Dünkü Milliyet Spor’un sürmanşeti, Terim’in ayrılacağının kesinleştiğini duyuruyor. TFF de ulusal takımın yeni hocası için araştırmalara başlamış bile. Teknik adamlığının en önemli kısmını, 1996-2004 periyodunu kulüp çalıştırarak geçirmiş Terim’in şu aşamada milli takımla devam etmesinin kendi kariyeri açısından da olumsuz olacağını düşünüyordum zaten. Milli maç takvimleri son derece kısıtlı, bu da Terim gibi damarlarında %10 kan, %90 futbol topu dolaşan hocalar için yeterli gelmiyor. Ulusal kadroyla yıl içinde beraber olduğunuz dönem çok az; dolayısıyla genç oyuncu tarama/takıma kazandırma, onlara karakter nakletme gibi imkânlarınız da kısıtlı... Gerek maçtan maça, gerekse oyun içinde strateji değiştirip, bunları kusursuz uygulamanız da milli takımda yapılması kolay bir iş değil. Oysa halen Terim’in gönlünde 17 yaşında bir oyuncuyu ilk 11’de oynatmak, başkalarının kulübede oturttuğu bir futbolcuyu kazanmak, bir maç üçlü/bir maç dörtlü savunma oynamak, müsabaka içinde 5 forvete dönmek gibi aslanlar yatıyor. Ama bütün bunlar, oyuncu grubuyla uzun zaman geçirmeye bağımlı. Milli takımda da olmuyor, olsa da eksik kalıyor. Terim’in İtalya’da/İspanya’da orta sınıf bir takımı alıp en tepeye götürebileceğine hâlâ inanıyorum ben.
Milli Takım kulübü
5 yıldır kulüp çalıştırmaktan uzak olan Terim, (bilerek veya bilmeyerek) milli kadroya bir kulüp takımı hüviyeti kazandırmaya çalıştı. Esasında bu hamle bir avantajdır, zira ulusal takımlar haftanın panoraması gibi seçilmez, muhakkak sağlam bir iskeleti/ekip ruhu olmalıdır. Ama sanırım Terim ve ekibi, bir konuda eksik kaldı: “Milli Takım kulübü”, transferi reddedemez, giden bir oyuncuya kapısını kapatamaz. Fatih, Gökdeniz, Toraman, Topuz ve benzeri örnekler ulusal birlikteliğe aykırı düştü. Kamuoyundaki adalet hissi zedelendi. Öyleyse Terim’in yerine gelecek teknik adamla ilgili ilk beklentimiz şu: Birleştirici olmalı. Adalet duygusunu kusursuz tesis etmeli. Ama bunu, kulüp takımı hüviyetini de zedelemeden yapmalı.
Eşitlikçilik
Yeni teknik adam, Süper Lig’deki 18 takımı (hatta gerekirse 1. Ligi de) aynı hassasiyetle izlemeli. Terim gibi Giray’ı G.Saray karşısında oynayınca, Uğur Kavuk’u Beşiktaş önünde görünce ilk kez keşfetmemeli. Milli takım, “4 büyükler karması” hüviyetine bürünmemeli, en azından canlı yayın bağımlısı olmamalı. Zaman zaman milli takım teknik kadrosu, Manisa-Antep maçında da yerini almalı; mesela Yiğit’e oradaki performansıyla forma vermeli... Anadolu takımlarındaki oyuncular sadece televizyondan yayınlanan maçlarda izlendikleri hissine kapılmamalı. Yeni milli takım teknik kadrosunun “eşitlikçi” olduğuna inanmalı.
Mesut vs. Ceyhun
Cumartesi günü Mesut Özil’i Rusya’ya karşı bir kez daha izledik. Terim’in “Löw onu kaç kez milli takıma çağıracak ki?” dediği Mesut, maçın tek golünü üretip Almanlar’ı grup birincisi yaptı, bir şutu da direkten döndü. Mesut’un maçı bittikten yaklaşık bir saat sonra başlayan bizim müsabakada onun pozisyonunda oynayan adamsa 32’lik Ceyhun Eriş’ti. Mesut’un ulusal takım tercihi yaptığı günlerde Bild’e verdiği röportajı hatırlıyorum, Löw’ün kendisini izlemeye gelip onunla görüştüğünü, Terim’leyse hiç bire bir konuşmadığını söylemişti. Çünkü Terim gurbetçi oyuncularla bire bir muhatap olmuyor, onlarla bölge antrenörlerimiz görüşüyordu. Bölge antrenörlerimizin başarısı ortada: Udineseli Gökhan, Bremenli Mesut, Leverkusenli Eren, Stuttgartlı Serdar, Frankfurtlu Ümit başka milli formaları seçtiler. Arsenalli Oğuzhan, Kölnlü Taner, Freiburglu Ömer, St.Paulili Deniz de sırada. Milli takımın yeni teknik direktörü kim olursa olsun, TFF, Avrupa örgütlenmemizi sağlıklı biçimde yapmalı. Daha fazla büro, çok daha iyi bir organizasyon, daha nitelikli ekip, daha hoşgörülü ve ilgili bir teknik adamla çalışmalı... Elindeki mektuplardan bahsetmek yerine oyuncuları gidip yerinde izleyen bir teknik direktörle; yıllardır göz önünde olan Turgay Bahadır’ın daha önce Avusturya Ümit Milli olduğunu bilen bir teknik ekibe sahip olunmalı.
Altyapı
Tabii Avrupa’da yetişen oyunculardan çok daha önemlisi, Türkiye’de yetişenler... Bundan böyle A Milli Takım Teknik Direktörü ne kadar değişirse değişsin, altyapı organizasyonunun korunduğu bir düzen kurulmalı. Avrupa Şampiyonası elemelerinin tam ortasında ümit milli takım hocası, Süper Lig’e (Terim tabiriyle) gelin edilmemeli (!). Milli takım altyapısı, genç teknik adamlar için Süper Lig’e hazırlık kampı olmamalı. Almanlar, altyapının başına UEFA finalisti bir hoca Sammer’i getirebiliyorsa, biz de uzmanlığını altyapıda yapmaya karar veren iyi hocalarla çalışmalıyız. Eğer elinden geliyorsa TFF, alt yaş grubu hocalarını tutmalı, onlara daha iyi sözleşmeler önermeli, A milli takım hocasına bağımlı olmaktan çıkarmalı.
Son söz
Olan oldu, milenyumun 5 büyük turnuvasında 3 kez son sekize kalan Türk Milli Takımı, 2010 Dünya Kupası’na katılamadı. Yeni gelecek teknik adam, bir şampiyonada yarı final oynayıp bir sonraki kupaya katılamamak yerine, her turnuvada yer almanın daha değerli olduğunu bilmeli. Türk Milli Takımı, öncelikli olarak turnuva alışkanlığı kazanmalı. Ben eminim ki Türk futbolseverler de, 2012’de yarı final görüp 2014 ve 2016’ya katılamamak yerine; her üç turnuvaya gidip gruptan çıkmayı yeğleyeceklerdir.
Maaşlar arasında uçurum varBlazevic ile Fatih Terim’in aldıkları ücretler arasında da büyük bir uçurum var. Bosna Hersek’in hocası, aylık 5 bin euroya çalışırken, Fatih Terim’e 260 bin lira (yaklaşık 130 bin euro) ödeniyor.
Bosna Hersek’in hocası, Fatih Terim yönetimindeki Milli Takımımızı ikinci kez dize getirdi. Blazevic ilk olarak Euro 96’da Hırvatistan’ın başında Türkiye’yi grup maçlarında yenerken, 2010 Dünya Kupası elemelerinde de saf dışı bıraktı
Terim’in sert mizacına karşılık o, şakacı olarak tanınıyor. İsviçre’de, Bosna’da ve Hırvatistan’da orta sınıf bir sürü takımda başarısız olmuş, işsiz kaldığında sunuculuk da, muhabirlik de yapmış. Reklâmlarda samuray kılıcı bile sallamış
Blazevic’in futbolculuğunu kimse hatırlamıyor, Terim’se G.Saray’ın efsane kaptanları arasındaki yerini almış. Tabii ki o milli takıma da hiç girememiş, Türk meslektaşı 51 kez ulusal formayı taşırken... Terim’in sert mizacına karşılık, o, şakacı ve hazırcevap olarak tanınıyor. İsviçre’de, Bosna’da ve Hırvatistan’da orta sınıf bir sürü takımda başarısız olmuş, işsiz kaldığında sunuculuk da, muhabirlik de yapmış. Reklâmlarda samuray kılıcı bile sallamış. Terim’se medyada para alarak çalışmamasını bir övünç vesikası kabul etmiş. “Prosinecki büyük futbolcu olursa diplomamı yiyeceğim” gibi bir gafı var, ama o hikaye de Terim’in Ceyhun’u G.Saray’dan gönderip, 32 yaşında milli takıma almasına benziyor. Milliyetçi tanınıyor, Terim-Ağar ilişkisini andıran siyasi temasları da olmuş, Hırvatistan Devlet Başkanı ile dostluğu ona D.Zagreb kulübü başkanlığını getirmiş. Terim’in parmağı koptuğunda onun iyileşmesi için bütün kent seferber olurken, Blazevic prostat kanseriyle Avusturya’da bir sağlık enstitüsünde savaşmış... Terim ülkesinde imparator muamelesi görürken, o Fransa’da tutuklanıp iki hafta hapis bile yatmış! Ama bütün bunların sonunda bir küçük ülkeyi, küçük imkânlarıyla Dünya Kupası’nın kapısına getirmeyi de başarmış. Kaybede kaybede kazanmayı öğrenmiş Blazevic...
Blazevic, 1934 (1935, belki de 1937) Yugoslavya doğumlu... Hiç kimse onun doğum tarihini tam olarak bilmiyor, kendisi de o günkü ruh haline göre yaşına karar veriyor! Boşnak-Hırvat bir aileden geliyor, kendi deyimiyle “vasat” futbol kariyerine 1968’de İsviçre’de son verip, Vevey’de antrenörlüğe başlıyor. 1982’de D.Zagreb’in 24 yıllık şampiyonluk hasretine son veriyor, 84’te kovuluyor, sonra da Hırvat milliyetçisi olarak tutuklanmak üzere olduğunu iddia edip ülkeyi terk ediyor. 7 yıl İsviçre-Yunanistan ve Yugoslavya’da çalıştıktan sonra kısa bir Nantes macerası da oluyor Blazevic’in... Ama o hikaye de Marsilya şike skandalına karışıp hapse girmesiyle neticeleniyor!
Terim’le ilk kesişme
1993-94 yıllarında Terim’le kaderleri ilk kez birleşiyor. Blazevic nihayet Hırvatistan teknik direktörlüğüne ulaşırken, genç Terim de Piontek’in ardından ay-yıldızlıların patronu oluyor. Aynı eşofmanı iki gün üste üste giymeyecek kadar özenli Terim’le, beyaz fuları ve karizmasıyla dikkat çeken Blazevic, milli takımlarını Euro 96’ya taşımayı başarıyorlar. İkisi de milliyetçiliğiyle tanınan iki hocanın etkisindeki takımlardan sevinen Hırvatlar oluyor. Bize golü atan Vlaovic, “Türklere attığım bu golü dedem görseydi benimle gurur duyardı” demeyi de ihmal etmiyor. 2010 elemeleri öncesi Bosna kabuk değiştirmiş, 13 önemli oyuncuyla yollar ayrılmış. Blazevic, Terim’le ikinci kesişmesinde özellikle Zenica’daki maçtaki iyi oyunla bir kez daha meslektaşını alt etmiş. Şimdi savaş sonrası yaralarını sarma uğraşındaki Bosna-Hersek, tarihinde ilk kez bir büyük turnuvanın eşiğinde... Ve 72 (ya da 75) yaşındaki gururlu Blazevic, prostat kanserini bile yendikten sonra dünyada yenemeyeceği hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Bizim de kalbimiz Afrika yolunda kardeş Bosna ile atıyor.