Şimdi Ara

Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
52
Cevap
1
Favori
1.053
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Alıntı

    metni:
    Biz, Çanakkale’den sonra direnişi devam ettiren nesiliz. Sen, direnişin değil, dirilişin nesli olacaksın. Korumak için değil, düzen kurmak için çalışacaksın. Sen varsan biz olacağız. Sen ayaktaysan biz yaşayacağız. Ama unutma! Sömürgeciler, seni tamamen Asya’ya sürmek için planlarını adım adım işletecekler. Bir gün sıra sana da gelecek. Seni yok etmek için bin yıldır hazırlananlar, bir gün bile durmadan çalışıyorlar


    Türklerin Asyaya sürülmesinden bahsetmiş Aliya İzetbegoviç, hüzünlü mektubunda... Asya tarafında Türkiyeye yakınlık iddialarının mevzu olduğu günümüzde akla gelmekte....


    Mektup, düşmanlarımızın hainliklerine karşı hüzünlendirmekte;

    Tamamı;

    """"""""""""""""""""


    ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN TÜRKLERE YAZDIĞI MEKTUP(


    “Merhaba efendim, ben Aliya. Aliya İzzetbegoviç.

    Bosna-Hersek’in cumhurbaşkanıyım. Sizi Devlet-i Aliyye’nin en güzel şehirlerinden birinden,

    Bosna Sarayı’ndan, sizin daha sık kullandığınız haliyle Saraybosna’dan selamlıyorum. Bu

    kısacık sohbetimizde, parçası olduğumuz Avrupa’dan, Avrupa’nın ve Batı’nın aslında ne

    olduğuna dair bazı tecrübelerimden bahsetmek istiyorum. Belki bilirsiniz, benim dedem

    Devlet-i Aliyye’nin ordusunda askerlik yapmıştı, Üsküdar’da. Orada tanıştığı bir Türk kızıyla,

    ninem Sıdıka ile evlenmiş. Babam Mustafa Bey, bu evlilikten doğmuş.

    Biz ailece 1927’ye kadar Bosanski Samac şehrinde yaşadık. Bu şehir Sultan Abdullaziz

    zamanında Müslümanlara tahsis edilmiş, Semendire’den gelen Boşnaklar tarafından

    kurulmuş. Ben iki yaşındayken Saraybosna’ya taşınmışız. Çocukluğum ve öğrenciliğim

    Saraybosna’da geçti. Bu dönemde Yugoslavya’da Kara Corceviç hanedanı hüküm sürüyordu.

    Bu hanedan, 19. yüzyılda Devlet-i Aliyye’ye isyan eden Sırp Kara Corceviç’in kurduğu

    hanedandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Corceviçler planlı bir şekilde Müslüman halkı

    yok etmeye yönelik politikalar uyguladı. Yapılan toprak reformuyla bize ait 10 milyon dönüm

    toprağa el koydular. Birçok zengin aile, bir gecede her şeylerini kaybetti, Müslümanlar

    varlıklı uyandıkları günün akşamına fakir bir halk olarak girdi. Bosna’da 3 halk yaşıyordu:

    Müslümanlar, Sırplar, Hırvatlar. Aslında onlar bizi Müslüman diye ayırmıyorlardı, bize Türk

    diyorlardı. Sırpların gözünde 1389 Kosova Savaşı’nda burayı fetheden Türkler bizdik yani

    Boşnaklar. (Siz de sorguladınız mı bilmiyorum ama ben 28 Haziran 1389 ile 28 Haziran 1914

    arasında küçük de olsa kurnaz bir bağ olduğunu düşünmüşümdür. Hatırlarsınız, 28 Haziran

    1914 günü, Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip’in ateşlediği kurşun

    Birinci Dünya Savaşı’nı başlatmıştı. Bu savaşın en önemli amacı ise Devlet-i Aliyye’yi

    çökertmek ve sömürgecilere karşı direnen son kaleyi tarumar etmekti. Bunu başardılar da.)

    Boşnaklara sorarsanız, tarihi hafızamızda üç tarihin çok önemli olduğunu söylerler. Birisi bu

    1918. İkincisi Devlet-i Aliyye’nin Bosna topraklarından çekilmeye başladığı, AvusturyaMacaristan’ın yavaş yavaş hüküm sürdüğü 1878. Son olarak da artık Türk hâkimiyetinin

    tamamen son bulduğu ve Sultan Abdulhamid’in resimlerinin duvarlardan indirilip AvusturyaMacaristan imparatorunun resimlerinin asıldığı 1908. Babam o günleri gözü dolarak anlatırdı

    hep. Çünkü 1908’den sonra biz Boşnaklar çok büyük sıkıntılar yaşadık. İkinci Dünya

    Savaşı’ndan önce Sırplar ve Hırvatlar, ülkemizi ikiye ayırmaya karar verdiler. Hangi şehirde

    kimin daha fazla nüfusu varsa, o şehir o devletin olacaktı. Sırp ise Sırbistan’ın, Hırvat ise

    Hırvatistan’ın… Türklerin yoğun olduğu bölgelerde Türkler hiç hesaba katılmadan sayım

    yapılacaktı. Tuhaf olan ise Bosna’da en fazla nüfusa sahip milletin Türkler olmasıydı.


    İkinci ayrışmayı Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla yaşadık. Bu

    yüzyılın bizce en hazin, en zalim, en yoksul vakitleri, 1992 ile 1995 arasına adeta sıkıştırılmış

    o felaket günlerdi. Hele insanın onurunun tamamen ortadan kalktığı, vicdanın yok olduğu,

    insanlığın, evet insanlığın kaybolduğu Temmuz 1995… Efendim. Boşnak kime deniliyor?

    Sırplara ve onları himaye eden Avrupalılara sorarsanız, Avrupa’ya İslamı yaymaya çalışan

    Türklere deniyor. Peki, Türklere sorarsanız nasıl bir cevap alacaksınız? Çoğu, Boşnakları

    Müslüman olmuş Slav bir ırk diye tanımlıyor. Benim için ırk zaten önemli değil. Hele 1992-

    1995 arasında yaşadıklarımızdan sonra Boşnak isminin anlamı çok değişti. Ben size Boşnak’ı

    “Kültürünü, dinini, kimliğini sömürmeye çalışan güçlere karşı canı pahasına direnen millet”

    diye tanımlasam ne dersiniz, bilmiyorum. Benim gözümde, Türkiye’den bize destek olmak

    için gelen savaşçılar da Boşnak’tır. Bosna ismini duyduğu an, kalbinin bir köşesinde küçük

    bir sızı hisseden başka milletlerin insanları da. Dedelerimizin seksen yıl önce Çanakkale’de ve

    Yemen’de korumaya çalıştıkları şey neyse bizim Saraybosna’da ayakta tutmaya çalıştığımız

    şey oydu. Dünyayı sömürgeleştirmek isteyen, bunun için bazen dini, bazen dili, bazen ırkı,

    bazen mezhebi kullanan işgalcilere karşı insanlığı, kardeşliği bir arada yaşama idealini

    korumak için direndik. Bu idealin adı Bosna’ydı. Boğazı sıkıldı, kurşuna dizildi, aç bırakıldı,

    tecavüz edildi, yalnızlaştırıldı ve ölüme terk edildi. O günü hiç unutmuyorum:

    Yugoslavya’nın artık dağılacağı belli olmuştu. Slovenya ve Hırvatistan, bağımsızlıklarını ilan

    ettiler. Avrupalı devletler onları hemen tanıdıklarını açıkladılar. Biz, Boşnakların, Hırvatların

    ve Sırpların birlikte barışla yaşayacakları bir devleti savunuyorduk. Ama Sırplar bizim gibi

    düşünmüyorlardı. Yugoslavya’nın hiç parçalanmadan, tamamıyla Sırp hâkimiyeti altında

    Büyük Sırbistan adıyla devam etmesini planladılar. Kimliğimizi yok edeceklerdi, bizi insan

    olarak bile görmeyeceklerdi. Yugoslavya ordusunun bütün silahlarına, Yugoslavya

    istihbaratının bütün araçlarına el koydular. Bosna-Hersek olarak bağımsızlığımızı ilan etmeye

    kalktığımızda Avrupa bizden referandum istedi. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatların katıldığı

    referandumda % 64,4 bağımsızlık yönünde oy kullanıldı. Biz haklıydık ama o gün Sırp

    askerleri topraklarımızı, devletimizi işgal etmeye başladı. Silahımız yoktu. Tankımız,

    roketatarımız, uçaklarımız, bombalarımız da… Hepsine onlar el koymuştu. Birleşmiş

    Milletlere başvurduk. Avrupa’dan ve Amerika’dan adaleti, hakkı, hukuku, yıllardır

    savundukları demokrasiyi, hürriyet hakkını, kendi koydukları ve var olduğunu savundukları

    ilkelere sahip çıkmalarını talep ettik. Yardım dilenmedik, para ve silah da… Sadece ama

    sadece silahsız ve korunmasız halkı koruyacakları bazı tedbirler talep ettik. Çünkü Birleşmiş

    Milletler bunun için kurulmuştu. Barışı, demokrasiyi korumak, soykırımlara engel olmak…

    Toplandılar, bir karar açıkladılar. “Savaşın üstüne savaş eklemek istemiyoruz.” dediler. Silah

    satışına ambargo koydular. Bu ne demekti? Bütün Sırplar silahlıydı, ama artık ambargo

    sebebiyle, direnmeye başlayan Boşnaklara silah satışı yasaklanmıştı. Avrupa ve Amerika,

    Müslümanları, Türkleri yani sizin deyişinizle biz Boşnakları elimiz kolumuz bağlı halde

    düşmanımızın önüne sürdü. 1200 gün boyunca gece ve gündüz cehennemi yaşadık. 1200 gün

    boyunca Avrupa’dan, Amerika’dan sesimizi duymalarını bekledik. Her gün bizi kandırdılar,

    her gün bizi aldattılar. Çare bulmak ümidiyle gittiğimiz her toplantının aslında düşmanımıza

    daha fazla zemin hazırlama çalışması olduğunu fark edince Avrupa’nın ne demek olduğunu

    anlamıştım. Onlar için biz yoktuk. Avrupa’nın ortasında bir halk, sadece Müslüman olduğu

    için, hakkını hukukunu demokrasiyle aradığı için katillerin önüne elleri bağlı halde terk edildi.

    Ben halkımı bir savaşın yaklaştığına dair ikaz ettim, ama itiraf etmeliyim ki bir savaşın içinde

    olduğumuzu söylerken bile 20. yüzyılda bir millete soykırım uygulanacağını, hele bunun

    Avrupa’nın gözünün önünde ve hemen yanında, onların göz yummasıyla yaşanacağını hiç

    ama hiç düşünmemiştim. (Soykırım elbette soykırımdır. Mesela neredeyse aynı tarihlerde

    Afrika’da yaşanan ve bir milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan Ruanda Soykırımı için Fransa

    Devlet Başkanı François Mitterand’ın “Oralarda yaşanan şeyin ciddiye alınmasını gerekli

    görmüyorum.” dediğini duymuştum. Orası Afrika’ydı. Yıllarca Fransızlar ve İngilizlerin

    sömürdükleri topraklar. Ben de Fransızların, İngilizlerin oralara bu kadar umursamaz

    baktıklarını biliyordum. Biz Avrupa’da olduğumuz için en azından bir sorumluluk

    hissedeceklerini düşünmüştüm. Yanılmışım.)

    Peki, neler oldu Bosna’da? Bosna dört taraftan Sırp askerleri tarafından kuşatıldı. Boşnaklar

    tarihte eşine az rastlanır bir direniş sergilediler. Kendi tüfeğimizi yapmaya çalıştık, kendi

    silahlarımızı üretmeye uğraştık. Şofbenden bombalar, soba borularından roketatarlar yaptık.

    Ama hiç tankımız olmadı mesela.

    Savaşı yaşamayan birine onu anlatmak çok zordur. Anlayamazsınız. Dört tarafı dağlarla

    çevrili bir şehre, her taraftan ateş edildiğini düşünün. Hareket eden her şeyi vurma emri veren

    bir zihniyet düşünün. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı ayırmayan bir yöntem düşünün. Ağır

    silahlardan 700 bin merminin yağdığı bir şehrin ne hale gelebileceğini hayal etmeye çalışın.

    Milyonlarca boş kovan… Elimizdeki insani malzeme tükendi… Şehirde gıda bitti, temiz su

    şebekeleri yok edildi. Elektriğimiz ve gazımız yoktu. Odun ve kömürümüz de… Şehre giriş

    ve çıkış da yapılamıyordu. Bir kuşatmaydı bu. Çocuklarımız, bebeklerimiz, yaşlıları açlıktan,

    bakımsızlıktan öldüler. Birleşmiş Milletler, yardım gönderiyoruz diye bize otuz yıl öncesine

    ait konserveleri, pirinç paketlerini gönderdiler. Bu konserveleri sokağa koyduğumuzda,

    kapağını henüz açmadan köpekler bile onların kokusunu alıp hemen kaçıyorlardı. Savaşı

    yöneten bir lider olarak aldığım en acı haberler, kadınlarımıza ve kızlarımıza yönelik

    tecavüzlerdi. Maalesef Bosna’nın her tarafından, Mostar’dan, Srebrenitsa’dan bu tür haberler

    alıyorduk. Bu, Sırp askerlere verilmiş kati bir emirdi. Sırp entelektüellerinin teorisini yazdığı

    etnik temizliğin bir parçası olarak Sırp yöneticiler tarafından kurgulanmış iğrenç bir plandı.

    Bir gün Brçko’da üç bin kardeşimizin boğazlanıp nehre atıldığını öğrendik, başka bir gün

    toplu soykırım Kosaraz’da devam etti, peşinden Prijedor’da… Ve sonra bütün Bosna’da…

    Biz Sırplara düşman değildik. Onların yöneticilerinin bize ve ortak yaşama idealine karşı

    çıkmalarına direniyorduk. Yani Sırp devletinin takip ettiği işgal politikasına… Ama

    düşmanımız yani Sırplar, doğrudan bizim milletimize düşmandı. Savaşta bile olsak, inançlı

    bir Müslüman olarak Kitap ne emrediyorsa ona göre davranmak zorundaydık, öyle de

    davrandık. Bunu insanlık ve İslamlık onuruyla ve gururuyla söyleyebilirim. Sırplar,

    şehitlerimizi gömdüğümüz mezarlarımıza bile tahammül edemediler, hepsini tarumar ettiler.

    Sadece mezarlarımızı değil, tarihi eserlerimizi de…

    Yüzyılların kıymeti Mostar’daki köprümüz, Saraybosna’daki NAHIT Kütüphanemiz ki bu

    kütüphane Avrupa mimari tarzına göre inşa edilmişti. Yıktılar, yaktılar. Yıkılan 1300

    camimizi saymaya gerek var mı bilmiyorum. 200 bin insanımızın öldüğünü, binlerce

    kadınımıza ve çocuğumuza tecavüz edildiğini, insanlarımızın açlıktan kırıldığını ve yüz

    binlerce vatandaşımızın yurtlarından kaçmak zorunda kaldığını gördükleri halde Fransa,

    İngiltere, Rusya gibi büyük devletler ne yaptı dersiniz? Onlardan sadece Saraybosna’ya

    uygulanan ambargoyu kaldırmalarını istediğimiz zaman, Güvenlik Konseyi toplandı ve

    talebimiz işte bu modern ve demokrat devletler (!) tarafından reddedildi. Ben hem onların,

    hem Sırpların bana karşı işlediği suçları affedebilirim, askerlerime karşı işledikleri suçları

    da…

    Ama söyleyin, hangi sabır, hangi vicdan, hangi inanç onların kadınlarımıza ve kızlarımıza

    yaptıklarını affettirebilir? Asla affetmeyeceğim. Bütün bu anlattıklarımdan sonra Batı’nın ve

    Avrupa’nın Bosna’da yaşanan soykırıma müdahale etmediğini söylemiyorum. Yanlış

    anlaşılmasın. Onlar, bu soykırıma doğrudan ve çok etkili bir şekilde müdahale ettiler: Sırplara

    yapabilecekleri her türlü yardımı perde arkasında yaptılar, Boşnakları elleri kolları bağlı

    bıraktılar ve sonunda zeminini hazırladıkları Müslüman kıyımını oturdukları yerden

    seyrettiler.

    Saraybosna’yı, Mostar’ı gezerken göreceksiniz ki bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün

    parklarımız şehitlerimizin istirahatgahı olmuştur. Boşnakların en mahir olduğu işlerden biri de

    mezar taşıdır. Bu sözün ne anlama geldiğini şehirlerimizin dört bir köşesinde karşınıza

    çıkacak şehitliklerimizde göreceksiniz. Dünya Bosna’yı o mucizeyi ve onurlu direnişiyle

    hatırlasın istesem de bizim yüreğimizde sakladığımız ama yine de yüzümüze yansıyan şey

    “acı”dır. Lütfen bu söz sebebiyle bize acımanız gerektiğini düşünmeyin, hatta sakın bize

    acımayın. Çünkü bahsettiğim bu acı ancak bir Boşnak’ın anlayabileceği ve hakkıyla

    yaşayabileceği bir histir. Biz acınacak bir millet değiliz aksine bastığımız her adımda gururla

    yürüyoruz. Size Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey çoğunuzun üstünkörü bildiği,

    bazı detaylarına vakıf olmadığı Srebrenitsa Olayı hakkında… Bir insanın hayatında

    karşılaşabileceği en aşağılayıcı, en zalim, en adi günlerin yaşandığı katliam… İnanın, o gün

    Srebrenitsa’da bulunan binlerce Boşnak kardeşimize Allah’ın Kitapta bize anlattığı

    cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme sığınmak için ne yapmaları gerekiyorsa mutlaka

    yaparlardı. Ama buna bile fırsatları olmadı.

    Srebrenitsa, Sırbistan sınırına yakın olan bir şehrimizdi. Birleşmiş Milletler savaş devam

    ederken burayı Güvenli Bölge ilan etti ve Hollandalı bir askeri birliği beş kilometre yakınına,

    Potocari’deki kampa yerleştirdi. Şimdi dinleyeceklerinizi lütfen yüzlerce yıl önce yaşanıp

    bitmiş bir hadise olarak dinlemeyin. Henüz yirmi yıl önce yaşanmış ve etkileri hala devam

    eden çok taze bir dramdır bu. Güvenli bölge ilan edilen bir yerde “ Avrupa’nın İlkeleri”

    gereği insanlar silahsızlandırılır. Boşnak kardeşlerimiz de Avrupa’ya güvenerek ve artık

    NATO, BM gibi kurumların koruması altına girdiklerini düşünerek silahlarını teslim ettiler.

    Fakat 1995’in Temmuz’unda Sırplar, Radko Mladiç komutasında Srebrenitsa’yı abluka altına

    aldılar. Dağlardan sivil insanlara tanklarla, toplarla saldırmaya başladılar. Çevre kasaba ve

    köylerdeki vatandaşlarımız, büyük bir korkuyla güvenli yer bildikleri Srebrenitsa’ya sığındı.

    Şehrin nüfusu bir anda katbekat arttı. Artık bırakın evleri, sokaklarda bile yatacak yer,

    yiyecek gıda kalmamıştı. Mladiç, bir insanın asla yapamayacağı bir planla silahsız ve

    korunmasız bu insanların üzerine ateş kustu. Binlerce Boşnak, canını kurtarmak üzere

    Potocari’deki BM kampına sığındı. Şehir boşaltılmış, 20 bine yakın masum sivil halk, kampın

    etrafına kaçmıştı. Gücü yetenler ise ormanlara dalıp Tuzla tarafına doğru koşmaya ve

    kurtulmaya çalıştı. Mladiç, askerleriyle birlikte Srebrenitsa’ya girdiğinde yakılmış evler,

    yıkılmış camiler ve okullarla karşılaştı. Sokaklarda tek bir insan bile yoktu. Büyük bir keyifle

    gezindiği caddelerde “Nihayet Türklerden intikamımızı alıyoruz, artık onları Avrupa’dan

    tamamen kovmanın zamanı geldi.” diye konuşuyor, askerlerini tebrik ediyordu. Bugün

    Almanya’ya gitseniz, sokaklarda karşılaştığınız herhangi bir Alman vatandaşının yüzüne

    baksanız, Yahudi soykırımı sırasında yaşanan insanlık dışı olayları bu insanların yaptığına

    inanır mısınız? Ben inanamıyorum. Tıpkı sokakta karşılaştığım bir Sırp’ın o gün

    Srebrenitsa’da yaşananları yapacağına inanamadığım gibi. Fakat yaptılar. Maalesef yaptılar.

    Mladiç, askerleriyle Potoraci’deki kampa geldi. Kampa sığınan bütün sivillerin kendisine

    teslim edilmesini istedi. O gün, orada bulunmalarının tek sebebi, silahsız ve korunmasız halde

    kendilerine yalvaran halkı korumak olan birliğin komutanı, hiçbir direnç göstermeden bu

    isteği kabul etti.

    Şimdi gözlerinizi kapatın ve erkek, kadın, çocuk, yaşlı 20 bin kişinin aynı anda “Bizi teslim

    etmeyin, öldürecekler.” Diye yalvardığını düşünün. Nasıl hüzünlü ve uğultulu bir ses, değil

    mi? Mahşer yeri denilen bu olsa gerek. Bu sesi umursamamak için ne kadar zalim olmanız

    gerekir, bir fikriniz var mı? Sizin yoksa da tarihin bir fikri: BM Bosna Barış Gücü Komutanı,

    Fransız General Bernard Janvier veya Hollanda Askeri Birliği Komutanı General Tom

    Karremans olmanız yeterli! Bombardımanın altındaki Güvenli Bölge’yi korumak için bir tek

    adım bile atmayan bu beyler, 20 bin masum sivili o gün Radko Mladiç’e teslim ettiler.

    NATO’ya bağlı uçakların, karargâhtan havalandığını ama İtalya üzerindeyken yeni bir emirle

    geri döndüğünün artık hepimiz biliyoruz. Peki, o gün orada neler oldu? Size söylemiştim, bize

    yapılan her şeyi affedebiliriz ama kadınlarımıza ve çocuklarımıza yapılanları asla

    affetmeyeceğiz. Dokuz yaşında henüz ergenliğe girmemiş bir erkek çocuğu düşünün. Yanında

    annesi var. Sırp askerler, çocuğun kafasına silah dayıyorlar ve o anda çırılçıplak soydukları

    kadına yani annesine tecavüz etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istediğini yapmayınca

    kafasına yediği tek kurşunla ölüyor. Bu sırada Hollandalı Barış Gücü askerleri kulaklarına

    takılı kulaklıkla müzik dinliyorlar. Bir kadın, kucağında beş yaşında kız çocuğu. İki asker,

    kızı annesinin kucağından indirmeden kadının ellerini ve bacaklarını iki yana açıp üçüncü bir

    askerin tecavüzüne yardım ediyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler komutanı, askerlerin önderi

    Mladiç’le aynı masada bira içiyor. Bir bebek. Kampın etrafındaki binlerce insan gibi ağlıyor.

    Sesi, askerleri rahatsız etmiş. Annesine “Kes şunun sesini!” diye bağırıyorlar. Kadın bebeğini

    sarıp sarmalıyor, susturmaya çalışıyor ama başaramıyor. Asker “Sen susturamazsan ben

    sustururum.” deyip elindeki çakıyla bebeğin dilini kesip yere atıyor.

    Türk’ün evladı… Unutma. Ben Aliya, Boşnakların içinde herhangi biriyim. O gün bütün

    Avrupa bizi yapayalnız bıraktı. Üç gün içinde sekiz bin vatandaşımız katlettiler ve toplu

    mezarlara gömdüler. Binlerce kadınımıza tecavüz ettiler. Binlerce çocuğumuzu yetim

    bıraktılar. Henüz mezarlarını bulamadığımız kaç kardeşimiz daha var, bilmiyoruz. Önce,

    hepsini sıraya dizip tek tek öldürmeye başlamışlar. Elinize kazma kürek verildiğini, bir çukur

    kazdırıldığını, sonra kafanıza bir kurşun sıkıldığını düşünün. Biraz zaman geçince işin çok

    uzun süreceğini anlıyorlar. Bu kez yirmili, otuzlu, kırklı gruplar halinde daha büyük çukurlar

    kazdırıyorlar. Vatandaşlarımızı bu kuyuların içine atıp üstlerine kurşun yağdırıyorlar. Bu kez

    de çok fazla mermi harcandığını anlayıp başka bir yola başvuruyorlar. Çukurlara doldurulan

    kardeşlerimizin üstüne bomba atıp onları paramparça ediyorlar. Onların mezarını biz

    bulamadık. Kelebekler buldu. Mavi kelebekler. Sadece toplu mezarların olduğu yerde biten

    bir çeşit bitkiyle beslendikleri için bazı bölgelere kümelendiklerini anladık. Nerede mavi

    kelebek gördüysek orayı kazdık. Binlerce şehidimizi çıkarıp Potocari’deki şehitliğe defnettik.

    Biz “Bosna’da kendi devletimiz olsun.” demedik, onlar dediler. Biz “Bosna’da sadece bizim

    dinimiz olsun.” demedik, onlar dediler. Biz “Bosna’da sadece bizim kimliğimiz olsun”

    demedik, onlar dediler. Bizim Bosna’da savunduğumuz şey, Batı’nın tüm dünyaya göğsünü

    gererek anlattığı Helsinki Nihai Senedi’ydi, Paris Şartı’ydı, demokrasi ve hürriyet ilkeleriydi.

    İki yüz bin canımızı kaybettiğimizde, binlerce kadınımız karınlarında kocalarını öldüren

    askerlerin bebekleriyle terk edildiğinde, yirmi dokuz günlük bebeklerimiz öldürülüp toprağa

    düştüğünde Avrupa’nın anlattığı şeylerin koca bir yalan olduğunu anladık. Amerikan Başkanı

    George Bush’a toplama kamplarını, tecavüzleri, ambargoyu delilleriyle gösterdiğimde verdiği

    tepki dünyanın nasıl yönetildiğini öğretti bana. Petrol için Irak’a bir gecede savaş açan ama

    buna demokrasi kılıfı uyduran, yıllarca Afganistan’da, Pakistan’da, Afrika’da, Filistin’de,

    Hindistan’da askeri operasyon yapan Amerika başkanı, anlattıklarımı dinledikten sonra tek bir

    cümle söyledi bana: “Bosna bizim meselemiz olamaz, o, Avrupa’nın bir iç meselesi.”

    Ben Aliya, Aliya İzzetbegoviç. Unutma, Türk’ün evladı! Sömürgeciler, bütün ilkeleri kendi

    menfaatleri için koyuyorlar ve kendi çıkarlarını korumak için denklem kuruyorlar. Onların

    demokrasi dedikleri, hürriyet dedikleri, aidiyet dedikleri, barış ve hoşgörü dedikleri ilkeler,

    Saraybosna’da, Srebrenitsa’da, Mostar’da toprağın altına gömüldü. Hem de çok acı

    hatıralarla… Biz, kendi çocuklarımız en azından tebessüm edebilsinler diye yaşadıklarımızı

    yeni nesillere anlatmıyoruz, anlatmayacağız. Ama sen bizim yaşadıklarımızı sakın unutma!

    Onlar askerleriyle, basın ve medyasıyla, kurumlarıyla çok güçlüler. Onların güçlerinden değil,

    ikiyüzlü olmalarından kork. Biz, senin kardeşin olduğumuz için öldürüldük, boğazlandık,

    tecavüze uğradık. Senin hafızana sahip olduğumuz için toplu mezarlara gömüldük, yok

    edildik.

    Türk’ün evladı, bizim korumaya çalıştığımız sancak, Yemen’de, Çanakkale’de, Filistin’de,

    Kırım’da, Açe’de, Türkistan’da korunmak istenen sancaktı. O, ne bir dinin, ne bir ırkın, ne bir

    dilin, ne bir mezhebin sancağıydı. İnsanlığın, tek başına insan olmanın temsiliydi.

    Sömürgecilerin karşısında sakın yere düşme. Biz, Çanakkale’den sonra direnişi devam ettiren

    nesiliz. Sen, direnişin değil, dirilişin nesli olacaksın. Korumak için değil, düzen kurmak için

    çalışacaksın. Sen varsan biz olacağız. Sen ayaktaysan biz yaşayacağız. Ama unutma!

    Sömürgeciler, seni tamamen Asya’ya sürmek için planlarını adım adım işletecekler. Bir gün

    sıra sana da gelecek. Seni yok etmek için bin yıldır hazırlananlar, bir gün bile durmadan

    çalışıyorlar. Sen Türk’sün. Bir ırk, bir din, bir mezhep değilsin, olamazsın. Batı, Haçlı

    Seferlerini düzenlerken Araplara Arap demiyordu, Türk diyordu. Çanakkale’de Kürtleri

    boğazlarken onlara Kürt demiyordu, Türk diyordu. Ne zaman ki onların çıkarı için yeni

    devletlere ihtiyaç duydu, Arap’a Arap demeye başladı. Seni ondan, onu senden ayırdı. Bugün

    de Kürt’ü senden, seni Kürt’ten ayırmak için gece ve gündüz çalışıyor.

    Türk’ün Evladı, Biz Boşnak’ız ama Türk’üz de. Sen de kalbimde taşıdığım acıyı taşıdığın

    kadar Boşnak’sın. Utanacak tarihimiz, saklayacak hafızamız yok. Sırp’a karşı sorumlu

    olduğumuz için değil, yasayla zorunlu kılındığı için değil, kimimiz dinimiz, kimimiz

    milletimiz, kimimiz Kitabımız, kimimiz ahlakımız sebebiyle vicdan sahibi olduk. Birileri öyle

    istediği için değil, vicdan bunu tarif ettiği için hiçbir milletin diline, dinine, mezhebine

    karışmadık. Mezarlarını çiğnemedik, ibadethanelerini yıkmadık, kadınlarına tecavüz etmedik,

    bebeklerini boğazlamadık.

    Sen var olmak zorundasın. Bu yüzden bir ve beraber olmak zorundasın. Sömürgecilerin

    tezgâhıyla saflara ayrışmamalısın.

    Türk’ün Evladı, bizi, onların bize yaptıklarını ve sorumluluğunu sakın unutma.”

    Ben Aliya…

    Aliya İzzetbegoviç  








  • Yugoslavya'yı yıktılar boşnak sırp çatışması bahanesi ile. insanlar zenginlik içindeydiler. aliyya ne içmişse fazla içmiş. nato bayrağı altında poz vermeyi sevdiği söylenir.


  • < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • pskillercheto P kullanıcısına yanıt

    yugoslavyanın zengin olması için canlarını yaktılar... Teslim olanın zenginliği hesap olmaz. Mücahidin savaşı devran olur !


    ALiya.... büyük ReiS ! SOnuna kadar mücahit... Zengin olmayı değil mücahit olmayı seçen gerçek kral !

  • karafetva K kullanıcısına yanıt

    neyin canlarını yakmışlar? ne sallıyorsun sen?


    yıllarca senin efendin amerikan, arnavutluk üzerinden şeriatçı manyaklarla alttan alttan ateşledi. bugünki kosovo o zaman da şeriatçı çukuru gibiydi. zaten arnavutluktan getirilen şeriatçılar 80lerde ırak sınırına getirilip orada iran ile şia sünnia çatışması için kullandılar. ilan saplayınca, bu sefer amerikan abin bu pislikleri yugoslavya'ya bugünki bosna ve kosova üzerinden soktu.


    aradan 23-24 yıl sonra amerikan efendiniz bu sefer de aynı pislikleri aldı istanbul üzerinden suriye iç savaşı için İsrail'in temizlediği Türkiye Suriye sınırı üzerinden suriyeye gönderdi!



    Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı


    Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı



    IQsu olmayanla muhattab olmak zor.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi pskillercheto -- 10 Haziran 2024; 22:55:15 >




  • şunu da ekliyim kendiliğinden yarı otomatik arapça konuşan kardeş



    bu işidçi köpeklerden bir tanesi bile 6 aydır filistinli çocukları sivilleri katleden israile bir tane taş bile atmadılar şerefsiz soysuzlar! yapabildikleri bir tek suriye ulusal ordusuna ve ırak milli ordusuna saldırmaya çalışmak!

  • pskillercheto P kullanıcısına yanıt

    DÜnyada yalan konuşmak bedava ama bu yalanlara itiraz edemeyecek bir karaktere düşmek ???

    Tüm suç Türklerin, Müslümanların diye uydurma felsefeyi kim üretir ??? Pisliğin esas kaynağı itiraf edecek değil ya tabii ki utanmadan yalan konuşacaktır. Suçu başkasına atmaktan utanmayacaktır. Ama ya buna itiraz eteye cesaret bile edememek ?


    Dünyada ilk pisliği düşmanlarımız yaptı. BUgün de her yaptıkları pisliğe yalan uyduruyorlar. Erkekçe savaşamıyorlar savaş meydanına bile çıkamıyorlar. BU denli hainleri savunabilmek ????


    Saldırmak istiyorlar. sebep yok sebep yapıyorlar. Ortalık karışmıyor karıştırıyorlar. Başlamıyor kendileri başlatıyor. Neden yaptın diye köşeye sıkıştıklarında "menfaatlerim" demekten utanmıyorlar... İnsan hayatına kast etmekten utanmayacak kadar aşşağılık haldeler...


    AYrıca müslümanlara devamlı aşırıcı yakıştırması yapmak da başka bir düşmanlık. düşmansan erkek gibi düşmanlık yap önüne gelen herkese iftiraya yanaşma. Kimmiş işid? Her müslüman her abdye karşı çıkan herkes işid? Hem bu ağızla konuşuyorsun hem de sanki abdye karşıymışsın gibi davranıyorsun. abdye karşı ne yapabildin ? yapmayı bırak ne yapmayı hayal edebildin ? korkudan köşeye sıkışmış ve onların hoşuna gidecek biçimde merhametimize sığınarak bize saldırıyorsun....





  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Diğer taraftan israile hiçbirşey yapamadı denilenler, gidip israili silkelese bile "israil kendi silkindi" diyecekler. sen ne yaptın ki başkasını iddia ediyorsun ?


    Şeriat "hukuk" demektir. Ve hukuksuzluk ise size benzer....

  • Bir ayağı ve kalbi bosnada olan biri olarak Aliya'nın yazdıklarına katılıyorum. Mekanı cennet olsun.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Navi kullanıcısına yanıt

    Dinlemeye hazırız. Merakla.

    ANlatın!

  • pskillercheto P kullanıcısına yanıt

    Kendinden çelişkili bu ithamlar neyi ispatlayabilir ? Sen de karşıt fikirlerle yazışıyorsun onların taraftarı mısın ? Aliya Reis de düşmanla görüşmüştür, daha ağır düşmanla da görüşmüştür. Savaş öyledir. düşmanla cephede de masada da görüşürsün.


    Ama sen daha hiçbirşeyi anlamamış, anlayamamış hiçbir ispatın yokken saldırmaktan zerre kadar çekinmiyorsun. Çünkü bir hissiyata sahip değilsin. Nasılsa bedava....


    yugoslavya gül gibiymiş... Öyle bir ülke mi var ? 1 senede kurulmuş 2 senede yıkılmış. Her tarafı ülke olsa ne yazar? İnsanların kanı üzerinden sürülen sefayı methedecek kadar insanlığa düşman olmuş bir felsefeyi dinlemekteyiz.


    Seni iptal edince karşındaki sorunlu. Değil mi ? Öyle ise en sorunlu biziz!!! Her sakallı sarıklı olan terörist öyle mi ? Sadece dindar olduğu için terörist öyle mi ? En öyle olanı biziz !!!


    Sen uçakları kaldırıp imnsanları topluca katliama maruz bırakan pisliklere ses çıkaramamışsın ama onlarla savaşanlara laf arıyorsun. Bi defa terörist olsalar ne yazar? Karşılarındakiler en terörist? ???????????





  • karafetva K kullanıcısına yanıt

    robotla mı yazışıyorum? aynı saçmalıklar sürekli!


    yugoslavya'nın neresi kanla kurulmuş? ulan hepsi slav ! bir tek kosova arada kaynamış ki o da sırp toprağı sayıldığı için. hayatında köyünden başka biryer görmemiş insan Dünya coğrafyayı bilmiyor ama siyaset anlatıyor :)

  • pskillercheto P kullanıcısına yanıt

    Alıntı

    metni:
    yugoslavya'nın neresi kanla kurulmuş?

    Bölgede kan dökülmemiş, pisliklerin yaşanmadığı tek bir yer yok, senin gibi aleyhtarlar dahi itiraf ediyor hiç çekinmeden laf üretmeye devam ediyorsun ???? Sen kimsin de bileceksin ?


    Mühim olan fikirlerdir... Bölgedeki İslam düşmanları fikren menfaatleri için insan öldürmeye hazır kuduz bir fikirdeler. Hal böyleyken sen daha ne ürettiğini sanıyorsun ???


    3 silindirli mini ve arızasından çokça bahsedilen otoların olduğu bir resim karesiyle zenginlik anlatmaz mısın !!! O resim karesini gösteremediğinde ne yapacaksın aceba ?


    Bugün dahi toplu katliamları devlet adıyla yapıp olağanlaştırmış olan pislik felsefesi, durmadan harcıyor. İnsan harcıyor. Menfaati için onları savunmaktan utanmayanlar da üretiyor...





  • @pskillercheto Ayrıca konu yugoslavya değil. Ondan bahsetmek istiyorsan git konu aç. Bir hüzünlü mektup ve ilgili kısmı var. Bahsedeceksen bundan bahset. Konudan çıkmak sana zor gelmesin. Keza git gide konuda çıkmış bir tipe dönebilirsin.

  • karafetva K kullanıcısına yanıt

    hahah yahudi işbirlikçisi olduğu ortaya çıkınca moralin mi bozuldu? baktın mı bernard henri levy kimmiş? ingilizce mi el vermiyor yoksa?



    ulan senin gibilerinin ciğerini bilmiyormu bu toplumun çoğunluğu? 100 yıldır işinize gelmeyen herkes yahudi! Atatürk'e yahud de , koç ailesine yahudi de , anası babası ege köyünden gelme sanatçı eleştirir o da yahudi olur!


    hayır bem beyaz sarışın adam da size göre ise ermeni de oluyor :D bosna'dan göçme sancak Türkü sabiha gökçen gibi temiz beyaz bir insanı da Ermeni diye uyduran palavracılar sizlersiniz.



    begoviç de zaten biraz burnu büyük. genetik olarak ortadoğu çıksaydı şaşırmazdım.



    ulan bu yahudi de nerede bir "true muslim in war" orada ortaya çıkmış. adam bildiğin gittiği yere ölüm götürmüş. altta resim de Libya ve özgür (!) libya ordusu ile. bu arada amma özgür(!) ordu kuruldu... özgür(!) suriye ordusu gibi.



    Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı



    nerede jiahtçı bir özgürlükçü(!) islamcı var orada hep yahudi/amerika oluyor ne ilginçtir Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı 





  • @pskillercheto


    Dostum ne özgür Yugoslavya'sı. Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı 


    Yugoslavya kuruluşundan yıkılışına bir Diktatörlüktü. Tek parti rejimi vardı.

    Sadece partililer zengindi, halkın büyük kısmı fakirdi.


    Zaten diktatörlük olmasa birbirine benzemeyen farklı diller konuşan o kadar Sırp, Hırvat, Boşnak, Sloven vs bir arada nasıl tutacan?


    Avrupa Birliği ve Diğer Avrupa ülkeleri hızla zenginleşirken, Diktatör rejimin altında Yugoslavya fakir kalmaya devam etti.

    Sonra ABD de durumu kullanıp Yugoslavya'nın parçalanmasında önemli katkı oynadı tabi ki.

    Ama asıl neden Sırpların rejimi ele geçirip diğer vatandaşlara 2.sınıf vatandaş muamelesi çekmesi.





  • pskillercheto P kullanıcısına yanıt

    Gerçek dışı lafları kendi kendine konuşabildiğin için menfaatin için gerçek dışı konuşmaktan çekinmeyecek bir karakterde olduun ortada.


    Aliya Reis, yahudi ile mi görüşmüş ? sen dediğine göre gerçek değildir. AMa şu gerçek ki, savaştığın düşmanla da görüşürsün. Var mı buna cevabın ? hea ?


    Önemli olan ise; teslim olmuş olan menfaateprestlerdense savaşan tek yiğit Boşnak milleti ve liderine karşı oluşun. Senin karakterin teslimiyete mecbur ve cesareti hayal edemeyen bir halde olabilir. Bu senin halin. Savaşan kaybedebilir. Savaşmayan kaybetmiştir!


    Sonuç olarak konuşmak istediğin konular bu konunun konusu değil. Konusuz konuşuyorsun. Yani iptal olduğun lafları sorun çıkararak bulaştırıyorsun. Konudan çıkabilirsin.

  • Timsah-16 kullanıcısına yanıt

    Hocam ne özgürlüğü refahı ? Zaten müslümandan ele geçirdikleri ile utanmadan yaşayan kalabalıklar. avrupa amerika rusya tam gaz maddiyat sağlıyor ama ALLAH rahatlık vermiyor. ermenistan ve daha nice devlet gibi.


    İşin kötüsü aramızdan birçoklarının düşmanla kol kola olmaktan utanmadan desteklemesi. Dün gizliydiler bugün ayan beyan ortada !

  • Timsah-16 kullanıcısına yanıt

    madem sen anlat nasıl değilmiş.


    yugoslavyayı görmüş insanlarla tanıştım, yani tamamı ile senin aksini savunuyorlardı ki haklıydılar. Keza üretim kapasiteleri:


    - iki veya üç çeşit otobüs fabrikası

    - iki veya üç çeşit araba motor fabrikası

    - Mikroçip fabrikası!



    la gardaş bu nasıl diktatörlük?


    diktatörlükten kastın, Tito'nun pan-slavinist politikaları ise! Kafan mı güzel? ülkenin adı Yügo-Slavya! yani Güney Slavlığı!


    HEEEEEE bak bilgisizliğin buradan belli. yazmışsın da "farklı diller" :) benim 8 senede malum sebeplerden öğrendiğim bulgarca ile bile ben Yügo-Slavia ne demek anlıyabiliyorum. Sen ise islamcı tarikatçı yapıyı destekleyen görüşe sahip biri olarak , bu güney slavlarının "farklı diller" konuştuğunu idda da ediyorsun :))) acaba kuzey - slavya da "severno slavya" miymiş :)))



    yıkılma sebebi, tito'nun tek adam rejiminin ölümü sonrası, güç savaşları için topraklarını satanlardı. benzerini biz sovyetler yıkılınca rusya'da gördük. yeltsin ve gorbaçov gibi kendi vatanlarına hainler gibileri yugoslavya'da da türedi. sonra hepsi kendi kafasına göre harita çizmeye kalktı.


    benzer olayı bulgaristan da yaşadı. hatta bir önceki başbakan borsiv, o dönemde generaldi. komünistler bunun "paşata" (eski asker olduğu için paşa lakabı kullanmış Rumen nikolov) ile hain olduklarını anlayınca öldürmeye kadar vermişler ama yine ordu içinden birileri bilgi sızdırarak mesela borisov'u Türkiye'ye kaçırmışlardı.


    daha sonra Asange'ın sızdırdığı wiki leaks belgelerinde, paşata ve borisov'un daha 80lerde CIA ile görüşmeye başladığı yazılıyordu. savaş sonrası ülkeye akan yahudi batı paraları bu ikiliye akıyor. böylece bulgaristan'a demokrasinin ilk meyveleri getiriliyordu.



    bulgaristan'dan çıkan silahlar ırak'a ve ve yugoslavya'ya da görülecekti. Amerika bu iki piyonu aracılığı ile ırak'da kürtlere ve pkkya, saddam ve Türkiye karşıtı silah sağlarken, bulgar arsenal yapımı kalaşnikler, rgp'ler ise yugoslavya'da hem sırplara hem boşnaklara gidiyordu. böylece savaş daha da acımasızlaşacak ve yugoslavya tamamı ile yok edilecekti.



    amerikan efendinizin tarihte neler yaptığını az buçuk okuduk biliyoruz yeğen :) yani belirli isimler (geneli yahudi) nerelerde dolaşmış, buna bakılınca bile neyin ne olduğu okunabiliniyor :)



    Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı


    Aliya reisin Türklere mektubu ve Türklerin sürgün planı



    bir resimde iki farklı balkan ülkesi başbakanı ama diğer surat ise bir yahudi ve nato dönem başkanı :)))) evet kardeş. "dihdadör bunnar"





  • 
Sayfa: 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.