Şimdi Ara

- Ekonomik KRİZ kime KRİZ? - (33. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
869
Cevap
6
Favori
28.635
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 3132333435
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: chakra


    quote:

    Orijinalden alıntı: ssff_allthing


    quote:

    Orijinalden alıntı: chakra

    Burada yazılan bazı yalanlara yazdığım cevap tahammül edilemeyip silinmiş. Enflasyona dair bazı verileri ve gerçekleri içeriyordu.

    Neden silindi ?
    Çünkü bölüm yöneticisi hoşuna giden mesajları ellemiyor, gitmeyenleri siliyor.
    Mesajda hakaret yok, küfür yok.
    Siyasi mesaj diye mi silindi ?
    Sırf bu başlıkta onlarca silinmeyen siyasi mesaj çıkarır koyarım.

    Hangi ideolojiye sahip olduğunuzu biliyoruz ama yönetici iseniz lütfen objektif olun, olmaya çalışıyor gibi yapın. Aynı tarzda olan tüm mesajları silin o zaman.

    Hatta yönetici arkadaş bana karşı olan kişisel husumeti dolayısı ile mesajlarımı tek tek takip ettiğinden geçen gün bir zafer kazanıp uyarı talep edip verdirtmiş, bu sildiği mesaj için de talep etmiş ama ret edilmiş.



    Senin yaptığını başkaları yapınca neden bu kadar zoruna gidiyor.Sende kendince hoşuna gitmeyen mesajları şikayet edip sildirtmiyor musun.Bşakasıda senin mesajını şikayet edip sildirtebilir..

    Siz niye atlıyorsunuz ?
    Birinicisi yazının muhatabı değilsiniz.
    İkincisi sırf karşı çıkmış olmak için yazayım diye yazdığımı kavramadan alakasız şeyler yazıyorsunuz.
    Devam edin, misyonunuz bu zaten.

    Yani sırf karşı olmak için bunu yazdınız..Benim atlamamın nedeni bazı konular işinize gelmediği için sildirtmeniz..O konular gayet seviyeli giderken kendi düşüncenize aykırı olduğu için şikayet ettiniz..Benim misyonum bu değil.Kendinizi benimle karıştırmayın..En azından sadece tek bir açıdan bakamıyorum olaylara.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ssff_allthing -- 7 Mart 2010; 14:38:58 >




  • Burada silinen konular veya mesajlar varsa benim gönlüm olsun diye silinmiyor. Bu forumun kuralı gereği siliniyor.
    Ben diyorum ki madem benim mesajımı bu kural çerçevesinde siliyorsunuz, haklısınız, o zaman hepsini silmek zorundasınız. (sırf bu başlığın 11 sayfasından en aşağı yüz tane siyasi mesaj çıkarırım)
    Bu forumda siyaset ve din konuşmak yasak. Beğenseniz de beğenmeseniz yasak ve iyi ki yasak görüyoruz bu konulardaki seviyeyi.
    Bu tür konular ve mesajların silinmesi de illa şikayet ile olacak diye bir şey yok, bir yönetici bölüm görevine talip olmuşsa takip edecek, kimlerin ısrarla bu kuralı takmadığını da bilecek. Şikayet olmadan da kural dışı şeylere izin vermeyecek.

    Anlatmak istediğimi umarım anlamışsınızdır, yine anlamadıysanız benim yapacak bir şeyim yok.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi chakra -- 7 Mart 2010; 14:43:46 >
  • O dediğiniz şeyi ben yöneticilere zamanında sormuştum.Onlara tüm atılan mesajları okuyupta mı siliyorsunuz yoksa sadece şikayet sonucu mu siliyorsunuz demiştim.Onlarda şikayet sonrası mesajları sildiklerini,normalde tüm mesajların hepsini okuyamıyacaklarını sadece tartışma çıkabilecek olan konulara baktıklarını söyledi.Sizin yazdığınız mesajda tartışma çıkaracak yazı vardı.Orada yanlış hatırlamıyorsam benzin fiyatıyla ilgili bişey demiştiniz ve sizin tuttuğunuz partileride görücez tarzında bir mesaj atmıştınız.Sizin mesajınız bence şikayet sonucu silindi..Yani bir adminin direk sizin mesajınızı sildiğini hiç zannetmiyorum..Forumda siyaset yasak ama mesajların hepsi zaten siyasi içerikli değil mi.İşte bu hükümet herşeyi sattı demekte siyaset,önceki hükümetler zamanı eflasyon fırladı demekte siyaset.Yani bu işin içinden çıkamayız..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: lehrer35

    Küresel baronların kuklaları çöplüğe gönderilip, ulusal çıkarları temel alıp gözeten kişiler yönetime getirilirse neden olmasın.



    quote:

    Forumda siyaset yasağı var, ceza almak istemem. Arif olan anlar.


    Mevcut iktidardakilere "küresel baronların kuklaları" gibi hakaretten daha da öte anlamı olan cümleler sarfedip, bir de onların yerine getirilecek olanların kendinizce özelliklerini verip siyaset yapmadığınızı sanıyorsanız, siz kendinizi kandırmakta profesyonel olmuşsunuz demektir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Dellci


    quote:

    Orijinalden alıntı: lehrer35

    Küresel baronların kuklaları

    Kim bunlar?

    quote:


    ulusal çıkarları temel alıp gözeten kişiler

    Kim bunlar?


    ben soruyu '' küresel baronlar kimdir'' şeklinde sormak istediğinizi düşünerek kukla ve kuklacıyı bulmak için çok da aranmasının bir anlamı olmayacağını belirtmek isterim.
    önce tarihi olarak ne zaman devreye girmişler olnu anlayalım sonra başka bir yazıda bugunkü savaşlar ile ilişkisine bakalım

    http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=5586

    http://www.mudafaaihukuk.com/91-dura.htm

    http://www.internetajans.com/default.asp?t=wa&wid=18&aid=525

    2008 krizinin gerçek sorumluları da bunların taşeronlarıdır

    http://www.finansgundem.com/haber/oku/ichaber/17079/baronlar_hata_yaptik_ozur_dileriz_/print/print



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vezir -- 8 Mart 2010; 0:56:27 >




  • güzel bir yazı koyuyorum , işin tarihi ve teknik nedenleri bellidir ama daha yüzeysel olarak ve net üzerimizde dönen oyunların amacını ancak dolandırmadan gösterirsek kavrayabiliyoruz.

    Derin-merkez “ulus-devlet”leri nasıl çökertiyor?



    Küreselleşmeci Batı ulus-devlete karşıdır, onu yıkılacak ilk hedef olarak görür. Çünkü neoliberal politikalara karşı direnci, ancak ulus-devletler gösterebilir. Bu sebeple Derin-Merkez ulus-devleti etkisizleştirmek, bu devletleri ulusallık niteliklerinden soyutlayarak, küreselleşme süreciyle uyumlu bir kalıba sokmak ister. Peki, nasıl yapıyor bunu? ulus-devletleri üç taraftan baskı altına alıp yeniden biçimlendirme yoluyla: Ulusüstüleştirme, bölgeselleştirme ve yerelleştirme…

    Okumakta olduğunuz yazıda, “ulusüstüleştirme”nin nasıl yapıldığına dair bazı somut bilgiler vermeyi deneyeceğim. Yararlandığım başlıca kaynak Michel Chossudovsky’nin “Yoksulluğun Küreselleşmesi: IMF ve Dünya Bankası Reformlarının İçyüzü” [Çeviren: Neşenur Domaniç, Çiviyazıları, İst., 1999, ss.53-64] adlı ünlü yapıtıdır.

    1800’lerin sonları… Dünya üzerinde bir avuç zengin, daha sonraki yüzyılda dünyaya yön verecek olan bir devletin, Amerika Birleşik Devletleri’nin varlıklarının yarısından fazlasına ve dünya petrolüne sahip duruma geliyor. Bu bir avuç kapitalist, 1900’lerin hemen başlarında birtakım vakıflar ve örgütler kurmaya başlıyor. Neden acaba? Kendilerini, niyetlerini ve faaliyetlerini bu vakıf ve örgütlerin ardına gizlemek için! Dünyayı şekillendirmeye yönelik bir “mimarlık” gerçeğinin kanıtları olarak işte bu kuruluşlar : Federal Reserv (1913), Dış İlişkiler Konseyi (CFR, 1921) Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve IMF (1944 - 1945), Bilderberg organizasyonu (1954), Trilateral Komisyon (Üçlü Komisyon, 1973), Dünya Ticaret Örgütü (1995). Dikkat! Aralarında Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu da var!

    Ulusüstüleştirme “ulus devletin -örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin- ekonomik ve mâli alandaki yetkilerini giderek ulusüstü kurumlara devretme süreci” şeklinde tanımlanabilir. Söz konusu dayatmalar, esas itibariyle IMF ve Dünya Bankası’nın “destek” programları içinde yer almaktadır. Yazımda önce bu dayatmaların mahiyetini ortaya koyacak, ardından ulus-devletin yetkilerinin nasıl budandığını göstermeye çalışacak, “yapısal reform” aracı olarak kullanılan devalüasyon üzerinde duracağım.

    I) Önce borçlandırma...

    A) Ulus-devleti ulus devlet yapan yetkilerin devri bağımsız ülke uluslararası finans kuruluşlarının (Bretton Woods kuruluşlarının) vesayeti altına sokularak sağlanır. Peki, nasıl? Yanıtı çok basit: Önce o ülke -”dahilî bedhahlar”ın sağladığı iç destekle- borçlanmaya itilir. Sonra şunlar yapılır:

    -Ülke ile bir kredi anlaşması imzalanır.

    -Bu anlaşmaya “kredi alma koşulları” eklenir.

    -Bu koşullar vasıtasıyla ilgili ülke, ulusal iktisat politikalarını Bretton Woods kuruluşlarının (IMF ve Dünya Bankası’nın) çıkarları ve talepleri doğrultusunda değiştirmeye zorlanır.

    İlk hedef ulus-devleti bir borç sarmalı içine sokmaktır. Tabii, borç yükü zamanla artar. Süreç içinde, yeniden takvimlendirme, yeniden yapılandırma, borç değiştirme gibi işlemlere başvurulur. Ancak bunlar ülkenin durumunu değiştirmez, hattâ daha kötüye götürür. Ülke döviz gelirlerinin gittikçe daha büyük bir bölümünü borç servisine ayırır. Zamanla reel borç servisi akımı, yeni sermaye girişini aşmaya başlar. Bu değişim; ülkenin artık zengin ülkeler lehine bir net sermaye ihracatçısı konumuna gelmiş olduğunu gösterir.

    B) Ulus-devlet bir yandan bir borç sarmalına sürüklenirken, öbür yandan da bir “borç yönetimi” düzeni şekillenmeye başlar, yani bir tür “finans mühendisliği” söz konusudur. Oluşturulan borç yönetiminin tek bir işlevi vardır: O ülkenin, mali yükümlülüklerini kanıksaması ve bu yeni konumuna sürekli olarak katlanır hale getirilmesi.

    Finans mühendisliği çerçevesinde ihtiyaca göre değişik işlemlere başvurulur: Borç geri ödeme takvimi özenle yeniden belirlenir. Faizlerin mutlaka düzenli olarak ödenmesi sağlanır. Buna karşılık anapara geri ödemeleri ertelenebilir. Borçlar takas edilebilir. İflas noktasına gelmiş ülkeye, borçlarını ödeyemez noktaya gelmesini önlemek için “yeni borçlar” verilir.

    Ancak dikkat! Bütün bunları, yani “borç geri ödeme takviminin yeniden belirlenmesi”ni bir şartla kabul ederler: Ulus-devlet hükümetinin, yapılacak yeni borçlanma anlaşmasına eklenen koşulları, yani “uygulanacak politikalara ilişkin koşullar”ı kabul etmesi şartıyla!... Bu kabulün iki anlamı vardır:

    -Ulus devlete, borç servisi ilişkisinin meşruiyeti zorla kabul ettirilmiştir.

    -Borçlu ülkenin bağımsız ve ulusal bir ekonomi politikası uygulaması önlenmiş olur.

    Böylece ulus-devlet, iki yönden darbe yemiş olur:

    -Ulus devletin başlıca özelliği olan bağımsızlık niteliği biraz daha zedelenmiştir.

    - Ulus devlet ekonomik alandaki yetkilerinin bir kısmını daha, Derin-Merkez’in emrinde olan ulus-üstü bir kuruma devretmiştir.

    II) Kredi alma koşulları

    A) Dünya Bankası’nın (DB) kredi anlaşmaları da çok katı “kredi alma koşulları” içerir. Banka borç isteyen ülke hükümetine parayı ancak iki şartla verir:

    -Hükümetin “yapısal uyum reformları”nı kabul etmesi,

    -Bu “reformlar”ın hayata geçirilmesi için konan sürelere kesinlikle uyması.

    “Yapısal uyum reformları” borçlu ulus-devlet ekonomisine, “Derin Merkez”in istediği şekli veren, dolayısiyle onu “ulus-devlet” olmaktan çıkaran neoliberal politika değişiklikleridir.

    Yapısal uyum programı çerçevesinde IMF reçetelerinin benimsenmesinin çok önemli bir yönü daha vardır: IMF’nin bir yerlere yeşil ışık yakması!... Bu yerleri tahmin etmek zor değil: Elbette Paris ve Londra klüpleri, yabancı yatırımcılar, ticarî bankalar ve diğer uluslararası kredi kuruluşlarıdır bunlar.

    Ya ilgili ülke IMF’nin dayattığı politika önlemlerini kabul etmekten kaçınırsa? O zaman o ülke mâlî sıkıntılarının giderilmesi konusunda çok ciddî zorluklarla karşı karşıya kalacak demektir. Meselâ “borçları geri ödeme takvimi”nde bir değişiklik yapılmayacaktır. Yeni kredi ya da dış yardım alamayacaktır. Hattâ kısa vadeli krediler bile bloke edilecektir. O ülke yalnız bırakılacak, daha da zor koşullara terk edilecektir. Kısacası, yaptığına pişman edilecektir.

    B) Toparlarsak, âcil kredi anlaşmalarına özel amaçlı “kredi alma koşulları” eklenmektedir. Bu anlaşmalar borçlu ülkenin “uygulayacağı politikalar”a dayandırılır.

    Derin-Merkez kuruluşları (IMF ve DB) bir ülkeye kara gözü ve kaşı için kredi açmaz. Bu kredilerin bir bedeli, değerli bir karşılığı vardır: Borçlanan ülkenin, ekonomik bağımsızlığından bir parça daha vazgeçmesi!... Oysa bağımsızlık ulus-devletin olmazsa olmaz bir niteliğidir.Böylece her yeni kredi anlaşmasıyla ulus-devletin bağımsızlık niteliğinin bir parçası daha yok edilmiş olur. Daha somut bir ifadeyle “krediler kapsamlı bir makroekonomik istikrar programı ve yapısal uyum reformunun benimsenmesi karşılığında” verilir. Anlaşma herhangi bir yatırım, bir kalkınma programı ile ilgili değildir. Krediler tek bir hedefe yöneliktir: Borçlu ülkeye dayatılan politika değişikliklerinin desteklenmesi!...

    Söz konusu politika değişiklikleri Korkunç İkizler (IMF ve DB) tarafından sıkı bir şekilde gözetim altında tutulur ve sürekli değerlendirilir. Eğer ilgili ülkenin hükümeti anlaşma koşullarına uymazsa, ödemeler derhal durdurulur. Ülke, uluslararası kreditörlerin kara listesine alınır.

    Alınan fonların hiçbir bölümü yatırımlara yönlendirilmediği için, kredi anlaşmalarının mahiyeti reel ekonominin lehine değildir; başkalarının, Derin-Merkez’in ve Merkez Ülkelerin lehinedir. Uyum kredileri, kaynakları ulusal ekonomiden uzaklaştırır. Ülkeyi zengin ülkelerden ithalat yapmaya yönlendirir. Somut bir örnek verirsek, tarımın uyumunu desteklemek amacıyla verilen borç para, tarımsal kalkınma projelerine yatırılmaz. Buna karşılık söz konusu kredilerle dayanıklı tüketim malları ve lüks mallar ithalatı serbest bir şekilde yapılabilir. Böyle bir sürecin sonunda doğal olarak yerel ekonominin durgunluğa girmesi, ödemeler bilançosu dengesizliğinin ve borç yükünün artması kaçınılmazdır.

    Oysa ulus-devlet başlıca hedefi “ülkenin sanayileşmesi ve halkın refahının artması” olan devlettir. IMF uygulamasının, ulus-devleti nasıl işlevsizleştirdiği burada da açıkça görülüyor.

    III) Yetkileri tırpanlama araçları

    Ulus-devlete ait yetkilerin tırpanlanmasının somut araçları; Niyet Mektubu,”Politika Çerçevesi Metni”, “IV. Madde Konsültasyonları” ve “Kamu Harcamalarının Gözden Geçirilmesi”dir.

    A) Kredi görüşmeleri yapılmadan önce, ciddî reformlar talep edilir. “Reform”dan kastedilen, Derin-Merkez’in, borçlanan ulus-devletten talep ettiği politika değişiklikleridir. IMF ulus-devlet hükümetinden şunu kanıtlamasını ister: Kendisini IMF’nin istediği ekonomik reformu yapmaya ciddî bir şekilde adamış olmak… Bu kanıtlama IMF’ye verilen, “Niyet Mektubu” adlı bir belge ile yapılır. Hükümet bu belgede “makroekonomik politikalar ve borç yönetimi konusundaki temel yönelimleri”ni açıklar. Bu açıklama, ülkenin “IMF’nin ekonomiye ilişkin emirlerini yerine getirmeye hazır olduğu”nun teknik ifadesinden başka bir şey değildir.

    Kredi bir kez verilince, uygulanan politikalar konusundaki performans Washington kurumları tarafından her üç ayda bir ve sıkı bir şekilde takip edilir.IMF ödemeleri toptan değil, dilimler halinde yapar. Eğer yapılan “reformlar” doğru yolda -yani IMF’nin istediği şekilde- değilse, ödemeler hemen durdurulur. Ülke ânında kara listeye alınır. IMF bu yola ilgili ülkenin “borç servisi yükümlülüklerinin gerisine düşmesi durumu”nda da başvurur. Artık borçlu ülke “ticaret ve sermaye akımları alanında misilleme” tehlikesiyle karşı karşıyadır.

    B) Birçok borçlu ülke hükümeti, Washington merkezli kurumlarla (IMF ve DB ile) yaptıkları anlaşmalar çerçevesinde, önceliklerini “Politika Çerçevesi Metni” adlı bir belgede özetlemek zorunda bırakılır. Bu belgenin metni IMF ve Dünya Bankası’nın yakın gözetimi altında ve bir standart forma göre kaleme alınır. İki örgüt, uygulanacak politikalarla ilgili olarak net bir iş bölümü yapmışlardır:

    -IMF döviz kuru ve bütçe açığıyla ilgili müdahalelerde bulunur.

    -Dünya Bankası reform sürecine müdahale eder. Bunu borçlanan ülke düzeyindeki temsilciliği ve çok sayıdaki teknik kurulu aracılığıyla yapar.

    C) IMF bir ülkenin ekonomik performansını “IV. Madde Konsültasyonları” çerçevesinde yıllık olarak takip eder. İlgili ülkenin ekonomisini düzenli olarak inceler. Bu inceleme borçlu ülkenin ekonomik politikaları konusundaki “IMF gözetim faaliyetleri”nin temelini oluşturur.

    D) Buna karşılık Dünya Bankası, borçlu ülkede pek çok bakanlıkta temsil edilir. O bakanlıkların, örneğin sağlık, eğitim, sanayi, tarım, ulaştırma, çevre,… reformları, Banka’nın denetimi altındadır. Dünya Bankası 1980’lerin sonlarından beri, “Kamu Harcamalarının Gözden Geçirilmesi” aracılığıyla, borçlu ülkedeki şu faaliyetleri de kendi denetimine almış bulunmaktadır:

    -Kamu işletmelerinin özelleştirilmesi,

    -Kamu yatırımlarının yapısı,

    -Kamu harcamalarının bileşimi.

    Neden özelleştirme? Neden kamu harcamaları? Çünkü Derin-Merkez, devleti, ulus-devleti hedef alıyor. Onu ekonomiden sürüp çıkarmak istiyor. Ulus devleti, kendi halkının hizmetinde görmek istemiyor.

    IV) “Yapısal reform”un araçları: Devalüasyon

    Dikkat edilirse uluslararası finans kurumlarının dayattığı iktisat politikası önlemlerinde “yapısal uyum” kavramı ön planda yer almaktadır. Yapısal uyum ise iki ayrı evre halinde düşünülür:

    -Kısa dönemli makroekonomik istikrar önlemleri (devalüasyon, fiyatların serbest bırakılması ve bütçe disiplini),

    -Bir dizi köklü, gerekli görülen yapısal reform.

    IMF-Dünya Bankası ikilisinin istikrar önlemleri iki açığı hedef alır: Bütçe açığı ile ödemeler bilançosu açığı. Dünya Bankası’na göre “makroekonomik politikanın “doğru yol”a sokulması bunlar üzerine gidilerek sağlanır. Şöyle ki bütçe açığı küçültülürse, enflasyon kontrol altına alınır; ardından ödemeler dengesi sorununun önüne geçilir. Gerçekçi bir döviz kuru, dış rekabet gücünü artırır.

    Makroekonomik “reform”ların en önde gelen aracı, döviz kurudur. Devalüasyon kararları konusunda IMF kritik bir rol oynar. Döviz kuru reel ücretleri ve üreticilere ödenen reel fiyatları belirler.

    IMF her zaman, ulusal paranın “aşırı değerli” olduğunu ileri sürer. O sebeple devalüasyon hep talep eder. Bu koşulunu genellikle “yapısal uyum kredisi görüşmeleri”nden önce iletir. IMF-Dünya Bankası ikizlerinin “gizli gündemi”nin ilk hedeflerinden biri budur, yani ulusal paranın istikrarsızlaştırılmasıdır.

    IMF, anlaşma’nın VIII. maddesi çerçevesinde, birden fazla döviz kuru uygulamasını ve döviz kontrolünü de yasaklamıştır.

    IMF kaynaklı devalüasyonun toplusal etkisi, âni ve yıkıcıdır. En zorunlu malların fiyatları bir gün içinde artar: Gıda maddeleri, ilaçlar, akaryakıt, en hayatî kamu hizmetleri gibi… Devalüasyon enflasyonu ve fiyat “dolarizasyon”unu tetikler. IMF, hükümeti bir “anti-enflasyonist program” uygulamaya zorlar. Ancak bu programın, enflasyonun gerçek sebepleriyle ilgisi sınırlıdır. Program, bütünüyle “talebin daraltılması”na dayanır. Talebin daraltılması ise şunları gerektirir:

    -Kamu çalışanlarının işten çıkarılması,

    -Sosyal hizmetlerde büyük kesintiler yapılması,

    -Ücretlerle enflasyon arasındaki bağın koparılması.

    Sonuçta, devlet gelirlerinin büyük bir bölümü borç servisine yönlendirilir. IMF’nin baştan beri istediği de bu değil midir? O aslında görevini yapmaktadır. Çünkü o Derin-Merkez’in çıkarlarının bekçisi ve savunucusudur.

    Devalüasyon yurt içi fiyatların, dünya piyasasında geçerli düzeye gelecek şekilde “yeniden ayarlanması”na yol açar. Bu “dolarizasyon” süreci, yurt içinde ani fiyat artışlarını tetikler. Bunun üzerine IMF “enflasyonist baskılarla mücadele” bahanesiyle, para arzına katı sınırlamalar getirir. Para arzı dondurulunca şu sonuçlarla karşılaşılır:

    -Hükümetin reel harcamaları kısması,

    -Reel ücretlerin düşmesi,

    -Kamu çalışanlarının işten atılması.

    Ülkede reel gelirler düşünce, bunun telafisi için nominal ücretlerin yükseltilmesi yönünde toplumsal bir baskı oluşur. Ancak IMF reel gelirlerin enflasyona bağlanmasına izin vermez. Çünkü yapılan anlaşma böyledir. IMF bu çerçevede şunları talep eder:

    -Emek piyasasının serbestleştirilmesi,

    -Toplu sözleşmelerdeki ücret ayarlamasını öngören maddelerin iptali,

    -Asgarî ücretin tedricen kaldırılması.

    Burada da IMF “sosyal devleti hedef almaktadır. Sosyal adalet ise ulus-devletin temel hedeflerindendir.

    Sonuç

    Derin-Merkez; Merkez’in içinde asıl güç kaynağı ve gerçek karar merkezi olup, dünyadaki servetin çok büyük bir kısmını elinde tutan, az sayıda Amerikalı sermayedar ve büyük bankerler grubudur”.

    Ulus-devlet “kendi halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, temel hedefleri ulusun çağdaşlaşması, ülkenin sanayileşmesi ve gelişmesi, sosyal adaleti gerçekleştirmek olan, ulusal varlığa ve benliğe sahip çıkan devlet”tir.

    Derin-Merkez’in emrinde olan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, ulusüstüleştirme yoluyla, yani yukarda örneklerini verdiğim yollarla ulus devleti ulus devlet yapan özellikleri birer birer ortadan kaldırıyor.

    Çünkü IMF ve Dünya Bankası ulus-devletin bağımsız ve ulusal bir ekonomi politikası uygulamasını önler. Ekonomik ve mâli alandaki yetkilerini elinden alır. Parasına müdahale eder, oysa para devlet olmanın en başta gelen koşuludur. Borçlanan ülkenin sanayileşmesini, ekonomik gelişmesini engeller. Ülkenin yönetimine ortak olur. Ekonomik bağımsızlığını yok eder. Ulus-devlet halkını öyle bir yoksulluk ve sefalet içine iter ki giderek kendi öz devletinden soğutur. Böylece Ulus-Devlet, ulus devlet olmaktan çıkar ve o da Derin-Merkez’in, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin çıkarlarının emrine girer.

    Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti de hayli zamandır böyle bir yol üzerindedir.

    Borç alan, emir alır.
    IV. Murat

    IMF programlarının başlatıldığı ülkelerde hükümetlerin istediğimiz adımları atmaları yapacağımız yardım programından önce gelmeli. Önce reform, sonra para!
    ABD Hazine Bakanı Paul O’Neill




  • Ulus Devlet çökertiliyor, bu yeşil sermayenin çok mu umrunda?
    Onlar Büyük Şeytan'ın yeşil banknotlarını saymakla meşgul.
    Kriz sana kriz, bana kriz, namuslu vatandaşa kriz, gerisinin keyfi yerinde.
  • quote:

    Dünya genelinde kadınların iş gücüne katılımı artarken, tam tersi bir görünüm sergileyen Türkiye’de kötüleşen tablonun temel nedeni olarak kültürel faktörler gösteriliyor.


    Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verilerine göre, Türkiye’de kadınların iş gücüne katılımı 1988 yılında yüzde 34.3 iken, 2008’de 21.6’ya düştü. Bununla birlikte Türkiye, 2006’da kadınların ekonomiye katılımını oranı açısından OECD’ye üye olan Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında son sırada yer aldı.



    Global Post’ta Nichole Sobecki tarafından yayımlanan haberde, İstanbul’un Tarlabaşı mahallesinde bulunan harap bir binada üç çoğununa bakmakla uğraşan 34 yaşındaki Medine Gezer’in sözlerine yer verildi. Gezer, “Annem her gün tarlada çalışırdı, fakat bu şehirde ben ne yapabilirim?” derken, çocuklarına bakmak, yemek pişirmek ve temizlik yapmaktan başka bir şey yapamadığını belirtti.



    Dünya Bankası’nda görevli ekonomist Diego Angel-Urdinola, Türkiye Devlet Planlama Teşkilatı ile ortak hazırladıkları “Kadınların İş Gücüne Katılımı” raporuna göre Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya ile mücadele eden Türkiye’nin daha rekabetçi bir güç haline gelmek için çabaladığını, ancak tüm vatandaşlarını ekonomisine katmadan küresel alanda rekabetçi bir konuma gelemeyeceğini belirtti.



    OLUMLU GELİŞMELER VAR

    Çalışmalar, Türkiye’de artarak iş gücüne katılacak kadınların yoksulluğun azaltılması ve üretimin artmasına katkıda bulunacağını gösteriyor. Dünya Bankası’nın Türkiye Ülke Direktörü Ulrich Zachau, Türkiye’de kadın iş gücünün yüzde altı ile yedi arasında artmasının yoksulluğu yaklaşık yüzde 15 azaltacağına dikkat çekiyor.



    Sobecki, Türkiye’de kadınların iş gücünden kopmasının temel nedenleri arasında kentleşmenin artmasının yanı sıra, tarımdaki iş gücünün de azalması payı olduğunu belirtiyor. Medine Gezer, yaşadıkları kırsal alanı terk ederek, ailelerinden ve evlerinden uzak kalan ve şehir hayatına alışmakta zorluk çeken kadınlara bir örnek oluşturuyor.



    Karşılaşılan zor çalışma koşulları, düşük maaş, uzun çalışma saatleri ve çocukların bakımı, şehirlerde yaşayan kadınların çalışmasına engel oluşturuyor. Bunların yanında, aileler ve toplum, kadınların evde oturmalarını destekleyen beklentilere sahip bulunuyor.



    ABD’nin Boston Üniversitesi’nde akademik çalışmalarda bulunan Jenny White, “Türkiye çok az insanın yüksek eğitim aldığı, tutuculuğun çok fazla olduğu bir ülke. Genelde bir kadının evlendiği zaman çalışmayı kesmesi ya da çalışmayı aklından bile geçirmemesi bekleniyor” dedi.



    KADIN ERKEĞİN ARKASINDA DURMALI

    White, Türkiye’de kadınların çalışmamasına yönelik görüşe sahip olanların sadece dindar kesim olmadığını ancak toplumda kadınların erkeklerin arkasında durması gerektiğine yönelik bir görüşün hâkim olduğunu belirtti.



    Bu görüş, halk tarafından da kabul ediliyor. İstanbul’un tutuculuğuyla ile bilinen Fatih mahallesinde dükkân işleten Şengül Akın, tanıdığı birçok erkeğin hem dinsel nedenler, hem de istismar ve tacizden korunmaları için eşlerini evde kalmak için cesaretlendirdiğini söyledi.



    ENGELLER KALDIRILMALI

    “Kadınların İş Gücüne Katılımı” raporunda, kadınların Türk ekonomisine katılabilmesi için üç maddeye dikkat çekildi. Bunlar kadın çalışan istihdam edilmesi önündeki engelleri kaldırılması, kadınların eğitim seviyesini artırılması ve kadınların evlerinden dışarı çıkmaya teşvik edilmesi olarak sıraladı.



    White, yapılan bazı çalışmalara rağmen yeterince yol alınamadığını, Türkiye’de başlarını örten kadınların aynı zamanda beyinlerini de örttüklerine yönelik geleneksel bir görüş olduğunu belirtirken, “önemli olan kadınların bir yere kadar kendilerini yönetmelerine izin verilmesi gerektiği. Yanlış olan şey ise onları çalışmak için evlerinden çıkmalarını istemek” dedi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi JP!!!!!!! -- 8 Mart 2010; 5:02:22 >




  • Korkunç rakamlar;
    Türkiye'de krizin kişiler üzerinde ne kadar etkili olduğu ile ilgili muhtelif tartışmalar sürerken, Merkez Bankası'ndan borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ile ilgili korkutucu bir rakam geldi.

    Buna göre Ocak ayında kredi kartı borcunu ve ferdi kredi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı, 2006 yılı toplamını geçerken, 2007 yılı toplamına da yaklaştı.

    Ocak ayında kredi kartı borcunu ödemeyenlerin sayısı 51 bin 716, ferdi kredi borcunu ödemeyenlerin sayısı da 68 bin 227 olarak belirlendi.

    Merkez Bankası'nın verilerine göre, bu kişilerin toplamı 119 bin 943 oldu. 2005 yılından bu yana ferdi kredi ve kredi kartları borçlarını ödememiş kişilerin sayısı da 1 milyon 938 bin 873 kişiye ulaştı.

    DAHA ÖNCE NEYDİ?

    Merkez Bankası verilerine göre Ocak'ta yaklaşık 120 bin olan borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 2005 yılı toplamında 90 bin 416 idi. 2006 yılında ise 124 bin 421 kişi borcunu ödeyememişti. Bu rakam 2007 yılında 173 bin 882 kişiye yükseldi.

    2008 yılında ise borcunu ödeyemeyenlerin toplamında keskin bir artış yaşandı. Söz konusu yılda 504 bin 183 kişi borcunu ödeyemezken, bu rakam geçen sene krizin de etkisiyle 1 milyon 82 bin kişiye ulaştı.

    Eğer Ocak'taki ivme devam ederse 2010 yılında borcunu ödeyemeyenlerin sayısının 2009 yılını da geride bırakması bekleniyor...




  • kirizin etkilerini daha iyi anlamak ve analiz edebilmek için hakın büyük yüzdesinin hayatını yeni şartlara nasıl adepte ettiğini incelemek gerekir. Yoksa durumları zaten iyi olanların krizden etkilenmeleri hayat yaşam standardını etkilemeyecek yazılanlar sadece bir gazete kupürü olarak görülecektir. bakalım gerçekler nasılmış.Yoksulluk sınırındakiler yeni koşullara nasıl uyum sağlamaya çalışıyor . unutulmaması gereken her şeyin bir sınırı olduğudur .Sınırları sündürmek belirli bir yere kadar mümkündür fazla sündürmek ise yırtılmalara neden olur.
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Krizden çıkış yolları

    Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) hazırladığı "Ucuz Hayat" raporuna göre, vatandaş, elektrikten doğalgaza, akaryakıttan gıdaya kadar her alanda tasarruf yapmanın bir yolunu buluyor. Ucuz yaşam formüllerini uygulayarak şirketler aylık giderlerinde yüzde 50'ye varan oranlarda, vatandaş ise yüzde 20-30 oranında tasarruf sağlıyor.
    "Ucuz Hayat" Raporuna ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün, her gelir düzeyinden vatandaşın ekonomik sıkıntılar nedeniyle tasarrufa yöneldiğini kaydetti. Aygün, global kriz paniğinin atlatılmaya başlandığını, şirketlerin de buna paralel olarak normalleşme sürecine girmeye başladığını ifade etti. Türk halkının ve özel sektörünün ekonomik krizleri kendi yöntemleri ile aşmayı başardığını, bu kez de başaracağına inandığını belirten Aygün, 2010 yılıyla birlikte hissedilir bir düzelmenin ortaya çıkacağını kaydetti.

    Aygün, şirketlerin uyguladıkları tasarruf yöntemleriyle aylık giderlerini yüzde 50'ye varan oranlarda, vatandaşların ise yüzde 20-30 oranında düşürdüğüne dikkat çekti. Global ekonomik kriz nedeniyle özellikle işini kaybeden aile bireylerinin, daha çok tasarruflu davranmaya yöneldiğini, bunun yanı sıra orta ve dar gelirli vatandaşların ve hatta şirketlerin bile akıl almaz tasarruf yöntemlerine başvurduğunu belirten Aygün, şu noktalara dikkat çekti:

    "Krizler yaşam kalitemizi düşürdü. Halkımız global ekonomik krizi tasarruf yaparak aşmaya çalışıyor. Sadece vatandaşlar değil, şirketler de masraf kısmak için ciddi önlemlere başvurdular. Şirketlerde de iki telefondan biri kapatıldı. Pahalı kiralar anlaşma yoluyla indirildi ya daha ucuz yerlere taşınıldı. Hizmet sektöründe çalışanların önemli bir bölümü de, ofisleri kapatıp, evleri ev ofis şekline dönüştürdü. Küçük şirketlerin sekreter çalıştırmaya bile gücü yetmiyor, şirket sahipleri sekreterden vazgeçip telefonlara kendi bakıyor, temizliğini, çayını, ayak işlerini yine patron üstleniyor. Deterjan, kağıt havlu, hijyenik maddelerden önemli miktarda tasarruf sağlanıyor. Şirkete ucuz kredi sağlamak için ticari kredi yerine tüketici kredisi tercih ediliyor. Aylık yüzde 2.5 gecikme faizi ödemek yerine banka kredileri kullanılarak vergi borçları kapatılmaya çalışılıyor. Güç ekonomik şartlarda artık devir hesap devri."

    EV KADINLARI MARKETTE ÖNCE "NE ALIRSAN 1 LİRA' REYONLARINA BAKIYOR

    Özellikle ev kadınları tasarruf konusunda mucizeler yaratıyor. Kadınlar, marketlerdeki indirimleri yakından takip ediyor. Raf ömrü dolmak üzere olan tavuk, süt, yoğurt, salça, ketçap, meyve suyu, bisküvi gibi ürünleri yarı fiyatına satan marketlere gidiyor. Markete gittiğinde önce "promosyonlu ürünler', "indirimli ürünler', "Ne alırsan 1 lira' reyonlarına bakıyor. Bu reyonlarda, bisküviden bebek mamasına, kolalı içeceklerden küçük mutfak eşyalarına kadar pek çok ürün bulunabiliyor. Sebze-meyve pazarına, fiyatların daha düşük olduğu akşam saatlerinde gidiyor. Giysi alışverişini sezon sonuna bırakıyor. Saçını evde kendisi boyuyor ya da komşusundan yardım istiyor. Fönünü kendisi çekiyor. Manikür-pedikür, ağda gibi kişisel bakımlarını evde yapıyor. Çamaşır makinasından boşalan deterjanlı suyla önemsiz çamaşırlar ile elde yıkanması gereken çamaşırları ya da balkonu yıkıyor. Durulama suyunu yerleri silmede ya da tuvalet temizliğinde kullanıyor. Şofben veya kombiden sıcak su gelene kadar akan soğuk suyu biriktiriyor. Çamaşır ve bulaşık yıkamak için makinanın tamamen dolmasını bekliyor. Çamaşır makinasını düşük ısıda çalıştırıyor. Çamaşırı nemliyken ütülüyor. Bir poşet çaydan iki bardak çay çıkarıyor. Daha ucuz olduğu için toz şekeri küp şekere tercih ediyor. Daha ucuz olduğu için kırık yumurta, kırık peynir, kırık pirinç alıyor. Sağlığını riske atarak kızartma yağını birkaç kez kullanıyor. Kış yiyeceklerini yazdan hazırlıyor. Kışın pahalı sebze almamak için yazın patlıcan, fasulye, bamya, domates ve biber kurutuyor, donduruyor ya da konserve yapıyor. Salça, turşu, reçel gibi yiyecekleri satın almak yerine evde yaparak ucuza getiriyor. Sütü, kapıdan alıyor. Yoğurdu kendisi yapıyor.

    AKILLI SAYAÇ KULLANILIYOR

    Elektrik, su ve yakıt giderleri ailelerin bütçesinde kiradan sonra en önemli yeri tutuyor. Tasarruf yapan aileler, aydınlatmada floresan lamba ya da az enerji tüketen tasarruflu ampullere yöneliyor. Televizyon izlerken ışığı kapatıyor. Saçını, fön makinası yerine havlu ile kurutuyor. Beyaz eşya alırken, az enerji ile çalışan ürünleri tercih ediyor. Kimi aileler de günün belli saatlerinde indirim imkanı sağlayan "akıllı sayaç"ları kullanarak aylık elektrik tüketimini aşağıya çekmeye çalışıyor. Çamaşır ve bulaşık makinasını 22.00-06.00 saatleri arasında çalıştırarak yüzde 55 civarında tasarruf sağlıyor. Ütüyü de geç saatlerde yapıyor. Su tüketimini azaltmaya çalışan vatandaş, banyoda sabunlanırken, diş fırçalarken ve traş olurken musluğu kapatıyor. Suyu havayla karıştıran ya da elini altına tuttuğunda açılıp çektiğinde kapanan fotoselli muslukları tercih ediyor. Bu tasarruf yöntemine özellikle işyerlerinde başvuruluyor.

    KULLANILMAYAN ODALARIN RADYATÖRLERİ TAMAMEN KAPATILIYOR

    Özellikle kış aylarında yakıt masrafları ailelerin bütçelerine ağır bir yük getiriyor. Konutlarda ısı yalıtımı yaygınlaşıyor. Ahşap yerine PVC malzemesinden üretilen pencere ve kapıların kullanımı yaygınlaşıyor. Bakımı ve temizliği kolay olan bu malzeme, ısı yalıtımı sağlıyor. Tüm aile bireylerinin işe ya da okula gittiği için günü dışarıda geçirdiği evlerde, kombiler kapatılıyor ya da iyice kısılıyor. Kullanılmayan odaların radyatörleri tamamen kapatılıyor. Sobalı evde oturan alt gelir düzeyindeki vatandaş ise sokaklardan odun parçaları, sebze-meyve kasaları, karton kutu, gazete toplayıp yakacak yapıyor. Yemeğini ve çayını soba üzerinde pişiriyor. Sobada ısıttığı suyla yıkanıyor. Yazın suyu güneşte ısıtıyor. Pencerelerine naylon, kapı kenarlarına sünger yapıştırarak ısı izolasyonu yapıyor. Özellikle sanayideki işyerinde ısınmak için pet şişe ve eski otomobil lastiği yakılıyor. Doğalgaz kartlarını da nisbeten daha ucuz olan yaz aylarında dolduruyor.

    MARKET İNDİRİMLERİ SIKI TAKİPTE

    Geçim sıkıntısının tasarruf yapmaya zorladığı aileler, marketlerin indirimlerini sıkı bir şekilde takip ediyor. Emekli vatandaşlar marketleri tek tek dolaşarak fiyat araştırması yaparken, dolaşmaya vakti olmayanlar indirim kataloglarına bakıyor. İndirimleri yakından takip ediyor. Pek çok tüketici, marketlerin kapıdan kapıya servis araçlarını tercih ediyor. Yakıt giderlerini kısmak isteyen aileler internetten market alışverişi yapıyor. Ucuz elektronik eşya almak isteyen tüketiciler elektronik market zincirlerinin indirimli açılışlarında geceden sıraya giriyor. Tüketiciler marketlerin verdiği indirim kartlarına rağbet gösteriyor. Kiminin cebinde birkaç tane market indirim kartı bulunuyor.

    MARKET MARKALI ÜRÜNLER GÖZDE

    Marketler, alım gücü düşük müşterileri için kendi isimlerini taşıyan ucuz ürünlere de raflarında geniş yer veriyor. "Market markaları" pazarı her yıl büyüyor, ürün çeşidi gittikçe artıyor. Meyve suyu, süt, ayran, peynir, zeytin, kuruyemiş, çikolata, kraker, gofret, kek, bakliyat, makarna, sıvı yağ, margarin, baharat, salça, ketçap, mayonez, sirke, çay, küp şeker, toz şeker, bal, reçel, pekmez, puding, un, salam, sucuk, deterjan, çamaşır suyu, yumuşatıcı, yüzey temizleyici, koku giderici, temizlik bezi, bulaşık süngeri, tuvalet kağıdı, kağıt havlu, kağıt peçete, kağıt mendil, şampuan, duş jeli gibi pek çok ürün artık market markalı olarak da satılıyor. Dar gelirli vatandaşlar da markalı ürünler yerine organize perakende mağazaların kendi isimleriyle fason olarak yaptırdıkları bu ürünleri kullanıyor.

    DAR GELİRLİNİN YEMEĞİ BAYAT EKMEK BÖREĞİ

    Vatandaşın kemer sıktığı dönemlerde ekmek tüketimi de artıyor. Özellikle kalabalık aileler, belediyelerin ürettiği ucuz ekmeği tercih ediyor. Kimileri "halk ekmek" büfeleri önündeki uzun kuyruklara girerken, kimileri de ucuz bayat ekmek satan fırınlara yöneliyor. Dar gelirli ailelerde ekmek ziyan edilmiyor. Bayatlayan ekmekler, ekmek balığı, bayat ekmek böreği ya da köfte yapımında değerlendiriliyor.

    MARKETLERİN SERVİS ARAÇLARINA MÜŞTERİ GİBİ BİNEREK KAÇAK YOLCULUK YAPIYOR

    Otomobili olan ailelerde akaryakıt giderleri bütçeye ek bir yük getiriyor. Sürekli artan akaryakıt fiyatları karşısında bocalayan vatandaş, akaryakıt giderlerini paylaşmak için, işyeri aynı güzergahta olan yol arkadaşları buluyor. Yol arkadaşlığı özellikle İstanbul'da yaygın olarak uygulanıyor. Hatta, yol arkadaşı arayanları buluşturmak için kurulmuş internet siteleri bile var. Benzin masrafları ile baş edemeyen sürücüler araçlarına LPG taktırıyor. Dolayısıyla, araçlarda LPG kullanımı giderek artıyor. 2008 yılı sonu itibariyle 13 milyon 765 bin araçtan 2 milyon 276 bini LPG'li. Kimileri mecbur kalmadıkça otomobilini kullanmıyor. İşine servisle ya da toplu taşım araçlarıyla gidiyor. Bazıları ise otostop yapıyor. Kimileri de metroya kadar otomobiliyle gidip yola metro ile devam ediyor. Otomobil için parça lazım olduğunda orijinali yerine çıkma parçaları tercih ediyor. Otomobilin lastiğini değiştirmek yerine kaplatıyor. Otoyollar yerine parasız yolları kullanıyor. Otomobili olmayan vatandaş ise yakın mesafelere yürüyerek, uzak mesafelere toplu taşım araçlarıyla gidiyor. Bazıları da marketlerin servis araçlarına müşteri gibi binerek kaçak yolculuk yapıyor. Uçakla seyahat etmesi gerekiyorsa biletini günler öncesinden satın alarak erken rezervasyon indirimlerinden yararlanıyor.

    SİNEMAYA GİDEMEYİNCE KORSAN VCD ALIYOR

    Dar gelirli vatandaş, bütçesinden sinemaya pay ayıramayınca, sinemayı eve taşıyor. Sinema biletine vereceği parayla 5-6 adet korsan DVD-VCD satın alarak ya da internet sitelerinden film indirerek evinde izliyor. Müziksever vatandaşlar da kaset ve CD'ye para vermek yerine, yine internet sitelerinden müzik parçaları indirmeyi tercih ediyor. Kitap ihtiyacını da ya eş-dosttan karşılıyor ya da korsan kitap satın alıyor. Konsere gidecek parası olmayan vatandaş, belediyelerin halk konserlerine gidiyor. Eğlence yerlerine gidemeyince, alışveriş merkezlerinde vitrin seyrederek vakit geçiriyor. Dışarıda yemek yemiyor, evinde yiyor.

    İLANLARINI İNTERNET SİTESİNE VERİYOR

    Vatandaş ücretsiz olduğu için satılık otomobil, satılık ve kiralık ev gibi ilanlarını gazetelere değil bu amaçla kurulmuş internet sitelerine veriyor. Özellikle öğrenciler, internete para ödememek için, ücretsiz olarak bağlanabileceği alışveriş merkezlerine gidiyor.

    BİT PAZARI VE SOSYETE PAZARI

    Bütçesini denkleştirmeye çalışan alt gelir grubu "bit pazarı"nın, orta gelir grubu ise "sosyete pazarı"nın yolunu tutuyor. Alt gelir grubuna mensup aileler, mobilya, beyaz eşya ve giysi alımında ikinci el ürünleri tercih ediyor. "Bit pazarı" olarak tabir edilen ikinci el eşya satılan mekanlara ve ikinci el mağazalarına ilgi gittikçe artıyor. Orta gelir grubu ise giysi, çanta ve ayakkabı gibi ihtiyaçlarını karşılarken markalı ürünler yerine, sosyete pazarlarında satılan taklit ürünleri tercih ediyor. Outlet ve spot mağazalar da orta gelir grubunun alışveriş yaptığı yerler arasında yer alıyor.

    AÇIK PARFÜM, AÇIK DETERJAN, AÇIK MAKARNA

    Vatandaş, kozmetik, temizlik ürünleri ve kuru gıdada, ambalajlı ve markalı ürünler yerine daha ucuz olan açık ürünleri tercih ediyor. Onlarca lira ödeyerek parfüm almaya gücü yetmeyen vatandaş, açık parfüm tüketiyor. Açık bulaşık deterjanı, açık çamaşır deterjanı, açık çamaşır suyu ve açık şampuan gibi ürünler, dar gelirlileri temizlik ürünleri için büyük masraflar yapmaktan kurtarıyor. Vatandaş, makarna, mercimek, pirinç, bulgur, şehriye, kuru fasulye, nohut gibi kuru gıdalarda da pazarlarda satılan açık ürünlere yöneliyor.

    ETİ GRAMLA, KUMAŞI KİLOYLA ALIYOR

    Kemer sıkan vatandaş, gıda ihtiyaçlarını kiloyla değil gramla alıyor. Özellikle et, kıyma, pastırma gibi pahalı gıdalarda gramla alışveriş yaygın. Eti gramla alan vatandaş kumaşı kiloyla alıyor. Kiloyla, eteklik, gömleklik, nevresimlik, perdelik kumaş satan mağazalar yaygınlaşıyor.

    KAÇIK ÇORAPLARDAN BULAŞIK BEZİNE, ESKİ PANTOLONLAR ŞORTA

    Vatandaş, eski ya da modası geçmiş giysilerini ve ayakkabılarını çöpe atmak yerine tamir ettirerek ya da modelini değiştirerek kullanmaya devam ediyor. Ortanın üzerinde gelir düzeyine sahip olanlar bile modası geçmiş ayakkabılarını, topuk ya da burun şeklini değiştirerek yeniliyor. Alt gelir grubundakiler tabanı delinmiş ya da sökülmüş ayakkabılarını tamir ettiriyor. Eski giysiler de çöpe atılmıyor, modeli değiştirilerek modaya uygun hale getiriliyor. Kışlık gömlek, kolları kesilerek yazlık gömlek haline getiriliyor. Eski pantolonlar şorta dönüşüyor. Eskiyen gömlek yakaları sökülüp ters çevriliyor ya da tamamen kesilerek hakim yaka yapılıyor. Alt gelir grubundaki vatandaşlar eski kazakları bile söküp paspas, elbezi, lif örerek değerlendiriyor. Kaçık çoraplardan bulaşık bezi, eski tişört, atlet, havlu ve çarşaflardan toz bezi ya da yer bezi yapılıyor. Büyük çocukların küçülmüş giysileri kardeşlerine giydiriliyor. Eski buzdolaplarına kaplama yapıyor, koltuk yüzleri değiştiriliyor.

    ARAMAK YERİNE ÇAĞRI YAPMAK

    Köyü ile bağını koparmayan düşük gelir düzeyindeki ailelerin kışlık erzağı memleketten geliyor. Sofraya kırmızı et koyamayan, beyaz et ya da sakatat alıyor. Zeytinyağı yerine mısır özü ya da ayçiçeği yağı, damacana su yerine çeşme suyu kullanıyor. Çocuğuna hazır mama alamayan pirinç unundan mama yapıyor. İşyerinde yiyeceği yemeği evinden götürüyor. Şehirlerarası yolculuk için kumanya hazırlıyor. Gelir düzeyi çok düşük olanlar, kış aylarında buzdolabını çalıştırmıyor, yiyecekleri balkonda muhafaza ediyor. Sigaranın ucuzunu içiyor, onu da alamazsa tütün sarıyor. Faturalı hat yerine kontörlü cep telefon kullanıyor. Faturalı hat kullanan tanıdığını aramak yerine çağrı yaparak "sen beni ara" mesajı veriyor. Doğrudan aramak yerine kısa mesajla haberleşiyor. Faturalı hat kullananlar GSM şirketlerinin indirimli tarifeleri arasından en hesaplısını seçmeye çalışıyor. Ucuza konuşmak için GSM şirketleri arasında dolaşıyor, kampanyaları takip ediyor. İkinci el cep telefonu alıyor.

    GELENEKSEL AİLEYE DÖNÜŞ

    Kira giderini karşılamakta zorlanan çiftler aile büyüklerinin yanına taşınıyor ya da aile büyükleri evlerini kapatıp çocuklarının yanına taşınıyor. Aile büyüklerinin emekli maaşı da haneye ek gelir olarak giriyor. Büyük şehirlerde, bekarlar aynı evi paylaşıyorlar. Böylece kira, elektrik, su ve doğalgaz faturaları hafifliyor. Ev kiralanırken kombili, kapıcısız ve asansörsüz olanlar tercih ediliyor.

    SAĞLIKTAN TASARRUF

    Dar gelirli vatandaş, grip, nezle, soğuk algınlığı için doktora gitmek yerine bitki çaylarıyla, şifalı otlarla ya da ucuz ve bilindik ilaçlarla kendi kendini tedavi ediyor. Ağrılarını ağrı kesici ile dindiriyor. Çocuğunun dişini kendisi çekiyor.

    BESLENME ÇANTASI" DÖNEMİNE GERİ DÖNDÜ

    Çocuklu ailelerle eğitim giderleri de önemli bir masraf kalemi. Eğitim giderlerine yetişemeyen vatandaş, çocuğunu özel okuldan alıp devlet okuluna gönderiyor. Çocuğuna okul harçlığı veremeyen alt gelir düzeyindeki aileler ise "beslenme çantası" dönemine geri döndü. Pek çok dar gelirli aile çocuğuna harçlık vermek yerine sandviç hazırlıyor. Okul kitaplarını alamayan aileler, bir üst sınıftaki öğrencilerin kullanılmış kitaplarını istiyor ya da ikinci el kitap ders kitabı satın alıyor. Defteri ise kiloyla alıyor. Üniversite öğrencileri özellikle pahalı yabancı dil kitaplarını fotokopi yoluyla çoğaltıyor.

    DÜĞÜN YERİNE NİKAH TÖRENİ

    Dar gelirli çiftler düğün yerine sade bir nikah töreni ile dünya evine giriyor. Düğünü evde ya da apartmanın bahçesinde yapıyor. Gelinlik ve damatlığı kiralıyor. Düğünde takılan takıları bozdurup eşyaların borcunu ödüyor. Çiftler balayı yerine memleketlerine gidiyor.

    kaynak :http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2010/02/13/krizden_kurtulmanin_yollari




  • TUİK'in hesaplarına Melih Gökçek bile inanmıyor.

    quote:

    Melih Gökçek'ten şok itiraf:

    2003-2010 yılları arasındaki enflasyon toplam olarak yüzde 124,5, ama buna karşılık Ankara Büyükşehir Belediyesinin yapmış olduğu zam toplamda ortalama yüzde 85. Yani enflasyonun yüzde 40 altında. Bu kadar altında olmasına rağmen bu fiyatların kalkıp tekrar yarı yarıya düşürülmesi ister istemez bizi çıkmaza sokuyor
  • quote:

    Orijinalden alıntı: lehrer35

    TUİK'in hesaplarına Melih Gökçek bile inanmıyor.

    quote:

    Melih Gökçek'ten şok itiraf:

    2003-2010 yılları arasındaki enflasyon toplam olarak yüzde 124,5, ama buna karşılık Ankara Büyükşehir Belediyesinin yapmış olduğu zam toplamda ortalama yüzde 85. Yani enflasyonun yüzde 40 altında. Bu kadar altında olmasına rağmen bu fiyatların kalkıp tekrar yarı yarıya düşürülmesi ister istemez bizi çıkmaza sokuyor






    Melih Gökçek boşuna kılıf arıyor... Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin yıllardır uyguladığı fiyat tarifesi, gidilen kilometreye göre oldukça pahalıdır.

    (Bu arada, siz şimdi 8 yıllık toplam enflasyon rakamını kalın büyük punto yazmışsınız, insanlar %125'i görüp şok olan olmadan, "enflasyon canavarı" edebiyatı başlamadan ben söyleyim, çok uzun bir zaman önce, çok uzak bir galakside değil, Türkiye'de 2000 ve 2001 yılları enflasyonu %110 yapıyordu. Kaldı ki büyüme rakamlarıyla enflasyon birbirine yakın seyrettiği vakit problem yoktur. Mesela %7 büyüyene, %10 enflasyon dokunmaz. Ancak eskiden %3 büyüme olsa bile, enflasyon %30 ile ezip geçiyordu. %30-40-50 falan nedir yahu? En ufak krizde bütün varlığınızdan, hayatınızdan olma riski olur... Zaten millete az mı çektirdiler? Enflasyon bu milleti az mı ezdi?... Düşman işgal etse, böyle enflasyonda "isyan" çıkar diye korkar, aşağı çekerdi de sözde en vatan,millet sevdalısı özde enflasyonu bir türlü düşürmedi, düşüremedi. Sonra millet, "bir çuval kömüre oyunu satan gerici dinci yobaz" ilan edildi de onu da öyle atlattılar, o günleri de öyle unutturdular )




  • Aralık ayı itibarı ile TÜFE;
    2000 yılı % 39
    2001 yılı % 68,5
    2002 yılı % 29,7 dir.

    akepe devir aldığında enflasyon zaten düşme sürecindeydi. Sizin % 110 enflasyon oranları iddianızın kaynağı nedir? Sallamasyon?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Dellci


    quote:

    Orijinalden alıntı: lehrer35

    TUİK'in hesaplarına Melih Gökçek bile inanmıyor.

    quote:

    Melih Gökçek'ten şok itiraf:

    2003-2010 yılları arasındaki enflasyon toplam olarak yüzde 124,5, ama buna karşılık Ankara Büyükşehir Belediyesinin yapmış olduğu zam toplamda ortalama yüzde 85. Yani enflasyonun yüzde 40 altında. Bu kadar altında olmasına rağmen bu fiyatların kalkıp tekrar yarı yarıya düşürülmesi ister istemez bizi çıkmaza sokuyor






    Melih Gökçek boşuna kılıf arıyor... Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin yıllardır uyguladığı fiyat tarifesi, gidilen kilometreye göre oldukça pahalıdır.

    (Bu arada, siz şimdi 8 yıllık toplam enflasyon rakamını kalın büyük punto yazmışsınız, insanlar %125'i görüp şok olan olmadan, "enflasyon canavarı" edebiyatı başlamadan ben söyleyim, çok uzun bir zaman önce, çok uzak bir galakside değil, Türkiye'de 2000 ve 2001 yılları enflasyonu %110 yapıyordu. Kaldı ki büyüme rakamlarıyla enflasyon birbirine yakın seyrettiği vakit problem yoktur. Mesela %7 büyüyene, %10 enflasyon dokunmaz. Ancak eskiden %3 büyüme olsa bile, enflasyon %30 ile ezip geçiyordu. %30-40-50 falan nedir yahu? En ufak krizde bütün varlığınızdan, hayatınızdan olma riski olur... Zaten millete az mı çektirdiler? Enflasyon bu milleti az mı ezdi?... Düşman işgal etse, böyle enflasyonda "isyan" çıkar diye korkar, aşağı çekerdi de sözde en vatan,millet sevdalısı özde enflasyonu bir türlü düşürmedi, düşüremedi. Sonra millet, "bir çuval kömüre oyunu satan gerici dinci yobaz" ilan edildi de onu da öyle atlattılar, o günleri de öyle unutturdular )





    Türkiye'de ihracatın ilk defa rekor kırdığı ve Türkiye'de ekonominin iyi yolda olduğunu halka "ilan" vererek inandırmaya çalışan Buş'un Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı Tayip Erdoğan, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve Türkiye ihracatçılar meclis başkanı Oğuz Satıcı ile birlikte verdikleri ve ilan paralarının kimin tarafından verildiğinin bilinmediği, muhtemelen yine milletin cebinden çıktığı tahmin edilen "ilan" ile "Teşekkür" edildi. Kime teşekkür edildiği bilinmeyen, gerçekleri "Ali-Cengiz" oyunu ile halktan gizleyen bir "ilan" .
    Verilen bu ilan'a göre ihracat yüzden 137 artmıştır! . Peki bunun karşılığında ithalattaki artışın oranını neden söylemiyor ve rakamlarla göz boyuyor ve halkı kandırıyorsunuz? Çünkü aynı dönemde ithalatın artış oranı ihracatın çok üstünde olmuş ve yüzde 160 olarak gerçekleşmiştir. Buna ne diyecek, bunun için kime "Teşekkür" edeceksiniz Sayın Bop eş başkanı Recep Tayip Erdoğan?
    Bu işler Bop eşbaşkanlığına benzemez. Önce "kim" olduğunuza karar verin, sonra halkın karşısına çıkın.
    Otomobil ihracatının % 81'İ AB ülkelerine yapılmış. Peki 1 milyar 126 milyon 814 bin dolarlık otomobil ihracat gelirinin içindeki ithalat oranını neden halktan gizleyip sattığınızın tamamının sanki ülkemizde üretilerek satılmış havasını yaratıyorsunuz?
    Türkiye 17 milyar 493 milyon 643 bin dolarlık ithalatı Rusya Federasyonundan, 14 milyar 554 milyon 336 bin dolarlık ithalatı Almanya'dan ve üçüncü sıra da en büyük ithalatı Çin'den yapmıştır.
    Sattığınızdan çok almışsınız, yani karlı değil Borçlusunuz. Peki bu "TeşekküR" ilanları neyin nesi?






  • quote:

    Orijinalden alıntı: lehrer35

    Aralık ayı itibarı ile TÜFE;
    2000 yılı % 39
    2001 yılı % 68,5
    2002 yılı % 29,7 dir.

    akepe devir aldığında enflasyon zaten düşme sürecindeydi. Sizin % 110 enflasyon oranları iddianızın kaynağı nedir? Sallamasyon?






    Öfff
    Yahu sayın lehrer35, %125 nasıl bulunuyorsa, %110'da öyle bulunuyor

    Bu arada enflasyon 30yıldır niye bir türlü düşme trendine girmedi de sürekli yükseldi orası da ayrı mevzu. 1990'dan 2002'ye kadar olan oranları bir yazın da görelim. Neden "canavar" diyorlardı belki hatırlarsınız. 2001'de kriz olduğu için canavar olmadı, mazisi var. Ne çabuk unuttunuz?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Dellci -- 11 Mart 2010; 0:34:50 >




  • Ankara'da bilet fiyatları gene zamlandı!
    Gökçek'i tebrik ediyorum, fahiş oranda olan bilet fiyatları gene aynı rakama çekildi.

    Tebrikler Gökçek, otobüs-dolmuş hattı 500 bin ile 1 milyon lira arasında değişen insanların, 10 değil 100 kat daha fazla para kazanmasını sağladığın için.

    Neyseki toplu taşıma ile pek ilgilenmiyorum, bu rezaleti çektirdiği, oy veren halk için ders olur. Otobüs seferleri azaltıldı ve fiyatlar yükseltildi, Ankara'lılar için tekrar geçmiş olsun.
  • Avrupa Birliği'ne üye ülkelerdeki ocak ayı sanayi artışı tarihi bir performans göstermesine karşın Türkiye'nin ocak ayı verilerinin gerisinde kaldı. Avro Bölgesi'nde sanayi üretimi ocak ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 1.4 arttı. Bu performansta sadece Malta 14.3 ile Türkiye'nin artışını geride bırakırken geri kalan 26 ülke Türkiye'nin gerisinde kaldı. Türkiye Ocak ayında sanayi üretim artışı ise yüzde 12.1 olmuştu.

    Avro Bölgesi'nde sanayi üretimi ocak ayında, bir önceki aya göre yüzde 1,7 ve geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1,4 arttı.

    AB istatistik kurumu Eurostat'ın verilerine göre sanayi üretimi 27 üyeli AB'de ise aynı dönemde aylık bazda yüzde 1,8 ve yıllık bazda yüzde 1,5 artış kaydetti.
    Avro Bölgesinde Aralık 2009'a göre sanayi üretiminde sağlanan yüzde 1,7 artış, Avro Bölgesi tarihinin en iyi performansı oldu.

    AB'de geçen yılın aynı dönemine göre ocak ayında sanayi üretimi yüzde 14.3 ile Malta'da gerçekleşirken, Polonya'da yüzde 11, Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 8, Romanya'da yüzde 6,8, Almanya'da yüzde 2,9, Fransa'da yüzde 2,4 ve İtalya'da yüzde 0,1 artarken İngiltere'de yüzde 0,2, İspanya'da yüzde 2,5, Yunanistan'da yüzde 4,4 ve Danimarka'da yüzde 9,8 geriledi.

    TÜRKİYE'DE ARTIŞ YÜZDE 12.1 OLDU

    EKONOMİK büyümenin öncü göstergesi olan sanayi üretimi yeni yıla, ocak ayında yüzde 12.1 artış gösterdi. Ancak üretimin beklentilerin çok üzerine çıkarak yüzde 25.2 oranında arttığı bir önceki aya aralık ayına göre yüzde 15.3 düşüş yaşandı.

    http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/14087930.asp?gid=373




  • biz rüya aleminde yaşıyoruz kriz felan yok canım
    kriz var diyen ya chp li yada ergenekoncudur diye yaftaladığımız zaman tadından yenmez
  • quote:

    Orijinalden alıntı: castorpollux

    Ankara'da bilet fiyatları gene zamlandı!
    Gökçek'i tebrik ediyorum, fahiş oranda olan bilet fiyatları gene aynı rakama çekildi.

    Tebrikler Gökçek, otobüs-dolmuş hattı 500 bin ile 1 milyon lira arasında değişen insanların, 10 değil 100 kat daha fazla para kazanmasını sağladığın için.

    Neyseki toplu taşıma ile pek ilgilenmiyorum, bu rezaleti çektirdiği, oy veren halk için ders olur. Otobüs seferleri azaltıldı ve fiyatlar yükseltildi, Ankara'lılar için tekrar geçmiş olsun.


    Yüksek fiyatlara rağman EGO nun zarar ettiğini duymuştum. Nasıl oluyor anlayamadım.

    Ankara'daki fiyat uygulamasının sorunu fiyatların mesaeye göre değişmemesidir. Ben yıllarca, 20 dakikalık yürüme mesafesine, şehrin bir ucundan diğer ucuna 3 vesait kullanarak giden adamla aynı parayı verdim. Bakınca evet kazıklanıyorum ama uzun mesafe giden insan da bu işten kar ediyor. Yaşlılar zaten bedavaya gittikleri için kar ediyorlar. Yani sorun fahiş fiyatlar değil adaletsiz fiyatlardır. Bu sayede hem bazı insanlar kazıklanırken hem de EGO zarar etmiş oluyor. Yani ciddi bir yönetim sorunu var.

    6 yıl önceki fiyatlara çekilmesi zaten komikti. 6 yıllık enflasyonu koyunca bugünkü fiyatlara zaten geliyor. Onun iptaline şaşırmadım. Ankara belediyesi İstanbul'daki toplu taşımı örnek alabilir. Otobüs ve metroya ayrı fiyatlar konsun. Mesafeye göre değişen fiyatlat konsun. Aktarma için ek ücret konsun. Akbil tarzı bir sisteme geçilsin. Bana göre hiçbir fiyatlandırma analizi yapılmıyor bu belediyede. Çocuk oyuncağı gibi oynuyorlar.




  • arkadaş ben vatandaş olarak kendi çıkarımı düşünürüm, ego'nun derdi yada belediyenin derdi kendini bağlar.

    bir durakta hem 30dk beklemek hemde yüksek fiyatlar ile ulaşımı sağlamak bu beni ilgilendirir. dolmuşlarda yada otobüslerde tıklım tıklım, rezil bir şekilde gidiyoruz, bu konu hakkında bir yaptırımı yok ama o adamlar zarar ediyor diye ücretleri yüksek tut! o zaman sefer sayılarınıda artır bari! oda yok!

    biz millet olarak hakkımızı aramadığımız sürece halk ile böyle dalga geçilir.ben gökcek yada akepe yada karayalçın bilmem ilgilenmem, ben hizmet bilirim kardeşim. o yüzden parti ağzıyla konuşmayalım.

    vatandaş olarak durakta dakilarca bekliyorum ve dolu olan otobüslere yada dolmuşlara eşek gibi binmek zorunda bırakılıyorum, sen tutmuş ego'nun karından bahsediyorsun. hiç ihtimal veriyor musun zarar ettiğine?
    o zaman özel firma amme görevi mi yapıyor Ankaralı halkı taşıyarak? yapmayın birazcık halk tarafından bakın, birazcık halkın sorunlarını dile getirin.




  • 
Sayfa: önceki 3132333435
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.