Şimdi Ara

Türkçe gelişmeye kapalı bir dil mi? (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
35
Cevap
0
Favori
2.000
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • bence Haluk Tarcan hocamızın vediği örnek çok ilginç ve gurur verici

    http://www.youtube.com/watch?v=VY1aq3TLSnI
  • yüklemin yeri gelişmeye kapalı ya da açık olmayı çok belirlemez bence. ama türkçe nin kelime türetme anlamındaki kısırlığı onu kapalı hale getiriyor bence.

    örneğin osmanlı yı ben çok tasvip etmesem de dil olarak bugün ki dilden çok daha gelişkin ve gelişmeye açık olduğunu düşünüyorum.

    tabi bize verilen kültür gereği osmanlı ca kelimeler gülünç gelebiliyor modern kelimelerle kıyaslayınca ama "çok otturgaçlı götürgeç" kadar sığ, yapay ve komik olamaz bence hiç bir zaman.

    ayrıca dilin son hali eski haline göre çok renksiz, telafuzu itici gibi geliyor bana. bir farsça,arapça ve diğer bölge dilleri çok daha renkli ve gelişmeye açık geliyor bana.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq
    yüklemin yeri gelişmeye kapalı ya da açık olmayı çok belirlemez bence. ama türkçe nin kelime türetme anlamındaki kısırlığı onu kapalı hale getiriyor bence.

    örneğin osmanlı yı ben çok tasvip etmesem de dil olarak bugün ki dilden çok daha gelişkin ve gelişmeye açık olduğunu düşünüyorum.

    tabi bize verilen kültür gereği osmanlı ca kelimeler gülünç gelebiliyor modern kelimelerle kıyaslayınca ama "çok otturgaçlı götürgeç" kadar sığ, yapay ve komik olamaz bence hiç bir zaman.

    ayrıca dilin son hali eski haline göre çok renksiz, telafuzu itici gibi geliyor bana. bir farsça,arapça ve diğer bölge dilleri çok daha renkli ve gelişmeye açık geliyor bana.


    Öncelikle bazı bilgiler vermek istiyorum.

    Osmanlıca ayrı bir dil değildi. Sadece Türkçenin bir döneminin ismiydi.
    Bugün ise bizim kullandığımız dil Türkiye Türkçesi olarak isimlendirilmiştir. Azeriler de Türkçeyi kullanmaktadır. Onlarınkini ise Azerî Türkçesi olarak isimlendirilmiştir vs.

    Osmanlı Türkçesi döneminde kullanılan alfabeye binaen dil belirli kalıplar doğrultusunda gelişimini gerçekleştirebilmekteydi.

    Bir kelimenin “sülasi mücerred” dediğimiz kökleri bulunmaktaydı. Önceki Türkçe dönemlerinden süregelen kelimeleri tenzih ediyorum sadece yeni kelime türetme tabanında konuyu irdeliyorum.

    Türkiye Türkçesi ise bildiğiniz üzere sondan eklemeli bir dildir. Yeni kelime türetmek istediğimiz zaman ise dört çeşit olan yapım eklerinden yararlanırız ki bu eklerin sayısı bir önceki dönemdeki kalıp sayısından çok hem de çok fazladır.

    Son olarak da Türk Dil Kurumunun da tekzip sunduğu gibi hiçbir zaman sözlüğümüzde belirttiğiniz kelimelere yer verilmemiştir. Ülkemizde sözlük ve yazım kılavuzu yayınlamak Dil Kurumu’nun tekelinde değildir. Her sözlük Dil Kurumu ile ilişkilendirilemez.

    Türkçe demek sadece dil bilgisi demek değildir.
    Umarım yararlı olabilir;

    ´´ DİL - KÜLTÜR / TÜRK DİLİ...
    http://forum.donanimhaber.com/m_13276156/tm.htm

    ´´ SES, HARF, ALFABE...
    http://forum.donanimhaber.com/m_13963315/tm.htm

    Selam ile...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ömer

    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq
    yüklemin yeri gelişmeye kapalı ya da açık olmayı çok belirlemez bence. ama türkçe nin kelime türetme anlamındaki kısırlığı onu kapalı hale getiriyor bence.

    örneğin osmanlı yı ben çok tasvip etmesem de dil olarak bugün ki dilden çok daha gelişkin ve gelişmeye açık olduğunu düşünüyorum.

    tabi bize verilen kültür gereği osmanlı ca kelimeler gülünç gelebiliyor modern kelimelerle kıyaslayınca ama "çok otturgaçlı götürgeç" kadar sığ, yapay ve komik olamaz bence hiç bir zaman.

    ayrıca dilin son hali eski haline göre çok renksiz, telafuzu itici gibi geliyor bana. bir farsça,arapça ve diğer bölge dilleri çok daha renkli ve gelişmeye açık geliyor bana.


    Öncelikle bazı bilgiler vermek istiyorum.

    Osmanlıca ayrı bir dil değildi. Sadece Türkçenin bir döneminin ismiydi.
    Bugün ise bizim kullandığımız dil Türkiye Türkçesi olarak isimlendirilmiştir. Azeriler de Türkçeyi kullanmaktadır. Onlarınkini ise Azerî Türkçesi olarak isimlendirilmiştir vs.

    Osmanlı Türkçesi döneminde kullanılan alfabeye binaen dil belirli kalıplar doğrultusunda gelişimini gerçekleştirebilmekteydi.

    Bir kelimenin “sülasi mücerred” dediğimiz kökleri bulunmaktaydı. Önceki Türkçe dönemlerinden süregelen kelimeleri tenzih ediyorum sadece yeni kelime türetme tabanında konuyu irdeliyorum.

    Türkiye Türkçesi ise bildiğiniz üzere sondan eklemeli bir dildir. Yeni kelime türetmek istediğimiz zaman ise dört çeşit olan yapım eklerinden yararlanırız ki bu eklerin sayısı bir önceki dönemdeki kalıp sayısından çok hem de çok fazladır.

    Son olarak da Türk Dil Kurumunun da tekzip sunduğu gibi hiçbir zaman sözlüğümüzde belirttiğiniz kelimelere yer verilmemiştir. Ülkemizde sözlük ve yazım kılavuzu yayınlamak Dil Kurumu’nun tekelinde değildir. Her sözlük Dil Kurumu ile ilişkilendirilemez.

    Türkçe demek sadece dil bilgisi demek değildir.
    Umarım yararlı olabilir;

    ´´ DİL - KÜLTÜR / TÜRK DİLİ...
    http://forum.donanimhaber.com/m_13276156/tm.htm

    ´´ SES, HARF, ALFABE...
    http://forum.donanimhaber.com/m_13963315/tm.htm

    Selam ile...


    osmanlıca nın türkçe arapça farsça hatta kürtçe karışımı bir dil olduğunu biliyorum. ayrıca bu kelimeleri üretenler resmi kurumlar aksinde ısrarcıysanız araştıralım.

    ayeıca ben genel olarak dilin kısırlığını edebiyatta, günlük kullandığımız kelimeler ve bunarın telaffuzunda hissedebiliyorum. yani sadece yapım ekiyle olacak iş değil bugün ki türkçe nin 1000 yıl öncekiyle aynı olduğunu da söyleyemeyiz burada da bir sorun var.dilin eskiliği onun zenginliğini ve gelişkinliğini etkiler.yani tipik bir örnek ama bir iranlı, şehnameyi rahatça okuyabilmektedir.
    bizde öyle değil.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq
    osmanlıca nın türkçe arapça farsça hatta kürtçe karışımı bir dil olduğunu biliyorum. ayrıca bu kelimeleri üretenler resmi kurumlar aksinde ısrarcıysanız araştıralım.

    ayeıca ben genel olarak dilin kısırlığını edebiyatta, günlük kullandığımız kelimeler ve bunarın telaffuzunda hissedebiliyorum. yani sadece yapım ekiyle olacak iş değil bugün ki türkçe nin 1000 yıl öncekiyle aynı olduğunu da söyleyemeyiz burada da bir sorun var.dilin eskiliği onun zenginliğini ve gelişkinliğini etkiler.yani tipik bir örnek ama bir iranlı, şehnameyi rahatça okuyabilmektedir.
    bizde öyle değil.


    Bu noktada maalesef yine yanılıyorsunuz. Osmanlıca bir dil değildi sadece bir dilin evresiydi. Karışım da değildi. Kendi içerisinde üç bölüm altında incelediğimiz bir dönemdi. Bu üç dönemin yoğunluğu bir birinden farklıydı. Türkçe tek bir kolda ve de bir coğrafyada yaşayan bir dil değildir. Eş zamanlı yatay ve dikey varlığını devam ettiren bir dildi. Diğer dillerden ayrılan en belirgin özelliği de belki de budur. Batı Türkçesi kendi içerisinde bir gelişim gösterirken Doğu Türkçesi de kendi içerisinde bir gelişim, değişim gösteriyordu.

    Dış etkilere açıklık eğer bir dönemi karışım olarak nitelendirecekse bundan bir asır sonrada Türkiye Türkçesine gelecek nesillerimizin İngilizce, Fransızca, Arapça, Farsça vs. karışımı bir dönemdi demesi gerekir.

    Resmi Kurumlar hakkında araştırmalarınızı görmek isterim. 1957 yılından itibaren yayınlanan tüm Türk Dil Kurumu Sözlükleri kütüphanemde mevcut. Eğer söz ettiğiniz kelimelerin herhangi bir tanesinin yayınlandığı bir belgenin altında Dil Kurumunda görevli bir kişinin imzasını gösterebileceksiniz buyurun.

    Bu arada kurumdan ihraç edilen eski görevlilerden söz etmiyorum. Dil Kurumu tarafından yayınlanan geçerliliği olan belgeleri referans kabul ediyorum.

    Prof. Dr. Recep TOPARLI’nın “Türkçenin Dünü ve Bugünü” isimli bir toplantısı vardı. O toplantı metnini bulabilirsem sizinle paylaşırım.

    Konumuz gelişim olduğu için örnek vermiştim. Gelişimden söz ediyorsak aklıma öncelikle kelime türetebilme becerisi gelir. Bildiğiniz gibi de kelimeleri öncelikle yapım eki ile türetiyoruz. Bunun aksi durumlar da mevcuttur örneklendirmek gerekirse bileşik kelimeler diyebiliriz.

    Bu arada Türkçenin ilk yazılı eserleri kabul edilen Göktürk yazıtlarından günümüze kadar varlığı süregelen kelimeler de mevcuttur. Başka bir örnek vermek gerekirse Büyük Ünlü Uyumu dediğimiz Kalınlık İncelik Uyumu Türkçenin her döneminde varlığını muhafaza edebilmiştir vs.

    Umarım yardımcı olabilmişimdir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ömer -- 7 Şubat 2008; 1:28:19 >




  • osmanlıca türk dilinin bir evresiydi diyorsunuz. doğru gibi gözüküyor.

    o halde osmanlı döneminde tüm türkler bu dili konuşuyordu-yazıyordu öyle mi?
  • osmanlıca nın ayrı bir dil olup olmadığı üzerine farklı bir görüş için,

    http://www.karakutu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=1452


    Değerli dostum İlber Ortaylı, daima büyük bir telezzüzle okuduğum yazılarından birinde, ‘Osmanlıca[nın] öyle Fransızca ve Rusça gibi ayrı bir dil olarak anlaşılama[yacağını], Arap harfleriyle yazılan bir Türkçe [olduğunu]’ bildiriyor.




    Ona göre her dil ‘asırdan asıra bazı değişiklikler geçir[mekte], ama bu durum ayrı bir dilden söz etmeyi gerektirme[mektedir]’. Ortaylı, bu konuda herhangi bir temellendirici kanıt önesürmüyor; sadece Viyana Üniversitesi’nde Herbert Duda’nın bu terimle (‘Osmanlıca’ terimi ile H.Y.) nasıl alay ettiğini hatır[lıyor]. Prof. Duda şöyle demiş: ‘Burada Schönbrunn Sarayı semtinde ayrı bir telaffuz, bol Fransızcalı bir saray ve bürokrasi dili vardı, elan da yaşar. Buna rağmen hiç kimsenin, hanedanımızın ismine izaf eden [‘izafeten’ olacak H.Y.) Habsburgca veya Habsburg Almancası dediğini duymazsınız.’

    Sevgili Ortaylı, gerçekten çok değerli bir tarihçidir, ama elbette bir polyglot yani, çok dil konuşan biri olmasına rağmen, bir dil bilgini değildir. Onun için de Osmanlıca’nın, ‘ayrı bir dil’ olup olmadığı konusunda, dil uzmanlarının ne söylediklerine bakmak, daha doğru olacaktır.

    Okurlarım hatırlarlar mı bilmiyorum, dört yıl önce, çok değerli bir ekonomist, Selim Somçağ da, Türkçe’den ayrı bir ‘Osmanlıca’ olmadığını önesürmüş, ben de kendisine bunun aksini savunan görüşlerimi dilegetirerek cevap vermiştim; -elbette cevabımı, dil bilginlerinin bu konudaki düşüncelerine dayandırarak! Bir kez daha şunu belirteyim: Osmanlıca yazı dilidir ve Türkçe’den ayrı bir dildir: Bir dilin ötekinden ayrı olup olmadığına da, dillerin kökenine, ya da hangi dil öbeğine girdiklerine bakılarak karar verilemez. Osmanlı’nın bürokrasi ve kültür dili olan Osmanlıca, rahmetli Faruk Kadri Timurtaş’ın da ‘Osmanlıca Grameri’nde belirttiği gibi, ‘Türkçe esas olmak üzere Arapça ve Farsça birçok kelime, şekil ve kaideleri içine alan ayrı (vurgu benim H.Y.) bir dil’dir.

    Osmanlıca’nın Türkçe’den ayrı bir yazı dili oluşunun tarihi 15. yy.’a kadar çıkar. Rahmetli Prof. Dr. Fahir İz hocamızın ‘Divan Edebiyatında Nesir’ adlı o klasik çalışmasındaki düzyazı dilinin geçirdiği evrelere ilişkin dönemselleştirmeye bağlı kalarak söylersek, ‘15. yüzyıldan sonra halkın konuşma dilini temel alan ‘yalın’ düzyazı, yerini, ‘Arapça ve Farsça sözlüklerden gelişigüzel sayısız sözcük alıp bu dillerin dilbilgisi kurallarına göre kullanan, Türkçe sözlere pek az yer veren, divan şiirinin söz sanatlarından ve sözcük oyunlarından çoğunu benimseyen, şiirdeki kafiyeye karşılık seci kullanan ve eskilerce inşa adı verilen süslü düzyazıya bırakmıştır.

    Osmanlıca, bir kere daha belirteyim, yazı dili olarak 15. yy.’dan 20. yy’ın başlarına kadar edebiyat, bilim ve resmî yazışma dilidir: Bir dil bilgini olan Prof. Dr. Tahsin Yücel’in de ‘Dil Devrimi ve Sonuçları’nda belirttiği gibi, ‘süslü’ düzyazı (‘inşa’) dilinin ‘yalnızca günümüzde değil, yazıldıkları dönemlerde de geniş kitlelerce anlaşılması sözkonusu olmadığına göre, Osmanlıca’nın Türkçe’nin değişik bir biçimi değil, Türkçe’den ayrı bir dil (vurgu benim H.Y) olduğunu kesinlemek gerekir’. Dilbilimciler böyle söylüyor…

    Hamiş: Geçen hafta ‘Türk şiirinde yabancı kadın adları’ konusunda iki genç ve değerli şairin düşüncelerini aktarmıştım. Bir başka genç ve değerli şairin, Serkan Ozan Özağaç’ın da, şiirlerinde sözünü ettiği ‘Marie Sophie’ye ilişkin düşüncelerini aktarmak istiyorum: ‘Varlık’tan çok Yokluk’tan meydana gelen ya da mahiyetinin Yokluk olmasını arzuladığım bir ‘kadın’ı düşlediğim zamanlarda Balzac’ın ‘Altın Gözlü Kız’ romanında rastladım Marie Sophie’ye. Ve bu ismi şiirlerime dahil ettiğim an, O’na ‘vücud’ demenin mümkün olmadığını ama elbette ‘mevcud’ demenin mümkün olduğunu gördüm. Öyle ki, varlığımın bir kadına böylesine ‘ilahi’ gördüğüm bir duyguyu salık verebilmesi için ‘o’ kişinin vücud bulmaması lazımdı. İşte bu ‘gölge vücud’ kalbin dokunulmayan ızdırabının köküdür. Ve Marie Sophie’nin o yokluktan varlığa doğru yol almasının, bir mısra ya da şiiri kendine ev edinmesinin sebebi elbette ‘sevgi’dir. Ama Marie Sophie, şiirlerden edindiği kişilik ve varoluşuyla şunu bilmelidir ki görünmeyeni (lataayyün) görünüre (ayan) taşıyacak hiçbir görünüş (taayyün) olamaz. O ki, ölmeden evvel ölmüş bir ‘hayal kadın’dır.’ Bu konuya ileride tekrar döneceğim.





    Zaman
    08/02/2006



    belirttiğim yerlere bakınca "yanlış biliyorsunuz osmanlıca diye bir dil yoktur" diye ahkam kesmek çok da doğru bir tavır değil. çünkü bir konuda çok farklı görüşler hele sosyal bilimler alanında söz konusu olabilir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dasdasq -- 7 Şubat 2008; 1:50:58 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    osmanlıca türk dilinin bir evresiydi diyorsunuz. doğru gibi gözüküyor.

    o halde osmanlı döneminde tüm türkler bu dili konuşuyordu-yazıyordu öyle mi?

    Üstadım şu şekilde yardımcı olabilirim, inanıyorum ki yararlı olacaktır;

    Yeni Türkçe Devresi: Bu devre 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan zamanı ihtiva etmektedir. 13. yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Batı Türkleri arasında yeni ve birbirinden farklı yazı dilleri meydana gelmeye başlamıştır. Doğu Türkçesi, Eski Türkçenin ve Karahanlı Türkçesinin bir devamı olarak ortaya çıkmıştır. Doğu Türkçesi, Orta Asya müşterek Türkçesi demektir. Batı Türkçesi iki koldan gelişmiştir. Bunlar Osmanlı ve Azeri Türkçeleridir. Bunlar arasındaki fark 15. yüzyılın sonlarında görülmüştür.

    Doğu Türkçesinin bir de Kuzey kolu bulunmaktadır. 15. yüzyıla kadar devam etmiş olan bu dile Kıpçak Türkçesi diyoruz. Kıpçak Türkçesi eserlerine Kuzey Afrika’da ve Mısır’da rastlanmaktadır. Daha sonra Kıpçak Türkçesi Oğuz Türkçesi ile birleşmiştir.

    Eski Türkçenin devamı durumunda olan Doğu Türkçesi, 15. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi diye de adlandırılmıştır. Bu yazı dili 15. yüzyılda Ali Şir Nevai tarafından kurulmuş ve geliştirilmiştir. 16. yüzyılda Babür Şah, Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi olmuştur. Çağatay Türkçesinin yerinde bugün Özbek Türkçesi bulunmaktadır.

    Modern Türkçe Devresi: Bu devre 20. yüzyılı kapsamaktadır. 20. yüzyılda önemli yazı dilleri olarak Türkiye Türkçesi, Özbek Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Kazak Türkçesi vb. görüyoruz.

    BATI TÜRKÇESİNİN GELİŞİMİ

    Batı Türkçesi kendi içerisinde üç devreye ayrılır:

    1. Eski Anadolu Türkçesi: Batı Türkçesinin ilk devresidir. 13-15. yüzyılları içine alır. Eski Türkçenin özelliklerini taşır. Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir. Eski Anadolu Türkçesinde henüz Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar fazla değildir.

    2. Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesinin ikinci devresidir ve 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan zamanı kapsar. Bu dönemde Eski Türkçenin izleri kaybolmuştur. Azeri Türkçesi bu dönemde ayrılır. Arapça ve Farsçanın tesiri fazladır. Osmanlı Türkçesi tam beş asır imparatorluğun yazı dili olarak varlığını korumuştur. Batı medeniyetinin getirdiği ihtiyaçları Osmanlıcanın zengin vasıtalarıyla karşılamaya çalışan ve bir hayli başarılı olan bir dil, fakat yine sınıf dili kalıbı içinde ve bu yüzyılın gerektirdiği millet dili olmak imkânından mahrumdur. Osmanlıca bir yana, bu devirler boyunca konuşulan Türkçe sınırlı ölçüde yabancı kelimelerle de genişleyerek gelişmiş ve geleceğin yazı dili olmaya hazırlanmıştır. Dil tarihimizin dikkate değer özelliklerinden biri de şudur ki geçmişin derinliklerinden gelen sözlü halk edebiyatı bizde devam etmiş, halk destan ve hikâyeleri, halk şiiri erkenden az çok yazıya geçmiş ve bunun yanı başında halk için bazı kitaplar da yazılmıştır.

    3. Türkiye Türkçesi: İkinci meşrutiyetten başlayıp günümüze kadar devam eden devredir. Millî edebiyat akımının mahsulü sayılan terkipsiz Türkçedir. Arapça ve Farsça kelimeler gittikçe azalmaktadır. Buna karşılık İngilizce kelimeler dilimize süratle girmekte ve yerleşmektedir. Yeni Türkçe Türkiye'de milliyetçilik akımının mahsulü olup Osmanlı yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak, daha doğrusu konuşma dilinden yeni bir yazı dili oluşturmak hamlesiyle meydana gelmiştir. Bu yüzyılın başı bütün Türkçe konuşan ulusların ve akrabalarının da kendi lehçelerine dönerek yeni yazı dilleri oluşturma çabalarına tanık olmuştur.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    belirttiğim yerlere bakınca "yanlış biliyorsunuz osmanlıca diye bir dil yoktur" diye ahkam kesmek çok da doğru bir tavır değil. çünkü bir konuda çok farklı görüşler hele sosyal bilimler alanında söz konusu olabilir.



    Aslında ahkâm kesmiyorum.
    Elbette ki verilen isimler çok değerli. Hak verirsiniz ki farklı tezler muhakkak ki bulunacaktır.

    Ancak izin verirseniz ki eğitimini aldığım okumasını, yazmasını bildiğim bir devre hakkında Türk Dili ve Türkçe profesörlerinin genel yargılarını tabana alarak yorumlarımı sizinle paylaşabileyim.

    Amacım sizi ikna etmek değil tabii ki de sadece bilgimi sizinle paylaşmak ve de size bildiklerimi izah etmek istiyorum.

    Nihayetinde Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Prof.Dr. Metin ERGUN, Prof. Dr. İsmet CEMİLOĞLU ve değerli birçok hocamızdan birebir öğrendiğimiz bu şekildedir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ömer -- 7 Şubat 2008; 1:59:16 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ömer

    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    belirttiğim yerlere bakınca "yanlış biliyorsunuz osmanlıca diye bir dil yoktur" diye ahkam kesmek çok da doğru bir tavır değil. çünkü bir konuda çok farklı görüşler hele sosyal bilimler alanında söz konusu olabilir.



    Aslında ahkâm kesmiyorum.
    Elbette ki verilen isimler çok değerli. Hak verirsiniz ki farklı tezler muhakkak ki bulunacaktır.

    Ancak izin verirseniz ki eğitimini aldığım okumasını, yazmasını bildiğim bir devre hakkında Türk Dili ve Türkçe profesörlerinin genel yargılarını tabana alarak yorumlarımı sizinle paylaşabileyim.

    Amacım sizi ikna etmek değil tabii ki de sadece bilgimi sizinle paylaşmak ve de size bildiklerimi izah etmek istiyorum.

    Nihayetinde Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Prof.Dr. Metin ERGUN, Prof. Dr. İsmet CEMİLOĞLU ve değerli birçok hocamızdan birebir öğrendiğimiz bu şekildedir.



    farklı tezler konusunu vurguladım ben de. ayrıca edebiyatçı olduğunuzu bilmiyordum.alanınız olduğundan sert ve iddialı bir giriş yaptınız herhalde.neyse tartışmayı şimdilik dallandırmayalım size uyalım.


    dil konusunda ise, bırakalım osmanlıya tabi arapları,sırpları,yunanlıları,ermenileri ,

    acaba "osmanlıca türkçesini" türklerin ne kadarı konuşup yazabiliyordu? bu konuda bilginiz var mı.




  • konu dağılmıyordur umarım ama , yine tartışmayla ilgili bir yazı, tabi yazarın kendini tekrar ettiği de anlaşılıyor iki yazının benzerliğinden

    http://arsiv.zaman.com.tr/2002/05/17/yazarlar/hilmiyavuz.htm

    HİLMİ YAVUZ



    Osmanlıca Türkçe midir?

    Geçen haftaki yazımda, Selim Somçağ’ın “Türkiye Günlüğü” dergisi’ne (2001–04 Güz sayısı), Prof. Dr. Baskın Oran’ın tarih, özellikle de Osmanlı tarihi konusundaki görüşlerini dile getirdiği “Türk Dış Politikasının Kuramsal Çerçevesi” başlıklı yazısına verdiği cevapları aktarmıştım. Kısaca özetleyeyim: Somçağ, Oran’ın ‘Türkiye’nin üstyapısını iradi olarak Osmanlı tarihinden, dilinden ve kültüründen’ kopararak Batılılaştığına ilişkin sözlerini, ‘Bir ülkenin, kendini tarihinden koparması ne demektir?’ diye eleştiriyor ve bu görüş, düpedüz bir safsatadır, demeye getiriyordu.

    Somçağ’ın, Baskın Oran’a yönelttiği eleştirilerin yanı sıra öne sürdüğü bazı düşünceler var ki, onların doğruluklarının, en hafif ifadeyle, tartışmalı olduklarını söylemek gerekir. Bunlardan biri, Somçağ’ın ‘Osmanlıca diye bir dil’ olmadığı, bunun ‘bir yarı aydın kavramı olduğu’ iddiasıdır. Somçağ’a göre, Türkçe’den ayrı bir Osmanlıca yoktur!

    Önce, Somçağ’ın bu iddiasını desteklemek için öne sürdüğü kanıtlara bakalım. Aslında Somçağ’ın temel dayanağı, Türkçe’nin Arapça ve Farsça’dan dil bilgisi kurallarını ‘ödünç almadığı’, dolayısıyla, bu iki dile olan ‘borcunun’, sadece söz dağarı (lügat) düzeyinde kaldığıdır. Türkçe, Arapça ve Farsça’dan sözcükleri kendi söz dağarına katmış, ama bu sözcükleri sadece yazı dilinde kullanmıştır. Somçağ şöyle diyor: ‘İçinde edat, zarf ve fiiller dışında pek az Türkçe kelime bulunan Tanzimat Fermanı’nı okuyan Mustafa Reşit Paşa, evinde, Yunus Emre’ninkinden çok az farklı bir dille konuşuyordu.’

    Önce şu: Mustafa Reşit Paşa’nın, evinde Yunus’un Türkçe’siyle konuşması, Osmanlıca diye bir dil olmadığı sonucunu çıkarmamıza elvermez. Olsa olsa, konuşma dilinin yazı dilinden farklı olduğunu gösterir; –o kadar! Osmanlı’nın gündelik konuşma dili, Türkçe’dir; –bunun aksini iddia eden yok! Eğer aksini iddia eden olsaydı, o zaman, Mustafa Reşit Paşa’nın evinde Osmanlıca değil, Türkçe konuştuğunu öne sürmenin bir anlamı olurdu...

    Osmanlıca, yazı dilidir ve Türkçe’den ayrı bir dildir. Bir dilin ötekinden ayrı olup olmadığına da, dillerin kökenine ya da hangi dil öbeğine girdiklerine bakarak karar verilemez elbet. Osmanlı’nın yazı dili olan Osmanlıca, Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş’ın da ‘Osmanlıca Grameri’nde belirttiği gibi, ‘Türkçe esas olmak üzere Arapça ve Farsça birçok kelime, şekil ve kaideleri içine alan ayrı (vurgu benim, H. Y.) bir dil’dir.

    Osmanlıca’nın Türkçe’den ayrı bir yazı dili (Yahya Kemal’in deyişiyle, bir ‘teşrifat dili’) oluşunun tarihi, 15. yy’a çıkar, Prof. Dr. Fahir İz hocamızın ‘Divan Edebiyatında Nesir’ adlı o klasik çalışmasında, düzyazı dilinin geçirdiği evrelere ilişkin olarak yaptığı dönemselleştirmeye bağlı kalarak söylersek, ‘15. yy’dan sonra halkın konuşma dilini temel alan yalın düzyazı’, yerini, ‘ Arapça ve Farsça sözlüklerden gelişigüzel sayısız sözcük alıp bu dillerin dil bilgisi kurallarına göre kullanan, Türkçe sözlere pek az yer veren, Divan şiirinin söz sanatlarından ve sözcük oyunlarından çoğunu benimseyen, şiirdeki kafiyeye karşılık seci kullanan ve eskilerce inşa adı verilen süslü düzyazı’ya bırakmıştır. Bir de ‘yalın düzyazı’ ile ‘süslü düzyazı’ arasında yer alan ve ‘temeli, halkın konuşma dili olmakla birlikte, az çok inşa dilinden etkilenen (...) Orta Düzyazı’dan’ söz edilebilir.

    Osmanlıca, bir kere daha belirteyim, yazı dili olarak, 15. yy’dan 20. yy’ın başlarına kadar, edebiyat, bilim ve resmi yazışma dili’dir. Çok değerli bir dil bilgini olan Prof. Dr. Tahsin Yücel’in de ‘Dil Devrimi’nde belirttiği gibi, süslü düzyazı (‘inşa’) dilinin ‘yalnızca günümüzde değil, yazıldıkları dönemlerde de geniş kitlelerce anlaşılması söz konusu olmadığına göre, Osmanlıca’nın Türkçe’nin değişik bir biçimi değil, Türkçe’den ayrı bir dil (vurgu benim. H. Y.) olduğunu kesinlemek gerekir. Nitekim Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş da, değil sadece Türkçe’yi, ‘Türkçe ile birlikte, Arapça ve Farsça’yı bilen bir kimsenin, Osmanlıca’yı rahatça anlayamayacağı’ kanısındadır.

    Somçağ’ın yazısı üzerinde düşünmeye, önümüzdeki hafta da devam edeceğim.

    17.05.2002




  • Estağfurullah.
    Sert giriş yaptıysam ya da sert olarak algılanarak gönül incittiysem hoş görün.

    Aslında söz ettiğimiz tarihi süreçte edebiyatımız tek bir koldan gelişim göstermemiştir.

    Bir tarafta Divan Edebiyatı bulunurken eş zamanlı olarak Halk Edebiyatımız da yerini almıştır.
    Mevlana, Şeyhi, Fuzûli yazarken öte yandan Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan isimlerinden söz ettiriyorlardı.

    Yine Tasavvuf Edebiyatı şekillenirken Âşık Edebiyatı ürünlerine sık sık rastlayabiliyoruz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    dil konusunda ise, bırakalım osmanlıya tabi arapları,sırpları,yunanlıları,ermenileri ,

    acaba "osmanlıca türkçesini" türklerin ne kadarı konuşup yazabiliyordu? bu konuda bilginiz var mı.


    bu konuda malumatınız ya da fikriniz var mı?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    dil konusunda ise, bırakalım osmanlıya tabi arapları,sırpları,yunanlıları,ermenileri ,

    acaba "osmanlıca türkçesini" türklerin ne kadarı konuşup yazabiliyordu? bu konuda bilginiz var mı.


    bu konuda malumatınız ya da fikriniz var mı?

    Bununla ilgili anımsayabildiğim kesin bir yargı yok.
    Ancak gün içerisinde kısmen bir araştırma yaparak burada paylaşabilirim.

    Coğrafik konumu ve yoğunluğu göz önüne alarak bir tahmine gidebiliriz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ömer


    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    dil konusunda ise, bırakalım osmanlıya tabi arapları,sırpları,yunanlıları,ermenileri ,

    acaba "osmanlıca türkçesini" türklerin ne kadarı konuşup yazabiliyordu? bu konuda bilginiz var mı.


    bu konuda malumatınız ya da fikriniz var mı?

    Bununla ilgili anımsayabildiğim kesin bir yargı yok.
    Ancak gün içerisinde kısmen bir araştırma yaparak burada paylaşabilirim.

    Coğrafik konumu ve yoğunluğu göz önüne alarak bir tahmine gidebiliriz.



    tabi vurgulamak istediğim bunun çok da yaygın olmadığı genel önermesiydi. ayrıntılı bilgi bulmak pek mümkün olmaz herhalde ama bu oranın çok düşük olduğu kanısındayım.




  • 
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.