımlayacaktı. Başarılı olmanın ağırlığından kurtulmuş başarısız olmanın hafifliğine kavuşmuştu, her şeye taptaze bir başlangıç zihniyle yaklaşma özgürlüğüne kavuşmuştu.
    Apple'dan ayrı kalmak zorunda olduğu yıllar ona çok iyi geldi. Başarının bazen de kendimizi güvende hissettiğimiz "konfor alanlarından" çıkarak yeni arayışlarla mümkün olduğunu bize öğretti. Oysa kendi şirketinden atıldığında çok üzüntülüydü. Şirketinden uzakta geçireceği yıllarda elde edeceği deneyimlerin onun daha sonra - Apple'a geri döneceği zaman-başarısının esas nedenleri olacağını henüz bilmiyordu. Stanford konuşmasında öğrencilere, "İnsan yaşarken anlayamıyor, noktaları ancak daha sonra birleştirip, anlamlandırıyor." demişti.
    On bir sene sonra başına geçtiği Apple'ı kısa zamanda dünyanın en değerli şirketi yaptı. Steve Jobs, 21. yüzyılın başlangıcına damgasını vurdu. Hayatı kısa sürdü ama etkisi çok uzun sürecek, hiç unutulmayacak.
    Steve Jobs'un yaptıkları hepimize ilham verdi. Bu yazıyı onun Stanford öğrencilerine yaptığı konuşmasının son bölümüyle bitiriyorum:
    "Hayatta sahip olduğunuz zaman sınırlı, bunu başkalarının hayatlarını yaşayarak ziyan etmeyin! Başkalarının düşüncelerinin eseri olan dogmaların tuzağına düşmeyin! Kendi içsesinizi başkalarının sesinin bastırmasına izin vermeyin! Ama en önemlisi, sizin ne yapmak istediğinizi en iyi bilen kalbinizin ve sezgilerinizin yolunu takip etme cesaretini gösterin. Geri kalan her şey teferruattır."




  • up yokmu hikayesi olan

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Genç adam, babasına her gün; " - Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi"
    Baba, oğlunun sözlerine itiraz eder, " - Olmaz öyle çok dost, hakikisi belki bir, belki iki, gerçek, hakiki dostun fazlasını bulamazsın " Devam eder durur konuşma...

    Aralarında tartışmaya başlarlar. Sonunda bir sınavla hakiki dostları anlamaya karar verirler.

    Bir akşam bir koyun keserler ve çuvala koyarlar. Baba oğluna " - Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna".

    Çuvaldan kanlar damlamakta, dışardan öyle bir izlenim vermektedir ki sanki bir adamı öldürmüşler, çuvala koymuşlar. Genç adam sırtlar çuvalı, en iyi bildiği dostuna gider, kapıyı çalar. O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı, ‘’ – Kusura bakma seni içeri alam. Hem ne sen beni gördün nede ben seni gördüm…’’ kapıyı hızla kapar genç arkadaşının suratına, onu içeri almaz.

    Böylece tek tek dolaşır delikanlı, kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. Oğul geriye döner. Ama içten yıkılır... Babasına dönerek; " - Haklıymışsın baba" der.’’ —Ne sana, ne de bana dost yokmuş bu dünyada’’ Baba " - Hayır evlat" der, ‘’ - Benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı alda bir kere de ona git ’’ Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.

    Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar... Gider, babasının dostuna. Kabul görür.’’ – Hemen içeri gir bir çaresine bakarız der.’’Genç adam buna çok sevinir. Arka bahçeye geçerler. Bir çukur kazarlar birlikte, adam diye çuvaldaki koyunu gömerler, üzerine de toprak serpiştirirler. Belli olmasın diye sarımsak dikerler

    Genç adam gelir babasına; " - Baba, işte dost buymuş" diye konuşunca, babası; " - Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git, bir tartışma çıkart ve hiç çekinmeden iki tokat vur.’’o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi. Sonra gel bana olanları anlat."

    Genç adam, babasının dediğini aynen yapar, maksadı dostun hakikisini anlamaktır, istemeden babasının dostuna iki tokat atar! Baba dostu bakar ki tokatı atan dostunun oğlu. Ağzından şu cümleler dökülür: "- Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını böyle iki tokada"




  • quote:

    Orijinalden alıntı: LusT

    up yokmu hikayesi olan

    bir süre sonra bağımlılık yapıyor, insanın hergün okuyası geliyor
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    quote:

    Orijinalden alıntı: LusT

    up yokmu hikayesi olan

    bir süre sonra bağımlılık yapıyor, insanın hergün okuyası geliyor

    Aynen hepsini birgunde okudum kalmadi hikaye son hikayede guzelmis
  • bulunsun
  • Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi? Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi.
    İşte bu imkansızdı.. Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; “Bekleriz” diye mırıldandı... Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü..


    Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. “Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok” diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu.. Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın hemen söze başladı.
    Harvard’da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. “Madam” dedi, sert bir sesle, “Biz Harvard’da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner...” “Hayır ,Hayır” diyerek haykırdı yaşlı kadın.. “anıt değil... Belki, Harvard’a bir bina yaptırabiliriz”. Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, “Bina mı?” diyerek tekrarladı, “Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı...” Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: “Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?” Rektörün yüzü karmakarışıktı.. yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California’ya, Palo Alto’ya geldiler. Ve Harvard’ın Artık umursamadığı Oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular. Amerika’nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD’u.


    Ayağınıza kadar gelip, sizinle görüşmek isteyen insanlara yaklaşmadan önce bir kez daha düşünmeniz dileğiyle...




  • İKİ ŞEY

    Iki sey 'Kalitesiz Insan'in ozelligidir :
    1- Sikayetcilik
    2- Dedikodu

    Iki sey cozumsuz gurunen problemleri bile cozer :
    1- Bakis acisini degistirmek
    2- Karsindakinin yerine kendini koyabilmek

    Iki sey yanlis yapmani engeller:
    1- Şahıs ve olaylari akil ve kalp suzgecinden gecirmek
    2- Hak yememek

    Iki sey kisiyi gozden dusurur :
    1- Demagoji (Laf kalabaligi)
    2- Kendini agira satmak (ovmek, vazgecilmez gostermek)

    Iki sey insani 'Nitelikli Insan' yapar :
    1- Iradeye hakim Olmak
    2- Uyumlu Olmak

    Iki sey 'Ekstra Deger' katar :
    1- Hitabet ve diksiyon egitimi almak
    2- Anlayarak hizli okumayi ogrenmek

    Iki sey geri birakir :
    1- Kararsizlik
    2- Cesaretsizlik

    Iki sey kaşif yapar :
    1- Nitelikli cevre
    2- Biraz delilik

    Iki sey omur boyu bosa kurek cekmemeni saglar :
    1- Baskin yetenegi bulmak
    2- Sevdigin isi yapmak

    Iki sey basarinin sirridir :
    1- Ustalardan ustaligi ogrenmek
    2- Kendini guncellemek

    Iki sey basariyi mutlulukla beraber yakalamanin sirridir :
    1- Niyetin saf olmasi
    2- Ruhsal farkindalik

    Iki sey milyonlarca insandan ayirir :
    1- Sorunun degil, cozumun parcasi olmak
    2- Hayata ve her seye yeni (ozgun, orijinal, farkli) bakis acisiyla yaklasabilmek

    Iki sey gelismeyi engeller :
    1- Asirilik (mubalaga, abarti, ifrat, tefrit)
    2- Felakete odaklanmis olmak

    Iki sey cozum getirir :
    1- Tebessum (gulumseme)
    2- Sukut (susmak)

    Iki seyin degeri kaybedilince anlasilir:
    1- Anne
    2- Baba

    Iki sey geri alinmaz:
    1- Gecen zaman
    2- Soylenen soz


    Iki sey gercek sondur:
    1- Cennet
    2- Cehennem

    Iki sey ulasmaya degerdir:
    1- Sevgi
    2- Bilgi

    Iki sey "hayatta onemli olan her sey" icindir :
    1- Nefes alabilmek
    2- Nefes verebilmek




  • YAPICI OLMAK

    Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış...

    Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş... Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş...

    Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş...

    Ranga Guru ise;

    - Sen artok ressam sayılırsın Racaçi.. artık senin resmini halk değerlendirecek. diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kirmizi bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmiş... Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor... Çok üzülmüs tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün oldugunu belirtmiş.

    Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru... Ama bu defa yanına bir palet dolusu çesitli renklerde yaglı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

    Raciçi denileni yapmiş...

    Birkaç gün sonra gittigi meydanda görmüs ki resmine hiç dokunulmamış, firçalar da, boyalar da kullanılmamış... Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..

    Ranga Guru ise;

    Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanaği ile karşılaşabileceğini gördün...

    Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı...

    Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... yapıcı olmak eğitim gerektirir... Hiç kimse bilmedigi bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi...

    Sevgili Raciçi Mesleginde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur...

    Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartişma...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    YAPICI OLMAK

    Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış...


    insanın hayatın her anında düşünüp uygulaması gereken bir yazı..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    YAPICI OLMAK

    Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış...


    insanın hayatın her anında düşünüp uygulaması gereken bir yazı..

    Gerçekten de öyle. Bu öyküyü okuduktan sonra umarım birçok kişi başkalarını veya yaptıklarını eleştirirken biraz daha temkinli davranırlar.




    Öykümüz ünlü Çin düsünürü Lao Tzu'nun zamaninda geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, sik sik anlatirmis hatta..

    Efendim köyde bir yasli adam varmis.. Çok fakir.. Ama kral bile onu kiskanirmis.. Öyle dillere destan bir beyaz ati varmis ki.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamini teklif etmis ama adam satmaya yanasmamis..

    "Bu at, bir at degil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mi" dermis hep..

    Bir sabah kalkmislar ki, at yok..

    Köylü ihtiyarin basina toplanmis..

    "Seni ihtiyar bunak.. Bu ati sana birakmayacaklari, çalacaklari belliydi. Krala satsaydin, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yasardin. simdi ne paran var, ne de atin" demisler..

    İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demis.. Sadece 'At kayip' deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiginiz karar. Atimin kaybolmasi, bir talihsizlik mi, yoksa bir sans mi, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir baslangiç. Arkasinin nasil gelecegini kimse bilemez.."

    Köylüler ihtiyar bunaga kahkahalarla gülmüsler.

    Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansizin dönmüs.. Meger çalinmamis, daglara gitmis kendi kendine.. Dönerken de, vadideki 12 vahsi ati pesine takip getirmis.

    Köylüler, ihtiyar adamin etrafina toplanip özür dilemisler..

    "Babalik" demisler.. "Sen hakli çiktin.. Atinin kaybolmasi bir talihsizlik degil adeta bir devlet kusu oldu senin için.. simdi bir at sürün var.."

    "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demis ihtiyar.. Sadece atin geri döndügünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getirecegini henüz bilmiyoruz. Bu daha baslangiç.. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkinda nasil fikir yürütebilirsiniz?.."

    Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemisler açiktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmisler..

    Bir hafta geçmeden, vahsi atlari terbiye etmeye çalisan ihtiyarin tek oglu attan düsmüs ve ayagini kirmis. Evin geçimini temin eden ogul simdi uzun zaman yatakta kalacakmis.

    Köylüler gene gelmisler ihtiyara..

    "Bir kez daha hakli çiktin" demisler. "Bu atlar yüzünden tek oglun bacagini uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak baskasi da yok.. simdi eskisinden daha fakir, daha zavalli olacaksin" demisler..

    İhtiyar "Siz erken karar verme hastaligina tutulmussunuz" diye cevap vermis. "O kadar acele etmeyin. Oglum bacagini kirdi. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiginiz karar.. Ama acaba ne kadar dogru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacagi size asla bildirilmez.."

    Birkaç hafta sonra, düsmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldirmis. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çagirmis. Köye gelen görevliler, ihtiyarin kirik bacakli oglu disinda bütün gençleri askere almislar. Köyü matem sarmis. Çünkü savasin kazanilmasina imkan yokmus, giden gençlerin ya ölecegini ya esir düsüp köle diye satilacagini herkes biliyormus.

    Köylüler, gene ihtiyara gelmisler..

    "Gene hakli oldugun kanitlandi" demisler. "Oglunun bacagi kirik, ama hiç degilse yaninda. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oglunun bacaginin kirilmasi, talihsizlik degil, sansmis meger.."

    "Siz erken karar vermeye devam edin" demis, ihtiyar.. Oysa ne olacagini kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oglum yanimda, sizinkiler askerde.. Ama bunlarin hangisinin talih, hangisinin sanssizlik oldugunu sadece Allah biliyor."

    Lao Tzu, öyküsünü su nasihatla tamamlarmis, etrafina anlattiginda:

    "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkiniz kalmaz. Hayatin küçük bir parçasina bakip tamami hakkinda karar vermekten kaçinin. Karar aklin durmasi halidir. Karar verdiniz mi, akil düsünmeyi, dolayisi ile gelismeyi durdurur. Buna ragmen akil insani daima karara zorlar. Çünkü gelisme halinde olmak tehlikelidir ve insani huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi baslar. Bir kapi kapanirken, baskasi açilir. Bir hedefe ulasirsiniz ve daha yüksek bir hedefin hemen oracikta oldugunu görürsünüz."




  • Bir cuma aksamiydi,adam karisindan ayrilali aylar olmustu ve
    hala bu market alis verislerine alisamamisti,üstüne üstlük bu gün
    kendisinin yerine baska bir arkadasinin terfi ettigini ögrenmisti,markete
    gelirken hiz sinirini astigi için ceza yemisti.Sanki bir el hayatindaki
    herseyi tersine çeviriyordu.Marketde asikbir suratla alisveris
    yapiyordu, market çok kalabalikti,kasalarin önünde uzun kuyruklar olusmustu,adam
    tam 20 dk siranin kendisine gelmesini bekledi.Beklerken de elindeki
    dergiyi karistiriyordu.Tam sira ona gelmisti ki omuzuna bir elin
    dokundugunu fark etti ,bir çift iri mavi göz ile karsilasti.Kiz tatli bir
    sesle rica etti."
    Lütfen çok acelem var, sadece 1 paket dondurma aldim,4
    yasindaki kuzenim arabada tek basina bekliyor ve agliyor,20 dk beklersem
    hem dondurma eriyecek ,hemde çocugu susturamayacagim ,sadece 1 sn nizi
    alacagim,siranizi bana verir misiniz ?
    Ilk defa bir çocuga bakiyorum
    ve ne yapacagimi bilemiyorum,susturamiyorum,dondurma iyi fikir
    gibi gelmisti ama sira çok fazla .. Lütfen "

    Adam karsindaki kizin güzelligi ve çaresizligi karsisinda
    ,birden kendisini süpermen gibi hissetti,sirasini ona verirse o kiza
    büyük bir iyilik yapmis olacakti. Bir anda sanki tüm sikintilari yok olmus gibi
    çoskulu bir sesle " olur " dedi.

    Kiz dondurmayi ve 1 dolari uzatti....

    O sirada birden kasadan garip sesler çikti ve kasiyerler
    çoskuyla alkislamaya basladilar ,birden herkes kizin etrafini
    sarmisti,adam bir görevlinin kizin yanina giderek ,kiza
    " Tebrikler ,siz JP marketler zincirinin kurulusundan beri alis veris yapan 10 milyonuncu
    kisisiniz.1 milyon usd lik bir ödül kazandiz."dedigini duydu.

    Bir süre sonra kasiyerler yeniden çalismaya basladi,kasiyer
    onun parasini alirken, " ne kadar sansizsiniz ,tam da sira size
    gelmisti,o para sizin hakkinizdi "dedi.Adam "önemli degil "demek istedi ama sanki
    sesi çikmiyordu.

    Marketten çikarken kalabaliga son kez bakti, o sirada zevkle
    dondurmasini yiyen ve etrafa gülücükler dagitan küçük çocugu ve
    güzel kizi gördü. Kiz çok saskindi ve gülüyordu .

    Bir an göz göze geldiler,o an kiz gülmeyi birakti,bir sey
    söylemek ister gibi adama bakti.

    O sirada kendisine sorulan bir soruya cevap verdi.Tekrar adama
    dogru döndügünde,onu göremedi ,adam arabasina binip gitmisti.

    Adam ,yolda giderken sürekli üzülmemeye çalisiyor ve kendi
    kendine " sadece o küçük çocugu düsündügüm için sirami verdim "
    diyordu.Gögsünde bir aci hissi kalmisti.

    Siz adamin ya da kizin yerinde olsaniz ne yapardiniz ?

    Tabii ki öykü burada bitmiyor.Devam edelim, bakalim neler
    oldu.

    Adam üzgünce evine gitti.Ertesi gün tüm gazetelerde çarsaf
    çarsaf kizin resimleri vardi,mutlulukla gülümsüyor bu para ile ne
    yapacagini anlatiyordu.Adam gazeteyi firlatip çöpe atti.

    Kiza o gün parasi ödenmisti.Kiz önce güzel bir elbise almis ve
    ,kuaföre gitmisti.Kendime bir araba alirim kalani ile diye düsündü. Ama
    nedense kendisini mutlu hissetmiyordu,hep kendisine sirasini veren o
    tatli adami düsünüyor ve vicdan azabi çekiyordu.Ben onun sirasini
    aldim diye..Adam hiç itiraz etmemis,sessizce marketten
    gitmisti. Kendisini onun yerine koydu ve Ben olsam 1 mio usd benim olacakken sirami verdigim
    kisiye gitse ne yapardim diye..Herhalde çok üzülürdüm dedi.

    Kararini verdi, sabah bir avukata gidecek ve bu parayi adama
    vermelerini isteyecekti,gerçi adami hiç tanimiyordu ama avukat
    bir yolunu bulur diye düsündü.

    Simdi rahatlamisti,huzurlu bir biçimde uykuya daldi.

    Birkaç gün sonra adami bir avukat aradi,adini marketteki
    kasiyerden aldiklarini ve kredi karti numarasindan kendisine
    ulastiklarini söyledi ve devam etti." müvekkilim o gün siranizi verdiginiz
    için tesekkür ediyor ve paranin sizin hakkiniz oldugunu düsünüyor,para
    bankadaki hesabiniza yatirildi.Ama içinden 150 usd eksik ,onunla Miss. Steward bir
    elbise almis ve kuaförde saçini yaptirmis,daha sonra size o 150 usd
    yi de gönderecek."

    Adam telefon elinde kalakaldi.

    Ilk saskinligi geçince kizin çalistigi sirkete gitti.Yemege
    çiktilar adam hem kiza tesekkür etti ,hemd e bu paranin yarisini kiza
    verdi.Uzun uzun bu parayla ne yapacaklarini konustular ,hayallerinden
    bahsettiler,parayi harcadikça ne yaptiklarini birbirlerine söylemeye karar
    verdiler. Zamanla birbirlerinden çok hoslanmislardi,paraysa bir vesile
    oluyor birlikte harciyorlardi.

    1 yilin sonunda bu parayla bir çok sey almislardi ve para
    bittiginde evlenmeye karar verdiler.

    Simdi 2 çocuklari var ve çok mutlular.

    Her yil JP marketlerin kurulus yildönümüne katiliyorlar,tüm
    caddelerdeki billboardlari süsleyen marketin reklam
    kampanyasinda onlarin alisveris yaparkenki mutlu resimleri süslüyor.
    Altinda da kocaman

    "amacimiz mutlulugunuzu artirmak !!!!!!!!!
    (jp marketler zinciri)" yaziyor.




  • Alttaki yazıyı dini konulara çekmemenizi rica ediyorum. Adı üstünde, efsane.

    "TANRI yalniz suyu yaratmisti; insanlar ise sarabi yaratti."
    ( Victor Hugo )

    Mitolojide tanrilarin içkisi olarak kabul edilen sarap, Tevrat,
    Incil ve Zebur'da kutsal içki olarak anilir.Sarabin ilk ortaya çikisi ile
    ilgili çesitli efsaneler anlatilagelmistir. Anadolu'da anlatilan en
    yaygin efsane;

    "Nuh peygamber bir gün Agri Dagi'nin eteklerinde dolasirken son
    derece neseli bir keçi görür. Keyifle hoplayip ziplayan keçinin
    nesesininin kaynagini merak eden Nuh peygamber keçiyi takip eder ve
    keçinin iri taneli bir meyveyi yedigini görür. Bu meyveyi çok begenen
    peygamber üzüm suyunun tiryakisi olur. Nuh'un keyfini fark eden
    seytan, onu kiskanarak yakici nefesiyle asmalari kurutur. Ancak, Nuh bu
    duruma çok üzülüp kederlenince seytan merhamete gelerek, asmayi kurtarmak
    için 7 hayvanin kaniyla sulanmasi gerektigini söyler. Nuh, onun dedigi
    gibi aslan, kaplan, ayi, köpek, horoz, tilki ve saksagandan olusan 7
    hayvanin kani ile asmayi sular ve asma yeniden canlanir. Iste bu yüzden o
    günden beri üzümün suyundan ya da bu meyveden üretilen içkiyi içenler, ya
    aslan gibi cesur, ya kaplan gibi yirtici, ya ayi gibi kuvvetli, ya köpek
    kadar kavgaci, ya horoz gibi gürültücü, ya tilki gibi kurnaz, ya da
    saksagan gibi geveze olurlar."




  • Nick adinda bir demiryolu isçisinin öyküsü bu.
    Nick güçlü, saglikli bir isçi, manevra sahasinda
    çalisiyor.Arkadaslariyla iliskisi iyi ve isini iyi yapan güvenilir bir
    insan. Ne var ki,kötümser biri, her seyin kötüsünü bekler ve basina kötü
    seyler geleceginden korkar.

    Bir yaz günü, tren isçileri, usta basinin dogum günü nedeniyle
    bir saat önceden serbest birakilirlar. Tamir için gelmis olan ve manevra
    alaninda bulunan bir sogutucu vagonun içine giren Nick, yanlislikla
    içerden kapiyi kapatir, kendini sogutucu vagona kilitler. Diger isçiler Nick'in
    kendilerinden önce çiktigini düsünürler. Nick kapiyi tekmeler, bagirir, ama
    kimse duymaz, duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldigi bir ortamda
    oldugu için pek kulak vermezler. Nick burada donarak öleceginde korkmaya
    baslar. Eger burada çikmazsam, burada kaskati donacagim, diye düsümeye
    baslar. Içerde yarisi yirtilmis bir karton kutunun içine girer. Titremeye
    baslar. Eline geçirdigi bir kagita karisina ve ailesine son düsündüklerini
    yazar : Çok soguk, bedenim hissizlesmeye basladi. Bir uyuya bilsem! Bunlar
    benim son sözlerim olabilir.?

    Ertesi günü sogutucu vagonun kapisini açan isçiler, Nick'in donmus
    bedenini bulurlar. Üzerinde yapilan otopsi, onun donarak öldügünü
    göstermektedir. Fakat bu olayi olaganüstü yapan, sogutucu vagonun sogutma
    motorunun bozuk ve çalismiyor olmasiydi. Vagonun içindeki isi 18°C idi, ve
    vagonda bol hava vardi.Nick'in korkusu, kendini gerçeklestiren bir kehanet
    olusturmustu.

    Korkularinizin esiri olmayin.




  • Bu yazı oldukça ünlü birisinin ailesi ve çocukluğu hakkında.
    Amacım, büyürken onun yerinde olmanın nasıl bir şey olabileceğini ve bunun getirdiği duyguları okura biraz olsun hissettirebilmek. Bu kişinin kimliğini açıklamayı en sona bırakacağım, ki kişisel önyargılar ve
    tahminler onun tecrübelerine hükümsüz bir şekilde bakmaya engel olmasın. Ayrıca biyolojik ve sosyal faktörlerin kişilik üzerindeki etkisini gözlemlemek açısından ilginç bir yaşam öyküsü olduğu için okurlarla paylaşmak istedim.

    Annesi bir hemsirelik öğrencisiydi. Güzel değildi ama abartılı makyajı ve açık kıyafetleri ile tüm dikkatleri üzerine çekmeyi çok iyi biliyordu. Oldukça seksi, cilveli, flört etmeyi seven, dansa ve içkiye düşkün
    biriydi. Babası ise gezici satış elemanlığı yapmaktaydı. Çekici bir adamdı. Değişik kentlerde kimisini hamile, kimisini bebekli olarak terkettiği pek çok sevgilisi ve karısı vardı. Hakkında bazı bilgilerini gizli tutar, nereli olduğunu ve doğum tarihi ile ilgili konularda da yalan söylerdi.

    Bir gün bir kızarkadaşını hemşirelik öğrencisinin çalıştığı hastaneye getirmişti. İlk kez orada karşılaştılar. İlk görüşte aşktı bu; 2 ay sonra evlendiler. Ancak adam başka biriyle halen evliydi ki bu evliliklerini yasal kılmıyordu. Önceki evliliğinin boşanma ile sonlanması bir sonraki yıl gerçekleşecekti. Tabi bunlardan kimsenin haberi yoktu.
    Düğünden bir kaç hafta sonra orduya çağrıldı ve 2. Dünya Savaşı'na katıldı. O askerken genç gelin kendi anne ve babasıyla kaldı ve eğlencelere katılıp dans etmekten de hiç geri kalmadı.

    Askerden dönüste kocası ancak başka bir şehirde iş bulabildi, o orada çalışırken gelin yine ailesiyle kalmaya devam etti. Gelecekleri parlak görünüyordu; bir bebekleri olacaktı ve adam bir ev almaya çalışıyordu. Sonunda kendi evlerine taşınabileceklerdi. Böylece adam karısını yeni evlerine götürmek için yola çıktı. Ancak o gün kadın hayatının en kötü haberini aldı. Hızlı ve pervasız araba kullandığı bilinen kocası bir kazada hayatını kaybetmişti. Genç kadının bütün hayalleri yıkılmıştı.

    Bir kaç ay sonra ölen kocasının adını verdiği bir oğlu oldu. Bir yetim olarak doğmuştu ve daha bebekken annesi onu anneannesi ve dedesi ile bırakıp okulunu bitirmeye başka bir kente gitti. Anneannelerin
    evinde hayat zordu. Anneannesinin seksi tavırları tıpkı annesi gibiydi. Ayrıca, sık sık çığlık çığlığa bağrıp küfürler ettiği, eşyaları kırıp döktüğü öfke krizleri tutardı. Dedesi ise alkole sığınarak tüm bunlara katlanan sessiz bir adamdı. Bu ortam bebek için dengesiz, güvensiz ve korku doluydu.
    Çocuk üç yasına geldiğinde annesi hemşirelik okulunu bitirip eve döndü. Aynı yıl frapan tarzı ve kadın avcısı kişiliği ile ilk kocasına benzeyen bir adamla evlendi. Adam içki içiyor, kumar oynuyor ve sarhoşken karısına ve üvey oğluna terör yaşatıyordu. Kaderi, çocuğu husumet dolu bir evden almış daha kötüsüne sürüklemişti. Aile kısa bir süre sonra genelevleri, kumarhaneleri, rüşvet yiyen yozlaşmış politikacılarıyla ünlü, bir zamanlar gangsterlerin popüler yeri olan bir kasabaya taşında. Kasabanın havası evdeki problemlere gaz verdi. Anne artık sadece eğlencelere gidip içki içmekle kalmıyor bir de kumar oynuyordu. Büyük ihtimalle karısına ihanet etmekte olan üvey baba ise onu sadakatsizlikle suçluyor böylece her gece
    çığlık çığlığa kavgalar ediliyordu. Dışardan bakıldığında şirin bir aile görünümü veriyorlardı: İş adamı bir
    baba, çalışan bir anne, akıllı ve başarılı bir çocuk. Çocuk daha on yaşında ailesinin adını korumak için dışarda mutlu bir yüz takınmayı öğrenmişti. Evde anne-baba anlaşmazlığı gibi bir sorun olduğunda çocuklar
    kendilerini suçlarlar. Yani küçük çocuk kendisinin tüm bu kargaşanın kaynağı olduğuna inanıyor, onun için de herkesi memnun etmek için elinden gelen herşeyi yapıyordu; Uslu bir çocuk ve iyi bir öğrenci oldu. Bu
    herşeyden sorumlu olduğu duygusu onu bir mükemmeliyetçi olmaya itti. Başarılı olmak için duyduğu baskı korkunçtu. Her başarısızlık ise dünyanın sonu gibiydi.

    Ona babalık yapan ve onu koruyup gözeten biri hiç olmamıştı, ama o dokuz yaşındayken doğan küçük kardeşi için bir baba figürüydü. 14 yaşına geldiğinde üvey babası annesini dövmeye başlamıştı. 16 yaşında iken bir keresinde sarhoş adam annesine makasla saldırmıştı, delikanlı annesini üvey babanın elinden kurtarıp ona "Eğer onları istiyorsan, önce beni geçmelisin" dedi. Adam makası bırakıp delikanlıyı dövmek için kemerini çıkarırken, o annesini ve kardeşini oturma odasına çekip kapıyı adamın suratına kapattı.

    Annesi adamı boşayıp aynı yıl onunla tekrar evlendi. Delikanlı buna çok kızmıştı. Annesini bu adamı neden geri aldığını bir türlü anlamıyordu.
    Kısa bir süre sonra adam ölümcül bir hastalığa yakalandı. Artık evde, kendine acıyan zavallı bir figürden başka bir şey değildi. Beş yıl sonraki ölümüne kadar karısı hep yanındaydı. Gencin hiçbir arkadası ya da öğretmeni evde tüm bunların olup bittiğinden şüphe bile etmiyordu. Programının izin verdiği kadar çok aktiviteye katılan hep aynı sosyal, başarılı öğrenciydi. Liseden ilk on arasından mezun oldu ve üniversite okumaya başka bir şehre gitti. Okul harcı ve yeme-içme masraflarını karşılamak için aynı zamanda yarım gün çalışıyordu.
    Oxford Üniversitesi'nde okumasını sağlayan bir burs kazanacak kadar iyi bir derece ile mezun oldu. Oxford' dan döndüğünde Yale Hukuk Okulu'na gitti, orada gelecekteki eşi Hillary Rodham' la tanıştı. 32 yaşında Arkansas Valisi, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nin en genç valisi oldu. 1992'de Bill Clinton başkan seçilmişti.

    Onun hikayesi insanın gücünü kanıtlıyor, bununla birlikte genetiğin,
    yetiştirilme tarzının ve çevrenin kişilik ve davranışlar üzerindeki etkisini gösteriyor.




  • mesajım bulunsun
  • Aşağıdaki yazıyı lütfen kimse "İsrail propagandası" olarak algılayıp tartışma yaratacak mesajlar yazarak başlığı kirletmesin. Aksine, bu yaşanmış öyküden ders çıkartmak lazım...

    Not: Paylaştığım tüm yazılar "copy-paste" olduğu için, yazım ve imla kurallarından mesul değilim. Beni de çok rahatsız ediyor, ama tek tek düzeltmek çok zamanımı alır. Sadece Atatürk ile ilgili bir yazıda bu hatalara dayanamayıp düzeltmekten üşenmemiştim.




    Almanya-yugoslavya sinirindaki meinfurg sehrinde, o gün olaganüstü birseyler yasaniyordu.,sadece tank sesleri ve askerlerin
    ayak sesleri duyuluyordu.Kaçisan , aglasan insanlar vardi.Hitlerin askerleri tek
    tek evleri basiyor, içinde yahudi yasayan evleri atese verip,çoluk çoçuk hepsini askeri araçlara bindirip toplama kamplarina gönderiyorlardi. O
    güzel,yem yesil sinir sehri , artik griye dönüsmüstü. Sehrin biraz dislarinda yasayan Abraham wirtsovzt 12 yasindaki oglu mison ile 4
    yasindaki Amy yi giydirdi,yanlarina biraz yiyecek ve giyecek verdi ve yanaklarindan öptü." Sürekli geceleri güney doguya yürüyün Kimseye
    yahudi oldugunuzu söylemeyin ve konusmayin, hep saklanin..Savas bitince gelip,sizi alacagim."dedi.Çoçuklar o gecenin kör karanliginda yürümeye
    basladilar. Abraham göz yaslarini sildi " Tanrim onlari koru " dedi.

    Bir süre sonra evi askerler basmis ve Abraham ve esi kursuna dizilmisti.
    Miton ve Amy 3 gün boyunca yürüdüler .Nereye gittiklerini bilmiyorlardi.Amy artik bu yürüyüsten sIkIlmIstI ,yiyecekleri
    kalmamisti ve ayaklari yara içindeydi. Mison da yorulmustu. Ikiside yorgunluktan baygin düstüler. Sabah oradan geçen yasli bir köylü üstü
    basi yirtik içinde ,çamur içinde kalmis iki çocuk buldu.Alip onlari eve getirdi.Çocuklar bir süre sonra iyilesti.Fakat israrla
    konusmuyorlardi.

    Kimdiler,nereden geliyorlardi.Yasli köylü çocuklarin Küçük çantalarina baktiginda orada; çokça para ,ailece çekilmis bir resim ve babalarinin
    yazdigi bir mektup vardi. Yasli köylü çocuklara korkmamalari gerektigini söyledi,burasi küçük bir müslüman köyüydü. Savas sonuna kadar yaninda
    kalabileceklerini ve sonra onlari babalarina yollayacagini söyledi.

    Almanlar hizla yayildigindan bu müslüman köyüdekilerde buralari terkettiler. Yasli köyl çocuklarida yanina alip,daha doguya dogru
    gitti.

    Sonunda savas bitmisti,yasli köylü çocuklarin ailelerini aradi ama oradaki tüm yahudiler toplama kamplarina gönderilmis ve çoguda ölmüstü.

    Abraham ve esine ait bir belge bulamadilar. Sonunda yasli köylü dünyanin tüm ülkelerinden gelen yahudilerin kurdugu israil devletine basvurdu

    .Belki de çocuklarin aileleri oradaydi. Israilden gelen iki görevliye çocuklari,aile resmini ve paralari teslim etti. 1 ay sonra israilden
    yasli adama bir yazi geldi.Yazida ona tesekkür ediliyor. ve artik israil devletinin dostu oldugu ihtiyaci oldugunda en yakin konsolosluga
    basvurmasi isteniyordu.. Bu yaziyla yasli adam çok övünür,koca devlet bana tesekkür yazisi gönderdi deyip,dururdu. Öldügünde bu yaziyi oglu
    alip,sakladi. Aradan 25 yil geçmisti.Yasli köylünün oglu o gün belgrad daki hastanede doktoru dinlerken üzgündü. Kizinin acilen beyin
    ameliyati olmasi gerekiyordu. Bu ameliyati basarili bir sekilde yapan bir iki doktor vardi ve onlarda Amerika daydi.Ne parasi yeterliydi. nede o
    doktorlara ulasabilirdi.Çaresizdi. Evini satmaya karar verdi. Ve tapuyu çikarmak için dolabini açip,karistirirken babasindan kalan o eski
    belgeyi buldu. Babasinin sözlerini hatirladi."israil devleti bana tesekkür ediyor.."

    Acaba dedi satsam degeri nedir diye düsündü.Ertesi gün bir antikaciya gidip,belgeyi gösterdi.Antikaci bu tesekkür belgesinin gerçek olup,
    olmadigini ögrenmek için israil konsolosluguna fax çekti. Bir saat sonra bir görevli telefon ederek,belgenin sahibini görmek istediklerini
    söyledi.elvir eyvah dedi basima ismi açtim.diye ve konsoloslugun yolunu tuttu.Ona bu belgeyi nereden buldugunu ,ve neden satmaya çalistigini
    sordular.O da herseyi açikladi.Gidebilirsin dediler ama belgeyi ondan aldilar. 1 hafta sonra kapisina gelen 1 israilli görevli elvir esi ve
    kizini ABD ye götürmeye geldigini söyledi ve devam etti." o belgeyi
    arastirdik, israil devleti kuruldugunda yahudi hayati kurtaran kisilere verilmis
    az sayida belgeden birisi ve hala geçerli ,israil devleti olarak belgede sizin ailenize verilen sözü tutacagiz. O belgede;ibranice ,sizin babaniza
    tesekkür ediliyor ve ailenizden birinin basi sikistiginda israil devletinin size yardim edecegi yaziyor. Israil devleti kizinizi ameliyat
    ettirmeye karar erdi.Belgeyide müzede sergilemek üzere alacagiz dedi.

    Elvir ve esi saskin kalakaldilar.Daha sonra hep birlikte ABD ye gidildi.Küçük
    kiz beyin ameliyatini oldu.Küçük kiz iyilestikten sonra new york daki israil konsoloslugunda bir kutlama yapildi.Elvir ve ailesine israil pasaportu
    hediye edildi.Bu kutlamada yillar önce yasli köylü tarafindan kurtarilan ve simdi evlenip amerika da yasayan Amy esi iki kizi ve ,Mison ,esi ,2
    oglu da vardi. Amy new york un ünlü avukatlarindan ,mison ise bir bankanin genel müdürüydü.Her ikiside geçmisi anlatip,yasli adama
    duyduklari minneti anlattilar.O gün yasli köylü 2 degil ,gördügünüz gibi kaç yahudiye yasamini armagan etti.dediler göz yaslari içinde.
    Amy ve mison; elvir ve ailesiyle zaman zaman görüsmek üzere anlastilar ve
    Küçük kizin tüm egitim masraflarini üstleneceklerine sözverdiler.

    ***********************************************

    Küçük kiz su anda new york da tip egitimi görmekte ve 5 yildir Amy ile yasamaktadir. Annesi ve babasi son yasanan kosava savasi sirasinda
    sirp zulmünden kaçabilmek için ilk defa israil pasaportlarini kullanip, ABD ye gelmisler ve onlarda Amy nin yakininda bir eve
    yerlestirilmislerdir.. Bu ilginç öykü kosova savasi sirasinda ülkeye
    gelen bu aile ile " newyork today" yaptigi röportajla ortaya çikmistir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi unsal07 -- 17 Mayıs 2012; 22:24:36 >




  • 
Sayfa: önceki 1011121314
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.