Şimdi Ara

Türkü Hikayeleri (2. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir (2 Mobil) - 1 Masaüstü2 Mobil
5 sn
92
Cevap
6
Favori
259.042
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Türkünün Adı :Debreli Hasan
    Türkünün Yöresi :Batı Trakya

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
    Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

    Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
    Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin

    Drama köprüsü Hasan dardır daracık
    Çok istemem Yanko Corbaci bin beş yüz liracık
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

    Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
    Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin.

    HİKAYESİ

    Debreli Hasan, Drama'da yetişmiş. Debreli namıyla mübadele öncesi donemde Drama-Serez-Sarisaban bölgelerinde faaliyet göstermiş bir halk kahramanı eşkıyadır.
    Drama köprüsünü,o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır. Debreli Hasan'ın yaşadığı,donem kesinlikle bilinmemekle beraber Cakircali Efe ile çağdaş olduğu görüşleri,hatta atıştıklarına dair hikayeler onun 1870-1920 yılları arasında Makedonya dağlarında egemen olduğunu göstermektedir. Bu konuda halk arasında söylenen menkıbeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için İzmir'e gidecektir."Eğer bu civar dağlarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege dağlarında Cakircali'dan geçemezsin. "denir, kendisine. Nitekim de öyle olur.
    Debreli'nin çetesinde pek çok kişi yoktur. Bilinen Kara kedi namıyla bir tek kızanı olduğudur. Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en ustun tarafı ise fakirlere yardim etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir. Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır. "Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç,tek danasını almış, İskece pazarına inmektedir. Yolu, Debreli Hasan tarafından kesilir. Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayanca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar."
    Makedon dağlarının Debreli'si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye'ye göç eder.
    Kısacası Rumeli Türklerinin gönlüne yerleşmiştir efsanesiyle Debreli Hasana.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: beyaz mı gazoz

    Bu mesaj silindi.

    Alıntıları Göster
    ZAHİDE

    Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü.

    Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.

    20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır. (1)

    Zahide Kurbanım n'olacak Halim
    Gene bir laf duydum kırıldı belim
    Gelenden gidenden haber sorarım
    Zahidem bu hafta oluyor gelin

    Hezeli de deli gönül hezeli
    Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
    Dolaştım alemi gurbet gezeli
    Bulamadım Zahidem'den güzeli

    Ay ile doğar da gün ile aşar,
    Zahide’mi görenin tebdili şaşar
    İyinin kaderi kötüye düşer,
    Diken arasında kalmış gül gibi.

    Zahide’m kurbanım kurtar bu dardan
    Baban anlamadı bizim bu haldan
    Kekiline sürmüş kokulu yağdan,
    Derdin beni del’ediyor Zahide’m.

    Ziyaret’ten çıktım Cender’in özü
    Kum gibi kaynıyor Zahide’m gözü
    Aslını sorarsan esalet yerden
    Hacı Bürolardan Mehmet’in kızı.

    Gurbet ellerinde esinim esir
    Zahide’m kurbanım hep bende kusur
    Eğer baban seni bana verirse
    Nemize yetmiyor el kadar hasır.

    Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman
    Zahide’m kurbanım hallarım yaman
    Yapamadım şu babayın gönlünü
    Fakir diye bana vermedi baban.

    Anamdan doğalı çok çektim cefa,
    Şu yalan dünyada sürmedim sefa,
    Adımı namımı soran olursa,
    Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa.

    Arapoğlu Mustafa’nın kendisine Mecnun gibi aşık olduğundan etkilenen Zahide, Mustafa için şiirler söylemiştir. Bu şiirin üç kıtasını H. Vahit
    Bulut, 1973 yılında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Zahide’nin yakın arkadaşı ve sırdaşı Fatik’ten derlemiştir.(2) Baştaki iki kıta tarafımızdan derlenmiştir.

    Bu nasıl sevdaymış geldi başıma
    Felek ağu kattı tatlı aşıma
    Sevda çekenlere zor gelir gurbet
    Gece gündüz elim kalkmaz işime.

    Aşağıda sap kağnısı geliyo
    Derdin beni elik elik eliyo
    Kurbanlar olayım gara Mustafam
    Babam beni yad ellere veriyo.

    Arapoğlu derler gayeten atik
    Gözleri kara da, kaşları çatık
    Git nazlı y de bir haber getir
    Bastığın yerlere kurbanım Fatik.

    Ağlayarak yayığımı yayarım
    Yarim gitti günlerini sayarım
    Çıksa Büyüköz’e mendil sallasa
    Islık çalsa ıslığını duyarım.

    Coşkuna da deli gönül coşkuna
    Aşkından Zahide döndü şaşkına
    Sensiz edemiyom nazlı civanım
    N’olur bir yol görün Allah aşkına.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: beyaz mı gazoz

    ZAHİDE

    Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü.

    Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.

    20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır. (1)

    Zahide Kurbanım n'olacak Halim
    Gene bir laf duydum kırıldı belim
    Gelenden gidenden haber sorarım
    Zahidem bu hafta oluyor gelin

    Hezeli de deli gönül hezeli
    Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
    Dolaştım alemi gurbet gezeli
    Bulamadım Zahidem'den güzeli

    Ay ile doğar da gün ile aşar,
    Zahide’mi görenin tebdili şaşar
    İyinin kaderi kötüye düşer,
    Diken arasında kalmış gül gibi.

    Zahide’m kurbanım kurtar bu dardan
    Baban anlamadı bizim bu haldan
    Kekiline sürmüş kokulu yağdan,
    Derdin beni del’ediyor Zahide’m.

    Ziyaret’ten çıktım Cender’in özü
    Kum gibi kaynıyor Zahide’m gözü
    Aslını sorarsan esalet yerden
    Hacı Bürolardan Mehmet’in kızı.

    Gurbet ellerinde esinim esir
    Zahide’m kurbanım hep bende kusur
    Eğer baban seni bana verirse
    Nemize yetmiyor el kadar hasır.

    Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman
    Zahide’m kurbanım hallarım yaman
    Yapamadım şu babayın gönlünü
    Fakir diye bana vermedi baban.

    Anamdan doğalı çok çektim cefa,
    Şu yalan dünyada sürmedim sefa,
    Adımı namımı soran olursa,
    Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa.

    Arapoğlu Mustafa’nın kendisine Mecnun gibi aşık olduğundan etkilenen Zahide, Mustafa için şiirler söylemiştir. Bu şiirin üç kıtasını H. Vahit
    Bulut, 1973 yılında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Zahide’nin yakın arkadaşı ve sırdaşı Fatik’ten derlemiştir.(2) Baştaki iki kıta tarafımızdan derlenmiştir.

    Bu nasıl sevdaymış geldi başıma
    Felek ağu kattı tatlı aşıma
    Sevda çekenlere zor gelir gurbet
    Gece gündüz elim kalkmaz işime.

    Aşağıda sap kağnısı geliyo
    Derdin beni elik elik eliyo
    Kurbanlar olayım gara Mustafam
    Babam beni yad ellere veriyo.

    Arapoğlu derler gayeten atik
    Gözleri kara da, kaşları çatık
    Git nazlı y de bir haber getir
    Bastığın yerlere kurbanım Fatik.

    Ağlayarak yayığımı yayarım
    Yarim gitti günlerini sayarım
    Çıksa Büyüköz’e mendil sallasa
    Islık çalsa ıslığını duyarım.

    Coşkuna da deli gönül coşkuna
    Aşkından Zahide döndü şaşkına
    Sensiz edemiyom nazlı civanım
    N’olur bir yol görün Allah aşkına.

    Alıntıları Göster
    Türkünün Adı:Misket
    Türkünün Yöresi :Ankara

    Türkünün Sözleri

    Güvercin uçuverdi
    Kanadın açıverdi
    Elin oğlu değil mi
    Sevdi de kaçıverdi

    A benim aslan yarim
    Duvara yaslan yarim
    Duvar cefa götürmez
    Sineme yaslan yarim

    Güvercinim uyur mu
    Çağırsam uyanır mı
    Yar orada ben burda
    Buna can dayanır mı

    A benim hacı yarim
    Başımın tacı yarim
    Eller bana acımaz
    Sen bari acı yarim

    Caminin müezzini yok
    İçinin düzeni yok
    Çok memleketler gezdim
    Misget'ten güzeli yok

    Daracık daracık sokaklar
    Misget şeker topaklar
    Pul pul olsun dökülsün
    Seni öpen dudaklar

    Caminin ezan vakti
    İçinin düzen vakti
    Ben Misget'i yitirdim
    Sonbahar gazel vakti

    Gökte yıldız sayılmaz
    Çiğ yumurta soyulmaz
    Üçer avrat almayan
    Hiç erkekten sayılmaz

    HİKAYESİ


    Misket, ufacık tefecik bir elma türü... Huriye de Ganizadeler'in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı. Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe...
    Ankara'nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı... Huriye'nin gönlü bu Osman Efe'de. Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına. İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe, Huriye'yi adıyla çağırmıyor hiç, ''misket'' diyor Huriye'ye.
    Yörenin ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye'yi su doldururken görüyor çeşme başında. Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye'yi istetiyor. Babası, ''Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir'' diyerek Huriye'yi vermek ister. Annesi, Huriye'nin ağzını arar, fakat Huriye ''ölsem Kır Ağa'ya varmam'' cevabını verir.
    Huriye, akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp, Osman Efe'nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe'ye.
    Osman Efe, çılgına döner. Kır Ağa'ya haber gönderir, ''Kendini sever, sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz'' der. Haberi Osman Efe'den Kır Ağa'ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ''Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım'' diye...
    Kır Ağa, ''Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın'' diye Osman Efe'ye haber gönderir. Tabii haberi götürenler Osman Efe'ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa'ya, Kır Ağa Osman Efe'ye kinlenir. Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye'yi yani Misket'i almasına karar veriyorlar.
    Belirlenen gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne, yoları gözlüyor. Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ''Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam. Koç olacak kuzuya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun'' diyor. Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa'nın.
    Kadın-kız da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor. Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık. Gözleri Osman'ın arıyor, göremiyor. Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere yığılıyor.
    Çok geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor. Osman Efe, sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan. Misket kızın yani Huriye'nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü oluyor.




  • Türkünün Adı : Kiziroğlu Mustafa Bey
    Türkünün Yöresi :Kars

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Bir hışımla geldi geçti peh peh peh
    Kiziroğlu Mustafa Bey hey hey heeey
    Şu dağları deldi geçti
    Ağan kim paşan kim
    Hanım kim nigar kim
    Kim kim kim kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey bir beyin oğlu zor beyin oğlu

    Ah onla sırdaş olaydım peh peh peh
    Anadan onbeş olaydım hey hey heeey
    Ben onla kardeş olaydım
    Ağan kim paşan kim

    Hanım kim nigar kim
    Kim kim kim kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey bir beyin oğlu zor beyin oğlu

    Hay edenden haya tepe peh peh peh
    Huy edenden huya tepe peh peh peh
    Köroğlunu suya tepe
    Ağan kim paşan kim
    Hanım kim nigar kim
    Kim kim kim kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey bir beyin oğlu zor beyin oğlu

    HİKAYESİ


    Bu türküyü dinleyen herkesin kafasında bir soru belirir. Kim bu Kiziroğlu Mustafa Bey ? Köroğlu ile ne ilgisi var? Bu türküyle ilgili birçok söylenti var ama en ilginci sanırım bu. Kizir, Kars'ın Susuz kazasına bağlı bir köydür. Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur. Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar. Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerin de de bir kale kalıntısı vardır. Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya. Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve bura da efsaneleşmiştir derler.

    Küçükken at binip kılıç kuşanır
    Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış. Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş. Kizir Muhtar demektir. Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk. Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış. Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya .

    Köroğlu doğuya gelir
    O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek. Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar. İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür. Sinirlenir. Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş. Köylülerin söylemesi böyle.

    Yiğitlerin kavgası
    O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış. Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler. Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler. Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kırat’la güreş-mekte. Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor. "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nic' olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş. Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş. Mustafa Bey bırakmış. Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış.

    Bir atı var Ala Paça peh peh peh
    Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey
    Az kaldı ortamdan biçe
    Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim,
    Hanım kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey
    Bir beyin oğlu
    Zor beyin oğlu

    diye...Köroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır. Kapıyı çalıp içeri girer. Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider.

    Anadolu insanının takdiri
    Köroğlu'nun Bolu Dağları’ndan çıkıp ta Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi. Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor. Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir. Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır. Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgiyle anmaktadır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı : Kiziroğlu Mustafa Bey
    Türkünün Yöresi :Kars

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Bir hışımla geldi geçti peh peh peh
    Kiziroğlu Mustafa Bey hey hey heeey
    Şu dağları deldi geçti
    Ağan kim paşan kim
    Hanım kim nigar kim
    Kim kim kim kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey bir beyin oğlu zor beyin oğlu

    Ah onla sırdaş olaydım peh peh peh
    Anadan onbeş olaydım hey hey heeey
    Ben onla kardeş olaydım
    Ağan kim paşan kim

    Hanım kim nigar kim
    Kim kim kim kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey bir beyin oğlu zor beyin oğlu

    Hay edenden haya tepe peh peh peh
    Huy edenden huya tepe peh peh peh
    Köroğlunu suya tepe
    Ağan kim paşan kim
    Hanım kim nigar kim
    Kim kim kim kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey bir beyin oğlu zor beyin oğlu

    HİKAYESİ


    Bu türküyü dinleyen herkesin kafasında bir soru belirir. Kim bu Kiziroğlu Mustafa Bey ? Köroğlu ile ne ilgisi var? Bu türküyle ilgili birçok söylenti var ama en ilginci sanırım bu. Kizir, Kars'ın Susuz kazasına bağlı bir köydür. Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur. Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar. Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerin de de bir kale kalıntısı vardır. Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya. Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve bura da efsaneleşmiştir derler.

    Küçükken at binip kılıç kuşanır
    Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış. Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş. Kizir Muhtar demektir. Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk. Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış. Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya .

    Köroğlu doğuya gelir
    O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek. Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar. İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür. Sinirlenir. Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş. Köylülerin söylemesi böyle.

    Yiğitlerin kavgası
    O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış. Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler. Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler. Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kırat’la güreş-mekte. Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor. "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nic' olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş. Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş. Mustafa Bey bırakmış. Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış.

    Bir atı var Ala Paça peh peh peh
    Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey
    Az kaldı ortamdan biçe
    Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim,
    Hanım kim
    Kiziroğlu Mustafa Bey
    Bir beyin oğlu
    Zor beyin oğlu

    diye...Köroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır. Kapıyı çalıp içeri girer. Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider.

    Anadolu insanının takdiri
    Köroğlu'nun Bolu Dağları’ndan çıkıp ta Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi. Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor. Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir. Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır. Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgiyle anmaktadır.
    Şurada da geniş bir arşiv var:
    http://www.turkudostlari.net/turku_listesi.asp?x=3




  • quote:

    Orijinalden alıntı: seckal

    Şurada da geniş bir arşiv var:
    http://www.turkudostlari.net/turku_listesi.asp?x=3

    Alıntıları Göster
    Halil İbrahim türküsünün hikayesi çok güzeldir




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Karlito Yalaréz

    Halil İbrahim türküsünün hikayesi çok güzeldir

    Alıntıları Göster
    Türkünün Adı : Acem Kızı
    Türkünün Yöresi :Kırşehir

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Çırpınıp da Şanova'ya çıkınca
    Eğlen Şanova'da kal Acem Kızı
    Uğrun uğrun kaş altından bakınca
    Can telef ediyor gül Acem Kızı

    Seni seven oğlan neylesin canı
    Yumdukça gözünden döker mercanı
    Burnu fındık ağzı kahve fincanı
    Şeker mi şerbet mi bal Acem Kızı

    HİKAYESİ

    Acem kızı görenleri kendine hayran bırakacak güzellikte biriydi..bembeyaz bir teni , simsiyah saçları , toprak rengi gözleri vardı..her zaman o iri gözlerini çekik çekik sürmeler süslerdi..her ne kadar çok hareketli gibi görünse de bir hüzün vardı gözlerinde..gülümserken bile gitmeyen bir hüzün....
    Ali hep ovaya çalışmaya gittiğinde görürdü onu.öyle güzeldi ki bakmaktan alıkoyamazdı kendini..bir yandan işini yapar bir yandan da sessizce ovanın ortasında açan çiçeği izlerdi...
    Acem kızı ara sıra başını kaldırır ve Ali'nin gözlerinin içine bakardı...dudaklarında anlık bir gülümseme olur , sonra başını öne eğerdi...bu bakış bu gülümseme Ali için dünyaya bedeldi..
    Geceler boyu Ali acem kızı'nı göreceği sabahları bekler ve heyecandan uyuyamazdı..
    Bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı...uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur acem kızı korkma dedi..seni her gün izliyorum gel benim sevdiğim ol...acem kızı'nın gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali'nin yanından...Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına...
    O günden sonra acem kızı hiç gelmedi...Ali korktu ona bir şey mi oldu diye...ama çok zaman sonra öğrendi ki sevdiği kız başka bir köye ve üstelik yaşlı bir adama başlık parası için gelin verilmişti...artık tadı yoktu yaşamanın...Ali günlerce ovada dolaştı ve bu türkü döküldü dudaklarından her soluğunda acem kızı diye haykırdı...
    Acem kızı bu türküyü duydu mu ya da Ali'nin bu türküyü kendisine yazdığını biliyor mu bilinmez ama bizler yıllardır söyler ve yaşarız bu yarım kalan sevdayı..




  • quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı : Acem Kızı
    Türkünün Yöresi :Kırşehir

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Çırpınıp da Şanova'ya çıkınca
    Eğlen Şanova'da kal Acem Kızı
    Uğrun uğrun kaş altından bakınca
    Can telef ediyor gül Acem Kızı

    Seni seven oğlan neylesin canı
    Yumdukça gözünden döker mercanı
    Burnu fındık ağzı kahve fincanı
    Şeker mi şerbet mi bal Acem Kızı

    HİKAYESİ

    Acem kızı görenleri kendine hayran bırakacak güzellikte biriydi..bembeyaz bir teni , simsiyah saçları , toprak rengi gözleri vardı..her zaman o iri gözlerini çekik çekik sürmeler süslerdi..her ne kadar çok hareketli gibi görünse de bir hüzün vardı gözlerinde..gülümserken bile gitmeyen bir hüzün....
    Ali hep ovaya çalışmaya gittiğinde görürdü onu.öyle güzeldi ki bakmaktan alıkoyamazdı kendini..bir yandan işini yapar bir yandan da sessizce ovanın ortasında açan çiçeği izlerdi...
    Acem kızı ara sıra başını kaldırır ve Ali'nin gözlerinin içine bakardı...dudaklarında anlık bir gülümseme olur , sonra başını öne eğerdi...bu bakış bu gülümseme Ali için dünyaya bedeldi..
    Geceler boyu Ali acem kızı'nı göreceği sabahları bekler ve heyecandan uyuyamazdı..
    Bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı...uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur acem kızı korkma dedi..seni her gün izliyorum gel benim sevdiğim ol...acem kızı'nın gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali'nin yanından...Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına...
    O günden sonra acem kızı hiç gelmedi...Ali korktu ona bir şey mi oldu diye...ama çok zaman sonra öğrendi ki sevdiği kız başka bir köye ve üstelik yaşlı bir adama başlık parası için gelin verilmişti...artık tadı yoktu yaşamanın...Ali günlerce ovada dolaştı ve bu türkü döküldü dudaklarından her soluğunda acem kızı diye haykırdı...
    Acem kızı bu türküyü duydu mu ya da Ali'nin bu türküyü kendisine yazdığını biliyor mu bilinmez ama bizler yıllardır söyler ve yaşarız bu yarım kalan sevdayı..

    Alıntıları Göster
    Türkünün Adı:Ada Sahillerinde Bekliyorum
    Türkünün Yöresi: İstanbul

    Türkünün Sözleri

    Ada Sahillerinde Bekliyorum

    Ada sahillerinde bekliyorum
    Her zaman yollarını gözlüyorum
    Yarim seni serian istiyorum
    Beni şad et Şadiye'm başın için

    Her zaman sen yalancı ben kani
    Her zaman orta yerde bir mani
    Her zaman sen uzakta ben müştak
    Her telakkide bir hayalin var

    Adalar'dan Moda'lara geçilir
    Yar elinden zehir olsa içilir
    Bu dünyada başa gelen çekilir
    Beni şad et Şadiye'm başın için

    Nerede o mis gibi leylaklar
    Sararıp solmak üzre yapraklar
    Bana mesken olunca topraklar
    Beni yad et Şadiye'm başın için

    HİKAYESİ

    Şadiye zengin bir konağın kızıdır. Suat ise fakir bir gençtir. Kader ikisini bir yaz Ada'da buluşturur ve birbirlerine âşık olurlar. Fakat babası, kızını Suat Bey'e vermek istemez. Kış geldiğinde ise Şadiye ve ailesi Ada'dan ayrılır. Suat ise yaşadığı adada kalır. Ve Ada’nın sahilinde hep Şadiye’nin ona geleceği günü bekler.

    Bu arada mektuplarla haberleşmeğe devam ederler. Fırtınalı bir akşam Suat Bey bu aşkın ızdırabına dayanamaz ve kendini denizin azgın sularına bırakır. Ertesi sabah, dün fırtına nedeni ile gelemeyen tekneden Suat'a bir mektup gelmiştir. Bu Şadiye’nin mektubudur. Mektupta Şadiye "Suat, babamı nihayet izdivacımıza ikna ettim, gelip beni ailemden isteyebilirsiniz" yazıyordur.




  • Türkünün Adı:Arda Boyları
    Türkünün Yöresi : Rumeli

    Türkünün Sözleri

    Arda boylarında kırmızı erik
    Halime'nin ardında onyedi belik
    Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
    Bu genc yasta denizlere attin ya beni

    Aliverin feracemi annecim diksin
    O gıymatlı İsmail'e kendisi gitsin
    Uyan uyan Ereceb'im senin olayım
    Ardalar aldı ya nerde bulayım

    Arda Boylarına ben kendim gittim
    Dalgalar vurdukça can teslim ettim
    Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
    Bu genc yasta denizlere attin ya beni

    HİKAYESİ

    Bir ömür boyu ayrılmamak üzere birbirlerine söz veren iki nişanlı olan Recep ve Zeynep’in huzurlarını köy ağasının oğlu İsmail bozmaktadır. İsmail de Zeynep’e âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek için türlü yollara başvurmaktadır.

    İsmail zenginliğinin verdiği cesaretle Zeynep’in annesine niyetini açıklar, o da İsmail’in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak işbirliği yapar. Sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan Recep, öfkeyle ağanın kapısına dayanır. Ancak ağa güçlüdür, kendisine karşı çıkan Recep’i ağır bir şekilde cezalandırır. Uğradığı zulmü dayanamayarak dağa kaçan Recep’in yokluğunda, Zeynep’in annesi ve Ağa’nın oğlu Zeynep’i evlilik için ikna etmeye çalışırlar. Recep’in bir başka sevdiği ve ona kaçtığı söylentileri köye yayılır. Ve düğün hazırlıkları başlar.

    Recep ve can dostu Cemil ise dağda Ağa’nın adamlarıyla mücadele ederler. Ağa’nın adamlarında kurtulmayı başaran arkadaşlar, bu sefer kendilerine dost gibi yaklaşan düşmanlarla savaşmak zorunda kalırlar.

    Düğün günü sevdiğini kaçırmaya çalışan Recep, sevdiğine bu dünyada kavuşamaz. Zeynep ve Recep’in dillere destan aşkları, “Arda boylarına ben kendim gittim
    Dalgalar vurdukça can teslim ettim” dizelerini barındıran Arda Boyları türküsüyle dilden dile dolaşır.




  • Çok iyi konu yararlı bulunsun .
  • quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı : Acem Kızı
    Türkünün Yöresi :Kırşehir

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Çırpınıp da Şanova'ya çıkınca
    Eğlen Şanova'da kal Acem Kızı
    Uğrun uğrun kaş altından bakınca
    Can telef ediyor gül Acem Kızı

    Seni seven oğlan neylesin canı
    Yumdukça gözünden döker mercanı
    Burnu fındık ağzı kahve fincanı
    Şeker mi şerbet mi bal Acem Kızı

    HİKAYESİ

    Acem kızı görenleri kendine hayran bırakacak güzellikte biriydi..bembeyaz bir teni , simsiyah saçları , toprak rengi gözleri vardı..her zaman o iri gözlerini çekik çekik sürmeler süslerdi..her ne kadar çok hareketli gibi görünse de bir hüzün vardı gözlerinde..gülümserken bile gitmeyen bir hüzün....
    Ali hep ovaya çalışmaya gittiğinde görürdü onu.öyle güzeldi ki bakmaktan alıkoyamazdı kendini..bir yandan işini yapar bir yandan da sessizce ovanın ortasında açan çiçeği izlerdi...
    Acem kızı ara sıra başını kaldırır ve Ali'nin gözlerinin içine bakardı...dudaklarında anlık bir gülümseme olur , sonra başını öne eğerdi...bu bakış bu gülümseme Ali için dünyaya bedeldi..
    Geceler boyu Ali acem kızı'nı göreceği sabahları bekler ve heyecandan uyuyamazdı..
    Bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı...uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur acem kızı korkma dedi..seni her gün izliyorum gel benim sevdiğim ol...acem kızı'nın gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali'nin yanından...Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına...
    O günden sonra acem kızı hiç gelmedi...Ali korktu ona bir şey mi oldu diye...ama çok zaman sonra öğrendi ki sevdiği kız başka bir köye ve üstelik yaşlı bir adama başlık parası için gelin verilmişti...artık tadı yoktu yaşamanın...Ali günlerce ovada dolaştı ve bu türkü döküldü dudaklarından her soluğunda acem kızı diye haykırdı...
    Acem kızı bu türküyü duydu mu ya da Ali'nin bu türküyü kendisine yazdığını biliyor mu bilinmez ama bizler yıllardır söyler ve yaşarız bu yarım kalan sevdayı..

    Merhabalar.Türküleri seven ve tanıtmak uğruna emek veren birini görmek,inanın beni mutlu etti.

    Bu türkünün sözleri Neşet Ertaş'ın diye biliyorum,Rahmetlinin, Bozkırın Tezenesi belgeselinde izlemiştim bu türkünün hikayesini.Yurt dışına çıktığı dönemlerde başından geçen olayları anlattığı belgeselin bazı bölümlerinde bu türkünün hikayesinede yer veriyordu.Bir ahbabıyla otururken içeri giren güzel bir bayana ithafen yazdığını anımsıyorum.Etrafta her milletten kız varken,onların arasında bu acem kızının güzelliğinden etkilenerek yazdığını söylüyordu.Ama uzun zaman oldu belgeseli izlyeli,en kısa zamanda aklımda kalanları tazelemem lazım.

    Küçük bir not da düşeyim;Neşet Ertaş'ın güzel hikaeyelerle yazdığı o kadar türküsü varki,yukarıda yazdığım kısmı tamamen yanlış da hatırlıyor olabilirim .Yani başka bir türkünün hikayeside olabilir bu.

    Emekleriniz için tekrar teşekkürler.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: oznk40

    quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı : Acem Kızı
    Türkünün Yöresi :Kırşehir

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Çırpınıp da Şanova'ya çıkınca
    Eğlen Şanova'da kal Acem Kızı
    Uğrun uğrun kaş altından bakınca
    Can telef ediyor gül Acem Kızı

    Seni seven oğlan neylesin canı
    Yumdukça gözünden döker mercanı
    Burnu fındık ağzı kahve fincanı
    Şeker mi şerbet mi bal Acem Kızı

    HİKAYESİ

    Acem kızı görenleri kendine hayran bırakacak güzellikte biriydi..bembeyaz bir teni , simsiyah saçları , toprak rengi gözleri vardı..her zaman o iri gözlerini çekik çekik sürmeler süslerdi..her ne kadar çok hareketli gibi görünse de bir hüzün vardı gözlerinde..gülümserken bile gitmeyen bir hüzün....
    Ali hep ovaya çalışmaya gittiğinde görürdü onu.öyle güzeldi ki bakmaktan alıkoyamazdı kendini..bir yandan işini yapar bir yandan da sessizce ovanın ortasında açan çiçeği izlerdi...
    Acem kızı ara sıra başını kaldırır ve Ali'nin gözlerinin içine bakardı...dudaklarında anlık bir gülümseme olur , sonra başını öne eğerdi...bu bakış bu gülümseme Ali için dünyaya bedeldi..
    Geceler boyu Ali acem kızı'nı göreceği sabahları bekler ve heyecandan uyuyamazdı..
    Bir gün tüm cesaretini topladı artık onunla konuşmalıydı...uygun zamanı bekledi ve onu yalnız kaldığı bir an yakaladı ve dur acem kızı korkma dedi..seni her gün izliyorum gel benim sevdiğim ol...acem kızı'nın gözlerinden bir damla yaş aktı ve koşarak uzaklaştı Ali'nin yanından...Ali anlam verememişti bu gözyaşlarına...
    O günden sonra acem kızı hiç gelmedi...Ali korktu ona bir şey mi oldu diye...ama çok zaman sonra öğrendi ki sevdiği kız başka bir köye ve üstelik yaşlı bir adama başlık parası için gelin verilmişti...artık tadı yoktu yaşamanın...Ali günlerce ovada dolaştı ve bu türkü döküldü dudaklarından her soluğunda acem kızı diye haykırdı...
    Acem kızı bu türküyü duydu mu ya da Ali'nin bu türküyü kendisine yazdığını biliyor mu bilinmez ama bizler yıllardır söyler ve yaşarız bu yarım kalan sevdayı..

    Merhabalar.Türküleri seven ve tanıtmak uğruna emek veren birini görmek,inanın beni mutlu etti.

    Bu türkünün sözleri Neşet Ertaş'ın diye biliyorum,Rahmetlinin, Bozkırın Tezenesi belgeselinde izlemiştim bu türkünün hikayesini.Yurt dışına çıktığı dönemlerde başından geçen olayları anlattığı belgeselin bazı bölümlerinde bu türkünün hikayesinede yer veriyordu.Bir ahbabıyla otururken içeri giren güzel bir bayana ithafen yazdığını anımsıyorum.Etrafta her milletten kız varken,onların arasında bu acem kızının güzelliğinden etkilenerek yazdığını söylüyordu.Ama uzun zaman oldu belgeseli izlyeli,en kısa zamanda aklımda kalanları tazelemem lazım.

    Küçük bir not da düşeyim;Neşet Ertaş'ın güzel hikaeyelerle yazdığı o kadar türküsü varki,yukarıda yazdığım kısmı tamamen yanlış da hatırlıyor olabilirim .Yani başka bir türkünün hikayeside olabilir bu.

    Emekleriniz için tekrar teşekkürler.

    Alıntıları Göster
    Türkünün Adı:Penceremin Altında Zerdali Dalımısın
    Türkünün Yöresi :Çankırı

    Türkünün Sözleri

    Penceremin altında da a beyim
    Zerdali dalı mısın?
    Düşkün düşkün duruyonda a beyim
    Benden sevdalımısın?

    Hep kara leylide bakışır aman
    Kaşları gözlere yakışır aman.

    Penceremin altında da a beyim
    Kitap açmış okuyor.
    Perçemine yağ sürmüşte a beyim
    Yel estikce kokuyor.

    Hep kara leylide bakışır aman
    Kaşları gözlere yakışır aman.

    Pencereden bakıyor da a beyim
    Şeker olmuş akıyor.
    Bu sevda nasıl sevda a beyim
    Beni candan yakıyor.

    Hep kara leylide bakışır aman
    Kaşları gözlere yakışır aman.

    HİKAYESİ

    Bu türkünün hikayesi Çankırı'nın Çerkeş kazasının Hacı Bey köyünde yaşanmıştır. Altı çocuğuyla beraber yoksul bir hayat süren, bütün umutları toprağa bağlı bir aile vardır. Bu ailenin Gülbahar isimli bir de güzel kızları vardır. Henüz on beş yaşında olan Gülbahar'ın gönlünde köyün zenginlerinden bir ağanın oğlu Murat yatmaktadır. Murat bu sevgiden habersizdi.

    Gülbahar her gün testisini alır çeşmeye gider.Gider ama düşüncesiyle Murat'ı da beraberinde götürür. Testisini doldurur. Penceresinin önündeki zerdali ağacını sular,ama bu işleri yaparken hep Murat'ı düşünmektedir. Bir gün çeşme başında Murat'ı gördü. Heyecanını gizleyemedi Gülbahar. Elleri titriyor, yüzü durmadan renk değiştiriyordu. Murat dayanamadı sordu.

    Beni sevdiğini söylüyorlar köyde doğrumu bu?

    Gülbahar bu sefer daha da heyecanlandı, bir şey diyemeden kaçamak bir bakışla Murat'ın yüzüne baktı, hızla oradan uzaklaştı. Bakış o bakış Murat'ında içine bir ateş düşmüştür. Her gün çeşme başında buluşmaya başlarlar. Murat'ın babası bunu duyar. Oğlunun bir fakir kızıyla ilgilenmesini istemiyordur. Komşu köyden bir kızla Murat'ın nikahını kıydırır. Bütün umudunu yitiren Gülbahar ekmekten aştan kesilir. Günlerce ağzına bir şey koymaz. Artık her şeyin bittiğine kanaat getirir ve kendisini, büyük bir umutla beslediği zerdali ağacına asar. Çünkü davul zurna sesleri köyün sessizliğini yıkmıştı, gelin geliyordu. Her şeyden habersiz Murat pek düşünceliydi. Haberi duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Kendisine ve insanlara dünyaya lanet ediyordu. Çok geçmeden aklini kaybetti. Bir daha da eski haline gelemedi.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı:Penceremin Altında Zerdali Dalımısın
    Türkünün Yöresi :Çankırı

    Türkünün Sözleri

    Penceremin altında da a beyim
    Zerdali dalı mısın?
    Düşkün düşkün duruyonda a beyim
    Benden sevdalımısın?

    Hep kara leylide bakışır aman
    Kaşları gözlere yakışır aman.

    Penceremin altında da a beyim
    Kitap açmış okuyor.
    Perçemine yağ sürmüşte a beyim
    Yel estikce kokuyor.

    Hep kara leylide bakışır aman
    Kaşları gözlere yakışır aman.

    Pencereden bakıyor da a beyim
    Şeker olmuş akıyor.
    Bu sevda nasıl sevda a beyim
    Beni candan yakıyor.

    Hep kara leylide bakışır aman
    Kaşları gözlere yakışır aman.

    HİKAYESİ

    Bu türkünün hikayesi Çankırı'nın Çerkeş kazasının Hacı Bey köyünde yaşanmıştır. Altı çocuğuyla beraber yoksul bir hayat süren, bütün umutları toprağa bağlı bir aile vardır. Bu ailenin Gülbahar isimli bir de güzel kızları vardır. Henüz on beş yaşında olan Gülbahar'ın gönlünde köyün zenginlerinden bir ağanın oğlu Murat yatmaktadır. Murat bu sevgiden habersizdi.

    Gülbahar her gün testisini alır çeşmeye gider.Gider ama düşüncesiyle Murat'ı da beraberinde götürür. Testisini doldurur. Penceresinin önündeki zerdali ağacını sular,ama bu işleri yaparken hep Murat'ı düşünmektedir. Bir gün çeşme başında Murat'ı gördü. Heyecanını gizleyemedi Gülbahar. Elleri titriyor, yüzü durmadan renk değiştiriyordu. Murat dayanamadı sordu.

    Beni sevdiğini söylüyorlar köyde doğrumu bu?

    Gülbahar bu sefer daha da heyecanlandı, bir şey diyemeden kaçamak bir bakışla Murat'ın yüzüne baktı, hızla oradan uzaklaştı. Bakış o bakış Murat'ında içine bir ateş düşmüştür. Her gün çeşme başında buluşmaya başlarlar. Murat'ın babası bunu duyar. Oğlunun bir fakir kızıyla ilgilenmesini istemiyordur. Komşu köyden bir kızla Murat'ın nikahını kıydırır. Bütün umudunu yitiren Gülbahar ekmekten aştan kesilir. Günlerce ağzına bir şey koymaz. Artık her şeyin bittiğine kanaat getirir ve kendisini, büyük bir umutla beslediği zerdali ağacına asar. Çünkü davul zurna sesleri köyün sessizliğini yıkmıştı, gelin geliyordu. Her şeyden habersiz Murat pek düşünceliydi. Haberi duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Kendisine ve insanlara dünyaya lanet ediyordu. Çok geçmeden aklini kaybetti. Bir daha da eski haline gelemedi.

    Alıntıları Göster
    Türkünün Adı : Kesik Çayır Biçilir Mi
    Türkünün Yöresi : Orta Anadolu

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Kesik çayır biçilir mi
    Soğuk sular içilir mi
    Bana yardan geçti derler
    Seven yardan geçilir mi

    Aman desinler desinler şeker yesinler
    Şu kız şu oğlana yanmış desinler

    Ankara'nın tren yolu
    Gahi doğru gahi eğri
    Canım benim anadolu
    Gideyim mi senden gayri

    Suya giden yorulur mu
    Su yolunda durulur mu
    Gel beraber gezelim
    Anan baban darılır mı

    HİKAYESİ

    Meram bağları, Meram çayırları tanıktır, böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti, inadına yiğit, inadına yağızdı.

    Konya'nın valisi o yıl Meram'da otururdu hep. Meram o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin, Mevlevi dedeleri Meram'daydı, çelebiler hepten Meram'daydı. Ve Vali paşanın yâveri, genç yâveri Meram'dan çok az inerdi Konya'ya. Bütün oralar bu genç adamı, o da bütün oraları tanırdı, iyi tanırdı.

    Yâver, fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa Kocamış bir gece yollara düşmüştü "Dutlu"dan Meram'a doğru, akşam namazından sonra. Korkmuyordu.

    "Sırtıma sepken yağıyor."
    "Yanuben yorgun gelirim."

    demiş elin oğlu zamanında. Yâver işte bu hâl idi. Konya severdi bu delikanlıyı; O da Konya'yı. Ama Konya'dan daha çok sevdiği bir şey bir kişi, bir hatun kişi vardı. Meram'a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konaya'lı değildi.

    Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Düşünün, Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin. Allah etmesin dile düşerlerse, Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin, gençti. Konya'nın delikanlısı zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de kotkmuyordu işte.

    Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Gelirken- giderken bir şeyler olmuştu. Bir şeyler olmuştu çünkü. Loraslarından kalkan ebabil kuşları, kanatlarında "Günaydınlar" getirdilerdi bir gün. Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi, sol ellerinin üstünde bir "Ben" vardı ebabil kuşlarının.

    Bu gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz. Ama Meram'ın o ördekbaşı ve şili çayırları o "incecik" çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu buluşmalarının.

    Yâver fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli-ayağı yanıyor gibiydi. Kerpiç duvarı aşmıya çalıştı. Ceketi tozlandı, aldırmadı, hemen şöyle silkiverdi eliyle, ince çayırlar ayağına dolaştılar aldırmadı.
    Çelebi kızı, Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı, kahverengiydi.
    Yâver yanına gelince, oturuverirdi çayırların üstüne. Yâver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak oldu, edemedi. Oturdu.
    Konya pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil dünyalar onundu. Anasını hatırladı, bir zaman sonra, memleketini hatırladı, sonra kalkıp gitmek istedi, niye istedi bilmem, gidemedi.Oturdu.
    Derken efendim sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranadı başladı. Kız konuşuyordu. Çelebi kızı. Derken efendim, Dere tarafından bir bülbülü vurdular, ne hacetti, kız konuşuyordu, yâver öldü öldü dirildi.
    Konuştular. Kızın elleri yâverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde, ne zerdali ağaçları, Ne Meram, ne paşa, ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya uşağı.
    Derken efendim, yâver "Haydi hoşçakalasız" diyecekti, diyemedi. Derken efendim sekiz karabina sekiz kurşun kuştu yâverin suratına. Derken efendim, yâver "gidem" dedi, gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra sa yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile. Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru "Konyalı" yı çağıraraktan yürüdüler.
    Sabah yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece kaldı.
    Gün ışığında ölü yâveri ve çelebi kızını "incecik" çayırların üstünde buldular.
    Paşa, vali paşa, yâverin anasına yanık künyesini gönderdi yarıntesi günü.

    "İnce çayır biçilir mi
    Sular ayaz içilir mi
    Bana yardan vaz geç derler
    Yâr tat'lolur geçilir mi"

    Sonra arkasından, mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler. "İnce çayır biçilir mi?" Biçtiler bile.

    "Aman ben yandım, paşam ben yandım,
    Ellerin köyünde vuruldum kaldım."




  • Türkünün Adı : Benden selam olsun Bolu Beyi' ne
    Türkünün Yöresi : Kastamonu

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Benden selam olsun Bolu Beyi' ne
    Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır.
    Ok gıcırtısından kalkan sesinden
    Dağlar seda verip seslenmelidir.

    Düşman geldi tabur tabur dizildi
    Alnımıza kara yazı yazıldı.
    Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
    Eğri kılıç kında paslanmalıdır.

    Köroğlu düşer mi yine sanından,
    Ayırır çoğunu er meydanından,
    Kırat köpüğünden , düşman kanından
    Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır.

    HİKAYESİ

    Bolu Beyi, at meraklısı bir beydir. Atçılıkta usta olan seyisi Yusuf'u, güzel ve cins at aramak üzere başka yerlere gönderir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi bir tay bulur. Bu tayı doğuran kısrak, Fırat kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır kısrağa aşmış, tay ondan olmuştur. Irmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar çok makbüldür, iyi cins at olur.

    Yusuf, tayı sahiplerinden satın alır. Yavrunun şimdilik bir gösterişi yoktur. Hatta çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu biliyor. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır. Bolu Beyi'nden öç alacağını söyler.

    Baba oğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer tay artık mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgar gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur. O da her türlü şövalyelik oyunlarını öğrenmiş bir baba yiğittir.

    Bir gece Yusuf, düşünde Hızır'ı görür. Hızır ona yapacağı işi söyler. Hızır'ın önerisiyle baba oğul yola çıkarlar. Bingöl dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü Aras ırmağında beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf'un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken kuvvet ve gençliği elde edecektir.

    Bunu bilen oğlu Ruşen Ali, köpükler gelince, babasına haber vermeden, kendisi içer. Yusuf, durumu öğrenince üzülür, ama bir yandan da sevinir. Kendi yerine oğlu öcünü alacak bir bahadır olacaktır. Bu sihirli köpüklerden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, öteki de şairlik bağışlamıştır. Bir süre sonra Yusuf, oğluna öç almasını vasiyet ederek ölür.

    Körün oğlu Ruşen Ali dağa çıkar. Gelen geçeni soyar. Ünü yayılmaya başlar. Kendisi gibi kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık Köroğlu olmuştur. Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel'de bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel'den geçen kervanlardan baç alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır.

    Bir gün, güzelliğini duyduğu Üsküdar Kasapbaşı'sının oğlu Ayvaz'ı kaçırır, Çamlıbel'e getirir, evlat edinir. Başka bir gün, Bolu Beyi'nin bacısı Döne Hanım'ı kaçırır, evlenirler. Aradan yıllar geçer. Bolu'yu basar, yakar, yıkar. Bolu beyi'nden babasının öcünü alır. Bolu beyi de Köroğlu'na karşı düzenler kurar. Bir defasında Köroğlu'nu başka bir seferde Ayvaz'ı yakalatır. Zindana atar. Ama, Köroğlu ve adamları her zaman hile ve cenkle kurtulurlar.

    Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni serüvenlere atılır, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat heyecanlı birçok olay da geçer. Sonunda delikli demir (tüfek) ortaya çıkınca eski bahadırlık geleneği bozulur, dünyanın tadı kalmaz. Ve bir gün Köroğlu, beylerine dağılmalarını söyleyerek Kırklara karışır, kaybolur. Daha önceden Kır At da sır olmuştur. O Kır At ki, nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu'na hizmet etmiştir.

    Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini öldürürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karışır. Yine bir başka söylentiye göre de, Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği görür. Sorar, ne olduğunu. Aldığı karşılığa inanmaz, denemek için kendine çevirir, tetiğe dokunur. Ve yaralanarak ölür. Son beyleri de dağılırlar.

    Yaşlı bir çınar gibi devrilen Köroğlu'nun hikayesi sona erer.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı : Benden selam olsun Bolu Beyi' ne
    Türkünün Yöresi : Kastamonu

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Benden selam olsun Bolu Beyi' ne
    Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır.
    Ok gıcırtısından kalkan sesinden
    Dağlar seda verip seslenmelidir.

    Düşman geldi tabur tabur dizildi
    Alnımıza kara yazı yazıldı.
    Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
    Eğri kılıç kında paslanmalıdır.

    Köroğlu düşer mi yine sanından,
    Ayırır çoğunu er meydanından,
    Kırat köpüğünden , düşman kanından
    Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır.

    HİKAYESİ

    Bolu Beyi, at meraklısı bir beydir. Atçılıkta usta olan seyisi Yusuf'u, güzel ve cins at aramak üzere başka yerlere gönderir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi bir tay bulur. Bu tayı doğuran kısrak, Fırat kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır kısrağa aşmış, tay ondan olmuştur. Irmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar çok makbüldür, iyi cins at olur.

    Yusuf, tayı sahiplerinden satın alır. Yavrunun şimdilik bir gösterişi yoktur. Hatta çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu biliyor. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır. Bolu Beyi'nden öç alacağını söyler.

    Baba oğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer tay artık mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgar gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur. O da her türlü şövalyelik oyunlarını öğrenmiş bir baba yiğittir.

    Bir gece Yusuf, düşünde Hızır'ı görür. Hızır ona yapacağı işi söyler. Hızır'ın önerisiyle baba oğul yola çıkarlar. Bingöl dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü Aras ırmağında beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf'un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken kuvvet ve gençliği elde edecektir.

    Bunu bilen oğlu Ruşen Ali, köpükler gelince, babasına haber vermeden, kendisi içer. Yusuf, durumu öğrenince üzülür, ama bir yandan da sevinir. Kendi yerine oğlu öcünü alacak bir bahadır olacaktır. Bu sihirli köpüklerden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, öteki de şairlik bağışlamıştır. Bir süre sonra Yusuf, oğluna öç almasını vasiyet ederek ölür.

    Körün oğlu Ruşen Ali dağa çıkar. Gelen geçeni soyar. Ünü yayılmaya başlar. Kendisi gibi kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık Köroğlu olmuştur. Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel'de bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel'den geçen kervanlardan baç alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır.

    Bir gün, güzelliğini duyduğu Üsküdar Kasapbaşı'sının oğlu Ayvaz'ı kaçırır, Çamlıbel'e getirir, evlat edinir. Başka bir gün, Bolu Beyi'nin bacısı Döne Hanım'ı kaçırır, evlenirler. Aradan yıllar geçer. Bolu'yu basar, yakar, yıkar. Bolu beyi'nden babasının öcünü alır. Bolu beyi de Köroğlu'na karşı düzenler kurar. Bir defasında Köroğlu'nu başka bir seferde Ayvaz'ı yakalatır. Zindana atar. Ama, Köroğlu ve adamları her zaman hile ve cenkle kurtulurlar.

    Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni serüvenlere atılır, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat heyecanlı birçok olay da geçer. Sonunda delikli demir (tüfek) ortaya çıkınca eski bahadırlık geleneği bozulur, dünyanın tadı kalmaz. Ve bir gün Köroğlu, beylerine dağılmalarını söyleyerek Kırklara karışır, kaybolur. Daha önceden Kır At da sır olmuştur. O Kır At ki, nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu'na hizmet etmiştir.

    Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini öldürürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karışır. Yine bir başka söylentiye göre de, Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği görür. Sorar, ne olduğunu. Aldığı karşılığa inanmaz, denemek için kendine çevirir, tetiğe dokunur. Ve yaralanarak ölür. Son beyleri de dağılırlar.

    Yaşlı bir çınar gibi devrilen Köroğlu'nun hikayesi sona erer.
    Türkünün Adı : Allı Gelin
    Türkünün Yöresi : Gümüşhane

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Aşağıdan gelir tatar
    Kamçısını atar tutar
    Garip olan nerede yatar
    Kondur beni allı gelin

    Aşağıdan gelir tatar
    Kamçısını atar tutar
    Garip olan handa yatar
    Konduramam yiğit seni

    Sabah oldu tandır gelin
    Kalk ataşı yandır gelin
    Koynunda yatan yiğit
    Senin neyindir gelin

    Sabah oldu tandırmışım
    Ben ataşı yandırmışım
    Koynumda yatan yiğidi
    Ben memeden emzirmişim

    HİKAYESİ

    Yıllar önce ilçede iki genç evlenir. Evlendikten bir kaç ay sonra delikanlı gurbet yoluna düşer, gurbet elinde bir iftiraya uğrar düşer hapishaneye. Yıllarca yattıktan sonra saçı sakalı ağarmış olarak çıkar hapishaneden tutar köyünün yolunu. Ama aklından yavuklusu çıkmaz o erin. Acep yavuklusu duruyor mu yoksa başka birisi ile mi evlendi? Köy yoluna koyulur varınca köye yavuklusunun koynunda bir delikanlı yatıyor. Ne bilsin kendi oğlu olduğunu. Bari der karnımı doyurayım da yine çekip gidem gurbet ellere ve bu türküyü söylemeye başlar.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı : Allı Gelin
    Türkünün Yöresi : Gümüşhane

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Aşağıdan gelir tatar
    Kamçısını atar tutar
    Garip olan nerede yatar
    Kondur beni allı gelin

    Aşağıdan gelir tatar
    Kamçısını atar tutar
    Garip olan handa yatar
    Konduramam yiğit seni

    Sabah oldu tandır gelin
    Kalk ataşı yandır gelin
    Koynunda yatan yiğit
    Senin neyindir gelin

    Sabah oldu tandırmışım
    Ben ataşı yandırmışım
    Koynumda yatan yiğidi
    Ben memeden emzirmişim

    HİKAYESİ

    Yıllar önce ilçede iki genç evlenir. Evlendikten bir kaç ay sonra delikanlı gurbet yoluna düşer, gurbet elinde bir iftiraya uğrar düşer hapishaneye. Yıllarca yattıktan sonra saçı sakalı ağarmış olarak çıkar hapishaneden tutar köyünün yolunu. Ama aklından yavuklusu çıkmaz o erin. Acep yavuklusu duruyor mu yoksa başka birisi ile mi evlendi? Köy yoluna koyulur varınca köye yavuklusunun koynunda bir delikanlı yatıyor. Ne bilsin kendi oğlu olduğunu. Bari der karnımı doyurayım da yine çekip gidem gurbet ellere ve bu türküyü söylemeye başlar.

    Alıntıları Göster
    selam




  • quote:

    Orijinalden alıntı: özraptor

    selam

    Alıntıları Göster
    erkan oğurun seslendirdiği zülfü kaküllerin amber misali isimli kasidenin hikayesini bilen varsa paylaşabilir mi lütfen? ben bir de kime yazıldığını merak ediyorum. "cemalin seyreden istemez cennet" diye bir satırı var. buradan yola çıkarsak ya Allah u tealaya ya da peybamber efendimize yazıldığını tahmin ediyorum ama kasidenin içinde geçen yanakların, yüzlerin, gözlerin, zülfü kaküllerin gibi ibareler peygamber efendimize yazıldığı ihtimalini daha da güçlendiriyor benim gözümde. yardımcı olursanız sevinirim bilen arkadaşlar...




  • Türkünün Adı : Çanakkale İçinde
    Türkünün Yöresi :Kastamonu

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Ana ben gidiyom düşmana karşı
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir uzun selvi
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale üstünü duman bürüdü
    On üçüncü fırka harbe yürüdü
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde toplar kuruldu
    Vay bizim uşaklar orda vuruldu
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir dolu testi
    Analar babalar umudu kesti
    Of gençliğim eyvah

    HİKAYESİ

    Anadolu halkının kahramanlığını destanlaştırdığı savaşlardan biri de Çanakkale cephelerinde olur. Büyük imkansızlık içinde verdiği bu çetin mücadelede, bağımsızlığı için gerektiğinde çok şeyler yaratabileceğini bütün Dünyaya bir kez daha anlatmıştır.

    Birinci Dünya Savaşı İtilaf Devletleri dediğimiz İngiltere, Fransa ve Rusya ile, İttifak Devletleri dediğimiz Almanya, Avusturya ve İtalya'nın birbirleriyle savaşmasıyla başlar. Almanya'ya saldırabilmesi için Rusya'nın silah ve cephane ihtiyacı vardı. Bunun için Boğazlar yoluyla Rusya'nın İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birleşmesi gerekiyordu. Oysa ki Osmanlı Devletinin harbe girmesi üzerine Çanakkale boğazını geçmek için Osmanlı Devletine Çanakkale'de cephe açmaları gerekti. İtilaf Devletlerine ait bir donanma 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazı'nı geçmeye kalkıştı. Burada kahramanca çarpışan Türk kuvvetleri karşısında büyük kayıplar vererek geri çekildi. Bu sefer Gelibolu yarımadası'nın çeşitli yerlerine kuvvetler çıkararak karadan İstanbul'a yürümeyi denediler. Ne yazık ki yapılan sayısız hücumlar Türk süngüsü karşısında eriyip gidiyordu. Son olarak büyük bir taarruzla Gelibolu yarımadası üzerinden Marmara'ya ulaşmayı denediler. Ansızın yaptıkları bu taarruz da Anafartalar ve Arıburnu, bölgelerinde benzeri görülmemiş bir müdafaa ile durduruldu. Türkleri bu cephelerde yenemeyeceklerini anlayan düşman buraları terk ederek çekilmek mecburiyetinde kaldı.

    Yüzbinlerce şehit verdiğimiz bu savaşın bütün Anadolu'da heyecan uyandırması, bu savaşa doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden hasılı yurdun dört bucağından gönüllü asker gitmesindendir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: zayef-

    Türkünün Adı : Çanakkale İçinde
    Türkünün Yöresi :Kastamonu

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Ana ben gidiyom düşmana karşı
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir uzun selvi
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale üstünü duman bürüdü
    On üçüncü fırka harbe yürüdü
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde toplar kuruldu
    Vay bizim uşaklar orda vuruldu
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir dolu testi
    Analar babalar umudu kesti
    Of gençliğim eyvah

    HİKAYESİ

    Anadolu halkının kahramanlığını destanlaştırdığı savaşlardan biri de Çanakkale cephelerinde olur. Büyük imkansızlık içinde verdiği bu çetin mücadelede, bağımsızlığı için gerektiğinde çok şeyler yaratabileceğini bütün Dünyaya bir kez daha anlatmıştır.

    Birinci Dünya Savaşı İtilaf Devletleri dediğimiz İngiltere, Fransa ve Rusya ile, İttifak Devletleri dediğimiz Almanya, Avusturya ve İtalya'nın birbirleriyle savaşmasıyla başlar. Almanya'ya saldırabilmesi için Rusya'nın silah ve cephane ihtiyacı vardı. Bunun için Boğazlar yoluyla Rusya'nın İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle birleşmesi gerekiyordu. Oysa ki Osmanlı Devletinin harbe girmesi üzerine Çanakkale boğazını geçmek için Osmanlı Devletine Çanakkale'de cephe açmaları gerekti. İtilaf Devletlerine ait bir donanma 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazı'nı geçmeye kalkıştı. Burada kahramanca çarpışan Türk kuvvetleri karşısında büyük kayıplar vererek geri çekildi. Bu sefer Gelibolu yarımadası'nın çeşitli yerlerine kuvvetler çıkararak karadan İstanbul'a yürümeyi denediler. Ne yazık ki yapılan sayısız hücumlar Türk süngüsü karşısında eriyip gidiyordu. Son olarak büyük bir taarruzla Gelibolu yarımadası üzerinden Marmara'ya ulaşmayı denediler. Ansızın yaptıkları bu taarruz da Anafartalar ve Arıburnu, bölgelerinde benzeri görülmemiş bir müdafaa ile durduruldu. Türkleri bu cephelerde yenemeyeceklerini anlayan düşman buraları terk ederek çekilmek mecburiyetinde kaldı.

    Yüzbinlerce şehit verdiğimiz bu savaşın bütün Anadolu'da heyecan uyandırması, bu savaşa doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden hasılı yurdun dört bucağından gönüllü asker gitmesindendir.
    Türkünün Adı :Çarşamba'yı Sel Aldı
    Türkünün Yöresi : Samsun/Çarşamba

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Çarşamba’yı Sel Aldı,
    Bir Yar Sevdim El Aldı (Aman Aman)
    Keşke Sevmez Olaydım,
    Elim Koynumda Kaldı (Aman Aman)

    Oy Ne İmiş Ne İmiş (Aman Aman)
    Kaderim Böyle İmiş.
    Gizli Sevda Çekmesi (Aman Aman)
    Ateşten Gömlek İmiş.

    Çarşamba Yazıları,
    Körpedir Kuzuları (Aman Aman)
    Allah Alnıma Yazmış,
    Bu Kara Yazıları (Aman Aman)

    A Dağlar Ulu Dağlar (Aman Aman)
    Yarim Gurbette Ağlar.
    Yari Güzel Olanlar (Aman Aman)
    Hem Ah Çeker Hem Ağlar.

    HİKAYESİ

    Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısındaki yoksul köylülerden birinin oğluydu. Kara sevdası karşılık bulmuş, Melek ona kalbini açmıştı. Nişanlandılar ve Ahmet askere gitti. Ağa oğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Melek, Mehmet Ali'yi reddedince, ağa oğlu ve adamları tarafından dağa kaldırıldı. Kötü haberi alınca firar eden Ahmet, silahını alıp, yollara düştü. Gece gündüz Melek'i aradı. Bir gün yağmur yağdı, Yeşilırmak taştı. Çarşamba bir anda göle döndü. Sel, Canik Dağları'ndan aşağı bir çığ gibi, önüne kattığı herşeyi sürükledi. Selin ardından hayat yeniden normale döndü. Abdal Deresi'nin Yeşilırmak'a döküldüğü yerde ahali toplandı. Derenin nehre bağlandığı yerdeki kayanın üstünde, selin getirdiği iki kişinin cesedi görüldü. Cesetler, Melek ve Ahmet'e aitti. Elele tutuşmuş öylece yatıyorlardı. Rivayete göre büyük kaya parçası, yedi yerinden ayrıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırdı. Ahali dua etti. Dualar, yıllardır can alan, insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.' Çarşamba'yı sel aldı' türküsü de, o acı mırıltılardan doğdu. Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kuruldu ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anıldı. Ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar sürdü.




  • Türkünün Adı:Cemilem
    Türkünün Yöresi : Muğla

    Türkünün Sözleri

    Cemile'min gezdiği dağlar meşeli imanım
    Haydi üç gün oldu cemilem ben bu derde düşeli

    Gaydiri gubbak cemile'm
    Nasıl nasıl edelim biz bu işe
    Nikamızı kıysın
    Ünnen gelin hoca memiş'e

    Cemile gız ne gezersin hayatta
    Basma da fistan, parlak da potin ayakta

    Gaydiri gubbak cemile'm
    Nasıl nasıl edelim biz bu işe
    Nikamızı kıysın
    Ünnen gelin hoca memiş'e

    Cemile'nin fistanı saman sarısı imanım
    Haydi gören sancak cemile'm gızı memur garısı

    Gaydiri gubbak cemile'm
    Nasıl nasıl edelim biz bu ise
    Nikamızı kıysın
    Ünnen gelin hoca memiş'e

    HİKAYESİ

    Türkünün bağlantı bölümü: "Gaydırı gubbak Cemile'm nasıl nasıl edelim bu işe / Nikahımızı gıysın ünnen gelin Hoca Memiş'e" şeklinde okunmaktadır. Burdur ve yöresinde "guddak" Muğla'da "gubbak" şeklinde söylenen sözcüklerin oldukça müstehcen olduğu, İzmir Radyosundan emekli, Ege Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarında öğretim görevlisi olarak çalışan Hamit Çine tarafından ifade edilmişti. Repertuvar kayıtlarında bu dizeler: "Haydi de hopbak Cemilem nasıl nasıl edelim bu işe / Nikahımızı gıysın ünnen gelin Hoca Memiş'e" olmasına rağmen ısrarla "gaydırı gubbak" şeklinde okunmaya devam edilmektedir.




  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.