Şimdi Ara

Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!! (20. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
4 Misafir (2 Mobil) - 2 Masaüstü2 Mobil
5 sn
526
Cevap
163
Favori
330.501
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
9 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1819202122
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    Amerikan Adlî Tıp Derneğinin 1994 te San Diego da tertiplenen ödül yemeğinde dernek başkanı Don Harper Mills, aktardığı acayip bir ölüm olayındaki adlî komplikasyonlarla dinleyicilerini şaşkına çevirmişti.Kaderin adaletine dair ince bir nükte taşıyan bu yaşanmış öykü, sanırız sizleri de hayrete sevk edecektir.

    23 Mart 1994'te Ronald Opus'un cesedini inceleyen adlî tabip, onun kafasından yediği kurşunla öldüğü sonucuna vardı.Müteveffa, on katlı bir binanın tepesinden, intihar niyetiyle aşağıya atlamıştı. (Umutsuzluğunu, geride bıraktığı bir notta açıklıyordu.) Fakat, dokuzuncu katın önünden geçerken pencereden gelen bir kurşun başına isabet etmiş, hayatı bu kurşunla sona ermişti. Apartmanın sekizinci kat penceresi düzeyinde cam silicileri korumak için konulmuı bir ağ vardı; ama bu ağın varlığını ne silahı çeken, ne de müteveffa biliyordu. Açıkçası, kurşun olmasaydı, Opus'un intihar teşebbüsü başarılı olamayacak; zemine çakılmadan, sekizinci kattaki ağa takılıp kalacaktı. Bu durumu anlattıktan sonra, "Normal olarak," diye devam etti Dr. Mills, "intihar etmeye karar veren biri, mekanizma tasarladığı gibi olmasa da, bunu eninde sonunda başarır."

    Opus'un dokuz kat aşağıda yere çakılmayıp da dokuzuncu kattan düşüyor olduğu anda başına gelen kurşunla vurulmuş olması, muhtemelen, onun ölüm modunu intihardan cinayete çevirmeyecekti. Fakat, Opus'un intihar teşebbüsünün başarılı olmayışı, savcıyı elinde bir cinayet vakası olduğu düşüncesine itti. Silahın patladığı dokuzuncu kattaki odada yaşlı bir adam ve karısı yaşıyordu. Tartışıyorlardı ve adam kadını silahla tehdit ediyordu. Öyle sinirlenmişti ki, tetiği çekti; fakat mermi kadını ıskalayarak pencereden dışarı yöneldi ve Opus'a isabet etti. Bir insan A şahsını öldürmeye teşebbüs eder, fakat B şahsını öldürürse, o B şahsını öldürmekten suçlu sayılmalı idi. Savcının ulaştığı sonuç buydu. Dolayısıyla, dokuzuncu kattaki yaşlı adam, cinayetten suçluydu.

    Bu suçlamayla karşı karşıya kaldığında, adam da, karısı da çok şaşırdılar.

    Çünkü, tetiği çekerken adam da, karısı da silahın dolu olmadığından kesinlikle emindiler. Yaşlı adam uzunca bir süreden beri boş silahla karısını korkutmayı alışkanlık haline getirmişti. Bunu karısı da bilir, o yüzden adamın tehdidine pek aldırmazdı. Kısacası, adamın karısını öldürme kasdı yoktu; silahın dolu olduğunu dahi bilmiyordu. Böylece, Opus'un öldürülmesi bir kaza oluyordu; silah kazara doldurulmuştu.

    Araştırmalara devam edilince, ölümcül kazadan yaklaşık altı hafta önce yaşlı çiftin oğlunu silahı doldururken gören bir tanık ortaya çıktı. Anlaşıldığına göre, yaşlı kadın oğlundan mali desteğini çekmişti ve babasının annesini silahla korkutma temayülünü bilen oğul, annesini cezalandırma kasdıyla, babasının annesini vuracağını umarak, gizlice silahı doldurmuştu. Annesi ölecek, baba cinayetten suçlanacak, mallar oğula kalacaktı. Artık olay yaşlı çiftin oğlunun Ronald Opus cinayetinden sorumlu olduğu noktasına gelmişti.

    Tam bu sırada savcının karşısına yeni bir viraj çıktı. Araştırmalara devam edilince, geçen altı hafta içinde anneyle babasının silahla tehdide varan bir tartışma yaşamamaları, dolayısıyla annesinin ölümünü bir türlü başaramayışı nedeniyle, oğulun umutsuzluğunun arttığı anlaşıldı.

    Bu, onu 23 Mart'ta on katlı binanın tepesinden atlayarak intihar etmeye itmişti.

    Fakat, ölümü planladığı gibi olmamıştı; dokuzuncu katın önünden geçerken babasının boş zannettiği silahı tetiklemesiyle annesine isabet etmeyip pencereye seken kurşunun kafasına isabet etmesi sebebiyle Ronald Opus'un hayatı sona ermişti.

    Dosya intihar olarak kapatıldı. Düşünenlere duyurulur!..

    Ve son olarak Andre Suares çok manidar bir şekilde der ki: "Tesadüf, inançsızların kadere taktıkları isimdir."



    Yıllar önce Samanyolu TV'de, yanılmıyorsam da 5. Boyut'ta rastlamıştım.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Radagast The Brown

    quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Kanuni Sultan Süleyman'dan:

    Süleymaniye Camii'nin inşası sırasında bir Ermeni usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni usta, Sultan'dan şikayetçi olur.

    Kadı, ikisini de huzuruna çağırır. Kanuni ve usta, kadının karşısında ayakta beklemektedirler. Karar açıklanır: "Kısas!" yani Kanuni de aynı şekilde cezalandırılacaktır. Ermeni usta, adalete hayret eder ve:
    -"Madem dininiz bu kadar adil, hem davamdan vazgeçiyorum hem de Müslüman oluyorum." der.

    Davadan sonra Kanuni, kadıya:
    -"Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm"

    Kadı, oturduğu minderin altından bir hançer çıkarır ve:
    -"Sultanım siz de eğer 'ben padişahım' diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım..."

    Hiç olmazsa biraz gerçekçi şeyler yazında okuduktan sonra pişman olmayalım.

    Başlıkta da yazdığı gibi, "HİKAYELER"!!!!!!!!

    Tarihi bilgiler veya gerçekçi şeyler öğrenmek isteyen zaten buralarda takılmaz, "Bilim-Kültür" bölümüne teşrif eder.

    Pişmanlık için de hiç üzgün değilim...


    Ek: Diğer mesajlarına baktıktan sonra...

    Önceki mesajım geçersiz kılınabilir. Çünkü senin yazdığın mesajların hepsi çok anlamlı ve öğretici ve bilimsel... (!)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi unsal07 -- 29 Mart 2013; 18:36:35 >




  • DOSTLUK

    İskoçya'da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Fleming'di adı. Günlerden bir
    gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir
    de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp
    duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi
    çocuğu bataklıktan çıkardı ve acili bir ölümden kurtardı. Ertesi gün
    Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat
    indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ‘‘Oğlumu
    kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum’’ dedi. yoksul ve
    onurlu
    Fleming ‘‘Kabul edemem!’’ diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan
    çiftçinin küçük oğlu göründü. ‘‘Bu senin oğlun mu?’’ diye sordu aristokrat.
    Çiftçi gururla ‘‘Evet!’’ dedi. Aristokrat devam etti: ‘‘Gel seninle bir
    anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer
    karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.
    ‘‘ Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim
    gördü.
    Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming'in oğlu Londra'daki St. Mari's Hospital
    Tip Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adini penisilini bulan Sir
    Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra aristokratin oğlu zatürreye
    yakalandı. Onu ne mi kurtardı?

    Penisilin!

    Aristokratin adi: Lord Randolp Churchill.
    Oglunun adi: Sir Winston Churchill.
    Kurtaran doktor: Çiftçinin oglu Sir Alexander Fleming.

    Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın.
    Hiç acı çekmemiş gibi sevin.
    Hiçbir şey beklemeden verin.
    Karşılığı nasıl olsa gelecektir.




  • YILAN VE ADAM

    Çok eskiden köyün birin de bir yaşlı evliya ve fukara oğlu yaşarmış bu köyün
    hemen karşısın da da çok ama çok yüksek bir de dağ varmış ve bu dağın tam
    tepesin de için de bir yılan bulunan bir kuyu var imiş ne zaman bu yaşlı
    evliyanın başı derde girse bu yılanın yanına gider ve yılan da ona bir altın
    lira verirmiş gel zaman git zaman artık yaşlı adam oraya çıkamaz hale gelmiş
    ve bir gün oğlunu yanına çağırmış ve demiş ki bak oğlum o dağın tepesin de
    bir kuyu var oraya git kuyudan bir yılan çıkacak benim oğlum olduğunu söyle
    ve sana vereceği emaneti al ve bana getir demiş oğlu da tamam baba deyip
    koyulmuş yola kuyunun başına gelince yılan çıkmış oğlan anlatmış her şeyi
    yılan da uyuya inmiş ve bir altın vererek bunu babana götür demiş oğlan da
    içinden söyle düşünmüş eğer ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki bütün
    altınları alır ve çok zengin olurum demiş ve yerden aldığı bir taşı yılana
    fırlatmış taş yılanın kuyruğuna gelmiş ve can havliyle oğlanı ısırmış derken
    epey zaman sonra oğlan zehirlenerek ölmüş adam iyileşmiş ve doğru yılanın
    yanına gitmiş her şeyden haberi olan adam başlamış yılana anlatmaya işte
    öyleydi böyleydi o cahildi falan
    filan demeye ve demiş ki gel tekrar eskisi gibi dost olalım. yılan şöyle
    cevap vermiş "yooooookkkkkk olmazzzzzzzzz bende bu kuyruk acısı sende de bu
    evlat acısı varken biz artık dost olamayız"




  • YALNIZ ADAM VE KIRLANGIÇ

    Karlı bir kış günüymüş...

    Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç,
    yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip
    gagasıyla camı tıkırdatmış, adeta adamın onun
    içeri girmesine müsade etmesini istemiş.

    Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam,
    git başımdan" der gibi kuşu kovalamış, sonra da
    kendi kendine söylenmiş;"Hıh, camı tıkırdatmakla
    kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba..?"

    Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış,
    rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı
    daha başka düşünceler sarmış,
    kırlangıcın arkadaşlığını
    geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş...

    "Keşke kuşu içeri alsaydım.
    Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş
    oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır,
    cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş.

    Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp,
    etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç
    oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş.
    Ama görememiş zavallı kırlangıcı...

    Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş...
    Etrafta kırlangıçlar, cıvıldıyarak uçmaya başlayınca;
    yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadar
    açıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.

    Onun hevesle havada uçan kuşlara
    baktığını gören komşusu hikayeyi öğrenince
    hafif buruk bir sesle: "Sevgili komşum, anlaşılan
    sen kırlangıçların sadece 6 aylık bir ömürleri oduğunu
    bilmiyordun?" demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş
    ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış...

    ***

    Dikkatli olun...
    Farkında olun...
    Kendinize bir sorun...
    Acaba, siz kaç kırlangıç kovaladınız?

    Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar
    size sunulan bir dostluğu?

    Hayatta bazı fırsatlar vardır ki,
    sadece birkez karşımıza çıkar,
    değerini bilemezsek kaçıp giderler.
    Ve asla geri gelmezler.... :((




  • KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ

    Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp
    hızla atıldı çapariye
    önce müthiş bir acı duydu dudağında
    gümbür gümbür oldu yüreği
    sonra hızla çekildi yukarıya...

    Aslında hep merak etmişti
    denizlerin üstünü
    neye benzerdi acep gökyüzü.
    Bir yanda büyük bir merak
    bir yanda ölüm korkusu.

    "Dudağı yarıklar " denir,
    şanslıdır onlar, hani
    görüp de gökyüzünü , insanı
    oltadan son anda kurtulanlar.

    Ne çare balıkçının parmakları
    hoyratça kavradı onu
    küçük istavrit anladı yolun sonu.
    Koca denizlere sığmazdı yüreği.
    Oysa, şimdi yüzerken
    küçücük yeşil leğende,
    ansız uzanıvermiş dostlarına
    değiyordu minik yüzgeci.

    İnsanlar gelip geçtiler önünden
    bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
    yavaşça karardı dünya,
    başı da dönüyordu.
    Son bir kez düşündü derin maviyi,
    beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.

    İşte tam o anda eğilip aldım onu.
    Yürüdüm deniz kenarına
    bir öpücük kondurdum başına,
    iki damla gözyaşından ibaret sade
    bir törenle, saldım denizin sularına.

    Bir an öylece baka-kaldı
    Sonra sevinçle dibe daldı.
    Gitti tüm kederimi söküp atarak,
    teşekkürü de ihmal etmemişti.
    Bir kaç değerli pulunu
    Elime, avuçlarıma bırakarak.

    Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme.
    Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye?
    " Bir gün dedim, bulursam kendimi
    yeşil leğendeki
    küçük istavrit kadar çaresiz,
    Son ana kadar
    hep bir umudum olsun diye... "




  • DENİZ YILDIZI

    Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
    bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
    gibi hareketler yapan birini görür.
    Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
    vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
    adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
    - Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
    Genç adam yanıtlar;
    - Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
    Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;
    - Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
    Ne fark eder ki?
    Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
    daha alır, okyanusa fırlatır.
    - Onun için fark etti ama...
  • okuyacagım
  • İNSAN VE DÜNYA

    Adam,bir haftanın yorgunluğundan sonra Pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu
    çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.

    Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.
    Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak
    istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak
    dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna
    eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü:

    -Ohh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez.

    Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve “baba haritayı düzelttim,artık
    sinemaya gidebiliriz” dedi.

    Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hala hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını
    sordu. Çocuk şu cevabı verdi:

    - Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.

    İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN

    DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.





  • SERÇE VE GÖÇMEN KUŞUN HİKAYESİ

    İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
    Sadakatin adı ise; bir serçeye

    Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
    Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber

    Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
    Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.

    Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
    Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...

    Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
    Ayrılmayacağız diye.

    Ama kış gelmiş,
    Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,

    Serçe ise her zamanki gibi sadık
    Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.

    Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
    Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.

    O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
    Gel demiş serçeye benle beraber...

    Başka bir bahara uçalım.
    Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı

    Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
    Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz

    Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
    Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.

    Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
    Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye

    Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
    Uçacakmış yeni bir bahara...

    Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
    Ama serçe zayıfmış,
    onun kanatları uzun uçuşlar için değil.

    Dayanamayacakmış bu yola
    Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş

    Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
    Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara

    Bir fırtına yaklaşıyormuş.
    Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış

    Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
    Göçmene duralım demiş artık.

    Biraz dinlenelim
    Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.

    Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
    Ama göçmen yürü demiş serçeye
    birazdan okyanuslara varacağız

    Serçe sevgisine uymuş ve
    peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
    Birazdan varmışlar okyanusa

    Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
    Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları

    Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
    Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi

    Serçe artık dayanamıyormuş,
    Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene

    Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
    Bakmış ve devam etmiş........

    Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
    Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...

    Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
    Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...




  • YAŞADIĞINIZ HER GÜN ÖZELDİR !

    Eniştem; kız kardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve
    ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı. "Bu" dedi, "sıradan
    bir çamaşır değil." Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı.
    Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti .
    Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi.

    "Jan bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı. Nereden
    baksan sekiz, dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi.
    Özel bir gün için saklıyordu." Çamaşırı benden aldı ve
    cenaze evine götürmek üzere ayırdığımız diğer giysilerle
    birlikte yatağın üzerine koydu. Bırakırken eli bir an
    yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gözünü hızla
    kapattı ve bana döndü ve dedi ki : " Hiçbir şeyini özel
    bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir."

    Cenazeyi izleyen günlerde enişteme ve yeğenime
    beklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken
    tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri
    hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden
    California'ya dönerken uçakta yine bu sözleri düşündüm.
    Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı
    bütün şeyleri düşündüm. Hala eniştemin sözlerini
    düşünüyorum ve hayatım değişti.

    Artık daha çok okuyor, daha az toz alıyorum.
    Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlere
    aldırmadan. Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum ,
    iş toplantılarında daha az. Mümkün olduğu kadar sık
    "hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk
    alınacak olaylar silsilesi olarak görülmesi" gerektiğini
    hatırlatıyorum kendime. Her anın güzelliğini duyumsayarak
    yaşamak istiyorum. Hiçbir şeyimi özel günler için saklamıyorum.

    Kıymetli tabak çanağımı her "özel" olayda kullanıyorum.
    Birkaç kilo vermek, tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk
    açan çiçek gibi özel olaylarda.. En pahalı ceketimi canım
    isterse süpermarkete giderken giyiyorum. Teorime göre eğer
    zengin görünürsem, küçük bir torba erzak için o kadar parayı
    daha rahat ödeyebilirim. Pahalı parfümü özel partiler
    için saklamıyorum. Mağazalardaki tezgahtarların ve banka
    memurlarının burunları da, en az parti parti gezen
    arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır.

    "Birgün" kelimesi dağarcığımdaki yerini kaybetti.
    Bir şey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu
    şimdi görmek , duymak ve yapmak istiyorum.

    Hepimizin "Yaşayacağımıza garanti gözüyle baktığımız
    yarını görmeyeceğini" bilseydi eğer kızkardeşim, neler
    yapardı kimbilir ? Sanırım aile fertlerini veya yakın
    arkadaşlarını arardı. Belki eski birkaç arkadaşını arayıp
    aralarında geçen sürtüşmeler için özür dilerdi.

    Belki bir lokantaya en sevdiği çin yemeğini ısmarlardı.
    Bunların hepsi birer tahmin. Kardeşimin neler yapamadan
    öldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ya ben ?..
    Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeyler
    olduğu için kızardım. Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım
    için kızardım. "Bir gün ararım" dediğim dostları görmediğim
    için kızardım. Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi
    yeterince sık söylemediğim için kızardım. Artık hayatlarımıza
    kahkaha ve renk katacak hiçbir şeyi yarına ertelememeye,
    duygularımı dizginlememeye çalışıyorum.

    Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün
    "Özel bir gün" olduğunu söylüyorum. Her gün,
    her dakika, her nefes gerçekten Allah'tan bize bir armağan.

    ANN WELLS




  • KELEBEĞİN HİKAYESİ

    Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında ,
    küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.


    Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha
    ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit
    olmak istedi.


    Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük
    bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan
    vazgeçmiş olabileceğini düşündü.


    Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi
    geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı
    çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.


    Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük ,
    kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp
    genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.


    Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş
    kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı.


    Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin
    ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah’ın kelebeğin
    bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu
    anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.

    Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam
    olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan
    ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik
    o zaman . Ve asla uçamazdık..





  • HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

    Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
    atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
    genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
    çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
    Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
    istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
    Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
    sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
    kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
    Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
    Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
    Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
    metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
    Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
    tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
    Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
    "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
    "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
    "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
    dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
    Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
    Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
    alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
    "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
    yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
    Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
    "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
    Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
    Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
    değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
    "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
    "Ben de hayallerimi..".....

    O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
    1000 metrekarelik evinde oturuyor.
    Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
    çerçevelenmiş olarak asılı.
    Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
    geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
    Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
    "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
    hayal hırsızıydım. O yıllarda
    öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
    Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."





  • ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER....

    Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla
    adaştı da. Rose... Gül... Kocasının sevgili Rose'u... Her yıl
    Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla
    süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan.
    Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına
    bırakılmıştı..Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte..
    Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:
    "Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum..."
    Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden
    ısmarlanmış olmalıydı.. Öleceğini nasıl bilebilirdi?..
    Zaten her seyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi,
    yumurta kapıya gelmeden...

    Gülleri özenle içeri taşıdı..saplarını kesti, vazoya yerleştirdi..
    Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen
    fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda
    oturup saatlerce güller ve fotoğrafı seyretti sessizce.. Bitmek
    bilmeyen bir yıl geçti.. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl..
    Sonra bir sabah kapı çalındı.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi..
    Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi..
    Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık
    içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı...
    Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı ?

    "Biliyorum" dedi, çiçekçi.. " Eşinizi geçen yıl kaybettiniz..
    Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri
    çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemisti.. Hep öyle
    yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var.
    Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı,
    kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum..
    Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart..."
    Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.
    Parmakları titreyerek zarfı açtı..

    " Merhaba gülüm" diye başlıyordu, kart.. " Bir yıldır ayrıyız.
    Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığınıı ve acılarını
    hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim
    kimbilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.
    Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim. Harika
    bir eştin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yıldır ayrıyız.
    Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.
    Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.
    Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve
    kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.. Her zaman da
    seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin... Lütfen..
    Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil,
    biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim....

    Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam
    edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak,
    eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra
    emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip
    seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak..




  • quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil

    ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER....


    Maşallah, coşmuşunuz gece gece. Emeğinize sağlık...
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil

    ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER....


    Maşallah, coşmuşunuz gece gece. Emeğinize sağlık...

    Hep siz paylaşıyordunuz hocam, biraz da ben canlandırayım konuyu dedim.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil

    quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: the right hand of evil

    ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER....


    Maşallah, coşmuşunuz gece gece. Emeğinize sağlık...

    Hep siz paylaşıyordunuz hocam, biraz da ben canlandırayım konuyu dedim.

    sağol kardeş




  • Toprak bir gün aynaya dedi ki:

    “Ey ayna! İmreniyorum sana! Çünkü kim sana baksa, kendini görür; bana bakanlar ise, sadece beni görür!”

    Ayna toprağa şöyle cevap verdi:

    “Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin. Bilmiyor musun? Ben bana bakanların bugününü gösteririm. Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin....”

    Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar dedi:

    “Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin. Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?”

    Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyledi: “Merak etme! Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner!”
  • Bu defaki hikaye değil, ama anlamlı ve insanın içine işleyen bir kısa film...

    "Bumerang"




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi unsal07 -- 22 Nisan 2013; 11:41:41 >
  • Hikaye kıtlığı var son zamanlarda. Kısa filmle devam...

    "Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur..."

  • 
Sayfa: önceki 1819202122
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.