Şimdi Ara

5 Duyu yerine 33 Duyumuz oldu...

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
552
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Hepimiz sıcaklığı, basıncı, dokunmayı hissetmez miyiz?
    Eklem pozisyonumuzun konumunu, vücut hareketimizi,
    dengeyi, idrar kesesinin doluluğunu, midedeki açlığı veya
    vücudun susuzluğunu? Tabii ki bütün bunları da hissederiz
    veya duyumsarız, biliriz.

    Ancak bu arada vücutta farkında olmadığımız başka
    kontrol sistemleri de vardır. Beyin ve omuriliğin içinde
    bulunduğu serebrospinal sıvısının pH düzeyini hissetmesi
    gibi... İçimizdeki sistemlerin, kendi ve çevresindeki olayları
    algılamasını biz hissetmesek de, bunlar vardır.

    Bilim ilerledikçe duyu tanımı ve sayısı değişiyor.
    Bilim, beynin gizemli dünyası içine, giderek daha
    derinliğine girdikçe, bugüne kadar ders kitaplarında
    öğretilen, yüzyıllar boyu herkesin üzerinde hemfikir
    olduğu bilgiler de eskiyor.

    Örneğin şu meşhur 5 duyu: Görme, koklama,
    duyma, dokunma ve tat alma.

    BESTEN FAZLA DUYUMUZ VAR

    Bilim dünyası 5'ten çok daha fazla duyumuz olduğu
    konusunda ısrarlı. Şimdilik 21 duyu üzerinde karar kılındı.
    Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ancak çeşitli görüşlere
    göre bu sayı 33'e kadar uzanıyor. New Scientist Dergisi,
    duyular konusunu geniş bir dosya olarak ele aldı ve bilim
    dünyasında üzerinde tam veya yarım fikirbirliği içinde olunan
    yeni duyularımızın hem listesini yayımladı hem de fonksiyonları
    hakkında geniş bilgi verdi. Size bu dosyadan ilginç bölümleri
    özetleyeceğiz.

    Özellikle bu duyuların bir kısmı, ilginç ve şaşırtıcı
    kişilikleri bilim dünyasınca araştırılan insanlar üzerinde
    saptandı.

    Mesela bunlardan biri bir Türk ressam.
    Hiç görmediği varlıkların resimlerini yapabilen Türk ressam
    Eşref Armağan, bugün bilim dünyası için hem şaşırtıcı hem de
    beynin gözün görmediği varlıkların resimlerini nasıl yaptığı
    konusunda ilginç veriler sunuyor. Bir başka ilginç kişilik de
    diliyle gören bir Amerikalı. Gözleri görmediği halde, dilinin
    üzerine yerleştirilen aygıt sayesinde diliyle 'görebilen' Erik
    Weihenmayer'ın durumu, duyusalalgılama konusunda yeni
    açılımları da ortaya koyuyor.

    KARMASIK SINYALLER

    Sözgelimi işitme duyusunu ele alalım. Bu tek bir
    duyu mu yoksa yüzlerce -her bir koklea tüy hücresi için
    bir tane- duyu mudur? Bilim insanları şimdi, yüksek-frekans
    işitme yeteneği ile düşük frekans netliği arasındaki ilişki
    açısından, duymanın tek bir duyu olmadığını belirtiyorlar.
    Dolayısıyla bu ikisini ayrı ayrı ele alıyorlar. Duyu organlarımızın
    yapıları hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, duyu sayısı
    artmış gibi görünür.

    Duyular çok karmaşık görünüyor. Ancak bilim insanları
    duyular söz konusu olduğunda, kastettikleri duygular
    veya algılardır. İnsanlar yüksek varlıklar olarak ışığı ve
    gölgeyi görürken, nesneleri, alanları, insanları ve bunların
    pozisyonlarını algılar. Sesleri duyar, ancak konuşmaları
    ve müziği algılar. Bizler, karmaşık kimyasal sinyallerin
    karışımlarının tadını ve kokusunu duyarız fakat bu karışımı
    dondurma, portakal veya biftek olarak algılarız.

    Bilim adamları, algılamayı organize beynin ham
    duyusal verilere ilave ettiği 'katma değer' olarak
    görüyor.

    Verilen bir örnek şöyle: 'Kalabalık bir toplantı salonunu
    düşünün. Bir kişiyle karşılıklı konuşurken, geri plandaki
    tüm seslere kulaklarımızı kapatabiliriz. Onları duymayız.
    Diyelim ki arka plandaki biri adımızı çağırsın, biz hemen
    bunu duyarız ve kulaklarımızı özel konuşmaya kapatarak
    hemen sesin geldiği yöne dikeriz. Sonuç: Her zaman
    çevresel sesleri duyarız ancak bunları her zaman
    dinlemeyiz. Yani algılamalarımız, basit duyuların her
    zaman ötesine geçer'.

    Burada şu saptama yapılıyor:
    Önemli olan algılardır, duyular yalnızca
    algıya eşlik ediyorlar.

    IHTIYACA GÖRE DUYU

    Yapılan deneyler sonucu anlaşıldı ki, görmeyen gözün
    yerini, bir başka duyu alıyor ve bedenimiz veya beynimiz
    açığı kapatmaya çalışıyor. Birdenbire bilimin önünde yeni
    bir kapı açıldı ve şu soru felsefi boyutta da tartışılmaya
    başlandı: Bildiğimizin veya sandığımızın tersine, görme,
    işitme, dokunma vb. duyular arasında aslında bir ayrım
    yok mu? Bu duyularla dünyayı algılayışımız arasında çok da
    önemli bir bağlantı yok mu?

    Beyin, ihtiyacı olan bilgiyi, örneğin göz
    yoksa, başka organlarla da toplayabiliyor.
    Bilgiyi toplayan duyu organı ve bu bilginin beyne
    aktarılış biçimi, sanki çok da önemli değil. Burada
    önemli olan ihtiyaç hissedilen bilgi!

    Kimilerine göre bu, beynin esnekliğinin kanıtı.
    Beyin, görme gibi birincil önemde bir duyu kaynağından
    yoksun kaldığında, mesela dokunma gibi, daha önemsiz
    bir duyu yoluyla gerekli bilgileri elde etmeye çalışır.

    Bilim dünyası şimdiden, görsel dünyayı sesle yansıtan
    bir video kamera geliştirdi. Daha parlak nesneler kameraya
    daha yüksek ses olarak yansırken, yanal konum stereo sesle
    temsil ediliyor. Günün birinde gözleri görmeyenler belki de
    stereo surround ses sistemi sayesinde, bütün oyunları
    oynayabilecekler.

    5 DEGIL , TAM 33 DUYUMUZ VAR

    Kitaplarda okuduğumuz beş duyumuz eski bilgi
    oldu. Duyularımızın sayısı 33'e ulaştı! Aslında tutucu
    davranan bilim adamları, bu 33 duyudan 10'unu kabul
    ediyor. Radikal davranan bilim adamları 33'ünü de kabul
    ediyor. Ortada olan bilim adamları bir arabulucuk yapıyor
    ve 21 tanesine, 'Evet bunlar duyu' diyor. Peki bu 33 duyu
    nasıl ortaya çıkıyor?

    Duyularımızı aldığımız uyarıların niteliklerine göre
    sınıflandırdığımızda, ortaya beş değil üç duyu sınıfı
    çıkıyor: Bunlar tat, koku veya kan şekeri gibi içsel algıları
    uyaran kimyasal duyular; dokunma ve duyma ile ilgili mekanik
    duyular ve görme ile ilgili ışık. Bazı hayvanlarda, biz insanlardan
    fazla olarak, manyetik duyu da bulunuyor. Bütün bu duyu
    gruplarının işleyebilmesi için, farklı duyusal sistemlere ihtiyaç var.
    Mesela iç kulakta ince kıl hücreleri olması veya ışık fotonlarının
    retinaya çarpma gereği gibi.

    Fakat bu sistemleri kendi içinde alt gruplara da böldüğünüzde
    'duyu'ya şöyle bir tanım getiriyorsunuz: Özel sinyallere tepki
    veren ve beynin özel bir bölgesine bilgi gönderen özel hücre
    tiplerinden oluşan bir sistem. İşte size bu sistemin 33 alt dalı.

    Görme: Işık, renk, kırmızı, yeşil, mavi
    Duyma : Ses.
    Koku: 2000 veya daha fazla reseptör tipi
    Tat: Tatlı, tuzlu, ekşi, acı, umami

    Dokunma: Hafif dokunma, şiddetle bastırma

    Ağrı: Deri ile ilgili, vücut ile ilgili, iç organlar ile ilgili

    Mekanik algı: Denge, döngüsel hız, doğrusal hız,
    eklem konumu, kinestez, kas gerilimi-tendon organları,
    kas gerilimi-kas lifleri

    Sıcaklık: Sıcak, soğuk

    İç algılar: Tansiyon, damar içi kan basıncı, merkezi
    damar kan basıncı, kafa kan sıcaklığı, kan oksijeni
    içeriği, beyin-ilik sıvısı pH'sı, plazma osmotik basınç
    (susuzluk), arter-damar kan şekeri farklılığı (açlık),
    akciğerde genişleme, idrar kesesi gerilmesi, dolu mide

    AMERIKALILAR ARMAGAN'I ANLAMAYA ÇALISTI

    Türk ressam Eşref Armağan'ın, hiç görmediği evlerin,
    dağların, göllerin, yüzlerin ve kelebeklerin resimlerini
    nasıl yaptığının sırrı, ABD'de psikologların ve nörologların
    yürüttüğü deneylerle çözüldü. Burada bilim insanları şu
    soruya yanıt aradılar: Beynimizdeki imajları sadece gözlerimizi
    kullanarak mı yaratırız, yoksa diğer duyularımızı da kullanır mıyız?
    Bilim insanları, görmezlerin, dokunarak bir taslak resmi bir gören
    gibi algılayabildiğini kanıtladılar. Üç boyutu anlıyorlar ve de
    çizebiliyorlardı.

    Sonuç: Gören bir insan bakarak,
    görmeyen ise dokunarak aynı şeyi öğreniyor.

    DILIYLE 'GÖREBILEN' ADAM

    Adı Erik Weihenmayer, görme duyusunu 13 yaşındayken
    yitirdi. Şimdi koca adam tabii. Wisconsin Tıp Fakültesi'ne
    bağlı Paul Bachy-Rita'nın laboratuvarında müthiş bir deney
    yaşadı ve bu deneyin sonucunda diliyle 'görebilir' duruma
    geldi. Alnına yerleştirilen kamera, elektronik bir aygıta sinyal
    gönderiyor, bu sinyal de karanlık ve ışık dizgesini elektrik
    akımlarına dönüştürüyordu. Akımlar, pul büyüklüğünde
    bir levha üzerindeki elektrodlarda görüntü biçiminde
    kodlanarak diline aktarılıyordu. Bu yolla beyninde görüntü
    oluşturuluyordu. Weihenmayer, yıllardır kapalı olduğu
    dünyanın dışına çıkmış ve uzay, derinlik ve biçimi
    duyumsayabilmişti.

    ALINTIDIR.







  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.