Şimdi Ara

Filozoflara ve Çeşitli Felsefi Görüşlere Göre Erdem Nedir?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
1
Favori
141
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • soru başlıktadır.




  • Erdem felsefe tarihi boyunca birçok filozof -özellikle antikçağ filozofları- tarafından temellendirilmeye çalışılmış ve ona ulaşmak için ne yapılması gerektiğine dair üzerine kafa yorulmuş bir kavram. Antik Yunan'da Aristoteles ve Platon öyle sanıyorum ki erdem kavramı konusuna en çok eğilmiş iki filozof. Platon'a göre erdem, onun "iyi ideası" dediği kavramla ilişkili. Başka bir deyişle Platon'a göre "iyi", erdemli olmaktan geçmekte. Durum böyleyken, erdemli nasıl olunur? sorusu doğar. Platon'a göre erdemli olmak, onun phronesis dediği kavramla bağlantılı. Phronesis, sahip olunan bilgiyi veya düsturu uygulama basireti demek. Peki bu uygulanması gereken erdemler neler? Platon'a göre dört çeşit erdem var: bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalet. Platon'un erdemi dörde ayırmasının sebebi onun ideal devletinde zorunlu olarak varolması gerektiğini düşündüğü toplumsal sınıflarla bağlantılı. Platon, bu dört erdemden her birinin uygun düştüğü bir toplumsal sınıf tasavvur ediyor. (Örneğin, askerler sınıfının cesaret erdemine sahip olması, yasa koyucuların bilgelik erdemine sahip olması vs.) Ama ben Platon'un erdem anlayışına pek katılmasam da tek dikkate değer bulduğum erdem türü adalet. Platon'un adalet erdemine yönelik tanımı oldukça özgün. Ona göre adalet, bir işi kimin daha iyi yapabileceğinin bilgisine sahip olmak ve kimsenin kendi en iyi bildiği işin dışına çıkmaması demek. Bu bence adalete dair en ilginç görüşlerden biri. Buradan, Platon'un "herkes kendi işini yapmalı" minvalindeki adalet anlayışına eleştiri niteliğinde muazzam bir karşı argüman sunan Jacques Ranciere'in görüşünden bahsetmek istiyorum; Ranciere, bu erdem anlayışına karşı, mevcut durumda yapmış olduğu işin veya faaliyetin ötesinde başka şeylere yönelik ilginin ve merağın esas erdem olduğunu savunuyor: Ranciere'e göre örneğin bir kunduracı, kunduracılık mesleğini ne kadar iyi icra ediyor olursan olsun, yarın veya öbür gün ressam da olabileceğini düşündüğünde erdemli olmaya yönelik bir adım atmış olur. Bence bu daha yerinde ve Platon'un erdem anlayışına tercih edilesi bir karşı hamle. Platon, her toplumsal sınıfın kendi işini yapması gerektiğini düşünüyor ve erdemleri bu sınıflara göre bölüyor. Ama Ranciere'in bu anlayışa karşı geliştirdiği görüş daha tutarlı bana kalırsa. Günümüz toplumunda bu erdem anlayışını (herkes kendi işini yapmalı!), mevcut burjuva ideolojisinin bir uzantısı olarak görüyor: "Burjuva toplumunda iyi kunduracı iyi kunduralar üreten kunduracıdan çok, kendini kunduracıdan başka bir şey olarak sunmayan, kendine kunduracılık dışındaki etkinlikleri yasaklayan kunduracıdır." Dolayısıyla günümüzde erdemli olmak bana kalırsa, adeta doğuştan alnımıza yazılmışçasına yapmak için görev bellediğimiz pratiklerin ötesinde başka şeyler de yapabilme potansiyelimiz olabileceğinin farkına varmak.

    Aristoteles'teki erdem daha çok praksis ile ilişkili. Hatta erdemi çok güzel şekilde özetleyen bir düsturu var: "yapa yapa huy edinme." Ona göre akıl sahibi varlık, Platon'un düşündüğünün aksine idealar dünyasından kaynaklanan soyut erdem kavramlarını benimseyerek değil, pratikte karşılığı olan eylemler ile şekillenen bir olgu. Dolayısıyla erdem ona göre verili ve mutlak bir kavramdan teşekkül eden bir olgu olmaktan ziyade, kişinin yaşamı boyunca eyleyerek ve belirli koşullarla ilişkiye girerek inşa ettiği dinamik bir süreç olarak nitelendirilmekte. Başka bir deyişle Aristoteles'teki erdem anlayışı, daha dinamik ve gelişmekte olan bir durum arz ediyor. Bana bu daha mantıklı gelmekte. Erdem, süreç içerisinde kişinin inşa ederek benimsediği bir şey. Yani "yapa yapa huy edinme. "



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Schwartzenius -- 7 Aralık 2024; 4:16:16 >
    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >




  • Felsefenin etik veya ahlak denilen dalı tarafından incelenen kavramı ama erdem felsefe haricinde toplumsal veya dinsel de irdelenebilir. Pek çok konsept gibi erdemin de esasında evrensel bir tanımı bulunmaz ve kavramın içeriği veya tanımı tartışmalıdır. Ama bazı tanımlar veya içerikler kulağa daha erdemli gelir; yardımseverlik veya merhamet gibi ya da erdemli birisinin hakkaniyetli olacağının düşünülmesi gibi. Ama bu da hakkaniyet üzerine bir tartışmaya açılır ve spekülasyon dallanıp budaklanır. Felsefe esasında bu spekülasyonu teşvik ettiği için kıymetlidir; açık bir erdem tanımı yaptığı için değil. Buna mukabil erdemin ne olduğuna dair toplumsal anlayış özellikle din kanalıyla olanı çok daha dogmatik bir niteliktedir. Felsefedeki genelgeçer düşünme faaliyeti veya konsept irdelemelerinin yerine toplumlarda ve dinde erdeme dair daha kesin normlar ve kalıplar vurgulanır. Mesela bir toplum töresi veya yasaları çerçevesinde suç addettiği bir fiili icra eden birisinin ilgili hareketini tatmin edici bulduğu bir gerekçesi veya özel durum yoksa erdemli - ahlaka veya etiğe uygun - saymaz. Ama felsefe etiği sübjektif haliyle objektif ahlakı yok addeden yorumlara kadar gidebilir veya birbirleriyle yarışan, birbirini yadsıyan, farklı önermeler ve varsayımlarla farklı ahlaksal gerçeklikler betimleyen birçok ahlak kuramı ortaya koyabilir.

    Bu durumda karşımıza muazzam bir sosyal tarih, spesifikte de etik felsefesi tarihi çıkar. Bunların ortaya koyduğu, bu tarihin ürünü muazzam bir literatür çıkar. Bu noktada kime veya hangi etik kuramına atıfta bulunulacağı ilgili kimsenin tercihidir. Aristoteles'in Eudaimonia'sına vurgu yapabilir. Mill gibi İngiliz faydacıların ütilitaryanizmine vurgu yapabilir. Kant'ın ödev ahlakına vurgu yapabilir. Nietzsche'nin objektif erdemi yadsıyan aristokratik yaratıcı erdemine vurgu yapabilir. Hatta bireysel düzlemden daha sosyal veya toplumsal düzlemlere kaymak için liberalizm, Marksizm, sosyal Darwinizm gibi daha genel sosyal kuramlara kadar gidilebilir. Ama bu durumda etik - tekil insan varlığına, onun davranışlarına veya hakikatine baktığı için - genelde odağını kaybetmeye başlar. En azından akademi ve daha akademik felsefi literatür bilhassa analitik ekollerde bunları birbirine fazla karıştırmamaya özen gösterir. Mesela kapitalist sistemin kalbinde yatan Homo Economicus etik bir gözden ziyade daha çok iktisadi veya sosyal bir gözden incelenir ama esasında etik kanadından bakılmadan anlaşılması imkansızdır. Sosyal sistemler, insan "doğası" veya eğilimleri de etikle, farz edilen erdemin incelemeleriyle sıkı sıkıya ilişkilidir.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.