|
Bildirim
|
Taner gode vardi zamaninda
Bir de haluk 23 |
Arkadaşlar benim bir de anlamadığım şöyle bişey var. Cevap yazıyorsun ancak başka bir üye hoşuna gitmediyse hakaret etmeye başlıyor. Açıkçası bazen bildiğim bişeyi bile söylemek istemiyorum.
|
Teşekkür ederim. Döviz konusunda pisliğine yazıyorum aslında.
Liberal ekonomilerin gittiği yeri görüyorum ve bir dar boğazın yaklaştığını, öncelikle ABD'de ortalığın karışacağını sezinliyorum. Liberal ekonominin harcama girdabının uzunca bir süre refahı arttırdığını, sonra ise hızla hayat pahalılığının oluşması ile orta sınıfın eridiğini görüyorum. Sebebi basit: Üretim toplumları için harcadıkça üretim artıyor. Üretim arttıkça şirketler güçleniyor. Onlar güçlendikçe yeni yatırımlar yeni iş imkanları doğuruyor. Refah artıyor. Ancak, bir yandan, yeni iş imkanları kısır bir coğrafyada türediği için başta kira olmak üzere şehir yaşamı pahalılaşıyor. Artan gelirinin önemli bir kısmını artan maliyetler yutuyor. Çok geçmeden özellikle mülk konusunda alım gücün düşüyor. Tüm bu döngüde uzun vadede güçlenenler sadece şirketler oluyor. Yani sermaye halktan şirketlere akıyor. Orta gelirlilerin bir kısmı yolunu bulup yüksek gelirliye çıkıyor. Bir kısmı ise işini ve/veya gelirini kaybedip dar gelirli oluyor. Sonuçta orta sınıf eriyor. Bu da uzun vadede yüksek gelirli / dar gelirli çatışmasının zeminini hazırlıyor. İlk örneğini ABD'de bekliyorum. Bir iki sinyal verdi. Irk sorunu ile karışık olsa da, siyahi ayaklanmaları ve Wall Street işgali bu çatışmanın öncü sinyalleri idi. Bu girdaba düşmemek için tüketici kendini frenlemeli. Tüketimini kontrol altında tutmalı. Akıma kapılmamalı. Reklamlara, indirimlere kanmamalı. Almayacağı şeyi almamalı. Zaten alacağı şey indirimde ise almalı. Yetiyorsa, çalışıyorsa yenilememeli. Böylece özgür kalır. Siz harcamadan ekonomi zayıf oluyorsa, bırakınız zayıf olsun. Siz mutlu olun, halk mutlu olsun, ekonominin bir tarafına koyayım. Güçlü ekonominin halka büyük bir katkısı zaten yok. Harcasanız, döngüyü tamamlayınca alım gücünüz gene düşecek, alımı azalttığınızda güçlü ekonomizin şirketleri zora düşecek, hükümetiniz onlar batarsa ekonominin çökeceğini bildiği için, onları kurtarmak için sizden topladığı vergiyi onlara dağıtacak falan... Sonuç: Vergisini siz ödeyeceksiniz. Gerek yok. Kasmayın. Mabad o koltuğa sığıyorsa, tahtıravan peşine düşme. Çok net. Çoluğunun çocuğunun geleceği var bu işte. Ek olarak, tükettiğimiz ürünler uzaya mı gidiyor? Çöp oluyor, dünyada birikiyor. Ürettiğimiz ürünlerin yarattığı pislik de aynı şekilde... İçinde yaşadığımız ve yaşamaya devam edebilmek için şimdilik muhtaç olduğumuz doğaya da ihanet ediyoruz. Aslında torunumuza da ihanet ediyoruz. ------------- Bu fikirler babında döviz hakkında ileri geri konuşuyorum aslında. Pislik olsun diye. Yoksa bana değişen olmadı. Şirketi zor yüzdürüyordum. Hala zor yüzdürüyorum. Ek olarak, Hamburg-Bremen'e gittim yeni, pzt. döndüm. Daha önce ekonomik, halk işi cafelerde oturur yemek yerdik falan. Şimdi sokakta yedik paso. Cebinde para olsa bile, Euro 3.5TL iken kişi başı 20 Euro'luk yemek gömmek zorlasan mümkün gözükürken, Euro 4.5 olunca artık iyice koyar oldu. O yüzden tanesi 3.5 euroya balık turşulu sandviç, 2 euro'ya birer içecek, kişi başı 5.5, 6 Euro'ya yemek yeme şeklinde takıldık... Dönerken litresi 10 Euro'ya iki litre sakızsız uzo (rakı) aldım ama... Yeni rakı coşmuş. Litresi 18 Euro. Red Label Viski 17 Euro iken bayağı ayıp olmuş. O yüzden Yunan kardeşlerimin raflarına gittim. 10 Euro'ya sakızsız Uzo aldım. Hahahaha! |
Yeri gelmişken tartışmaların veya bilgi paylaşımının yoruma bağlı olduğunu ankatan güzel bir yazı paylaşmak isterim.
1958 yılında ABD'de bir öğretmen dergisinde Alexander Calandra imzalı bir yazı yayınlanır: Bir fizik hocası ile öğrencisi sınav sorusuna verilen cevap hakkında anlaşmazlığa düşerler ve tecrübeli öğretmen Calandra’nın hakemliğine başvururlar. Soru şöyledir: “Bir binanın yüksekliğini bir barometrenin yardımı ile nasıl bulursunuz?” Öğrenci de bu soruya cevaben: “Barometreye bir ip bağlar, binanın çatısından aşağı sarkıtır ve barometrenin yere değdiği noktada ipi ölçerim” yazar. Tabii ki öğretmenin beklediği yanıt bu olmasa da binanın yüksekliğinin bu yöntemle ölçülebilirliği de ortadadır. Calandra tartışmayı uzatmamak için öğrenciden hemen o anda bu soruyu başka bir yanıt ile cevaplamasını ister. Öğrenci bu kez: “Ama bir tek yanıt yok ki, pek çok yöntem var” diye cevap verir. Calandra “Peki” der. “Düşünebildiğin kadar yanıt ver o zaman. Ama mümkünse cevapların en az birinden fizik çalışmış olduğunu anlayalım. Öğrencinin ilk cevabı şöyle olur: “Barometreyi çatıdan aşağı bırakırsınız ve bir kronometre ile kaç salisede yere çarptığını hesaplayıp x=0.5*a*t^^2 formülü ile yüksekliği bulursunuz.” Beklenen cevap bu olmasa da cevap fizik bilgisi içermektedir. Öğrenci cevaplarını sıralamayı sürdürür: “Güneşli bir günde barometreyi dik tutup gölgesini ölçersiniz ve sonra da binanın gölgesini ölçüp orantıyı barometrenin yüksekliği ile çarparsınız” Bu cevap da doğrudur Öğrencinin üçüncü cevabı da şu olur: “Merdivenleri çıkarken duvar boyunca barometrenin yüksekliğini defalarca işaretleyerek çıkar ve işaret sayısı ile barometrenin yüksekliğini çarparsınız” Bu da doğrudur elbette ama dördüncü cevap öğretmenlerin küçük dillerini yutmalarına neden olur; çünkü yanıttan öğrencinin fiziği çok iyi bildiği anlaşılmaktadır: “Küçük bir ipe bağladığınız barometreyi önce yerde sonra da çatıda sallar ipin uzunluğu ve sallanma periyodları arasındaki farklarla Newton’un g katsayısını hesaplar iki g katsayısı arasındaki farktan binanın yüksekliğini hesaplayabileceğiniz oranı bulursunuz” Söylenecek bir şey kalmamıştır, öğrencinin sınıfı geçtiği açıktır. Öğrenci yarattığı etki ile gülümser ve der ki: “Ama bence yapılacak en doğru şey kapıcıya gidip barometreyi hediye edip karşılığında binanın yüksekliğini söylemesini istemekten ibarettir.” Hep beraber gülmeye başladılar. Calandra hayranlıkla sorar öğrenciye: “Peki, öğretmeninin senden beklediği cevabı da biliyor musun?” Öğrenci alaylı bakışlarla cevap verir: “Evet, çatıda ve yerde hava basıncını ölçerek aradaki farktan hesaplamamız gerekiyor yazmamı bekliyordu” Calandra merakla şu soruyu sorar: “Peki madem istenilen cevabı biliyordun, neden yazmadın? “ Öğrenci omuzlarını silkerek şöyle der: “Çünkü dar kafalılıktan bıktım!” *** Yaşamı tek bilinmeyenli bir denklem gibi ele almak, altı boş, kulağa hoş sloganlarla konuşup, zamana göre kendini geliştirmeyen, saplantı slogan hükümlere göre yaşamak ve mevzi alıp dayatmaya çalışmak kolaycılığı hiç kimseyi ve de toplumları bir yere götürmez. *Yaşamda soruların pek çoğunun, sadece tek bir cevabı yoktur.* |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sarkihalindekal -- 12 Aralık 2017; 18:4:58 > |
|
|
|
|
|
|
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi msansertekin -- 12 Aralık 2017; 19:39:9 > |
|