Şimdi Ara

Bir Sen'i Güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde... (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
36
Cevap
0
Favori
11.042
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • İmanımızın temin ettiği ahlak vardır. Mesela meyvelerin çürük taraflarını gizlemeye çalışan bir manav, imanlı ise, birdenbire Allah'ın her şeyi gördüğünü ve bildiğini hatırlar. O an, sanki imanı bir suflör olur ve bağırır:

    "Ey Müslüman, dikkat et!.. İmanına, dinine aykırı hareket ediyorsun." Adam hilesinden böylece vazgeçer.

    Meyve vermeyen ağaca "odunluk" derler. Müslüman'ın meyvesi de Peygamber ahlakıdır.

    Herkes ilmine ve kabiliyetine göre böylesi iç konuşmalara erer, aniden başını kaldırır, "seç, al; çürüğü de var, sağlamı da!" diye malının ayıbını gizlemez, helal kazanç sağlar.

    Böylece Peygamber'i taklit etmiş olur.

    Yeryüzünü bir talimgâh yapan Allah, insanlar topluluğunu buraya toplarken, Peygamber Eendimiz'i de başöğretmen makamına getirmiştir.

    Kur'an-ı Kerim, bu eğitim sisteminin yönetmeliğidir. Demek ki Peygamber Efendimiz, Kur'an'ı anlamaya ve yaşamaya en uygun şekilde yaratılmış; O, İslamiyet'i anlamış ve yaşamış, böylece kendi şahsında ispat etmiş ki, insanların bütünü Hz. Muhammed'e benzer tarzda yaşasa, şu dünya bir cennet manzarası arz edecek!..

    İşte insanlığın gayesi ve hedefi budur! Yani Peygamber'in ahlakı ile ahlaklanmak!..

    İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruki (ra) demiş ki:

    "Ben, seyr-i ruhanide kat-ı meratib ederken, tabakat-ı evliya içinde en parlak, en haşmetli, en letafetli, en emniyetli; sünnet-i seniyyeye ittiba edenleri gördüm."

    Çeşitli cemaatler var. O cemaatlerin her birinin mensupları, manen yükselmek istiyorlar. Kimisi zikrederek yükselmek istiyor, kimisi tefsir okuyarak, kimisi Kur'an okuyarak yükselmek istiyor; cemaat mensupları böyle çalışıyor.

    İşte Ahmedi Faruki onların içinde en yüksek, en nurlu derecede, sünnet-i seniyyeye ittiba edenleri görmüş.

    Adam diyor ki, "Ben ilimle yükseleceğim." Öbürü diyor ki, "Ben zikrederek yükseleceğim."

    "Sen, kafandan geçen fikirleri bir kenara bırak", diyor Ahmed-i Faruki; "Peygamber ne yaptı, önemli olan o. En yüksek makam sünnet-i seniyyeye ittibadır."

    "Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed (sas), O'nun kulu ve resulüdür."

    Kelime-i şehadetin içinde bir hayat şekli vardır. Helal dairede bir hayat...

    Haram daireden uzak bir hayat...

    Bediüzzaman buyurmuş ki:

    "Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet acizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı... Ne vakit sünnete yapışsam, yol aydınlaşıyor, selametli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum."
    (Lem'alar)

    Peygamberimiz'in doğumunu kutlayan, YENİDEN DOĞMALI!

    Yeniden dünyaya gelir gibi, hayata yeniden başlamalı ki, kâinat çapındaki bu davanın sırrına ersin...


    HEKİMOĞLU İSMAİL




  • Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Kur'an'ın ete kemiğe bürünmüş halidir. O Kur'an'ın yaşanabilirliğini bizzat yaşayarak göstermiştir. Tembellik ve şeytana ve hevalarına uyarak Kur'an'ı yaşanamaz görmeye çalışanlara da en güzel cevaptır.

    Yaşadığı devre asr-ı saadet denmesi de hayatının güzelliğini gösterir. Başka kimin varlığı bir asrı saadet asrı yapmış ki ?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi etusch -- 7 Nisan 2009; 13:17:17 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Kur'an'ın ete kemiğe bürünmüş halidir. O Kur'an'ın yaşanabilirliğini bizzat yaşayarak göstermiştir. Tembellik ve şeytana ve hevalarına uyarak Kur'an'ı yaşanamaz görmeye çalışanlara da en güzel cevaptır.

    Yaşadığı devre asr-ı saadet denmesi de hayatının güzelliğini gösterir. Başka kimin varlığı bir asrı saadet asrı yapmış ki ?


    />





    Bir müslüman olma hikayesi:

    "Hayatım Kur'anla Aydınlandı"

    Abdulhakim’le ilk olarak Şam’da bir mescidde tanışmıştık. Daha sonra sık sık bir araya gelmeye başladık ve aramızda sıkı bir dostluk oluştu. İngiltere’de doğup büyüyen Abdulhakim’in asıl memleketi Nijerya; fakat O Nijerya’yı hiç görmemiş. Abdulhakim’le bir araya geldiğimizde konu genelde Kur-an’dan açılıyordu. Şimdiye kadar, Abdulhakim gibi Kur-anla dost olmayı başarabilen ve Kur-an’ üzerine onun kadar yoğun şekilde araştırmalar yapan bir kişi görmedim desem sanırım yanlış olmaz. İlerleyen zamanlarda Abdulhakim’in İslam’a sonradan girdiğini, Müslüman olmadan önce Okeroghene Egbedi ismini kullandığını öğrendim. Bu durum beni daha da şaşırtmıştı. Uzun zamandır Abdulhakim’in hidayet öyküsünü dinlemeyi istiyordum. Sonunda bir gece onu ikna ettik ve saatlerce süren sohbetin ardından bu röportaj ortaya çıktı. 2 senedir Şam’da hem hafızlık yapan, hem de Arapça öğrenen Abdulhakim’in hidayet öyküsü gerçekten çok ilginç.
    ADEM ÖZKÖSE

    - Sohbetimize Müslüman olmadan önceki hayatınla başlayalım. Hangi süreçlerden geçerek İslam’la tanıştın?

    Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldim. Annem kilisede görevliydi, babam da iyi bir Hıristiyan’dı. Küçük yaşlardan itibaren kiliseye gitmeye başladım. Annem her Pazar günü beni ve kardeşlerimi mutlaka kiliseye götürürdü. Fakat 14 yaşımdan sonra kiliseyi terk ettim.

    -Kiliseyi niçin terk ettin?

    Bu İngiltere’de yaşayan insanların bir âdetidir. 13-14 yaşınıza kadar anne ve babanız istediği için kiliseye gidip ayinlere katılırsınız, gençlik çağınıza girdikten sonra ise kiliseyi terk edersiniz. Fakat yaşlandığınızda tekrar kiliseye geri dönüp Pazar ayinlerine katılmaya başlarsınız. Ben de bu âdete uyarak 13 yaşımdan itibaren kiliseye gitmekten vazgeçtim.

    -Kiliseyi terk etmen yaşamında herhangi bir değişikliğe neden oldu mu?

    Evet, hem de çok. Benim yaşadığım mahalle, Londra’nın kuzeyinde bulunuyordu. Londra’nın kuzey kesimleri şehrin en berbat yerleridir ve kuzeyde aklınıza gelebilecek her türlü suç işlenir. Arkadaş çevrem çok bozuktu.
    İçki içiyordum, kızlarla beraber oluyordum, hatta bazı zamanlar uyuşturucu kullandığım bile oluyordu.

    -Bu bölgede daha çok senin gibi Afrika kökenliler mi yaşıyor?

    Hayır. Kuzeyde her milletten insan bulunur. Hatta arkadaşlarım arasında Türkler de vardı.

    -Kiliseyi terk ettikten sonra kendini her şeye rağmen bir Hıristiyan olarak hissediyor muydun?

    Hıristiyanlık bana çok saçma gelmeye başlamıştı.

    -Niçin?

    Hıristiyanlar Hz. İsa’nın Allah'ın aslında bir olduğunu söylüyorlardı. Bu da bana hiç mantıklı gelmiyordu. Ayrıca papazları da hiç samimi bulmuyordum. Sürekli olarak Hz. İsa’yı kullanarak fakir insanlardan para topluyorlardı. Ben de ateist olmaya karar verdim.

    -İslam’la tanışman nasıl gerçekleşti?

    Lisede benim gibi Afrikalı olan Samir isminde bir arkadaşım vardı. Samir’in anne ve babası Müslüman’dı. Fakat onun İslam’la herhangi bir ilişkisi yoktu ve İslam’la ilgili de herhangi bir şey bilmiyordu. Lise bittikten bir yıl sonra Samir ile karşılaştık. Bir cafeye oturup Samir ile sohbet etmeye başladık. Samir bir hayli değişmişti ve bana sürekli sorular soruyordu.

    -Ne gibi sorular?

    Mesela dünyaya niçin geldiğimi ve niçin yaşadığımı soruyordu. Ayrıca ölünce başımıza neler geleceğini düşünmemi istiyordu. Daha sonraki günler Samir ile sık sık bir araya gelmeye başladık. Sohbetlerimiz genel olarak yaşam ve ölüm üzerine oluyordu.

    “YOK OLMA DUYGUSUNDAN KORKUYORDUM”

    -Bu sohbetlerinizde Arkadaşın Samir sana İslam’dan hiç bahsetti mi?

    Hayır hiç bahsetmedi. Samir beni daha çok düşünmeye sevkediyordu. Birkaç ay geçtikten sonra Samir bana; “Bangladeşli bir arkadaşım var. Onunla sohbet etmeni istiyorum. Onunla yapacağın sohbet sana çok zevk verecek. Ayrıca o çok zeki ve bilgili bir kişi” dedi. Samir’in bu teklifini önce kabul etmedim. Çünkü Samir bana bir türlü cevaplayamadığım sorular soruyordu, bu sorulara cevaplar bulamazken bir başkasının daha zihnimi yeni sorularla doldurmasına katlanamazdım. O dönem sürekli olarak ölüm üzerine düşünüyordum; yok olma duygusu artık beni korkutmaya başlamıştı. Daha sonra kendimi okumaya verdim.

    -Ne tür kitaplar okuyordun?

    Daha çok felsefi eserler okuyordum, özellikle Descartes beni çok etkilemişti.
    Ayrıca üniversitenin felsefe bölümüne kayıt oldum. Bu arada Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm ve Hinduizm üzerine araştırmalar yaptım, fakat bu dinlerin hiç biri zihnimdeki sorulara cevap veremedi. Artık bir yaratıcının olduğuna inanmaya başlamıştım. Fakat bu yaratıcının nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum.
    Arkadaşım Samir belli bir süre sonra bana tekrar Bangladeşliyi ziyaret etme teklifinde bulundu, ben de Samir’in bu seferki teklifini kabul ettim. Samir, kardeşim ve ben bir hafta sonu Bangladeşliyi ziyarete gittik.

    - Samir’in Bangladeşli arkadaşıyla neler konuştunuz?

    O da tıpkı Samir gibi bana sorular sordu. Hatta bir ara onunla münakaşa bile ettik. Fakat Bangladeşli çok bilgiliydi ve ben ona cevap yetiştiremiyordum. Bangladeşli, sohbetimizin sonlarına doğru bana herhangi bir dine inanıp inanmadığımı sordu. Bir yaratıcının olduğuna inandığımı; fakat bu yaratıcının
    nasıl bir şey olduğunu bilmediğimi söyledim. Bangladeşli yaratıcının nasıl olduğunu Kur’an’dan öğreneceğimi ifade etti ve Kur’an okumamı tavsiye etti. Bu sefer Bangladeşliye Kur’anın hakikat olduğunu nereden bileceğimi sordum. Bangladeşli; “ Eğer senin hidayete ermeni dilediyse, Kura-an’ı okuduğunda, hiçbir kelamın Kur-an’ın misli olmadığını ve Kur-an’ın tarafından gönderildiğini hissedeceksin ” dedi
    . Bangladeşli Kur-an’ın beni ikna edeceğine bütün kalbiyle inanıyor gibi gözüküyordu. O gün sohbetimiz 7 saate yakın sürdü ve bu sohbetin ardından içimde Kur-an’a karşı büyük bir merak oluştu. Bangladeşli ile vedalaştıktan sonra kardeşim kendi kitaplarının arasında, okuldaki Müslüman bir kız arkadaşı tarafından hediye edilen İngilizce bir Kur’an tercümesi olduğunu, fakat onu hiç okumadığını söyledi. Hemen Kur-an’ı kardeşimden istedim; fakat kardeşim bu isteğimi geri çevirdi. Bangladeşli ile yaptığız sohbetin ardından onda da Kur-an’a karşı büyük bir merak oluşmuştu. Kardeşim bana “Kitaplığımdaki Kur-an’ı önce ben okuyayım, daha sonra sana veririm” dedi. Bir gün sonra Afrikalı bir arkadaşım beni tatil için Gana’ya davet etti. Ben de bu daveti kabul ettim. Yaklaşık 20 gün Gana’da kaldım ve Gana’dan döner dönmez, kardeşime Kur-an’ı okuyup okumadığını sordum. Kardeşim Kur-an’ın bir bölümünü okumuş; fakat Kur-an’dan pek fazla hoşlanmamıştı. Kardeşimden Kur-an’ı bana getirmesini istedim ve vakit kaybetmeden Kur-an’ı İngilizce tercümesinden okumaya başladım. Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide, Enam, A’raf, Enfal, Tevbe, Yunus ve Hud Surelerini arka arkaya okudum. Bu sureler beni o kadar çok etkiledi ki, hissettiklerimi size tam olarak anlatamayabilirim. Kehf, Meryem, Taha Surelerini okuduğumda ise Kur-an’ın bir yaratıcı tarafından gönderildiğine kesin olarak inandım ve Müslüman olmaya karar verdim.

    -Kur’an-ın neyinden etkiledin? Bu konuyu biraz daha açar mısın?

    Kur’an okumadan önce zihnimde cevaplanması gereken bir sürü soru vardı. Okuduğum kitaplar bu sorulara cevap veremiyordu. Fakat Kur-an hem sorularıma cevaplar verdi, hem de kalbime büyük bir sükûnet indirdi.
    Kur-an’dan bu denli etkilenmemin bir başka sebebi de, Kur-an’ın insanın hayatını baştan aşağı yeniden düzenlemesiydi. Bu kitap insanın yaşam sürmesi için ihtiyaç duyduğu her alana bir takım kurallar koyuyor ve insanı yeni bir hayatla tanıştırıyor. Böyle bir şeyi ne İncil’de, ne de Tevrat’ta gördüm. Ayrıca düşünen bir insanın Kur’an okuyup da iman etmemesi imkânsız. Mesela Kur-an’da “ bütün her şeyi sudan yarattı” diye bir ayet var. Bilim bütün mahlukatın sudan yaratıldığını daha yeni keşfetti; fakat 1400 sene önce gelen bir kitap, bilimin yıllar sonra keşfettiği bir şeyi size haber veriyor. Bu nasıl olabilir?

    “BAŞKA BİR DÜNYAYA ADIM ATTIM”

    -Müslüman olmaya karar verdikten sonra ne yaptın?

    Müslüman olmaya karar vermiştim; fakat nasıl Müslüman olunacağını bilmiyordum. Arkadaşım Samir’e telefon açtım ve ona Müslüman olmaya karar verdiğimi, fakat nasıl Müslüman olunacağını bilmediğimi söyledim. Samir beni genelde Arapların takıldığı bir lokantaya davet etti. Yanında başka Müslüman gençler de vardı. Samir’e tekrar nasıl Müslüman olacağımı sorduğum da, İslam’a girmek için sadece Kelime-i Şehadet getirmemin yeterli olacağı cevabını aldım. İslam’a girmenin bu kadar basit olması beni çok şaşırttı. Çünkü Hıristiyan olmak istediğinizde bir sürü tören düzenlenmesi gerekiyordu. Samir’in söylediği Kelime-i Şehadeti tekrarladım ve Samir’in arkadaşları sevinçli bir şekilde ayağa kalkıp beni sırayla kucakladılar. O an başka bir dünyaya adım attığımı fark ettim. Yemekten sonra ellerimi yıkamak için lavaboya gitmiştim. Lavabonun aynasına baktığımda bir hayli şaşırdım. Çünkü yüzümü uzun zamandır ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. Lavabodan dönünce Lokanta sahibi yanıma geldi. O da Lübnanlı bir Arap Müslüman’dı. Bana “Bu lokantadan ne istersen yiyebilirsin, sen artık bizim kardeşimizsin” dedi. Lokanta sahibinin bu tavrı beni bir hayli şaşırttı. Çünkü İngiltere’de hiç kimse başka birine böyle bir teklifte bulunmaz. Fakat Müslümanlarla yaşamaya başladıktan sonra, bu davranışın sıradan bir şey olduğunu, Müslümanların birbirlerine karşılıksız ikramlarda bulunduklarını öğrendim.

    -Abdulhakim, hangi tarihte İslam’a girmiştin?

    2003 yılında Müslüman oldum. Ramazan’a tam olarak 12 gün vardı ve ilk orucumu da 2003 yılında tuttum. Ayrıca aynı yıl Ramazan ayında itikafa da girdim.

    -Müslüman olur olmaz seni hemen itikafa mı soktular?

    Onlar sokmadılar, ben kendi isteğimle girdim. Müslüman olduktan bir gün sonra arkadaşım Samir’i arayıp ona İslam’la ilgili bazı sorular sordum. Samir sorduğum sorulara cevap verdi ve bir ara Ramazan’ın son 10 günü bir mescitte itikafa girmenin Peygamberimiz tarafından tavsiye edildiğini söyledi. Telefon görüşmemiz bittikten sonra, Samir’in anlattıkları aklıma geldi ve kendi kendime; “Peygamber tavsiye ettiyse, bu itikaf denen şey güzel bir şeydir” dedim. Fakat itikafın ne olduğunu bilmiyordum. Bir gün sonra evden çıkıp itikaf için bir mescid aramaya başladım ve aradığım mescidi buldum. Mescidin kapısını vurduğumda bir Müslüman kapıyı açtı ve bana ne istediğimi sordu. “İtikaf istiyorum” dedim. Arnavut olduğunu öğrendiğim Müslüman bana iki dakika beklemem gerektiğini, beni itikafa kabul etmeleri için mescitte kendileriyle birlikte itikafa giren imamın onay vermesi gerektiğini söyledi. Arnavut’un bakışlarından benden pek fazla hoşlanmadığını fark etmiştim. Çünkü üstümdeki giysiler, Müslüman giysisine benzemiyordu. Arnavut Müslüman imamla konuşup geri döndü ve beni itikafa kabul edemeyeceklerini söyledi ve kapıyı kapattı. O an çok üzüldüm. Çünkü benim Müslüman olduğuma inanmamışlardı. Peygamberin tavsiyesini yerine getirmeyi çok istiyordum. Bu nedenle mescidin kapısının önüne oturup, mesciddekilerin beni itikafa kabul etmeleri için Allah’a dua ettim. 1 saat kadar mescidin kapısının önünde bekledim. 1 saat sonra bir başka kişi kapıyı açtı. Benim kapının önünde beklediğimi görünce, beni içeri davet etti. Mescidin içinde bir sürü genç Müslüman vardı. Bu gençlere imamlık yapan Mustafa adında bir Türk beni karşıladı ve ne istediğimi sordu. İslam’a yeni girdiğimi ve peygamberin itikaf tavsiyesini yerine getirmek istediğimi söyledim. Mustafa ağlamaya başladı ve benden özür diledi.

    -İlk namazını ne zaman kıldın?

    İlk namazımı itikaf sırasında kıldım. Ayrıca İslam ile ilgili ilk bilgilerimi de itikaf esnasında öğrendim. Mustafa Hoca sürekli benimle ilgilendi ve bana namazın nasıl kılınacağını öğretti. Mescidde kalırken Fatiha, Kevser ve İhlas surelerini de ezberledim ve ilk namazlarımı bu surelerle kıldım. İtikafta sürekli Kuran okuyordum. Kur-an’ı o kadar çok sevmiştim ki, bir an bile olsun onu elimden bırakmak istemiyordum.

    “KUR-AN KALBİMİ AYDINLATTI”

    -İslam ve özellikle Kur’an sende ne gibi değişiliklere yol açtı?

    Kur’an okudukça değiştim ve kalbimin, zihnimin, hayatımın Kur-an ile aydınlandığını farkettim. Kendimi yeni doğmuş bir çocuk gibi hissediyordum, hatta hiç konuşmak istemiyor, vaktimi sadece Kur’an okuyarak geçirmek istiyordum. Daha sonra Kur-an’ın yanında hadis kitapları da okumaya başladım. Hadisler de beni çok etkiledi ve hadislerden İslam’ı nasıl yaşamam gerektiğini öğrendim. Hadis kitaplarından ilk öğrendiğim kural, niyetimi düzeltmem gerektiğiydi. Her şeyi için yapmam gerekiyordu, insanlar veya bir menfaat karşılığı değil. Bu alışkanlığı kazanmak için aylarca çaba sarf edip, Allah’a dua ettim. Allah'da dualarımı kabul etti...

    -Müslüman olman çevren tarafından nasıl karşılandı. Ailen İslam’a girişine karşı çıktı mı?

    Babam bir şey demedi; fakat annem başlarda delirdiğimi zannetti. Özellikle namaz ailemin ilgisini çekiyordu. Evde namaz kıldığımda, bana namazla ilgili sorular soruyorlardı.

    -Daha sonra ailenden Müslüman olanlar oldu mu?

    Evet. İki erkek kardeşim de Müslüman oldular. Annem halen Hıristiyan olsa da sürekli olarak, “Müslüman olmanız çok iyi oldu. Bu haliniz eski halinizden çok çok iyi. Sakın İslam’ı terk etmeyin” diyor.

    -İngiltere’de İslam’a olan ilgi hangi boyutlarda? Senin gibi İslam’a giren çok insan var mı?

    Hem de çok fazla. Her yıl İslam’a girenlerin oranı artıyor. Özellikle İngiliz kadınlar İslam’a büyük bir ilgi gösteriyorlar. Mesela geçen ay sadece Londra’da 51 İngiliz kadın Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.

    - Özellikle kadınların İslam’a bu denli ilgi göstermesinin sebebi sence nedir?

    İngiliz erkekler kadınları sadece bir sex objesi olarak görüyor. Birçok kadın bu bakış açısına karşı çıkıyor ve İslam’ın kadına verdiği değeri öğrendiklerinde bundan etkilenerek Müslüman olmaya karar veriyorlar.

    “GERÇEK ZENGİNLİK İMAN ETMEKTİR”

    -Batıda yaşam standartları doğu ülkelerinden çok daha iyi. Hatta bir çok doğulu yaşamak için Batı’ya gitme hayali kuruyor. Fakat sen tam tersini yaparak, hayatını sürdürmek için bir doğu şehrini seçtin. Niçin böyle bir tercihte bulundun?

    Batı, doğudan maddi olarak çok daha zengin; bu doğru. Fakat asıl zenginlik mal ile değildir, gerçek zenginlik iman etmektir. Fakirlik ise küfür içinde olmak, Allah’ın gönderdiği Rasûl’e inanmamaktır. Batı bu yönüyle doğudan çok daha fakir. Çünkü Batı’nın imanı yok. Doğu’da yaşayan insanlar sürekli olarak Batı’yı anlatan filmler seyrediyorlar ve Batı’nın filmlerde gözüktüğü gibi olduğunu zannediyorlar. Bu doğru değil… Ben 2 senedir Şam’da yaşıyorum ve bundan çok mutluyum. Şam bana sürekli olarak Müslüman olmanın, Müslümanlarla bir arada yaşamanın güzelliklerini hissettiriyor.




    Allah bana da bir gün Türkiye'de yasamayi nasip eder mi acaba...




  • Üşkufe eklediğin yazıyı inşaallah yarın okurum. Şimdi ben de bugün okuduğum bir yazıyı kopyalıyorum.


    Fransa’da bir derviş
    Şakir Tarım



    Bu yazımda, samimi, ihlaslı, hasbi, İslami hassasiyeti güçlü bir inanmış müslümandan söz edeceğim. Portresini anlatacağım kişi, meşhur biri değil. Fakat, örnek ve sadakatli bir insan. Bu yüzden yazmaya değer buldum.

    Şubat ayında yolum Fransa'nın Montargis şehrine düştü. Paris'e 100 km. kadar mesafede, tarihi bir kent burası. Bu güzel şehirde gurbetçi vatandaşlarımızla görüştüm. Camilerine gittim. Bu ziyaretimde, Sakarya'nın Akyazı ilçesi kökenli Ümit Fırat'la tanıştım. Namazlarını sarık ve cübbesiyle kılıyor. Sokakta da aynı kıyafetle dolaşıyor. Bu konuda tavizsiz. Samimiyeti ve güleryüzlülüğü her zaman üzerinde. Derviş meşrep bir mizaca sahip.

    Ümit bey, 24 yaşında. İlk önce dedesi, sonra da babası gelmiş Fransa'ya... Yani 3. nesil içinde yer alıyor. Fransa'da doğmuş büyümüş... 4 kardeş sahibi.. Bizdeki Endüstri Meslek Lisesi düzeyinde bir okulu bitirmiş... Montargis şehrindeki bir iş yerinde tornacı olarak çalışıyor. 1.5 yıl önce, İstanbul Küçükçekmece'de hocalık da yapmış bir hanımla evlenmiş. Bir çocuk babası.

    Bu güleryüzlü insan beni evine davet etti. Davete icabet vacip. Elbette reddedemezdim. Şimdi evindeyiz. Burasının, İslam'ın yaşandığı bir ev olduğu misafir odasının dizaynından anlaşılıyor: Kitaplar, levhalar, seccadeler... Namaz sırasında, seccadeleri serer ve tesbihleri getirirken gösterdiği titizlik hala gözümün önünde. Dünyanın en önemli görevini yaptığının ciddiyeti içinde.

    Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan bir kardeşle karşı karşıya olduğumu düşünüyorum. Evlilik sonrası, Türkiye'de hanımı için pasaport almaya gitmişler. Hanımı çarşaflı, kendisi de anlattığım kıyafette olan bu ikilinin görüntüsü görevlileri etkilemiş... Bu samimiyet karşısında işlerini kolaylaştırmışlar.

    Ümit kardeş, son işine girerken Fransız asıllı ve bir Katolik olan patronuyla bir anlaşma yapmış: "Ben, bu sene hacca gideceğim, namazımdan da kesinlikle vazgeçmem. Beni böyle kabul ederseniz kontrat yaparız. "Patronu kabul etmiş. Şimdi karşılıklı anlayış ve hoşgörü sınırları içinde fikir alışverişi yapıyor, medeni ölçüler içinde tartışıyorlarmış. Ümit'in belki ilmi yok ama öğrendiğini hemen yaşamaya çalışan bir samimiyeti var.

    Fabrikada patronunun bulunmadığı bir günde, şöyle bir olay yaşamış: Arabasının camını silmek için iş yerinin yağından gayrı ihtiyari bir miktar kullanmış. Eve gelince, durumu hanımına anlatmış. Hanımı da "Git, helallik dile" demiş. Ertesi gün, bir kutu yağ götürerek durumu patronuna anlatmış. Patronu gülerek, "Ümit, sen bu fabrikayı iflasa götürdün" demiş.

    Yine, evlenmeden önce, Fransa'da Türkiye kökenli bir kızla nişanlanmaya karar vermiş. Nişan günü sarık ve cübbesiyle gittiği için, kız evlenmekten vazgeçmiş. Ümit, "Böylesi daha iyi oldu" diyerek hamd ile memnuniyetini dile getiriyor.

    Ümit'in anne babası yeteri kadar İslami eğitim alma fırsatı bulamamışlar. "Ancak" diyor Ümit, "Ben 7-8 yaşlarında iken, babam eve, bir Fatih Sultan Mehmet posteri getirdi. İşte bu, Osmanlı'nın en büyük hükümdarı, İstanbul'u aldı, dedi. İçimde bu hükümdara karşı hayranlık duydum. Hayatını okumaya çalıştım. Oğlum olursa ismini Fatih Sultan Muhammet Han vermeye karar verdim. Kız olursa ismini eşim koyacaktı. Kızımız oldu, anlaştık ve ismini birlikte Züleyha Hüma koyduk. Fatih'in adını koyamadım ama annesinin adını koydum. "O posteri, hatıra olarak evinin en görülebilecek yerine koymuş.

    Ümit devam ediyor: "İstanbul'daki Fatih Camii'nde namaz kılmayı çok istiyordum. Hep transit geçiyorduk bu şehirden. Evlilik günlerinde İstanbul'a gittik. Fatih Camii'ne uğradık. Orada doya doya namaz kıldım."

    Ümit Fırat, İslami şuuru, camilerinde hoca olarak görev yapan İslam Toplumu Milli Görüş'e mensup bir hocadan almış. İslam'a öylesine bağlanmış ki, öğrendiği her bilgiyi hemen yaşamaya gayret etmiş. İslam'ı iyi temsil etmeye çalışıyor. Giysilerinin temiz ve ütülü oluşu ile dikkati çekiyor. Evde kullandığı eşyalar bile, yeni mağazadan çıkmış gibi. Tertip ve düzenli, temiz ve ütülü...

    Komşuları, çevresi, alış veriş yerleri, 22 personel olarak çalıştığı mesai arkadaşları hep o kıyafeti ve inancıyla kabullenmişler Ümit Fırat'ı. Bir tepki, bir anlaşmazlık yaşamamış. Çünkü, uysal, yapıcı, güler yüzlü, insan canlısı, sevimli ve insani değerleri meziyet haline dönüşmüş bir insan. Her sınıftan insana kendisini sevdirmiş. Böylesine samimi ve tabii yaşayan bir kardeşimi tanımaktan çok mutlu oldum. Hem de Avrupa'da... Fransa'da doğmuş büyümüş bir insan olarak. Bu durum, İslam'ın ne kadar fıtrata, yaratılışa ve tabiiliğe uygun olduğunun da canlı bir örneği.




  • Elhamdülillah.
    Ne güzel bir yazi, bir ani, bir anlatim, bir görüs, bir gözetlemedir bu.
    Tüylerim dikenlendi. Gözlerim doldu.
    Içimde kopan firtinalari döksem buraya sayfalara sigmaz sanirim. Yine de Allah'a hamdü senalar olsun. Ne büyük bir lutuf, bir nasip... Cok etkilendim, belki de, yazida kismen kendimi gördüm diye...

    Sagol etusch.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: üşkufe

    Elhamdülillah.
    Ne güzel bir yazi, bir ani, bir anlatim, bir görüs, bir gözetlemedir bu.
    Tüylerim dikenlendi. Gözlerim doldu.
    Içimde kopan firtinalari döksem buraya sayfalara sigmaz sanirim. Yine de Allah'a hamdü senalar olsun. Ne büyük bir lutuf, bir nasip... Cok etkilendim, belki de, yazida kismen kendimi gördüm diye...

    Sagol etusch.

  • quote:

    Orjinalden alıntı: üşkufe

    Allah bana da bir gün Türkiye'de yasamayi nasip eder mi acaba...

    Allah iyiyi doğruyu isteyen bir gönül versin, ve sonra da gönlüne göre versin.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch


    quote:

    Orjinalden alıntı: üşkufe

    Allah bana da bir gün Türkiye'de yasamayi nasip eder mi acaba...

    Allah iyiyi doğruyu isteyen bir gönül versin, ve sonra da gönlüne göre versin.


    Amin, sana da insallah. Cok sagol etusch.

    Allah hakkinda daima gönlüne göre hayirlisini versin insallah.




  • Senin Gibi Olmak Bize Zor Geldi Ey Rasül!


    "Senin gibi olmak zor geldi bize ya Rasul!
    Senin gibi anlamak, Senin gibi ağlamak, Senin gibi olmak zor geldi bize...
    Neler yapmadık ki, neleri atmadık ki hayatımızdan, düşünmeden, anlamadan geçen nice zamanlarımız oldu...
    Neler demedik düşünmeden...
    Hep biz olmalıydık, dedik.
    Her şeyi ben bilir ben yaparım, dedik.
    Herkes bana bakmalı, benimle ilgilenmeli, benim olduğum yerde başkası olmamalı, dedik...
    En yakışıklı erkek, en güzel kız ben olmalıydım nidaları hiç düşmedi dilimizden, bu uğurda neler yapmadık, kimleri harcamadık ki...
    Hep büyük olmak istedik, her zaman her yerde tek olmayı, ulaşılmaz olmayı istedik...
    Para dedik, parayı aradık ve onu bulduğumuz yerde herşeyi kaybettik...
    Neler yaptırmadı ki bize, kimleri sevdirmedi, kimlerden nefret ettirmedi, nice dostları kaybettik onu kazanmak için ve nice düşmanlar kazandık onu kaybetmemmek için...
    Para dedik parayla yandık...
    Şöhret dedik şöhretle yandık...
    Hep ben dedik benlikle yandık...
    Ama ALLAH(c.c.) deyip ALLAH(c.c.) aşkıyla yanmak zor geldi bize...
    İnsanları küçük görmek en büyük zevkimiz oldu.
    Makamımız, mevkimiz enaniyetimizi körükledikçe bizden daha büyük kimse yok dedik.
    Her halimiz, her sözümüz benlik emarelerinden kurtulamıyordu...
    İsmimiz altın harflerle yazılmalıydı kitaplara...
    Resmimiz yapılmalı ve her yere asılmalıydı...
    Dillerden düşmemeli, akıllardan hiç çıkmamalıydık...
    Ve istediklerimiz oldu...
    İsmimiz altın harflere olmasa da altın yaldızlı harflerle yazıldı kitaplara...
    Resmimiz yapıldı ve resmimizin altına "işte o" yazıldı...
    Heykellerimiz dikildi köşe başlarına ve herkes hayran gözlerle izledi...
    Dillerden hiç düşmüyor, akıllardan hiç çıkmıyorduk.
    İşte artık her şeye sahiptik...
    Bütün bunları kazanırken birtek ve en önemli şeyi kaybettiğimizi hiç düşünemedik...
    Dünya öylesine sarmıştı ki bizi,
    Gözlerimiz öylesine perdelenmişti ki
    Kazandıklarımız öylesine tatlıydı ki...
    En önemli kazancımızı;
    Dünya ve ahiret saadetimizin anahtarını gönlümüzün huzurunu, gözümüzün nurunu kaybettiğimizi göremedik, anlayamadık, hissedemedik.
    Evet bunları kazanırken imanımız elden kaçıyordu.
    Artık ALLAH(c.c.)'ı unutuyor, O(c.c.)'nun emirlerine karşı lakaydlaşıyorduk.
    Bize sunulan nimetlere nankörlük ve emanetlere ihanet artık hayatımızın bir parçası haline gelmişti...
    Bilemedik, anlayamadık...
    Dönmek, doğruya yönelmek, hatalarımıza kalem çekmek zor geldi bize...
    Ama ne pahasına olursa olsun;
    Dünyanın her türlü nimetinden mahrum kalmak,
    İnsanların alaylarına maruz kalmak,
    İtilmek,
    Kakılmak,
    Küçük düşürülmek...
    Evet ne pahasına olursa olsun; artık vazgeçiyorum dünyanın bütün nimetlerinden.
    Artık RABBiME yönelmenin, O(c.c)'nu bulmanın, O(c.c.)'nu anlamanın, O(c.c)'nun aşkıyla yanmanın, O(c.c)'nun varlığında yok olmanın zamanı gelmişti...
    Bütün insanlara,
    Bütün sahte dostlarıma,
    Bütün düşmanlarıma,
    Bütün fantazilere,
    Bütün günahlara,
    Bütün dünyaya sesleniyorum...
    Ben Rabbimi buldum sizi kaybetsem ne olur...
    Ben Rabbimi sevdim sizi sevmesem ne olur...
    Ben Rabbime kul oldum size köle olmasam ne olur...
    Ben gerçeği buldum siz anlamasanız, dinlemeseniz ne olur...
    Artık bırakma vaktidir sizi,
    Artık yönelme vaktidir Rabbime,
    Artık secdeye varıp ağlama vaktidir bugün,
    Artık Azraille olan buluşmaya en güzel bir şekilde hazırlanma vaktidir bugün,
    Artık dünyadan göçüş müjdesi gelene kadar...
    ALLAH(c.c.)'a kul olma,
    ALLAH(c.c.) aşkıyla yanma,
    ALLAH(c.c.)'ın varlığında yok olma vaktidir bugün!"




  • Eline, koluna,yüreğine sağlık gerçekten güzel paylaşım pc kaydettim
  • Teşekkürler üşkufe. Ben de bir kitabın giriş bölümünde okuduğum ve çok hoşuma giden ve çok doğru bulduğum kısa bir parçayı koymak istiyorum.

    İSLÂM;
    Hak ve Hakikât imânı,
    Saadet, Selamet ilmi ve Terbiyesi,
    Cemiyet, Hukuk, İktisad, San'at, Sıhhat ve Ahlak Nizamı
    Huzur ve Bekâ duygusudur.

    Bu kitab buna ermenin usulünü içerir. Her işte usul vuslatın anahtarıdır. Vâsıl olamayış usul bimeyiştendir. Yani vusulsüzlük, usulsüzlüktendir.
    Hak ehli evvela usulü vaz'eder. Sonra gayeyi gösterir. Hak âşıkı evvelâ usulü bulur sonra gayeye varır.
  • Rica ederim etusch.

    Senin eklediğin de anlamlı bir yazı. Özetleme güzel.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: üşkufe

    Rica ederim etusch. Begenecegini tahmin etmistim.
    Anliyorum seni, kelimeler kiyafetsiz kaliyor...



    demek tahmin ettiniz beğeneceğini



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sinuhe.s -- 19 Nisan 2009; 16:15:35 >
  • Sevgili…
    Yunus Emre Tozal


    /sevgililer sevgilisine ithafen.../

    Sevgili... Pusluydu her taraf... Göz gözü görmüyordu. Karanlık her tarafa yayılmış, suyun üzerindeki köpüğe aldanan insancıklarla doluydu. Kuyular Yusuf, kundaklar Musa, cemreler İbrahim, kâinat seni bekliyordu... Sendin kâinatın özü, yağmur damlalarının üzerlerine yarış yaptığı sevgili sendin... Ve teşrif ettin âleme... Dağlar yerlerinden oynarcasına titriyor, bulutlar dayanamayıp ağlıyordu... Rahmet iniyordu gökten; sular taşarcasına akıyor, her taraf gül kokunla yıkanıyordu... Gülistana çevirdin süveydaları, kurumuş göz pınarlarına memba oldun ey Nur-u Muhammed...

    Sevgili... Sendin baharı muştulayan; zifiri karanlıkları nurunla parlatan, tufana hazır bekleyen, sevgiyi mavera katrelerde damıtıp kirpiklerinden süzen sendin...

    Başak tanesinin sana olan aşkını kaybetmekten korkup titremesi senin içindi... Senin içindi sevgili, yaprağın toprağa düşerken "ah" nidalarıyla hasretini bağrına basması ve kumruların muştularını iletmesi... Veysel Karani hırkana gözyaşlarını akıtıp hıçkırıyor, elem şerbetini tadan Mecnunlar feryatlarında seni anıyor, Zümrüdüanka kuşu gözünde senin şebnemini taşıyor ey Nur-u Muhammed...

    Sevgili... Güller bir başka açtı seninle, çöllerde bir başka esti meltem... Senin aşkınla dalgalar rahatsız etmedi sedefleri, sedefler inciler akıttı makberlere ey Nur-u Muhammed...

    Sevgili, kaskatı kesilmiş gönülleri yumuşattın sevginle... Dimağları arındırdın isyan pençelerinden, ruhları aydınlattın... Sevgili, zemheri yağmurlar yağdı, sevda okları okşadı ölüm türkülerini... Tutsak bırakıldığımız zindanlardan çıkıp, hür nağmeler yaktık yüreklerimizde seninle... Sevgili, daha bu dünyadan göçmeden göçeceğini anlayan kâinat, kıyama durdu... Kuşlar kıyama durdu... Kanatlanıp, göğü üryan çığlıklarıyla doldurdu. Ahuzar yakarışlar özlemleri dağladı sevgili...

    Ve Refik-i Ala'ya yükseldin... Bilal ezan okuyamaz oldu... Dağlar, taşlar feryat ettiler gidişine, ay hilâle büründü... Üstüne çıkıp hutbe okuduğun kütük, dayanamayıp hicran eyledi, göçtü gitti... Yıldızlar nurundan ayrı kaldı, güneş seni göremeyince doğmadı bir daha hüznün şâhikasına... Ömer gidişini kabullenemedi... Seni göremeyen kardeşlerin, bağrına kara taşlar bastı sevgili...

    Taş kesildi kalplerimiz, öfkemiz katılaştı... Sevgili, şefkatinle yoğur yüreklerimizi, merhametinle aşkına dûçar et gönüllerimizi... Özümüzden ayrıldık, nefsimize boyun eğdik; getirdiğin vahyi hayatımızda ikame edemedik... Ey Rabbimiz, gönüllerimizi rahmetinden esirgeme, Habibinin sevgisini esirgeme bizden... Esirgeme ki lebi derya kurumasın, aksın kalplerimize sevgilisi olduğunun sevgisi...

    Sendin âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili... Sendin yüreğinde sürgün yaşayıp, insanların gönüllerini şefkat huzmesiyle aydınlatan... Sendin sevgili, "benden sonra beni görmeden sevecek, itaat edecek kardeşlerim gelecek" diyen. Bizlere kardeşim diye hitap eden sendin... Aydınlat bizleri nurunla ey sevgililer sevgilisi... Ya Rab; Habibine yakın eyle kalplerimizi, cennetinde bizi habibine komşu eyle, cemalullaha habibinle varmamızı nasip et ey Rabbimiz... Habibinin yolunda yolcu, habibinin davasını kendine dert edinenlerden eyle ya Rab...




  • Allahümme salli ala seyyidina Muhammed ve ala ali seyyidina Muhammed.

    Amin...
  • 
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.