Şimdi Ara

(OKUYUN VE YORUM YAPIN LÜTFEN) ATATÜRK HAKKINDA BİLİNEN VE BİLİNMEYEN BİR DEMET BİLGİ (UZUN)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
8
Cevap
0
Favori
360
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Aşağıdaki yazı, Prof.Dr. İlknur Güntürkün KALIPÇI’nın konferansından alınmıştır.

    İnsanın canını acıtan bu konuşmanın metnini şu an okuyamıyorsanız,
    saklayın. Muhakkak okuyun. Herkese gönderin.

    Bunlar nasıl bunca sene anlatılmaz okullarda, o şaşalı gazate yazılarında neden yayınlanmaz? Bu yazılanları okuyanlar ATATÜRK'ü hiç tanımamış olduklarını itiraf ediyorlar. Siz de okuyun hak vereceksiniz ....

    Hiç Bilmediğiniz Atatürk

    Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri
    içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer liderler
    kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider. Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir?

    ATATÜRK'ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK
    ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.

    Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina'daki Türk Büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK'ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.

    Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der: "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal'i.

    Ya da, yıl 1938. Bir İran'lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. Işte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki; "Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir." dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.

    Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki "Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir?
    Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO'nun 152
    ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden Isveç delegesi
    ayağa kalkar ve şöyle söyler: "Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; "Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız" sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani Isveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O Isveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler; "Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir. İşte o muhteşem belge diyor ki;
    " ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBIRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KIŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR INKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN
    DEVLET ADAMI, TÜRKIYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"

    Var mı böyle bir metin! Bir filozof der ki "bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. Işte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen, hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.

    Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti'ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke.
    Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar
    taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki "Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK'ü anlamış ve
    uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"

    Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın
    kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın
    bir yerinde aynen şunları söyler; "Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki
    tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'tür. Çünkü o yılın değil asrın
    lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir." 2000 de ABD Başkanına işte bu
    gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal'in,
    Devlet adamı Mustafa Kemal'in çok dışında bir Mustafa Kemal.

    2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans
    veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki "Ben Norveçliyim
    ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin
    anlamını anladım" dedi. Hanımefendi "nedir o deyim" dedim. "Norveççe'de "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi" "nerelerde kullanırsınız" dediğimde "Hani bir problem veririz çöz diye o da
    tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var.
    Birde ATATÜRK gibi düşün". O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar
    çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorum ki galiba
    Norveççe'den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye
    düşünmeden de edemedim.

    Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK'le bir röportaj yapar. Röportajını
    Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa
    Kemal'e şöyle sorar gazeteci; "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor
    musunuz?" Mustafa Kemal'in cevabı aynen şöyle

    "Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye
    olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz". Evet, Birleşmiş Milletler
    sadece Türkiye'yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk davet
    edilen ülke olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiye'si Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyiz alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemal'den. Ama bu arada 2005'de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış

    "Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK lazım". dedim yazara ATATÜRK'ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi
    aslında.

    Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter.
    Filipinlerden Çin'e kadar o kadar çok örnek var ki. Ama gördük 1925'de
    1938'de 1996'da 2000'de 2005'de her ülkeden, her cinsten, her statüden
    insanın özlemle, sevgiyle, saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa
    Kemal'den bahsediyoruz. Bu gün Türkiye'nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap olarak kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama bence Türkiye'nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de çözer. Evet Türkiye'de lider yetiştirme sorunu var.

    Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan
    bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa
    içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider
    dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden bahsediyorum. Işte böyle
    liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi soracağım size şu anda karşımda pek
    çok genç arkadaşım oturuyor. Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem
    sonrasının Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı yada Başbakanı, Maliye
    Bakanı ya da evinin anne babası olmadığını bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama biliniz ki işte bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın
    lideri, dünya lideri yada lider olmanın küçük sırlarını ATATÜRK'le sizinle
    paylaşacağım.

    İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım
    askeri bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve inanırmısınız ? Sınırlarını hangi sınırın lideri ise o sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?

    ATATÜRK'ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. Ilki Çanakkale'de topçu atışımız başladığı
    sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye
    ama ben yine de anlatacağım. O günün Ankara'sı kurak, çorak bir köy.
    Çankaya'dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde
    ağacı varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını
    durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. "Aman demişler
    paşam ne yapıyorsunuz böyle ?", "Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım
    gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun
    da selama hakkı var". Yani "niye şaşırıyorsunuz ?" der gibiymiş. Ve bir
    gün yanında bulunan arkadaşına "Işte bu benim..." derken bide bakıyor
    ağaç yok ortada hemen iniyor "Ne yaptınız bu ağaca" diyor. "Paşam"
    diyorlar "yolu genişletmek için mecburduk kestik o ağacı". "Yahu diyor
    bitek bana soraydınız bu ağacı kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum"
    diyor.

    Daha fazla dayanamıyor, arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının
    gözü önünde hüngür, hüngür ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi
    dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir
    canlıdır ve lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da
    sorumluluğu Mustafa Kemal'in omuzlarındadır da onun için. Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı. Hani
    "Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim" diye. Çok değil doğa katliamı, en kolay yaptığımız katliam.

    Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. "Yahu" der "sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdinmiki ? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?" der. Bahçıvan derki; "Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz". Bir an düşünür; "Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız" der. Derler ki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutup ta ağaçtan uzaklaştırmak ? Ama inanır mısınız mühendis değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar biliyor musunuz ? Istanbul'daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova'ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.

    Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 1980 den sonra.
    1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre dersi vermektedir
    Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu
    konferansımda. Ilk acı parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle açmıştım,
    ikinci acı parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim
    yani günümüze yakın bir gün. "ATATÜRK ve Türk kadını" konulu tiyatrolu
    konferansımı 25 gençle sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk, televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika
    müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi
    televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki "Amerika da eski bir
    ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle
    raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir binanın yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden
    biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim biz tarihe pek
    bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara baksak" deyince arşivimde 1930'da ATATÜRK'ün bu işi yaparken çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki "şu anda ne söyleyeceksiniz bana ?". Bir genç kalktı ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi bugün milyonlarca Türk genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler.

    Faksta aynen şu yazıyordu "Ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı iletin dediler "Bu gün 1996, Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için" bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda izlediniz mi? İzlemediniz.

    Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı anlattınız bunlar
    ATATÜRK'ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin Söğütözü'ne
    gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o zaman için 80 tane söğüt
    ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş. Bir
    geldiğinde galiba düşündüğünü sesli olarak aktarmış; "Ah ! burada bi kulübem olsaydı keşke". "Ya paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız
    şuraya" demişler. "Buradaki ağaçlara ne olacak peki". "Paşam burdakiler
    söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Bir an durur, "Bir tek şartla kabul ederim" der. "Buarda yetecek kadar söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe yapımına izin vereceğim". Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını Çankaya'dan Söğütözü'ne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda yapar, imzalarını orda atar, çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözü'ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.

    25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler, bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüp te burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.

    İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN'u davet edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. "Ya paşam hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. "Ya paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz ?" der.

    ATATÜRK'ün cevabı ATATÜRK'çedir. Derki "Ben en zor olanı yapayımda siz
    arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne bilsin ki en kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu arada Tahsin ÇOŞKAN "Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim. Derki "Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla ilgili". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı, üzerinde "Burada hiçbir şey yetişmez" yazılı, altında da ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal'in önüne koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI VATAN
    TOPRAĞIDIR, KADERINE TERK EDEMEYIZ". Etmez de. Aynı Sakarya savunması
    gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak
    tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? Çevre
    Günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933,
    ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre Günü kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara
    soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp
    topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya
    getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı cebinden
    ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt
    ürünleri üretilmektedir, herkes yemektedir. Herkes çok mutlu ama en
    mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.

    Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık. "Yahu
    paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı.
    Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını?" der. "Gel Nebizade gel,
    şimdi anlatayım sana. Hani Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey yetişmez dediği
    günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki köylülere geldim. Köylüler beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. "Al dediler", bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah o iki gün
    Çankaya'da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben. Iki gün sonra gittim
    testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım. Dediler
    ki bana "ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün
    kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin". Ve hani Tahsin
    COŞKAN'ın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de
    ilerlemiştim" diyecektir.

    Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani ATATÜRK'e
    kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı. Onu da ATATÜRK buraya
    müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil. Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa 1930'dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı.

    Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne
    güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için 1919
    da başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri tarıyorum.
    Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber
    okudum. Inanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte,
    hediye götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK
    çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel, geçenlerde Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK'le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.

    Peki başka bir lider var mı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyorki Mustafa Kemal "çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bi liderliktir, sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.

    Peki ikinci sırrımız ne? Ikinci Sırrımız; dünya tarihi sadece bir sıfatı Mustafa Kemal'e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları
    ATATÜRK'ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir
    askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya
    sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen
    dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada "kültür
    antropoloğu" sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir.

    "Kültür Antropoloğu" nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel'e gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. "Ya ne yapıyor Mustafa Kemal" diyorlar. Çankaya'ya gidiyor, Çankaya'da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç gün sonra "gelin diyor Ahlatlıbel'e gidiyoruz". Hemen geliyor diyorki "arkeologlar toplanın". Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var.

    Bu Zübeyir KOŞAR'ın bire bir anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa
    Kemal heyecanla; "kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir". Yabancı
    arkeologlar "el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama
    yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun" der gibi aralarında birkaç
    şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar Mustafa Kemal'in gösterdiği
    yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular oradan çıkacaktır. İnat uğruna,
    kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya
    rastlamayacaklardır.

    Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN'ın yazdığı "Sırat Köprüsü"
    adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur
    biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince "bana Galip ARCAN'ı çağırın!" der. Galip ARCAN gelince "bu piyesi siz mi yazdınız?" der. "Evet paşam ben yazdım". "Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı Boldvilin'in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum" diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz. Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki "a be Atam Boldvilin'e varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın". Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK'le iddiaya girmek gibi, dedim "senin başında durmadığın ilerletmeye
    çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun". O sırada da "Sanat ve ATATÜRK" adlı araştırmamı yapıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim "herhalde burda iddiayı kazandım". Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal'e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk "Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın" der. Cezmi AR hayatının son günlerinde "ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım" diyecektir. Yıl 1937, Münir Hayri EGELIYLE odalarına çekilirler. Çankaya'da ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur; "Ben bir Inkilap Çocuğuyum" dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELI çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.

    Bu arada ATATÜRK'ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için "Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal'dir" bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.

    Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki laflar karın doyurmuyor, Esas sır
    nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında
    harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro
    eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedimki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki "Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım". Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir
    Mustafa Kemal.

    Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma
    değil.
    Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum. Anafartalar'da savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız Türkoloğu Devinin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal.

    Diyorlar ki "niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği cevaba bakın. onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum". Yıl 1914, gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri Izzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor biliyor musunuz? "Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak". Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa çıkma
    hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına. Ha, Kurtuluş
    Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan
    bir manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama top yekun savaş örneği
    ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.

    Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu tanımıştır Ayşe Hatunu hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? yada zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. "Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun" (yani şurada oturan bizler için şehit olan)"bu benim için de senin için de bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun" diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? Çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe ya da diğer adıyla Tayyibe Hatun’u tanıdı Mustafa Kemal.

    Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler "nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına" dediğinde aldığı cevap "dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorumki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul" diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.

    Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar "bacım
    bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap "adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu" cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk.

    Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanım’ı tanıdı. Zekiye
    Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10
    Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde
    sıfırları fazla okuyorum. Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi,
    konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk
    geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok,
    hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı
    yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz?

    Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin
    davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldimi aman diyorlar bu gün
    çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da
    söylemek istiyorum Zekiye Hanımın "MUTFAK PROJESI", inanılmaz bir proje.
    Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje.

    ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek
    REŞIT'i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek
    askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin
    yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği
    fırına atılarak yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK
    Taccülcalala Hanım’ı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı.
    İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış "anne Nezahatle babasının arasındaki
    konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada
    şöyle yazmış" biz Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jan Darkı diyoruz" demiş.
    Bu bana acı geldi. Ben Jan Darkı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i
    ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.
    Bu arada ATATÜRK okumuşta yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler
    için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir.

    Prof. Dr. İlknur Güntürkün KALIPÇI'ya TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİRİM...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dandirik.01 -- 11 Temmuz 2007; 17:58:23 >







  • harika bir yazı...
  • samimi olayım, okumadım. keşke okuyabilsem... gerçekten artık gözlerim ağırmaya başlıyo bu saatlerde başka bi zaman okurum. ama güzel olduğuna inanıyorum.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ApAtHe89

    samimi olayım, okumadım. keşke okuyabilsem... gerçekten artık gözlerim ağırmaya başlıyo bu saatlerde başka bi zaman okurum. ama güzel olduğuna inanıyorum.


    uygun bir zamanınızda okumanızı öneririm,
    kelime kelime okudum, hatta bazı yerleri bir daha okudum, aklımda daha iyi kalsın diye.
  • bir solukta okudum hatta doyamadım, muhteşem bi yazı
  • Gerçekten çok güzel bir yazı uzun diye okumamazlık yapmayın. keşke daha da uzun olsa da okusam.
  • 2 kere konferansına katıldım gerçekten çok faydalı.o yüzden okumadım.
    herkes konferansını alma fırsatına erişemeyecek ama okumak için bir fırsat işte size.
    ilk defa bir konferansın bitmemesini istedim onunla
  • yazık yazık
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.