|
Bildirim
|
Savaş ve Barış'ın 7-8 çevirisini detaylı şekilde inceledim. Tamamen olmasa da inceleme amaçlı kısım kısım fakat uzunca, karşılaştırarak değerlendirdim. Bunlardan üçünü baştan sona okudum. Eğer uzun özet şeklinde tanımlayabileceğimiz tek cilt basılardan edinmek istiyorsanız size Amfora Yayınları'ndan Mehmet Çalışkan'ın çevirisini gönül rahatlığıyla okumanızı naçizane tavsiye edebilirim. Bunun dışında 4 ciltlik kısaltılmamış çevirilerden 4 tanesi ön plana çıkıyor. Bunlar Attila Tokatlı çevirisi, Leyla Soykut Çevirisi, Mete Ergin çevirisi ve Zeki Baştımar çevirisi. İlk olarak Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinden bahsetmek isterim... Bence siyasal artalan vb. şeylerle hiç uğraşmayınız, çünkü Tolstoy kendi önsözünde bunun bir tarihi belge ya da tarihi roman olmadığını, hatta roman bile olmadığını en başında söylüyor. Tolstoy ısrarla Savaş ve Barış'ın, bir sanatçının sanatsal notları olduğunu, izdüşümden çok bir kaide, bir günlük ya da özenli bir araştırmayla yazılmış tarihi olmayan fakat tarihle ilgili olan bir sanatçı günlüğü olduğunu uzun uzun ve benzetmelerle kendi önsözünde anlatıyor. Kısaca bu bir sanat eseridir diyor ve böyle değerlendirilmesini istiyor. Tolstoy, eserinin bir yüzyıl önce yaşanmış katliamları içermemesinin hata ya da eksiklik olduğunu ileri sürenleri, önsözünde "bu sanatçı eserini, tarihi kayıt düşen resmi bir belge olarak görenler" diye tersliyor. O'na göre, her devrin acımasızlıkları kendi dönemine yeter de artar. Bir sanatçının; tarihi, olduğu gibi ve tüm yönleriyle anlatmak çabası içinde olmadığını, olamayacağını özellikle belirtiyor notlarında. Bu anlamda hem yaratıcısı tarafından hem de yaratılan bakımından, siyasi bir belge niteliğinde olmayan, olmadığını iddia eden bu manzumeden neden hala ısrarla (ve 200 yıl öncesinden nasıl bir günümüz siyaseti çıkarılacağı konusu da belirsizken) siyasal artalan çıkarma çabası içinde olunuyor anlamış değilim. Bu anlamda Can Yayınları'ndan çıkan, Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin neden hala ısrarla siyasal artalan pazarlamasıyla ısıtılıp ısıtılıp öne sürüldüğünü de anlamış değilim. Bu çeviri, sıradan bir çeviridir. Ek olarak; Zeki Baştımar ile birlikte dönemin Harb ve Sulh (Savaş ve Barış) çevirmenlerinden Nazım Hikmet de kendi çevirisini, evet kendi çevirisini yerden yere vurmaktadır. Tarihi notlardan (Nazım'ın mektuplarından) anlıyoruz ki çeviri konusunda henüz bir ültimas birliği oluşmamıştır. Ve hatta Nazım 1944'te savunduğu kültürel yabancılaştırma yönteminin iğreti durduğunu 1946'da yine kendisi özeleştiride bulunarak hiçbir sorgu suale gerek kalmaksızın itiraf etmektedir. Nazım'a göre iyi bir çevirinin ancak, yabancı bir romanın tıpkı bir Türk roman yazarının elinden çıkmış gibi algılanmasında değil, aksine; okunduğunda "bunu bir Rus yazmış" denmesiyle iyi bir çeviri olacağını savunmuştur fakat bu fikrinde bazı çatlaklar olduğunu iki yıl sonra dile getirerek, yine kendi fikrini kendisi sorgulamıştır. Muhakkak Nazım Hikmet usta bir çevirmen ve iyi bir şairdir fakat sanatında öyle ileri düzeye erişmiştir ki kendini aşırı mükemmelliyetçilik girdabından kurtaramamıştır. Elbette bu bir eleştiri değil, sanatında çok ileri giden tüm sanatçıların kaçınılmaz olarak sonuçlanan tatlı bir kusurudur. Bir ben gibi. Zaman kısıtı ve diğer baskılar (çevirinin reddi baskısı, paranın alınamaması baskısı, ismini kullanamaması baskısı vb.) Nazım'ın mükemmelliyetçi yanını son derece hırpalamıştır ve sınırlamıştır. Sonuç olarak sözde öve öve bitirilemeyen, fakat Nazım Hikmet'in hiç beğenmediği son derece sıradan bir Nazım Hikmet çevirisi ortaya çıkmıştır. Keşke gerekli zaman ve imkanlar verilseydi de Nazım Hikmet bu çeviri işinin olgunlaşmasında mükemmelliyetçi araştırmacı, sorgulayıcı yanını sergileyebilseydi ve ortaya muhteşem bir Savaş ve Barış çevirisi çıksaydı ama olmadı. Sonuç olarak; baştan sona okuduğum Savaş ve Barış'ın Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin kesinlikle alelacele yapılmış, hatta yer yer yanlış çevrilmiş, üslubunu da stilizasyonunu da başarısız bulduğum, edebi anlamda da sürükleyici bulmadığım, kötü bir çeviri olduğunu altını çize çize belirtmek isterim ki hemen burada edebiyat ve tarih uzmanları beni topa tutabilirler riskini de göze alarak. Rusça'dan birebir çevrilen Leyla Soykut çevirisinin de çok iyi niyetli fakat kesinlikle başarısız bir çeviri olduğunu da iddia ederek yazıma devam etmek isterim. Bu çeviri için; Nazım'ın kültürel yabancılaştırma akımından bir miktar ama az bir miktar etkilenmiş olmakla birlikte, oldukça Rusça kokan, bu anlamda yer yer size, böyle de cümle mi kurulurmuş dedirtecek cinsten Rusça kokan, fakat yine de edebi anlamda anlaşılır ve sürükleyen bir çeviri olduğunu söyleyebilirim. Fakat Rusça'daki kelime anlamlarıyla birebir çevrilen deyimler kafanızı oldukça karıştırabilir ve sizi yorabilir. Ayrıca yer yer eski kelimelere de sıkça rastlayabilirsiniz. Gelgelelim Mete Ergin çevirisine... Bazı yerlerde ve Radikal Blog yazarının iddiasına göre Mete Ergin çevirisi Rusça'dan yapılmıştır. Bu yanlış bilinen bir olgudur. Mete Ergin çevirisi İngilizce'dendir. Fakat üstteki çevirilerin tümünden daha sürükleyici olduğu kesin. Edebi anlamda neredeyse hiç Rus izine rastlayamazsanız da oldukça özenli üslubu sizi alıp götürecektir. Bu çevirinin bir noksanı varsa o da, üslubunun Tolstoy'un değil de çevirmenin Tolstoy'a özgülediği bir biçem şeklinde karşımıza çıkıyor olmasıdır. Bu da çok sağlam bir Rus yazar ikonası değilseniz sizin için çok da önemli olmayabilecektir. Kesinlikle tavsiye edilir, güzel bir çeviridir. Neden Attila Tokatlı'yı (ya da Atilla Tokatlı) en sona bıraktım? İnternette ezbere dönen bir dünya yazının neredeyse hiçbirinin değinmediği, Radikal blog yazarının ziyaretçi sayısını hiçe sayarak fütursuzca tanımamazlıktan geldiği(!) ve genelleme yaparak dışladığı muhteşem çevirmen. Çevirisi Fransızca dilindendir. Fakat üstteki çevirmenlerin tümünden daha özenli ve üslubu yakından tanıdığımız Fransız üslubunun en iyi örneklerinden. Savaş ve Barış'a "belki olmadığı halde" o romansı havayı en iyi veren çevirmen kesinlikle Attila Tokatlı. Ve kesinlikle edinebilirseniz 1982 baskısını edinin. Yeni baskılarda kırpmalar mevcut, fakat yine de edinilebilir. Attila Tokatlı (ya da Atilla Tokatlı) çevirisi; sanılanın aksine, Fransızca'dan olmasına karşın, nasıl olduysa olmuş romandaki Rus üslup ve stilizasyonunu da korumuş, kaybolmamasını sağlamış, oldukça özenli harika bir çeviri. Bu anlamda Mete Ergin'in sürükleyici ve özenli çevirisiyle yarışırken, (nasıl olduysa) koruduğu Rus sitili ve daha romansı havasıyla onun iki boy önünde seyrediyor diyebilirim. Rahmetli olmuş bu çevirmenin yalnızca Savaş ve Barış'ını değil, mümkünse tüm çevirilerini okumanızı naçizane ama gönülden tavsiye ederim. Kıt vizyonum çerçevesinde okuduğum ve karşılaştırarak incelediklerim arasında, en iyisi diyebilirim. Okuduğunuz, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Umarım bu iğreti yazım, sizin için açıklayıcı bir kaynak oluşturmuştur. (Alıntı değildir) |
|
|
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ggreyhame -- 5 Eylül 2014; 9:45:56 > |
|
|
|
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zebercet -- 7 Eylül 2014; 18:16:06 > |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|