Şimdi Ara

Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!! (19. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
5 Misafir (2 Mobil) - 3 Masaüstü2 Mobil
5 sn
526
Cevap
163
Favori
330.509
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
9 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1718192021
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Eğitim sistemimize uygun bir hikaye...


    Bir sabah Küçük çocuk okuldayken Öğretmeni seslenmiş:
    - "Bugün resim yapacağız. "
    Küçük çocuk çok sevinmiş. Resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resim yapabilirmiş:
    Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler, trenler ve tekneler.
    Mum boyalarını çıkarmış ve başlamış çizmeye ama öğretmeni:
    - "Bekleyin! Daha başlamayın." diye bağırmış. Herkes hazırlanana kadar beklemişler.
    - "Şimdi Çiçek resmi yapacağız." demiş öğretmeni, Küçük çocuk sevinmiş. Çiçek resmi yapmayı çok severmiş. Güzel güzel çiçekler yapmaya başlamış. Pembe, portakal rengi ve mavi rengarenk çiçekler.

    Ama öğretmeni
    - "Bekleyin! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim." demiş. Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş. Sapı yeşil, kendisi kırmızıymış.
    - "İşte böyle. Tamam şimdi başlayabilirsiniz." demiş öğretmeni. Küçük çocuk öğretmeninin çizdiği çiçeğe bakmış. Sonra da kendi çiçeğine. Kendi çizdiği çiçeği daha fazla sevmiş. Ama bunu söylememiş. Kağıdın öteki yüzünü çevirmiş ve öğretmeninkine benzer bir çiçek çizmiş. Yeşil saplı kırmızı renkli bir çiçek. Başka bir gün küçük çocuk kapıyı kendi başına açabilmeyi başardığında öğretmeni ;
    - "Bugün hamur çalışacağız." demiş.

    Küçük çocuk çok sevinmiş. Hamurla oynamayı çok severmiş. Hamurdan çeşitli şeyler yapabilirmiş: Yılanlar, kardan adamlar, filler, fareler, arabalar, kamyonetler ve hamurunu yoğurmaya başlamış.
    Ama öğretmeni;
    - "Bekleyin! Daha başlamayın." diye bağırmış ve herkes hazırlanana kadar beklemişler.
    - "Şimdi tabak yapacağız." demiş öğretmeni Küçük çocuk çok sevinmiş Tabak yapmayı çok severmiş. Çeşitli boyalarda ve şekillerde tabaklar yapmaya başlamış.
    Ama öğretmeni;
    - "Bekleyin!. Ben size nasıl yapılacağını göstereceğim." demiş ve herkese derin bir tabak nasıl yapılır göstermiş.
    - "İşte böyle. Tamam şimdi başlayabilirsiniz." demiş öğretmeni.

    Küçük çocuk bir öğretmeninin yaptığı tabağa bakmış, bir de kendi yaptığı. Kendi yaptığı tabağı daha çok beğenmiş. Ama bunu kimseye söylememiş. Hamurunu tekrar top haline getirmiş ve öğretmeninkine benzer bir tabak yapmış. Bu derin bir tabakmış. Çok geçmeden küçük çocuk beklemeyi öğrenmiş İzlemeyi de. Öğretmeninkine benzer şeyler yapmayı da Çok geçmeden Kendine özgü şeyler yaratamaz olmuş.

    Daha sonra küçük çocuk ve ailesi başka bir şehirde yeni bir eve taşınmışlar. Ve küçük çocuk başka bir okula gitmek zorunda kalmış.
    Bu okul diğer okuldan daha da büyükmüş. Dışarıdan içeriye açılan bir kapısı da yokmuş. Oldukça büyük basamaklardan çıkmak zorundaymış. Sınıfına ulaşmak için bir de uzun bir koridordan yürümek zorundaymış.
    Daha ilk gün Öğretmeni;
    - "Bugün resim çizeceğiz." demiş.
    Küçük çocuk çok sevinmiş. Öğretmeninin komut vermesini beklemiş. Ama öğretmen hiçbir şey söylememiş, sadece sınıfın içinde, öğrencilerin arasında gezinmiş. Küçük çocuğun yanına gelince,
    - "Resim çizmek istemiyor musun?" diye sormuş
    - "İstiyorum" demiş küçük çocuk
    - "Ne çizeceğiz" diye sormuş küçük çocuk
    Öğretmeni;
    - "Buna sen karar vereceksin" demiş.
    - "Nasıl çizeceğim?" diye sormuş küçük çocuk
    - "Nasıl istersen öyle" demiş öğretmeni.
    - "Hangi renkle boyayacağız?" diye sormuş küçük çocuk
    - "Hangi renkle istersen onla" demiş öğretmeni
    - "Eğer herkes aynı resmi çizerse, aynı renkle boyarsa kimin yaptığını nasıl anlayabilirim?" demiş öğretmeni
    - "Bilmiyorum!" demiş küçük çocuk.

    Ve pembe, portakal rengi ve mavi çiçekler yapmaya başlamış. Yeni okulunu çok sevmiş ön kapıdan sınıfa bir kapısı olmasa bile!

    Helen E. Buckley

    Alıntıları Göster
    Bir profesör konferans vermek üzere salona girmiş. Ama bakmış ki salon, ön sırada oturan seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen profesör sonunda seyise sormuş:
    -Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım?

    Seyis cevap vermiş:
    -Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim.

    Bu sözlere hak veren profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylamasını isteyerek sormuş:

    -Konuşmamı nasıl buldun?

    Seyis cevap vermiş:

    -Hocam, sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelir, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim; ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvanı çatlatmazdım.


    Kıssadan hisse:

    "Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır."




  • Çok kısaymış harbiden la..

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: hsyn1989

    Çok kısaymış harbiden la..

    bunlara uzun diyorsan hayatında hiç roman okumadın galiba?

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil


    quote:

    Orijinalden alıntı: hsyn1989

    Çok kısaymış harbiden la..

    bunlara uzun diyorsan hayatında hiç roman okumadın galiba?

    Arkadaşa bir kıyak geçip özet çıkaralım bari:

    Son eklediğim hikayedeki son cümleyi okuması yeterlidir...
  • arkadaşlar konu çok güzel böyle bir konuyu yukarıda tutalım paylaşım yapan arkadaşlara da bir teşekkürü esirgemeyelim ben teşekkür ederim

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: dxTR90

    arkadaşlar konu çok güzel böyle bir konuyu yukarıda tutalım paylaşım yapan arkadaşlara da bir teşekkürü esirgemeyelim ben teşekkür ederim
    BİR BABANIN EVLENMEK ÜZERE OLAN OĞLUNA TAVSİYESİ

    Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.

    “Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana.” demiş oğluna. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş… Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.

    Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.

    Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: “Ne görüyorsun?”

    Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.

    “Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.

    Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.

    Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. ”

    Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:

    “Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.

    Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.

    Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.

    Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.

    Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu.

    “Asıl ders bu değil!” dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.

    “Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak…

    İkisinde de bir tat yok ” Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. “İçmek istersin herhalde” dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.

    “Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi…

    Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.”




  • quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil

    Seksen yaşına merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işadamı olan oğlu salonda oturuyorlardı.
    Hal hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti.

    ...O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu.

    Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:
    Bu ne oğlum?´
    Oğlu şaşkın, cevapladı: O bir karga baba.´
    Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu:
    Bu ne oğlum?´
    Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: ´Baba, o bir karga´
    Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu.
    Yaşlı baba üçüncü defa sordu:
    Bu ne?´
    Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: ´O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?

    Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti: ´Baba bunu neden yapıyorsun?
    Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?´

    Babası yüzünde hâlâ bir gülümseme yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümsemeye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi:

    Sayfada şunlar yazıyordu :
    Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanı başımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim.

    Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu…´
    Vizeler öncesi denk gelmek kötü oldu konuya sürekli okuyasım geliyor Bu arada paylaşımlar için teşekkürler arkadaşlar.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil


    quote:

    Orijinalden alıntı: hsyn1989

    Çok kısaymış harbiden la..

    bunlara uzun diyorsan hayatında hiç roman okumadın galiba?

    Arkadaşa bir kıyak geçip özet çıkaralım bari:

    Son eklediğim hikayedeki son cümleyi okuması yeterlidir...

    bu güzeldi




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil


    quote:

    Orijinalden alıntı: hsyn1989

    Çok kısaymış harbiden la..

    bunlara uzun diyorsan hayatında hiç roman okumadın galiba?

    Arkadaşa bir kıyak geçip özet çıkaralım bari:

    Son eklediğim hikayedeki son cümleyi okuması yeterlidir...

    bu güzeldi

    Alıntıları Göster
    Öğretmen çocuklara Dünya’nın Yedi Harikası’nı yazmalarını ister. Gelen cevaplar;
    1) Artemis Tapınağı
    2) İskenderiye Feneri
    3) rodos Heykeli
    4) Babil’in Asma Bahçeleri
    5) Mausoleum
    6) Zeus Heykeli
    7) keops piramidi

    Kız öğrencilerden birisi kâğıdını vermekte tereddüt eder. Öğretmenine; “Bence Dünya’nın 7 harikası bunlar değil” der. Öğrenciler kıza gülerler.
    Öğretmen son derece anlayışlı bir şekilde;
    "Peki, söyle bakalım senin listende neler var?"
    Kız öğrenci önce duraksar sonra okumaya başlar.
    “Bence Dünya’nın yedi harikası;
    1) Görmek
    2) Duymak
    3) Dokunmak
    4) Tatmak
    5) Hissetmek
    6) Gülmek
    7) Ve Sevmek”

    Odada sinek uçsa sesi duyulacak şekilde bir sessizlik oldu.
    Basit, sıradan ve normal olarak düşündüğümüz ve gözden kaçırdığımız şeyler gerçekte ne kadar da mükemmeldirler.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HellLord_gs

    Öğretmen çocuklara Dünya’nın Yedi Harikası’nı yazmalarını ister. Gelen cevaplar;...

    Güzeldi.


    BİR BABA GİTTİĞİNDE...


    Bir baba gittiğinde;
    Arkanı yasladığın duvar
    Sabahları sıcak ekmek
    Okul harçlığı, otobüs bileti
    Ciğerinden bir parça gider
    Gider de gider...

    En sinirli anında bile,
    Dudağının kenarında bir gülümseme
    Bayramda öpülecek el
    Çocuklarımızı sırtında taşıyan
    O sevimli dede gider
    Gider de gider...

    Bir içten "oğlum, kızım" sözünün sahibi
    İnatçı bir siyasetçi
    Koca bir beden
    Çocuk bir yürek
    Anneyle yapılan lüzumsuz tartışmalar
    Heyecanlı bir taraftar
    Çalışkan bir "Adam" gider
    Gider de gider...

    Bir sarılmaya, bir çift söze bile
    Fırsat vermez Azrail
    Vakit geldiği zaman
    Sadece baban değil
    Atan gider
    Canın gider
    Kanın gider
    Gider de gider...

    Dolmaz boşluğu kısa zamanda
    Hep bir ses ararsın, bir nefes
    Bir anahtar tıkırtısı
    Yanlış bir iş yapınca
    Gözünün içine bakılmasını
    Ama sadece beklersin

    Çünkü;
    Bir baba gittiğinde,
    Sadece baban değil;
    Bir dostun,
    Bir arkadaşın,
    Bir sırdaşın,
    Bir öğretmenin,
    Bir ustan,
    Bir yanın gider...
    Gider de gider !




  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: HellLord_gs

    Öğretmen çocuklara Dünya’nın Yedi Harikası’nı yazmalarını ister. Gelen cevaplar;...

    Güzeldi.


    BİR BABA GİTTİĞİNDE...


    Bir baba gittiğinde;
    Arkanı yasladığın duvar
    Sabahları sıcak ekmek
    Okul harçlığı, otobüs bileti
    Ciğerinden bir parça gider
    Gider de gider...

    En sinirli anında bile,
    Dudağının kenarında bir gülümseme
    Bayramda öpülecek el
    Çocuklarımızı sırtında taşıyan
    O sevimli dede gider
    Gider de gider...

    Bir içten "oğlum, kızım" sözünün sahibi
    İnatçı bir siyasetçi
    Koca bir beden
    Çocuk bir yürek
    Anneyle yapılan lüzumsuz tartışmalar
    Heyecanlı bir taraftar
    Çalışkan bir "Adam" gider
    Gider de gider...

    Bir sarılmaya, bir çift söze bile
    Fırsat vermez Azrail
    Vakit geldiği zaman
    Sadece baban değil
    Atan gider
    Canın gider
    Kanın gider
    Gider de gider...

    Dolmaz boşluğu kısa zamanda
    Hep bir ses ararsın, bir nefes
    Bir anahtar tıkırtısı
    Yanlış bir iş yapınca
    Gözünün içine bakılmasını
    Ama sadece beklersin

    Çünkü;
    Bir baba gittiğinde,
    Sadece baban değil;
    Bir dostun,
    Bir arkadaşın,
    Bir sırdaşın,
    Bir öğretmenin,
    Bir ustan,
    Bir yanın gider...
    Gider de gider !

    Alıntıları Göster
    Bu olay 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiş.

    "Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi.

    Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

    Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:

    "Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."

    Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

    "Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."

    Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

    O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

    "İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar."




  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Bu olay 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiş.

    "Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi.

    Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

    Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:

    "Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."

    Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

    "Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."

    Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

    O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

    "İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar."

    Alıntıları Göster
    "Adamin biri Washington metro istasyonunda yere comelir ve kemanini calmaya baslar; soguk bir ocak ayi sabahidir. 45 dakika boyuca 6 Bach calar. Cogu insanin ise gitmek icin hareketlendigi bu yogun saat suresince 1100 kisinin istasyonun icinden gectigi hesaplanir.

    Uc dakika gecer orta yasli bir adam muzisyenin caldigini farkeder. Yavaslar, bir kac saniyeligine durur ve sonrasinda aceleyle ilerler yapacaklarindan geri kalmasin diye.

    Bir dakika sonra kemanci ilk bir dolarlik bahsisinin alir; bir bayan parayi kemancinin onune gecerken atmis ve hic durmadan yoluna devam etmistir.

    Bir kac dakika sonra birisi dinlemek icin duvara yaslanir saatine bakar ve tekrar yurumeye baslar. Besbelli adam isine gec kalmistir.

    En cok dikkat eden ise uc yasinda bir cocuktur. Annesi alelacele cekistiriken kendisini durup kemanciya bakar. Sonunda annesi kuvvetlice cekistirir cocugu ve cocuk surekli arkasina bakarak yurumeye baslar.Bu olay diger bir cok cocuk tarafindan tekrarlanir,fakat istisnasiz tum ebeveyinler cocuklarini yurumeye devametmeye zorlar.

    Kemancinin 45 dakikalik gosterisi boyunca sadece 6 kisi durup bir sure bekler. 20 kisi kendisine para verir, sonra yine normal bir sekilde yurumeye devam ederler. 32 dolar toplar kemanci. Gosterisi bitipte etrafa sessizlik hakim oldugunda hic kimse farketmez bile.Kimse alkislamaz yada tanimaz.

    Kimse az once dunyadaki yazilan eserler arasindaki en essiz parcayi 3.5 milyon dolar degerindeki kemaniyla calan bu kisinin dunyanin en yetenekli muzisyenlerinden Joshua Bell oldugunu farkina varmaz.

    Bu olaydan iki gun once biletlerinin ortalama 100 dolar oldugu konserin biletleri yok satmistir.

    Bu gercek bir hikayedir. Joshua Bell in bu metro istasyonunda kimligi belirsiz bir sekilde verdigi konser Washinton Post tafafindan algilama,zevk ve inanlarin onceliklerini kapsayan sosyal arastirmanin bir parcasi olarak tertip edilmistir.

    Ozet olarak : Ortak bir cevrede, uygunsuz bir zamanda guzelligi algilayabiliyormuyuz? Durupta bunu takdir ediyormuyuz? Bir yetenegi beklenmedik bir icerikte tanimlayabiliyormuyuz?

    Bu arastirmadan edinelecek muhtemel sonuclardan biri sudur : Eger dunyanin en unlu muzisyenlerinden birinin dunyada yazilan en iyi eserlerden birini calarken onu durupta dinleyecek bir dakikamiz bile yoksa, acaba daha neler kaciriyoruz hayatta?"

    Kaynak: Knowledge of Today
    Ceviri: Ozan Ozturk




  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    "Adamin biri Washington metro istasyonunda yere comelir ve kemanini calmaya baslar; soguk bir ocak ayi sabahidir. 45 dakika boyuca 6 Bach calar. Cogu insanin ise gitmek icin hareketlendigi bu yogun saat suresince 1100 kisinin istasyonun icinden gectigi hesaplanir.

    Uc dakika gecer orta yasli bir adam muzisyenin caldigini farkeder. Yavaslar, bir kac saniyeligine durur ve sonrasinda aceleyle ilerler yapacaklarindan geri kalmasin diye.

    Bir dakika sonra kemanci ilk bir dolarlik bahsisinin alir; bir bayan parayi kemancinin onune gecerken atmis ve hic durmadan yoluna devam etmistir.

    Bir kac dakika sonra birisi dinlemek icin duvara yaslanir saatine bakar ve tekrar yurumeye baslar. Besbelli adam isine gec kalmistir.

    En cok dikkat eden ise uc yasinda bir cocuktur. Annesi alelacele cekistiriken kendisini durup kemanciya bakar. Sonunda annesi kuvvetlice cekistirir cocugu ve cocuk surekli arkasina bakarak yurumeye baslar.Bu olay diger bir cok cocuk tarafindan tekrarlanir,fakat istisnasiz tum ebeveyinler cocuklarini yurumeye devametmeye zorlar.

    Kemancinin 45 dakikalik gosterisi boyunca sadece 6 kisi durup bir sure bekler. 20 kisi kendisine para verir, sonra yine normal bir sekilde yurumeye devam ederler. 32 dolar toplar kemanci. Gosterisi bitipte etrafa sessizlik hakim oldugunda hic kimse farketmez bile.Kimse alkislamaz yada tanimaz.

    Kimse az once dunyadaki yazilan eserler arasindaki en essiz parcayi 3.5 milyon dolar degerindeki kemaniyla calan bu kisinin dunyanin en yetenekli muzisyenlerinden Joshua Bell oldugunu farkina varmaz.

    Bu olaydan iki gun once biletlerinin ortalama 100 dolar oldugu konserin biletleri yok satmistir.

    Bu gercek bir hikayedir. Joshua Bell in bu metro istasyonunda kimligi belirsiz bir sekilde verdigi konser Washinton Post tafafindan algilama,zevk ve inanlarin onceliklerini kapsayan sosyal arastirmanin bir parcasi olarak tertip edilmistir.

    Ozet olarak : Ortak bir cevrede, uygunsuz bir zamanda guzelligi algilayabiliyormuyuz? Durupta bunu takdir ediyormuyuz? Bir yetenegi beklenmedik bir icerikte tanimlayabiliyormuyuz?

    Bu arastirmadan edinelecek muhtemel sonuclardan biri sudur : Eger dunyanin en unlu muzisyenlerinden birinin dunyada yazilan en iyi eserlerden birini calarken onu durupta dinleyecek bir dakikamiz bile yoksa, acaba daha neler kaciriyoruz hayatta?"

    Kaynak: Knowledge of Today
    Ceviri: Ozan Ozturk

    Alıntıları Göster
    George, evinin çevresinde hırsızları farkeder ve hemen polisi arayarak durumu bildirir. Polis ona hırsızların evin icinde olup olmadığını sorar. George 'Hayır.' der. Bunun üzerine polis 'Şu anda tüm birimler meşgul. Kapınızı kilitleyin. Memurlardan biri müsait olduğunda yanınıza gelecektir.' der.

    George 'Tamam.' der. Telefonu kapatır ve 30'a kadar sayar. Ardından tekrar polisi arar ve der ki 'Merhaba, birkaç saniye önce bahçe kulübemde hırsızlar olduğunu bildirmek için aramıştım. Bu konu hakkında daha fazla endişelenmenize gerek kalmadı çünkü az önce hepsini vurdum.' ve telefonu kapar.

    Beş dakika içerisinde, altı polis arabası, bir SWAT Ekibi, bir helikopter, iki itfaiye aracı, bir paramedik ve bir ambulans Phillips'lerin evindeydi ve hırsızlar suçüstü yakalanmışlardı.

    Polislerden biri George'a, 'Yanılmıyorsam onları vurduğunu söylemiştin!' der.

    George ise şöyle yanıtlar; 'Yanılmıyorsam tüm birimlerin meşgul olduğunu söylemiştiniz!'




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HellLord_gs

    George, evinin çevresinde hırsızları farkeder ve hemen polisi arayarak durumu bildirir. Polis ona hırsızların evin icinde olup olmadığını sorar. George 'Hayır.' der. Bunun üzerine polis 'Şu anda tüm birimler meşgul. Kapınızı kilitleyin. Memurlardan biri müsait olduğunda yanınıza gelecektir.' der.

    George 'Tamam.' der. Telefonu kapatır ve 30'a kadar sayar. Ardından tekrar polisi arar ve der ki 'Merhaba, birkaç saniye önce bahçe kulübemde hırsızlar olduğunu bildirmek için aramıştım. Bu konu hakkında daha fazla endişelenmenize gerek kalmadı çünkü az önce hepsini vurdum.' ve telefonu kapar.

    Beş dakika içerisinde, altı polis arabası, bir SWAT Ekibi, bir helikopter, iki itfaiye aracı, bir paramedik ve bir ambulans Phillips'lerin evindeydi ve hırsızlar suçüstü yakalanmışlardı.

    Polislerden biri George'a, 'Yanılmıyorsam onları vurduğunu söylemiştin!' der.

    George ise şöyle yanıtlar; 'Yanılmıyorsam tüm birimlerin meşgul olduğunu söylemiştiniz!'

    güzelmiş bu




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    quote:

    Orijinalden alıntı: HellLord_gs

    George, evinin çevresinde hırsızları farkeder ve hemen polisi arayarak durumu bildirir. Polis ona hırsızların evin icinde olup olmadığını sorar. George 'Hayır.' der. Bunun üzerine polis 'Şu anda tüm birimler meşgul. Kapınızı kilitleyin. Memurlardan biri müsait olduğunda yanınıza gelecektir.' der.

    George 'Tamam.' der. Telefonu kapatır ve 30'a kadar sayar. Ardından tekrar polisi arar ve der ki 'Merhaba, birkaç saniye önce bahçe kulübemde hırsızlar olduğunu bildirmek için aramıştım. Bu konu hakkında daha fazla endişelenmenize gerek kalmadı çünkü az önce hepsini vurdum.' ve telefonu kapar.

    Beş dakika içerisinde, altı polis arabası, bir SWAT Ekibi, bir helikopter, iki itfaiye aracı, bir paramedik ve bir ambulans Phillips'lerin evindeydi ve hırsızlar suçüstü yakalanmışlardı.

    Polislerden biri George'a, 'Yanılmıyorsam onları vurduğunu söylemiştin!' der.

    George ise şöyle yanıtlar; 'Yanılmıyorsam tüm birimlerin meşgul olduğunu söylemiştiniz!'

    güzelmiş bu

    Alıntıları Göster
    Bir Kızılderili kabilesinin gözleri görmeyen büyücüsü gençleri başına toplar onlara iki kartalın hikayesini anlatırdı. Çadırların uzağında yanan ateşin iniltileri ve gecenin sessizliği dışında her şey ve herkes susardı, büyücü görmeyen gözlerini uzaklara gömüp, o heybetli sesiyle iki kartalın hikayesini anlatmaya başlardı.

    Gökyüzünde gezen yalnız bir kartal varmış; dağların doruklarından havalandı mı, karanlık inene kadar, kanatları yorgun düşene kadar uçar sonra da yuvasına dönüp aşık olacağı bir kartalı hayal edermiş. Günlerden bir gün kartal yine bulutlarla raks edip, güneşin ışıklarıyla şarkılar söylerken çok güzel ve alımlı bir kartal gelmiş yanına. bakışmışlar bir süre. sonra akşama kadar beraber kanat çırpıp koklaşmışlar. çok mutlularmış. birbirlerine ait olduklarına inanmışlar. gel zaman git zaman kartallar uzaklara gidemedikleri ve artık özgür olamadıkları için üzülmeye başlamışlar. gün boyu dağların ardındaki o özlem duydukları özgür günlerini düşünür dururmuşlar. ve kartal dayanamayıp sevgilisine, güzeller güzeli kartala şöyle demiş ‘yıllarca birbirimizin hayalini kurduk. birbirimizi istedik. sen beni bulduğunda dünyanın en mutlu çifti olduğumuza inandık. fakat bir şeyi unuttuk; artık özgür değildik. aşk özgürleştiriyorsa aşktır. özgürlüğü öldüren aşk aşk değildir. ikimizin de aklı bulutların beyazında, dağların doruklarında ve gidilmemiş görülmemiş ovaların ve nehirlerin gizeminde. beraberiz ama mutlu değiliz. beraberiz ama kolumuz, kanadımız kökünden kırılmış gibi. aşk kanat çırparsa aşktır; kanadı kırık aşk kartala ölümdür. aşk dağların doruklarına konabiliyorsa aşktır; toprağa kök salmış aşk sevdiğini gömmektir ölmeden…’ kartallar sarılmışlar birbirlerine, gece boyu ağlamışlar, sevişmişler…sevişmişler, ağlamışlar…gün ağarmadan birbirlerin, ölene kadar bu aşkı özgürlükleri kadar seveceklerine dair söz vermişler ve vedalaşmışlar. köleleştiren aşkın bir sahibi vardır o da ızdıraptır!

    hikayeyi dinleyen kabilenin gençleri, her bu hikayeyi dinlediklerinde biraz daha özgürleşirmişler ve bilirlermiş; aşk tenin tene, gözün göze, elin ele değmesi değilmiş, aşk tenin, gözün ve elin değmediğini sevebilmekmiş. aşk sevdiğini özgürlüğü ile sevebilmekmiş...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HellLord_gs

    Bir Kızılderili kabilesinin gözleri görmeyen büyücüsü gençleri başına toplar onlara iki kartalın hikayesini anlatırdı. Çadırların uzağında yanan ateşin iniltileri ve gecenin sessizliği dışında her şey ve herkes susardı, büyücü görmeyen gözlerini uzaklara gömüp, o heybetli sesiyle iki kartalın hikayesini anlatmaya başlardı.

    Gökyüzünde gezen yalnız bir kartal varmış; dağların doruklarından havalandı mı, karanlık inene kadar, kanatları yorgun düşene kadar uçar sonra da yuvasına dönüp aşık olacağı bir kartalı hayal edermiş. Günlerden bir gün kartal yine bulutlarla raks edip, güneşin ışıklarıyla şarkılar söylerken çok güzel ve alımlı bir kartal gelmiş yanına. bakışmışlar bir süre. sonra akşama kadar beraber kanat çırpıp koklaşmışlar. çok mutlularmış. birbirlerine ait olduklarına inanmışlar. gel zaman git zaman kartallar uzaklara gidemedikleri ve artık özgür olamadıkları için üzülmeye başlamışlar. gün boyu dağların ardındaki o özlem duydukları özgür günlerini düşünür dururmuşlar. ve kartal dayanamayıp sevgilisine, güzeller güzeli kartala şöyle demiş ‘yıllarca birbirimizin hayalini kurduk. birbirimizi istedik. sen beni bulduğunda dünyanın en mutlu çifti olduğumuza inandık. fakat bir şeyi unuttuk; artık özgür değildik. aşk özgürleştiriyorsa aşktır. özgürlüğü öldüren aşk aşk değildir. ikimizin de aklı bulutların beyazında, dağların doruklarında ve gidilmemiş görülmemiş ovaların ve nehirlerin gizeminde. beraberiz ama mutlu değiliz. beraberiz ama kolumuz, kanadımız kökünden kırılmış gibi. aşk kanat çırparsa aşktır; kanadı kırık aşk kartala ölümdür. aşk dağların doruklarına konabiliyorsa aşktır; toprağa kök salmış aşk sevdiğini gömmektir ölmeden…’ kartallar sarılmışlar birbirlerine, gece boyu ağlamışlar, sevişmişler…sevişmişler, ağlamışlar…gün ağarmadan birbirlerin, ölene kadar bu aşkı özgürlükleri kadar seveceklerine dair söz vermişler ve vedalaşmışlar. köleleştiren aşkın bir sahibi vardır o da ızdıraptır!

    hikayeyi dinleyen kabilenin gençleri, her bu hikayeyi dinlediklerinde biraz daha özgürleşirmişler ve bilirlermiş; aşk tenin tene, gözün göze, elin ele değmesi değilmiş, aşk tenin, gözün ve elin değmediğini sevebilmekmiş. aşk sevdiğini özgürlüğü ile sevebilmekmiş...

    Alıntıları Göster
    güzel konu takip edilmeli...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Unzerstörbar

    beyler devam edin hepsini okudum..


    TEMİNAT
    Çok şık giyimli adamın biri New York şehrinin en iyi bankalarından birine girer. Sırasını bekledikten sonra, müşteri temsilcisinin önündeki koltuğa oturur ve utangaç bir eda ile;
    - Çok acele 5,000 dolara 3 haftalığına ihtiyacım var, bunu sizden hemen temin edebilir miyim diye sorar ?
    Müşteri temsilcisi adamın giyiminden ve konuşmasından çok etkilenmesine rağmen, kendi bankaları ile daha önce hiç çalışıp çalışmadığı veya herhangi bir referansı olup, olmadığı gibi beylik sorularını, ezberletildiği şekilde sorar.
    Adam, bunun üzerine kibarca ve ezilerek bunların aslında hepsini kendisine temin edebileceğini, fakat çok acelesinin olduğunu ve müşteri temsilcisinin temkinli yaklaşımını da gayet anlayışla karşıladığını anlatır ve sorar:
    - Benim aklıma bir çözüm yolu geliyor; kapınızın önünde 200.000 dolar değerinde Rolls Royce arabam var, bunu size teminat olarak bırakayım, 3 hafta sonra 5.000 doları ve faizini ödedikten sonra arabamı geri alırım, böyle bir çözüm sizce uygun mu?
    Müşteri temsilcisi bunu hemen sevinçle kabul eder, adamın Rolls Royce'u bankanın garajına park edilir ve adam arzu ettiği 5.000 doları alıp gider.
    Adam 3 hafta sonra yine aynı müşteri temsilcisinin önüne gelir, borç aldığı 5.000 doları ve 3 haftalık süre için tahakkuk eden 15 dolar 42 cent faizi öder. Müşteri tam Rolls Royce'u ile bankanın önünden ayrılırken, müşteri temsilcisi biraz utanarak:
    - Kusura bakmayın ama, sizin gibi bir beyefendi nasıl olur da, kredi kartı ile çekebileceği 5.000 dolar için 200.000 dolar değerindeki Rolls Royce arabasını rehin bırakıp 5.000 dolar kredi alır ? diye sorar.
    Bunun üzerine müşteri:
    - Peki siz New York'da Rolls Royce'umun başına bir şey gelmeyeceğinden bu kadar emin olduğunuz ve 3 haftalık park ücretinin 15 dolar 42 cent tuttuğu başka bir park yeri biliyor musunuz? sorusuyla cevap verir.

    Alıntıları Göster
    KURT...


    Hava çok soğuk...
    Dün gece belki eksi 20 dediler...
    Kar taneleri dönüp duruyorlar havada...
    Fırtına var...
    *
    Yine böyle havalardaydı...
    Ankara Altınçanak’ta bir dişi kurt görmüşlerdi avcılar, karla kaplı asfalt yolun hemen yakınında. Araçlarını durdurup indiler, kurt kaçmak yerine durdu...
    Karşılıklı bakıştılar...
    Avcılar üç yanından yaklaşmaya başladılar...
    Kurt üç beş adım kaçar gibi yaptı, döndü yerden büyük bir eski kemik parçasını ağzına aldı, onu sürükleyerek gitmek istedi...
    Olmadı...
    Avcılara baktı, tekrar kemiğini bırakıp gitmeyi denedi, gidemedi, döndü durdu...
    Ve ilk kurşun karlı ovada patladı...
    Kurt, arka ayaklarının üzerine kalkıp havada bir yay çizerek yumuldu, açıldı, çığlık attı...
    Yaralı yaralı gitmek isterken, dönüp tekrar kemiğini almaya çalıştı...
    Bir kurşun daha bedeninde patladı...
    *
    Her kurşunda aynı şey oldu...
    Her kurşun yediğinde Altınçanak çığlığından inledi... Düştü kalktı... Kaçmak yerine hep dönüp dönüp kemiğini de götürmek istedi...
    *
    Avcılar cansız dişi kurdun başına toplandılar...
    Ağzının hemen ucunda götürmek istediği kemiği duruyordu hâlâ... Kemiği bırakıp da niye kaçmadığına bir türlü anlam veremediler...
    İçlerinden birisi kurdun kemiği sürüklemeye çalıştığı yönü gösterdi...
    Tümseğin arkasında beş küçük yavrusu, şaşkın ve korkulu bakışlarla bekliyorlardı anneleri dişi kurdu...
    Sevgili Metin Sertoğlu o günü gözleri ıslanarak anlatmıştı:
    “Yavrular açtı, annenin kemiği götürmesi lazımdı...”
    *
    Yer gök kar yine...
    Dün gece eksi 20 belki...
    Ne zaman böyle olsa havalar, bir anne kurt koşar gözlerimin önünde... Beyaz karın üzerinden bebeklerine doğru, ağzında kemiği...
    Ayak izleri kırmızı...



    BEKİR COŞKUN



    Forumda @Zoom-Zoom nickli üye paylaşmıştı.Her okuduğumda gözlerim dolar.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil

    KURT...


    Hava çok soğuk...
    Dün gece belki eksi 20 dediler...
    Kar taneleri dönüp duruyorlar havada...
    Fırtına var...
    *
    Yine böyle havalardaydı...
    Ankara Altınçanak’ta bir dişi kurt görmüşlerdi avcılar, karla kaplı asfalt yolun hemen yakınında. Araçlarını durdurup indiler, kurt kaçmak yerine durdu...
    Karşılıklı bakıştılar...
    Avcılar üç yanından yaklaşmaya başladılar...
    Kurt üç beş adım kaçar gibi yaptı, döndü yerden büyük bir eski kemik parçasını ağzına aldı, onu sürükleyerek gitmek istedi...
    Olmadı...
    Avcılara baktı, tekrar kemiğini bırakıp gitmeyi denedi, gidemedi, döndü durdu...
    Ve ilk kurşun karlı ovada patladı...
    Kurt, arka ayaklarının üzerine kalkıp havada bir yay çizerek yumuldu, açıldı, çığlık attı...
    Yaralı yaralı gitmek isterken, dönüp tekrar kemiğini almaya çalıştı...
    Bir kurşun daha bedeninde patladı...
    *
    Her kurşunda aynı şey oldu...
    Her kurşun yediğinde Altınçanak çığlığından inledi... Düştü kalktı... Kaçmak yerine hep dönüp dönüp kemiğini de götürmek istedi...
    *
    Avcılar cansız dişi kurdun başına toplandılar...
    Ağzının hemen ucunda götürmek istediği kemiği duruyordu hâlâ... Kemiği bırakıp da niye kaçmadığına bir türlü anlam veremediler...
    İçlerinden birisi kurdun kemiği sürüklemeye çalıştığı yönü gösterdi...
    Tümseğin arkasında beş küçük yavrusu, şaşkın ve korkulu bakışlarla bekliyorlardı anneleri dişi kurdu...
    Sevgili Metin Sertoğlu o günü gözleri ıslanarak anlatmıştı:
    “Yavrular açtı, annenin kemiği götürmesi lazımdı...”
    *
    Yer gök kar yine...
    Dün gece eksi 20 belki...
    Ne zaman böyle olsa havalar, bir anne kurt koşar gözlerimin önünde... Beyaz karın üzerinden bebeklerine doğru, ağzında kemiği...
    Ayak izleri kırmızı...



    BEKİR COŞKUN



    Forumda @Zoom-Zoom nickli üye paylaşmıştı.Her okuduğumda gözlerim dolar.






  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Kanuni Sultan Süleyman'dan:

    Süleymaniye Camii'nin inşası sırasında bir Ermeni usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni usta, Sultan'dan şikayetçi olur.

    Kadı, ikisini de huzuruna çağırır. Kanuni ve usta, kadının karşısında ayakta beklemektedirler. Karar açıklanır: "Kısas!" yani Kanuni de aynı şekilde cezalandırılacaktır. Ermeni usta, adalete hayret eder ve:
    -"Madem dininiz bu kadar adil, hem davamdan vazgeçiyorum hem de Müslüman oluyorum." der.

    Davadan sonra Kanuni, kadıya:
    -"Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm"

    Kadı, oturduğu minderin altından bir hançer çıkarır ve:
    -"Sultanım siz de eğer 'ben padişahım' diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım..."

    Hiç olmazsa biraz gerçekçi şeyler yazında okuduktan sonra pişman olmayalım.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Bir profesör konferans vermek üzere salona girmiş. Ama bakmış ki salon, ön sırada oturan seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen profesör sonunda seyise sormuş:
    -Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım?

    Seyis cevap vermiş:
    -Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim.

    Bu sözlere hak veren profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylamasını isteyerek sormuş:

    -Konuşmamı nasıl buldun?

    Seyis cevap vermiş:

    -Hocam, sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelir, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim; ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvanı çatlatmazdım.


    Kıssadan hisse:

    "Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır."

    Alıntıları Göster
    Bir kadın anlatıyor:
    Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı

    Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu

    Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum
    Şaşkınlıktan gözleri açılarak ”niye?” diye sordu.
    ”Gerçekten belli bir sebebi yok” dedim, ”sadece yoruldum”
    Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

    Sonundasordu: ”seni caydırmak için ne yapabilirim?”
    Demek ki söyledikleri doğruydu:
    insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da
    kaybolmuştu.
    ”İşte mesele tam da bu” dedim ”Sorunun cevabını kendin bulup
    kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.”
    ”Diyelim dağın tepesinde
    bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp
    vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl”olacak. Bunu benim için yapar mısın?”
    Yüzümü dikkatle inceledi ve ”Sana bunun cevabını yarın
    vereceğim” dedi.
    Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

    Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt
    şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not
    bırakmıştı.
    ”Hayatım” diye başlıyordu,
    ”O çiçeği senin için koparmazdım”
    Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

    ”Çünkü her zaman yaptığın gibi
    bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde
    ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım
    var.”

    ”Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden
    önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım
    var.”

    ”Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu
    kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım
    var

    ”Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can
    sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için
    ağzıma ihtiyacım var.”

    ”Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan
    gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını
    kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem,
    merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin – gençliğinde
    senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım
    var.”

    ”Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,
    evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir
    tanem.”

    Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer
    dağılıyordu.
    Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
    ”Mektubu okuduysan ve kalbin
    ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütlekapıda bekliyorum.”
    Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde
    sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
    Artık çok iyibiliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçe ği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim

    Bu gerçek aşktı

    İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

    Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz Ama hep oralarda bir yerdedir.

    Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

    Hayat tam da böyle bir şeydir.




  • 
Sayfa: önceki 1718192021
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.