Şimdi Ara

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS] (6. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
372
Cevap
14
Favori
62.234
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 45678
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: raver

    quote:

    IV. Murat Osmanlı sultanları arasında fiziksel kuvvetiyle ünlüdür. İri ve güçlü yapılı olan padişah 60 kilogramlık gürzü tek eliyle ustaca kullanabildiği söylenir. Alkol ve tütün yasağına uyulup uyulmadığını zaman zaman tedbil-i kıyafet gezerek yerinde denetleyen IV. Murat alkol veya tütün kullanan askerlerini yakaladığı zaman gürzüyle kaflarına tek bir darbe indirip onları öldürerek bizzat cezalandırmışlığı vardır. Yine bir gece uyurken onu öldürmek için odasına giren 4 cellatı gürzüyle parçalamıştır. IV. Murat ayrıca 50 kilogramlık yayı da ustalıkla kullandığı söylenir. Hindistan'dan gelen bir elçi heyeti IV. Murat'a çok sağlam ve her darbeye karşı dayanıklı bir kalkan hediye etmiştir. Kalkanın sağlamlığını denemek isteyen Padişah adamlarına kalkanı bir yere asmalarını söyler, kalkan asıldıktan sonra bu kalkana ok atışları yapmış bu kalkanı defalarca delmiştir.Bir atın üstünde giderken başka bir atın üstüne atlayacak kadar iyi at sürerdi attığı oklar kurşundan daha uzağa gitmekteydi attığı ciritlerle delemiyeceği kalkan yoktu. IV. Murat'ın gürzü ve yayı şu an Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.


    bkz:http://tr.wikipedia.org/wiki/IV._Murad

    Vikipedi sağlam kaynak değil malesef.Yukarıda o dönemin kaynaklarından alıntıladığım bir yazı var.Bir sürü kanıt var.

    Aynı şekilde vikiden de baktım.Ama ne gariptirki hiç bir kaynak yok.O 60 kiloyu kaldırdığını savunmuşlar ama neye göre?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: alpertfn

    şurdaki adamlara baktıkça bitmişiz diyorum 12-13 yaşındaki bebeler ecdadıyla dalga geçiyor . sonra cemaat ele geçirmiş kürtler ele geçirecek diye korkuyoruz diyorlar sen çocuğunu bu şekilde yetiştiriyorsun cemaat ve pkk hedefleri doğrultusunda yetiştiriyor sonra kalkıp klasik türksün işte , suçu kendinde arayacağına elalame ana avrat sövüyosun ,adamlar hedefleri ilkeleri için herşeyi, yapıyor sen uğruna sövdüğün ülken için ne yapıyorsun ? ecdadına söven nesil yetiştiriyosun, işi gücü facebook tweeter olan nesil yetiştiriyorsun . soruyorsun adama atatürkçüyüm diyor ilkeler yok, doğum ve ölüm tarihi yok . neyse işte kime ne anlatıyosam burda

    Alıntıları Göster
    Anlatmakla bitmez Türklerin tarihi.

    Büyük Hun İmparatorluğu da süpermiş vaktinde.

    Esas 145 yıl öncesine kadar Belgrad falan 350yıl boyunca bizimmiş ne güzel, kaybetmesek süper olurmuş.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı




  • quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mark Valley

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    Alıntıları Göster
    Çok harika görünüyor.Bunu kullanmayı bırak çoğu kimse yerinden kaldıramaz her halde.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    eski insanlar daha güçlü kuvvetlidir doğru ama bu kadarda değil sen inan ben birşey demiyorum saçma sapan kaynaklar koyma bana şurda gir vikipediye bak ordan azcık mantığın varsa yalan olduğunu anlayabilirsin




  • quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    Eski insanlar nasil daha iriydi su anki giderek artan boy ortalamasindan bile daha iri olmadigini anlayabilirsin. Hem bahsettigin donem en fazla 500 sene oncesibir insan nasil bir degisiklik gecirebilir ki 500 senede? Sen 250 kiloluk gurze inanmaya devam et

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Harley-Davidson

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    Eski insanlar nasil daha iriydi su anki giderek artan boy ortalamasindan bile daha iri olmadigini anlayabilirsin. Hem bahsettigin donem en fazla 500 sene oncesibir insan nasil bir degisiklik gecirebilir ki 500 senede? Sen 250 kiloluk gurze inanmaya devam et

    Alıntıları Göster
    Artık ülke işgal etme, toprağını ele geçirme tarzında savaşlar çok zor, gerek te yok, toprakla birlikte bi sürü dert ediniyorsun.

    Bitti artık o devirler, uyanın..

    Artık ekonomik olarak işgal ediyorsun, kendine bağımlı hale getirip kucağında oynatıyorsun.

    Sonrada parasını verip emlak alıyorsun, toprak alıyorsun, en güzel yerlerinde örneğin ingiliz tatil köyü kuruyorsun, kapısına da bekçiyi koyuyorsun kimse giremiyor. Artık böyle ele geçiriliyor ülkeler.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    eski insanlar daha güçlü kuvvetlidir doğru ama bu kadarda değil sen inan ben birşey demiyorum saçma sapan kaynaklar koyma bana şurda gir vikipediye bak ordan azcık mantığın varsa yalan olduğunu anlayabilirsin

    Seyahatnameye saçma sapan kaynak diyip wikipediayı kaynak olarak gösterek harika bir nesil yetişiyor.İyiymiş aslında.Ecdadımızla dalga geçer,wikipediadan tarihimizi araştırır , facebooktan,twitterdan yorumlarla yada bir kaç site hackleyerek dünyayı fethederiz.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kızıl_Şaman

    quote:

    Orijinalden alıntı: countach


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kızıl_Şaman

    quote:

    Orijinalden alıntı: VOLTA

    quote:

    Orijinalden alıntı: ahmedyücel

    quote:

    Orijinalden alıntı: ithal_et

    quote:

    Orijinalden alıntı: ahmedyücel

    Gövdesine gereksiz yük yapan nice başlar sermiştir yere...Rahmetle anıyoruz...

    kim bilir belki seninkiside gereksiz yük yapıyordur. kesilirse bakarız. bahsettiğimiz şeyler insan. tavuk değil.

    Haberin yok herhalde kılıclar ekmege yag sürmek icin uretilmiyor...Fatih Sultan HAN Türkiyemizin simge sehri İstanbulu Türk ve müslüman düsmanlıgı propagandası yapan zalimlerin elinden aldı ve bize emanet etti...Neden rahatsız etti Fatih Sultan'ın düsmanları bozguna ugratıp İstanbul'un gercek sahibi bizlere emanet etmesi anlayamadım...

    arkadaş milliyetçi bir insan olarak gerçek sahibi olmadığımızı ben bile görebiliyorum baya baya gelip çökmüşüz adamların kaç bin yıldır yaşadığı şehre

    +1 gerçek sahibiyiz diyemeyiz sonuçta anadolu ve batı taraflarına sonradan göç ettik.













    Dipçik:Ama İstanbul'un bizim elimize geçmesi hem halk hem de bizim için çok faydalı olmuştur.Ayrıca Yukarıda dediğimden karşı çıktığımı felan düşünmeyin bende milliyetçi bir insanım lakin Gerçek Sahibi ne biziz ne başkası.(Gerçek Sahibi ALLAH)

    burası bizim topragımız.madem oyle sıksalarmıs bıyerlerını ellerınde tutsalarmıs... Bu kadar basıt .aynı sey bızım ıcınde gecerlı tabı

    Şimdi öyle düşünürsen dünya'yı fethedelim sonra diyelim burası baştan bizim hakkımızdı.Bence çok doğru olmaz.

    Alıntıları Göster
    Bunu birinin içine aldığını düşünsenize ov




  • quote:

    Orijinalden alıntı: arda-tt

    Artık ülke işgal etme, toprağını ele geçirme tarzında savaşlar çok zor, gerek te yok, toprakla birlikte bi sürü dert ediniyorsun.

    Bitti artık o devirler, uyanın..

    Artık ekonomik olarak işgal ediyorsun, kendine bağımlı hale getirip kucağında oynatıyorsun.

    Sonrada parasını verip emlak alıyorsun, toprak alıyorsun, en güzel yerlerinde örneğin ingiliz tatil köyü kuruyorsun, kapısına da bekçiyi koyuyorsun kimse giremiyor. Artık böyle ele geçiriliyor ülkeler.

    Alıntıları Göster
    Türkler tarih boyunca herzaman göç ve işgal ederek yaşamışlardır.Osmanlıda kaç tane farklı mıllet vardı,şimdi 1 tanesi bile yok.Ermeniler,Rumlar,Museviler,Süryaniler vsvs.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi OldWolF3 -- 4 Temmuz 2012; 12:44:59 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    eski insanlar daha güçlü kuvvetlidir doğru ama bu kadarda değil sen inan ben birşey demiyorum saçma sapan kaynaklar koyma bana şurda gir vikipediye bak ordan azcık mantığın varsa yalan olduğunu anlayabilirsin

    Bulutlar geldi, düsman askerlerini aldı götürdü, ben milliyetçi bir insanın fakat arkadaşlar gerçekle masal ve hikayeleri karıştırarak tarihimizi övelim diye çabalarken daha çok kötü yönde etkiliyor ve insanlara sehir efsanelerini öğretmiş oluyosunuz.Örn: Seyit onbaşının kaldırdığı top mermisi 276 değil 200 küsür kilodur.Bu Seyit onbaşını daha az mı kahraman yapıyor hayır.Yine bir kahramandır.Lütfennnn dikkat edelim.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Dark Tranquillity


    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    Eski insanlar nasil daha iriydi su anki giderek artan boy ortalamasindan bile daha iri olmadigini anlayabilirsin. Hem bahsettigin donem en fazla 500 sene oncesibir insan nasil bir degisiklik gecirebilir ki 500 senede? Sen 250 kiloluk gurze inanmaya devam et


    eski insanlar daha kısa değilmiydi ?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Dark Tranquillity


    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: by_the_king

    quote:

    Orijinalden alıntı: AMDPhenom

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    abartının bu kadarı tamam güçlü bir adamdır ama 250 kglık gürzle savaşmak nedir hadi ordan ronnie coleman eski vücut geliştirme dünya şampiyonu dünyanın takviyesini kullanıyor popodan basıyor steroidleri 300 kgmı ancak 4 kere kaldırabiliyor şimdi kimse gelipte tamamen doğal şekilde adamın 250 kglık gürzü sallaya sallaya savaştığını söylemesin kim inanır buna bunlar halk efsaneleri

    Kardeş biraz araştırma yapıp devrin kaynaklarından öğrenirseniz iyi olur

    Sultan IV. Murâd
    "İki Yüz Okkalık Topuz"u
    Gerçekten Kaldırabilmiş midir?

    Mevcut yazılı kaynaklara bakılarak tespit edilen "târihî" gerçekleri boş ve asılsız iddiâlarıyla "tahrif" etmeye çalışan, kendi zan ve kuruntularını "gerçek târih" diye halka yutturmaya kalkışan seviyesiz tahrifçiler, şimdi de Sultan IV. Murâd'ın 250 kiloluk bir topuzu tek başına kaldırabildiğini gösteren rivâyetleri dillerine dolayarak, bu târihî kayıtların "Aklın-mantığın kabul edeceği bir şey olmadığını" söyleyip "uydurma" olduğu yalanını ortaya atmışlardır.

    Hâlbuki Sultan IV. Murâd'ın 200 okka (256.589 kg.) ağırlığında bir topuzu kaldıracak derecede güçlü olduğu, bu devri bizzat idrâk etmiş olan Na'îmâ'nın "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn", ya da "Târîh-i Na'îmâ" adıyla bilinen meşhur vekâyî-nâmesinde açıkça zikredildiği gibi; yine pâdişâhı görmüş olan ünlü Türk seyyâhı Evliyâ Çelebi'nin "Seyâhat-nâme"sindeki kendi müşâhadesine dayanan tasvirleri ve Kâtib Çelebi'nin "Fezleke"sindeki nakilleriyle de kesin olarak tasdik görmektedir.

    Na'îmâ, Sultan Murâd'ın akıllara durgunluk veren bu yeteneğini "Menâkıb-ı Pâdişâh-ı nâm-dâr-ı merhûm-u mağfûr" adını verdiği bölümde,(1) doğrudan doğruya bir görgü şâhidinin rivâyetine, Sultan Murâd'ın hareminde bir müddet silâhtarlık yapmış olan Mûsâ Paşa'nın sözlerine dayanarak aktarır. On yedinci yüzyıl Osmanlı târihçiliğinin en esaslı ve orijinal kaynağı olduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bu eserinde Mustafa Na'îmâ, Dördüncü Murâd'ın yalnız topuz taşıma yeteneğinden değil, en az onun kadar dikkat çekici başka üstünlüklerinden de sözederek şöyle der:

    "Zamânumuzda ânlar kadar bir Pâdişâh-ı âlî-câh (yüksek makam sâhibi Pâdişah) görülmedi. Kuvvet-i yed ve şiddet-i batşda yegâne (el kuvvetinde ve gücünün şiddetinde benzersiz) ve isti'mâl-i silâh (silâh kullanma) ve darb-u harbde müfred-i zamâne (zamânının teki) idi.

    Mûsâ Paşa'dan menkûldür (nakledilir) ki;

    'Harem-i hümâyûnlarında silâhdârluk hizmetinde iken nice def'a: 'Gel silâhdâr!' deyüp, sağ elleriyle kuşağumdan kaldurup, silâhdâr dahî bir 'azîm ve cesîm (büyük ve iri yapılı) pehlüvân yigid iken, bir elleriyle başları üzerinde tutup Hâs-oda'yı devr iderlerdi (dolaştırırlardı). Nice ref' iderlerse (yukarı kaldırırlarsa) yine öyle indürüp kollarına fütûr (gevşeklik) gelmezdi ve ok ve harbe ve cirid ile birkaç kalkanı delmek ve bir darbda (vuruşta) merkebi ikiye bölmek ve iki yüz vokiyye (okka) gürz-i girânı (ağır topuzu) salmak gibi zûr-âver hünerleri makdûr-ı beşer olmadan ziyâdedir (insan gücünün ötesindedir).'"(2)

    Asrın târihçilerinden olan Na'îmâ'nın bu sözleri, Sultan Murâd'ın gerçekten de iki yüz okkalık, yâni 256 buçuk kiloluk topuzu taşıyabildiğini ispat ettiği gibi, bundan daha üstün pek çok kâbiliyetlere de sâhip bulunduğunu göstermektedir. Ellerinde hiçbir delil olmadığı hâlde bu "târihî" gerçeği yok sayan "tahrifçi"ler neye dayanarak bunun aksini iddiâ etmektedir?

    "Topuz salmak"; bu "tahrifçi"lerin iddiâ ettiği gibi IV. Murâd'a isnad edilen uydurma bir icraat değildir; aksine bu fiil, Osmanlı pâdişahlarının ilk devirlerden beri tatbik ettikleri bir gövde gösterisidir. Nitekim Lâmi'î Çelebi'nin "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn" adlı eserinin Konya Mevlânâ Müzesi'ndeki müstakil nüshasının baş tarafında, Sultan II. Bâyezîd'i ileri yaşta olmasına rağmen, kılıcının ucuyla ağır bir topuz kaldırırken gösteren minyatür bunun apaçık bir delilidir.(3)

    Sultan IV. Murâd'ı görmüş ve onunla hayli yakınlık kurmuş olan Evliyâ Çelebi de: "Her bâr (her defâ) dest-i yümnâları ile (kuvvetli elleriyle) iki yüz vokiyye (okka) seng-i zeytûnî (siyah taş) somakî pâre 'amûd gürzi (aşağı doğru dikilmiş topuzu), on iki hâne ve kırk bend üzre ol gürzi devrân itdürürdi (döndürürdü)." diyerek,(4) Na'îmâ'nın bahsettiği iki yüz okkalık topuzu Sultan Murâd'ın yalnız kaldırmakla kalmadığını, eliyle de defâlarca kez döndürdüğünü ortaya koyar.

    Zamâne "tahrifçi"leri "târihçi" sıfatı altında, ciddiyetsiz bir üslûpla, görgü şâhidlerinin rivâyetlerine dayanan ve doğruluğunda en küçük bir şüphe dahî bulunmayan bu "târihî" gerçekleri "tahrif" etmeye kalkışmakla, aslında cehâletlerini ortaya koymaktan başka hiçbir şey yapmamışlardır!

    Kâtib Çelebi "Fezleke"sinde Na'îmâ'nın, Sultan Murâd'ın Mûsâ Paşa'yı tek eliyle havaya kaldırıp başının üzerinde dolaştırdığını gösteren rivâyetini kelimesi kelimesine aktarırken;(5) Evliyâ Çelebi bizzat şâhid olduğu bu olay hakkında daha da ayrıntı vererek, pâdişâhın bir eliyle Melek Ahmed Ağa'yı, diğer eliyle Mûsâ Ağa'yı kemerinden sıkıca tutup, peşpeşe yedi-sekiz defâ indirip kaldırdığını söyler: "Bir gün Efendimüz (Sultan Murâd) Melek Ahmed Ağa'yı ve Silâhdâr Mustafâ Ağa'yı, ikisi birer âdem ejderhâları iken ikisinüñ kemerlerine birer ellerin sokup, mübârek ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzerine kaldurup, Mûsâ Paşa'yı sol elinden bırağup, sağ eliyle Melek Ahmed Ağa'yı yedi-sekiz kerre gürz gibi devr itdürdi."(6) Silâhtarlar o kadar iri cüsseli ve heybetliydi ki, Evliyâ Çelebi pâdişâhın onları havaya kaldırıp dolaştırmasını, iki yüz okkalık topuzu havada tutmasından farksız görmektedir.

    Bu muhteşem hâdiseyi bizlere aktaran Evliyâ Çelebi, aynı durumun bir defâsında kendi başına da geldiğini, okuyanlara zevk veren eşsiz üslûbuyla şöyle anlatır: "Bir gün sa'âdetle sarây hammâmından taşra Hâs-odaya 'arak-âlûd olup (terler içinde) çıkdukda, cümleye selâm virüp: 'Şimdi bir hammâm faslı eyledüm!' didükde, cümle: "Sahhan ve 'âfiyen (Sıhhat ve âfiyet olsun)!" didiler. Hakîr eyitdim (dedim): 'Hünkâr'um, pâk olub nûr olmuşsız, bugün artuk yağlanup güreş itmeñ! Zîrâ içerde salavâtsuz güleşüp, tamarıñuz kırılup kuvvetiniz kalmamışdur, hattât gibi, melek gibi hasmuñ vardur!' didüm. 'Yâ? Kuvvetüm kalmamış mıdur, gör imdi!' deyüp bu hakîri hemân kemerümden 'ukkâb-vâr (kuş gibi) kapup, doğancılar pefteresi ve sıbyân fırlağı gibi bu za'îfi (zayıfı) ser-i sa'âdeti (saâdetli başı) üzre fır-â-fır çevürüp devrân itdürürken hakîr eyitdim: 'Bre Hünkâr'um, bu du'âcuñı sakın yeñme ve koyvirüp düşürme!' didügümde hemân: 'Kendüñi pek ùut!' didi; 'Be-meded Hünkâr! Hemân Allâh duta, yohsa iş işden geçdi!' diyû feryâd ide-gördüm. Yine hakîri gürz gibi çevürüp: 'Bre Hünkâr'um, dönmeden göñlüm bulandı, kusacağum geldi! Edebde sekme saçarsun, bre Pâdişâh'um, bâşın-çün öde geldi!' deyince gülmeden bî-tâb ve bî-mecâl (mecâlsiz) olup, bu latîfeden safâ idüp hakîre kırk sekiz altun ihsân eyledi."(7)

    Bu "târihî" kayıtlar, Sultan Murâd'ın çeyrek tonluk topuzu tek eliyle kaldırabildiğini doğrularken, "tahrifçi"lerin ellerinde bunun aksini ispat edecek tek bir delil var mıdır?

    Halka "târihi sevdirdiklerini" iddiâ eden bu "tahrifçi"ler, aksine Türk milletinin ruh dinamizmini ayakta tutan en meşhur "târihî" gerçekler hakkında bile halkı şüpheye düşürmeye çalışmakta; kendi târihlerine kuşkuyla bakmalarına neden olacak yalan-yanlış iddiâlar ortaya atmaktadırlar.

    Nitekim, gerçek "târih"i "tahrif" etmeye yönelik bu gibi asılsız iddiâlara itibâr edilecek olursa, Çanakkale Savaşı'nın ölümsüz kahramanlarından olan ve 275 kilo ağırlığındaki gülleyi tek başına kaldırıp 2 metre yükseklikteki topun ağzına sürerek, İngiliz donanmasının kalbi mesâbesindeki Ocean zırhlısını batıran "Seyyid Çavuş"a da "uydurma bir halk kahramanı"(!) gözüyle bakmak gerekir. Ki Sultan Murâd'ın kaldırdığı topuz, Seyyid Çavuş'un taşıdığı gülleden daha ağır değildir!..



    IV. Murad'ın Eşsiz Kudretini İspatlayan
    Diğer Vak'alar:

    Osmanlı pâdişahlarının en güçlü ve en kudretlilerinden biri olan Sultan IV. Murâd'ın gözkamaştırıcı fiillerinin, yalnız "topuz kaldırma" hâdisesiyle sınırlı olmadığını belirtmiştik. Bu hasletinin yanısıra okçulukta ve atıcılıkta da hayli mahâret sâhibi olan Sultan Murâd, Evliyâ Çelebi ve Mustafa Kânî'nin ittifakla belirttiklerine göre;(8) bir defâsında Okmeydanı'nda 1070,5 gezlik, yâni yaklaşık 675 metrelik mesâfeye ok atarak hedefini ustalıkla vurmayı başarmış; okun düştüğü yere nişan olmak üzre bir taş dikilip, o havâlî daha sonra "Nişân-taşı" adını almıştır.

    Na'îmâ'nın ifâdesine göre ise Sultan Murâd, asrın Hindistan emîri Hurrem Şâh'ın mızrak ve kurşunla delinemeyeceğini iddiâ ettiği kalkanını, elçisi Mîr Zarîf'in gözleri önünde, küçük bir mızrak darbesiyle bir vuruşta delmişti: "Musul'da Hind ilçisi fîl kulağından gergedan postı kaplanmış bir siper getürüp: 'Ok ve tüfeng fındığı (kurşunu) kâr eylemez!' i'tikâdı ile lâf urmış idi. Karşularına getürüp evvelâ bir hışt zerk idüp (küçük bir mızrak saplayıp) taraf-ı âhara güzâr eyledi (öbür tarafından çıkardı), ba'de-hû (daha sonra) siper-i mezbûrı filori ile doldurub ilçiye gönderdiler. 'Ol siper hâlâ Pâdişâh-ı Hind sarâyı kapusında asılmış durur.' dirler."(9) Hâlbuki Hint kalkanlarının gücü ve dayanıklılığı herkesçe bilinmekteydi. Bu kalkan, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bugün hâlâ teşhir edilmektedir.

    Evliyâ Çelebi de Sultan Murâd'ın bir defâsında ciritle "tokuz kat incîr kökinden Arnavûd kalkanın" bir atışta ortadan ikiye ayırıp, şecaatini göstermek için "Mısır dîvânına" gönderdiğini;(10) yine aynı şekilde, onar deve derisinden yapılmış "Felemenk ve Nemse çâsârından gelme kalkanları" ise "ilçinüñ öñinde" mızrakla delerek gerisingeri iâde ettiğini kaydeder.(11) Müellif devamla, Mısır'daki kalkanın kendi zamânında hâlâ asılı olduğunu ve Budin'deki Beç kapısının kemeri altına asılan diğer kalkanlardan birini de kendisinin bizzat gördüğünü, üzerindeki mızrağın hâlâ durduğunu söyler.(12)

    Ok atma konusunda usta olduğu kadar, cirit sporunda da üstün bir mahârete sâhip olan Sultan Murâd, Na'îmâ'nın ve onu tâkip eden Kâtib Çelebi'nin ortak rivâyetlerine göre, bu alanda da benzeri görülmedik rekorlara imzâ atmıştı. Her iki müellif de eserlerinde buna işâret ederek: "Eski Sarây'dan atdukları cirîd Sultân Bâyezîd-i Velî minâresi dibine düşüb, Haleb kal'asından atdukları handeki geçüb Sarâç-hâne üzerine düşdi. İkisine dahî nişân diküp târîh yazdılar." der.(13) Sultan Murâd'ın bu derece yiğitlik ve mahâret sâhibi bir pâdişâh olması, iki yüz elli kiloluk topuzu da rahatlıkla kaldırabileceğini açıkça ispat eder!

    Eski saraydan atılan okun düştüğü yere beyaz mermerden bir anıt dikildiğini söyleyen Evliyâ Çelebi, asrın şâirlerinden Cevrî Çelebi'nin hâdiseye şu târihi düştüğünü kaydeder:

    "Sıdkıla Cevrî du'â idüp didi târîhini:

    Kuvvet-i bâzû-yı Sultân'ı kıla Mevlâ füzûn."(14)

    Halep kalesinden atılan ciritin ulaştığı noktaya ise yüksek bir sütun dikilerek, yine aynı şâir tarafından şu târih düşürülmüştür:

    "Didiler Cevrî gibi tahsîn idüp târîhini:

    Bâreke'llâh iy müsellem dâver-i sâhib-hüner."(15)

    Çoğu asrın müverrihlerinin gözleri önünde cereyân eden ve bizzat görgü şâhidleri tarafından tasdik gören bu rivâyetler, Sultan IV. Murâd'ın yalnız 200 okkalık topuzu kaldırmakla kalmayıp, aklın kavrayamayacağı daha pek çok rekora da imzâ attığını ispatlamakta; hiçbir delile dayanmadan konuşan "tahrifçi"lerin yalanlarını âdetâ yüzlerine vurmaktadır!

    Hâl böyleyken, "gerçek târih"i öğrenmek isteyen bir kimse; olayların görgü şâhitleri olan asrın "târihçi"lerinin rivâyetlerine mi bakacak, yoksa apaçık gerçekleri örtbas etmeye kalkışan şuursuz "tahrifçi"lerin hezeyanlarına mı inanacak?

    Sözün özü; "târih" bilgi ve belgeye dayanan bir ilimdir, bu iki esâsa dayanmayan asılsız iddiâlar "târih" değil, apaçık bir "tahrif"tir. Târih kaynaklarında yer alan ve bizzat görgü tanıkları tarafından doğrulanan bir gerçeğin aksini iddiâ eden kimse, kim olursa olsun ve sıfatı her ne olursa olsun, "târihçi" değil alenen bir "tahrifçi"dir!..

    Kaynak:

    (1) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatü'l-Huseyn fî Hulâsati Ahbâri'1-Hâfıkeyn: Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 453-455. bas.: Matba'a-i 'Âmire, İstanbul, 1280.

    (2) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454.

    (3) Lâmi'î Çelebi, "Feth-nâmeé-i Kal'a'-i Motôn", Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. Mecmû'a, nr.: 2465/2, vr. 76b.

    (4) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 304, vr. 72b.

    (5) Kâtib Mustafa Çelebi (Hacı Halîfe), "Fezleke-i Kâtib Çelebî", c. 1, s. 320. bas.: İstanbul, 1286.

    (6) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 71b.

    (7) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (8) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b; Mustafa Kânî, "Telhîs-i Resâ'il-i Rummât", s. 248, bas.: İstanbul, 1263.

    (9) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454-455.

    (10-12) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    (13) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 454; Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 320-321.

    (14) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72b.

    (15) Evliyâ Çelebi, a.g.e., c. 1, vr. 72a.

    Bu adam daha fazla yaşayabilseydi şuan daha farklı konumda olabilirdik.

    inanmak istiyorsan inan ama ben o yazıyı okumaya hiç niyetli değilim yalan tarih pek ilgimi çekmiyor 60 kgma tamam ama 250 abartı

    Kardeş gerçeğin yalanı olmaz.

    Eski insanlar iri olurmuş.Hiç mi bilgin yok senin.Bunlar orjinal kaynaklardan alıntı.Kendim uydurmadım.

    Ona yalan buna yalan he ya ne güzel taktik bulmuşsunuz...Forumdaki kişiler inanmadıkları bilgilere yalan şöyle böyle.Oh.

    Kurtuluş Savaşınada inanma sen o zaman.

    Eski insanlar nasil daha iriydi su anki giderek artan boy ortalamasindan bile daha iri olmadigini anlayabilirsin. Hem bahsettigin donem en fazla 500 sene oncesibir insan nasil bir degisiklik gecirebilir ki 500 senede? Sen 250 kiloluk gurze inanmaya devam et


    Profilinde izlanda bayrağı taşıyan birinin gelip benim ecdadımı yargılamaya , benim alimlerimin kitaplarını küçük görmeye çalışmaya hakkı yoktur.
    Amacın ne bilmiyorum ama her türlü cevabını alacağına emin olabilirsin.
    Hala araştırmadan konuşuyorsun.Buyur kaynak göster bakalım.Eski insanlar daha zayıf ve kısaymış diye.Senın kaynak dediğin önüne gelenin bilgi girebildiği wikipedia tarzı sitelerden değil tabi.Hatta oralardan bile senin bu saçmalıklarını destekliyecek kaynak bulamazsın.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nfsworld -- 4 Temmuz 2012; 13:04:01 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: achilles97

    bazı arkadaşlar heralde fatih sultan mehmeti tek başına istanbulu fethetti sanıyolar galiba?

    orda kaç bin asker vardı.görende fatih sultan mehmet eline kılıcı aldı onlarca kişiyle savaştı sanacak.adam arkada bekledi sadece stratejisini düzenledi ordunun.o kılıçta temsili bi simgedir.gerçek değil.her okuduğunuza inanmayın böyle

    Burda kimse fatih istanbulu tek başına fetetti demiyor fakat bazı kişiler profiline bazı ülkelerin bayraklarını koyup buraya geliyor ve geçmişimizle alay etmeye cüret ediyor.
    Hocam nerede oturuyorsun?İstanbula yakınsan birgün gel beraber topkapıya gidip kılıcı görelim.Ordaki görevlilerede soralım.Fatih bu kılıcı sadece süs olsun diye yaptırmış diye?Yoksa savaşlarda kullanmışmı acaba?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nfsworld -- 4 Temmuz 2012; 13:12:56 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tutunamadi

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    bunlardan biri mi bilmiyorum ama bulunsun.
     Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederken kullandığı Kılıç! [SS]


    "zamanında 4.murat kollarındaki pazı 'lardan dolayı elini ağzına götüremezmiş. adam yarım metre kaşıkla yemek yiyormuş"

    Beyler saçmalamayın 250kg falan , Sauron mu lan bu ?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Furkan*

    quote:

    Orijinalden alıntı: Duman7

    arkadaşa katılıyorum adamların kaç bin yıl yaşadığı şehri fethettik aldık ancak gerçek sahibi biz değiliz.bu açık.zaten aldık ve içine mıçtık kliseler cami oldu vs vs

    Tabi camii olucak ne olucaktı ?

  • quote:

    Orijinalden alıntı: achilles97

    quote:

    Orijinalden alıntı: nfsworld

    quote:

    Orijinalden alıntı: achilles97

    bazı arkadaşlar heralde fatih sultan mehmeti tek başına istanbulu fethetti sanıyolar galiba?

    orda kaç bin asker vardı.görende fatih sultan mehmet eline kılıcı aldı onlarca kişiyle savaştı sanacak.adam arkada bekledi sadece stratejisini düzenledi ordunun.o kılıçta temsili bi simgedir.gerçek değil.her okuduğunuza inanmayın böyle

    Burda kimse fatih istanbulu tek başına fetetti demiyor fakat bazı kişiler profiline bazı ülkelerin bayraklarını koyup buraya geliyor ve geçmişimizle alay etmeye cüret ediyor.

    olabilir ben onları savunmuyorum.

    benim görüşüm: benim için istanbulun fethinde savaşıp ölen askerlerimiz fatihden daha değerlidir.adamlar canlarını ortaya koymuşlar.bugüne kadar hiç fethedilemeyen bi yeri işgale gidiyorlar.fatih'se sadece arkada durup emir veriyor.unutmayın,istanbul'un fethini askerler gerçekleştirdi fatih değil.

    Hocam konuyu yanlış anlıyorsun sanırım.Kimse askerleri ,orda sehit olan yüzlerce ulema ve evliyayı kenara itmiyor.Yada fatih istanbulu ben tek başıma fethettim demiyor fakat peygamberimizin bile istanbulu fethecek kumandanla alakalı övdüleri var.
    Peki şunuda söyliyebilirmisin o zaman.Mesela ben çanakkale savaşlarında Atatürk ün ' Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum' sözü ile kahraman adledilip ölüme giden askerlerden hiç bahsedilmemesini naıl açıklarsın.Şimdi bunu kıyaslayınca atatürk e karşı söz söylendiğini sanıp atlıyanlar ama aslında Ataturk u seven değil sadece onun adını kullanıp her tartısmada ona karsı söz soylendıgını soyleyıp bır nevı Ataturk u kulananlar olıcaktır.
    Bakıs acın bence yanlış.Bir savası kazanan yada kaybeden kısı olarak dogal olarak liderler gosterılır.Arkadakı kişileri unutanların kendi ayıplarıdır.Bilen bilir zaten kimin neler yaptıgını.
    Ama emın ol Osmanlı komutanları kesinlikle arkada bekleyıp emır yagdırmamıslardır.Peygamberımızden bu yana sureklı on cephelerde savasmıslardır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: nfsworld

    quote:

    Orijinalden alıntı: achilles97

    quote:

    Orijinalden alıntı: nfsworld

    quote:

    Orijinalden alıntı: achilles97

    bazı arkadaşlar heralde fatih sultan mehmeti tek başına istanbulu fethetti sanıyolar galiba?

    orda kaç bin asker vardı.görende fatih sultan mehmet eline kılıcı aldı onlarca kişiyle savaştı sanacak.adam arkada bekledi sadece stratejisini düzenledi ordunun.o kılıçta temsili bi simgedir.gerçek değil.her okuduğunuza inanmayın böyle

    Burda kimse fatih istanbulu tek başına fetetti demiyor fakat bazı kişiler profiline bazı ülkelerin bayraklarını koyup buraya geliyor ve geçmişimizle alay etmeye cüret ediyor.

    olabilir ben onları savunmuyorum.

    benim görüşüm: benim için istanbulun fethinde savaşıp ölen askerlerimiz fatihden daha değerlidir.adamlar canlarını ortaya koymuşlar.bugüne kadar hiç fethedilemeyen bi yeri işgale gidiyorlar.fatih'se sadece arkada durup emir veriyor.unutmayın,istanbul'un fethini askerler gerçekleştirdi fatih değil.

    Hocam konuyu yanlış anlıyorsun sanırım.Kimse askerleri ,orda sehit olan yüzlerce ulema ve evliyayı kenara itmiyor.Yada fatih istanbulu ben tek başıma fethettim demiyor fakat peygamberimizin bile istanbulu fethecek kumandanla alakalı övdüleri var.
    Peki şunuda söyliyebilirmisin o zaman.Mesela ben çanakkale savaşlarında Atatürk ün ' Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum' sözü ile kahraman adledilip ölüme giden askerlerden hiç bahsedilmemesini naıl açıklarsın.Şimdi bunu kıyaslayınca atatürk e karşı söz söylendiğini sanıp atlıyanlar ama aslında Ataturk u seven değil sadece onun adını kullanıp her tartısmada ona karsı söz soylendıgını soyleyıp bır nevı Ataturk u kulananlar olıcaktır.
    Bakıs acın bence yanlış.Bir savası kazanan yada kaybeden kısı olarak dogal olarak liderler gosterılır.Arkadakı kişileri unutanların kendi ayıplarıdır.Bilen bilir zaten kimin neler yaptıgını.
    Ama emın ol Osmanlı komutanları kesinlikle arkada bekleyıp emır yagdırmamıslardır.Peygamberımızden bu yana sureklı on cephelerde savasmıslardır.

    atatürk konusunda sende haklısın.o konuda bende senle aynı görüşdeyim.atatürk'ü gerçekten sevmek yerine ona tapan insanlardan nefret ediyorum.ama bi tarafta atatürk'E tapan bir zihniyet var. bi taraftada fatih sultan mehmet'e,kanuni sultan'a tapan bir zihniyet...ikiside aynıdır benim gözümde.

    bu lafı genelleme yaparak söylüyorum sana değil.
    ne zaman ölen bir insanı ilahlaştırıp gözünüzde büyütmek yerine ona saygı duymayı öğrenecek bu türk halkı merak ediyorum...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Cannibalz

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kaioken

    4.muradın gürzünü bulabilecek varmı

    250kg falandı sanırım . Unutmuş olabilirim ama deli adamdı vesselam.

    60ti galiba

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 45678
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.