Şimdi Ara

Bir 'AR-GE' faaliyeti olan tasarım neden bedavaya ve anında yapılamaz? (4. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
178
Cevap
10
Favori
10.013
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
3 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Her geçen gün İslam"a ait kavramların daha çok konuşulur olduğu ve Müslümanlara özgü ibadet pratiklerinin daha görünür/duyulur hale geldiği; ama bunlarla beraber hayata geçmesi gereken ahlakî inceliklerin, insanî meziyetlerin ve kalbî güzelliklerin pek ortada görünmediği bir sürecin içinden geçiyoruz. Bu yeni hayatla barışık yaşayanlar; geçmişe oranla sosyo-ekonomik imkanları genişleyen, güncel kriterlere göre daha eğitimli, statüleri daha yüksek, teknolojiyi daha fazla kullanan, dünyaya daha açık bireyler haline geldiğimizden dem vuruyorlar sürekli. Ancak madalyonun arka yüzündeki manzara bu iyimserliği taşıyamayacak kadar karanlık; her şeyin fazlasıyla metalaştığı bir hayat, yerleşik hale gelen bir tüketim kültürü, hızla kirlenen bir çevre, azalan tabii kaynaklar, berbat şehirler, örselenen insanî değerler, ağır ahlakî krizler, katlanarak artan boşanma oranları, her şeyin kısa zamanda bağımlılığa dönüştüğü sanal alışkanlıklar, zihinsel sığlaşmalar, sokak ortasında infazlar, vs...

    Sosyal araştırmacılar, adına "muhafazakarlaşma" dedikleri yeni dindarlaşma trendleri ile hızla hayatın her yanına sirayet etmekte olan yozlaşma ve çözülmenin arasını bulmakta, bu ikili gidişattan anlamlı sonuçlar çıkarmakta güçlük çekiyorlar. Meselenin sandığımızdan çok daha karmaşık olduğuna şüphe yok. Ama sanki ne olup bittiğini gerçekten anlamaya çalışanlar için, bu düğümü çözme yolunda birtakım elverişli başlama noktaları da bulunabilir!

    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/gokhanozcan/ittirdigimiz-bu-araba-kimin-36055

    Iskalamanın bedelini tek cümleyle özetlemeye çalışacak olursak: Zamanımızın dindarlık algısı, günahların cami avlusuna terk edilmesi üstüne kuruludur. Dindarlığın tezahürleri arttıkça, ahlakın tezahürlerinin artmaması başka neyle izah edilebilir?
    http://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimpasalipazar/gelene-wonderful-gidene-beautiful-51620

    Tabiatıyla bu araştırmalar, ancak Batı-tarzı, formel bir sekülerleşme örüntüsünün ülkemize yansıma derecesini anlamamıza yardımcı olabilir. Onun ötesinde bu tür araştırmalarla dindarlığın giderek düşen kalitesini tespit etmek imkânsız değilse de çok zordur. Gerçekten bugün Türkiye’de dindarlaşmada nicelikle nitelik arasında neredeyse ters bir orantının yaşandığı, adeta nicelik arttıkça niteliğin azaldığı görülmektedir. Gerçekten nicel olarak cami inşası, hacca gidiş gibi göstergelere bakılınca Türkiye’de Müslümanlığın büyük bir canlanma yaşadığına hükmedilebilir. Ancak nitel olarak dindarlıkta korkunç bir yozlaşma var ki kanaatimce bunu da sünnete göre ölçmek mümkün.
    http://haber.stargazete.com/yazar/prof-dr-bedri-gencer-seriatsiz-hakikat-namazsiz-niyaz-donemini-yasiyoruz/yazi-698815



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 10 Temmuz 2015; 18:13:10 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    'Hayat'larımızı yok etmek, çürütmek, kirletmek, nefes alınamaz ve yaşanmaz hale getirmek için ne kadar çok şey yaptığımızı sıralamaya kalksak, sonunu getirmeye ömrümüz yetmez.
    http://yenisafak.com.tr:999/yazarlar/GokhanOzcan/iki-nokta-bir-unlem/34706

    Kendileri için istemedikleri adilikleri sürekli başkalarına reva gören alçaklar kârda olduklarını zannetmesinler sakın. Keser döner sap döner, "kader adalet eder":

    http://www.mavikocaeli.com.tr/randevulastigi-hayat-kadini-annesi-cikinca/112671/

    http://www.zehirliok.net/zina_yapmak_isteyen_genc

    Bir de bunları "seks işçisi" falan diye niteleyerek meşrulaştıran en hafif tabirle hakikat düşmanları yok mu (evet tek gayeleri o kapkara sicillerine bir çentik daha atmak); anneleri duysa o utanmaz yüzlerine tükürürlerdi herhalde...

    Ötesi; imtihanını güzelce verip bu kısacık dünya hayatından hayırla göçüp gitmek yerine; kaderine sürekli başkalarına rahatsızlık vererek yakıcı lanetler almak, ehl-i dikkatin nazarında kazurat kadar değer göremeyecek duruma düşmek ve ebedi hayatını üç beş uğruna mahvetmek düşenlere acımak gerek asıl.



    Rivayet ediliyor ki Süleyman b. Yesar yüz bakımından insan güzeliydi. Bir kadın onun yanına gelerek kendisini cinsî münasebete davet etti. O da bu davete icabet etmekten kaçındı. Evinden çıkıp kaçtı ve kadını içerde bıraktı. Süleyman diyor ki: "O gece rüyamda Hz. Yusuf'u (a.s) gördüm. Sanki ben ona 'Sen Yusuf musun?' diye soruyordum. O da 'Evet! Ben o Yusuf'um ki Zeliha'ya niyetlendim. Sen de o Süleyman'sın ki seni davet eden kadına meyletmedin' dedi".63 Hz. Yusuf, bu sözüyle şu ayete işaret etmiştir.

    Andolsun kadın onu arzu etmişti. Eğer rabbinin burhânını görmemiş olsaydı, o da onu arzu etmişti.(Yusuf/24)

    Yine Süleyman, Medine'den hacca gitmek üzere yola çıktı. Beraberinde bir arkadaşı vardı. Mekke ile Medine arasında bulunan Ebvâ veya Iva denilen yerde konakladılar. Süleyman'ın arkadaşı kalkıp yemek sofrasını aldı, bir şeyler satın almak için pazara gitti. Süleyman ise çadırda oturdu. Süleyman, erkek güzeli ve çok muttakî bir kimseydi. Dağın başından bedevî bir kadın Süleyman'ı gördü. Dağdan inip çadırının yanına geldi. Çadırın önünde durdu. Yüzü peçeli, elleri eldivenli idi. Yüzünden peçeyi kaldırdı. Sanki ay parçasıydı. Süleyman'a 'Beni rahata kavuştur!' dedi. Süleyman, kadının yemek istediğini zannetti. Sofralarından arta kalan yemeklere doğru gidip kadına vermek istedi. Kadın 'Hayır! Ben bunu istemiyorum. Ben erkeğin karısıyla yaptığı şeyi istiyorum!' dedi. Süleyman, kadına 'Seni İblis süsleyip bana göndermiştir' dedi. Sonra başını dizlerinin arasına eğerek hüngür hüngür ağladı. O, bu şekilde ağlayınca kadın peçesini kapattı ve dönüp gitti. Süleyman'ın arkadaşı pazardan geldi. Süleyman'ın ağlamaktan gözlerinin şiştiğini ve sesinin kısıldığını gördü ve 'Seni ağlatan nedir?' diye sordu. Süleyman 'Hiçbir şey... Küçük kızımı hatırladım da..' dedi. Arkadaşı 'Hayır! Yemin ederim ki öyle değildir. Senin başından bir hâdise geçmiş. Çünkü sen kızından üç gün önce ayrıldın' dedi. Böylece, Süleyman'dan hâdiseyi öğreninceye kadar ısrar etti. Bu sefer arkadaşı sofrayı yere bırakıp şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı. Süleyman, arkadaşına 'Peki! Sen niçin ağlıyorsun?' dedi. Arkadaşı 'Ben ağlamaya daha müstehakım. Çünkü ben senin yerinde olsaydım, o kadına karşı belki de sabretmezdim' dedi. Bu sefer ikisi beraber ağlamaya devam ettiler. Süleyman Mekke'ye uğradığı zaman Safa ile Merve arasında say etti. Kâbe'ye ziyarette bulundu. Sonra Hicr-i İsmail'e gelerek elbisesi ile örtündü. Bu arada uykusu gelerek uyudu. Rüyasında parlak yüzlü, güzel işaretli ve güzel bir zat gördü. Süleyman ona şöyle sordu:

    -Sen kimsin? Yoksa sen Sıddîk olan Yusuf musun?

    -Evet! Ben Yusuf um!

    -Seninle Aziz'in hanımı arasında geçen olay çok müthiş!

    -Senin Ehvâ'daki kadınla olan durumun daha müthiş!

    http://www.ihya.info/node/526




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 10 Temmuz 2015; 18:10:55 >




  • Boyuna utanmadan bedava ve acil tasarım dilenen bu kadar yüzsüz ve beyinsiz sersemi yetiştiren kokmuş düzene de, daima facialar üreten batasıca rejime ve keyfî kanunlarına da, çökmüş eğitim sistemine ve mayışından başka birşey düşünmeyen bitik kadrolarına da, şunun bunun yalaka ve şakşakçılarına da, daima uslu tasmalı köpeklerini kayıranlara da, muhatabına gerzek muamelesi yapmaya çalışan kendini alemin akıllısı zanneden gerzeklere ve daha burada sayamayacağımız vukuatları bini aşan ne kadar haşerat takımı varsa hepsine ve bunlara prim verenlere de binlerce kez lanet olsun! Hepsi tez zamanda yerleyeksan olsun!

    1. Bugünkü ideolojik, Kemalist, Tevhid-i tedrisat, millî kimlik ve millî kültüre ters, laik, seküler, genç nesillere zengin edebî Türkçeyi öğretemeyen, tarih kültürü veremeyen, sanat kültürü veremeyen, ahlak ve karakter terbiyesi veremeyen, estetik kültürü veremeyen, vesayetçi, iflas etmiş eğitim sistemiyle siz ne kadar çabalarsanız çabalayın Türkiye düzelmez, ıslah olmaz.
    (Mehmet şevket Eygi)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 6 Ocak 2015; 21:20:42 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    "Hoşaf"veya hoş lafla ilgili atasözünü hatırlayın; IQ seviyesi 100'ün altında gezen (türkçesi: gerizekâlı), ince işlere kafası basmayan, tedavisi müşkül cehaletini göğsünde adeta bir onur madalyası gibi taşıyan, algıları dumura uğramış işbu bakarkör tipler, nitelikli tasarımdan anlamaz veya umursamazlar zaten. Hem bizim millet "pratik"liğiyle meşhurdur malum; çoğu öyle uzun uzun kafa yorulacak, titizlikle AR-GEsi ve fizibilitesi yapılacak işlere hiç gelemez. Kısa kes, aydın havası olsun; çabuk olsun, çamurdan olsun!

    Kırsal kesim kültürü fasid bir dairedir (kısır döngü), bunun içine düşen bir toplum artık kolay kolay dışına çıkamaz.

    Kırsallar eğitim, sanat, felsefe, mimarlık, yüksek düşünceden hoşlanmaz.

    Onlar slogancıdır… Onlar tepkicidir… Onlar aksiyon üretemez…

    Onlar soyut kavramları anlamaz.

    Beyninin iki yarı küresi birlikte eğitilmeyen toplumlar eksik kalır.

    Matematiğe, pozitif ilimlere yönelik bir eğitim zekaları körleştirir.

    Medenî, derin düşünen insanlar ayrı anda zihinlerinde on maddeyi/konuyu bir arada tutabilir.


    (Mehmet Şevket Eygi)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 7 Ocak 2015; 5:06:17 >




  • Ayrıca bunları yazana dek, ilmî ve ahlakî birikimi yerlerde sürünen bir sürü kör ve sağır forumda sürekli birbirlerini ağırlamaya ve birçokları olan bitenlere aval aval bakmaya devam ediyordu.
    Hoş, "bu talihsiz 'kervanın' yürüyüşüne mânî olalım artık" diyen bir merci halen yok!

    Bu biraz da mecburiyetti aslinda; çünkü bugünkü gibi yasamaya memur edilmis insanlarin akli, ahlaki, kültürel, dini kayitlardan tamamen azade hale getirilmesi gerekiyordu. Insanligin fert fert ve bir bütün olarak geçmisten bugüne getirdigi birikimler, hayati kayitlara baglamalari bakimindan bu kesmekes çagina engeller teskil ediyordu. O baglar yavas yavas çözüldü, kayitlar kaldirildi ve her insan, kendi sigligi ve bilgisizligi içinde kutsallastirilarak adeta birer seyyar ''tanri''ya dönüstürüldü. Her seyin dogrusunu kendiliginden bilen, yanilmayan, yenilmeyen, cani ne istiyorsa buna hakki olan, baskalarinin hakkini teslim etmek zorunda olmayan ve gerçege sadakat duymak mecburiyeti hissetmeyen milyonlarca kullanisli tanricik... Cüzdanlardan zihinlere kadar, her türlü sömürü düzeni için en müsait kivama getirilmis acikli bir esaret çagi...
    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/organize-cehalet-cagi/35176



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 19 Ocak 2015; 5:50:42 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    "Hoşaf"veya hoş lafla ilgili atasözünü hatırlayın; IQ seviyesi 100'ün altında gezen (türkçesi: gerizekâlı), ince işlere kafası basmayan, tedavisi müşkül cehaletini göğsünde adeta bir onur madalyası gibi taşıyan, algıları dumura uğramış işbu bakarkör tipler, nitelikli tasarımdan anlamaz veya umursamazlar zaten. Hem bizim millet "pratik"liğiyle meşhurdur malum; çoğu öyle uzun uzun kafa yorulacak, titizlikle AR-GEsi ve fizibilitesi yapılacak işlere hiç gelemez. Kısa kes, aydın havası olsun; çabuk olsun, çamurdan olsun!

    Kırsal kesim kültürü fasid bir dairedir (kısır döngü), bunun içine düşen bir toplum artık kolay kolay dışına çıkamaz.

    Kırsallar eğitim, sanat, felsefe, mimarlık, yüksek düşünceden hoşlanmaz.

    Onlar slogancıdır… Onlar tepkicidir… Onlar aksiyon üretemez…

    Onlar soyut kavramları anlamaz.

    Beyninin iki yarı küresi birlikte eğitilmeyen toplumlar eksik kalır.

    Matematiğe, pozitif ilimlere yönelik bir eğitim zekaları körleştirir.

    Medenî, derin düşünen insanlar ayrı anda zihinlerinde on maddeyi/konuyu bir arada tutabilir.


    (Mehmet Şevket Eygi)

    Türk ekonomisinin de neden bu kadar üretim odaklı, fabrikaperest, fuarsever, hacimlere ve büyüklüklere bu kadar takıntılı olduğunun cevabı bence burada gizlidir. “Soft power” yerine “hard power”, zeka yerine kurnazlık, ikna yerine iddia, iletişim yerine propaganda, birey yerine kitle, insan gibi çalışmak yerine ölümüne çalışmak, pazarlama yerine satış, adil ve serbest rekabet yerine münhasırlık anlaşmaları, eşdüzeyli ilişki yerine tahakküm, özgünlük yerine taklit, soyut yerine somuta neden bu kadar meraklı olduğumuzu da cevaplıyor bu...
    http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2009/06/beni-ne-doktorlar-ne-muhendisler-ne.html



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 19 Ocak 2015; 20:00:21 >




  • "Gariban dostları" sizii...
    O "uygun teklif" 50 TL falan değil en az 5000 TL'dir ha sakın yanlış anlaşılmasın!

    hazır tasarım satın almayıp ihtiyacı olan biri kazansın diye burdan da ilan açtık yakın sürede uygun teklif gelmezse internetteki yabancı bir siteden hazır logo alınacak.
    ilgilenenler özel mesaj atarsa iletişime geçebiliriz.

    http://www.grafikerler.net/sadece-1-adet-logo-tasarimi-yapilacak-istanbul-t163116.html



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 18 Ocak 2015; 10:47:58 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    Öyleyse, eğitimi zaten geçtik de, temel tasarım prensiplerinden birini bile duyma duymamış, kerameti şu veya bu yazılımda arayan tiplere asla bırakılmamalıdır.

    Türkiye’deki tasarım sektörünün şimdiki halini ve geleceğini nasıl görüyorsun? Üretim sürecinden, telif haklarına, yayın mecralarından, markalaşmaya kadar bir tasarımcının, disiplinden bağımsız olarak hayatını kazanma şansı sence nedir?

    Türkiye’de tasarım kavramı kültürel değil tüketime dayalı bir olgudur. Bu toprakların geçmişten gelen zengin kültürel altyapısına rağmen tasarım disiplini, sadece kısa vadeli ve ihtiyaçlara yönelik olarak kullanılmış, halkımız çoğunlukla endüstriyel toplumların ürettiği ürünlerin ucuz ve kalitesiz birer kopyasıyla yetinmiştir. Bu nedenle Türkiye’de tasarım, kavramlara değil ürünlere odaklanır. Bu eleştirel yaklaşım günümüzün en önemli yönelimlerinden birine işaret eder; o da artık tasarımın bir üretim sürecinin parçası olmaktan çıkıp kendisi başlı başına bir üretim süreci haline gelmesidir. ”Made in…” ibaresi ‘Designed in..” ibaresine dönüşmekte ve ülkeler kendi tasarladıkları ürünlerle markalaşmaktadırlar.

    Bütün bu perspektif içinde ülkemiz tasarımcılarının sektördeki konumu elbette yenilik üretmekten çok hazırda varolanı kullanma veya geliştirme yönünde olmuştur. Ayrıca toplumumuzun tasarım algısı, yüzeysel bir bakış açısına sahip olup herkesin kolayca yapabildiği bir eylem olarak görülmektedir. Oysa kendine tasarımcı diyen her bireyin önündeki en büyük zorluk, tasarımı disiplinler ve kültürler arası bir kavram olarak görmek ve bu gerçeklikte tasarımlar üretmektir.

    http://oldmag.net/2014/10/27/sendromsuzlar-baris-atiker/
    http://www.barisatiker.com/



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 11 Ocak 2015; 5:50:40 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer
    Ha bir de sakın üçe beşe bol kepçe dağıtılan "grafikimsi"lere sakın aldanmasınlar, yani üstüne para verseler bile!
    http://postimg.org/image/6bof33pe5/

    Bu amblem ve logoların, sanki “ilkokuldayken resmi iyi olan” kurum memurlarına yaptırılıyormuş gibi bir havaları vardır. Ve daha da vahimi, bu üretim ortamı o kadar özgür ki, ülkedeki başka hiçbir meslek erbabının bu kadar ilkesiz, kuralsız, kıstassız ve pervasızca “icra-yı faaliyet”te bulunabileceğini sanmam. Hatta “meslek”ten olmayanların da “içeri”ye sızabilecekleri ve bu kadar cüretkar olabilecekleri bir başka “disiplin” herhalde yoktur.
    http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html

    Adeta tasarım alanına rastgele saçılmış, fikirden eser barındırmayan, aslında hiç “çözülememiş”, en temel tipografi prensiplerinin bile ırzına geçilmiş, hepsi gayet acemice çizilmiş, bazıları ise alenen taklit edilmiş “görsel kakafonileri", zerre kadar utanmadan profesyonel falan diye kakalamaya çalışan eğitimsiz tipleri ve bunlara kanan "bakarkörleri" Konya Ovası'na doldursan almaz.

    Ağlamaya kalksan komik, gülmeye kalksan trajik!

    On yıl oluyor; bir belediye, logosunu değiştirmek üzere yarışma açmaya karar vermiş, benden de bir seçici kurul oluşturmayı rica etmişti. Kabul ettim, bazı arkadaşlardan rica ederek benim de içinde bulunduğum bir kurul oluşturdum. Ve süreç başladı.

    Yarışmacılara verilen birkaç aylık bir sürenin ardından gelen eserleri değerlendirmek üzere belediyenin konuğu olarak ilgili kente gittik. İnanmakta güçlük çekeceğinizi biliyorum, ama böyle, yarışmaya katılan üç binin üzerindeki eserden birinciliğe, hatta üçüncülüğe ya da yüzüncülüğe bile girecek bir çalışma bulamamıştık. Aslında bu üç bin küsur çalışmanın neredeyse tamamı logo klasmanına bile giremezdi.

    Evet, logo yapmak kolay bir iş. Kolay derken, en azından imalatı için kullanabileceğiniz alet edevata sahip olmak kolay. O nedenle de yarışmaya lise öğrencisinden muhasebeciye, devlet memurundan ilkokulda resim dersinden hep pekiyi almış ev hanımına kadar çok geniş bir kitle çalışmalarıyla katılabiliyor. Mesela mimari yarışmalarında meydanın bu denli boş olması mümkün değil.

    Hikayeye dönelim. Jüri olarak bir an önce işimizi bitirip dönmek için yapılacak şey, yarışmaya katılan çalımalar arasından logoya en çok benzeyen çiziktirmeyi seçmek ve böylece bu logo yarışması defterini kapatmaktı. Eğer bunu yapsaydık, yarışmacı hiç de hak etmediği ödülünü alacak, belediye de eskisinden pek farkı olmayan yeni bir logoya sahip olacaktı.

    Öyle yapmadık tabii. Yapamazdık. Hem yarışmanın jüri üyeleri olarak adımızı kirletemezdik hem de mesleki sorumluluk duygumuz buna izin vermezdi. Yarışmanın süresini uzatma kararı aldık. Ancak bu, beklentimizin güvencesi olamazdı. Üç bin küsur çalışmadan bir tanesini bile seçememişken iki aylık bir uzatmayla kriterlerimize uygun bir çalışmanın önümüze gelmesi bir mucize olurdu. Bu nedenle tanıdığımız profesyonel arkadaşlardan yarışmaya katılmaları için ricacı olduk. Hatta yalvardık demek daha doğru. Ve birkaç profesyonelin yarışmaya katılmasını sağladık.

    İyi ki bunu yapmışız, çünkü ikinci etapta yarışmaya katılan yaklaşık üç yüz çalışma da ilk etaptaki üç bin çalışmadan farklı değildi. Zorla yarışmaya soktuğumuz profesyonellerden birinin işi birinci seçildi. Böylece hem kendi namusumuzu hem de belediyenin haysiyetini kurtarmıştık.

    Bu anının aklıma gelmesinin nedeni, bugünlerde belediyelerimizin açtıkları logo yarışmalarıyla çok fazla karşılaşmamız. Belediyelerimiz, logo ve görsel kimlik işlerini yurt içi veya yurt dışında profesyonel bir tasarım şirketine ihale etmek yerine, bu tür yarışmaları tercih ediyorlar. Bunun, yarışmaların popüler bir iş olmasından kaynaklandığını sanıyorum. Böylece belediye aynı zamanda kent kamuoyunu meşgul eden bir iş yapmış oluyor. Belki bir nedeni de işin sorumluluğunu üstünden atmak. Öyle ya, binlerce çalışma arasından seçilmiş bir kent logosu işte, daha ne olsun? Demokrasi sağolsun.

    Bence en önemli neden ise, işi bilmemek. Siyasilerin, özel olarak da belediye başkanlarının birer logo uzmanı olmalarını bekleyecek değiliz tabii. Fakat onların en önemli sorumluluğu her işin uzmanını bulmayı bilmektir. Varsa memleketlerinde, yoksa Türkiye’de, o da yoksa dünyada... Daha önce bu sayfalarda da yazmıştım; yerel seçimlerde neredeyse her aday marka-kent vaadinde bulunmuştu. Sanıyorum, marka-kentin ne olduğunu da bilmeden verilen bu vaatlerin ilk tezahürü bu. Öyle ya, marka-kentin bir logosu da olmalı. Yeni yeni anlıyoruz ki, marka-kent demek, aslında logo yarışması demekmiş!

    Eski zamanlarda durumun daha iyi olduğunu iddia edecek değilim. Bugünlerin realitesi ise, bu işlerin önemini hissetmekle birlikte, teknik ve estetik olarak hiçbir değeri olamayacak şeylerin belediye başkanı, vali, il garnizon komutanı, bakanlıkların il müdürleri gibi protokol zevatının da katıldığı ihtişamlı törenlerle lanse edilerek trajikomik bir manzarının ortaya çıkmasıdır. Ağlamaya kalksan komik, gülmeye kalksan trajik!

    http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2015/01/aglamaya-kalksan-komik-gulmeye-kalksan.html




  • Sonra bir gün geldi, tüfek icat oldu ve mertlik bozuldu. Bildiğin üzere devreye bilgisayar girdi. Bilgisayara takla attıran hevesli bir sürü ergen böyle bir mesleğin de olduğunun farkına varmaya başladı ve piyasadaki boşluk yüzünden bir süre sonra kendilerini bu işe bulaşmış buldular.

    Ülkemizde meslek liseleri için şanssız bir anlayış vardır. Ailelerin, üniversite eğitiminden umut kestikleri çocuklarını, bölüm konusunda çok da seçici olmadan “Bari kısa yoldan bir meslek sahibi olsun” zihniyetiyle gönderdikleri bir yerdir. Eskiden Matbaa ile ilgili meslek liselerinden grafiğe yönelenler varken 90’lı yıllarda çok sayıda güzel sanatlar lisesi açıldı ve pek çok çocuk bu liselerin grafik bölümlerine yetenekleri pek gözetilmeden, grafiğin de ne olduğunu bilmeden ailelerinin yönlendirmesiyle gönderildi.

    Günümüzde ise; 100 civarı devlet üniversitesi ile 70 civarı vakıf üniversitesinden hemen hepsinin güzel Sanatlar fakülteleri ile yüksek okulları, bunların da farklı isimlerle de olsa (Grafik, Görsel iletişim tasarımı vs.) grafik bölümleri var.

    Bu Üniversitelerde ne kadar iyi bir grafik eğitimi verildiği ise biraz şüpheli, çoğunun bölüm başkanı ve branş hocaları resim bölümü kökenli… Vakıf üniversiteleri ise tam bir ticarethane… Bu üniversitelerimizin grafik bölümleri var olmasına var da, nedense hemen hepsinin logosu çok kötü… Tabiri caizse kendi söküğünü dikmekten, okullarının ambalajını tasarlamaktan aciz bir görüntüleri var… Anla buralarda verilen eğitimin kalitesini!.

    Üstelik üniversitelerimizde grafik üzerine yüksek lisans tezi veya sanatta yeterlilik tezi veren tıp, hukuk vs. mezunlarının bulunması da mesleğimizin başka bir handikapıdır.

    Bir de tüm bunlara 2 ayda Grafik tasarımcı yetiştirdiğini söyleyen ve yeteneğine bakmadan (parası olmak kaydıyla) neredeyse yoldan geçen herkese sertifika verme meraklısı program kursçularını ilave edersen artık piyasanın nasıl bir kusma noktasında geldiğini daha kolay anlayabilirsin.

    Kısacası bizim mesleğe başladığımız dönemin grafik tasarımcısı mesleği ile ilgili iyi bir donanıma sahipken, günümüzde ise müthiş bir kafa karışıklığı var. Tabi ki her dönemde olduğu gibi bugün de bu işi ilgi, bilgi, sevgiyle yapan, yaptığı işin de hakkını sonuna kadar veren, hatırı sayılır miktarda tasarımcımız var. Ama bahsettiğimiz şekilde, piyasaya pek çok kanaldan o kadar çok kişi pompalanıyor ki, bu mesleği; hakkını vererek yapacakların çoğu, ortamın bulanıklığından ne yazık ki karambole gelebiliyor ve hakettikleri yerde olamıyorlar.

    Bu karışıklıktan ise en çok işveren memnun. Çünkü artık kimsenin kaprisini çekmek zorunda değil. İstediği fiyata, istediği şartlarda, istemediği kadar da eleman bulabiliyor. Piyasanın durumu bu olunca; bir grafik tasarımcıdan da çok fazla bilgi, birikim ve tecrübeye sahip olması istenmiyor. Hızlı bilgisayar kullanması, birkaç program bilmesi yeterli ve de daha ucuza / en ucuza çalışanlar tercih edilir durumda. Şu an; kimin ne yaptığı, ne kadar yapabildiği belirsiz bir aşırı kalabalık var. Üretilenlere bakıyorsun, ortalık görüntü kirliliğinden geçilmiyor.. Eh!. yapan bilgisiz, yaptıran da cahil olunca gül gibi geçinip gidiyorlar.. Eskiden tasarımcılar yaptıkları afişin kenarına imzalarını atarlardı. Bugün neden atmadıklarını / atılmadığını düşünmek / sorgulamak gerekiyor…

    Tüm bunların yanında iş pastası o dönemlerden bu güne aynı oranda çoğalmadı, hatta bir kaç yılda bir yaşanan lokal ve global krizler yüzünden yerinde saydığı, bazen ufaldığı bile söylenebilir.

    Başımızda ise; sanki bu ülkede tasarımcı yokmuşcasına ülkesini temsil edecek logoyu yurt dışına yaptıran bir anlayış hakim… Tabi bunu; bu ülkenin tasarımcısına güvenmediği / inanmadığı için veya bize yansımayan derin ilişkiler sonucu yurt dışına logo yaptıran pek çok ünlü firmamız (Eti, Hürriyet, Arçelik, Abdi İbrahim, TGRT, Beko vb.) için de söylemek mümkün.

    Göz kültürü gelişmemiş bilinçsiz müşteri, Para ödediği için söz hakkını tek kendinde gören patron, rekabet adına birbirinin kuyusunu kazan meslektaşlar, iş almak için tasarımın değersizleştirilmesi, yani iş kapmak için alınmayan tasarım ücretinin diğer üretim kalemlerine bindirilmesi (bu durumda tasarımın itibarsızlaştırılması, tasarımcının da itibarsızlaşmasına yol açabiliyor) ve bir de tabi ki yaş faktörü… Bak ilanlara “çoğunda 30 veya 35 yaşını geçmemiş olması tercih edilir” ibaresi vardır.

    Tasarımcılarımız bu şartlarda da, ne yazık ki en olgun, en birikimli ve en çok yararlanılması gereken “ustalık” dönemlerinde kendilerini kapı önünde bulabiliyorlar.

    Bilmiyorum buraya kadar yazdıklarım, sorduğunun cevabı olabilir mi?


    http://www.tgdd.org.tr/roportajlar/usta-grafik-tasarimci-ali-tekin-cam-ile-meslek-uzerine-soylesi.html



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 18 Ocak 2015; 15:52:51 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    Bu karışıklıktan ise en çok işveren memnun. Çünkü artık kimsenin kaprisini çekmek zorunda değil. İstediği fiyata, istediği şartlarda, istemediği kadar da eleman bulabiliyor. Piyasanın durumu bu olunca; bir grafik tasarımcıdan da çok fazla bilgi, birikim ve tecrübeye sahip olması istenmiyor. Hızlı bilgisayar kullanması, birkaç program bilmesi yeterli ve de daha ucuza / en ucuza çalışanlar tercih edilir durumda. Şu an; kimin ne yaptığı, ne kadar yapabildiği belirsiz bir aşırı kalabalık var. Üretilenlere bakıyorsun, ortalık görüntü kirliliğinden geçilmiyor.. Eh!. yapan bilgisiz, yaptıran da cahil olunca gül gibi geçinip gidiyorlar..

    Gerçek bir tasarım eğitimi alarak ve yıllarca sebat etmeyi göze alarak çok iyi olmayı kafaya koymayanlar hiç boş hayallere kapılmayın.
    Tasarım hakkında iki akıllı cümle kuramayacak bu zifirî cehaletinizle ve budala inadınızla ancak forumda da bolca örneklerini gördüğünüz varoş çakallarının insert minsert işleri alan merdivanaltı tükkanlarında karın tokluğuna iş bulabilirsiniz belki.
    Hiçbir hukukî ve estetik normun umursanmadığı bu çöplüklerde; "niye bana hak etmediğim muaameleyi yapmıyoolarr?!.." diye her gün dövündüğünüzle kalırsınız sadece.

    Dikkatlice bakarsak bu zamanın temel sıkıntısının, kendi fütursuz ‘bence’lerinde boğulan insanlar olduğunu anlayabiliriz.
    (Gökhan Özcan)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 19 Ocak 2015; 5:41:25 >




  • Yetmez ama evet!

    http://www.milliyet.com.tr/sahte-polise-meydan-dayagi--gundem-2000737/

    Kaybolduktan 2 gün sonra ölü olarak bulunan Gizem Akdeniz'i (6) vahşice öldüren Süleyman A.'nın annesi Ayşe Akdeniz telefonda "Çocuğu öldürdü benim gözüme görünmesin. Ben onu istemiyorum. O katil oldu onun cezasını versinler. Ben ona idam istiyorum. Ben onu istemiyorum o benim oğlum değil" dedi.

    Hem Gizem Akdeniz'in babasının amcası, hem de Süleyman A'nın amcası olan Abdulkerim Akdeniz (58) ise "Aile olarak bu ikisi de benim yeğenim olur. Bu işi yaptığı için Süleyman'dan nefret ettim. Bizim ailemizin ismi lekelendi, ailemizi bitirdi. Bu böyle bir duruma karşıyım. Bu çocuktan nefret ediyorum. Buna ne ceza gerekiyorsa verilsin. Bizim ismimizi lekeledi, ailemizi bitirdi. Ailede 30 kişi İstanbul'a göç etti. Bu çocuk bizim gururumuzla oynadı. Ben bu çocuğun idam edilmesini istiyorum. Allah bin belasını versin, delik deşik olsun. Allah onu cezaevinden çıkarmasın" dedi.

    Anne babasının da oğullarına bela okuduğunu belirten Akdeniz, "Babası trafik kazası geçirdiği için yatalak. Annesi nefret ediyor. Benim böyle oğlum yok diyor. O kıza o hareketi yaptığı için öldürsünler biçsinler ne yaparlarsa yapsınlar diyor" diye konuştu.

    http://m.haberturk.com/gundem/haber/944669-ona-idam-istiyorum-o-benim-oglum-degil

    "Ecevit affı neyin savolsun, sonsuz mihnet ve şükran borçluyuz milletçe (Uzan'ın o mis gibin döner ekmeklerini de unutmayalım lütfen, biraz olsun vefa)!.. Ver o güzel elini öpiyim abicim, pambık gibin!.."
    http://www.yenisafak.com.tr/video-galeri/2-kadin-oldurup-evlilik-programina-katildi/16972



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 3 Şubat 2015; 11:16:38 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    "Nur içinde yatsın, Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Bandırmalı Ali Efendi Hazretleri dükkânında meşgulken, telefon çalar. Merhum telefona çıkar, “Buyurun efendim.” der. Telefon eden kimse, süt evini taksi durağı sanır. “Acele bu adrese bir taksi gönderin.” der. Hemen Hazret dışarı çıkar. Bir taksi bulur. Ücretini verir ve o zata gönderir. “Neden böyle yaptın?” diyenlere, “Yanlış numara çevirdin, burası taksi durağı değil, deyip adamı mahcup etmek istemedim.” der.

    Merhumun ömrü hep böyle inceliklerle doluydu. İnsan onunla birlikte iken, hem huzur içinde olur, hem de manen zenginleştiğini hissederdi.
    (Sabri Tandoğan)

    http://alioztaylan.blogspot.com.tr/


    Peki böyle güzel insanlar hiç yok mu?

    Belki tek tük, o da eğer nasibiniz varsa... Pislikler eskiden beri hep vardı tamam ama artık kitlesel/organize cinnetlerin hemen her gün yaşandığı bu ülkede, bu hüsranlı zaman diliminde; özellikle ticaret gibi riskli alanlarda salyalılara rastlama ihtimalınız daima daha yüksek:

    http://webtv.hurriyet.com.tr/haber/tekmeli-tokatli-ihale-kavgasi_105198

    Öyleyse ihtiyatı elden bırakmayınız, her an katil veya maktul olmanız içten bile değil Allah korusun...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 10 Temmuz 2015; 18:05:02 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    "Hocam para yok beaaa, vıllaaa!"

    ‘Burun ameliyatı olmak için başvuran türbanlı hanım çok’
    - Tesettürlü kadınlar da estetik operasyon için başvuruyorlar mı?
    Elbette. Bu hanımlar evde, aile içinde diğer hanımlar gibi yaşıyor, tesettürleriyle de sokakta. Yani diğer hanımlar ne yaptırmak istiyorsa onlardan da benzer talepler geliyor.

    http://www.haberturk.com/saglik/haber/751955-estetik-cerrahiyi-en-iyi-tasiyan-ajda-pekkandir

    Tüm bu gelişmeleri göz önüne alarak, estetik merkezlerini dolaşıp gözlemlemeye karar veriyoruz. İlk adresimiz Nişantaşı'nda bir muayenehane oluyor; akşam saatleri, daha içeri girmeden kadınların uğultuları ve çay kokuları estetik müdahaleye değil de 5 çayına gelmiş izlenimi yaratıyor insanda. Salonda sadece bir kişilik boş koltuk bulabiliyoruz. Yanımızda türbanlı bir anne-kız oturuyor. Türbanlı kadın göğüslerini büyütmüş, burnunu yaptırmış ve belindeki yağları aldırmış. Kızının burnunu yaptırıp göğüslerini büyüttürmeyi düşünüyor. ‘Göğüsleri iyi görünüyor. Neden?' diyecek oluyoruz, ‘Kocası istiyor' diye yapıştırıyor lafı.
    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=310860



    Yiyeceğe, içeceğe, giyeceğe, yakacağa, eve, arabaya, ulaşıma, tatile, organizasyona ve estetik operasyona ihtiyacın olduğunda ne yapıyordun hep?

    1- Maaşından veya yastık altından ödüyordun.
    2- Para biriktiriyordun.
    3- Taksit yaptırıyordun.
    4- Borç buluyordun.
    5- Vazgeçiyordun.

    Hah, tasarım ihtiyacı da tıpkı öyle işte!

    Artık anladın?

    ***

    Ulan, hâlâ mı anlamadın?!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 3 Şubat 2015; 11:34:56 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer
    Dünyada fiziki olarak birbirinin aynı olan iki insan yok, birbirinin aynı olan iki parmak izi bile yok. Peki birbirinin tıpatıp aynısı kafalarla ömür sürmekte olan kitleleri nasıl açıklayacağız bu durumda?



    Tamam, heryer çöpadam yığınlarıyla dolup taşıyor anladık da;

    "Ücret asıl mesele değil, emeğinizin hakkını eksiksiz ödeyeceğiz. Yeter ki merdivenaltıcılar gibi görünüp de ele güne karşı rezil olmayalım. İşletmemizi onyıllar boyunca temsil edebilecek nitelikte, "işaret değeri" olan hakikî bir logo/kurumsal kimlik tasarımına ihtiyacımız var."

    diyen bir tane bile işveren gördünüz mü buralarda?.. Yok yok iki demiyoruz, sadece bir tane!.. Tek yahu!?

    https://www.facebook.com/freelancemagdurlar/photos/a.232458640220273.60453.232455716887232/537078609758273/?type=1&theater

    Evet, bulana büyük ödül, bedava dört renk logo tasarımı!..
    Bir tanecik?




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 5 Şubat 2015; 16:26:23 >




  • "Siz yeter ki gönderin çalışmaları heeeç skıntı olmaz diyoz adamlarda bidefaa utanma yok lafdan neyin annamıyolarki, vallayi de billayi de son guruşuna gadder diyom argadaş şerefsizim yauuvv!.."




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 12 Ağustos 2016; 18:14:21 >
  • ...
  • "Kervan" yürür durduramazsın,
    çünkü:

    altı üstü 70 yıllık bir ömrü var insanoğlunun. bütün sermayen işte bu. ne yapacaksan, bu hayat içinde yapacaksın.

    devrimmiş, yeryüzü cennetiymiş. hepsi faso fiso bunların.

    kafanı çevir de bir bak tarihe!

    binlerce yıldır hep aynı terane. hep aynı hasis, çirkef, çirkin insanoğlu. bundan sonra da değişen bir şey olmayacak.

    çünkü burası dünya. "dünya" kelimesi denaet'ten gelir yani "aşağılık" yer manasına geliyor. çünkü burası kainatın çöplüğü, zindanı, insanının sürgün yeri.

    bu kadar zorlu şartlara sahip olması ve insan istidatını sınırlarına kadar zorlaması hasebiyle de, gelişim için en uygun yer. cennette mutlu olabilirsiniz ama orada kendinizi geliştiremezsiniz. bunun için zıtların çarpışmasına, kavgaya, karışıklığa, fitneye, fücura ihtiyaç var. mutlak barışın ve sükunetin olduğu yerde tekamül de olmaz elbet.

    madem kendimizi geliştirmek, şuurun yüksek mertebelerine tırmanmak için yeryüzüne sürüldük, o halde vazifemizi en iyi şekilde yapmaya çalışalım. madem pazara gittik, filelerimizi dolduralım. pazardan boş dönmek pişmanlıktır, ardır.

    insan saçma sapan işler için, kendini patlatmak veya yiyip içip üremek için değil, allah'ı tanımak gayesiyle yaratıldı.


    https://eksisozluk.com/entry/48213863



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 16 Temmuz 2015; 1:44:11 >




  • Usta Skype adresini PM atabilir misin? Görüşmek ve bir teklifde bulunmak istiyorum ;)

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • ...
  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.