Şimdi Ara

45 sene ara ile Nutuk'tan iki metin sunuyorum, hangisinin dili daha edebi, daha lezzetli söyleyin? (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
26
Cevap
1
Favori
1.064
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • Bir de karşıt görüş var. Bu görüşe göre Türkçe kök sözcüklerden türetilmiş yeni sözcükler üretmek o dilde düşünmeyi mümkün kılmakta iken, kök sözcüklerin irtibatlı olduğu bir sözcüğe Arapça, Farsça söcüklerle karşılık verilmesi dilin iç tutarlılığını bozmaktadır.


    "Bir ulusa o ulusun ana dilini bozmaksızın ikinci bir dil öğretmek

    başka, o ulusun anadilini bozmak başkadır. Türkçede "ilkel" diye bir

    sözcük varken, atılıp yerine Arapça "iptidai"nin konması; "olgun" varken

    atılıp yerine Arapça "kamil" konması; "özet" varken "hülasa"; "ölmek"

    varken "vefat" gibi Arapça Farsça sözcüklerin sokulması, Tanrı

    'om buyruğu değildir. Arapça Farsça sözcükler Türk diline sokulduklarında,

    Türk dil ormanındaki ağaçların yaşayan, yaprak veren dalları

    koparılmış, atılmış; kök ağaçların dalları acımasızca kesilip durmuş,

    kesilen bu dallar çürümeye, unutulmaya bırakılırken, Arabistan'dan

    kesilip getirilen dalların özenle korunması beklenmiştir. Türkler Arabistan'

    dan gelen bu kopuk dalları, kendi ağaçlarından kopartılan yerli

    dalların yerine aşılayamazlardı, çünkü Türk dilinin doğası bunu yasaklamaktadır.

    Sonuçta, yazık olmuştur Türk diline."


    Bir dildeki yerli sözcüklerin yerine yabancı sözcükler sokarak, o

    dilde kurulu bulunan kök türev ilişkisini kesmek; tıpkı bir çocuğu anasından

    ayırıp öldürmek gibidir. Kişioğullarının nasıl soyları varsa, sözcüklerin

    de soyları vardır. B ir sözc􀈂k kökü kendisinden doğan bütün

    sözcüklerin soyca atasıdır. Nasıl bir oğul babasının soyadıyla anılırsa,

    tıpkı bunun gibi, bir .türev sözcük de, kendisinden türediği kök, sözcükle

    birlikte anılır. Kök sözcük, kendisinden doğan bütün türev sözcüklerin

    yapısında bir "soyadı" olarak doğrudan vardır. Örneğin "gör-" kökü,

    kendisinden doğan "görüntü", "görkem", "görsel", "görece", "görenek",

    "görev", "görgü", "görümlük", "görümce", "görüngü", "görüş",

    vb. gibi sözcüklerin soyca atası olduğu için, bu türev sözcüklerin

    hepsinde ilk önce onun adı anılır. Tıpkı "Ahmet oğlu Mehmet" denildiği

    gibi, bir sözcük de "gör oğlu görüngü" ya da "gör oğlu görenek"

    dercesine "gör-gü" ya da "gör-enek" diye anılır. B urada "gör" bir ortak

    ata durumundadır; kendisinden çocuk türemiştir. Türk dilinden yerli

    "görüntü" sözcüğünü silip yerine Arapça "manzara" sözcüğünü koymak,

    tıpkı B ulgarların Türk adlarım değiştirerek B ulgar adlan almalarını

    buyurdukları gibi, saldırgan bir eylemdir. Türkleri B ulgarlaştınnak

    nasıl kınanası bir edimse, dil alanında yapılan da Türkleri Araplaştır -

    mak, Farslaştırmaktır; kınanması gerekir. TürkÇe "görüntü" yerine, onu

    silip Arapça "manzara"yı sokmak, Türkçe "görüş"ü atıp yerine Arapça

    "rey"; Türkçe "görgü"yü atıp yerine Arapça "adet"; Türkçe "görenek"i

    atıp yerine Arapça "örf'; Türkçe "görece"yi atıp yerine Arapça "izafi";

    Türkçe "görev"i atıp yerine Arapça "vazife"; Türkçe "görkem"i atıp

    yerine Arapça "ihtişam" sözcüklerini sokmak; Türkçe "gör" kökünden

    doğan çocukların adlarını soyadlarını böyle böyle değiştirip, onlara birbirine

    benzemez Arapça Farsça adlar vennek; Türklere bu olguları bir􀈃

    birlerine bağlı gördüklerini unutturacak, bu olgular arasında dilde kurdukları

    düşünsel bağları ortadan kaldıracak, artık bu olguları birbirleriyle

    bağlantısızmış gibi algılamalarına yol açacak bir edimdir


    Dünden bu güne Türkler'de dil ve din Cengiz Özakıncı s.93





  • Edebiliğin senin bahsettiğin gibi bir kriteri yoktur.
    Nedim bunu yazınca:
    Bi-hamdillâh yine kilk-i Nedîmâ-yı sühân-sâzın
    Gazel-perdâz-ı bezm-i sadr-ı zî-şân olduğun gördük
    Çok edebi duruyor ama Karacaoğlan bunu yazınca durmuyor mu?
    Ölüm ardıma düşüp de yorulma
    Var git ölüm bir zaman da gene gel
    Akıbet alırsın komazsın beni
    Var git ölüm bir zaman da gene gel
    Çok bahsettiğin İngilizce var mesela. 1000'li yıllarda norman istilasından sonra lordların ve kralın sarayda kullandığı fransızca ağırlıklı ingilizce, avamın kullandığı germen kökenli ingilizceye üstün müdür mesela?
    Şu an bir ingiliz her tarih kitabında anlatılan Magna Carta ya baksa bırak okumasını metnin İngilizce olduğunu bile zor anlar. Şimdi böyle olunca günümüz İngilizcesi geriye mi gitmiş oluyor veya eskiden kelimelerin cinsiyeti varken bugün olmaması dilde kayıp sayılır mı? William Shakespeare kendince kelimeler üretirken dil zenginleşiyor ama Türkçede kelime türetirsen saçmalık gözüyle bakılıyor.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Şu an bir ingiliz her tarih kitabında anlatılan Magna Carta ya baksa bırak okumasını metnin İngilizce olduğunu bile zor anlar. Şimdi böyle olunca günümüz İngilizcesi geriye mi gitmiş oluyor veya eskiden kelimelerin cinsiyeti varken bugün olmaması dilde kayıp sayılır mı? 


    Tartışmanızdan bağımsız olarak, Magna Carta (Büyük Sözleşme) Latince bir metin İngilizce değil. Bir de İngilizcede cinsiyetler tamamen ortadan kalkmamıştır: god - goddess, actor - actress, hero - heroine gibi örneklere denk gelebilirsiniz.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Sailor64 kullanıcısına yanıt

    Yalnız burada bir noktayı dikkatinize açmak istiyorum.


    Bu ağdalı ve ağırlığınca yabancı sözcük taşıyan dili Türkiye'nin geneli kullanıyor muydu yoksa çok sınırlı ve yapay bir kesime mi aitti ?


    Eski Türkiye'de dilde ikilik vardır yani halk dili ile üst tabakanın dili birbirini anlamayacak derecede farklıdır. Dil devrimi belki dediğiniz sonuca neden olmuştur fakat öte yandan dilde sadelesme sayesinde aydın - halk ayrımı bir kerteye kadar engellenmiştir. Bir örnek vermek istiyorum yakın döneme kadar ki sadeleştirme ye kadar ilaç perspektifler önde kullanılan dil nedeniyle ilaçları kullanan insanların bu açıklamalardan birşeyler anlamaları mümkün değildi fakat buradaki dilin sadeleştirilmiş, yabancı kelimelerin atılması ile çok daha amaca uygun ve kullanılabilir hale getirildi.


    Keza Ziya Paşa'nın Harabat ve Namık Kemal'in Celal Mukaddime'si eserine bakarsanız Osmanlı mahkemelerinde kullanılan dil o derece seciyeli ve o derece agirmis ki sıradan insanların bu alanlardaki işleyişi anlamalarını bırakın bazen mahkeme başkanlarının dahi verilen metinleri yanlış anladiklarindan ve telafisi güç hatalar yaptiklarindan bahsetmektedir. Hukuk dilinin anlamsız yabanciligi ve gereksiz terim yükünün zaman geçtikçe toplumun diline göre sadeleştirilmesinin cok yanlış olduğunu düşünmüyorum. Aslında pekcok davanın adı dilimizde oldukça basitken bunların oldukça anlamsız birtakım terimlere boğulması çok doğru bulmuyorum.


    Belli alanlarda belli bir dilin yapay olarak aşırı seciyeli, ağır ve anlaşılmaz hale getirilmesi bazen bunun sanatından veya gerekliliğinden ziyade o sektörün kendisini dış rekabetten veya etkiden koruma çabasıdır. Osmanlı'da divan şiirinin dildeki ağırlaşması gitgide artsa da kendini ne anlamca nede sanatca aslında yenileyemeyen bir noktaya getirmesi gibi bir durum da vardır.


    Ayrıca bu konunun lezzet gibi birtakım belirsiz ifadeler yerine terimlerin ve sözcüklerin gerçek hayatta ne kadar karşılığı olduğu yönünden tartışılması daha doğru olur diye düşünüyorum.


    Dediğim gibi pekcok farklı alanda elbette gerektirdiği için alınan sözcükler olmaklarl birlikte tam tersi farklı amaçlarla dile doldurulmuş yığınla sözcüğün toplumun içerisindeki bilgi akışını engelleme çabası taşıdığı durumlarda olmaktadır. Her grup, her zümre belli oranda kendi çıkarlarını diğerlerine kapatmak için çaba sarf etmiş bunu basarabilmek için dili de elbet bir araç olarak kullanmışlardır.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Periah -- 19 Ekim 2020; 13:20:12 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Orta İngilizce ve modern İngilizce arasındaki farkı yapay bir kurum değil, zaman mefhumunun ta kendisi yarattı. Uzunca bir periyotta dil değişti. Oysa dil devrimiyle alfabe değişimi gibi çok lüzumlu ve gerekli bir şey yaptıktan sonra maalesef TDK dili "öz" haline kavuşturmak adı altında fakirleştirmek gibi kasti bir suikaste girişti.


    Nitekim Atatürk de bu "fakirleştirme" operasyonundaki yanlışı görerek 30'larda vazgeçti. Sonuç çok açıktı, zorlama kelimeler gerçek hayatta tutunamadı.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.