Şimdi Ara

KUBİLAY MESELESİ

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
3
Cevap
0
Favori
552
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Menemen olayını kasıtlı olarak saptıran o zamanki hayinlerin torunları olan şimdiki bir takım şarlatanlara Genelkurmaydan tokat gibi yanıt geldi lütfen okuyunuz...........


    Genelkurmay, 'Menemen'i açıkladı
    16.01.2007 15:15 ( Kaynak :http://www.ensonhaber.com/news_detail.php?id=24741 )


    Genelkurmay Başkanlığı, arşiv belgeleriyle Menemen’deki eylemin, "sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir hareket olarak uygulamaya geçirildiğini" ortaya koydu.
    Genelkurmay Başkanlığı, "bir hazırlık safhasından sonra eylemi gerçekleştirenlerin tümünün Manisa’da ikamet ettiklerini ve Nakşi tarikatıyla bağlantıları bulunduğunu" belirledi.
    Genelkurmay Başkanlığı, 23 Aralık 1930 günü Menemen’de meydana gelen olaylarda şehit edilen Yedek Subay Mustafa Kubilay’ın katledilişine ilişkin Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığının arşivlerindeki belgeleri internet sitesinde yayınlayarak Menemen olayına ışık tuttu.
    Genelkurmay Başkanlığının kamuoyuna sunduğu arşiv belgeleri arasında Yedek Subay Mustafa Kubilay’ın ölümüne ilişkin keşif raporu, İbrahim Hoca’nın ifadeleri, Eylemcilere yardım eden Yunus oğlu Kamil’in ifadesi, Menemen Telgraf Memuru Nail Bey’in Olaya İlişkin Tanık İfadesi, eylemcilerin bağlı oldukları tarikat mensuplarına ilişkin belge, Şeyh Esat’ın İbrahim Hoca’yla ilişkisini ifade ettiği mektuplar yer alıyor.
    "Arşiv Belgeleriyle Menemen Olayı" çalışmasında arşiv belgelerinin yanı sıra Genelkurmay’ın Menemen’de yaşanan olayın geçmişi ve o gün yaşananları gözler önüne seren değerlendirmelerine de yer verildi.
    Söz konusu belgelere göre, olayın ardından Menemen Cumhuriyet Savcısı, Savcı Yardımcısı ve Hükümet Tabip Vekilinin hazırladıkları raporda, Kubilay’ın Gazez Caminde katledilmiş olarak bulunan bedeni, şöyle tasvir ediliyor:
    "Gazez Camisi girişinin sol tarafındaki bahçede arkası üstü yatık, sağ tarafında kasaturası kınından çekik bir halde, elbiseleri kanlı, başı boynundan ayrılmış ve etrafındaki toprakta çok fazla kan lekeleri bulunan, tahminen 25 yaşlarında, üzerinde haki renkte askeri elbise olan; orta boylu, kumral benizli, saçları az ağarmış cesedin, Menemen’de 43’ncü Alay 1’nci Tabur 3’ncü Bölük Takım Komutanı Yedek Subay İzmirli Hüseyin oğlu Kubilay olduğu anlaşılmıştır."

    GÖRGÜ TANIĞININ İFADESİ

    Belgelere göre, olayın görgü tanıklarından, Menemen’deki telgraf memuru Nail Bey, Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın nasıl öldürüldüğünü şöyle anlatıyor:
    "Kubilay Bey’in kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze komutanı evkaf kahvesi önünde askeri durdurup ’süngü tak’ emrini vererek, kendisi Şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam ediyorlardı. Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler. Diğer arkadaşı bunları o vaziyette görünce, Kubilay Bey’i arkasından bir silahla vurdu. O anda yere düştü.
    Onbeş saniye kadar yerde kaldıktan sonra, kalkıp doğruca cami tarafına koştu. Bir kısım halk bunu görünce dağıldı. Telgrafhaneye de bir kısmı girdi. Onları dışarı çıkarttım. Bu sırada adamlardan ikisi kayboldu. Biz kaçtıklarını zannettik. Biraz sonra saçından tutulu olduğu halde, zavallı Kubilay Bey’in kesik kafasını getirdiklerini gördük. Ellerinde sancağın ucuna kafayı geçirirlerken bir şeyler söyleyerek eğildiler. Kesik başın, elektrik direğine bir kırmızı kuşakla bağlandığını gördüm. Kubilay Bey’in başı asılı olduğu halde meydanda dönüyorlardı."

    "CİNAYET DEĞİL, BİLİNÇLİ BİR HAREKET"

    İnternet sitesindeki Genelkurmay Başkanlığının konuya ilişkin değerlendirmesinde, tarihe "Menemen Olayı" diye geçen bu eylemin, "sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir hareket olarak uygulamaya geçirildiğinin" yapılan araştırmalarla ortaya çıkarıldığı belirtilerek, şunlar kaydedildi:
    "Eylemciler bir hazırlık safhasından sonra eylemi gerçekleştirmişlerdir.
    Eylemin ele başı ve Yedek Subay Mustafa Kubilay’ın başını keserek öldüren Giritli Hasan oğlu Mehmet, Osman oğlu Şamdan Mehmet, Hasan oğlu Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet, Nalıncı Hasan ve Çakır oğlu Ramazan, eylemci grubunu oluşturmaktadır.
    Eylemcilerin hepsi Manisa’da ikamet etmektedirler ve Nakşi tarikatiyle bağlantıları vardır. Onları bu tarikata sokan ve eğiten, Manisa Askeri Hastahanesi imamlığından emekli İbrahim Hoca’dır. İbrahim Hoca da İstanbul Erenköy’de Şevki Paşa köşkünde oturan Şeyh Esat’a bağlıdır. İbrahim Hoca, halifeler halifesi olarak, tarikatın etki alanının genişletilmesinden ve yaygınlaştırılmasından sorumludur."

    "ŞEYH ESAT’IN YİRMİBİN MÜRİDİ VARDI"

    Belgeler arasında İbrahim Hoca’nın ifadesine de yer verildi. İfadesinde tekkeler yasaklanmadan önce Şeyh Esat’ın tahminen yirmibin civarında müridi bulunduğunu belirten İbrahim Hoca’nın, Manisa’daki müritlerin sayısı sorulduğunda ise hiçbir açıklama yapmadığına dikkat çekildi.
    Belgeler arasında İbrahim Hoca’nın, Şeyh Esad’la ilişkisini açıkça ortaya koyan Şeyh Esad’ın yazdığı mektuplara da yer verildi. İbrahim Hoca’nın ifadesinde, bu bağlantısıyla ilgili söyledikleri ise şöyle:
    "İlk tarikate intisabım oniki sene evveldir. Nakşibendidir. Şeyhim İsmail Necati’ydi. Bab-ı ali’de oturuyordu. Tekkesi vardı. Ölmüştür. Ondan bir sene sonra tahminen o zaman Çapa’da tekkesi bulunan Şeyh Esat Efendi’nin zikrine gittim ve ona bağlandım. Yani benim hocam oldu. Yirmibir senedir tarikatin imamıdır."

    "MÜRİD HÜSNÜ EFENDİ’NİN AÇIKLAMALARI"

    Şeyh Esad’ın oğlu (halife) Mehmet Ali’nin de İbrahim Hoca’nın bağlantısını "Kendisi, pederimin on senelik dervişlerindendir. Şurdan burdan hiç tanımadığımız adamları ziyaret maksadıyla bana ve pederime getirirdi" şeklinde ifade ettiğine yer verilen değerlendirmede, şunlar kaydedildi:
    "Şeyh Esad’ın müridlerinden Hüsnü Efendi, ’daima sözünden ve nasihatinden ilham alarak kendisini şeyhe bende (kul) eden kişileri’ sayarken ilk isim olarak İbrahim Hoca’yı belirtir. İbrahim Hoca’nın Manisa’da görevli iken merkeze bağlı Horosköy’de yoğun faaliyetleri vardır. Burada ikamet eder, cami yaptırır, tarikate adam kazandırma çalışmalarını sürdürür, vaaz verir. ’Hoca köyümüzde oturduğu sırada Cuma günleri ve bazan hafta aralarında ve bazan da kendisi ne zaman isterse o vakit köy camisinde vaaz verirdi. Köyde bulunduğu bir gün ikindi namazı sırasında camide vaaz etmeye başladı’. Hoca, ’Şapka giyen gavurdur. Biz gavur olamayız. Rakı içen ve yalan söyleyenler de gavurdur’ diye söyleniyordu." İbrahim Hoca’nın bu köyde özellikle ileri gelenlerle sıkı ilişkiler kurduğu, düzenli ve gizli bir bağlantısı bulunduğu ifade edilen değerlendirmede, ayrıca Şeyh Esat’ı ziyaret edenlerin dönüşte şeyhi övücü propaganda yaptıkları anlatıldı.

    "BİZ FES GİYMEK İSTİYORUZ"

    Menemen’deki olaydan iki ay önce, İbrahim Hoca’nın Manisa’ya geldiği belirtilen değerlendirmede, olayın gelişimiyle ilgili şu bilgilere yer verildi:
    "Kandırılmış kişilerin ağzından dökülen şu sözler, meselenin ne kadar farklı bir mecrada seyrettiğini ortaya koymaktadır. ’Araplıkla beraber sultanlık ve Sultan Hamid’in oğlu gelecek. Tekkeler kapandı ama açılacak ve serbest olacak.
    Kılıçlarımız gelecek kesecekler. Fes giyilecek’, ’Biz, fes giymek istiyoruz.
    Müslümanlık istiyoruz.’ İbrahim Hoca, Manisa’ya geldiği zaman birçok kişi onu ziyaret eder. İbrahim Hoca’nın çok yakını olan Osman Çavuş ’İnşaallah reis-i cumhuru gebertirler de rahat yüzü görürüz, fes giyeriz.’ demekten çekinmez. İbrahim Hoca, Osman Çavuşun kendisiyle olan bağlantısını ifadesinde teyit eder. ’Tekaüt (emekli) edildikten sonra İstanbul’a gittim. Orada ikamet etmeye başladım ve İstanbul’da iken bir defa Cemal ve bir defa Osman ve bir defa da tabur imamı İlyas Efendi’den mektup aldım."

    MÜRİTLERİN İSTANBUL’DA ŞEYH ESAT’I ZİYARETLERİ

    Menemen olayının kilit isimlerinden ve eyleme bizzat katılan Nalıncı Hasan’ın, Şeyh Esat’ı ziyaret etmek üzere İstanbul’a gittiği zaman İbrahim Hoca’yla buluştuğu, İbrahim Hocanın da bunu açıkça anlattığına işaret edilen değerlendirmede, İbrahim Hoca’nın bu görüşmelerle ilgili şu ifadelerine yer veriliyor:
    "Bir sene evvel Manisalı basmacı Osman Efendi ile Nalıncı Hasan’ı Esat Efendi’nin evinde gördüm ve hep beraber bir odada oturduk ve bir gece beraber kaldık ve yanımıza kimse gelmedi. O gece yattık, sabahleyin Esat Efendiyi ziyaret ettik... Haseki civarında bulunan Hoca Esat’ın oğlu Ali Efendi’nin evine gittim.
    Osman Efendi ve Nalıncı Hasan ile orada hepimiz birleştik ve dördümüz oturduk...
    Bir veyahut iki gün sonra Osman Efendi ile Nalıncı Hasan bizim eve geldiler. Bir gece kaldılar ve sabahleyin gittiler." Genelkurmay Başkanlığı, 23 Aralık 1930 tarihinde gerçekleşen Menemen Olayı’ndan önce eylemcilerin belirli bir hazırlık yaptıklarını ve daha sonra eyleme geçtiklerini arşiv belgeleriyle gözler önüne serdi.
    Genelkurmay Başkanlığı, Yedek Subay Mustafa Kubilay’ın Menemen’de katledilişine ilişkin Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE)
    Başkanlığı arşivlerindeki belgeleri internet sitesinde yayınladı.
    Menemen Olayında adı geçenlerden Saffet Hocanın, elebaşı eylemci mehdi Mehmet’le ilişkisinin tanık ifadeleriyle ortaya konulduğu Genelkurmay Başkanlığı değerlendirmesinde, "Menemen Olayı, 23 Aralık 1930 tarihinde gerçekleşmiştir.
    Eylemciler, bu tarihten önce belirli bir hazırlık yapmışlar ve daha sonra eyleme geçmişlerdir" denildi.

    EYLEM HAZIRLIKLARI

    Eylemcilerden mehdi Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet Emin, Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Topçu Hüseyin, Süleyman Çavuş, Çakır oğlu Ramazan, Çırak Mustafa, Hüseyin oğlu Ali’nin, önce bir esrarkeş kahvesinde daimi surette toplanarak orasını tekke haline getirdikleri ve daha sonra da Tatlıcı Hüseyin’in Manisa’daki evinde dört gün süren bir toplantı yaptıklarına işaret edilen değerlendirmede, şunlar kaydedildi:
    "Gerçekleştirilecek eyleme ilişkin görüşme yapılır ve silah tedariki kararlaştırılır. Giritli İsmail ve bıçakçı Hacı Mustafa’dan birer silah alınır. 7 Aralık günü mehdi Mehmet, Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet aldıkları silahlarla Paşaköy’e giderler. Ertesi gün de Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Çakır oğlu Ramazan, Paşaköy’e ulaşırlar. Paşaköy’de üç gün kaldıktan sonra, Manisa’nın kuzey doğusunda yer alan Yağcılar köyüne uğrar ve burada yedi gün kalırlar. Ardından o gece yarısı eylemciler, Bozalan’a hareket ederler.
    Bozalan’a doğru giderlerken, mehdi Mehmet, iki günden beri mehdiliğini ilan ettiğini, Menemen’de bunu halka açıklayacağını söyler. Nalıncı Hasan da Menemen’deki bir camiden sancak alabileceğini belirtir ve uzun bir yürüyüşten sonra Bozalan köyü yakınlarına gelirler. Dinlenmek için yatarlar ve bu sırada Çakır oğlu Ramazan kaçar." Değerlendirmede, eylemcilerden mehdi Mehmet’in, buradan halka kendisinin "mehdi" olduğunu ve kendilerine iltihak etmelerini telkin ettiği ifade edilerek, Manisa’dan ayrılmalarından sonra geçen 15 gün boyunca eylemcilerin bu köylerde propaganda faaliyetlerinde bulundukları, bu süre içinde bir kısım halkı etkiledikleri ve yardım gördükleri belirtildi.

    "ŞERİAT İSTİYORUZ"

    23 Aralık 1930 günü eyleme geçilmesinin kararlaştırıldığı ve eylemcilerin
    başlarında mehdi Mehmet olmak üzere Menemen’e sabah ezanı sırasında gelerek Müftü camisine girdikleri anlatılan değerlendirmede, şöyle devam edildi:
    "Camide bulunan sancağı alıp mehdi, halkı kendilerine katılmaya davet eder ve şunları söyler. ’Taraf-ı ilahiden geliyoruz. Şeriat istiyoruz. Askerin kılıç ve kurşunu bize işlemez. Herkes bu bayrağın altından geçecektir. Geçmeyenleri kılıçtan geçireceğiz. Bugün zeval (öğle) vakti yetmişbin kişi bize yardıma gelecektir.’ Kendilerine katılan grupla birlikte eylemciler, sokaklarda dolaşıp herkesin dükkanlarını kapayarak peşlerinden gelmelerini söyleyerek yürüyüşe geçerler.
    Saffet Hocanın evinin önünden geçerlerken o da evden çıkar ve grubun arkasından yürür. Mehdi Mehmet, Saffet Hocaya karşı saygıda kusur etmez. Bir süre sonra Saffet Hoca gruptan ayrılır ve meseleden hiç haberi yokmuş gibi tekrar evine döner ve pencereleri kapatır. Eylemcilerin bulunduğu grup, Belediye binasının önüne kadar gelir. Kalabalık artar. Mehdi Mehmet kendisinin mehdiliğine ve şeriati yerine getireceklerine dair halka hitap eder."

    JANDARMA EYLEM HABERİNİ ALIYOR

    Jandarma Bölük Komutanının, eylem haberini almasının ardından topluluğun bulunduğu alana giderek, eylemcilere dağılmalarını söylediği belirtilen değerlendirmede, olaylar şöyle anlatıldı:
    "Mehdi Mehmet, ’Ben mehdiyim. Şeriatı ilan ediyorum. Bana kimse mukavemet edemez’ diye cevap verirken, kalabalıktan alkışlar yükselir. Herhangi bir üzücü olaya meydan vermemek için, Bölük Komutanı hükümet binasına gelerek 43’ncü Piyade Alayından takviye kuvvet ister.
    Bu sırada Alay Komutanlığında eğitime çıkmak üzere hazırlanan Yedek Subay Mustafa Kubilay’a bir müfrezeyle olay yerine gitmesi emredilir. Cephane almadan hemen hareket eden müfrezeyi, Yedek Subay Mustafa Kubilay, halkla bir çatışmaya meydan vermemek için askerlere süngü taktırarak alandaki kahvenin önüne bırakır ve kalabalığa hitap eden eylemcilerin yanına gider. Mehdi Mehmet’in yakasından tutarak silahını teslim etmesini ister. Eylemcilerin arasından ateş açılır ve Mustafa Kubilay yaralanır.

    KUBİLAY’IN KATLEDİLİŞİ

    Yaralanan Mustafa Kubilay, hemen yakındaki caminin avlusuna doğru koşar. Bu sırada bir el daha ateş edilir ve Mustafa Kubilay avluda yere düşer. Cephaneleri olmayan müfrezedeki askerler geri çekilirler. Mustafa Kubilay’ın düştüğünü gören mehdi Mehmet, yanındakilerden birisinin bıçağını alarak avluya gider. Yerde yatan ve henüz ölmemiş olan Mustafa Kubilay’ı sürükleyip, bir ayağı ile vücuduna basmak suretiyle yüzüstü yatırıp bıçakla boynundan keserek, başı alır ve saçlarından tutarak taşa vurduktan sonra meydana tekrar dönüp, camiden aldıkları sancağın ucuna geçirir. Sancağı ucunda takılı başla birlikte orada bulunan elektrik direğine bağlayarak halkı tam anlamıyla etkilemek isteyen eylemcilere, Kamil adlı bir kişi nasıl yardım ettiğini şu sözlerle anlatmaktadır: ’O gün ben evvela evime gidip korkmamalarını söyledim. Sonradan ikinci defa bunların yanına gelip halkın arasına karıştığımda, biraz evvel ellerinde getirdikleri zabitin (subayın)
    kafasını sancak ağacının ucuna geçirdiler. Sancağı oradaki direğe bağlamak için ahaliden ip istediler. Ben, derhal koştum, dükkanımdaki küçük bir ipi alıp silahlılara verdim. Bu iple Zabitin başı bulunan sancağı direğin yanına dikip bağladılar."

    "BU, ADİ BİR VAKA OLARAK KABUL EDİLMEMELİ"

    Bu sırada, Alaydan gönderilen kuvvetlerin olay yerine yetişerek, ateş açan eylemcilerle çatıştığı belirtilen değerlendirmede, Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki’nin şehit oldukları olayda eylemcilerden de mehdi Mehmet, Şamdan Mehmet ve Sütçü Mehmet’in ölü, Emrullah oğlu Mehmet Emin’in yaralı olarak ele geçirildiği anımsatıldı. Kargaşadan yararlanarak kaçan Nalıncı Hasan ile Ali oğlu Hasan’ın da ertesi gün Manisa’da yakalandıkları ifade edilen değerlendirmede, şunlar kaydedildi:
    "Olayın hemen ardından güvenlik güçleri tedbirler alır. Sıkıyönetim ilan edilir. Olaylar sırasında ihmali görülen kamu görevlileri hakkında yasal işlem yapılır görevden el çektirilir. Geniş çaplı soruşturmalar yapılır ve olaya karışanlar, azmettiriciler tutuklanırlar ve yargılanırlar.
    Eylemle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını zorla kaldırmaya teşebbüs ve yardım edenler, yargılamalar sonucu 32 kişi idam, 73 kişi de çeşitli hapis cezalarına çarptırılır.
    Sıkıyönetim Komutanı Tümgeneral Mustafa Muğlalı, Menemen’de meydana gelen olaylarla ilgili olarak Başbakanlığa ve Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği raporlarda önemli tespitler yapar: Bu vak’a dört beş serseri tarafından adi bir vaka olarak kabul edilmemelidir. Bu olayı meydana getirenler, sabırsız ve acele davranarak bu işin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Bu hususta, memleketimizde gizliden gizliye çalışan ve bir teşkilat meydana getiren hain eller bulunduğu mutlaka dikkate alınmalıdır."

    ATATÜRK’ÜN BAŞSAĞLIĞI MESAJI

    Değerlendirmede, Menemen’de gerçekleştirilen eylemin sıradan bir olay olarak geçiştirilemeyeceğinin en önemli kanıtının da Atatürk’ün 28 Aralık 1930 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerine gönderdiği başsağlığı mesajı olduğu vurgulandı.
    Değerlendirmede yer verilen Atatürk’ün başsağlığı mesajı ise şöyle:
    "Menemen’de yakınlarda meydana gelen gericilik girişimi sırasında Yedek Subay Kubilay Beyin görevini yaparken öldürülmüş olmasından dolayı Cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Kubilay Beyin şehit edilmesinde gericilerin gösterdiği vahşilik karşısında Menemen’deki halktan bazılarının alkışla onaylamaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanseverler için utanılacak bir olaydır.
    Vatanı savunmak için yetiştirilen, içteki her politika ve ayrılığın dışında ve üstünde saygın bir konumda bulunan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin yurttaşlar tarafından yalnız saygıyla karşılandığına kuşku yoktur.
    Menemen’de halktan bazılarının hataları bütün millette acıya sebep olmuştur.
    Saldırının acılığını tatmış bir kesime genç ve kahraman Yedek Subayın uğradığı saldırıyı, milletin bizzat Cumhuriyet’e karşı bir öldürme girişimi olarak kabul ettiği ve cüretkârlarla, destekçileri, ona göre takip edeceği kesindir. Hepimizin dikkati bu sorundaki görevlerimizin gereklerini duyarlılıkla ve gerektiği biçimde yerine getirmeğe yöneliktir.
    Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin idealist öğretmenler topluluğunun değerli üyesi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, hayatını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır."







  • Walla ben arşiv kayıtlarına filan inanmıyorum...

    3-5 yıl önce ANDIÇ gibi yalan haberlerle medyayı istediği gibi evirip çeviren bir kurumun nesine inanayımki...

    Askere güven başka inanmak başka... Bu olayda genelkurmay taraftır...

    Bknz: Andıç olayı... (Konu saptı ama, toplum üzerinde baskı kurmak için neler yapılabildiğine bir örnek sadece...)

    "pkk’nın önde gelen
    isimlerinden şemdin
    sakık’ın “itirafları”, 25 nisan 1998’de hürriyet ve sabah gazetelerinde manşetten yayımlandı.
    itiraflarda “pkk’yla işbirliği” yaptığı öne sürülen gazeteciler işlerinden oldu.
    ama şemdin sakık, çıkartıldığı mahkemede böyle bir ifade vermediğini açıkladı iddialar çöktü.
    2000 yılının ekim ayında öykümüz yeniden canlandı, çünkü bütün bunların genelkurmay istihbaratında hazırlanan bir psikolojik savaş taktiğinin gereği olduğunu gösteren bir belge bütün önemli gazetecilere ulaştırıldı.
    bunlardan sadece biri belgeyi yayımladı.
    belgenin yayımlanmasından on gün sonra genelkurmay, “andıç” adı verilen belgenin varlığını kabul etti.
    sabah gazetesi, “andıç”ın mağdurlarından gazeteci cengiz çandar’ın yazısını sansürledi, bizzat çandar’ın sütununda gazetecisini suçladı.
    medyakronik’te şimdiye kadar üç değerlendirme yazısıyla izlediğimiz “andıç gazeteciliği”ni bütün ayrıntılarıyla aktarmayı gerekli gördük. çünkü en kötü hastalığımız olan "unutma illeti" bu konuda da devreye girdi bile. oysa karşımızdaki, tam anlamıyla ibretlik bir olay. belgesi bulunmalı…
    25 nisan 1998

    türkiye’nin en büyük iki gazetesi hürriyet ve sabah, bir süre önce suriye’de yakalanıp türkiye’ye getirilen pkk’nın “iki numaralı adamı” şemdin sakık’ın “askeri istihbaratta verdiği” ifadesini o gün manşetten yayımladılar. tabiî her iki gazete de ifadeleri “ele geçirmişlerdi.”

    sakık, itiraflarında kapatılan refah partisi (rp), halkın demokrasi partisi (hadep), insan hakları derneği (ihd) gibi parti ve kurumların pkk’yla işbirliği yaptığını anlatıyordu. hürriyet, rp milletvekili fethullah erbaş’ın; sabah da ihd genel başkanı akın birdal’ın “ihanet”ini öne çıkarmıştı.

    hürriyet’in manşet spotlarından biri şöyleydi: “rp’li fethullah erbaş’ın müthiş ihanet mesajı… sakık, kapatılan refah ile olan ilişkilerini anlatırken, fethullah erbaş’ın kendilerine şu mesajı getirdiğini itiraf etti: ‘refah milletvekili fethullah erbaş, biz milleti değil, ümmeti esas alırız, islam dünyasında sınır olmaz, sınır önemli değildir’ demiştir.”

    akın birdal’a yüklenmeyi tercih eden sabah’ın haberine göre, sakık itiraflarında ihd genel başkanı birdal’dan “türkiye’deki tabancam” diye söz ediyordu. haberde, sakık’ın “itiraf”larından şu satırlar aktarılıyordu: “abdullah öcalan’ın onunla telefonda defalarca konuştuğuna bizzat şahit oldum. bazen de öcalan ona bir kurye gönderir ve bazı konularda nasıl davranması gerektiğini söylerdi.”

    ifadelerde, gazetecilik mesleği açısından özellikle önemli bir bölüm daha vardı: sakık, bazı türk gazetecilerin öcalan’dan emir aldığını, para karşılığı röportaj yaptığını söylüyordu.

    aynı tarihli hürriyet gazetesinde, başyazar oktay ekşi, ifadelerin bu bölümüne dikkat çekerek, bu gazetecilerin açıklanmasını istedi. “alçakları tanıyalım” başlıklı yazıda ekşi şöyle diyordu:

    “pkk’nın sırrı kalmadı. çünkü şemdin sakık isimli şeririn verdiği ifadelerden, pkk ile kimlerin bağlantılı olduğunu, gizlice ne gibi destekler verdiklerini türk kamuoyu henüz bilmiyor olsa da devlet biliyor. (…) bu bilgilerin, ‘şemdin sakık hakkında yapılan soruşturmanın selameti açısından bir süre daha gizli kalması’ mümkündür. ama konu yargıya intikal ettiği andan itibaren türk kamuoyu bu bilgilerin tamamını öğrenme hakkına sahiptir. gerçekten bilmeliyiz. (…) keza ‘dürüst gazeteci’ veya ‘sorumlu aydın’ havalarında, bizleri arkadan hangi alçaklar hançerliyormuş, bilmeye mecburuz.”

    haberin kaynakları ekşi’yi ve “türk kamuoyu”nu fazla bekletmediler. muhtemelen ekşi “alçakları tanıyalım” başlıklı yazısını yazarken, onlar da gene iki gazeteye “alçaklar”ın isimlerini aktarmakla meşguldü.

    26 nisan 1998

    hürriyet: “pkk’nın apo’dan sonraki ikinci adamı şemdin sakık, deprem yaratan ifadesinde, örgüte destek veren, zaman zaman işbirliği yapan isimleri tek tek açıkladı.”

    sabah: “apo’nun sağ kolu şemdin sakık’ın itirafları şok üstüne şok yaratıyor. sakık, pkk’ya destek veren milletvekilleri, siyasiler, işadamları ve bazı gazetecilerle gazetelerin isimlerini açıkladı. sakık, akit ve millî gazete’yle pkk arasında gizli anlaşma olduğunu söyledi.”

    “gazeteler ve gazeteciler” faslında, şemdin sakık’ın neler “itiraf” ettiğini okuyalım:

    “basın mensupları içinde de örgütün parayla yazdırdığı ya da konuşturduğu çok ünlü kişiler bulunmaktadır. bazılarını da parayla satın alabileceğini düşünür. bunlara örgütte eyyamcılar denir. bunun yanında ülkede gündem, özgürleşen yurtsever gençlik, evrensel, özgür halk, demokrasi, emek gibi basın organları da örgütün finanse ettiği kuruluşlardır. doğu perinçek ve mehmet ali birand’ın öcalan ile görüşmesi ona türk basınında kapıların açılmasına neden olmuştur. öcalan bana, para karşılığında konuşan ya da yazanlar arasında mahir kaynak, mahir sayın, cengiz çandar, mehmet ali birand ve yalçın küçük’ün isimlerini söyledi.

    “ayrıca millî gazete ile akit gazetesi’nin de pkk aleyhine yazmayacaklarına dair söz verdiklerini söyledi. bunlarla bir nevi ortak düşmana karşı antlaşma yapıldığını söyledi. öcalan, para ile satın aldığı türk gazetecilerden söz ederken, ‘kürt ve türk tarihi hainlerle doludur. türk’e ve kürt’e oyun yapmaya gerek yok. bunlar zaten oyunu kendileri oynuyor’ dedi.”

    sakık: “bunların hiçbirini söylemedim”

    iki günlük bu yayının ardından mehmet ali birand, cengiz çandar ve mahir kaynak’tan yazılarına ara vermeleri istendi. birand ve kaynak bir daha köşelerine dönemediler, çandar ise kısa bir süre sonra yeniden yazmaya başladı.

    bu manşetlerden bir süre sonra, şemdin sakık mahkeme karşısına çıkarıldı ve gazetelerde kendisine atfen çıkan “itirafları” reddetti; hiçbir zaman bu yönde itiraflarda bulunmamıştı.

    oktay ekşi, iddiaların böylece çökmesinden sonra yeni bir yazı yazdı, itiraflarda suçlanan meslektaşları ile okurlardan özür diledi.

    iktidarların bütün dünyada gazetecileri kendi amaçları doğrultusunda araç olarak kullanma eğiliminde oldukları türkiye’de bunun iki kere böyle olduğunu gösteren somut bir gelişme yaşanmış, amaç hâsıl olmuş, sonra da konu sessizliğe terk edilmişti.

    olayın bir iktidar manipülasyonu olduğu açıktı, ama düzmece itirafların kimler tarafından ve nasıl iki büyük gazeteye sızdırıldığı henüz bilinmiyordu.

    konuya açıklık getiren ilk bilgiler sabah gazetesi köşe yazarlarından, bir dönem gazetenin yayın koordinatörü olarak da görev yapan can ataklı’dan geldi. ataklı, öküz dergisine verdiği uzun röportajda, 28 şubat sürecinde sabah’ın ve öbür büyük gazetelerin verdiği “haberlerin yüzde 90’ının yalan” olduğunu söylüyordu. şemdin sakık’la ilgili itiraflar da keza yalandı. “dönemin çok güçlü bir generali, bu haberlerin konulmaması durumunda gazeteyi batırma tehdidinde bulunmuştu.”

    bu röportajdan sonra zaman gazetesinden birol aydın da ataklı’yla uzun bir söyleşi yapmış, ataklı orada da benzer şeyler söylemişti (22 aralık 1999).

    “28 şubat süreci içerisinde özellikle büyük gazete ve televizyonların yaptığı haberlerin yüzde 90’ı yalandır. biz yazdık, biz okuduk… ben bunu her yerde söyledim.”

    “andıç” gazetecilerin posta kutusunda

    can ataklı’nın sabah’tan uzaklaşması sonucunu doğuran bu röportaj, büyük basına nüfuz edemedi; zaman, yeni şafak, akit gibi gazetelerin sayfalarında kaldı.

    konunun yeniden gündeme gelmesi için bir yıla yakın bir sürenin daha geçmesi gerekti. 21 ekim 2000 tarihinde yeni şafak gazetesi yazarı ve fazilet partisi (fp) milletvekili nazlı ilıcak, gazetesine yazdığı haberde, 25 nisan 1998’de iki büyük gazetenin manşetlerine yansıyan “itiraflar”ın, genelkurmay istihbarat dairesi’nde hazırlanan ve “andıç” denilen bir çalışmanın türevi olduğunu öne sürdü.

    yeni şafak’ın sürmanşetinde yer alan haber şöyleydi:

    “çevik bir’in eylem planı… emekli orgeneral çevik bir’in, 1998’de şemdin sakık’ın iddialarını kullanarak bazı parti ve kişileri hedef alan bir yıpratma planı hazırladığı ortaya çıktı… o dönemde genelkurmay ikinci başkanı olan bir’in komuta katına gönderilen eylem planında şu tavsiyede bulunuluyor: “siyasiler, gazeteler, hadep, fp ve insan hakları derneği gibi kuruluşlar hakkında elde edilen bilgilerle önce kamuoyu oluşturulması, müteakiben yasal sürecin başlatılması…” planda pkk ile irtibatlandırılması istenen kuruluş ve kişilerin isimleri de açıkça veriliyor: bunlardan bazılar şöyle: milletvekilleri: salim ensarioğlu, fethullah erbaş, sebgetullah seydaoğlu. cantürk ailesi. gazeteciler: m. ali birand, cengiz çandar, yavuz gökmen, altan kardeşler.”

    ilıcak, aynı günkü yazısında da şöyle diyordu:

    “can ataklı’nın öküz dergisine verdiği bilgiler doğru çıktı. ataklı, ‘bir general, şemdin sakık’ın ifadesine kendi yazdığı metni ekleyerek çandar ve birand’ı suçladı’ diyordu. bir’in eylem planına göre, ‘etkin köşe yazarları ve gazeteler’ yıpratma amaçlı kullanılacak.”

    ilıcak’ın elinde olduğunu söylediği “güçlü eylem planı”nda şu ifadeler de yer alıyordu:

    “mevcut ifadeden (şemdin sakık’ın ifadesi) elde edilen bilgilere ilaveler yapılarak, siyasetçilerin parti içinde yıpratılmaları, siyasi kariyerlerinin olumsuz etkilenmesini teminen mektup kampanyasının başlatılması.”

    ilıcak’ın haberi basında dikkat çekici bir sessizlikle karşılandı. sadece, “güçlü eylem planı”nda adı geçen ahmet altan aktüel’de bir yazı yazarak konuya kimsenin değinmemesinden, başka gazetelerin olayın üzerine gitmemesinden duyduğu infiali dile getirdi.

    1 kasım 2000’de nazlı ilıcak bu kez milletvekili sıfatıyla bir basın toplantısı düzenledi ve elindeki belgenin fotokopisini basın mensuplarına dağıttı. ilıcak ayrıca konuyu tbmm’ye taşıdı ve böyle bir belgenin olup olmadığını başbakan’a sordu. (gazetelerinde yönetici mevkilerde görev yapan bazı gazetecilerin yazılarından –meselâ ertuğrul özkök, sedat ergin, ismet berkan- belgenin nazlı ilıcak’la birlikte birçok gazeteciye gönderildiğini, ama onların ‘sahte’ olduğundan şüphelendikleri belgeyle ilgilenmediklerini öğreniyoruz.)

    ilıcak’ın milletvekili sıfatıyla yaptığı açıklamayla birlikte artık bir “ajans haberi” haline gelen haber, gazetelerin iç sayfalarında birer sütunluk haberler olarak geçiştirildi. bu gelişmeyi dahi vermeyen üç gazeteden ikisi ise 25 nisan’da yayımladıkları manşet haberle süreci başlatan hürriyet ve sabah’tı.

    aynı gün akşam saatlerinde genelkurmay’dan yapılan açıklamada, böyle bir belgenin hazırlandığı kabul ediliyor, ama uygulamaya konduğu reddediliyordu.

    sabah ve hürriyet’in 2 kasım’da kullandığı “genelkurmay belgeyi kabul etti” açıklaması, bu gazetelerin okurlarında bilmece etkisi yarattı; çünkü iki gazete, ilıcak’ın iddialarını hiçbir şekilde haberleştirmedikleri için okurlarının hangi “belge”nin kabul edildiğini bilmeleri mümkün değildi.

    cengiz çandar, genelkurmay’ın açıklamasından iki gün sonra gazetesine gönderdiği yazıda, kendisine ve başka kişilere karşı düzmece itiraflarla komplo kurdukları açığa çıkan emekli generallerin kanunlar önünde hesap vermesi gerektiğini yazdı.

    sabah yönetimi, “suç unsuru ve silahlı kuvvetler’e hakaret” içerdiği gerekçesiyle çandar’ın yazısını yayımlamadı.

    “andıç” gazeteciliğinin geldiği son nokta işte bu. (6 kasım 2000)"




  • Askeriye yapacağını yapmış, tokat gibi cevabı vermiş,
    ben olsam bunlara o cevabı bile vermeyi tenezzül etmezdim ama neyse, o kadarlık muhattap alınacak insanlar bile değiller!
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.