Şimdi Ara

Attila döneminden pek bilinmeyen bir epik şiir ve Attila'nın ölümü

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
36
Cevap
1
Favori
893
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
8 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Herkese merhabalar

    Öncelikle bu şiir ile önceleri 'Poetic Edda' isimli, bugün Nors mitolojisi ile ilgili bildiğimiz çoğu şeye kaynaklık eden kitabı okur iken karşılaşmıştım.

    Poetic Edda nedir?


    13.yüzyılda İzlandalı tarihçi Snorri Sturluson tarafından derlendiği düşünülen, tarihleri çok eskilere dayanan şiirler barındıran bir derlemedir. Nors mitolojisine dair bilinen çoğu şeye bu skaldik şiirler kaynaklık etmektedir.

    Peki, Poetic Edda'nın konu ile bağlantısı nedir?

    Birazdan kendi çevirimi sunacağım (İngilizce'den Türkçe'ye) ve kendi fikrimce çok etkileyici olduğunu düşündüğüm şiir, Poetic Edda'nın içerisinde tarih bakımından en eskiye dayanan şiirdir. Bu şiirde kullanılan dil yine Eski İzlandaca/Eski Norsça (Old Norse) olmakla birlikte tarihinin eskiliğinden dolayı çevirmesi/deşifre etmesi diğer şiirlere göre daha meşakkatli olmuştur. Gotlar ile Hunlar'ın arasındaki ilişkiye ve dönemin etnik yapısına dair ufak bir ipucu edinilebilir bu şiir vasıtası ile.

    Şiire dair birkaç gerekli bilgi

    Şiir boyunca bir hazineden bahsediliyor ve Fafnir' e ait olduğuna değiniliyor. Şimdi, burası işin biraz destansı boyutu. Germenik tüm halklar arasında çok yaygın olan bir saga vardır. Volsung Sagası diye geçer. Bu saga Fafnir'in çok görkemli bir hazineden aşırı derecede etkilenmesi ve bir müddet sonra, bu etkilenişin lanet derecesine ulaşmasıyla birlikte ejderhaya dönüşünü ve daha sonrasında Sigurth tarafından öldürülüşünü işler. Tabii ki bu özetin de özeti. Ayrıca Tolkien de Hobbit romanını oluştururken bu sagadan ilham almıştır.

    Bu şiir sizce Attila'nın ölümüyle ilintili olabilir mi?

    Attila'nın ölümüne dair birçok teori var, fakat hiçbiri kanıtlı değil. Bunun da olmadığı gibi. Ancak sonuçta bir yazılı eser var; her ne kadar Fafnir'in hazinesi gibi epik unsurlar, destansı figürler barındırsa da, bu gerçeklik payı taşımayacağı anlamına gelmez. Bence, Fafnir'in hazinesi, Gotların çok ezeli bir rakiplerini yenmeleri üzerine ele geçirdikleri bir hazine olup daha sonrasında yerel halkın destanlaştırması ile birlikte Volsung Sagası'na zemin hazırlamış bir hazine olabilir. Fakat yeniden belirtiyorum, bu sadece benim kendi fikrim. Bu konuyu açma sebebim de böyle ilginç ve pek bilinmeyen bir şiir üzerine iki kelam etmek, bilmeyenler var ise tanımasına vesile olmak ve aklımdaki düşünceleri sunmak.

    Şiirin sonunda Attila ölüyor, çoğu teorideki gibi, yani karısı tarafından öldürülerek. Daha fazla uzatmadan çeviriye geçeceğim. Çeviriyi yaptığım kitap Jackson Crawford'ın orijinal Old Norse aslından çevirdiği Poetic Edda kitabıdır. Benim maalesef ki orijinal dilden (Old Norse) çevirebilecek dil bilgim yoktur. Keşke olsa idi. Ancak bu şiirin Türkçe hiçbir çevirisinin olmayışından iyidir diye düşünüyorum. Ayrıca bu çeviriyi forum ortamında paylaşarak zaten akademik kaygımın olmadığını, olamayacağını ve sadece üzerinde sohbet etmek maksadıyla çevireceğimi bir kez daha belirtiyorum.

    Atlakvitha - Attila'nın Yurdunun Çöküşü


    Attila Gjuki'nin oğlu Gunnar'a
    Bir haber gönderdi
    Knefroth'u seçti
    Göndermesi için
    Nihayet vardı Gunnar'ın yurduna
    Ateş etrafında sıcak oturaklar ile
    Kaliteli biraların bulunduğu yere

    Gjuki'nin oğulları içiyorlardı
    Sessiz Hunlar içeri girdiklerinde
    Hunlar ile Gotlar
    Kızgın bakışlar savurdular birbirlerine

    Fakat Hun Knefroth,
    Bir oturağa oturdu
    Soğuk bir ses ile
    Dedi ki onlara

    'Attila yolladı beni buraya
    Bir iş için
    Buraya atımı
    Mirkwood boyunca dörtnala sürdüm
    Attila bana sizleri davet etmemi söyledi
    Gunnar ve Hogni
    Attila'nın kendi salonunu ziyaret etmenizi
    Ve miğferlerinizi geride bırakmanızı söyledi (Bir nevi kuşanmadan gelin çağrısı. Miğfer sadece bir sembol.)

    Attila sizlere kalkanlar verecek
    Ve iyi yapılmış mızraklar
    Sizlere altın miğferler verecek
    Hun işçiliği ile dövülmüş

    Gümüş eyerler alacaksınız
    Hoş kırmızı pelerinler
    Mızrak uçları, kargılar
    Ve hızlı atlar

    Sizin geniş vadi Gnitaheith'a
    Sahip olmanıza izin verecek
    Ve demirden silahlar ile
    Altından gemilere
    Sizin görkemli hazinelere
    Sahip olmanıza izin verecek
    Dinyeper'den topraklar,
    Ve insanoğlunun Mirkwood dediği
    Şanlı ormanı vaadedecek

    Gunnar başını Hogni'ye çevirdi,
    Ve kardeşine dedi ki:
    'Ne diyorsun kardeşim,
    Düşünnmüyorum ki Gnitaheith'ta
    Bizim burada dengine sahip olmadığımız miktarda
    Hazineler vardır'

    Hogni dedi ki:
    'Salonlar gördük,
    Her biri kılıçlar ile dolu
    Her bir kılıcın kabzası
    Altınla kaplamalı
    Ben en iyi atı sürüyorum
    En keskin kılıcı taşıyorum
    En incelikle yapılmış yaya sahibim
    Ve altından zırh takımı giyiyorum
    Bir kayserin (Roma döneminde liderlik unvanı)
    Parlak miğferini ve kalkanını kuşanıyorum
    Bunların her biri
    Hunların sahip olduğu her şeyden iyidir'

    Peki, Guthrun (kız kardeşleri ve aynı zamanda Attila'nın karısı) ne kastetmiş olabilir,
    Bir kurdun tüyünün bağlı olduğu
    Bir yüzük yollayarak
    Bence bizi uyarıyor
    Bu hoş altın yüzükteki kurt tüyü
    Çemberi bozuyor
    Ve bizi seyahatimizde
    Bir kurt bekliyor

    Ne kardeşinin
    Ne yakınlarının
    Ne büyücülerinin
    Ne danışmanlarının
    Ne de en iyi adamlarının tavsiyesi üzerineydi
    Gunnar tek başına karar verdi,
    Tıpkı şanlı bir kralın yapacağı gibi,
    Ve içki salonunda konuştu
    Kabaran bir yüreklilik ile:

    Kalk ayağa, hizmetçi!
    Altın kupaları dağıt
    Bırak gençler
    Bal şarabından içiversinler!

    Eğer ki ölürsem,
    Ormandan bir
    Yırtıcı kurt
    Tüm mirasıma sahip olacak

    Bembeyaz kürklü ayılar
    Yemeğimizi yiyecekler
    Ve köpeklerimizle dövüşecekler
    Eğer ki geri dönmezsem

    Cesur dövüşçüler,
    Gunnar'ın savaşçıları,
    Hunlara eşlik etti
    Gunnar'ın salonundan dışarı
    Hogni'nin genç oğlu
    Dedi ki babasına:
    'İyi ve bilge kal,
    Cesaretin seni nereye götürürse götürsün!'

    O cesur adamlar
    Dağlara akın ettiler
    Sürat ile, sabırsız atlar ile
    Uçsuz bucaksız Mirkwood boyunca
    Hun diyarı titredi
    O cesur adamların atlarını sürdüğü yerde
    Sürdüler iyi eğitilmiş atlarını
    Yeşil ovalar üzerinde

    Attila'nın salonunu gördüler
    Hunların nöbette olup
    Devriye gezdiği
    O yüksek salonun dışarısında
    Hunların yurdu
    İçki için hazırlanmış oturaklar,
    Demirden, sarı kalkanlar,
    Mızrak uçları ve kargılar ile doluydu
    Ve işte orada oturuyordu Attila
    Şarap içiyordu
    En iyi korumaları dışarda oturuyordu
    Gunnar ve Hogni'nin
    İçeri mızraklar ile kavga başlatmak niyetiyle
    Giremeyeceğinden emin olmak için

    İçeri girdiklerinde
    Guthrun kardeşlerini karşılamaya geldi
    İkisini de selamladı
    Kasvetliydi ve azıcık içti
    Dedi ki:
    'Sizler bilge değilsiniz
    Hunlar ile dalaşarak neye varacaksınız
    Hele ki zaten zenginken
    Canınızı seviyorsanız kaçın'

    'Kardeşlerim,
    Eğer kuşanmış gelseydiniz daha iyi olurdu
    Evde bıraktığınız miğferler ile
    Eyerlerinizde oturarak
    Parlak bir günde
    Attila'nın vatanını alsaydınız
    Ve bu Hunları birer cesede çevirseydiniz
    Onların Nornlarını(1) ağlatsaydınız
    Ve valkirlere(2) zor bir iş bıraksaydınız
    Attila'nın işini yılan kuyusunda bitirseydiniz
    Fakat şimdi
    Yılan kuyusu sizleri bekler

    Gunnar dedi ki:
    'Artık çok geç, kızkardeşim
    Bir ordu toplamak için
    Cesur ordumuz ile aramızda
    Dağların ve Ren'in ötesinde
    Uzun bir yol var

    Hunlar Gunnar'ı yakaladılar
    Ve zincire vurdular
    Onu arkadaşça davet ettiler
    Fakat nihayetinde bağladılar

    Hogni beklemedi,
    Yedisini kılıcı ile öldürdü
    Ve sekizinciyi
    Ateşlerin içine sürdü

    İşte, cesur bir adam
    Düşmanlarına Hogni gibi davranmalıdır
    Gunnar gibi zincirlenmeden önce

    Kral Gunnar'a sordular,
    Yaşamayı isteyip istemediğini
    Eğer yaşamını satın almak isteyecekse
    Altınının nerede olduğunu söyleyerek

    Gunnar dedi ki: 'İlk olarak,
    Hogni'nin kanlı kalbini görmeliyim
    Canlı göğsünden sökülmüş
    Elime koyulmuş şekilde
    Gidin, bir kılıç ya da bıçak alın
    Ve kesin kalbini

    Fakat, köle Hjalli'nin
    Kalbini kestiler
    Ve bunu bir tabağa koyup
    Götürdüler Gunnar'a

    Gunnar, o yüce adam,
    Kandırılamamıştı, dedi ki:
    'İşte, burada o korkağın,
    Hjalli'nin kalbi var
    Cesur kardeşimin kalbi ile
    Uzaktan yakından alakası yok
    Bu titriyor!
    Bulunduğu tabağın tam üzerinde
    Ve bunun en az iki katı kadar titrerdi
    O korkağın göğsü içerisinde'

    Hogni güldü
    Kalbini keserler iken
    O bir delikanlıydı
    Ağlamazdı
    Kalbini tabağa koydular
    Ve götürdüler Gunnar'a

    Ve gunnar,
    O yüce adam, dedi ki:
    'İşte şimdi duruyor karşımda
    Cesur kardeşim Hogni'nin kalbi
    O korkak Hjalli'nin kalbine
    Hiç benzemiyor
    Titremiyor bile bu
    Bulunduğu tabak üzerinde
    Ve hiç titremezdi
    Göğsünün içindeyken de

    'Pekala, Attila!
    Artık gözlerin hiçbir zaman
    Görmeyecek nereye sakladığımı
    Fafnir'in hazinesini'

    'Ben, Gotların kralı,
    Saklı olduğu yeri bilen
    Tek kişiyimdir
    Ve artık yiğit Hogni ölü yatıyor
    İkimiz de hayatta olduğumuz sürece kuşkudaydım
    Fakat artık biliyorum ki sır saklı kalacak
    Yalnız ben yaşadığımdan ötürü'

    'Artık kimse o hazineyi
    Saklı olduğu yerden alamayacak
    Ve ebediyyen,
    Şanlı Ren Nehrinin altında yatacak lanetli yüzükler
    Hunların çocuklarının eline geçmektense
    Dalgaların altında parıldayacaklar

    Attila dedi ki:
    'Vagona koyun onu
    Tutsak, zincirlerinden kımıldayamaz'

    Kral Attila,
    Gunnar'ın eniştesi
    Atı Glaum'u sürdü
    Yanıbaşında kılıcı ile

    Soylu Guthrun,
    Perişan halde konuştu onla
    Salonunda ağlayarak

    Hakediyorsun başına gelecekleri Attila,
    Gunnar ile çok önceden ettiğiniz yeminleri
    Hiçe sayarak
    İnançlı olacağınıza güneşin üzerine,
    Odin'in tepesi üzerine,
    Ull yüzüğünün üzerine,
    Yemin etmiştiniz evlendiğimiz gün

    Yine de at,
    Vagonun içindeki Gunnar'ı
    Cezası için hazırlanmış yere getirdi

    Hala diri iken
    Gunnar'ı yılan kuyusunun içine koydular
    Çoğu Hun orada izliyordu
    Fakat Gunnar,
    Hala cesurca
    O kuyuda yılanların arasında oturdu
    O cesur adam,
    Düşmana karşı hazinenin nasıl korunacağını
    Cesurca gösterdi

    İnfazın sonrasında Attila,
    Vahşi bir atın üzerinde
    Yurduna geri döndü
    Çoğu Hun'un at üzerindeki
    Savaş ezgilerinin
    Devasa gürültüsü hakimdi

    Ziyafet esnasında Guthrun,
    Elinde altın kaplamalı bir bardak ile
    Attila'ya yaklaştı
    Ve bunu kocasına sundu
    'Buyur, al bu içkiyi
    Karının def edilmiş
    Yakınlarının anısına'

    Kadehler kaldırıldıkça
    Attila'nın salonu yankılandı
    Bütün Hunlar toplanmıştı
    Büyük salonda
    Uzun sakallı savaşçılar,
    Hepsi ziyafete gelmişlerdi

    Guthrun ev sahibesiydi
    Herkese içki getirdi
    Dik kafalı kadın
    Tüm konuklarını sarhoş etti
    Ve sonrasında
    Attila'ya kin dolu sözler sarf etti:

    'Savaşçı!
    Kendi öz oğullarını çiğnedin
    Azıcık balla karıştırılmış
    Çiğ, kanlı kalplerini;
    Öldürülmüş evlatlarını
    Bir ikram niyetine yedin
    Ve tabağı salonunda dolaştırdın'

    Küçük evlatlarımız,
    Erp ve Eitil
    Artık hiçbir zaman
    Koşamayacaklar, içemeyecekler
    Ve dizlerini kucaklayamacaklar
    Sen, artık hiçbir zaman
    onları göremeyeceksin,
    mızrak yapamayacaksın,
    Bir yeleyi okşayamayacaksın,
    Yahut bir savaş atının üzerinde oturamayacaksın'

    Salondaki insanlar feryat edip
    Korku dolu gürültü yaptılar
    Mutlulukları ıstıraba dönüşüverdi
    Ve tüm Hunlar gözyaşı döktü
    Her biri, Guthrun hariç
    Çünkü o, hiç ağlamazdı
    Ne kardeşleri
    Ayılar gibi mücadele ederek öldüklerinde
    Ne de hayat verdiği evlatlarından
    Verdiği hayatı aldığında

    Attila'nın güzel karısı
    Artık hediyeler vermeye başladı
    Attila'nın savaşçılarına
    Altın yüzükler armağan etti
    Gamsızca devam etti,
    Parıldayan altınları dağıtmaya
    Ve Hunları daha da çok zenginlikler ile
    Yüklemeye devam etti

    Bu sırada Attila,
    Evlatlarının tadı hala damağında,
    Oturmaya devam etti, silahsız bir şekilde
    Guthrun'dan asla şüphelenmedi
    Ne kadar mutlu olduklarını düşündü
    Geçmişte, alışık oldukları günlerde
    Herkesin karşısında birbirlerini kucaklamaya


    Daha sonra, Guthrun,
    Çarşaflarını Attila'nın kanıyla
    Kırmızıya boyadı
    Katil eliyle tuttu kılıcını
    Ve köpekleri serbest bıraktı
    Sonrasında kapıları kapattı
    Ve salonu ateşe verdi
    Hunlar alevlerin içerisinde öldüler
    Kardeşlerinin intikamı alınmıştı

    Tüm Hunları
    Yanan aleve teslim etti
    Gunnar'ın katli için
    Ve Mirkwood'da Hogni'nin.
    Yaşlı ağaçlar çıtırdayarak devrildi
    Tapınakları çöktü
    Hunların tüm evleri yandı
    İçerideki tüm karıları yandı
    Her biri boğularak mahvoldu
    Ve sıcak alevlere boyun eğdi

    Budur hikayenin sonu,
    Savaşçı hiçbir kadın,
    Kardeşlerinin intikamını
    Bu şekilde alamadı.
    Görkemli Guthrun öldürdü
    Kendi öz kocasını
    Ve öz iki oğlunu
    Kendisini öldürmeden önce

    1) Norn: Nors Mitolojisinde kader ören kimselerdir.
    2) Valkirler: Savaşarak ölmüş kimseleri Valhall'a taşıyan kadın savaşçılardır.


    Nedir düşünceleriniz bu şiir hakkında? Kesinlikle bu olanlar gerçekleşmiştir demiyorum. Sadece, gerçeklik payı var mıdır, bir intikam senaryosuna kurban gitmiş olabilir mi Attila, bunu merak ediyordum ve forumda paylaşayım dedim. Diğer zehirlenme senaryosu gerçek tarihi kaynaklara dayanıyor mu bilmiyorum, ancak bu şiir bizzat İzlanda'daki Codex Regius'tan çıkmadır. Tamamiyle gerçektir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-82BEAE867 -- 11 Mart 2018; 23:25:53 >







  • Ben de yavaş yavaş Anglo-Saxonlarla ve Vikinglerle ilgili kitap biriktirmeye başlayacağım hocam. Şöyle bir 4-5 kitap olsun, hepsini birden okuyacağım. Özellikle sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda'yı falan almayı düşünüyorum Ocak'ta. Şimdi bu şiire bakınca daha çok alasım geldi. 400 sayfaya yakın sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda. Bunun 150 sayfası giriş ve inceleme olsa bile ciddi uzunlukta bir destan ile karşı karşıyayız demek ki.

    "Hall" kelimesine gelince, ben anlam kaybı olduğunu sanmam. Sonuçta Amerika'Da Avrupa'da falan bu çeviri işleri gayet özenli yapılır. Gotların Attila'nın yurduna "hall" diyeceklerini de sanmam çünkü karısı ateşe veriyor. Sonuçta bu bir İskandinav geleneği, hús-brenna ya da hús-brun dedikleri. Bir yurdu yaksan da bir hall gibi yanmaz. O yüzden ben hala şiirin Atilla temeline sahip ama kabile çekişmesinin duvarlarını ördüğü bir şiir olduğunu düşünüyorum. Sırf bu detaydan dolayı.

    EK: Hahahaha. Hocam aklıma ne geldi. Tarkan filminde de Tarkan'ı yılanlı kuyuya atmaya çalışıyorlardı. Büyük araştırmanın ürünüymüş meğerse.
    Poetic Edda'dan önce mutlaka ama mutlaka Prose Edda okunmalı. Bu sıralama önemli. Çünkü Prose Edda'da skaldik şiir adabı öğretiliyor. Bu işin ince detayları var. Onları bilmezseniz anlayamazsınız Poetic Edda'daki şiirleri. Poetic Edda zaten tamamen şiir kitabı, adından da anlaşılacağı gibi. Skaldik şiirlerde kenning diye bir olay var. Bu kenningler'in bazıları biraz kafayı çalıştırınca anlaşılıyor, bazıları temel mitoloji bilgisi gerektiriyor, bazıları ise bilinemiyor çünkü geçmişte yaşanmış ve bilinmeyen spesifik olaylara gönderme yapıyor. Mesela güzel bir örnek: Pen's blood. İnsanın vücudunda ne akar? Kan. Peki kalemde kan niyetine akan şey nedir? Mürekkep. Bu mesela ilk bahsettiğim türden kenninglere örnektir. 2.kategori, yani mitoloji bilgisi gerektirenlere örnek olarak da: Kvasir's Blood. Burada Kvasir's Blood ile kastedilmek istenen şey 'şiir sanatı (poetry)'dır. Bunun uzun bir hikayesi var, buraya yazmayayım şimdi. Prose Edda'da geçiyor bu hikaye de. Mesela bu hikaye bilinmeden, Poetic Edda'da bir şiir okunulsa ve Kvasir's Blood kenningi geçse pek bir anlam verilemez buna. Çoğu zaman kenninglerin yanına parantez olarak anlamları yazılıyor çevirmenler tarafından fakat yine de bilmek anlatılana derinlik kazandırıyor.
    Ondan mutlaka önce Prose Edda'yı okuyun.

    Tarkan filmi şeytani ayrıntılarla dolu desem abartmış olmam herhalde Bir tane Tarkan tarzı eski Türk filminde, belki de Tarkan'dır tam hatırlayamıyorum, mağara gibi bir yerden kılıç çekmeye çalışıyorlardı. O da mesela Excalibur'a bir göndermeydi
    Tarkan tarzı filmleri özledim, şaka bir yana
  • Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.




  • Okudum, hoş biir siir . tarih boyutuna vakif degilim saglam anlamda.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Aslında yılan kuyusu mevzusunda bir problem yok gibi duruyor. Çünkü o dönemde bu destanlar şimdikinden çok daha yaygındı ve milletler birbirlerini bu destanlar aracılığıyla tanırlardı. Mesela tüm germenik kavimlerin dilinde Hildebrandslied'in öyküsü ve Volsung Sagaları dolaşırdı. Dolayısıyla yabancı kavimler de o devletleri bu tip destansı ögeleriyle tanımaya başlarlardı. Attila aslında orada, Ragnar'ın sagası yoluyla dalga geçiyor Gotlar ile. Şöyle bir sorun var, Ragnar'ın yaşadığı dönem, Hunlar ve Gotların çekişmede olduğu dönemden çok daha sonraları. Arada 3-4 yüzyıl var kabaca. Bundan emin olmamakla birlikte, Germenik kavimlerde bu yılan kuyusunda öldürme usulü bir gelenek olabilir. Çok daha eskilere dayanan bir gelenek. Aynı zamanda farkettiyseniz Nornlara, Valkirlere de göndermeler yapıyor. Hata yaptın buraya gelerek, kılıcını kuşanıp bizim işimizi valkirlere bırakmalıydın falan diyor.

    Hall mevzusuna gelirsek. Bunun İngilizce çevirisinde de sizin dediğiniz gibi 'hall' kelimesi kullanılıyor. Ben salon diye çevirdim fakat hiç içime sinmedi. Yerine pek bir şey iliştiremedim. Bence bu biraz da çevirinin azizliğine uğradı. Sonuçta çeviri sürecinde üç dilden geçiş oldu. Germenik kültürlerde büyük salonlar olur genelde. Orada ziyafetler falan verilir. Dediğiniz gibi bunun Hun kültüründe olacağını sanmam, Yurt adı verilen çadırlar kullanılırdı genelde. Büyük ihtimalle çeviri sürecinde kayboldu bu anlam. Ya da Gotlar çadırlara anlam veremeyip gelişigüzel bir kelime kullandılar Hun yurtlarının yerine.

    Diğer kaynaklara pek vakıf değilim, zaten konuda da belirtmiştim. Sadece bu şiirden yola çıkarak bir tartışma konusu açmayı düşünmüştüm. Öyleyse doğrudur tabii. Belki bu şiir, Got mağlubiyetiyle sona eren küçük bir Hun-Got savaşı üzerine yazılmıştı. Bir nevi teselli misali. Attila'nın Gotlar'a karşı acımasız ve kurnaz olduğu bariz zaten.

    En azından Gotlar'ın Hunlar'a hangi gözle baktıklarını, aralarındaki ilişkileri vesaire güzel bir şekilde analiz etmiş olduk bu şiir vasıtası ile. Eski dönem şiirlerinin bu yanı çok güzel. Sizlere çok geniş bir malzeme sunuyorlar. Esnetip daraltması size kalmış. Sonuçta kaynakların eksikliğinden dolayı hiçbir zaman bilemeyeceğiz gerçekten neyin olup bittiğini. Tolkien'in de yarattığı evren zaten %80 Nors Mitolojisinden unsurlar taşıyor. Mesela ilk mesajda örneğini verdiğim Fafnir olayı Hobbit kitabındaki Smaug ile yüzde yüz aynı ve Volsung Sagasından esinlendiği kesin bu konuda. Aynı zamanda karakterlerin çoğunun adları Nors Mitolojisindeki cüce adları. Buna Gandalf da dahil. Evet Gandalf bir cüce adıydı, büyücü falan değildi.



    Ya bazı noktalarda pürüzler var, bu konuda özür diliyorum. Çevirinin tamamını bir oturuşta yapıp bitireyim dedim. Hiç ara vermeden çevirince birkaç hata oluştu. Ben de ona ek olarak 1-2 tane hata saptadım. Düzelteceğim o kısımları. Teşekkür ederim ilginiz için.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-82BEAE867 -- 19 Aralık 2017; 14:23:45 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Aslında yılan kuyusu mevzusunda bir problem yok gibi duruyor. Çünkü o dönemde bu destanlar şimdikinden çok daha yaygındı ve milletler birbirlerini bu destanlar aracılığıyla tanırlardı. Mesela tüm germenik kavimlerin dilinde Hildebrandslied'in öyküsü ve Volsung Sagaları dolaşırdı. Dolayısıyla yabancı kavimler de o devletleri bu tip destansı ögeleriyle tanımaya başlarlardı. Attila aslında orada, Ragnar'ın sagası yoluyla dalga geçiyor Gotlar ile. Şöyle bir sorun var, Ragnar'ın yaşadığı dönem, Hunlar ve Gotların çekişmede olduğu dönemden çok daha sonraları. Arada 3-4 yüzyıl var kabaca. Bundan emin olmamakla birlikte, Germenik kavimlerde bu yılan kuyusunda öldürme usulü bir gelenek olabilir. Çok daha eskilere dayanan bir gelenek. Aynı zamanda farkettiyseniz Nornlara, Valkirlere de göndermeler yapıyor. Hata yaptın buraya gelerek, kılıcını kuşanıp bizim işimizi valkirlere bırakmalıydın falan diyor.

    Hall mevzusuna gelirsek. Bunun İngilizce çevirisinde de sizin dediğiniz gibi 'hall' kelimesi kullanılıyor. Ben salon diye çevirdim fakat hiç içime sinmedi. Yerine pek bir şey iliştiremedim. Bence bu biraz da çevirinin azizliğine uğradı. Sonuçta çeviri sürecinde üç dilden geçiş oldu. Germenik kültürlerde büyük salonlar olur genelde. Orada ziyafetler falan verilir. Dediğiniz gibi bunun Hun kültüründe olacağını sanmam, Yurt adı verilen çadırlar kullanılırdı genelde. Büyük ihtimalle çeviri sürecinde kayboldu bu anlam. Ya da Gotlar çadırlara anlam veremeyip gelişigüzel bir kelime kullandılar Hun yurtlarının yerine.

    Diğer kaynaklara pek vakıf değilim, zaten konuda da belirtmiştim. Sadece bu şiirden yola çıkarak bir tartışma konusu açmayı düşünmüştüm. Öyleyse doğrudur tabii. Belki bu şiir, Got mağlubiyetiyle sona eren küçük bir Hun-Got savaşı üzerine yazılmıştı. Bir nevi teselli misali. Attila'nın Gotlar'a karşı acımasız ve kurnaz olduğu bariz zaten.

    En azından Gotlar'ın Hunlar'a hangi gözle baktıklarını, aralarındaki ilişkileri vesaire güzel bir şekilde analiz etmiş olduk bu şiir vasıtası ile. Eski dönem şiirlerinin bu yanı çok güzel. Sizlere çok geniş bir malzeme sunuyorlar. Esnetip daraltması size kalmış. Sonuçta kaynakların eksikliğinden dolayı hiçbir zaman bilemeyeceğiz gerçekten neyin olup bittiğini. Tolkien'in de yarattığı evren zaten %80 Nors Mitolojisinden unsurlar taşıyor. Mesela ilk mesajda örneğini verdiğim Fafnir olayı Hobbit kitabındaki Smaug ile yüzde yüz aynı ve Volsung Sagasından esinlendiği kesin bu konuda. Aynı zamanda karakterlerin çoğunun adları Nors Mitolojisindeki cüce adları. Buna Gandalf da dahil. Evet Gandalf bir cüce adıydı, büyücü falan değildi.



    Ya bazı noktalarda pürüzler var, bu konuda özür diliyorum. Çevirinin tamamını bir oturuşta yapıp bitireyim dedim. Hiç ara vermeden çevirince birkaç hata oluştu. Ben de ona ek olarak 1-2 tane hata saptadım. Düzelteceğim o kısımları. Teşekkür ederim ilginiz için.

    Ben de yavaş yavaş Anglo-Saxonlarla ve Vikinglerle ilgili kitap biriktirmeye başlayacağım hocam. Şöyle bir 4-5 kitap olsun, hepsini birden okuyacağım. Özellikle sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda'yı falan almayı düşünüyorum Ocak'ta. Şimdi bu şiire bakınca daha çok alasım geldi. 400 sayfaya yakın sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda. Bunun 150 sayfası giriş ve inceleme olsa bile ciddi uzunlukta bir destan ile karşı karşıyayız demek ki.

    "Hall" kelimesine gelince, ben anlam kaybı olduğunu sanmam. Sonuçta Amerika'Da Avrupa'da falan bu çeviri işleri gayet özenli yapılır. Gotların Attila'nın yurduna "hall" diyeceklerini de sanmam çünkü karısı ateşe veriyor. Sonuçta bu bir İskandinav geleneği, hús-brenna ya da hús-brun dedikleri. Bir yurdu yaksan da bir hall gibi yanmaz. O yüzden ben hala şiirin Atilla temeline sahip ama kabile çekişmesinin duvarlarını ördüğü bir şiir olduğunu düşünüyorum. Sırf bu detaydan dolayı.

    EK: Hahahaha. Hocam aklıma ne geldi. Tarkan filminde de Tarkan'ı yılanlı kuyuya atmaya çalışıyorlardı. Büyük araştırmanın ürünüymüş meğerse.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi E-Nazmi -- 19 Aralık 2017; 20:52:32 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Aslında yılan kuyusu mevzusunda bir problem yok gibi duruyor. Çünkü o dönemde bu destanlar şimdikinden çok daha yaygındı ve milletler birbirlerini bu destanlar aracılığıyla tanırlardı. Mesela tüm germenik kavimlerin dilinde Hildebrandslied'in öyküsü ve Volsung Sagaları dolaşırdı. Dolayısıyla yabancı kavimler de o devletleri bu tip destansı ögeleriyle tanımaya başlarlardı. Attila aslında orada, Ragnar'ın sagası yoluyla dalga geçiyor Gotlar ile. Şöyle bir sorun var, Ragnar'ın yaşadığı dönem, Hunlar ve Gotların çekişmede olduğu dönemden çok daha sonraları. Arada 3-4 yüzyıl var kabaca. Bundan emin olmamakla birlikte, Germenik kavimlerde bu yılan kuyusunda öldürme usulü bir gelenek olabilir. Çok daha eskilere dayanan bir gelenek. Aynı zamanda farkettiyseniz Nornlara, Valkirlere de göndermeler yapıyor. Hata yaptın buraya gelerek, kılıcını kuşanıp bizim işimizi valkirlere bırakmalıydın falan diyor.

    Hall mevzusuna gelirsek. Bunun İngilizce çevirisinde de sizin dediğiniz gibi 'hall' kelimesi kullanılıyor. Ben salon diye çevirdim fakat hiç içime sinmedi. Yerine pek bir şey iliştiremedim. Bence bu biraz da çevirinin azizliğine uğradı. Sonuçta çeviri sürecinde üç dilden geçiş oldu. Germenik kültürlerde büyük salonlar olur genelde. Orada ziyafetler falan verilir. Dediğiniz gibi bunun Hun kültüründe olacağını sanmam, Yurt adı verilen çadırlar kullanılırdı genelde. Büyük ihtimalle çeviri sürecinde kayboldu bu anlam. Ya da Gotlar çadırlara anlam veremeyip gelişigüzel bir kelime kullandılar Hun yurtlarının yerine.

    Diğer kaynaklara pek vakıf değilim, zaten konuda da belirtmiştim. Sadece bu şiirden yola çıkarak bir tartışma konusu açmayı düşünmüştüm. Öyleyse doğrudur tabii. Belki bu şiir, Got mağlubiyetiyle sona eren küçük bir Hun-Got savaşı üzerine yazılmıştı. Bir nevi teselli misali. Attila'nın Gotlar'a karşı acımasız ve kurnaz olduğu bariz zaten.

    En azından Gotlar'ın Hunlar'a hangi gözle baktıklarını, aralarındaki ilişkileri vesaire güzel bir şekilde analiz etmiş olduk bu şiir vasıtası ile. Eski dönem şiirlerinin bu yanı çok güzel. Sizlere çok geniş bir malzeme sunuyorlar. Esnetip daraltması size kalmış. Sonuçta kaynakların eksikliğinden dolayı hiçbir zaman bilemeyeceğiz gerçekten neyin olup bittiğini. Tolkien'in de yarattığı evren zaten %80 Nors Mitolojisinden unsurlar taşıyor. Mesela ilk mesajda örneğini verdiğim Fafnir olayı Hobbit kitabındaki Smaug ile yüzde yüz aynı ve Volsung Sagasından esinlendiği kesin bu konuda. Aynı zamanda karakterlerin çoğunun adları Nors Mitolojisindeki cüce adları. Buna Gandalf da dahil. Evet Gandalf bir cüce adıydı, büyücü falan değildi.



    Ya bazı noktalarda pürüzler var, bu konuda özür diliyorum. Çevirinin tamamını bir oturuşta yapıp bitireyim dedim. Hiç ara vermeden çevirince birkaç hata oluştu. Ben de ona ek olarak 1-2 tane hata saptadım. Düzelteceğim o kısımları. Teşekkür ederim ilginiz için.

    Ben de yavaş yavaş Anglo-Saxonlarla ve Vikinglerle ilgili kitap biriktirmeye başlayacağım hocam. Şöyle bir 4-5 kitap olsun, hepsini birden okuyacağım. Özellikle sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda'yı falan almayı düşünüyorum Ocak'ta. Şimdi bu şiire bakınca daha çok alasım geldi. 400 sayfaya yakın sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda. Bunun 150 sayfası giriş ve inceleme olsa bile ciddi uzunlukta bir destan ile karşı karşıyayız demek ki.

    "Hall" kelimesine gelince, ben anlam kaybı olduğunu sanmam. Sonuçta Amerika'Da Avrupa'da falan bu çeviri işleri gayet özenli yapılır. Gotların Attila'nın yurduna "hall" diyeceklerini de sanmam çünkü karısı ateşe veriyor. Sonuçta bu bir İskandinav geleneği, hús-brenna ya da hús-brun dedikleri. Bir yurdu yaksan da bir hall gibi yanmaz. O yüzden ben hala şiirin Atilla temeline sahip ama kabile çekişmesinin duvarlarını ördüğü bir şiir olduğunu düşünüyorum. Sırf bu detaydan dolayı.

    EK: Hahahaha. Hocam aklıma ne geldi. Tarkan filminde de Tarkan'ı yılanlı kuyuya atmaya çalışıyorlardı. Büyük araştırmanın ürünüymüş meğerse.

    Poetic Edda'dan önce mutlaka ama mutlaka Prose Edda okunmalı. Bu sıralama önemli. Çünkü Prose Edda'da skaldik şiir adabı öğretiliyor. Bu işin ince detayları var. Onları bilmezseniz anlayamazsınız Poetic Edda'daki şiirleri. Poetic Edda zaten tamamen şiir kitabı, adından da anlaşılacağı gibi. Skaldik şiirlerde kenning diye bir olay var. Bu kenningler'in bazıları biraz kafayı çalıştırınca anlaşılıyor, bazıları temel mitoloji bilgisi gerektiriyor, bazıları ise bilinemiyor çünkü geçmişte yaşanmış ve bilinmeyen spesifik olaylara gönderme yapıyor. Mesela güzel bir örnek: Pen's blood. İnsanın vücudunda ne akar? Kan. Peki kalemde kan niyetine akan şey nedir? Mürekkep. Bu mesela ilk bahsettiğim türden kenninglere örnektir. 2.kategori, yani mitoloji bilgisi gerektirenlere örnek olarak da: Kvasir's Blood. Burada Kvasir's Blood ile kastedilmek istenen şey 'şiir sanatı (poetry)'dır. Bunun uzun bir hikayesi var, buraya yazmayayım şimdi. Prose Edda'da geçiyor bu hikaye de. Mesela bu hikaye bilinmeden, Poetic Edda'da bir şiir okunulsa ve Kvasir's Blood kenningi geçse pek bir anlam verilemez buna. Çoğu zaman kenninglerin yanına parantez olarak anlamları yazılıyor çevirmenler tarafından fakat yine de bilmek anlatılana derinlik kazandırıyor.
    Ondan mutlaka önce Prose Edda'yı okuyun.

    Tarkan filmi şeytani ayrıntılarla dolu desem abartmış olmam herhalde Bir tane Tarkan tarzı eski Türk filminde, belki de Tarkan'dır tam hatırlayamıyorum, mağara gibi bir yerden kılıç çekmeye çalışıyorlardı. O da mesela Excalibur'a bir göndermeydi
    Tarkan tarzı filmleri özledim, şaka bir yana



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-82BEAE867 -- 19 Aralık 2017; 21:11:11 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Aslında yılan kuyusu mevzusunda bir problem yok gibi duruyor. Çünkü o dönemde bu destanlar şimdikinden çok daha yaygındı ve milletler birbirlerini bu destanlar aracılığıyla tanırlardı. Mesela tüm germenik kavimlerin dilinde Hildebrandslied'in öyküsü ve Volsung Sagaları dolaşırdı. Dolayısıyla yabancı kavimler de o devletleri bu tip destansı ögeleriyle tanımaya başlarlardı. Attila aslında orada, Ragnar'ın sagası yoluyla dalga geçiyor Gotlar ile. Şöyle bir sorun var, Ragnar'ın yaşadığı dönem, Hunlar ve Gotların çekişmede olduğu dönemden çok daha sonraları. Arada 3-4 yüzyıl var kabaca. Bundan emin olmamakla birlikte, Germenik kavimlerde bu yılan kuyusunda öldürme usulü bir gelenek olabilir. Çok daha eskilere dayanan bir gelenek. Aynı zamanda farkettiyseniz Nornlara, Valkirlere de göndermeler yapıyor. Hata yaptın buraya gelerek, kılıcını kuşanıp bizim işimizi valkirlere bırakmalıydın falan diyor.

    Hall mevzusuna gelirsek. Bunun İngilizce çevirisinde de sizin dediğiniz gibi 'hall' kelimesi kullanılıyor. Ben salon diye çevirdim fakat hiç içime sinmedi. Yerine pek bir şey iliştiremedim. Bence bu biraz da çevirinin azizliğine uğradı. Sonuçta çeviri sürecinde üç dilden geçiş oldu. Germenik kültürlerde büyük salonlar olur genelde. Orada ziyafetler falan verilir. Dediğiniz gibi bunun Hun kültüründe olacağını sanmam, Yurt adı verilen çadırlar kullanılırdı genelde. Büyük ihtimalle çeviri sürecinde kayboldu bu anlam. Ya da Gotlar çadırlara anlam veremeyip gelişigüzel bir kelime kullandılar Hun yurtlarının yerine.

    Diğer kaynaklara pek vakıf değilim, zaten konuda da belirtmiştim. Sadece bu şiirden yola çıkarak bir tartışma konusu açmayı düşünmüştüm. Öyleyse doğrudur tabii. Belki bu şiir, Got mağlubiyetiyle sona eren küçük bir Hun-Got savaşı üzerine yazılmıştı. Bir nevi teselli misali. Attila'nın Gotlar'a karşı acımasız ve kurnaz olduğu bariz zaten.

    En azından Gotlar'ın Hunlar'a hangi gözle baktıklarını, aralarındaki ilişkileri vesaire güzel bir şekilde analiz etmiş olduk bu şiir vasıtası ile. Eski dönem şiirlerinin bu yanı çok güzel. Sizlere çok geniş bir malzeme sunuyorlar. Esnetip daraltması size kalmış. Sonuçta kaynakların eksikliğinden dolayı hiçbir zaman bilemeyeceğiz gerçekten neyin olup bittiğini. Tolkien'in de yarattığı evren zaten %80 Nors Mitolojisinden unsurlar taşıyor. Mesela ilk mesajda örneğini verdiğim Fafnir olayı Hobbit kitabındaki Smaug ile yüzde yüz aynı ve Volsung Sagasından esinlendiği kesin bu konuda. Aynı zamanda karakterlerin çoğunun adları Nors Mitolojisindeki cüce adları. Buna Gandalf da dahil. Evet Gandalf bir cüce adıydı, büyücü falan değildi.



    Ya bazı noktalarda pürüzler var, bu konuda özür diliyorum. Çevirinin tamamını bir oturuşta yapıp bitireyim dedim. Hiç ara vermeden çevirince birkaç hata oluştu. Ben de ona ek olarak 1-2 tane hata saptadım. Düzelteceğim o kısımları. Teşekkür ederim ilginiz için.

    Ben de yavaş yavaş Anglo-Saxonlarla ve Vikinglerle ilgili kitap biriktirmeye başlayacağım hocam. Şöyle bir 4-5 kitap olsun, hepsini birden okuyacağım. Özellikle sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda'yı falan almayı düşünüyorum Ocak'ta. Şimdi bu şiire bakınca daha çok alasım geldi. 400 sayfaya yakın sizin tavsiye ettiğiniz Poetic Edda. Bunun 150 sayfası giriş ve inceleme olsa bile ciddi uzunlukta bir destan ile karşı karşıyayız demek ki.

    "Hall" kelimesine gelince, ben anlam kaybı olduğunu sanmam. Sonuçta Amerika'Da Avrupa'da falan bu çeviri işleri gayet özenli yapılır. Gotların Attila'nın yurduna "hall" diyeceklerini de sanmam çünkü karısı ateşe veriyor. Sonuçta bu bir İskandinav geleneği, hús-brenna ya da hús-brun dedikleri. Bir yurdu yaksan da bir hall gibi yanmaz. O yüzden ben hala şiirin Atilla temeline sahip ama kabile çekişmesinin duvarlarını ördüğü bir şiir olduğunu düşünüyorum. Sırf bu detaydan dolayı.

    EK: Hahahaha. Hocam aklıma ne geldi. Tarkan filminde de Tarkan'ı yılanlı kuyuya atmaya çalışıyorlardı. Büyük araştırmanın ürünüymüş meğerse.

    Poetic Edda'dan önce mutlaka ama mutlaka Prose Edda okunmalı. Bu sıralama önemli. Çünkü Prose Edda'da skaldik şiir adabı öğretiliyor. Bu işin ince detayları var. Onları bilmezseniz anlayamazsınız Poetic Edda'daki şiirleri. Poetic Edda zaten tamamen şiir kitabı, adından da anlaşılacağı gibi. Skaldik şiirlerde kenning diye bir olay var. Bu kenningler'in bazıları biraz kafayı çalıştırınca anlaşılıyor, bazıları temel mitoloji bilgisi gerektiriyor, bazıları ise bilinemiyor çünkü geçmişte yaşanmış ve bilinmeyen spesifik olaylara gönderme yapıyor. Mesela güzel bir örnek: Pen's blood. İnsanın vücudunda ne akar? Kan. Peki kalemde kan niyetine akan şey nedir? Mürekkep. Bu mesela ilk bahsettiğim türden kenninglere örnektir. 2.kategori, yani mitoloji bilgisi gerektirenlere örnek olarak da: Kvasir's Blood. Burada Kvasir's Blood ile kastedilmek istenen şey 'şiir sanatı (poetry)'dır. Bunun uzun bir hikayesi var, buraya yazmayayım şimdi. Prose Edda'da geçiyor bu hikaye de. Mesela bu hikaye bilinmeden, Poetic Edda'da bir şiir okunulsa ve Kvasir's Blood kenningi geçse pek bir anlam verilemez buna. Çoğu zaman kenninglerin yanına parantez olarak anlamları yazılıyor çevirmenler tarafından fakat yine de bilmek anlatılana derinlik kazandırıyor.
    Ondan mutlaka önce Prose Edda'yı okuyun.

    Tarkan filmi şeytani ayrıntılarla dolu desem abartmış olmam herhalde Bir tane Tarkan tarzı eski Türk filminde, belki de Tarkan'dır tam hatırlayamıyorum, mağara gibi bir yerden kılıç çekmeye çalışıyorlardı. O da mesela Excalibur'a bir göndermeydi
    Tarkan tarzı filmleri özledim, şaka bir yana

    Prose Edda'yı da sizin tavsiye ettiğiniz versiyonundan alacağım hocam. Zaten 9 euro mu ne. Önce de Prose Edda'yı okuyacağım sizin dediğinize uyup. Açıklayıcı yazıyorsunuz. Teşekkürler.

    Tarkan filmindeydi evet. Mars'ın Kılıcı filmiydi herhalde. Aslında adamlar araştırıp da yapmış. Ne bileyim Mars demek yerine daha saçma bir şey de diyebilirlerdi. Ama tabii çizgi romana dayandığını da unutmamak lazım.

    Ne yalan söyleyeyim her Tarkan filmi 10-15 kere izlemişimdir. Gene olsa gene izlerim. Çünkü orijinal filmlerdi. Ahtapot Reis falan olsun. Mükemmel filmler.




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Hocam Attila'nın Attila olmadığına dair bir şey daha keşfettim sanırsam.@Hupogrammos

    Attila şarap içiyor. Arkeolojik kalıntıları falan detaylı bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla şarabın Attila'nın yaşadığı Cermenya, Macaristan taraflarına yayılışı Geç Antikite döneminde. Yani tahminimce Attila kımızdan başka bir şey içmemiştir. Eğer bu tezim doğruysa bu olayın 650-700 tarihlerinden önce yaşanmadığını varsayabiliriz. Bu arada yazmadan şaraba baktım wikipediden de sadece Roma İmparatorluğundaki gelişiminden bahsediyor, kuzeyden hiç bahsetmiyor. Siz ne dersiniz buna?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Hocam Attila'nın Attila olmadığına dair bir şey daha keşfettim sanırsam.@Hupogrammos

    Attila şarap içiyor. Arkeolojik kalıntıları falan detaylı bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla şarabın Attila'nın yaşadığı Cermenya, Macaristan taraflarına yayılışı Geç Antikite döneminde. Yani tahminimce Attila kımızdan başka bir şey içmemiştir. Eğer bu tezim doğruysa bu olayın 650-700 tarihlerinden önce yaşanmadığını varsayabiliriz. Bu arada yazmadan şaraba baktım wikipediden de sadece Roma İmparatorluğundaki gelişiminden bahsediyor, kuzeyden hiç bahsetmiyor. Siz ne dersiniz buna?

    Hocam kuzeylilerin yaygın içkisi, bir nevi Türklerin kımızı misali, bal şarabıdır.

    Eski Yunanların şarap yaptıklarını biliyorum hatta ticaretlerine bol katkısı oluyordu şarap üretimlerinin. Şimdi, bu Antik Yunan döneminde Avrupa'yı dolanıp bazı tapınakları ziyaret eden Hyperboreans'ların (Maalesef Türkçesini bilmiyorum.)İskandinav, kuzey kökenli olduğu kabul görüyor. Bundan yola çıkarak, şarap yapmayı kuvvetle muhtemel, Antik Yunanlardan öğrenmişlerdir. Ben şarabın ne olduğunu bilmediklerini, hele ki Attila zamanlarında, hiç sanmıyorum. Çünkü sanılanın aksine ilk çağlarda bile bu toplumlar birbirleriyle iletişim halindeydi. Belirli bir kültür alışverişi söz konusuydu.

    Bununla alakalı bir makale okumak isterseniz:http://freya.theladyofthelabyrinth.com/?page_id=331



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-82BEAE867 -- 20 Aralık 2017; 21:18:29 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Hocam Attila'nın Attila olmadığına dair bir şey daha keşfettim sanırsam.@Hupogrammos

    Attila şarap içiyor. Arkeolojik kalıntıları falan detaylı bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla şarabın Attila'nın yaşadığı Cermenya, Macaristan taraflarına yayılışı Geç Antikite döneminde. Yani tahminimce Attila kımızdan başka bir şey içmemiştir. Eğer bu tezim doğruysa bu olayın 650-700 tarihlerinden önce yaşanmadığını varsayabiliriz. Bu arada yazmadan şaraba baktım wikipediden de sadece Roma İmparatorluğundaki gelişiminden bahsediyor, kuzeyden hiç bahsetmiyor. Siz ne dersiniz buna?

    Hocam kuzeylilerin yaygın içkisi, bir nevi Türklerin kımızı misali, bal şarabıdır.

    Eski Yunanların şarap yaptıklarını biliyorum hatta ticaretlerine bol katkısı oluyordu şarap üretimlerinin. Şimdi, bu Antik Yunan döneminde Avrupa'yı dolanıp bazı tapınakları ziyaret eden Hyperboreans'ların (Maalesef Türkçesini bilmiyorum.)İskandinav, kuzey kökenli olduğu kabul görüyor. Bundan yola çıkarak, şarap yapmayı kuvvetle muhtemel, Antik Yunanlardan öğrenmişlerdir. Ben şarabın ne olduğunu bilmediklerini, hele ki Attila zamanlarında, hiç sanmıyorum. Çünkü sanılanın aksine ilk çağlarda bile bu toplumlar birbirleriyle iletişim halindeydi. Belirli bir kültür alışverişi söz konusuydu.

    Bununla alakalı bir makale okumak isterseniz:http://freya.theladyofthelabyrinth.com/?page_id=331



    Bal şarabını biliyorum. Ben de yıllar önce içki içmememe rağmen bir fıçı kurmuştum ama yanlış bakteri ürer mortu çekeriz diye dökmüştüm.

    Makaleyi okudum. Şarap yapmayı öğrendikleri buna dayalı bir varsayım. Olabilir mi? Neden olmasın ama antik devirde şarabın üretim yeri Akdeniz havzası olduğu için belki de ticaret yoluyla gitmiş olabilir. Çünkü üzüm Kuzey Almanya'da bile yetişmiyor bildiğim kadarıyla soğuk yüzünden. Güney Almanya'nın da zaten çoğu Roma hakimiyetinde.

    Sonuç olarak bilmiyorum, benimki sadece bir tahmin. Bu konuda detaylı bilgim yok. Belki de haklısınızdır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kraven -- 20 Aralık 2017; 21:59:13 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Atiila'nın ahşap sarayı at üstünde çekiliyor ama onu da unutmamak lazım. Belki gene de hall denebilir.

    Alp Arslan'ın ölümüne de ben de aynını yazdım. Benim okuduğumda kale dizdarının bir yolunu bulup hançer çekip saldırdığı, Alparslan'ınsa dediğin gibi asla ıskalamadığı için adamlarına "durun" dediği rivayet olunur. Ha sonuçta Alparslan ölürken demiştir zaten "kibrime yenildim" diye. Ama Alparslan'ın ölümünden çıkarı olan çok kişi var. Sırf kale dizdarının yaptığı bir şey olmayabilir. Muharrem Kesik'le konuşurken de bunu tartışmıştık. Yani kim durduk yere bir sultanı öldürür? Düşmanı öldürmez değil mi? Yerine geçmek isteyen öldürür. Çünkü düşman bunu öldürse bir başkası gelecek. I.Murad'ın ölümünde Yıldırım'ın parmağı olduğu şüphesi gibi. O yüzden Alparslan öldürülürken kimsenin müdahale etmemesi bir komplo da olabilir. Çünkü ıskaladıktan sonra onlarca adam niye beklesin. Hakeza adamı sorgulamadan öldürmeleri falan bize bu hissi veriyor. Aynı şekilde Miloş Obiliç'in öldürülmesi de. Mesela II.Bayezid'e yapılan suikastte suikastçı kılıçla "ben Mehdiyim" diye saldırıyor. Onda da korumalar "Mehdiyim" lafını duyunca ürküp çekiliyorlar da bir tanesi sadece gürzü kafasına patlatıyor. Ama sonuçta bir tanesi bile olsa tepki vermiş.

    Attila'ya gelirsek karısı büyük ihtimalle suçsuzdu ama daha o devirde bu minvalde söylentiler çıkmış olması olasıdır. Çünkü halkın ağzı torba değil ki büzesin. Değil mi? Cermenler de bu söylentiden ötürü gururlanıp yedi sekiz yüzyıl sonra yazıya geçirilirken çarpıtılmış olabilir salonu yaktı vs diye.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Rica ederim. Dediğiniz gibi şiir çevirmek gerçekten zor oluyor. Aslında çevirirken düz yazı olarak mı çevirsem diye bir düşünce geçti aklımdan fakat daha sonrasında vazgeçtim ve olduğu gibi çevireyim dedim. Bilirsiniz, bu tür epik şiirleri bazen düz yazı olarak çeviriyorlar. Homer'in Odysseus'ünün falan örnekleri var idi. Sonuçta ölçü namına bir şey kalmadığından pek umursamıyorlar nazım mı nasır mı kısmını.

    Aslına bakarsanız bunun orijinalinde ses yinelemesine dayalı çok hoş bir ölçü vardır. Bu eski Nors dilinde, ses yinelemesine dayalı aliterasyonlu ölçü gerçekten kulağa çok hoş geliyor. Youtube üzerinden birkaç seslendirme videosu dinlemiştim. Ancak buna uydurmaya çalışmaya hiç uğraşmadım, çok vaktimi alırdı ve uydurabileceğimi de hiç düşünmüyordum. Aynı zamanda sanatsallığından ziyade şiirin çevrilmesi asıl amacımdı. Ölü olan bu tarih forumuna da canlılık gelsin umuduyla açmıştım bir yandan da konuyu.

    Teşekkürler her birinizin ilgisi için.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Atiila'nın ahşap sarayı at üstünde çekiliyor ama onu da unutmamak lazım. Belki gene de hall denebilir.

    Alp Arslan'ın ölümüne de ben de aynını yazdım. Benim okuduğumda kale dizdarının bir yolunu bulup hançer çekip saldırdığı, Alparslan'ınsa dediğin gibi asla ıskalamadığı için adamlarına "durun" dediği rivayet olunur. Ha sonuçta Alparslan ölürken demiştir zaten "kibrime yenildim" diye. Ama Alparslan'ın ölümünden çıkarı olan çok kişi var. Sırf kale dizdarının yaptığı bir şey olmayabilir. Muharrem Kesik'le konuşurken de bunu tartışmıştık. Yani kim durduk yere bir sultanı öldürür? Düşmanı öldürmez değil mi? Yerine geçmek isteyen öldürür. Çünkü düşman bunu öldürse bir başkası gelecek. I.Murad'ın ölümünde Yıldırım'ın parmağı olduğu şüphesi gibi. O yüzden Alparslan öldürülürken kimsenin müdahale etmemesi bir komplo da olabilir. Çünkü ıskaladıktan sonra onlarca adam niye beklesin. Hakeza adamı sorgulamadan öldürmeleri falan bize bu hissi veriyor. Aynı şekilde Miloş Obiliç'in öldürülmesi de. Mesela II.Bayezid'e yapılan suikastte suikastçı kılıçla "ben Mehdiyim" diye saldırıyor. Onda da korumalar "Mehdiyim" lafını duyunca ürküp çekiliyorlar da bir tanesi sadece gürzü kafasına patlatıyor. Ama sonuçta bir tanesi bile olsa tepki vermiş.

    Attila'ya gelirsek karısı büyük ihtimalle suçsuzdu ama daha o devirde bu minvalde söylentiler çıkmış olması olasıdır. Çünkü halkın ağzı torba değil ki büzesin. Değil mi? Cermenler de bu söylentiden ötürü gururlanıp yedi sekiz yüzyıl sonra yazıya geçirilirken çarpıtılmış olabilir salonu yaktı vs diye.

    Son dediğin şey gayet normal. Çünkü ondan öncesinden itibaren Cermenler hep kafasına sopayı yemişler. Hele ki aradan yüzlerce yıl geçtikten sonra olmayan bir hadise ile öçlerini almaya kalkmaları da gayet normal o açıdan. Osmanlı için daha fenaları yahut nispeten daha yakın tarih olduğu için elimizde malzeme kaldığından dolayı, daha fenalarının yazıldığını biliyoruz. Direkt olarak Almanya ile çok fazla savaşımız vs. olmasa da o kültüre öyle bir sirayet etmişiz ki Türkler hakkında yazılmadık korku hikayesi, masal vs. kalmamış. Korunma duaları çıkmış. Bizdeki manilere benzer şekilde onların da manileri var, o manilerde neler neler yazmış adamlar bizim hakkımızda. Öçlerini öyle almışlar.

    Alp Arslan'ın ölümünden sonra ortalık birbirine giriyor, şüphe olsa da bana çok mantıklı gelmiyor o açıdan. Çünkü daha önceden isyan etmiş Yınal veya Kavurd gibi adamlar zaten o ölürse kargaşanın daha da büyüyeceğini biliyorlardır. Üstelik güçleri de öyle aman aman yok. Fakat kaynağın anlattığı şeye bakılırsa tamamen fırsattan istifade ederek öldürme gibi bir durum var ve saçma gelse de mantıklı. Adam sana boyun eğmemiş, savaşıp yenmişsin, yetmeyip esir almışsın, askerine idam ettirmeyip cezasını ben vereceğim demişsin ve alışılagelmişin dışında okla vurarak idam etmeye kalkıyorsun ve üstelik adamın ellerini falan da çözdürmüşsün. E ıskalayınca o da sakladığı hançeri çıkarıp sana saplar tabii ki. Ha askerin donup kalması da normal. Çünkü yanındaki adamlar hassa ordusunun da hassa kısmı, en sadık ve robot gibi, adeta ona tapan tipteki asker. O zamana kadar tek bir ok atışın bile kaçmamış(kaynağın rivayetine göre), muazzam bir askersin ve o yüzden adamların gözünde neredeyse ilah konumundasın. Haliyle ilk defa atış kaçırdığını görünce durup bir afallamıştır adamlar. Bizimki de o arada gelip sokmuştur bıçağı.

    Komplo da olamaz; çünkü bıçakladıktan sonra askerler kendilerine gelip adamı yakalamış ve parçalamış. Komplo kurulmuş olsa, askerlerin haberi vs. olsa adamı niye parçalasınlar ? Darbe yapacak olan zaten o zamana kadar Alp Arslan kuzeye çıkana kadar on defa yapardı. Nitekim ondan hemen önce Kavurd ile kapışırken böyle bir olay oluyor. Adamlarından bazılarının Kavurd adına bir nevi casusluk yaptığı haberini alıyor ve kendi teşkilatını kuruyor, sırf o casusları kaçırmadan yakalayayım ve o arada bir şey olmasın diye seferi falan erteliyor. Hem garip şekilde Selçuklu hanedanında bir hoşgörü de denemez ama bir naiflik var. İsyan eden affediliyor, anca üçüncü defadan sonra öldürülüyor ki o zaman da Türk töresi gereği boğduruluyor vs. Suikast işi o yüzden çok mantıklı gelmiyor bana.

    2. Bayezid'in olayına ise hep gülmüşümdür nedense. Olaya baksana yahu! Manyağın teki çırılçıplak vaziyette elinde kılıçla üstüne doğru koşuyor! Yalnız o adamdan ürkmelerinin başka bir sebebi var bana kalırsa ve gayet de geçerli bir sebep. O herif Fatih'le çocukla oynar gibi oynayan Otman Baba'nın talebelerinden biri. Üstelik o ana kadar da büyük saygı görüyorlar ve tabii hallerinden dolayı da korkulan tipler. Çünkü o zamanın dervişleri Beşinci Boyut'taki Salih falan gibi değil, tarikat göre değişiyor ama her yerini tıraş etmiş, ya tamamen çıplak ya sadece avret yerleri örtülü vaziyette elde kılıç savaşan tipte korkunç adamlar. Benim üzerime öyle bir tip elinde kılıçla koşacak olsa; ananı avradını der kaçacak yer ararım büyük ihtimalle. Ayrıca hükümdar da olsa o devirlerde korumak için, şimdiki gibi merminin önüne atlayacak tipte adamlar olduğunu zannetmiyorum ben. Malum, Yavuz'un seferi haddinden fazla uzayıp asker yol gitmekten bıkınca yeniçerinin teki kafayı kırıp mola esnasında koskoca padişahın, hem de Yavuz gibi bir adamın çadırını kurşunluyor.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Rica ederim. Dediğiniz gibi şiir çevirmek gerçekten zor oluyor. Aslında çevirirken düz yazı olarak mı çevirsem diye bir düşünce geçti aklımdan fakat daha sonrasında vazgeçtim ve olduğu gibi çevireyim dedim. Bilirsiniz, bu tür epik şiirleri bazen düz yazı olarak çeviriyorlar. Homer'in Odysseus'ünün falan örnekleri var idi. Sonuçta ölçü namına bir şey kalmadığından pek umursamıyorlar nazım mı nasır mı kısmını.

    Aslına bakarsanız bunun orijinalinde ses yinelemesine dayalı çok hoş bir ölçü vardır. Bu eski Nors dilinde, ses yinelemesine dayalı aliterasyonlu ölçü gerçekten kulağa çok hoş geliyor. Youtube üzerinden birkaç seslendirme videosu dinlemiştim. Ancak buna uydurmaya çalışmaya hiç uğraşmadım, çok vaktimi alırdı ve uydurabileceğimi de hiç düşünmüyordum. Aynı zamanda sanatsallığından ziyade şiirin çevrilmesi asıl amacımdı. Ölü olan bu tarih forumuna da canlılık gelsin umuduyla açmıştım bir yandan da konuyu.

    Teşekkürler her birinizin ilgisi için.

    Hocam benim de 18.yy'dan Anglikan İlahileri falan çevirmişliğim vardır şiire alakam olduğu için. Gerçekten zor bir iş. Yani adam kendi dilinde arka arkaya dört kafiye buluyor ama sen bazen sadece ses benzerliğiyle yetinmek zorunda kalıyorsun mısra sonlarında, eğer kafiyeli falan çevirmeye uğraşıyorsan. O bakımdan bunu en iyi becerebilen adamlardan birisi rahmetli Talat Sait Halman'dı. Onun Şekspir'in sonelerini hece ölçüsüyle çevirmesi ölçüsünde bir çeviri başarısı bizim ülkede nadir görülür.

    Ayrıca Old Norse'u pek bilmememe rağmen şunu söylemeliyim ki genellikle ölçülü şiirler melodik olur dil fark etmeksizin. Çünkü ölçü bunu sağlar. İster İngilizce olsun ister Türkçe ister Farsi. Ama tavsiye ettiğiniz bir kaç seslendirme varsa ve buraya atarsanız makbule geçer.

    Ayrıca bu forumda ve genel olarak internet kullanan eğitimli kesimde bile bu tip konularla alakadar olan çok fazla insan bulamazsınız. Sizin yerinizde ben olsam nasılsa ilgi çekmeyecek diye çevirmezdim, açmazdım bile. Bunu yapmanız uğraşmanız takdire şayan.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Atiila'nın ahşap sarayı at üstünde çekiliyor ama onu da unutmamak lazım. Belki gene de hall denebilir.

    Alp Arslan'ın ölümüne de ben de aynını yazdım. Benim okuduğumda kale dizdarının bir yolunu bulup hançer çekip saldırdığı, Alparslan'ınsa dediğin gibi asla ıskalamadığı için adamlarına "durun" dediği rivayet olunur. Ha sonuçta Alparslan ölürken demiştir zaten "kibrime yenildim" diye. Ama Alparslan'ın ölümünden çıkarı olan çok kişi var. Sırf kale dizdarının yaptığı bir şey olmayabilir. Muharrem Kesik'le konuşurken de bunu tartışmıştık. Yani kim durduk yere bir sultanı öldürür? Düşmanı öldürmez değil mi? Yerine geçmek isteyen öldürür. Çünkü düşman bunu öldürse bir başkası gelecek. I.Murad'ın ölümünde Yıldırım'ın parmağı olduğu şüphesi gibi. O yüzden Alparslan öldürülürken kimsenin müdahale etmemesi bir komplo da olabilir. Çünkü ıskaladıktan sonra onlarca adam niye beklesin. Hakeza adamı sorgulamadan öldürmeleri falan bize bu hissi veriyor. Aynı şekilde Miloş Obiliç'in öldürülmesi de. Mesela II.Bayezid'e yapılan suikastte suikastçı kılıçla "ben Mehdiyim" diye saldırıyor. Onda da korumalar "Mehdiyim" lafını duyunca ürküp çekiliyorlar da bir tanesi sadece gürzü kafasına patlatıyor. Ama sonuçta bir tanesi bile olsa tepki vermiş.

    Attila'ya gelirsek karısı büyük ihtimalle suçsuzdu ama daha o devirde bu minvalde söylentiler çıkmış olması olasıdır. Çünkü halkın ağzı torba değil ki büzesin. Değil mi? Cermenler de bu söylentiden ötürü gururlanıp yedi sekiz yüzyıl sonra yazıya geçirilirken çarpıtılmış olabilir salonu yaktı vs diye.

    Son dediğin şey gayet normal. Çünkü ondan öncesinden itibaren Cermenler hep kafasına sopayı yemişler. Hele ki aradan yüzlerce yıl geçtikten sonra olmayan bir hadise ile öçlerini almaya kalkmaları da gayet normal o açıdan. Osmanlı için daha fenaları yahut nispeten daha yakın tarih olduğu için elimizde malzeme kaldığından dolayı, daha fenalarının yazıldığını biliyoruz. Direkt olarak Almanya ile çok fazla savaşımız vs. olmasa da o kültüre öyle bir sirayet etmişiz ki Türkler hakkında yazılmadık korku hikayesi, masal vs. kalmamış. Korunma duaları çıkmış. Bizdeki manilere benzer şekilde onların da manileri var, o manilerde neler neler yazmış adamlar bizim hakkımızda. Öçlerini öyle almışlar.

    Alp Arslan'ın ölümünden sonra ortalık birbirine giriyor, şüphe olsa da bana çok mantıklı gelmiyor o açıdan. Çünkü daha önceden isyan etmiş Yınal veya Kavurd gibi adamlar zaten o ölürse kargaşanın daha da büyüyeceğini biliyorlardır. Üstelik güçleri de öyle aman aman yok. Fakat kaynağın anlattığı şeye bakılırsa tamamen fırsattan istifade ederek öldürme gibi bir durum var ve saçma gelse de mantıklı. Adam sana boyun eğmemiş, savaşıp yenmişsin, yetmeyip esir almışsın, askerine idam ettirmeyip cezasını ben vereceğim demişsin ve alışılagelmişin dışında okla vurarak idam etmeye kalkıyorsun ve üstelik adamın ellerini falan da çözdürmüşsün. E ıskalayınca o da sakladığı hançeri çıkarıp sana saplar tabii ki. Ha askerin donup kalması da normal. Çünkü yanındaki adamlar hassa ordusunun da hassa kısmı, en sadık ve robot gibi, adeta ona tapan tipteki asker. O zamana kadar tek bir ok atışın bile kaçmamış(kaynağın rivayetine göre), muazzam bir askersin ve o yüzden adamların gözünde neredeyse ilah konumundasın. Haliyle ilk defa atış kaçırdığını görünce durup bir afallamıştır adamlar. Bizimki de o arada gelip sokmuştur bıçağı.

    Komplo da olamaz; çünkü bıçakladıktan sonra askerler kendilerine gelip adamı yakalamış ve parçalamış. Komplo kurulmuş olsa, askerlerin haberi vs. olsa adamı niye parçalasınlar ? Darbe yapacak olan zaten o zamana kadar Alp Arslan kuzeye çıkana kadar on defa yapardı. Nitekim ondan hemen önce Kavurd ile kapışırken böyle bir olay oluyor. Adamlarından bazılarının Kavurd adına bir nevi casusluk yaptığı haberini alıyor ve kendi teşkilatını kuruyor, sırf o casusları kaçırmadan yakalayayım ve o arada bir şey olmasın diye seferi falan erteliyor. Hem garip şekilde Selçuklu hanedanında bir hoşgörü de denemez ama bir naiflik var. İsyan eden affediliyor, anca üçüncü defadan sonra öldürülüyor ki o zaman da Türk töresi gereği boğduruluyor vs. Suikast işi o yüzden çok mantıklı gelmiyor bana.

    2. Bayezid'in olayına ise hep gülmüşümdür nedense. Olaya baksana yahu! Manyağın teki çırılçıplak vaziyette elinde kılıçla üstüne doğru koşuyor! Yalnız o adamdan ürkmelerinin başka bir sebebi var bana kalırsa ve gayet de geçerli bir sebep. O herif Fatih'le çocukla oynar gibi oynayan Otman Baba'nın talebelerinden biri. Üstelik o ana kadar da büyük saygı görüyorlar ve tabii hallerinden dolayı da korkulan tipler. Çünkü o zamanın dervişleri Beşinci Boyut'taki Salih falan gibi değil, tarikat göre değişiyor ama her yerini tıraş etmiş, ya tamamen çıplak ya sadece avret yerleri örtülü vaziyette elde kılıç savaşan tipte korkunç adamlar. Benim üzerime öyle bir tip elinde kılıçla koşacak olsa; ananı avradını der kaçacak yer ararım büyük ihtimalle. Ayrıca hükümdar da olsa o devirlerde korumak için, şimdiki gibi merminin önüne atlayacak tipte adamlar olduğunu zannetmiyorum ben. Malum, Yavuz'un seferi haddinden fazla uzayıp asker yol gitmekten bıkınca yeniçerinin teki kafayı kırıp mola esnasında koskoca padişahın, hem de Yavuz gibi bir adamın çadırını kurşunluyor.

    Otman Baba'nın namı falan malum da galiba Ahmet Yaşar Ocak'tı adamın "Ben Mehdiyim" diye bağırmasının muhafızların korkma sebebi olduğunu söyleyen. Çünkü o devirde yaygın bu tip kültler, inanışlar. Şunu da A. Yaşar Ocak "Kalenderiler" kitabında der; "Kalenderilerin çar-darbına falan gene de en çok müsamaha gösterilen yer Türkiye'ydi". E çünkü herkes çar-darb olmasa da bazıları küpe takıyor, zaten herkesin tepe perçemi var vs. Bilemiyorum. Neyse.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Rica ederim. Dediğiniz gibi şiir çevirmek gerçekten zor oluyor. Aslında çevirirken düz yazı olarak mı çevirsem diye bir düşünce geçti aklımdan fakat daha sonrasında vazgeçtim ve olduğu gibi çevireyim dedim. Bilirsiniz, bu tür epik şiirleri bazen düz yazı olarak çeviriyorlar. Homer'in Odysseus'ünün falan örnekleri var idi. Sonuçta ölçü namına bir şey kalmadığından pek umursamıyorlar nazım mı nasır mı kısmını.

    Aslına bakarsanız bunun orijinalinde ses yinelemesine dayalı çok hoş bir ölçü vardır. Bu eski Nors dilinde, ses yinelemesine dayalı aliterasyonlu ölçü gerçekten kulağa çok hoş geliyor. Youtube üzerinden birkaç seslendirme videosu dinlemiştim. Ancak buna uydurmaya çalışmaya hiç uğraşmadım, çok vaktimi alırdı ve uydurabileceğimi de hiç düşünmüyordum. Aynı zamanda sanatsallığından ziyade şiirin çevrilmesi asıl amacımdı. Ölü olan bu tarih forumuna da canlılık gelsin umuduyla açmıştım bir yandan da konuyu.

    Teşekkürler her birinizin ilgisi için.

    Asıl ben rica ederim.

    Birebir sanatsal yönüyle çevirmek zaten imkansız, hele ki bir forum için kimse uğraşmaz. Yine de başarılı ama. Gerçi ben eski olsun yahut yeni olsun, batı şiirini oldum olası sevmediğim ve hatta basit bulduğumdan dolayı çok da sorun etmezdim açıkçası.

    Bu arada bu bölümün ölmesinin gayet basit bir sebebi var; yönetim. Bu bölüme gerçek anlamda katkı yapan, dişe dokunur, zevkli ve gerçekten bilgi içeren konular açıp tartışılmasını sağlayan birkaç kişi kalmıştı. Onlar da ayrıldı. Ben bir müddet inat ettim, fakat baktım ki olmuyor. İçeriğimi alıp kendi sayfama taşıdım, burada da tek tük şeylere bakıyorum artık. Bana değer vermeyen yer için niye uğraşayım, alt tarafı bir forum. Zaten bir tarafta kendi sayfam var, öteki tarafta da akademide uğraşıyorum. Zannediyorum ve birçoğundan da biliyorum ki diğer arkadaşlar da aynını yapıyor. O nedenle bölüm ve genel olarak forum, en azından bu tip konularla alakalı şeylerde çer çöp dışında ölmek üzere.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Atiila'nın ahşap sarayı at üstünde çekiliyor ama onu da unutmamak lazım. Belki gene de hall denebilir.

    Alp Arslan'ın ölümüne de ben de aynını yazdım. Benim okuduğumda kale dizdarının bir yolunu bulup hançer çekip saldırdığı, Alparslan'ınsa dediğin gibi asla ıskalamadığı için adamlarına "durun" dediği rivayet olunur. Ha sonuçta Alparslan ölürken demiştir zaten "kibrime yenildim" diye. Ama Alparslan'ın ölümünden çıkarı olan çok kişi var. Sırf kale dizdarının yaptığı bir şey olmayabilir. Muharrem Kesik'le konuşurken de bunu tartışmıştık. Yani kim durduk yere bir sultanı öldürür? Düşmanı öldürmez değil mi? Yerine geçmek isteyen öldürür. Çünkü düşman bunu öldürse bir başkası gelecek. I.Murad'ın ölümünde Yıldırım'ın parmağı olduğu şüphesi gibi. O yüzden Alparslan öldürülürken kimsenin müdahale etmemesi bir komplo da olabilir. Çünkü ıskaladıktan sonra onlarca adam niye beklesin. Hakeza adamı sorgulamadan öldürmeleri falan bize bu hissi veriyor. Aynı şekilde Miloş Obiliç'in öldürülmesi de. Mesela II.Bayezid'e yapılan suikastte suikastçı kılıçla "ben Mehdiyim" diye saldırıyor. Onda da korumalar "Mehdiyim" lafını duyunca ürküp çekiliyorlar da bir tanesi sadece gürzü kafasına patlatıyor. Ama sonuçta bir tanesi bile olsa tepki vermiş.

    Attila'ya gelirsek karısı büyük ihtimalle suçsuzdu ama daha o devirde bu minvalde söylentiler çıkmış olması olasıdır. Çünkü halkın ağzı torba değil ki büzesin. Değil mi? Cermenler de bu söylentiden ötürü gururlanıp yedi sekiz yüzyıl sonra yazıya geçirilirken çarpıtılmış olabilir salonu yaktı vs diye.

    Son dediğin şey gayet normal. Çünkü ondan öncesinden itibaren Cermenler hep kafasına sopayı yemişler. Hele ki aradan yüzlerce yıl geçtikten sonra olmayan bir hadise ile öçlerini almaya kalkmaları da gayet normal o açıdan. Osmanlı için daha fenaları yahut nispeten daha yakın tarih olduğu için elimizde malzeme kaldığından dolayı, daha fenalarının yazıldığını biliyoruz. Direkt olarak Almanya ile çok fazla savaşımız vs. olmasa da o kültüre öyle bir sirayet etmişiz ki Türkler hakkında yazılmadık korku hikayesi, masal vs. kalmamış. Korunma duaları çıkmış. Bizdeki manilere benzer şekilde onların da manileri var, o manilerde neler neler yazmış adamlar bizim hakkımızda. Öçlerini öyle almışlar.

    Alp Arslan'ın ölümünden sonra ortalık birbirine giriyor, şüphe olsa da bana çok mantıklı gelmiyor o açıdan. Çünkü daha önceden isyan etmiş Yınal veya Kavurd gibi adamlar zaten o ölürse kargaşanın daha da büyüyeceğini biliyorlardır. Üstelik güçleri de öyle aman aman yok. Fakat kaynağın anlattığı şeye bakılırsa tamamen fırsattan istifade ederek öldürme gibi bir durum var ve saçma gelse de mantıklı. Adam sana boyun eğmemiş, savaşıp yenmişsin, yetmeyip esir almışsın, askerine idam ettirmeyip cezasını ben vereceğim demişsin ve alışılagelmişin dışında okla vurarak idam etmeye kalkıyorsun ve üstelik adamın ellerini falan da çözdürmüşsün. E ıskalayınca o da sakladığı hançeri çıkarıp sana saplar tabii ki. Ha askerin donup kalması da normal. Çünkü yanındaki adamlar hassa ordusunun da hassa kısmı, en sadık ve robot gibi, adeta ona tapan tipteki asker. O zamana kadar tek bir ok atışın bile kaçmamış(kaynağın rivayetine göre), muazzam bir askersin ve o yüzden adamların gözünde neredeyse ilah konumundasın. Haliyle ilk defa atış kaçırdığını görünce durup bir afallamıştır adamlar. Bizimki de o arada gelip sokmuştur bıçağı.

    Komplo da olamaz; çünkü bıçakladıktan sonra askerler kendilerine gelip adamı yakalamış ve parçalamış. Komplo kurulmuş olsa, askerlerin haberi vs. olsa adamı niye parçalasınlar ? Darbe yapacak olan zaten o zamana kadar Alp Arslan kuzeye çıkana kadar on defa yapardı. Nitekim ondan hemen önce Kavurd ile kapışırken böyle bir olay oluyor. Adamlarından bazılarının Kavurd adına bir nevi casusluk yaptığı haberini alıyor ve kendi teşkilatını kuruyor, sırf o casusları kaçırmadan yakalayayım ve o arada bir şey olmasın diye seferi falan erteliyor. Hem garip şekilde Selçuklu hanedanında bir hoşgörü de denemez ama bir naiflik var. İsyan eden affediliyor, anca üçüncü defadan sonra öldürülüyor ki o zaman da Türk töresi gereği boğduruluyor vs. Suikast işi o yüzden çok mantıklı gelmiyor bana.

    2. Bayezid'in olayına ise hep gülmüşümdür nedense. Olaya baksana yahu! Manyağın teki çırılçıplak vaziyette elinde kılıçla üstüne doğru koşuyor! Yalnız o adamdan ürkmelerinin başka bir sebebi var bana kalırsa ve gayet de geçerli bir sebep. O herif Fatih'le çocukla oynar gibi oynayan Otman Baba'nın talebelerinden biri. Üstelik o ana kadar da büyük saygı görüyorlar ve tabii hallerinden dolayı da korkulan tipler. Çünkü o zamanın dervişleri Beşinci Boyut'taki Salih falan gibi değil, tarikat göre değişiyor ama her yerini tıraş etmiş, ya tamamen çıplak ya sadece avret yerleri örtülü vaziyette elde kılıç savaşan tipte korkunç adamlar. Benim üzerime öyle bir tip elinde kılıçla koşacak olsa; ananı avradını der kaçacak yer ararım büyük ihtimalle. Ayrıca hükümdar da olsa o devirlerde korumak için, şimdiki gibi merminin önüne atlayacak tipte adamlar olduğunu zannetmiyorum ben. Malum, Yavuz'un seferi haddinden fazla uzayıp asker yol gitmekten bıkınca yeniçerinin teki kafayı kırıp mola esnasında koskoca padişahın, hem de Yavuz gibi bir adamın çadırını kurşunluyor.

    Otman Baba'nın namı falan malum da galiba Ahmet Yaşar Ocak'tı adamın "Ben Mehdiyim" diye bağırmasının muhafızların korkma sebebi olduğunu söyleyen. Çünkü o devirde yaygın bu tip kültler, inanışlar. Şunu da A. Yaşar Ocak "Kalenderiler" kitabında der; "Kalenderilerin çar-darbına falan gene de en çok müsamaha gösterilen yer Türkiye'ydi". E çünkü herkes çar-darb olmasa da bazıları küpe takıyor, zaten herkesin tepe perçemi var vs. Bilemiyorum. Neyse.

    O kadarı da bana romantik geliyor açıkçası. Herifin teki elinde kılıçla çırılçıplak üzerine koşacak, Mehdiyim diye bağırıyor diye dokunmayacaklar. Dediğim gibi fazla romantik geliyor bana o bakış açısı. Fakat genel olarak özellikle Kalenderilere, dervişlere tekin olarak bakılmadığı, korkulduğu falan bilinen bir şey. E bir de dediğim gibi, üzerine çıplak şekilde elinde kılıçla koşan manyağın biri olduğu kısmını da atlamamak gerekiyor bence. Bu arada küpe ve perçem kısmında abartı veya yanlış yorumlama var gibi. Çünkü küpe takan kısım Türkmenler. Onların da çok büyük bir kısmı Hayderilik geleneğinden dolayı küpe takıyor. Hatta meşhur hikaye vardır ya, ya Aşıkpaşazade ya Oruç Beğ yazar; savaştan sonra Fatih askerlerinden birini yerdeki cesetlerin kulaklarını keserken görmüş, niye diye sorunca kulaklarındaki küpeleri almak böyle daha kolay oluyor deyince sağlam bir azar çekmiştir. O küpeliler Türkmen'di mesela.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kraven -- 20 Aralık 2017; 23:4:45 >




  • Aylardır ben de Kültür-Tarihe bakmıyordum. Bir bakayım dedim zaten @Hupogrammos un konusunu gördüm. Hakikaten de internet artık herkeste olduğundan mıdır yoksa başka bir şeyden mi her sitenin kalitesi düştü. Yani eskiden olsa ben de kitap bölümündeki "Keyf-i Azizimce Kitap Tavsiye Ediyorum" konusunu daha evvelden açardım. O konuyu açıp açmamakta bayağı kararsız kaldım. Neyse ki aldığım karşılıklar az olsa da umduğumdan iyi çıktı. Bu bakımdan sevindim. Benim asıl ilgi görür diye umduğum konum "İngilizce Kitap" konumdu. O da görüldüğü üzere kafi miktarda karşılık almadı, soranların çoğusu stage'li kitap falan sordu.

    Sonuç olarak keşke eskisi gibi olsaydı ama olmuyor. Zaten ben de büyük ihtimalle bir iki ay sonra artık foruma girecek vakit bulamayacağım yoğun okumaktan, ders çalışmaktan vs. Bakalım.

    @Kraven




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hupogrammos


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kraven


    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Öncelikle şunu söyleyeyim; iki şey bana bunun aslında Atilla'yla geçen bir olay olmadığı izlenimini verdi;

    1- Yılan Kuyusu; Ragnar'ın ölümünü hatırlatıyor aynen.
    2- Ne arasın Atilla'da Great Hall Allah aşkına. Basbayağı göçer değil yerleşik bir Atilla var. Atilla'nın kesinlikle yerleşik olmadığı kesin olduğuna göre şuna varıyorum;

    Bu olay gerçek temellere dayanıyor ama büyük ihtimalle iki tribe arasındaki çekişme bir kaç yüzyıl sonra yazıya geçirilirken Cermenlerin Atilla'ya boyun eğişlerine dayanamamaları yüzünden büyük ihtimalle bu Cermen kabilelerinden birisinin yerine Atilla konulmuş. Bunu şuradan da anlayabiliriz;

    - Atilla bu şekilde değil burnundan kan boşalarak ölmüştür. Bu Roma kayıtlarında açıkça yazmaktadır. Bu mevzuyu Ali Ahmetbeyoğlu'nun dersinde tartışırken bize bir doktora danıştığını ve doktorun da bazı böyle vakalar görüldüğünü söylediğini anlatmıştı. Adam bir an iyi bir an sonra burnundan kan boşalıyor. Zehirlenme mi dersin? Bilemem. Sonuçta zehirlendiyse Atilla'nın karısını niye öldürmediler? Ha diyeceksin ki Alparslan nasıl öldü? O da herkesin gözü önünde kale dizdarının kendine saldırmasına müsaade etti. Kimse de kılını kıpırdatmadı ama böyle bir vakanın sonucunda suikastçıyı öldürürsün değil mi?

    Sonuç olarak fikirlerim bunlar. Destandır bu. İlla ki gerçeklik payı vardır ama yüzyılların katmanlarıyla sarılıdır. Bizim Dede Korkut gibi.

    Ek olarak şunu da söylemeliyim ki çeviri gayet başarılı. "hiç saymak" gibi bir şey gördüm ama "hiçe saymak" yazacakken yanlış yazdınız herhalde. Gayet harikulade bir çeviri. Tebrikler.

    Bariz şekilde sonraki tarihlerde yazıldığı için içinde bolca abartma var. Onu bir tarafa bırakırsak, orada "hall" olması gayet normal. Çünkü Attila'nın ahşaptan da olsa bir sarayının olduğu hatta eşinin ayrı bir konak gibi yerde oturduğu vs. biliniyor. Ziyafet verilirken gidip çadırın içinde verilmiyor. O ahşap sarayda yapıyorlar. Bu arada yılan mevzuunu Nordik hikayelere de bağlayabilirsin, ama Roma üzerinden geçen bir kültürün anlatımı ise ben onu alır taa Sümer'e kadar götürürüm. Ona çok takılmamak lazım yani.

    Alp Arslan'ın ölümü biraz farklı. O konudaki en geniş kapsamlı biyografi çalışmasını yapan hocadan aldığımız derste de geçti bu konu. Kaynağın ifadesi ve tabii hocanın anlattığı şeye göre; şuan ismini hatırlamadığım o malum kale komutanı veya yöneticisi mi dersin artık her ne ise, Alp Arslan'ı öldürürken tam bir fırsatçılık yapıyor. O tarihe kadar hiçbir ok atışını kaçırmamış olarak bilinen Alp Arslan'ın ayağı taş gibi bir şeye takılıyor ve attığı ok haliyle adamı ıskalıyor. Olayı anlatan kaynağa göre herkes şaşkınlıktan donup kalıyor. Herif de fırsattan istifade hançeri çıkarıp yaralıyor, muhafızlar o sırada halen daha şok içerisinde. Bıçaklanma hadisesinden sonra kendilerine geliyor da anca o zaman adamın üzerine atlıyorlar, e tabii adamı parçalıyorlar. Attila'da ise ciddi ciddi kadın çadırdan çıkıyor, cenazeden sonra yas tutuyor ve bir müddet sonra da ülkesine dönmesine izin veriyorlar. Ya insanüstü bir ikna kabiliyeti var demektir veyahut hastalık sebebiyle öldüğü su götürmez bir gerçek. Mete'den sonraki belki de en otoriter hükümdar ölecek, bizzat şahidi ve en ufak şüphe duyulan kadın serbest bırakılacak... Osmanlı'da meşhur Bin Parça Ahmet Paşa diye bir vezir vardır, ondan beter ederler adamı.

    Edit: Bu arada bahsetmeyi unutmuşum. Ortada ciddi bir emek ve çaba var. O nedenle konuyu açan arkadaşa da cidden teşekkür etmek gerekiyor. Hikayelerin, şiirlerin vs. olduğunu biliyordum ama böyle bir şiirden şimdiye kadar haberim dahi yoktu mesela. Ayrıca şiir çevirisinin ne bela ve şiir bilmeyen için tatsız bir iş olduğunu da bilirim. Dil bilmek yetmiyor yani. O yüzden ayrıca tebrik etmek gerekiyor.

    Rica ederim. Dediğiniz gibi şiir çevirmek gerçekten zor oluyor. Aslında çevirirken düz yazı olarak mı çevirsem diye bir düşünce geçti aklımdan fakat daha sonrasında vazgeçtim ve olduğu gibi çevireyim dedim. Bilirsiniz, bu tür epik şiirleri bazen düz yazı olarak çeviriyorlar. Homer'in Odysseus'ünün falan örnekleri var idi. Sonuçta ölçü namına bir şey kalmadığından pek umursamıyorlar nazım mı nasır mı kısmını.

    Aslına bakarsanız bunun orijinalinde ses yinelemesine dayalı çok hoş bir ölçü vardır. Bu eski Nors dilinde, ses yinelemesine dayalı aliterasyonlu ölçü gerçekten kulağa çok hoş geliyor. Youtube üzerinden birkaç seslendirme videosu dinlemiştim. Ancak buna uydurmaya çalışmaya hiç uğraşmadım, çok vaktimi alırdı ve uydurabileceğimi de hiç düşünmüyordum. Aynı zamanda sanatsallığından ziyade şiirin çevrilmesi asıl amacımdı. Ölü olan bu tarih forumuna da canlılık gelsin umuduyla açmıştım bir yandan da konuyu.

    Teşekkürler her birinizin ilgisi için.

    Asıl ben rica ederim.

    Birebir sanatsal yönüyle çevirmek zaten imkansız, hele ki bir forum için kimse uğraşmaz. Yine de başarılı ama. Gerçi ben eski olsun yahut yeni olsun, batı şiirini oldum olası sevmediğim ve hatta basit bulduğumdan dolayı çok da sorun etmezdim açıkçası.

    Bu arada bu bölümün ölmesinin gayet basit bir sebebi var; yönetim. Bu bölüme gerçek anlamda katkı yapan, dişe dokunur, zevkli ve gerçekten bilgi içeren konular açıp tartışılmasını sağlayan birkaç kişi kalmıştı. Onlar da ayrıldı. Ben bir müddet inat ettim, fakat baktım ki olmuyor. İçeriğimi alıp kendi sayfama taşıdım, burada da tek tük şeylere bakıyorum artık. Bana değer vermeyen yer için niye uğraşayım, alt tarafı bir forum. Zaten bir tarafta kendi sayfam var, öteki tarafta da akademide uğraşıyorum. Zannediyorum ve birçoğundan da biliyorum ki diğer arkadaşlar da aynını yapıyor. O nedenle bölüm ve genel olarak forum, en azından bu tip konularla alakalı şeylerde çer çöp dışında ölmek üzere.

    Çok vakıf değilim o kısmına fakat doğrudur. Sizin blogunuzu ben de takip ediyorum, çok güzel yazılar yazıyorsunuz. Daha sık yazsanız hoş olurdu fakat o yazıların konularının seçilmesi, hazırlanması epey vakit alıyordur diye tahmin ediyorum. Akademik işlerim de var diyorsunuz.

    Ayrılan bir iki arkadaşı ben de biliyordum ve takip ediyordum konularını. Fakat forum yönetimiyle yaşanan olaylara dediğim gibi pek vakıf değilim. Ben 3-4 senedir takip ediyorum bu tarih forumunu, düzenli bir takipçi olmasam da.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-82BEAE867 -- 20 Aralık 2017; 23:40:30 >




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.