• Max Wertheimer (1880-1943) tarafından temellendirilen, Wolfgang Köhler (1887-1967) ve Kurt Koffka (1886-1941)’nın katkılarıyla gelişen kuram, bireyin dış dünyadan gelen uyarıcıları soyutlayarak almak yerine bir bütün (gestalt) olarak değerlendirdiğini belirtmektedir: “Bütün, parçaların toplamından daha fazladır.” Bir portreye bakarken teker teker burun, göz, dudak, saç gibi parçaları değil, bir portre görürsünüz. Bir konserde her bir müzisyenin katkısını değil, hepsinin katkısından oluşan müziği dinlersiniz.
• Alan kuramının psikolojiye uygulanmasını sağlayan Gestaltçılar olmuştur. Alan, herhangi bir parçanın diğer parçaları etkilediğini dinamik bir sistem olarak ele alınmaktadır. İnsanların dünyayı nasıl algıladığı konusu psikolojinin temelini oluşturmaktadır. Gestalt yaklaşımı davranışçıların aksine bütüncüldür. Bireyin bütün olarak ele alınması gerektiğini iddia eder. Kurt Lewin (1890-1974) herhangi bir zamanda ele alınan bireyin davranışı, o zamandaki yaşantısındaki psikolojik olayların toplamı tarafından belirlenir demektedir.
• Psikolojik olaylar, açlık, bir anı, birlikte bulunduğunuz kişiler veya herhangi bir fiziksel çevreden oluşmaktadır. Bu psikolojik olaylar bireyin yaşam alanını (life space) oluşturmaktadır. Bu olaylardan bazıları bireyi olumlu etkilerken bazıları olumsuz etkilemektedir, ancak bu olayların toplamı bireyin davranışlarını belirler. Lewin’e göre sadece bilinçli olarak algıladığımız olaylar davranışlarımızı etkiler. Psikolojik çevredeki olaylardaki herhangi bir değişiklik yaşam alanının yeniden düzenlenmesine neden olur. Bu nedenle davranışların nedenleri sürekli değişmektedir.
• Davranışçıların aksine Gestaltistler insan beyninin pasif alıcı olmadığını, dış dünyadan gelen duyumların insan beyni tarafından anlamlı bir yapı içerisinde ele alındığını belirtmektedirler. Düzenleme becerisi normal, sağlıklı bir insan beyninin özelliğidir ve genetik olarak belirlenmiştir.
• (Principle of Closure) Tamamlama ilkesi, tamamlanmamış deneyimlerin birey tarafından tamamlanmasına işaret eder. Örneğin kesik çizgilerle yapılmış bir daireyi kesik değil de tamamlanmış çizgiler olarak daire şeklinde görürüz. Birey çizgiler arasındaki boşlukları doldurarak algılama eğilimindedir.
• Algısal değişmezlik (Perceptual Constancy) aynı objeyi farklı yerlerde ve durumlarda gördüğümüzde de tanırız. Örneğin pencere bir binada, arabada veya başka bir yerde olsa da pencere olarak ayırt edebiliriz. Objenin anlamı değişmez. Anlam, hâlihazır fiziksel durumdan daha önemlidir. Gestaltçılara göre dış dünyadan algıladığımız duyumlar, beyinde bir tepkiye neden olur, bu nedenle beyinde oluyormuş gibi hissederiz. Beyin etkin olarak duyumları dönüştürür. Bir başka deyişle beyin duyumları organize eder, basitleştirir ve anlamlı hale getirir.
• U1 • U2 Beyin uyarıcıları Bilinçli deneyimler uyarıcının • Uyarıcı U3 dönüştürür değil beyinin etkinliği sonucudur. • U4 işlemden geçirir • U5
• Gestaltçılara göre davranışları belirleyen nesnel gerçeklik değil öznel gerçekliktir. Deneyimlerimiz sadece beyinin düzenleme ilkesiyle (Law of Pragnanz) değil, inanç, değer, ihtiyaç ve tutumlarımızca da anlamlandırılır. Aynı nesnel durumda bireylerin farklı davranış göstermesi bu ilkeyle açıklanmaktadır. Gestaltçılar coğrafi çevre (nesnel veya fiziksel gerçeklik) ile davranışsal çevre (psikolojik veya öznel gerçeklik) arasında bir ayırım yaparak bireyin neden o şekilde davrandığını anlamak için davranışsal çevreyi anlamanın daha önemli olduğunu vurgulamaktadırlar.
• Öğrenme İlkeleri: Organizma bir problem durumuyla karşılaştığında problem çözülene kadar bilişsel bir denge bozulması ortaya çıkar. Bu denge bozulması yeniden denge durumunu sağlamak için güdüleyici bir özellik taşır. Beyin her uyarıcıyı düzenleme eğilimi gösterir ilkesi nedeniyle denge durumu daha istendik bir durumdur. Bu nedenle çözülmemiş problemler bireyde daha kalıcı iz bırakır ve daha uzun süre ve ayrıntılı olarak hatırlanır. (Zeigardnik etkisi). Gestaltçılara göre organizma bir problem durumuyla karşılaşınca ya çözüm vardır ya da çözümsüzlük kısmi çözüm durumundan söz edilemez. Organizma ilgili parçaları birleştirerek çözümü bulmaya çalışır. Bu zihinsel çaba problem çözülene kadar devam eder. Organizma problemin çözümüyle ilgili ani bir içgörü kazanır. Öğrenme sürekli devam eden bir süreç değil, çözümsüzlükten çözüme atlayan kesikli bir süreçtir. Çözüm öncesi (Presolution Period) dönemde organizma uygun çözümü bulmak için bir deneme-yanılma sürecinden geçmektedir.
• İçgörü kazanarak öğrenmenin dört özelliği vardır: Çözüm öncesi dönemden çözüme geçiş aniden ve tamdır. Çözüme dayalı performans hatasız ve pürüzsüzdür. Çözümü bulmak bir süre gerektirir. İçgörü yoluyla kazanılan bir ilke başka problemlerin çözümüne kolayca uygulanabilir.
• Bir beyaz bir gri olmak üzere iki farklı renkteki kâğıttan gri kâğıt üzerinde yemlenen tavuklar, rengi daha koyu olan kâğıt üstünde yemlenmeleri nedeniyle bir sonraki aşamada birisi bir önceki aşamada üzerinde yem verilen bir de daha koyu renkli iki kâğıdın yanına bırakılmaları durumunda, bir önceki aşamada koyu renkli olan kâğıt üzerinde beslenmiş olmaları nedeniyle rengi daha koyu olan kâğıda doğru gitmişlerdir.
• Üretici Düşünce (Productive Thinking): Wertheimer’e göre (1980) üretici düşüncenin çeşitli temel boyutları vardır. Bireyin bir problem durumunda çözüme ulaşmak için mantıklı olması gerekmez, problemin boyutlarını çözüme ulaşana kadar bilişsel olarak düzenlemeli, yeniden düzenlemelidir. Problem çözümünde eğer kurallar, ilkelerin öğrenilmesi değil de sadece olaylar, çözümler ezberlenirse üretici düşünce söz konusu olamaz.
• Hafızada kalan iz (Memory Trace): Bireyin deneyimleri zihinde bir çalışmaya yol açar. Bu süreç deneyimin türüne göre basit veya karmaşık olabilir. Bu süreç bittiği zaman zihinde bir iz bırakmıştır. Daha sonra benzer bir durumla karşılaştığımızda bu iz davranışımızı etkiler. Her bir sürecin sonunda birey biraz daha değişmiştir ve gelecek deneyimler bu durumdan etkilenir. Bir deneyimin hafızada (zihinde) bıraktığı iz ne kadar güçlüyse sürece etkisi o oranda güçlü olacaktır. Bir başka ifade ile ne kadar çok benzer sorun çözersek o konuda problem çözme becerisi o oranda gelişecektir. Her karmaşık beceri birçok alt süreçten oluşur ve bu süreçlerin her birinin zihinde iz bırakması söz konusudur. Birbiriyle ilişkili bireysel izler topluca bir izler sistemi oluştururlar. A, B, C gibi harfleri yazabilmek bireysel süreçler olarak değerlendirilebilir. Yazı yazma becerisi daha karmaşık bir süreçtir ve izler sistemi olarak değerlendirilebilir. Koffka (1963) böyle becerilerin bütüncüllük (wholeness) niteliğinin bireysel izlerin üstüne çıktığını ve bireyselliğini kaybettirdiğini ifade etmektedir.
• Hafıza da, algı ve öğrenme sürecinde olduğu gibi, anlamlı ve bütüncül olma eğilimi vardır. Bir başka deyişle anlamlı bilgiler hafızaya kolay yerleştirilirken yabancı bilgiler anlamlı veya önceden bilinenlere benzer hale getirilerek kaydedilmeye çalışılır ve böyle hatırlanır. Örneğin kediye benzer bir şey kedi gibi hatırlanır.
Ömer hocam saygılar
════════════════════════════════════════ Gelişim ve Öğrenmenin Temel Kavramları ════════════════════════════════════════
Olgunlaşma
Olgunlaşma, öğrenme yaşantıları ve çevresel değişikliklerden bağımsız olarak organizmanın belli bir biyofizyolojik yetkinliğe ulaşmasıdır. Buna göre olgunlaşma kalıtsal yapı tarafından biçimlendirilen, fiziksel gelişim ürünüdür. Birçok devinsel beceriyi gösterme olgunlaşma düzeyine bağlıdır. Organizma fizyolojik olarak bir iş yapar hale geldiğinde olgunlaşma gerçekleşir. Örneğin, bebeğin başını kontrol eden kaslar, yeterli olarak gelişmeden başını dik tutması ya da parmak kasları gelişmeden yazı yazması beklenemez. Ya da bir çocuk konuşma olgunluğuna ulaşmadan ne kadar araştırma yapılırsa yapılsın gereği gibi konuşmaz. Bir organizma belli bir davranışı başaracak derecede yeterli olgunluk basamağına ulaşmadıkça, o davranışı öğrenemez ya da gereği gibi öğrenemez. Örneğin; çocuğun parmak kasları, gerekli olgunluk düzeyine ulaşmadıkça ona kalem tutmasını, dışarıdan yapılacak etkilerle öğretemeyiz. ( Arı, Üre, Yılmaz, 1998, syf.)
Olgunlaşma kavramı ile ilgili olarak anne - baba ve eğitimciler için dikkat edilecek husus, çocuğun yürümesini konuşmasını isterken, çocuğun yürüme ve konuşma için gerekli olgunlaşma düzeyine ulaşıp ulaşmadığını bilmek gerekir. Çocuğa yazı yazdırırken, düzenli yazı yazması gereken bir öğretmen çocuğun parmak kaslarının bu olgunluğa ulaşıp ulaşmadığını dikkate alması gerekir. Yeni veya diğer bir öğrenme yaşantısının kazandırılmasında da olgunlaşma aranmalıdır.
Herhangi bir konunun öğrenilmesi için gerekli olan olgunlaşmayla birlikte bu konunun dayanacağı ön yaşantıları içine alır. Mesela okuma - yazma öğretiminde kelimeleri çözümlerken öğrencinin hem harflerin özelliklerini ayırabilecek olgunluğa ulaşması hem de bunun için gerekli olacak ilk temel bilgileri kazanmış olması gerekir. Çünkü çocuklar ancak öğrenmeye hazır oldukları konuları öğrenebilirler. Herhangi bir konuyu öğrenmeye hazır olmayan çocuğa onu öğretmeye çalışmakla sadece başarısız olmakla kalmaz, aynı zamanda bu durum çocukta bir takım hayal kırıklıklarına ve eksiklik kaynaklarına yol açar. Olgunlaşma kendiliğinden meydana gelen bir süreçtir. Bir meyvenin olgunlaşması için bahçenin çaba göstermesine gerek yoktur. Kişinin olgunlaşması da benzer bir şekilde zamanla meydana gelir. Gelişim olgunlaşmayı da içerir ve doğumdan ölüme kadar olan kişinin geçirmiş olduğu değişiklikleri ifade eder. (Bacanlı,1999,s. 34 )
GELİŞİM
Gelişmeyi ürün olarak ele aldığımızda gelişimi bu ürünün süreç yönü olarak tanımlayabiliriz. Gelişim, organizmanın döllenmeden başlayarak bedensel, zihinsel, dil, duygusal, sosyal yönden, belli koşulları olan en son aşamasına ulaşıncaya kadar sürekli ilerleme kaydeden değişimidir. Gelişme, olgunlaşma ve öğrenme etkileşimlerinin bir ürünüdür. Gelişim ise süreçtir. Olgunlaşma ve öğrenme olmadan gelişim sağlanamaz. Örneğin; bir çocuğun ağaca tırmanması devinimsel bir gelişmedir. Çocuk kas ve kemikleri yeterli büyüklüğe ve olgunluğa eriştikten sonra ağaca tırmanmayı öğrenmemişse de ağaca tırmanma davranışını gösteremez. Demek ki gelişme, olgunlaşma ve öğrenmeyi kapsayan temel bir kavramdır.
Kısaca gelişim, sadece sayısal ölçümlerle açıklanamayan, birçok yapı ve işlevi bütünleştiren karmaşık bir olgudur. Bu bütünleşme nedeniyle, gelişimin her evresi bir sonraki evreyi doğrudan etkiler. Böylelikle hiyerarşi, bütünleşme ve yapısal bağıntı gelişim evrelerini temel özellikleri arasındadır. Yapılan gözlem ve çalışmalar belli gelişim dönemlerinde çocuklarda ortak olan eğilim ve davranış kalıplarının bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu ortak yanların bilinmesinin çocuk eğitiminde izlenecek yöntemi belirleme açısından yararı büyüktür.
GELİŞİMLE İLGİLİ TEMEL İLKELER
1. Gelişim, kalıtım ve çevre etkileşiminin bir ürünüdür. 2. Gelişim süreklidir ve belli aşamalardan gerçekleşir. 3. Gelişim nöbetleşe devam eder. 4. Gelişim baştan ayağa, içten dışa doğrudur. 5. Gelişim genelden özele doğrudur. 6. Gelişimde kritik dönemler vardır. 7. Gelişim bir bütündür. 8. Gelişimde bireysel farklar vardır.
ÖĞRENME
Öğrenme bireyin çevresiyle belli düzeydeki etkileşimleri sonucunda meydana gelen nispeten kalıcı izli davranış değişmesidir. Örneğin; çocuğun düzgün bir şekilde kalem tutabilmesi için el ve parmak kaslarının, kemiklerinin yeter büyüklüğe ve olgunluğa erişmesi yetmez. Çocuğun kalemin nasıl tutulduğunu görmesi, kalem tutma denemelerini yapması gerekir. Demek ki gelişim sağlanabilmesi için, çocuğun çevresiyle belli düzeyde etkileşimde bulunmasına yani öğrenmesine ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak çevre tarafından öğrenme olanakları sağlanmadığında çocuğun yeterli olarak gelişmesini beklemek mümkün değildir bu nedenle gelişimi sağlamak bakımından anne-baba ve öğretmenin ya da onların yerine geçen yetişkinlerin rolü, yaşamsal bir öneme sahiptir(Senemoğlu,s:13,Gazi kitapevi, gelişim öğrenme ve öğretim,Ankara,2001)
ÖĞRENMENİN ÖZELLİKLERİ
1. Davranışta gözlenebilir bir değişme olması 2. Davranıştaki değişmenin nispeten sürekli olması 3. Davranıştaki değişmenin yaşantı kazanma sonucunda olması 4. Davranıştaki değişmenin yorgunluk, hastalık, ilaç alma vb. etkenlerle geçici bir biçimde meydana gelmemesi. 5. Davranıştaki değişmenin sadece büyüme sonucunda oluşmaması
HAZIRBULUNUŞLULUK
Olgunlaşma, bireye yaşla birlikte artan yeterlikler sağladığı gibi, öğrenmeye fırsatları verildiği takdirde bireyin yeni ve daha karmaşık davranışları kazanması için gerekli olan hazır bulunuşluluğu da beraberin de getirir. Ancak hazır bulunuşluk bireyin sadece olgunlaşma düzeyini değil aynı zamanda, bireyi önceki öğrenmelerini, ilgilerini tutumlarını, güdülenmişlik düzeyini, yeteneklerini, genel sağlık durumunu da kapsar.(Gibson ve Vinegradoff,1986).Ertürk, hazır bulunuşluluk kavramını; bireyin “eğitim pazarına” getirdiği özelliklerin tümü olarak ifade etmektedir.
Örneğin; bisiklet kullanmak için yeterli hazır bulunuşluk düzeyinde olan bir çocuk; bisiklet kullanmaya isteklidir, bisikleti kullanmak için gerekli olan kaslar ve diğer organları yeterli olgunluğa erişmiştir, bisikletin nasıl kullanılacağı ile ilgili ön koşul öğrenmelere sahiptir, genel sağlık durumu bisiklete binmesine uygundur. Kısaca hazır bulunuşluk, belli bir seviyedeki görevlerinin öğrenilmesi için gerekli olgunlaşmaya ve gerekli temel yaşantılara sahip olmalıdır. Hazır bulunuşluk, bireyin zihinsel sosyal ve bedenen öğrenmeye hazır dönemde olması demektir. ( Eğitim Psikolojisi, Herbert Sorenson, çeviren, Gültekin Yazgan, s. 340, ) . Kısaca hazır bulunuşluk, belli bir seviyedeki görevlerinin öğrenilmesi için gerekli olgunlaşmaya ve gerekli temel yaşantılara sahip olmalıdır. Hazır bulunuşluk, bireyin zihinsel sosyal ve bedenen öğrenmeye hazır dönemde olması demektir. ( Eğitim Psikolojisi, Herbert Sorenson, çeviren, Gültekin Yazgan, syf. 340, )
İçgörüsel öğrenme ve problem çözme:
İçgörüsel öğrenme konusunda en ünlü deneyler Köhler tarafından yapılmıştır.
Köhler bir kafes içindeki maymunları ulaşamayacakları kadar yükseğe koyduğu muzlara ulaşma problemiyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu deney düzeneğinde, kafesin bir kenarına maymunların kafesteki muzlara ulaşmalarını sağlayacak kutular ve bambu sopaları koymuştur.
Bir başka deneyde muzu kafesin dışına koymuş ve kafese muza ulaşmayı sağlayacak bambu sopaları koymuştur.
Maymunlar önce bildikleri yolları denedikten sonra bir maymun kutunun üstüne çıkmış ve eline sopayı alıp muza ulaşmış; ikinci maymun iki kutuyu üst üste koyup üstlerine çıkarak muza ulaşmış; üçüncü ve en akıllı maymun ise iki bambu sopasını birbirine eklemiş ve muza ulaşmıştır.
Köhler’e göre, maymun önce bildiği yolları dener ancak çözüme ulaşamayınca ön çözüm dönemine girer. Bu dönemde durup düşünür, etrafa göz atar ve bilişsel olarak olası çözüm yollarını geliştirip yine bilişsel olarak test eder. Bu sırada aniden çözüme ulaşır. Araç ve amaç arasındaki ilişkiyi aniden fark eder ve harekete geçer.
İçgörüsel öğrenmenin temel özellikleri:
1. Ön çözümden çözüme geçiş ani ve tamdır. 2. İçgörüyle çözüme dayalı edinilen performans genellikle pürüzsüz ve hatasızdır. 3. İçgörüyle kazanılan problem çözümü uzun süre hatırlanır. 4. İçgörüyle kazanılan bir ilke diğer problemlerin çözümüne uygulanabilir. 5. Zeki olanlar içgörüsel çözüme daha kısa bir sürede ulaşırlar.