Dini inancım yok, siyasetin sol yelpazesinde yer aldığımı düşünüyorum. Buna rağmen dil devrimi konusunu zaman zaman düşünürüm. Liseyi 1980 senesinde bitirdim. Benim kuşağım şu anda kullanılmayan kelimeleri kullanırdı. Ama Halil İnalcık hocanın aşağıda paylaştığım iletisinde belirttiği gibi şu anda iki nesil aynı dili konuşmuyor. Bakın, ne diyordu Halil İnalcık. "... Bir dil kargaşası içerisindeyiz. Asıl olan dilin kendi tekâmülüdür. Bir uzuv gibidir. Kesip atamazsınız. Çok karışık bir meseledir. Şimdi aydın kesimi bazı kelimeleri, eski dilde kullanamadığı için batılı dillerde kullanıyor. Dilimiz, kargaşa içerisinde ifade kabiliyetini kaybetmiştir. Başka başka diller konuşan nesiller var. Çocuğun konuştuğu dille, benim konuştuğum dil farklıdır. " Harf devrimi ile dil devrimi aynı şey değil, Harf devrimi 1929 da yapıldı, dil devrimi 1932 yılında. Bir sürü kelime atıldı, yerine üretilmiş kelimeler konuldu. Sonuç?? Aşağıda 1970 yılında yayınlanan Nutuk içerisinden bir bölüm var, bir de çok yakın tarihli bir Nutuk'un aynı bölümü. İkisi arasında 45 sene var ve şimdiki nesil ikincisinden bir şey anlamayacak hale gelmiş. Hem bu noktaya dikkat etmeniz bakımından hem de iki metni lezzeti açısından değerlendirmeniz maksadıyla alt alta yapıştırıyorum...
Bu kararın istinadettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak istiklâli tamme malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun istiklâlden mahrum bir millet, beşeriyeti mütemedcnae muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesbi liyakat edemez.
Ecnebi bir devletsı himaye ve sahabetini kabul etmek insanlık evsafından mahrumiyeti, aczü meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhakika bu derekeye düşmemiş olanların istiyerek başlarına bir ecnebi efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türkün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır! Binaenaleyh, ya istiklâl ya ölüm! işte halâsı hakiki istiyenlerin parolası
Nutuk- 1970 basımı Şimdi de yeni basım, yeni Türkçe ile aynı pasajı okuyalım...
Ya Bağımsızlık Ya Ölüm Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şuydu: “Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranışa lâyık görülemez. Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de, bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!… O halde, ya istiklâl ya ölüm!” İşte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 7 Ekim 2020; 17:14:2 > |
45 sene ara ile Nutuk'tan iki metin sunuyorum, hangisinin dili daha edebi, daha lezzetli söyleyin?
-
-
Alttaki daha güzel.
-
Atatürk'e Gazi Hazretleri yanında halaskar ve münci (vurguları farklı olmak üzere ikisi de kurtarıcı anlamında, böyle bir çeviri yapmam bile iki farklı dilden söz ettiğimizi gösteriyor) denirdi. Eski Türkçe şüphesiz daha edebi ama daha zorlu bir lisan özellikle Farsça ve Arapça kelime haznesi yeni Türkçeye göre daha geniş. Yeni Türkçe daha arkaik bir lisan gibi ve biraz daha sade ama eski Türkçeden de bu iyicene basitleştirilmiş ve sadeleştirilmiş çevirilerde yansıtıldığı kadar bütünüyle kopuk değil. İnalcık'ın karmaşadan söz ettiği heralde bu olsa gerektir ama çoğu insan zaten bu karmaşayı algılayabilecek veya bu karmaşa içerisinde boğulabilecek kadar donanımlı ve dil meraklısı değil. Dildeki büyük değişimin sıradan insan için yaratacağı esas sorun geçmişle günümüz arasında belirli bir dil bariyeri koyması olabilir ama heralde bu sözlükle, yerinde sınıflandırmalarla, etimolojiye vs bakılarak belirli bir başarıyla aşılabilir. Bütün eski lisanların yeni hallerinden farklı olduğunu da bilmek gerekiyor. Middle English ile modern English mesela birbirinden farklıdır. Modern Yunanca ile Antik Yunanca veya Latince ile İtalyanca da bambaşka dillerdir. Bütün diller asırlar boyunca sürekli olarak değişiyorken dillerin değişiminden sızlanmak bence anlamsız. İfade gücünün zayıfladığı kanısı yerinde bir kaygı olabilir ama dillerin değişimi veya şıklığı konusunda aynı fikirde değilim. Bir dili şık buluyorsan oturup o dili öğrenebilirsin de. Bu gayet faydalı, algıları genişletebilecek bir aktivite olabilir.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
-
Alıntı
metni:Bütün eski lisanların yeni hallerinden farklı olduğunu da bilmek gerekiyor. Middle English ile modern English mesela birbirinden farklıdır. Modern Yunanca ile Antik Yunanca veya Latince ile İtalyanca da bambaşka dillerdir. Bütün diller asırlar boyunca sürekli olarak değişiyorken dillerin değişiminden sızlanmak bence anlamsız. İfade gücünün zayıfladığı kanısı yerinde bir kaygı olabilir ama dillerin değişimi veya şıklığı konusunda aynı fikirde değilim. Bir dili şık buluyorsan oturup o dili öğrenebilirsin de. Bu gayet faydalı, algıları genişletebilecek bir aktivite olabilir. Dillerin değişmesi, dönüşmesi doğal, aynı dili konuşan bir popülasyon arasına coğrafi bir engel girse bir süre sonra dillerinde bir farklılaşma da başlıyor. Ama dil devriminde benim farkettiğim şey birden bire verilen karar ve kurumsal faaliyetler sonucu ortaya çıkan dilde radikal dönüşüm... Gerekir miydi? Basit gündelik dil devrim öncesinde de konuşuluyordu halk arasında. Edebi lisan tahsil gerektiriyordu muhakkak, ama dilde, esnaf lokantaları ile gurme seviyesinde servis veren lokantalar arasında olduğu kadar farkın olması da doğal...Eski Türkçe siyasi bir kararla kısa sürede oluşmadı, kendiliğinden gelişen bir süreçle, olması gerektiği gibi oluştu..Ne var ki milliyetçiliğe (ama dine değil) yeni cumhuriyet rejiminin milleti bir arada tutacak çimento gözüyle bakarak duyduğu belki de anlaşılır ihtiyaç sonunda siyasi ve kültürel seviyede elimizdeki ürünü verdi. Yeni Türkçe eskisinden daha mı iyi bilmem ama, milliyetçi dünya görüşünün ulusu bir arada tutmada değil de ayrıştırmada işe yaradığı, günümüzde dahi devam eden milliyetçi operasyonlarla demokrasi kültürümüzü ileriye götürmeye izin vermediği aşikar. Arapça, Farsça, Kürtçe demeden dilin zenginliğine sahip çıkılsaydı, aynı mantık siyaseten de takip ediliyor olsaydı daha iyi bir Türkiye'de yaşıyor olur muyduk? Bence, evet, olurduk...
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 7 Ekim 2020; 23:17:40 >
-
Ikincisi daha iyi.
Birincisi plaza Türkçesinin İngilizce yerine arapça Farsça girmiş halı gibi.
Yabancı sözcükler kullanmayı edebi olarak göremem. Ya da tınısı güzel oluyor diye anlaşılmaz olması da ona değer katmaz
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Ben orijinale sadık kalınması taraftarıyım. Nutuk'u ilk okumaya çalıştığımda zorlanmıştım yabancı kelimelerden dolayı. İlk metni bir kültürün dairesine hakim donanımlı insanlar yazar, söyler ve okur. O daireye hakim olmak da herkesin harcı değil.
-
İfade kaybı bence de doğru, ama daha büyük bir sebebi 80'den sonra öğrenciyle ve hatalarıyla ilgilenilmeyen çoktan seçmeli sürü eğitimi ile internet yazarlığı, yani eskiden ayrıcalık olan yazarlığa herkesin ulaşabilmesi.
Arşivlere bakarak, 1960-70'lerdeki İngilice ile bugünkü arasında da büyük bir fark var. Benzer şekilde eskiden kullanılan İngilizce kıyasla doğru-düzgün, ifade yeteneği daha yüksek, gazete ve dergilerdeki kelime çeşidi daha geniş.
Yani diller "devrim"ler yapılmasa da değişiyor. 80'den itibaren sanatın her alannda olduğu gibi yazı ve ifade de -biçimsel değişimden bağımsız olarak- kayıplara uğradı bence.
-
Eski lisan düşmanlığı cahilce bir iştir. Harf inkılabından falan söz etmiyorum fakat dili sadeleştirme çabaları gerçekten feci halde anlamsız.
-
Trajik başarı dil devrimi adlı kitabı oku.Pdfsini bulabilen varsa link bırakabilir
-
quote:
Orijinalden alıntı: Jeopol
Ikincisi daha iyi.
Birincisi plaza Türkçesinin İngilizce yerine arapça Farsça girmiş halı gibi.
Yabancı sözcükler kullanmayı edebi olarak göremem. Ya da tınısı güzel oluyor diye anlaşılmaz olması da ona değer katmazMevcut türkçe daha venom ile poisonu ayırt edemiyor
Ne diyeceğiz uzun uzun temasla geçen zehir mi diyelim
-
7 Mayıs 1995 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yaşadığı bir olayı anlatan M. Fuat Andiç, Yakup Kadri’nin Erenlerin Bağından adlı kitabını aradığını ancak kitabı hiç bir yerde bulamadığını anlatıyor.
Daha sonra onun bir çok kitabını basmış bi yayınevine gidip neden Erenlerin Bağından’ı basmadınız sorusuna ‘O kitabı Türkçeleştirecek kimseyi bulamadık’ cevabını alıyor. “ Bin dokuz yüz otuzlu yıllarda basılan ve benim orta mektepte okuduğum bir kitabı bugün Türkçeleştirmek lazımmış! Çince mi yazmış acaba Yakup Kadri? Üstelilk o Türkçeyi anlayıp da uydurmacaya çeviren bulunamıyor!” demiştir.
-
Yakın tarihimizdeki çok önemli yazarların yazdığı kitapları bile okuyamayan bir neslin oluşmasının sebebi Andıç’ın dediği gibi “uydurmaca” kelimeler ve yeni kelime üreten Türk Dil kurumunun ihmalleri ve bilinçsiz çalışmalarıdır. Bu durumu Lewis, “Yeni kelime yaratıcılarının çoğu TDK’nın maaşlı çalışanları diğer yaratıcıların ise heyecanlı amatörler olduğunu sık sık tekrarlamaya gerek yok.” diyerek anlatmaktadır. Çünkü dili, sadece kelimelerin toplamına indirgemek ve kelimeler arasındaki ilişkiyi, dilbilgisini veya bağıntıları, bununla beraber, başka dillerden kendi bünyesine aldığı kelimeleri yok saymak ancak acemi ve dil konusunda bilgisi yetersiz insanlar tarafından gerçekleşecek bir devrimdi.Çünkü onlar hali hazırda bulunan kelimelere bakmasızın yeni bir milletin geçmişten kopuk ve kendisiyle var olmaya başlayan bir dili ve tarihi olsun istiyorlardı. Hal böyle olunca, kimi yerlerde uydurmaca kelimeler ortaya çıkmış kimi yerlerde ise aralarında ince anlam ayrımları olan kelimelerden biri alınıp diğerleri dilden çıkartılarak dilde fakirleşmeye gidilmiş ve yedi asırlık kelime hazinesi tükenişe doğru sürüklenmiştir. Mesela; Lewis’in bahsettiği üzere vade, mühlet (bir iş veya bir borç için süre tanımak), mehil (izin verilmiş süre) ve mühdet gibi kelimelerin yerini “süre” almış ve diğer kelimeler halk dilinde yaygın olsa dahi kullanılmamıştır. Ancak bu kelimeler birbirleriyle aynı değildi ve bu kelimeleri “süre” ile kısıtlamak yahut beğenme, hazzetme, hoşlanma, zevk alma gibi kelimeleri karşılamak için sadece “keyf alma”yı kullanmak dilde, ifade gücünü azaltmaya sebep verdi.(205) Aynı şekilde, Lewis ‘İyi yazma ve konuşma yeteneği’ anlamında olan Osmanlıca kelime “selika”nın modern Türkçe’de bir karşılığının olmadığını belirtmiştir.
Türk Dil Reformu: Hayal Kırıklığıyla Biten bir Galibiyet... Beyza Güler
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 10 Ekim 2020; 16:35:17 >
-
https://www.academia.edu/30160714/TRAJ%C4%B0K_BA%C5%9EARI
özet nevinden 20 sayfalık word dosyası var ama fena değil
-
Türk Dil Kurumu kuruluyor ve başına başkan olarak Ermeni Agop Martayan Dilaçar getiriliyor.
Ve bizden bu inkılaplara "Türk inkılabı" olarak inanmamız isteniyor
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Novagate -- 11 Ekim 2020; 11:45:10 >
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Türk Dil Kurumu'nun ilk başkanı Samih Rifat. Bu Atatürk Yahudi Yossi Kohen'di demek gibi şey. Komik.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Gazi Mustafa Kemal Paşa iyi derecede Arapça ve Kuran'ı Kerim biliyordu ama İslam dinine mesafeli ve karşıydı bu tutumu İslam düşmanı Hiristiyan ülke liderlerinin ekmeğine yağ sürdü ve onu alkışladılar çünkü karşılarında batı hayranı bir lider bulmuşlardı
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Kırmızı ile kızılı ayırt edemeyen İngilizceden örnek vermek de garip olmuş.quote:
Orijinalden alıntı: ZodionMevcut türkçe daha venom ile poisonu ayırt edemiyor
Ne diyeceğiz uzun uzun temasla geçen zehir mi diyelim
Alıntıları Göster
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Sözlük’ü, yaklaşık 60,000 madde başlığı içermektedir. Bunlar, 20. yüzyıl başlarında kültürlü bir Türkün kelime hazinesine dahil oldukları halde bugünkü Türkçe kullanımdan hemen hemen bütünüyle düşmüş olan sözcük ve terkiplerdir.
Prof Ömer Asım Aksoy’a göre Türk dilinde genel kullanımda olan 28.000 sözcük bulunmakta.
Devellioğlu ve Aksoy’un verilerini aynen kabul edersek, dil devriminin sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz: Türk dilinden yaklaşık 60,000 kelime atılmış, yerine 3,100 kadar yeni kelime (atılanın % 5’i) konmuştur. Yüzyıl başında kültür dilinde bulunan 83,400 civarında kelime (60,000 atılan artı 23,400 kalan) yerine, bugünkü yazı Türkçesi en çok 26,500 kelimeye sahiptir. Bir başka deyimle, Türkçe yazı dili en az %68.2 oranında fakirleşmiştir.
Fakirleşmenin örnekleri, özellikle soyut kavram ve sözcükler alanında son derece belirgindir. Yeni Türkçede kullanılan geniş kapsamlı soyut sözcüklerin hemen hemen her biri için, Osmanlıcada, çoğu eşanlamlı olmayan, yani her biri farklı bir kavramı, nüansı veya mantıksal ilişkiyi ifade eden beş ila yirmi sözcük bulmak mümkündür. İngilizce, Almanca, Latince, Rusça veya benzeri bir kültür dilini tanıyanlar için bu ayrımların değerini kavramak güç değildir; yalnızca yeni Türkçe ile eğitim görmüş bir kimse ise, sanırız, bu konulara yabancı kalmak zorundadır.
Gelişigüzel bir kelimeyi, örneğin bir önceki paragrafta geçen çıkarmak sözcüğünü ele alalım. Çıkarmak/çıkartmak/çıkarsamak sözcük grubuna karşılık olan Osmanlıca kelimelerin bazıları, yaklaşık İngilizce karşılıklarıyla birlikte, şunlardır: ihraç (evict), istihraç, istihlas, i’tisar (extract), azl, tard (expel, discharge), istintaç, istidlal (deduce, infer), ıskat (exclude), tarh (deduct, subtract), neşr, ısdar (issue), ifrağ, ifraz (excrete), istifrağ (vomit), istinbat (derive), hazf (delete, elide), hal’ (undress, remove, dismantle), i’la, ref’ (elevate). Bu listeye, daha, diş çıkarmak, hır çıkarmak, şapka çıkarmak, cıcığını çıkarmak gibi deyim şeklindeki kullanımlar dahil değildir. Birbirine iyice yakın anlamdaki karşılıklar arasında bile, türeyişten gelen nüans farkları vardır: istihraç, bir şeyi içeriden dışarı çıkarmayı; istihlas, bağlı olduğu yerden kurtarmayı; i’tisar, suyunu sıkıp çıkarmayı ima eder. İstintaçta neticeye varmak, istidlalde bir delilden yola çıkmak anlamları gizlidir. İfrağ ile istifrağ, ihraç ile istihraç arasındaki çaba ve derece farkını, İngilizce gibi olağanüstü zengin bir dil bile neredeyse ifade etmekten acizdir.
Yeni Türkçe’deki saldırı/saldırmak deyimi, Osmanlıca’da birbirinden net bir biçimde ayrılan en az beş kavramın karşılığıdır: hücum (assault, charge), taarruz (offensive), tecavüz (violation, transgression), tasallut (molestation) ve taaddi (aggression).
Benzer listeler, sayısız örnekte (amaç/erek, bağlı/bağımlı, belirlemek, dayanmak/dayandırmak, doğurmak, dönüşmek, gerekmek, karşılık, kaynak, sonuç, uyarlamak, uygulamak...) tekrarlanabilir. Soyut kavramlar alanında Arapçanın sağladığı olağanüstü zenginliğe karşılık, insani duyarlıklar ve betimleyici sıfatlar alanında Farsçanın dile getirdiği renkler de (perişan, mendebur, pejmürde...), üzerinde durulması gereken bir başka alandır.
Öyle görülüyor ki Türk toplumunun son 60-70 yılda yazı dili alanında yaşadığı gerileme, örneğin müzik, mimari, şehircilik ve yemek alanlarındaki, çok yakından tanıdığımız fakirleşme ve yozlaşmadan daha hafif olmamıştır. Dildeki fakirleşmeyi ötekilerden bir bakıma daha korkunç ve anlaşılmaz kılan şey ise, bunun, devlet eliyle icra edilmiş ve Türk aydınlarının büyük bir kısmının şiddetli coşku ve tezahüratı arasında gerçekleşmiş bulunmasıdır.
Benzer içerikler
- osmanlı devleti"nin en geniş sınırları kaç km2
- türk çocuğu artık arap çölleri için kanını dökmeyecektir sözü gerçek mi
- kurtuluş savaşında kaç kişi öldü
- hubdan huba düştü ne demek
- sıfırdan tarih öğrenmek
- türk bilim insanları
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X