Her büyük kuruluşun başlangıcı çok defa kesin belgeye dayanmayan efsanelerle anlatılır. Galata Sarayı'nın başlangıcı hakkında da Gül Baba Efsanesi vardır.. Ama Gül Baba gerçektir.
Galatasaray Lisesi�nin koltuk kapısı yanından Yeni Çarşı Caddesi�nden yokuş aşağıi Tophane�ye doğru inerken, eskiden merdivenli, şimdi dik yokuşun ortasında sağ tarafta, birkaç ağacın bulunduğu açıklıkta Gül Baba�nın mezarı vardır.
Kitabesinde; "Tarikat-ı aliyye meyayık-ı kiramından GÜL BABA hazretlerinin Türbe-i Şerifi ' �ittisalinde Acı Çeşmeli Akdemce 1285 senesi tarihinde türbedarı bulunan merhum Pirinççi Tahir Efendi namına bina ve inşaasına olup, muahharen dahi zaman himmetiyle çeşme-i harap, mail-i turap olduğundan, türbedarı mümailleyhin mahdumu Pirinççi İbrahim Efendi berdi himmet ederek müceddeten bina ve ihya edildiği hayratıdır. Sene 1287 - Miladi 1870" yazmaktadır.
Bu kitabe, 1968 yılında mektebin lise olarak kuruluşunun yüzüncü yıl kutlamaları sırasında, Galatasaraylılar Derneği tarafından tesis ve teşvik edilen Yüzüncü Yılı Kutlama Derneği tarafından lahtin bakım ve tamiri sırasında tespit edilmiştir.
Galata Sarayı'nın başlangıcı hakkında Gül Baba Efsanesi vardır.
Tarihlerin 2. Beyazit zamanında belirttiği, yukarıda türbesinin olduğu yeri belirtilenden başka, bir de Macaristan�da, Budapeşte�de Gül Baba Türbesi vardır. Kanuni Sultan Süleyman�ın, muhteşem bir merasimle cenaze töreninde hazır bulunduğu Gül Baba�nın Kanuni�nin büyükbabası 2. Bayezit zamanındaki Galata Saray'ının kurulmasına amil olan Gül Baba ile aynı kişi olup olmadığı belli değildir. Yalnız Budapeşte'de muhteşem cenaze merasimi yapılan Gül Baba'nın fevkalade yaşlı ve Kanuni Sultan Süleyman'a ata yadigarı bir ulu kişi olduğu kesindir.
GALATA SARAYI�NIN TESİS VE İCADI
Asrı Bayezit Han-ı saniye kadar, Galata, Perşembe Pazarı�nın VOYVODA KONAĞI�ndan yukarısı sayd-ü şikare çesban, cebeli cengelistan olmasıyla Bayezid Han-ı sani hazretleri avene-i civanide (avda) mevsim-i şitada bu şahsarı vehalzarda bir gün tesayyuda tasaddi buyurduklarında, esna-i tek-u püde tesir-i şideti bad-ü bertten bihuzur olarak, teshini vücud edecek bir mahal cüstücusunda iken, Tophane'den Beyoğlu'na doğru çıkan ve Galata Sarayı'nda canibinde Boğazkesen sahrasında bulunan bir kulübe derununda taze gül fidanları içinde bir aziz-i mütabbidin aram-ı meşduu hümayunları cihetiyle, ülfet-ü azizden mahzuniyet hasıl olarak, azizi müşarün-ü leyhe (Gül Baba) bir dilhahınız var mıdır? buyurduklarında cevaben:
"Padişahım şu zirveciğe bir mekteb-i irfan tesis-ü tertip buyur da orada okuyup yazanları, hizmet-i hümayununda istihdam eyle vakten minelevkat devletine lazım olur " cevabıyla, eliyle gösterdiği otuz bin zira�dan ziyade olan arsanın etrafına duvar çekilerek bir cami-i şerif ile ikişer yüz adamı istiab eder üç koğuş ve her koğuşa birer hamam ve zabit dairesi ve mutfak inşa ve... Galata Saray ağası nasp ve tayin... Ve bidayet dersleri hocalığına müşarün-ü leyh Gül Baba'yı tayin eder... Ve Galata Saray'ı Enderun-u Hümayun'a ikinci ve Saray-ı Hümayundaki küçük oda birinci Mekteb-i İdadi ittihaz ve bakiye-i kanunlarının İKMALİNE ASR-I SÜLEYMAN-I HANİ de ikmaline ağaz olunmuştur.
(Tarih-i Ata�dan anlaşıldığına göre Kanuni Sultan Süleyman, Gül Baba�nın Budapeşte�de vefatında, kendisine tarihlere geçecek bir cenaze töreni yaptırarak GALATA SARAYI� nın varoluş ve yönetim kurallarını koymuştur.)
Galata Saray�ı bir enderun okuludur. İdadi, yani orta öğretim yaptıktan bir de Edirne Sarayı vardır. Buralarda yetişen öğrencilerden başarılı olanlar Topkapı Sarayı�ndaki Enderun�a alınır, oradaki tahsillerini tamamlayınca askeri ve mülki görevlere tayin olunur veya Merkezi hükümette, Saray�da görev alırlardı.
2. Mahmut zamanında vaka-i hayriye denilen yeniçeriliğin kaldırılmasına kadar devletin yönetim elemanları bu okullardan yetişirlerdi. Galata Sarayı�nda eğitim, anlamı 18. yüzyılda Fransız ihti-lalinde tanımlanan, LAİK idi. Evliya Çelebi meşhur "Seyahatname'sinde İstanbul'un madenlerini anlatırken, GÜL BABA'dan bahsetmiştir. "Madeni isna aşer, Tophane kasabası ensesinde Galata Sarayı namıyla mevsuf ve maruf saray-i padişahının altında eski İslambol namıyla muttasıl madenden hasıl olur ki cemi dünyada eski İslambol demiri deyu meşhur olmuştur. Amma mekanından bir ferdin dahi haberi yoktur. Ta! Vizendon nam kralın zamanında hazreti Hızır Ayasofya'nın mimarı iken anın ilkasıyla bulunup Ayasofya'nın cemi hadid (demir) mühimmatı ve levazımatı ve tavuk pazarındaki dikili taşın bentleri, bilcümle mazkurun haddi İslambol'dur. Ta ki Bayezid-i veli zamanında raygan olup hüddamları haddi halis ihraç ederlerdi. (halis demir çıkarılırdı.) Sultan Bayezid-i veli derviş nihad padişah-i ebuteslim olmakla bu maadine her bar gelip abu havasından hazzedip bir kaç kere habir muallimler ile ol cayu mahudda yatıp bir kaç defa o mahalli latifte Hazreti risaleti menamında görüp hazreti risaletin talimiyle anda bir dar-ı şifa ve tahsil-i ulum için bir medrese inşa edip her kim anda bir kerre bismillah dediyse müfessirin ve muhaddisinden ulu kimseler olurdu, ahir-ı kar sarayı has olup hüddam ve gımana has kılınıp...."
Evliya Çelebi'nin pek belirgin olan mübalağa sanatını ve olayları bazen çarpıtıp kendi görüşüne göre anlatmasını hoş görürsek, burada önemli olan, İstanbul'daki madenlerden bahsederken konuyu Galata Sarayı'na getirmesidir. Semte adını veren GALATA ismi yakın zamanlara kadar açıklanamamıştır. İngiltere, Southampton Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nde Dr. Anne Ross'ın çalışmaları konuya açıklık getirmiş CELT-KELT'ler ve, veya yayıldıkları Avrupa'da aldıkları isimlerle GAUL'ler, GALCYA'lılar, GALAT/aianlar hakkında kesin bilgiler sahibi olmamıza olanak sağlamıştır.
Galatasaray Lisesi ön bahçesi... Atatürk'ün okulumuza imzalayarak verdiği resmindeki GALATA SARAY'a yazısında SARAY kelimesi Osmanlılarda süslü, içinde padişahın haremiyle yaşadığı yer anlamında değil, hükümet işlerinin görüldüğü, idare yeri anlamındadır.
Nitekim Fatih'in yaptırdığı Topkapı Sarayı; Kanuni Sultan Süleyman, Haremi buraya taşıyıncaya kadar yalnız devlet işlerinin görüldüğü idare merkezi ve yüksek derece Enderun okuluydu. Edirne Sarayı ve Galata Sarayı orta derecede (idadi) Enderun okullarıydı. Böylece Atatürk'ün okulumuza imzalayarak verdiği resimde yazdığı gibi; GALATA SARAYI adının ne olduğu açıklanmış bulunuyor.
GÜL BABA Sultan bu ya ,pek fazla sıkılmış bir gün, Durmuş bakınıyorken sarayından göğe üzgün, Sadrazamı hürmetle eğilmiş önünde, -Sultanımızın neşesi pek yoksa bugün de , -Sis örtüleri altında o haşmetle uyurken, Seyreylesek İstanbul'u yüksek tepelerden, Eğlenceli olmazmı çıkıp kırda gezinsek! Vaktiyle , o Türk aslanı Sultanımızın,pek Çok sevdiğibir kır atı varmış,ona binmiş, Geç vakte kadar kırda veziriyle gezinmiş. Lakin,yarı sarhoşluğa düşmüş birden, Sultan çok uzaktan dolu dizgin geçerken, Dizginleri çekmiş ve durup şöylece bir dem , Sadrazama sormuş: -Nerden geçti ki meltem , Mest olmuş eserken,ediyor insanı sarhoş, Bir kokla geçen rayihalar bakne kadar hoş ! Sadrazam gülmüş ve : Yakınlarda demiş,bir Gül bahçesi vardır,hele gayet güzeldir. Şayet yüze Sultanımız arzu buyurursa... -Elbet gidelim,hem bakalım , sahibi varsa , -Sohbet ederiz onla biraz! Sonra da bir an : Atlar yine birdenbire mahmuzlandıktan! Yaydan kopan oklar gibi rüzgarları yarmış, Çok geçmeden atlar,o güzel bahçeye varmış. Bir bahçe ki : örtmüş yer her yerde çiçekler... Bir bahçe ki :boynunda büküklük minecikler... Bir bahçe ki : güller bile sarmaş dolaş olmuş... Sultan bu güzellikleri görmüş ve şaşırmış, -Gül bahçesi ,lakin ne zamandan? diye sormuş. Bir noktaya dalgın,bakıyormuş,gibi sanki, Sadrazam hülya dolu gözlerle demiş ki : -Vaktiyle bu çıplak tepenin sahibi yokmuş, Rüzgarlar esermiş gece çılgın gibi yaz kış, Kuşlar üşüşüp dallara bir mesken ararken, Sağnak gibi şimşekler inermiş kara gökten, Bir yemyeşil atlasla döşenmiş yine her yer, Birgün yine cennet gibi süslenmiş o yerler. Narin o fidanlardaki dallarla örtülmüş. Bahçeyle artık bu toprakların yüzü gülmüş. Lakin,bu güzel bahçede bir "Gül Baba" varmış, Derler ki o mecnun gibi yalnızca yaşarmış. -Gelsin bakalım söylediğin "Gül Baba " kimmiş? Hayhay! diyerek Vezir atından yer einmiş. Güller arasından ,daracık yolda yürürken, -Munis ve şefkatli bakışlarla ilerden, Örtülmüşe benzer gibi sakin başı karla, Bakmış geliyor "Gül Baba" bir nurlu vakarla! Yetmiş yaşı alnında asaletle yanarken, İnsan onu hep indi sanırmış yere gökten. Sadrazam koşmuş ve demiş: -Gül Baba! Sultan, Kalkıp bir seni, görmek için geldi uzaktan. -Hayhay! diyerek vezri atından yere inmiş. Bak! kendisi üstünde atın,gel ! seni bekler. Sultan da ,o haşmet ile gelirken gülerek der: -Güller ne güzel,onları hep sen mi büyüttün ? -Elbet diyerek"Gül Baba" dallardaki süzgün, Munis sarı güllere tutup kırmızılardan, Kesmiş iki gül,sonra demiş: -Ey Yüce Sultan! -İstersen anılmak yine rahmetle eğer hep, Yaptır bu büyük bahçeme bir koskoca mektep. Millet ve vatan uğruna binlerce evlat, Her an seni elbet çalışırken edecek yad ! Güllerdeki renkler de onun arması olsun ! İsmim de benim,böylece rahmetle anılsın ! Ey "Gül Baba" herşeyde sesinden var akisler, Herşey bize hala bu güzel kıssayı söyler... Yıllarca senin bahsini etsek,yine pek az, Zira,bu güzel kıssa şu mısralara sığmaz ! Bizler yine rahmetle anarken seni artık, Mermerden olan kabrini güllerle donattık.
ARKADAŞLAR LÜTFEN KONU BİTMEDEN CEVAP YAZMAYIN ÇOK UZUN SÜRÜCEK
http://img91.imageshack.us/my.php?image=01lise3xi.jpg GALATA SARAYI ENDERUN OKULU 1481-1826
Fatih, Avrupa'daki Rönesans hareketinin farkındaydı, Enderun Okulları (Saray Mektepleri) Rönesans'a ayak uymak amacıyla kurulmuştu. 2. Bayezit, güzel bir raslantı ile Galata'da, Tophane'nin sırtlarındaki demir madenleri civarında Gül Baba'ya rastlayıp konuşması sonucu Galata tepesinde Galata Sarayı Enderun Okulu'nu yaptırdı ve Gül Baba da ilk hocalardan biri oldu. Gül Baba'nın bektaşi dedesi olması, Bektaşi kültür ve felsefesinin Galatasaray'da daima etkin olmasına yolaçmıştır. Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar yaşamış, Budapeşte'nin fethinden sonra orada vefat etmiş, cenazesi muhteşem olmuş, Sultan Süleyman tabutunu taşımış iç organları Budapeşte'deki zaviyesine yaptırılan bir türbeye, tahnit edilen vücudu da istanbul'a getirilerek Galatasaray'ın altındaki zaviyesi yanındaki mezarına tevdi edilmiştir. Mektep binası bugünkü şekliyle (ön avludaki yan kollar hariç), Sultan Süleyman tarafından, kanunnameleri yenilenerek, Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. 1907 yangınından sonra Galatasaray mezunu Mimar Vedat ve o zamanki Ermeni başmimar tarafından bugünkü haline getirilmiştir.
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra Galata Sarayı 2. Mahmut tarafından Tıbbiye Mektebi olarak açılmıştır. Öğretim Fransızca, Fransız hocalar tarafından yapılır olmuş. O zamanki dış kapı farklıdır ve bugünkü dış kapı Sultan Abdülaziz zamanında Galatasaray Sultanisi 1868'de açılırken yaptırılmıştır.
GALATA SARAYI SULTANİSİ 1867 - 1923
Galata Sarayı, Sultan Abdülmecit zamanında, Tıbbiye Gülhane'ye taşındıktan sonra boş kalmış, bir ara askeri idadi olarak kullanılmıştı. 1867'de Abdülaziz'in Avrupa'yı ziyaretinde 3. Napolyon ile yapılan görüşmeler sonucu Sadrazam Âli Paşa, Fuat Paşa ve Saffet Paşa'nın gayretleriyle bina tamir ettirilmiştir. Bugünkü ana giriş kapısı da o zaman yaptırılır. Fransa'dan hocalar, ders araçları getirilmiş, mektep binası alnına Fransa'dan getirilen büyük saat konulmuş, böylece Türkiye'de ilk alafranga saat uygulaması Galatasaray'da başlamıştır. 1 Eylül 1868 günü Mr. De Salve müdürlüğünde Fransızca öğretim yapmak üzere Galata Sarayı Sultanisi açılır. Çok kıymetli Türk hocalar da Türkçe dersleri vermek için mektebe gelirler. Bu tarihten sonra Galatasaray, Türkiye'de bir ilkler kurumu haline gelmeye başlar. 1871'de Fransa'daki 3. Napolyon'un Alman yenilgisi ve Paris Komünü olayları mektep tarafından yakından takip edilir. Önce Fransa'daki bu karışıklıklar, sonra Balkan, 1. Dünya ve İstiklal savaşları mektebi oldukça etkiler. Pek çok Galatasaraylı şehit ve gazi olurlar. Atatürk'ün Galatasaray'a ilgisi 1914-15 yıllarında başlar. 1923'de Cumhuriyetin ilanında Galatasaraylı izciler, başlarında oymak beyi Adnan Akıska ile Ankara'ya giderler, Atatürk de 1930 ve 1933 yıllarında iki defa Galatasaray'ı ziyaret ve teftiş ederek kutlar ve imzalı resmini hediye eder.
Gül Baba'yla Bektaşi kültürünü, Tevfik Fikret'le çağdaşlık ve batılılığı, Fransız kültürüyle özgürlüğü benimseyen Galatasaray, Atatürkçülüğün de sarsılmaz kalelerinden biri olmuştur.
RUŞEN EŞREF ANLATIYOR
GALATASARAY'DA İLK FUTBOL VE MISIRLI MEHMET ALİ
Mektebin üçüncü sınıfına gelmiştik. Oyun bahçemiz sınıfların arka tarafına gelen büyük bahçe idi. Burada mektebin mutfağına açılır bir küçük kapı olduğu gibi, müdürün bahçesinde bir yol vardı. Üç arkadaş ben, Ali Rauf ve Küçük Ali -sonradan Kabak Ali diye meşhur olan Galatasaray kulübünün meşhur oyuncularındandı- bir tenis topu almış, aramızda oynardık. Bazı arkadaşlar gelirler, bizim kedi yavruları gibi, atlaya, zıplaya sağa sola koşa dolaşa, hatta bazan da düşe kalka oynaşımızı seyrederlerdi... Bir gün, hemen daima, iki eli pantalonunun iki cebinde gezen, yaz kış palto giymeyen Mısırlı Mehmet Ali de yanımıza geldi. Mehmet Ali kısa boylu, geniş göğüslü, çelik pazılı bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Bir gözü kör olduğu için siyah gözlük kullanırdı. Arkadaşları arasında da 'Kör Ali, Kör Mehmet Ali' diye anılırdı. Ama bun kimse yüzüne karşı söyleyemezdi. Diyebilirim ki, mektebin en kuvvetli genciydi. Tabii hallerinde çok sakin, hatta hareketsizdi. Mütalaa salonunda ve sınıflarda yeri en son sıra idi. Orada başını önüne eğer, okur mu, düşünür mü, uyur mu? Kimse bilmezdi. Kimseyle konuşmazdı. Şakayı sevmezdi. Gece, yattığı demir karyolanın bütün demirlerini kırar, koparırdı. Bu onun için bir jimnastik, bir ekzersizdi. En çok sevdiği ders, kuvvetini gösterebildiği jimnastik dersleriydi. Deli lakabiyle müştehir jimnastik hocamız Faik Bey'in de pek sevgilisi idi. Mehmet Ali'nin, jimnastik salonunda, büyük bir muvaffakıyetle kullanamadığı alet yoktu. En ağır gülleyi o kaldırır, hem de zahmetsizce kaldırırdı. Barre fixe, barre parallèlle'de asma merdivende, asma sütunlarda yapmadığı marifetler yoktu. Çift koluyla, tek koluyla kuvvet gösterileri yapar, herkesi hayret, Faik Beyi de meserret içinde bırakırdı. Bu sakin, bu sessiz delikanlının bir mubassırı dövüp hapse girmediği gün de yok gibiydi. Kendisine cezası bildirildiği zaman fesi arkasına atılmış, gömleğinin ön düğmeleri çözülmüş, kendisi de yere çakılmış bir çelik heykel gibi dimdik, sessiz ve hareketsiz dururdu. Onun bu acı kuvvetini adamakıllı tatmış oldukları halde, yine kendilerini tutamıyan talebesi arasında gösteriş yapmak istiyen, külhanbeyi tabiatlı Rum maitre d'étude'ler surveilant'lar da vardı. Bunların da ekserisi palikarya Rumlardı. Mehmet Ali bizim top oyunumuzla ilgilenmeye başlamıştı. Bir ara o da iştirak etti. Biz üç arkadaş, imkanı yoktu onun ayağından topu alamıyorduk. O, çeki taş gibi ağır adam, fare ile oynayan bir kedi çevikliğiyle topu önümüzde fırıl fırıl döndürüyordu. Bir gün bize: 'Bir küçük futbol alınız da, size futbol oynamayı öğreteyim!' dedi. Biz o zamana kadar futbolu bilmiyorduk. O zaman, spor edevatı satan bir İngiliz mağazası vardı. Oradan bir topla bir pompa aldı. Futbol başlamıştı. Biz üç arkadaş ve Mehmet Ali top oyununa girişmiştik. O bize ayakların nasıl kullanılacağını, ayağın iç ve dış yanları ile topun nasıl idare edileceğini, havadan hızla gelen topun derhal yerde nasıl durdurulacağını, o hızla inen topun ufkî bir şekilde, derhal, kaleye nasıl atılacağını, karşınıza gelen muhasımın elinden topun nasıl kurtarılacağını, ya iki tarafındaki arkadaşlardan birine, yahut ileride hatta bazan da gerideki arkadaşa nasıl aktarılacağını, öndeki topu ayak vasıtasiyle kaldırıp başla nasıl vurulup ileri atılacağını, havadan hızla gelen topu arkadan topukla vurarak nasıl öne alınacağını, hasılı, futbolla ilgili binbir oyunu bize öğretiyordu... Bazan biz kalede duruyorduk, o şut atıyordu, tutmak ne mümkündü? Bazan o, kalede duruyordu, biz şut atıyorduk. Geçirmek ne mümkündü. Mehmet Ali topa elle hemen hiç dokunmazdı. Hatta kaleden atarken bile ayağının ucuyla usulca kaldırdığı topa öyle bir vuruş vururdu ki, top gülle gibi fırlar giderdi. Karşısında durmağa kimse cesaret edemezdi. Bize, topa vuruşun çeşitli şekillerini gösterip öğrettikten sonra tek kale teşkil etmemizi söyledi. Yeni katılan birkaç arkadaşla tek kale kurduk. Kendisi kaleye geçti. O çeviklikle kalece pek, pek az bulunurdu. Topu öyle idare ediyordu ki, biz hayrette kalıyorduk! Hem de tek gözüyle... Bazan da bizlerden birimiz kaleye geçiyorduk, o bize şut atmanın tekniklerini gösteriyorduk. Fakat onun attığın şutun karşısında kim durabilirdi? Top kaleciyle beraber ağlara takılır... Gün geçtikçe top hevesi artmağa, yeni yeni oyuncular katılmaya başladı. Fakat çığırından da çıkmıştı. Bir kör döğüşü halini almıştı. Oyundan çekilen ve bir zamanlar, oynayanları uzaktan seyreden Mehmet Ali oyundan tamamiyle çekilmişti. Ondan sonra da onun ne olduğunu hatırlayamıyorum.
Ya mektepten çıktı, yahud da çıkarıldı. Fakat, ondan yadigar kalan futbol şekillenmeye başladı. Doğrusunu söylemek icap ederse oyunlar onun gösterdiği nizam ve intizamdan usul ve kaideden uzaklaşmıştı. Önceleri bir curcuna haline gelen oyunlara iştirak eden ve bir zenci Abdülmuttalib vardı ki, gözlüklüydü. Son derece miyoptu. Topa vuracağı zaman gözlüğünü eline alır, gözlerini kapar, Allah'a sığınır, bir domuz topu gibi kaldırır kendini boşluğa atardı. Artık tekme kimin kısmeti ise ona rastgelirdi. Çok zaman top yerine, karşısına çıkanın çenesini bulurdu, çenesi kırılan, bacağı sakatlanan haline şükrederdi. Oyunlar öyle bir hal almıştı ki, tasvir ve tasavvuru mümkün değildi. Ne rüzgar, ne yağmur, ne kar bu çılgınlar fırtınasını dindiremezdi. Derslere, hatta yemeklere toz, toprak, çamur içinde girer, bunda da hiçbir mahzur görmezdik... Nihayet, sabah, öğle ve akşam, büyük teneffüslerde, kunduracının yanına koşar, ayakkabılarımızı, pantolonlarımızı değiştirir, bahçeye öyle fırlardık. Başka çare bulamamıştık... Sonraları Bazar Alman'da satılmaya başlanan defter sabunlar imdadımıza yetişmişti. Oyun biter bitmez, çeşmelere koşar, defterden kopardığımız birkaç yaprak sabunla elimizi, yüzümüzü yıkardık. Allah yıkamak eylesin!...
Hiç olmazsa çamurun kabası giderdi. Futbol gittikçe genişliyor ve kuvvetleniyordu. Fakat biraz da tatonmant'larla... İleride Galatasaray kulübünü teşkil edecek olan elemanlar da görünmeye başlamışlardı: İç Robensonlar, Kürt Celal, Sütlaç Bekir, Emin Bülend, Küçük Ali, Ali Sami, Ayı Nikolof, Sütçü Milo.
Robensonların en büyüğü Yakup hakikaten de, sade yaşça değil, boyca da en büyükleri idi. Fakat çapaçulca bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Ortancaları, Abdürrahman, en ağır başlıları idi. Küçükleri Ahmet Robenson en sevimli, en cana yakın en hareketlileriydi. Daha küçük kardeşleri olduğu da söylenirdi. Ben onu hiç tanımıyorum. Bunlar aslen İngilizdiler. İhtida etmiş, Türkleşmişlerdi. Belli idi ki, futbola da bir dereceye kadar vakıftılar... Kürt Celal, çok canlı, çok şirin, çok sevimli, çok da kuvvetli bir arkadaştı. Oyunda daima ileri, daima ileri giderdi. Gerilediği görülmemişti. Topu ayağıyla karşısındakini de omuzları veya gödesiyle sürer götürürdü. Zaten, söylediğim gibi, bu ilk toplu oyunlar intizamlı, tertipli, kaideli birer oyun olmaktan ziyade, sür gitsin oyunlarıydı. Kürt Celal, yazı hocamız Kürt Ahmet Efendinin küçük kardeşi idi. Ahmet Efendi, ne kadar karanlık, ne kadar ağır, ne kadar durgun idiyse Celal de o kadar neş'eli, o kadar çevik, o kadar hareketli idi. Biçare, Balkan harbinde şehit olan fedakar, vatanperver arkadaşlarımızdandı. Sütlaç Bekir, müdür Abdurrahman Beyin odacısı Mehmet Ağa'nın küçük oğluydu. Çiçek bozuğu olduğu için arkadaşları kendisine Sütlaç Bekir derlerdi. Çok mûnis, çok uysal, çok sevimli, çok hatırşinas, çok candan bir arkadaştı. Güçlü, kuvvetli ve gürbüzdü. Emin Bülend, Macar Ömer Paşa'nın oğlu veya torunuydu. Çok mert, çok kuvvetli, sporsever, yüksek sesli, hareketli, kızıla çalar sarışın renkli, çok terbiyeli bir arkadaştı. Vakit vakit şiir de yazardı. Galatasaray ilk futbol takımının kıymetli elemanlarındandı. Mektepten mezun olduktan sonra, Tevfik Fikret merhumun mektep müdürlüğü zamanında, Galatasaray'da, bilhassa ilk başlıyan çocuklara hoca olmuştu. Orada tekrar buluşmuştuk. Son derece idealist, son derece milliyetperver, ateşli bir gençti. Küçük Ali Çerkezdi. Çevik, süratli, kuvvetli bir arkadaştı. Mehmet Ali ile çalıştığımız zaman o da beraberdi. O, sonradan kulübe girmiş ve esaslı bir eleman olmuştu. Zaten saçsız denecek kadar seyrek saçlı olduğundan başını ustura ile traş ettirirdi. Ali Sami ile karıştırılmaması için Küçük Ali denirken arkadaşları arasında adı Kabak Ali kalmıştı. Ali Sami, koşmak, oynamak, bağırıp çağırmaktan hoşlanmaz, zayıf uzunca boylu, çok nazik ve terbiyeli bir arkadaştı. Oyununda iş yoktu. Mektepteki oyunlarda birkaç defa kaleci durmuş, büyük bir iş görememişti. Fakat idare hussunda muvaffakiyetliydi. Arkadaşları bir araya getirir, nizam ve intizam temin ederdi.
Nitekim, Galatasaray Kulübü teessüs ettiği zaman da idareciliği ile temayüz etmiş, kulübün reisi olmuştu. Denizciliğe de maildi. Kulübün denizcilik kısmında, gemicilerin kullandıkları ip düğümlerinin çeşitlerini gösterir koleksiyonlar yapmıştı. Beni, müzelerini gezmeye çağırdığı zaman, bütün bunları ve aldıkları kupaları göstermişti. Mektepte iken, biz onunla öğle tatilleri bir saat kadar süren Cuma günleri oynamak için, anfiteatr'da yapılan din derslerinde futbol dikerdik. Mektepten çıkmaya müsaade etmedikleri için, yeni futbol alamaz, eskilerinin işe yarar kısımlarını ayırır, çifte dikişle, yani kunduracı dikişiyle, birbirlerine ekleyip dikerdik ve oynanılabilecek bir futbol meydana getirirdik.
Ayı Nikolof, Bulgardı. Hakikaten de ayıya benzerdi. Hemen hemen hiç boynu, yok gibiydi. Kafası boyunsuz olarak gödesine yapışmış hissini verirdi. Geniş omuzlu, çıkık göğüslü, domuz gibi kuvvetli, fakat korkak bir gençti. Kürt Celal onun celladı idi. Hiç arkasını bırakmaz, rastgeldiği yerde yan yan çarparak itip kakıştırmaktan anlatılmaz bir zevk alırdı. O da hem gözleri, hem sözleriyle yalvarır, Kürdün elinden yakasını kurtamaya uğraşırık. Futbolu fena oynamazdı.
Sütçü Milo, Karadağlı idi. Çocuklar kendisine Sütçü lakabını koymuşlardı. Uzun boylu, kuvvetli, yüzü gülmez bir gençti. Bu da Celal'den Şeytandan yılar gibi yılardı... Daha sonradan oyuna katılanlar çok olmuştu. Bu suretle de bir iki tim meydana gelmiş bulunuyordu.
Galatasaray futbolu, lise hudutları dışına da taşmıştı. Biz o zamanlar daha , teşekkül eden kulübe iştirak edememiştik. Yeni vazifeler, bizi bu iştirakten alıkoymuştu. Mektepte iken futbol bir ihtiras halinde bütün talebeye sirayete başlamıştı. Tatil günlerinde harice taşan bu sirayet, mektep zamanlarında bir hastalık halindeydi. Top lastikleri patlayıp tamir edilemez hale gelince mektebin duvarlarından aşıp yeni bir lastik veya bir top tedarik edilemeyince meşin topun içine paçavralar doldurularak oynamaya kadar varılıyordu.
Hele yağmurlu zamanlarda... Kurşunla doldurulmuşa benziyen topa vurmaya çalışan ayakların, bacakların, onu tutmaya çalışan kolların, hele öpüşme felaketine uğrayan yüzlerin iler tutar, görür, görülür hali kalmıyordu. Karşılıklı tekme düelloları yüzünden ayaktan, bacaktan mahrum kalmak, hatta tahammülü olmayan birkaç arkadaş da hayatlarını kaybetmek bedbahtlığına uğramıştı... En çok keyfimize giden zamanlar tatil zamanları ve cuma günleri öğle teneffüsleri idi. Bu teneffüsler cuma namazı münasebetiyle bir saat devam ederdi. Ama camiye gitmek mecburiyeti çok zaman oyundan da mahrum ederdi. Bu namaz işlerine bakan, pek de okur yazar takımından olmadığı için Necip Ağa diye anılan ihtiyar, fakat dinç ve inatçı bir adamcağızdı. Arkadaşlar onu her seferinde yeni bir oyunla faka bastırdıklarından hiçbir şeye de inanmaz olmuştu. Kah hastalık, kah medh ü sena ederek binbir sebep icad ederek izin koparmak çareleri ararlardı.
Bir Cuma günü, arkadaşımız Feyhaman, yağlı boya ile koluna büyük, kanlı, irinli bir yara şekli yaptı. Boyalar da tamamen kurumadan kocaman bir bezle sardık, iki arkadaş da kollarına girerek Necip Ağa'nın önüne kadar götürdük. Feyhaman yüzünü, gözünü buruşturarak ıstırap alametleri gösteriyor biz de kendisine acır bir halde görünüyorduk. Bu halde ne namaz kılabilmesine, ne de hatta abdest alabilmesine imkan olmadığını söyledik. Feyhaman ahlar, oflarla sızlanıyor, büyük ıstırap çekiyormuş gibi görünüyordu. Necip Ağa bu gibi oyunlarla kaşarlanmış, hiçbir şeye inanmaz olmuş, ihtiyar bir kurttu. Şüpheli bir sesle: 'Açın bakayım! deyince biz hemen büyük teessürler ve ihtimamlarla yaranın sargısını açmaya başladık. Sargı sona gelince kandan, irinden berbad hale gelmiş yara meydana çıkıverdi. Necip Ağa manzaradan fenalaşmıştı; ona 'Kapa! Kapa!', bize de 'Götürün!' diye bağırdı. Keyfimize pâyan yoktu. Oyunumuz tamamiyle muvaffak olmuştu. İyi ama yara Feyhaman'ındı. Onun yanında bulunan biz iki arkadaşın mazeretimiz neydi? Necip Ağa bunu düşünebilecek kafada değildi. Hemen onun yanından ayrılır ayrılmaz, Feyhaman kolundaki bağı çözüp attı. Boyaları çakı ile sıyırdı. Deli gibi kendimizi bahçeye attık.. Biraz sonra idi. Feyhaman havadan gelen topa yetişip tekmeyi savurmak üzere alabildiğine koşarken, kontrol için bahçe kapısından giriveren Necip Ağa ile kucak kucağa gelmez mi? Ağzı hayretten yarı açık kalan Necip Ağa 'Bre kafir! Hani yara?! Yara ne oldu?' deyince, biz yetiştik 'Görmüyor musunuz hocam! Çocuk can acısıdan, nasıl deli gibi sağa sola koşup duruyor. Bir türlü yerinde duramıyor!' dedik. Feyhaman çoktan kaçıp gitmişti. Biz de ayrıldık. Bu işe hiçbir mana veremiyen Necip Ağa, bir müddet aptal aptal baka kaldı...
GALATASARAY�DA İLK FUTBOL
GALATASARAY LİSESİ�NDEN DOĞAN FUTBOL GELENEĞİ
Güven Sayın
Hepimizin, branşta isminden iftiharla bahsettiği Lisemizin, Türk futbolunun kuruluşunda oynayacağı önemli rolü, zamanının en iyi futbolcularından sayın hocamız Bekir Bircan'dan belirtmesini rica ettik. Kendisi bizi nezaketle karşıladı ve suallerimizi cevaplandırdı.
Aşağıda da görüleceği gibi, Türk olarak, Türkiyede ilk futbolu Galatasaray Lisesi talebeleri oynamış ve geliştirmişlerdir. İşte Hocamızın bu mevzuda anlattıkları:
- Galatasaraya futbolu ilk defa olarak 1900'de Kadıköy'deki ' Frère 'lerden gelip mektebimizin lise kısmına giren 425 Mustafa Bedri getirmiştir.
O zamanın futbolu, bugünkünden çok farklıydı. Her oyundan sonra bir sürü arkadaş hastanelik olurdu. Adeta Rugby oynar gibi!..
Okulda dolayısıyla Türkiye'de ilk futbol oynayanlar : 407 Ali Rana (Eski... milletvekili ve Tekel Bakanı),1085 Hasan Fikret (Galatasaray müdür-" sanisi, merhum), 65 Hüseyin Münir (merhum), 159 Mustafa Hayri (Banka Müdürü, merhum), 364 Refik Cevdet (eski Galatasaray öğretmeni), 889 Ali Sami (merhum).
Bu futbol iki sene kadar devam etti. İdare bu oyunu daima yasak ediyordu. Oyunlar yine Grand Cour'da oynanırdı. Oraya girmek haylice zor bir işti. Zaten orası bir spor merkezi olduğu kadar bir Forum'du da. Mektebin edebiyatçıları, matematikçileri orada toplanır, gizlice gelen gazeteler orada okunur ve fikir beyan edilirdi.
Bu bakımdan dışarıda kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'te Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima Farisi Hocası merhum Macit Efendi'nin dersinde, anfide sıraların altında oldu. Biz de başkasınıflardan kaçıp oraya geldik.
Reis Ali Sami Yen; Katip Emin Bülent (merhum, şair); Kasadar Asım Tevfik oldu. İdareden korkularak kulübe Galatasaray ismi verilemiyordu. Arkadaşların bazıları Glorya, bazıları Odaks, bir kısmı da Kartal ismi üzerinde duruyorlardı. Sonunda Kartal ismi galip geldi. Kulübün ismi Kartal oldu. Bir kartalın açık ağzında bir top; damgamız da bu idi. İlk aidatımız olan yüzer parayı bununla topladık. Dışarıda egzersizlere ayrı ayrı giderdik. Zira Abdülhamid'in devrindeydik ve hür türlü toplantılar yasaktı. Bu idmanları şehir haricinde kırlarda yapardık.
İlk renk milli renkti: Kırmızı-beyaz. Fakat sonra hükümetin şiddetinden korkarak Sarı-siyahı kabul ettik. Toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, Kadıköy Kuşdili'nde muhallebici Anton'un dükkanı, bugünkü Fener stadının karşısında Lazar'ın kahvesiydi.
İlk egzersizi Kurbağalı derede yapıyorduk. Yanımıza iki kişinin yaklaştığını gördük. İlk önce hafiye zannederek korktuk. Fakat iyice yaklaşınca bunların o zamanki Moda-İngiliz kulübüne mensup adamlar olduklarını anladık. Onlar bize futbolun nasıl oynanacağını izah ettiler, ilk dersimiz bu oldu.
İkinci egzersizi kağıthane sırtlarında yapmak istedik. Arkadaşlardan Emin Bülent o hafta mektebe gelmemişti. Çamlıca'daki evine telgraf çektik. '-Pazar günü toplantı var, gel.' Bu telgrafı o zamanın sansürü derhal saraya bildirmiş. Nitekim top oynarken hafiyeler tarafından sarıldık. Durumu okul müdürü Abdurrahman Şeref Bey kurtardı. Saraya giderek bizim hakkımızda şefaatte bulundu.
Bir gün yine Kuşdilinde Moda İngiliz kulübünde bir antreman yaparken bu defa Kuşdili Komiseri polislerle oyun sahasına girdi. Biz Türkleri oyundan menederek kararkola götürdü. Karakolda katibimiz Emin Bülent Polisleri korkutmak için saraya mensup olduğumuzu söyleyerek onları tehtid etti. Böylece serbest bırakıldık.
O zaman hiçbir Türk kulübü ve seyircisi yoktu. Mevcut kulüpler Moda-ingiliz kulübü, İmojen isminde İngiliz sefaret gemisinin tayfalarından mürekkep bir takım Kadıköy isminde Rum ve İngilizlerden kurulu bir diğer takım, nihayet tamamen Rumlardan teşekkül eden Elpis (esperans) idi.
Bunlarla yaptığımız maçlarda daima yeniliyorduk. O vakitler İstanbul'da çıkan Levant-Herald adlı bir İngilizce gazete bu maçların kritiğini yapıyordu. Fakat isim ve takımımızdan bahsedemez 'another club' diye yazardı. 'Saray' kelimesinden korkuluyordu. Bize Galatasaray isimini daha sonra halk taktı.
Moda'dan Horest Armitach isimli oyuncu bizim kulübe kaptan olarak geldi ve bize futbolu bütün incelikleriyle öğretmeye başladı.
İlk maçında Kadıköy'e 11'e karşı 8 golle yenilen Galatasaray nihayet, azimli çalışması sayesinde aynı takımı 4-0 kazanmaya muvaffak oldu. Bu arada mevcut bütün kulüpleri de yenerek şampiyon çıktı ve bunu üç sene devam ettirdi. (1908). Kulübün resmen tesisi 1905'tedir.
Bir gün, bir cumartesi, İstanbul tarafında geçmiştik. Şişman Yanko'nun mağazasının vitrinlerinde renkleri sarı ve kırmızı olan ve birbiri üzerine atılmış iki kumaş duruyordu. Hepimiz çok beğendik bu iki rengi... Fakat Emin Bülent'i bir türlü vitrinin önünden çekemiyorduk. 'İlle bu renkleri alalım. Sarı-kırmızı renk yeşil sahanın üzerinde! Bundan alası olamaz...' diyordu. Onun bu ısrarı üzerine kumaşları satın aldık ve diktirilmesi için de Ali Sami'ye devrettik. O da bunları ablalarına diktirdi. İşte Sarı-Kırmızı rengi alışımızın hikayesi...'
Bundan sonra Bekir Hoca'dan şu mahut 7-0'lık maçı nakletmesini rica ettik. Dudağında o zarif gülümseme ile anlatmaya başladı:
'-Yavaş yavaş başka kulüpler de kurulmaya başlamıştı. Fenerbahçe de bunların arasındaydı. Bir fırtınalı havada Fener'le Kadıköy'de maçımız vardı. Vapurlar güçlükle işliyordu. Çayıra vardığımızda takımda sadece yedi kişinin orada mevcut olduğunu gördük. Fener'e bu maçı tehir etmemizi rica ettik; kabul etmediler. Oynamazsanız bir seramonimizi yaparız, dediler. Kaptan Emin Bülent yedi kişilik takımı kurdu. O gün sakat olan Ali Sami'yi kaleye aldık. Saha çamurlu ve berbattı. Fakat bu mühim maçı, top kalemize bir kere gelmemek üzere, 7-0 gibi açık bir farkla kazandık...
Galatasaray İstanbul şampiyonu olduktan sonra, Türkiye'de ilk defa olarak, yabancı bir takımı, Macarları, Temaşvar Üniversitesi Futbol Takımını davet ettik. Ve yine Türkiye'de ilk defa olarak dışarıya çıktık.Başlarımızda feslerle yaptığımız bu seyahatte önce Bükreş'te Romenleri rahat rahat yendik. Fakat Maceristan'da iki mağlubiyetin yanısıra sadece birberaberlik koparabildik. Hele Peşte'deki son maçımızda 7-1 gibi acı bir mağlubiyete uğradık...
Avdette takımı kuvvetlendirmek için yeniden teşkilatlandırdık. Yine Galatasaray Kulübü Türkiye'de ilk olarak deniz sporlarını, hokey, halat çekme, boks, izcilik, aletli ve aletsiz jimnastiği getirmiş, memlekette ilk idman müsameresini vermiştir. Bu kulübün elemanları da yine ilk defa olarak Türk Futbol Teşkilatını kurmuşlardır.'
Okulumuzun, dolayısiyle Galatasaray Kulübünün futbol tarihçesini en yetkili bir ağızdan dinlerken, biz de o devri yaşar gibi olduk. Muhterem hocamıza mecmuamız adına teşekkür edip ayrılırken, dünkü futbolcularımızın muvaffakiyetini bügünkü arkadaşlarımızın hakkiyle devam ettirdiklerini düşünerek büyük bir haz duyduk.
GALATASARAY FUTBOL (SPOR KULÜBÜNÜN KURULUŞU)
1- Kulübün kurucusu, 1 numaralı üyesi Ali Sami Yen; onbeş günde bir çıkan İdman Mecmuası'nın 15 Mayıs 1329 (1913) tarihli 1'inci sayısında kulübün kuruluş ve kuranları anlatırken memleketimizde ilk türk futbol kulübü olan Galatasaray 03.1321, 1905 teşrinievvelinde (Ekim) Sultanide talebeden Ali Sami Yen'in teşebbüsü ile
* Emin Bülent Serdaoğlu * Asım Sonumut * Bekir Bircan Bey'lerin muavenetleri ile beş on kişilik bir heyet olarak vücut buldu denmektedir...
2- Bekir Bircan hocamız Galatasaray Mecmuasında kendisiyle yapılan röportajda kulübün kuruluşunu anlatırken,
'Bir kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'de Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima farisi hocamız merhum Mecit efendinin dersinde Anfi'de sıraların altında oldu. (burası eskiden Grand Cour'a bakan Büyük anfi olsa gerek, sonradan müdür Ali Teoman tarafından iptal edilerek mutfağın üzerine inşa edilen yeni yerine taşınmıştır.) Bizde başka sınıftan kaçıp oraya geldik.
REİS : ALİ SAMİ YEN
KATİP : EMİN BİLENT SERDAROĞLU
KASADAR : ASIM TEVFİK SONUMUT oldu.
İdareden korkularak Galatasaray ismi verilemiyordu. .....ilk aidatımız olan yüzer parayı topladık..... Gizli toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, kuşdilinde muhallebici Andon'un dükkanı, bugünkü fener stadının karşısında Lezarın kahvesi.
Grand Cour'da futbolla ilgilenenler
425 Mustafa Betri
407 Ali Rana Tarhan
1085 Hasan Fikret
65 Hüseyin Münir
159 Mustafa Hayri
Refik Cevdet idiler.
1908 yılı mezunu 581 Ord. Pr. İsmail Hikmet Ertaylan
Arkadaşlarıyla kurmuş olduğu Tevfik Fikret derneğinin yayın organı Düşünce dergisinin içinde ayrıca forma halinde yayınlanmış bulunan YETMİŞ YILIN MASALI 83- 84- 87'inci sayfalarda, aynı dönemde mektepte bulunan İsmail Hikmet Ertaylan, futbol ile Galatasarayın tanışması ve kulübün kuruluşunu anlattığı yazısındaki isimler şunlardır:
Mısırlı Mehmet Ali, Ali Rauf, Üç Robenson Kardeşler, Kürt Celal (şehit olacak), Sütlaç Bekir (Bekir Hoca, yüzünde çiçek bozuğu izlerini bize hocalık yaparken 1940'ta da taşıyordu), Emin Bülent Serdaroğlu, Küçük Ali (Ali Sami'ye göre küçük olduğundan), Ali Sami Yen, Ayı Nikolof, Sütçü Milo.
Galatasaray kulübü 1903'te kurulmuştu. Devir Abdülhamit'in saltanat sürdüğü Mutlakiyet devri. Kulüpte Mecit efendinin dersinde sıraların altında gizlice kurulmuştu. Galatasaray ismi verilemiyordu. O zaman kurulu ekalliyet ve yabancılardan oluşan, Moda, Kadıköy kulüpleriyle maç yaparken halk tarafından ilk Futbol kulübüne Galatasaray dendi. Merkezi yoktu. Yazılar Galatasaray Lisesi'ne yazılıyor ve Ali Sami Bey'e Secraitaire diye hitap ediliyordu. 3 Mayıs 1909 tarihli yazıda görüldüğü gibi hafta tatili Pazar olduğu için Cuma günü talebenin mektepten çıkamıyacağı bildiriliyordu.
Kulübün kuruluşu 3 teşrin-i evvel 1321 (Ekim 1903).
Lokal; Mektep
Gayri resmi sütçü Andon
Andon, lezarin kahvesi İstiklal Cad. 91
Kalamışta Baux rivages (ev) 1913
Tescil Müze Üsküdar 1321 1903
Tescil Müze Beyoğlu 1329 1911
Tescil Ves*ka İsküdar 1331 1913
Basılı nizamname 1341 1923
Galatasaray 1923'e kadar Mektep takımıdır. Buna rağmen ekte görüldüğü gibi Nizamnamesi mevcuttur. 1903'ten beri aza giriş defter ve kara defterleri tutulmuştu. Yani Galatasaray kulübü hukuken Taazzuvlaşmış yeni müesseseleşmiştir. 1908 hatta 1910 yılına kadar kayıtları Fransızca tutulmakta, yazışmalar Fransızca yapılmaktadır. 1908 yılında ilk defa Şampiyon olmuş, bu nedenle mektep müdürü TEVFİK FİKRET'le şampiyon takım resmi çıkartmıştır.
15.08.1913 tarihli bir yazışmayla zamanın maarif vekili Ahmet Muhtar Bey (Galatasaray mezunu ve cemiyet kurucularından) Galatasaray Sultanisi ile İstanbul Sultanisi arasında kürek yarışı yapılması dileğini bildirir. Ali Sami Bey İngilizlerden birini bulur kürek çekmesini talebe çalışır ve 15.08.1913 pazar günü yarışı ilk Türk Kürekçileri Galatasaylılar kazanır. Kupayı Yusuf İzzeddin Efendinin elinden alırlar. Kupa müzede Galatasaray kulübü bölümünde diğer kupalarla birdir. 1923'e kadar alınan bütün kupalar böyledir.
1923'de Büyük Millet Meclisi hükümetinin yazısında izcilikle ilgisi yönünden buraya konmuştur.
24 Ocak 1914 3. sayılı kararı ile Galatasay kulübü Galatasaray Mezunin-i kadime cemiyeti riyasiyetine bir mektup yazıp iki derneğin aynı yerde kalmasının temini isteniyor, ikinci Reis Yusuf Razi Beyin menfi cevabı üzerine cemiyet reddedince Sosciata Operata İtalina binası cemiyete veriliyor ve kulüp Kalamış'taki kendisine tahsis edilen binaya yerleşiyor. Burayı da 21 Mart 1918'de sahibine bırakıp eşyaları toplayıp mektebe getirip teslim ediyordu. Böylece 1913'te tesis edilen Galatasaray Müzesi asli yeri olan mektebe bir daha çıkmamak üzere dönmüş oluyordu.
Galatasaray futbol kulübü 1903'de kuruluşundan beri geçen senelerde 1908 devrimini görmüş, ardından Harpler başlamıştı. 1913 Balkan, ardından 1914-18 Birinci Cihan harbi ve bunun sonunda işgal. Sonra İstiklal Harbi'nde takımın oyuncuları şehit ya da gazi olmuş, Cumhuriyet kurulmuştu. İlk başlarda Salih Arif'e kadar kulüp bir mektep takımı ve müdürler kulübün hakiki başkanlarıydı. 1923'de Tevhidi Tedrisat ile Kulüp nizamnamesi de neşredilmiş mektep müdürleri kulüp yönetim kurulunun tabii bir üyesi olmuştu.
Yalnız İstanbul'un işgalinde müze eşyaları kulübe teslim edilirken kulüp ve mektep iki ayrı entite olarak düşünülmüştü. 1920'de Ali Sami Yen Türkiye'ye gelmiş, kurulan futbol federasyonunun başına geçmiş ve o zamanda Galatasaray'ın Lozan'a gitmesini fırsat bilerek Türkiye'yi F.İ.F.A'ya üye kaydetmişti.
Bu karışıklıkta bazı yanlışlar yapılması kişiler arasında kırgınlıklar olması pek tabii idi.
Petit Lancy le 23 jeuillet 1921 Au Galata Serai sporting club Monsieur le président et Messieurs la F.İ.F.A vient de nous informer que la Fédération Turque de Football a demandé son admission auprés de la Fédération İnternationale de Football Association et que par consequent celle ci autorisé provioirement les matches que les clubs dèpendents de votre association pourraient conclure avec les clubs des autres Fédérations Nationales affilliés � la F.İ.F.A.
Par conséquant nous autorisons le match que vous avez prévu pour fin août contre le lausanne sports � Lausanne.Nous vous présentons monsieur le président nos salutations les plus distinguées pour le délégué international secrétaire general.
K. Gassmann
Buraya kulübün kurucularını, sonra başkanlarını ve Galatasaray futbolu ve sonradan futbol kulübüne Grand Cour'dan gelenleri yazarak bu kitabı bitirmek istiyorum. Kulübün kurucuları
1- Ali Sami Yen, Başkan
2- Emin Bülent Serdaroğlu, Katip, sonradan futbol kaptanı
3- Asım Tevfik Sonumut, veznedardır.
Bir de Bekir hoca gibi küçük sınıflardan gelip sıra altlarında içmimaya iştirak edenler vardır. Refik Cevdet Kulüp kurulduğunda mektepten mezun olmuştur ve kulübün kuruluşunda bulunması mümkün değildir.
Halen meri olan Tüzük yapılırken Süphi Batur ısrarla kulübün 3 tescil ves*kalarından birinde imzası bulunanların kurucu olarak yazılmasını istiyordu. Halbuki tescil 1913'de kulüp ise 1903'te kurulmuş, şampiyon olmuş, kupaları resimleri, yazışmalar mevcut dedimse de karmaşık bir heyet olan Tüzük tadil komisyonunda olay çıkmasın diye Suphi Batura uyduk sonra Nizamname Kabul Genel Kurullarında ben başkanlık ettim. Böylece kaldı.
Kurucular 3 kişidir. Ali Sami, Emin Bülent, Asım Tevfik Sonumut.
1918'de Ali Sami Müze eşyalarını Mektebe teslim ederken Kulübün de kapanmasını istemiş ve 1918-1920 arası kaybolduğunda Galatasaray Kulübü üyeleri kulübün kapanmasına razı olmamışlar. Refik Cevdet Kalpakçıoğlunu Başkan seçerek köprü altında kahvelerde toplanarak fedakarlıklarla kulübün devamını sağlamışlardır. Bu yönden hizmeti büyüktür. Takdire değerdir, fakat kurucu değildir.
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
http://img91.imageshack.us/my.php?image=01lise3xi.jpg GALATA SARAYI ENDERUN OKULU 1481-1826
Fatih, Avrupa'daki Rönesans hareketinin farkındaydı, Enderun Okulları (Saray Mektepleri) Rönesans'a ayak uymak amacıyla kurulmuştu. 2. Bayezit, güzel bir raslantı ile Galata'da, Tophane'nin sırtlarındaki demir madenleri civarında Gül Baba'ya rastlayıp konuşması sonucu Galata tepesinde Galata Sarayı Enderun Okulu'nu yaptırdı ve Gül Baba da ilk hocalardan biri oldu. Gül Baba'nın bektaşi dedesi olması, Bektaşi kültür ve felsefesinin Galatasaray'da daima etkin olmasına yolaçmıştır. Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar yaşamış, Budapeşte'nin fethinden sonra orada vefat etmiş, cenazesi muhteşem olmuş, Sultan Süleyman tabutunu taşımış iç organları Budapeşte'deki zaviyesine yaptırılan bir türbeye, tahnit edilen vücudu da istanbul'a getirilerek Galatasaray'ın altındaki zaviyesi yanındaki mezarına tevdi edilmiştir. Mektep binası bugünkü şekliyle (ön avludaki yan kollar hariç), Sultan Süleyman tarafından, kanunnameleri yenilenerek, Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. 1907 yangınından sonra Galatasaray mezunu Mimar Vedat ve o zamanki Ermeni başmimar tarafından bugünkü haline getirilmiştir.
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra Galata Sarayı 2. Mahmut tarafından Tıbbiye Mektebi olarak açılmıştır. Öğretim Fransızca, Fransız hocalar tarafından yapılır olmuş. O zamanki dış kapı farklıdır ve bugünkü dış kapı Sultan Abdülaziz zamanında Galatasaray Sultanisi 1868'de açılırken yaptırılmıştır.
GALATA SARAYI SULTANİSİ 1867 - 1923
Galata Sarayı, Sultan Abdülmecit zamanında, Tıbbiye Gülhane'ye taşındıktan sonra boş kalmış, bir ara askeri idadi olarak kullanılmıştı. 1867'de Abdülaziz'in Avrupa'yı ziyaretinde 3. Napolyon ile yapılan görüşmeler sonucu Sadrazam Âli Paşa, Fuat Paşa ve Saffet Paşa'nın gayretleriyle bina tamir ettirilmiştir. Bugünkü ana giriş kapısı da o zaman yaptırılır. Fransa'dan hocalar, ders araçları getirilmiş, mektep binası alnına Fransa'dan getirilen büyük saat konulmuş, böylece Türkiye'de ilk alafranga saat uygulaması Galatasaray'da başlamıştır. 1 Eylül 1868 günü Mr. De Salve müdürlüğünde Fransızca öğretim yapmak üzere Galata Sarayı Sultanisi açılır. Çok kıymetli Türk hocalar da Türkçe dersleri vermek için mektebe gelirler. Bu tarihten sonra Galatasaray, Türkiye'de bir ilkler kurumu haline gelmeye başlar. 1871'de Fransa'daki 3. Napolyon'un Alman yenilgisi ve Paris Komünü olayları mektep tarafından yakından takip edilir. Önce Fransa'daki bu karışıklıklar, sonra Balkan, 1. Dünya ve İstiklal savaşları mektebi oldukça etkiler. Pek çok Galatasaraylı şehit ve gazi olurlar. Atatürk'ün Galatasaray'a ilgisi 1914-15 yıllarında başlar. 1923'de Cumhuriyetin ilanında Galatasaraylı izciler, başlarında oymak beyi Adnan Akıska ile Ankara'ya giderler, Atatürk de 1930 ve 1933 yıllarında iki defa Galatasaray'ı ziyaret ve teftiş ederek kutlar ve imzalı resmini hediye eder.
Gül Baba'yla Bektaşi kültürünü, Tevfik Fikret'le çağdaşlık ve batılılığı, Fransız kültürüyle özgürlüğü benimseyen Galatasaray, Atatürkçülüğün de sarsılmaz kalelerinden biri olmuştur.
RUŞEN EŞREF ANLATIYOR
GALATASARAY'DA İLK FUTBOL VE MISIRLI MEHMET ALİ
Mektebin üçüncü sınıfına gelmiştik. Oyun bahçemiz sınıfların arka tarafına gelen büyük bahçe idi. Burada mektebin mutfağına açılır bir küçük kapı olduğu gibi, müdürün bahçesinde bir yol vardı. Üç arkadaş ben, Ali Rauf ve Küçük Ali -sonradan Kabak Ali diye meşhur olan Galatasaray kulübünün meşhur oyuncularındandı- bir tenis topu almış, aramızda oynardık. Bazı arkadaşlar gelirler, bizim kedi yavruları gibi, atlaya, zıplaya sağa sola koşa dolaşa, hatta bazan da düşe kalka oynaşımızı seyrederlerdi... Bir gün, hemen daima, iki eli pantalonunun iki cebinde gezen, yaz kış palto giymeyen Mısırlı Mehmet Ali de yanımıza geldi. Mehmet Ali kısa boylu, geniş göğüslü, çelik pazılı bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Bir gözü kör olduğu için siyah gözlük kullanırdı. Arkadaşları arasında da 'Kör Ali, Kör Mehmet Ali' diye anılırdı. Ama bun kimse yüzüne karşı söyleyemezdi. Diyebilirim ki, mektebin en kuvvetli genciydi. Tabii hallerinde çok sakin, hatta hareketsizdi. Mütalaa salonunda ve sınıflarda yeri en son sıra idi. Orada başını önüne eğer, okur mu, düşünür mü, uyur mu? Kimse bilmezdi. Kimseyle konuşmazdı. Şakayı sevmezdi. Gece, yattığı demir karyolanın bütün demirlerini kırar, koparırdı. Bu onun için bir jimnastik, bir ekzersizdi. En çok sevdiği ders, kuvvetini gösterebildiği jimnastik dersleriydi. Deli lakabiyle müştehir jimnastik hocamız Faik Bey'in de pek sevgilisi idi. Mehmet Ali'nin, jimnastik salonunda, büyük bir muvaffakıyetle kullanamadığı alet yoktu. En ağır gülleyi o kaldırır, hem de zahmetsizce kaldırırdı. Barre fixe, barre parallèlle'de asma merdivende, asma sütunlarda yapmadığı marifetler yoktu. Çift koluyla, tek koluyla kuvvet gösterileri yapar, herkesi hayret, Faik Beyi de meserret içinde bırakırdı. Bu sakin, bu sessiz delikanlının bir mubassırı dövüp hapse girmediği gün de yok gibiydi. Kendisine cezası bildirildiği zaman fesi arkasına atılmış, gömleğinin ön düğmeleri çözülmüş, kendisi de yere çakılmış bir çelik heykel gibi dimdik, sessiz ve hareketsiz dururdu. Onun bu acı kuvvetini adamakıllı tatmış oldukları halde, yine kendilerini tutamıyan talebesi arasında gösteriş yapmak istiyen, külhanbeyi tabiatlı Rum maitre d'étude'ler surveilant'lar da vardı. Bunların da ekserisi palikarya Rumlardı. Mehmet Ali bizim top oyunumuzla ilgilenmeye başlamıştı. Bir ara o da iştirak etti. Biz üç arkadaş, imkanı yoktu onun ayağından topu alamıyorduk. O, çeki taş gibi ağır adam, fare ile oynayan bir kedi çevikliğiyle topu önümüzde fırıl fırıl döndürüyordu. Bir gün bize: 'Bir küçük futbol alınız da, size futbol oynamayı öğreteyim!' dedi. Biz o zamana kadar futbolu bilmiyorduk. O zaman, spor edevatı satan bir İngiliz mağazası vardı. Oradan bir topla bir pompa aldı. Futbol başlamıştı. Biz üç arkadaş ve Mehmet Ali top oyununa girişmiştik. O bize ayakların nasıl kullanılacağını, ayağın iç ve dış yanları ile topun nasıl idare edileceğini, havadan hızla gelen topun derhal yerde nasıl durdurulacağını, o hızla inen topun ufkî bir şekilde, derhal, kaleye nasıl atılacağını, karşınıza gelen muhasımın elinden topun nasıl kurtarılacağını, ya iki tarafındaki arkadaşlardan birine, yahut ileride hatta bazan da gerideki arkadaşa nasıl aktarılacağını, öndeki topu ayak vasıtasiyle kaldırıp başla nasıl vurulup ileri atılacağını, havadan hızla gelen topu arkadan topukla vurarak nasıl öne alınacağını, hasılı, futbolla ilgili binbir oyunu bize öğretiyordu... Bazan biz kalede duruyorduk, o şut atıyordu, tutmak ne mümkündü? Bazan o, kalede duruyordu, biz şut atıyorduk. Geçirmek ne mümkündü. Mehmet Ali topa elle hemen hiç dokunmazdı. Hatta kaleden atarken bile ayağının ucuyla usulca kaldırdığı topa öyle bir vuruş vururdu ki, top gülle gibi fırlar giderdi. Karşısında durmağa kimse cesaret edemezdi. Bize, topa vuruşun çeşitli şekillerini gösterip öğrettikten sonra tek kale teşkil etmemizi söyledi. Yeni katılan birkaç arkadaşla tek kale kurduk. Kendisi kaleye geçti. O çeviklikle kalece pek, pek az bulunurdu. Topu öyle idare ediyordu ki, biz hayrette kalıyorduk! Hem de tek gözüyle... Bazan da bizlerden birimiz kaleye geçiyorduk, o bize şut atmanın tekniklerini gösteriyorduk. Fakat onun attığın şutun karşısında kim durabilirdi? Top kaleciyle beraber ağlara takılır... Gün geçtikçe top hevesi artmağa, yeni yeni oyuncular katılmaya başladı. Fakat çığırından da çıkmıştı. Bir kör döğüşü halini almıştı. Oyundan çekilen ve bir zamanlar, oynayanları uzaktan seyreden Mehmet Ali oyundan tamamiyle çekilmişti. Ondan sonra da onun ne olduğunu hatırlayamıyorum.
Ya mektepten çıktı, yahud da çıkarıldı. Fakat, ondan yadigar kalan futbol şekillenmeye başladı. Doğrusunu söylemek icap ederse oyunlar onun gösterdiği nizam ve intizamdan usul ve kaideden uzaklaşmıştı. Önceleri bir curcuna haline gelen oyunlara iştirak eden ve bir zenci Abdülmuttalib vardı ki, gözlüklüydü. Son derece miyoptu. Topa vuracağı zaman gözlüğünü eline alır, gözlerini kapar, Allah'a sığınır, bir domuz topu gibi kaldırır kendini boşluğa atardı. Artık tekme kimin kısmeti ise ona rastgelirdi. Çok zaman top yerine, karşısına çıkanın çenesini bulurdu, çenesi kırılan, bacağı sakatlanan haline şükrederdi. Oyunlar öyle bir hal almıştı ki, tasvir ve tasavvuru mümkün değildi. Ne rüzgar, ne yağmur, ne kar bu çılgınlar fırtınasını dindiremezdi. Derslere, hatta yemeklere toz, toprak, çamur içinde girer, bunda da hiçbir mahzur görmezdik... Nihayet, sabah, öğle ve akşam, büyük teneffüslerde, kunduracının yanına koşar, ayakkabılarımızı, pantolonlarımızı değiştirir, bahçeye öyle fırlardık. Başka çare bulamamıştık... Sonraları Bazar Alman'da satılmaya başlanan defter sabunlar imdadımıza yetişmişti. Oyun biter bitmez, çeşmelere koşar, defterden kopardığımız birkaç yaprak sabunla elimizi, yüzümüzü yıkardık. Allah yıkamak eylesin!...
Hiç olmazsa çamurun kabası giderdi. Futbol gittikçe genişliyor ve kuvvetleniyordu. Fakat biraz da tatonmant'larla... İleride Galatasaray kulübünü teşkil edecek olan elemanlar da görünmeye başlamışlardı: İç Robensonlar, Kürt Celal, Sütlaç Bekir, Emin Bülend, Küçük Ali, Ali Sami, Ayı Nikolof, Sütçü Milo.
Robensonların en büyüğü Yakup hakikaten de, sade yaşça değil, boyca da en büyükleri idi. Fakat çapaçulca bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Ortancaları, Abdürrahman, en ağır başlıları idi. Küçükleri Ahmet Robenson en sevimli, en cana yakın en hareketlileriydi. Daha küçük kardeşleri olduğu da söylenirdi. Ben onu hiç tanımıyorum. Bunlar aslen İngilizdiler. İhtida etmiş, Türkleşmişlerdi. Belli idi ki, futbola da bir dereceye kadar vakıftılar... Kürt Celal, çok canlı, çok şirin, çok sevimli, çok da kuvvetli bir arkadaştı. Oyunda daima ileri, daima ileri giderdi. Gerilediği görülmemişti. Topu ayağıyla karşısındakini de omuzları veya gödesiyle sürer götürürdü. Zaten, söylediğim gibi, bu ilk toplu oyunlar intizamlı, tertipli, kaideli birer oyun olmaktan ziyade, sür gitsin oyunlarıydı. Kürt Celal, yazı hocamız Kürt Ahmet Efendinin küçük kardeşi idi. Ahmet Efendi, ne kadar karanlık, ne kadar ağır, ne kadar durgun idiyse Celal de o kadar neş'eli, o kadar çevik, o kadar hareketli idi. Biçare, Balkan harbinde şehit olan fedakar, vatanperver arkadaşlarımızdandı. Sütlaç Bekir, müdür Abdurrahman Beyin odacısı Mehmet Ağa'nın küçük oğluydu. Çiçek bozuğu olduğu için arkadaşları kendisine Sütlaç Bekir derlerdi. Çok mûnis, çok uysal, çok sevimli, çok hatırşinas, çok candan bir arkadaştı. Güçlü, kuvvetli ve gürbüzdü. Emin Bülend, Macar Ömer Paşa'nın oğlu veya torunuydu. Çok mert, çok kuvvetli, sporsever, yüksek sesli, hareketli, kızıla çalar sarışın renkli, çok terbiyeli bir arkadaştı. Vakit vakit şiir de yazardı. Galatasaray ilk futbol takımının kıymetli elemanlarındandı. Mektepten mezun olduktan sonra, Tevfik Fikret merhumun mektep müdürlüğü zamanında, Galatasaray'da, bilhassa ilk başlıyan çocuklara hoca olmuştu. Orada tekrar buluşmuştuk. Son derece idealist, son derece milliyetperver, ateşli bir gençti. Küçük Ali Çerkezdi. Çevik, süratli, kuvvetli bir arkadaştı. Mehmet Ali ile çalıştığımız zaman o da beraberdi. O, sonradan kulübe girmiş ve esaslı bir eleman olmuştu. Zaten saçsız denecek kadar seyrek saçlı olduğundan başını ustura ile traş ettirirdi. Ali Sami ile karıştırılmaması için Küçük Ali denirken arkadaşları arasında adı Kabak Ali kalmıştı. Ali Sami, koşmak, oynamak, bağırıp çağırmaktan hoşlanmaz, zayıf uzunca boylu, çok nazik ve terbiyeli bir arkadaştı. Oyununda iş yoktu. Mektepteki oyunlarda birkaç defa kaleci durmuş, büyük bir iş görememişti. Fakat idare hussunda muvaffakiyetliydi. Arkadaşları bir araya getirir, nizam ve intizam temin ederdi.
Nitekim, Galatasaray Kulübü teessüs ettiği zaman da idareciliği ile temayüz etmiş, kulübün reisi olmuştu. Denizciliğe de maildi. Kulübün denizcilik kısmında, gemicilerin kullandıkları ip düğümlerinin çeşitlerini gösterir koleksiyonlar yapmıştı. Beni, müzelerini gezmeye çağırdığı zaman, bütün bunları ve aldıkları kupaları göstermişti. Mektepte iken, biz onunla öğle tatilleri bir saat kadar süren Cuma günleri oynamak için, anfiteatr'da yapılan din derslerinde futbol dikerdik. Mektepten çıkmaya müsaade etmedikleri için, yeni futbol alamaz, eskilerinin işe yarar kısımlarını ayırır, çifte dikişle, yani kunduracı dikişiyle, birbirlerine ekleyip dikerdik ve oynanılabilecek bir futbol meydana getirirdik.
Ayı Nikolof, Bulgardı. Hakikaten de ayıya benzerdi. Hemen hemen hiç boynu, yok gibiydi. Kafası boyunsuz olarak gödesine yapışmış hissini verirdi. Geniş omuzlu, çıkık göğüslü, domuz gibi kuvvetli, fakat korkak bir gençti. Kürt Celal onun celladı idi. Hiç arkasını bırakmaz, rastgeldiği yerde yan yan çarparak itip kakıştırmaktan anlatılmaz bir zevk alırdı. O da hem gözleri, hem sözleriyle yalvarır, Kürdün elinden yakasını kurtamaya uğraşırık. Futbolu fena oynamazdı.
Sütçü Milo, Karadağlı idi. Çocuklar kendisine Sütçü lakabını koymuşlardı. Uzun boylu, kuvvetli, yüzü gülmez bir gençti. Bu da Celal'den Şeytandan yılar gibi yılardı... Daha sonradan oyuna katılanlar çok olmuştu. Bu suretle de bir iki tim meydana gelmiş bulunuyordu.
Galatasaray futbolu, lise hudutları dışına da taşmıştı. Biz o zamanlar daha , teşekkül eden kulübe iştirak edememiştik. Yeni vazifeler, bizi bu iştirakten alıkoymuştu. Mektepte iken futbol bir ihtiras halinde bütün talebeye sirayete başlamıştı. Tatil günlerinde harice taşan bu sirayet, mektep zamanlarında bir hastalık halindeydi. Top lastikleri patlayıp tamir edilemez hale gelince mektebin duvarlarından aşıp yeni bir lastik veya bir top tedarik edilemeyince meşin topun içine paçavralar doldurularak oynamaya kadar varılıyordu.
Hele yağmurlu zamanlarda... Kurşunla doldurulmuşa benziyen topa vurmaya çalışan ayakların, bacakların, onu tutmaya çalışan kolların, hele öpüşme felaketine uğrayan yüzlerin iler tutar, görür, görülür hali kalmıyordu. Karşılıklı tekme düelloları yüzünden ayaktan, bacaktan mahrum kalmak, hatta tahammülü olmayan birkaç arkadaş da hayatlarını kaybetmek bedbahtlığına uğramıştı... En çok keyfimize giden zamanlar tatil zamanları ve cuma günleri öğle teneffüsleri idi. Bu teneffüsler cuma namazı münasebetiyle bir saat devam ederdi. Ama camiye gitmek mecburiyeti çok zaman oyundan da mahrum ederdi. Bu namaz işlerine bakan, pek de okur yazar takımından olmadığı için Necip Ağa diye anılan ihtiyar, fakat dinç ve inatçı bir adamcağızdı. Arkadaşlar onu her seferinde yeni bir oyunla faka bastırdıklarından hiçbir şeye de inanmaz olmuştu. Kah hastalık, kah medh ü sena ederek binbir sebep icad ederek izin koparmak çareleri ararlardı.
Bir Cuma günü, arkadaşımız Feyhaman, yağlı boya ile koluna büyük, kanlı, irinli bir yara şekli yaptı. Boyalar da tamamen kurumadan kocaman bir bezle sardık, iki arkadaş da kollarına girerek Necip Ağa'nın önüne kadar götürdük. Feyhaman yüzünü, gözünü buruşturarak ıstırap alametleri gösteriyor biz de kendisine acır bir halde görünüyorduk. Bu halde ne namaz kılabilmesine, ne de hatta abdest alabilmesine imkan olmadığını söyledik. Feyhaman ahlar, oflarla sızlanıyor, büyük ıstırap çekiyormuş gibi görünüyordu. Necip Ağa bu gibi oyunlarla kaşarlanmış, hiçbir şeye inanmaz olmuş, ihtiyar bir kurttu. Şüpheli bir sesle: 'Açın bakayım! deyince biz hemen büyük teessürler ve ihtimamlarla yaranın sargısını açmaya başladık. Sargı sona gelince kandan, irinden berbad hale gelmiş yara meydana çıkıverdi. Necip Ağa manzaradan fenalaşmıştı; ona 'Kapa! Kapa!', bize de 'Götürün!' diye bağırdı. Keyfimize pâyan yoktu. Oyunumuz tamamiyle muvaffak olmuştu. İyi ama yara Feyhaman'ındı. Onun yanında bulunan biz iki arkadaşın mazeretimiz neydi? Necip Ağa bunu düşünebilecek kafada değildi. Hemen onun yanından ayrılır ayrılmaz, Feyhaman kolundaki bağı çözüp attı. Boyaları çakı ile sıyırdı. Deli gibi kendimizi bahçeye attık.. Biraz sonra idi. Feyhaman havadan gelen topa yetişip tekmeyi savurmak üzere alabildiğine koşarken, kontrol için bahçe kapısından giriveren Necip Ağa ile kucak kucağa gelmez mi? Ağzı hayretten yarı açık kalan Necip Ağa 'Bre kafir! Hani yara?! Yara ne oldu?' deyince, biz yetiştik 'Görmüyor musunuz hocam! Çocuk can acısıdan, nasıl deli gibi sağa sola koşup duruyor. Bir türlü yerinde duramıyor!' dedik. Feyhaman çoktan kaçıp gitmişti. Biz de ayrıldık. Bu işe hiçbir mana veremiyen Necip Ağa, bir müddet aptal aptal baka kaldı...
GALATASARAY�DA İLK FUTBOL
GALATASARAY LİSESİ�NDEN DOĞAN FUTBOL GELENEĞİ
Güven Sayın
Hepimizin, branşta isminden iftiharla bahsettiği Lisemizin, Türk futbolunun kuruluşunda oynayacağı önemli rolü, zamanının en iyi futbolcularından sayın hocamız Bekir Bircan'dan belirtmesini rica ettik. Kendisi bizi nezaketle karşıladı ve suallerimizi cevaplandırdı.
Aşağıda da görüleceği gibi, Türk olarak, Türkiyede ilk futbolu Galatasaray Lisesi talebeleri oynamış ve geliştirmişlerdir. İşte Hocamızın bu mevzuda anlattıkları:
- Galatasaraya futbolu ilk defa olarak 1900'de Kadıköy'deki ' Frère 'lerden gelip mektebimizin lise kısmına giren 425 Mustafa Bedri getirmiştir.
O zamanın futbolu, bugünkünden çok farklıydı. Her oyundan sonra bir sürü arkadaş hastanelik olurdu. Adeta Rugby oynar gibi!..
Okulda dolayısıyla Türkiye'de ilk futbol oynayanlar : 407 Ali Rana (Eski... milletvekili ve Tekel Bakanı),1085 Hasan Fikret (Galatasaray müdür-" sanisi, merhum), 65 Hüseyin Münir (merhum), 159 Mustafa Hayri (Banka Müdürü, merhum), 364 Refik Cevdet (eski Galatasaray öğretmeni), 889 Ali Sami (merhum).
Bu futbol iki sene kadar devam etti. İdare bu oyunu daima yasak ediyordu. Oyunlar yine Grand Cour'da oynanırdı. Oraya girmek haylice zor bir işti. Zaten orası bir spor merkezi olduğu kadar bir Forum'du da. Mektebin edebiyatçıları, matematikçileri orada toplanır, gizlice gelen gazeteler orada okunur ve fikir beyan edilirdi.
Bu bakımdan dışarıda kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'te Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima Farisi Hocası merhum Macit Efendi'nin dersinde, anfide sıraların altında oldu. Biz de başkasınıflardan kaçıp oraya geldik.
Reis Ali Sami Yen; Katip Emin Bülent (merhum, şair); Kasadar Asım Tevfik oldu. İdareden korkularak kulübe Galatasaray ismi verilemiyordu. Arkadaşların bazıları Glorya, bazıları Odaks, bir kısmı da Kartal ismi üzerinde duruyorlardı. Sonunda Kartal ismi galip geldi. Kulübün ismi Kartal oldu. Bir kartalın açık ağzında bir top; damgamız da bu idi. İlk aidatımız olan yüzer parayı bununla topladık. Dışarıda egzersizlere ayrı ayrı giderdik. Zira Abdülhamid'in devrindeydik ve hür türlü toplantılar yasaktı. Bu idmanları şehir haricinde kırlarda yapardık.
İlk renk milli renkti: Kırmızı-beyaz. Fakat sonra hükümetin şiddetinden korkarak Sarı-siyahı kabul ettik. Toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, Kadıköy Kuşdili'nde muhallebici Anton'un dükkanı, bugünkü Fener stadının karşısında Lazar'ın kahvesiydi.
İlk egzersizi Kurbağalı derede yapıyorduk. Yanımıza iki kişinin yaklaştığını gördük. İlk önce hafiye zannederek korktuk. Fakat iyice yaklaşınca bunların o zamanki Moda-İngiliz kulübüne mensup adamlar olduklarını anladık. Onlar bize futbolun nasıl oynanacağını izah ettiler, ilk dersimiz bu oldu.
İkinci egzersizi kağıthane sırtlarında yapmak istedik. Arkadaşlardan Emin Bülent o hafta mektebe gelmemişti. Çamlıca'daki evine telgraf çektik. '-Pazar günü toplantı var, gel.' Bu telgrafı o zamanın sansürü derhal saraya bildirmiş. Nitekim top oynarken hafiyeler tarafından sarıldık. Durumu okul müdürü Abdurrahman Şeref Bey kurtardı. Saraya giderek bizim hakkımızda şefaatte bulundu.
Bir gün yine Kuşdilinde Moda İngiliz kulübünde bir antreman yaparken bu defa Kuşdili Komiseri polislerle oyun sahasına girdi. Biz Türkleri oyundan menederek kararkola götürdü. Karakolda katibimiz Emin Bülent Polisleri korkutmak için saraya mensup olduğumuzu söyleyerek onları tehtid etti. Böylece serbest bırakıldık.
O zaman hiçbir Türk kulübü ve seyircisi yoktu. Mevcut kulüpler Moda-ingiliz kulübü, İmojen isminde İngiliz sefaret gemisinin tayfalarından mürekkep bir takım Kadıköy isminde Rum ve İngilizlerden kurulu bir diğer takım, nihayet tamamen Rumlardan teşekkül eden Elpis (esperans) idi.
Bunlarla yaptığımız maçlarda daima yeniliyorduk. O vakitler İstanbul'da çıkan Levant-Herald adlı bir İngilizce gazete bu maçların kritiğini yapıyordu. Fakat isim ve takımımızdan bahsedemez 'another club' diye yazardı. 'Saray' kelimesinden korkuluyordu. Bize Galatasaray isimini daha sonra halk taktı.
Moda'dan Horest Armitach isimli oyuncu bizim kulübe kaptan olarak geldi ve bize futbolu bütün incelikleriyle öğretmeye başladı.
İlk maçında Kadıköy'e 11'e karşı 8 golle yenilen Galatasaray nihayet, azimli çalışması sayesinde aynı takımı 4-0 kazanmaya muvaffak oldu. Bu arada mevcut bütün kulüpleri de yenerek şampiyon çıktı ve bunu üç sene devam ettirdi. (1908). Kulübün resmen tesisi 1905'tedir.
Bir gün, bir cumartesi, İstanbul tarafında geçmiştik. Şişman Yanko'nun mağazasının vitrinlerinde renkleri sarı ve kırmızı olan ve birbiri üzerine atılmış iki kumaş duruyordu. Hepimiz çok beğendik bu iki rengi... Fakat Emin Bülent'i bir türlü vitrinin önünden çekemiyorduk. 'İlle bu renkleri alalım. Sarı-kırmızı renk yeşil sahanın üzerinde! Bundan alası olamaz...' diyordu. Onun bu ısrarı üzerine kumaşları satın aldık ve diktirilmesi için de Ali Sami'ye devrettik. O da bunları ablalarına diktirdi. İşte Sarı-Kırmızı rengi alışımızın hikayesi...'
Bundan sonra Bekir Hoca'dan şu mahut 7-0'lık maçı nakletmesini rica ettik. Dudağında o zarif gülümseme ile anlatmaya başladı:
'-Yavaş yavaş başka kulüpler de kurulmaya başlamıştı. Fenerbahçe de bunların arasındaydı. Bir fırtınalı havada Fener'le Kadıköy'de maçımız vardı. Vapurlar güçlükle işliyordu. Çayıra vardığımızda takımda sadece yedi kişinin orada mevcut olduğunu gördük. Fener'e bu maçı tehir etmemizi rica ettik; kabul etmediler. Oynamazsanız bir seramonimizi yaparız, dediler. Kaptan Emin Bülent yedi kişilik takımı kurdu. O gün sakat olan Ali Sami'yi kaleye aldık. Saha çamurlu ve berbattı. Fakat bu mühim maçı, top kalemize bir kere gelmemek üzere, 7-0 gibi açık bir farkla kazandık...
Galatasaray İstanbul şampiyonu olduktan sonra, Türkiye'de ilk defa olarak, yabancı bir takımı, Macarları, Temaşvar Üniversitesi Futbol Takımını davet ettik. Ve yine Türkiye'de ilk defa olarak dışarıya çıktık.Başlarımızda feslerle yaptığımız bu seyahatte önce Bükreş'te Romenleri rahat rahat yendik. Fakat Maceristan'da iki mağlubiyetin yanısıra sadece birberaberlik koparabildik. Hele Peşte'deki son maçımızda 7-1 gibi acı bir mağlubiyete uğradık...
Avdette takımı kuvvetlendirmek için yeniden teşkilatlandırdık. Yine Galatasaray Kulübü Türkiye'de ilk olarak deniz sporlarını, hokey, halat çekme, boks, izcilik, aletli ve aletsiz jimnastiği getirmiş, memlekette ilk idman müsameresini vermiştir. Bu kulübün elemanları da yine ilk defa olarak Türk Futbol Teşkilatını kurmuşlardır.'
Okulumuzun, dolayısiyle Galatasaray Kulübünün futbol tarihçesini en yetkili bir ağızdan dinlerken, biz de o devri yaşar gibi olduk. Muhterem hocamıza mecmuamız adına teşekkür edip ayrılırken, dünkü futbolcularımızın muvaffakiyetini bügünkü arkadaşlarımızın hakkiyle devam ettirdiklerini düşünerek büyük bir haz duyduk.
GALATASARAY FUTBOL (SPOR KULÜBÜNÜN KURULUŞU)
1- Kulübün kurucusu, 1 numaralı üyesi Ali Sami Yen; onbeş günde bir çıkan İdman Mecmuası'nın 15 Mayıs 1329 (1913) tarihli 1'inci sayısında kulübün kuruluş ve kuranları anlatırken memleketimizde ilk türk futbol kulübü olan Galatasaray 03.1321, 1905 teşrinievvelinde (Ekim) Sultanide talebeden Ali Sami Yen'in teşebbüsü ile
* Emin Bülent Serdaoğlu * Asım Sonumut * Bekir Bircan Bey'lerin muavenetleri ile beş on kişilik bir heyet olarak vücut buldu denmektedir...
2- Bekir Bircan hocamız Galatasaray Mecmuasında kendisiyle yapılan röportajda kulübün kuruluşunu anlatırken,
'Bir kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'de Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima farisi hocamız merhum Mecit efendinin dersinde Anfi'de sıraların altında oldu. (burası eskiden Grand Cour'a bakan Büyük anfi olsa gerek, sonradan müdür Ali Teoman tarafından iptal edilerek mutfağın üzerine inşa edilen yeni yerine taşınmıştır.) Bizde başka sınıftan kaçıp oraya geldik.
REİS : ALİ SAMİ YEN
KATİP : EMİN BİLENT SERDAROĞLU
KASADAR : ASIM TEVFİK SONUMUT oldu.
İdareden korkularak Galatasaray ismi verilemiyordu. .....ilk aidatımız olan yüzer parayı topladık..... Gizli toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, kuşdilinde muhallebici Andon'un dükkanı, bugünkü fener stadının karşısında Lezarın kahvesi.
Grand Cour'da futbolla ilgilenenler
425 Mustafa Betri
407 Ali Rana Tarhan
1085 Hasan Fikret
65 Hüseyin Münir
159 Mustafa Hayri
Refik Cevdet idiler.
1908 yılı mezunu 581 Ord. Pr. İsmail Hikmet Ertaylan
Arkadaşlarıyla kurmuş olduğu Tevfik Fikret derneğinin yayın organı Düşünce dergisinin içinde ayrıca forma halinde yayınlanmış bulunan YETMİŞ YILIN MASALI 83- 84- 87'inci sayfalarda, aynı dönemde mektepte bulunan İsmail Hikmet Ertaylan, futbol ile Galatasarayın tanışması ve kulübün kuruluşunu anlattığı yazısındaki isimler şunlardır:
Mısırlı Mehmet Ali, Ali Rauf, Üç Robenson Kardeşler, Kürt Celal (şehit olacak), Sütlaç Bekir (Bekir Hoca, yüzünde çiçek bozuğu izlerini bize hocalık yaparken 1940'ta da taşıyordu), Emin Bülent Serdaroğlu, Küçük Ali (Ali Sami'ye göre küçük olduğundan), Ali Sami Yen, Ayı Nikolof, Sütçü Milo.
Galatasaray kulübü 1903'te kurulmuştu. Devir Abdülhamit'in saltanat sürdüğü Mutlakiyet devri. Kulüpte Mecit efendinin dersinde sıraların altında gizlice kurulmuştu. Galatasaray ismi verilemiyordu. O zaman kurulu ekalliyet ve yabancılardan oluşan, Moda, Kadıköy kulüpleriyle maç yaparken halk tarafından ilk Futbol kulübüne Galatasaray dendi. Merkezi yoktu. Yazılar Galatasaray Lisesi'ne yazılıyor ve Ali Sami Bey'e Secraitaire diye hitap ediliyordu. 3 Mayıs 1909 tarihli yazıda görüldüğü gibi hafta tatili Pazar olduğu için Cuma günü talebenin mektepten çıkamıyacağı bildiriliyordu.
Kulübün kuruluşu 3 teşrin-i evvel 1321 (Ekim 1903).
Lokal; Mektep
Gayri resmi sütçü Andon
Andon, lezarin kahvesi İstiklal Cad. 91
Kalamışta Baux rivages (ev) 1913
Tescil Müze Üsküdar 1321 1903
Tescil Müze Beyoğlu 1329 1911
Tescil Ves*ka İsküdar 1331 1913
Basılı nizamname 1341 1923
Galatasaray 1923'e kadar Mektep takımıdır. Buna rağmen ekte görüldüğü gibi Nizamnamesi mevcuttur. 1903'ten beri aza giriş defter ve kara defterleri tutulmuştu. Yani Galatasaray kulübü hukuken Taazzuvlaşmış yeni müesseseleşmiştir. 1908 hatta 1910 yılına kadar kayıtları Fransızca tutulmakta, yazışmalar Fransızca yapılmaktadır. 1908 yılında ilk defa Şampiyon olmuş, bu nedenle mektep müdürü TEVFİK FİKRET'le şampiyon takım resmi çıkartmıştır.
15.08.1913 tarihli bir yazışmayla zamanın maarif vekili Ahmet Muhtar Bey (Galatasaray mezunu ve cemiyet kurucularından) Galatasaray Sultanisi ile İstanbul Sultanisi arasında kürek yarışı yapılması dileğini bildirir. Ali Sami Bey İngilizlerden birini bulur kürek çekmesini talebe çalışır ve 15.08.1913 pazar günü yarışı ilk Türk Kürekçileri Galatasaylılar kazanır. Kupayı Yusuf İzzeddin Efendinin elinden alırlar. Kupa müzede Galatasaray kulübü bölümünde diğer kupalarla birdir. 1923'e kadar alınan bütün kupalar böyledir.
1923'de Büyük Millet Meclisi hükümetinin yazısında izcilikle ilgisi yönünden buraya konmuştur.
24 Ocak 1914 3. sayılı kararı ile Galatasay kulübü Galatasaray Mezunin-i kadime cemiyeti riyasiyetine bir mektup yazıp iki derneğin aynı yerde kalmasının temini isteniyor, ikinci Reis Yusuf Razi Beyin menfi cevabı üzerine cemiyet reddedince Sosciata Operata İtalina binası cemiyete veriliyor ve kulüp Kalamış'taki kendisine tahsis edilen binaya yerleşiyor. Burayı da 21 Mart 1918'de sahibine bırakıp eşyaları toplayıp mektebe getirip teslim ediyordu. Böylece 1913'te tesis edilen Galatasaray Müzesi asli yeri olan mektebe bir daha çıkmamak üzere dönmüş oluyordu.
Galatasaray futbol kulübü 1903'de kuruluşundan beri geçen senelerde 1908 devrimini görmüş, ardından Harpler başlamıştı. 1913 Balkan, ardından 1914-18 Birinci Cihan harbi ve bunun sonunda işgal. Sonra İstiklal Harbi'nde takımın oyuncuları şehit ya da gazi olmuş, Cumhuriyet kurulmuştu. İlk başlarda Salih Arif'e kadar kulüp bir mektep takımı ve müdürler kulübün hakiki başkanlarıydı. 1923'de Tevhidi Tedrisat ile Kulüp nizamnamesi de neşredilmiş mektep müdürleri kulüp yönetim kurulunun tabii bir üyesi olmuştu.
Yalnız İstanbul'un işgalinde müze eşyaları kulübe teslim edilirken kulüp ve mektep iki ayrı entite olarak düşünülmüştü. 1920'de Ali Sami Yen Türkiye'ye gelmiş, kurulan futbol federasyonunun başına geçmiş ve o zamanda Galatasaray'ın Lozan'a gitmesini fırsat bilerek Türkiye'yi F.İ.F.A'ya üye kaydetmişti.
Bu karışıklıkta bazı yanlışlar yapılması kişiler arasında kırgınlıklar olması pek tabii idi.
Petit Lancy le 23 jeuillet 1921 Au Galata Serai sporting club Monsieur le président et Messieurs la F.İ.F.A vient de nous informer que la Fédération Turque de Football a demandé son admission auprés de la Fédération İnternationale de Football Association et que par consequent celle ci autorisé provioirement les matches que les clubs dèpendents de votre association pourraient conclure avec les clubs des autres Fédérations Nationales affilliés � la F.İ.F.A.
Par conséquant nous autorisons le match que vous avez prévu pour fin août contre le lausanne sports � Lausanne.Nous vous présentons monsieur le président nos salutations les plus distinguées pour le délégué international secrétaire general.
K. Gassmann
Buraya kulübün kurucularını, sonra başkanlarını ve Galatasaray futbolu ve sonradan futbol kulübüne Grand Cour'dan gelenleri yazarak bu kitabı bitirmek istiyorum. Kulübün kurucuları
1- Ali Sami Yen, Başkan
2- Emin Bülent Serdaroğlu, Katip, sonradan futbol kaptanı
3- Asım Tevfik Sonumut, veznedardır.
Bir de Bekir hoca gibi küçük sınıflardan gelip sıra altlarında içmimaya iştirak edenler vardır. Refik Cevdet Kulüp kurulduğunda mektepten mezun olmuştur ve kulübün kuruluşunda bulunması mümkün değildir.
Halen meri olan Tüzük yapılırken Süphi Batur ısrarla kulübün 3 tescil ves*kalarından birinde imzası bulunanların kurucu olarak yazılmasını istiyordu. Halbuki tescil 1913'de kulüp ise 1903'te kurulmuş, şampiyon olmuş, kupaları resimleri, yazışmalar mevcut dedimse de karmaşık bir heyet olan Tüzük tadil komisyonunda olay çıkmasın diye Suphi Batura uyduk sonra Nizamname Kabul Genel Kurullarında ben başkanlık ettim. Böylece kaldı.
Kurucular 3 kişidir. Ali Sami, Emin Bülent, Asım Tevfik Sonumut.
1918'de Ali Sami Müze eşyalarını Mektebe teslim ederken Kulübün de kapanmasını istemiş ve 1918-1920 arası kaybolduğunda Galatasaray Kulübü üyeleri kulübün kapanmasına razı olmamışlar. Refik Cevdet Kalpakçıoğlunu Başkan seçerek köprü altında kahvelerde toplanarak fedakarlıklarla kulübün devamını sağlamışlardır. Bu yönden hizmeti büyüktür. Takdire değerdir, fakat kurucu değildir.
Ülkenin tehlikeye düştüğü durumlarda herkes gibi Galatasaray'lılar da vatan görevine koşarak gitmişler ve bu uğurda şehitler verilmiştir. Bu şehitlerin listesi bugün Galatasaray Lisesi'nde bir gurur anıtı olarak yer almaktadır. Galatasaray Kulübü'nün merkez binasının bulunduğu sokağa adını veren Hasnun Galip 1915 yılında Çanakkale'de şehit düşmüştür. Galatasaray'ın ilk şampiyon takımlarında yer alan Kürt Celal ile A.Robenson 1917 yılında Irak Cephesin'de şehit olmuşlardı. 1916 yılında Çanakkale'de şehit olan Neş'et ile İdris'i de sporcu şehitlerin en ünlüleri olarak sayabiliriz.
�BEDELİ ÇANAKKALE�DE�
MEHMET MUZAFFERİN ANISINA...
İsmi Osmanlı İmparatorlu devrinde �Mekteb-i Sultani� olan ve Cumhuriyetle birlikte �Galatasaray Lisesi�ne çevrilen bu okulun öğrenci ve mezunları Trablusgarp İtalyan Harbi ( 1911), Birinci Balkan Harbi (1912), İkinci Balkan Harbi( 1913), Birinci Cihan Harbi(1914), İstiklal Savaşı ( 1921), Kıbrıs Barış Harekatı( 1974), gibi savaşlara katılarak 45 şehit vermişler 150 kadarı da gazi olmuştur.
Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi( 1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli( tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden � maksureli� ettiği gibi , Balkan Harbi sırasında mer�i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır. bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta içlerinden Irak Cephesi�nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve � 1 Numaralı Gönüllü� yazılmak şerefini elde emiştir.
Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini ( Mehmet Muzaffer�in Destanını ) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor:
**** Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer �zabit namzedi� olarak Çanakkale�de idi. ( Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale� de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz �ı aşamayacaklarını anlamışlar , 1915�in son haftasıyla 1916�nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.
Muzaffer Çanakkale�ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada�da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan �ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar � hiç mesabesindeydi.� Çanakkale�de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay �ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul�dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunları kaybedilecek vakit vardı. Her şey �itimat� ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mübayaasına onu memur etti. İcabeden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti�ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.
O yıllarda İstanbul�da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı,uğraştı,nihayet Karaköy� de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye�ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı b,r kaymakam Yarbay �ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazırol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,�Ne alınacak� dedi. � Oto kamyon lastiği� cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer�e dik dik baktı :
� bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git ,insanı günaha sokma para mara yok!...
Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti�nin ( bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay �ın ihtiyacı vardı. Elindeki( Almanların verdiği) iki Mercedes Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazımdı...
Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı�na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.
Doğru tüccar Yahudi� nin yanına gitti:
� Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip malları alamam . gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale�ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin...�
Tüccar �peki� dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti.
�Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler�
yahudi yine �peki� dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi�nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci �ye yollandı. Malzeme şat�a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.
Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası�na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.
Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: � Bedeli Dersaadet�te altın olarak tesviye olunacaktır.�Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:
� Bedeli Çanakkale �de altın olarak tesviye olunacaktır.�
Onun burada altın dediği Çanakkale�de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.
Sahte paraya gelince...
Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul�da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi �nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Ülkenin tehlikeye düştüğü durumlarda herkes gibi Galatasaray'lılar da vatan görevine koşarak gitmişler ve bu uğurda şehitler verilmiştir. Bu şehitlerin listesi bugün Galatasaray Lisesi'nde bir gurur anıtı olarak yer almaktadır. Galatasaray Kulübü'nün merkez binasının bulunduğu sokağa adını veren Hasnun Galip 1915 yılında Çanakkale'de şehit düşmüştür. Galatasaray'ın ilk şampiyon takımlarında yer alan Kürt Celal ile A.Robenson 1917 yılında Irak Cephesin'de şehit olmuşlardı. 1916 yılında Çanakkale'de şehit olan Neş'et ile İdris'i de sporcu şehitlerin en ünlüleri olarak sayabiliriz.
�BEDELİ ÇANAKKALE�DE�
MEHMET MUZAFFERİN ANISINA...
İsmi Osmanlı İmparatorlu devrinde �Mekteb-i Sultani� olan ve Cumhuriyetle birlikte �Galatasaray Lisesi�ne çevrilen bu okulun öğrenci ve mezunları Trablusgarp İtalyan Harbi ( 1911), Birinci Balkan Harbi (1912), İkinci Balkan Harbi( 1913), Birinci Cihan Harbi(1914), İstiklal Savaşı ( 1921), Kıbrıs Barış Harekatı( 1974), gibi savaşlara katılarak 45 şehit vermişler 150 kadarı da gazi olmuştur.
Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi( 1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli( tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden � maksureli� ettiği gibi , Balkan Harbi sırasında mer�i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır. bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta içlerinden Irak Cephesi�nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve � 1 Numaralı Gönüllü� yazılmak şerefini elde emiştir.
Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini ( Mehmet Muzaffer�in Destanını ) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor:
**** Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer �zabit namzedi� olarak Çanakkale�de idi. ( Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale� de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz �ı aşamayacaklarını anlamışlar , 1915�in son haftasıyla 1916�nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.
Muzaffer Çanakkale�ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada�da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan �ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar � hiç mesabesindeydi.� Çanakkale�de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay �ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul�dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunları kaybedilecek vakit vardı. Her şey �itimat� ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mübayaasına onu memur etti. İcabeden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti�ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.
O yıllarda İstanbul�da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı,uğraştı,nihayet Karaköy� de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye�ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı b,r kaymakam Yarbay �ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazırol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,�Ne alınacak� dedi. � Oto kamyon lastiği� cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer�e dik dik baktı :
� bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git ,insanı günaha sokma para mara yok!...
Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti�nin ( bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay �ın ihtiyacı vardı. Elindeki( Almanların verdiği) iki Mercedes Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazımdı...
Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı�na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.
Doğru tüccar Yahudi� nin yanına gitti:
� Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip malları alamam . gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale�ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin...�
Tüccar �peki� dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti.
�Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler�
yahudi yine �peki� dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi�nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci �ye yollandı. Malzeme şat�a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.
Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası�na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.
Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: � Bedeli Dersaadet�te altın olarak tesviye olunacaktır.�Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:
� Bedeli Çanakkale �de altın olarak tesviye olunacaktır.�
Onun burada altın dediği Çanakkale�de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.
Sahte paraya gelince...
Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul�da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi �nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.
Alıntıları Göster
ATATÜRK VE GALATASARAY
"İstanbul Türk İzcileri Ocağı Riyaseti'ne, Vatana yüksek seciyeli ve metin ruhlu gençler yetiştirmesini temenni eylediğim İstanbul İzciler Ocağı'nın Başbuğluk teklifini büyük hıss-i iftiharla kabul ediyorum.Genç arkadaşlarıma teşekkür ve selamlarımın tebliğini rica ederim efendim."
Türkiye Büyük Millet Meclisi Resisi Başkumandan MUSTAFA KEMAL
Bu telgraftan bir yıl sonra 1923 sonlarında Başbuğları Atatürk'ü Ankara'da görmeye giden İstanbul İzcileri ile ilgili olan anıyı şu belgelerden öğrenmekteyiz:
Spor Alemi Dergisinin 9 Ağustos 1339 (1923) günü yayınlanan 44/106 sayısının 12.sayfasında :
"Yüksek bir tarihe, kıymetli bir varlığa malik olan Galatasaray Keşşaflığı yeniden geniş bir faaliyet sahasına atılmıştır. Yeni teşkilatta Oymak Beyi olan Adnan (Akıska) Bey'e, muavinine ve bilahhassa gayyur arkadaşlarına muvaffakiyet temenni ederiz."
Galatasaray Spor Kulübünün 75.yılı için kurulan Komite'nin Başkanı Adnan Akıska ile 1975 yılının başlarında hazırlığına başladığımız Galatasaray Spor Kulübü Tarihi için yaptığımız incelemeler sonucunda yukarıdaki bilgiyi okuduğumuzda,rahmetlinin gözleri dolmuş ve heyecenlanmıştı.
Spor Aleminin bir sonraki 21 Ağustos 1339(1923) günü çıkan 45/107 sayısının kapağındaki resmi ve 4. sayısındaki,derginin sahibi Çelebi Zade Sait Tevfik imzalı 'Şehir keşşaflarının Ankara'ya Seyahatları' başlığı altındaki yazısını bana göstererek şöyle söylemişti:
"O gün hala gözlerimin önündedir.Galatasaray Oymak beyi olarak Atatürk'ün elini öpmemi hiç unutmayacağım.Heyecandan tir tir titriyordum. -Nasılsın diye sorduğunu ve bir hayal alemi içinde : -Teşekkür ederim Paşam,diye cevaplandırdığımı hatırlıyabiliyorum."
Not: Yukarıdaki bölüm , Haluk San'ın "Belgeleri ile Türk Spor Tarihinde Atatürk " adlı kitabından alınmıştır.
ATATÜRK HARF DEVRİMİNDEN SONRA İLK İMZALI VE RESMİ YAZISINI GALATASARAY KULÜBÜNE GÖNDERDİ... Yıl 1928 ,4 Eylül günü 'Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti kalemi Mahsus Müdüriyeti' başlıklı ve 'Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal ' imzalı 4/444 sayılı,ilk kez Latin harfli daktilo makinasıyla yazılmış bir mektup 'GalatasarayTerbiyeyi Bedenniyye Kulübü Reisi ve Sivas Mebusu Necmettin Sadık bey efendiye " geliyordu.
Üç yıldan beri üstüste hiç yenilmeden İstanbul Amatör Futbol Ligi Şampiyonu olan Galatasaray Futbol Takımı ,1928 yılı Ağustos ayının 31'inde , o zaman ki adı 'Tayyare Cemiyeti' olan bugünkü 'Hava Kurumu' tarafından ortaya konulan 'GAZİ BÜSTÜ' için karşılaştığı ezeli rakibi Fenerbahçe'yi : Ulvi Yenal , Mehmet nazif Gerçin , Burhan Atak,Suphi Batur , Nihat Bekdik , Mithat Ertuğ,Mehmet Leblebi , Şadlı Alioğlu , Necdet Büyük,Kemal Faruki ve Muslih Peykoğlu'dan kurulu onbiri ile 4-0 yenmişlerdi.
O günlerde Galatasaray Kulübü başkanı bulunan Sivas Milletvekili ve o zamanların günlük gazetelerinden biri olan 'Akşam'ın sahiplerinden Necmettin Sadık(Sadak) sonradan 'Atatürk' diye anılacak Cumhurbaşkanına THK'ca ortaya konulan büstlerini kazanmaktan dolayı büyük kıvanç ve onur duyduklarını Türkiye'nin en büyük spor müzesindeki şeref köşesinde bu armağanı saklayacaklarını,tüm galatasaraylılıların 'Gazi Mustafa Kemal Paşa' hazretlerine duydukları sonsuz sevgi ve saygılarını,daima emirlerine amade olduklarını 1 Eylül 1928 günü bir mektupla arz etmişti.
Atatürk,en büyük devrimlerinden biri olan 'Yeni Türk Alfabesi'nin kabul edildiğini,9 Ağustos gecesi Sarayburnunda verilen bir yemekte ilan etmişti. İşte Mustafa Kemal'in yeni Türk alfabesinin kabul edildiğini bildirmesinden tan 26 gün sonra Latinharfli bir daktilo ile Atatürk tarafından yazdırılarak, Cumhurbaşkanı sıfatıyla imzaladığı ilk resmi yazı Galatasaray'a yazılmıştır... Mektupta aynen şöyel yazmaktadır :
"Mektubunuzu aldım.Türk gençliğinin spor sahasında da gösterdiği kabiliyet ve faideli faaliyeti takdir-le müşahede ve takip ediyorum. Hakkımda ibraz buyurlan asar-ı muhabbetten mütehassıs oldum.Teşekkür ederim efendim." Resi-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal
Bu arada 16 Eylül 1928 Pazar günü yayınlanana 2566 sayılı Akşam gazetesinin 3.sayfasında "Gazi Hazretlerini Teşyi" başlığı altında şu haber çıkmaktadır : "Galatasaray denizcileri dün İstanbul'u terkeden Gazi Paşa hazretlerini Yeniköy açıklarında üç çifte futa ile muazzam bir suretle selamlamışlar,Paşa Hazretleri uzun müddet mendil sallamak sureti ile Galatasaray denizcilerine iltifat etmişlerdir."
Yıl 1930 Atatürk Galatasaray Lisesine ilk kez 2 Aralık Salı günü şeref vermişlerdi.Yanlarında Büyükelçilerimizden Galatasaray Kulübünün 12 numaralı üyesi Ruşen Eşref Ünaydın,Galatasaray Lisesinde okumuş olan o zamanın Dahiliye vekili Şükrü Kaya , Kılıç Ali Paşa , ile birlikte Okul Müdürü Fethi İsfendiyaroğlu'nun öncülüğünde gezmişlerdi.
Bu konuda 'GSL 1868-1968' adlı kitabın 96.sayfasında ,o zamanlar Lise Müdürü ve iki yıl sonra da Kulüp Başkanı olan Fethi İsfendiyaroğlu 'nun 8.12.1930 tarihli "Reisicumhur Hazretlerinin Mektebimizi ziyaretleri hakkında rapor'dan : 'Derslerden sonra mektebin hertarafını,bilhassa müzelerimizi ve konferans salonunu gezdiler.Ve hatıra defterlerini imzaları ile tezyin buyurdular." Galatasaray'da spor, herzman okul ile kulübün içiçe olmalarıyla gelişmiş ve başarıya ulaşmıştır.Çeşitli branşlarda kazanılan kupalar , Galatasaray Liseisndeki muhteşem müzede muhafaza altına alınmıştır.Bu müzede Türk Spor Tarihinin en önemli belgeleri bulunmaktadır.
İşte bu müzeyi, Galatasaray Liseli, kulübün ilk üyelerinden Büyükelçi Ruşen Eşref Ünaydın'dan bilgi edinerek gezen armağan ve belgeleri birer birer inceleyen ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa kemal paşa şeref köşesinde duran büstü ile harf devrimini yaptığının ayına varmadan yazdırıp imzaladığı mektubunu görünce ,Ruşen Eşref'e dönerek : "- Bu kıymetlli müzeye fotografım lazım,imzalayıp vereyim" demiş.
12 gün sonra bir yaveri aracılığı ile göndediği boyların ayakın olan fotograflarının üzerine Büyük Önder,okul ve kulüp gözetmeksizin büyük bir incelik göstererek şunları yazarak yazarak imazalamışlardır: "14.XII.1930 GALATA SARAYA - GAZİ M. KEMAL"
Yurdumuzda hatta dünyada bir eşi daha bulunmayan Galatasaray Müzesi ve Arşivinin şeref köşesinde asılı duran bu çokkıymetli fotgrafı ile birlikte Atatürk'ün içtiği kahve fincanı telvesi ile su bardağı,imzaladığı hatıra defterleri ve 4.9.1928 günü ilk latin hafleriyle yazdığı ve imzaladığı tarihi mektubu vitrinli bir dolapta muhafaza edilmektedir.
Atatürk ikinci kez Galatasaray Lisesine 6 Temmuz 1933 tarihinde şeref vermişlerdir.Yanlarında o günlerde TBMM ve Galatasaray Spor Kulübü Hami Başkanı Kazım Özalp Paşa ile eski bir Galatasaraylı o zamanki Maarif Vekili Hikmet Bayur ve Prof.Afet İnan ile okul Müdürü Tevfik Arat olduğu halde yine müzeyi gezerek fotgraflarının asılmış olduğunu görerek memnuniyetlerini bildirmişlerdi.
ATATÜRK' E MEKTUP ( 'Galatasaray'dan Atatürk'e ' adlı kitaptan )
Aziz Atam ; Bu mektubu,üç kez onurlandırdığın 500 yıllık Galatasaray Lisesi'nin müdürü olarak yazıyorum.Okulumuzu ilk ziyaret ettiğin 2 Aralık tarihini kuruluş günümüz olarak kabul ettik ve 500.yılımızı 100.doğum yılınla birlikte kutladık. Lisemizin Anma ve Kutlama Komitesinde görevli öğrencilerimiz,bu küçük kitabı,100 yaşına giren ATA'larına minnet,şükran ve bağlılıklarını sunmak için hazırladır.
Bu kitapçığı düzenleyen gençler,senin 100.doğum yılında ölümünü anmsamadılar.Çünkü senin ölmezliğine,sensiz bir Türkiye,bir Türk Ulusu düşünülemeyeceğine ; bu ülkede bağımsızlık,egemenlik özgürlük ve uygarlığn seninle başladığına , ulusumuzun senin ilkelerin ve devrimlerinle çağdaşlaştığına kesnlikle inandılar.Baştanbaşa işgal edilmiş Yurudmuzda hiçbir kurtuluş umudu kalmayan yüce ulusumuzun nasıl kurtarıldığını,ortaçağ karanlığından bugünkü aydınlığına hangi aşamalardan geçilerek ulaşıldığını anladılar.100 yaşına girdiğin 1981'de ,yurt çapında Ulusal değerin bütün yönleriyle işlenirken;tüm dünyada, özellikle dost ülkelerde ve uluslararası kuruluşlarda da gösterilen çok çeşitli etkinliklerle senin evrensel değerinin bir kez daha en belirgin boyutlarıyla ortaya koyulduğunu izlediler.Senin sadece bu yüzyılın en büyük dehası değil,gelmiş-geçmiş bütün çağların ve dünya tarihinin örnek önderi olduğunu, yüzyıllarca uyutulan Asya ve Afrika 'nın senin damganı taşıyan Türk Devrimi ile uyanmaya başladığını ,mazlum ülkelerin bağımsızlık savaşı bayrağında senin dalgalandığını öğrendiler.
Ve öğrendiler ki, gidilecek yol yalnız senin yolun,konuşulacak dil senin dilin,tutulacak el senin elin...Sen ölümsüz,sen en büyüksün;sen en gerçek,sen tek,sen Tarı'nın alnından öptüğü insan , sen ATA-TÜRK'sün... Seninle yaşayacaklarına ve seni yaşatacaklarına,namusları ,onurları,Yrudumuz ve Ulusumuzun kutsallığpı üzerine and içtiler. Müsterih ol Atam !
M.ŞÜKRÜ SARI
GALATASARAYLIYIZ, ÇÜNKÜ... "Garp iştiyakı,fikre açık bir ufuk...ve sen Şarkın bu ufka ilk açılan bir dericesi"
Tevfik Fikret 'in seslenişi, geçmişten geleceğe uzanan bir esinti.Yenileşme çabasının,daha iyi ve daha güzele varmanın derin istemini de taşıyor.İşte o düşünüş,Atatürk'ün "Ben inklaplarımı Fikret'in şiirlerinden aldığım ilham ile yaptım" demesine yol açmıştır.
İleriye ve aydınlığa yönelik bir yürüyüşün öncüsüdür Tevfik Fikret.Ali Vecdi Bingöl, 'Atatürk ve Tevfik Fikret' adlı şiirinde çifte bağdaşmayı dile getirir:
Prof.Hüseyin Celasun, Galatasaray'ın Türkiye'ye katkıları adlı yazısında Atatürk'ün Galatasaray'a verdiği önemi yalın bir biçimde ortaya koymaktadır. "Atatürk'ün şapka devrimini başlattığı sırada , ilk olarak kasket giydirmek üzere Galatasaray Lisesi öğrencilerini seçmiş bulunması da çok anlamlıdır."
UNUTAMAYACAĞIM ANI Gazi okulumuzu ziyaret ettiğinde ben,o zamanki ismi le Galatasaray Sultanisi'nin 16-17 yaşlarında bir öğrencisiydim. Latin harflerine döneli henüz 4-5 yıl olmuştu.Öğretimimizde Fransızca esas olduğundan Türkçe dışında kalan derslerimizn ekserisi Fransızca olarak yürütülüyordu.Birgüğn Atatürk'ünokulu ziyaret edecekleri haberi geldi.Kendisni görmeyi çook istiyordum. Hocalarımız çok kkıymetli kimseler olup,talebeyi hazırlamasını iyi biliyor ve geçmiş dersleri kısaca özetleyerek yeni konuya bağlantı yapıyorlardı.
Nihayet Gazi Mustafa Kemal'in okulumuzu şereflendirmek üzere oldukları haberi geldi.Bütün öğrenciler, büyük bir heycan ve coşku içinde vatanımızı kurtaran, Cumhuriyetimizn kurucusu, bu büyük ve yüce insanı karşılamak üzere okulun bahçesini doldurdular.O sırada resimler çekiliyordu.Bu resimlerde büyük bir şans eseri kendilerine yakın bir yerde ben de bulunmuştum.Ona resimlerde de olsa yakın olmak,O'nu yakındangörmek benim için anıların en büyüğüdür.Hepimizle ayrı ayrı ilgilendi , konuştu;
"Türk gençleri; Cumhuriyeti biz kurduk sizler koruyup yücelteceksiniz ve yaşatacaksınız" dedi.
O'nu gördükten sonra TÜRK olduğumla daha çok övündüm.Ona olan sevgi ve saygım hergeçen gün daha da arttı.Bizlere bakan o mavi çelik gözleri ile O büyük TÜRK,o günkü gibi aklımdadır.
SELAHATTİN BUDA
BAHTİYAR ADAM Herkes ölür. Bu, her çakılan tabutun bize hatırlattığı müthiş ve şaşmaz bir tabiat kanunudur.Ve ölürken herkesin gözü arkada kalır.Bu herkese mukadder bir hasrettir.Atatürk de herkes gibi öldü;fakat herkesten ayrı olarak ,gözü arkada kalmadanöldü.Kalbi TÜRK olmak gururu ile çarpan,milletini kendi eli ile karanlıktan aydınlığa çeken ,başında istiklal rüzgarı estiren,ona hürriyet balını tattıran,memleketin bünyesine uygun,güzel bir reejim hediye eden ,onu güneşlerin at oynattığı medeniyet şosesinin başına getirip bırakan bir adam,öldüğü zaman,gözü arkada kalır mı hiç ?
Dün Atatürk'ün kutsi naaşı Ankara'ya ebedi metfenine götürürlürken, caddeleri, pencereleri, damları dolduran ve bakışları mahzun,mendilleri ıslak yüzbinlerce Türkün vakur ve ulvi manzarası karşısında bir insan için, milletin kalbinde yer etmekten daha büyük bahtiyarlık olamayacağını gözlerim yaşararak bir kez daha anladım.
Atatürk bahtiyar adamdır.
20.Kasım.1938 Cahit Sıtkı TARANCI ( 1106 numaralı, Galatasaray Lisesi 1931 mezunu)
ATATÜRK FENERBAHÇELİ(Mİ)YDİ..?
Bu konuda Spor Yazarı Ahmet Çakır ağabeyimiz "93 Soruda Galatasaray Tarihi" isimli kitabında şöyle yazıyor; " Evet Gazi Mustafa Kemal 14.12.1930 tarihinde Galatasaray Lisesi ve Müzesini gezmiştir.Burada ' Galata Saray'a ' diye yazıp imzaladığı bir fotoğrafını da sarı kırmızılılara armağan etmiştir.Bu fotoğrafın büyütülmüş bir kopyası Lise Müdürünün odasında asılıdır...
Bu konu, sevgili ülkemizdeki pekçok benzeri olaydaki gibi kısa sürede hem gülünç , hem de acıklı bir oyuna çevrildi.
En büyük tartışma da Atatürk'ün Fenerbahçeli mi, yoksa Bes*ktaşlı mı olduğu noktasında çıktı... Bugüne kadar Atatürk Fenerbahçeli olarak biliniyordu.Ancak Fenerbahçeli araştırmacı-yazar Ergun Hiçyılmaz "Hayır Atatürk Beşiktaşlı idi" deyince ortalık karıştı.
Hiçyılmaz'ın gösterdiği kanıt, pek yabana atılacak gibi değildi.Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesinde Anadolu'ya geçmeden Akaretler'de Beşiktaş Kulubünün yanında bir evde oturan Gazi Mustafa Kemal buradan Beşiktaşlı futbolcuların çalışmalarını izleyip onlara sempati gösterdiği yolundaki açıklama kolay reddedilebilecek bir değerlendirme sayılamazdı.
Bunun üzerine Fenerbahçe camiası ayağa kalktı.Tv programlarında ve gazetelerde olay tartışıldı. Atatürk'ün Fenerbahçeli olduğuna ilişkin belgeler ve kanıtlar ortaya konuldu.Dahası sarı-lacivertli camianın sonuna kadar bu işin takipçisi olacağı bildirildi. Sonuçta Atatürk'ün % 75 Fenerbahçeli, %25 Beşiktaşlı sayılabileceği gibi bir uzlaşmaya varılmış oldu. Böylece Atamız, iki ezeli rakibimiz tarafından paylaşıldığı için Galatasaray'a imzalı fotoğrafından başka bir şey kalmadı..."
Ahmet ağabey son paragrafında böyle yazıyor ama sadece imzalı resim değil, 04.09.1928 tarihinde Ataürk'ümüzün "Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulubü Reisi ve Sivas Meb'usu Necmeddin Sadık bey efendiye " (belgede aynı böyle yazılıdır...) yazmış olduğu bir de mektup vardır...
Ve bu mektubun en önemli özelliklerinden birisi de 'Yeni Türk Alfabe"sinin kabulünden sadece 26 gün sonra yazılmış olmasıdır.Atamızın bu yazısı müzemizin en mutena köelerinden birini süslemektedir. Kuşkusuz Ahmet abi bunu unutmuş değildir ama gerginliği ! daha fazla artırmamak için bunu gündeme getirmediğini düşünebiliriz...
Unutmadan bir hatırlatma yapayım , Atamızın yazmış olduğu bu takdir ve teşekkür içeren mektubu Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi 4-0 yenrek kazandığı "Gazi Büstü Kupası" maçından sonra gönderilmiştir. Galatasaray'ın ünlü yöneticilerinden ve Atatürk'ün en yakın arkadaşlarından Salih Bozok'un oğlu Muzaffer Bozok ile yaptığım röportajda, Sayın Bozok bir anısını anlatmıştı ; "Bir gün Bülent, Gündüz, ben ve birkaç arkadaşımız Florya'ya eğlenmeye gitmiştik. Dönüşte yolda biraz gürültü yapmıştık.Tam o sırada köşeden Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, ki yanında babam ve Gündüz'ün babası Kılıç Ali Paşa da vardı , göründüler... Mustafa Kemal babama dönerek "Kim bu gürültü yapanlar ? " diye sormuş. Babam ise biraz sıkılırak "bizim çocuklar Paşam" demiş. Bunun üzerine Ulu Önderimiz " Haa desenize bizim kulübün çocukları " diye cevap vermiş...
Bilmiyorum bu anı Ulu Önderimizin hangi kulubümüzün sempatizanı olduğuna dair bir delilmidir..? Ancak en büyük gerçek şudur ki; Atatürk tüm Türklerin Atasıdır... Güneş Kulübünü de tutsa, Fenerbahçeli de olsa, Beşiktaş'ı da sevse, bizim için farketmiyor... Çünkü O, dünya döndükçe bizim GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ümüzdür.
Laf aramızda, Atatürk ile ilgili resimlerin en güzellerinden birisi de Ata'mızın bir kayık içerisinde kürek çekerken resmedilen fotografıdır.. Atatürk'ün küreklerine asıldığı kayık, Galatasaray Spor Kulübünün yarışlarda kullandığı yani Galatasaray'ın malı olan FUTA denilen bir kayıktır. Tarih 29 Haziran 1935... Aslında belgeler bunlarla da bitmiyor; Miralay Mustafa Kemal' in "Galatasaray Keşşaflarının Başbuğu "olma durumunu kim nasıl izah edebilir acaba ?
Lütfen okuyunuz ; Yüzyılın başında 'Keşşaflık' da denilen İzcilik örgütleri de çok kurulmuştur.Bu çalışmalar, önce Edirne Muallim Mektebi ile Galatasaray ve İstanbul Sultanisinde başlamıştır.Ancak Balkan Savaşı bu ilgiyi dağıtmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün Galatasaraylılar'ın kurduğu 'Keşşaf ' örgütünün 'Reisi' olması Galatasaraylılar için unutulmaz bir hadisedir...
Şöyleki ; Atatürk'ün Galatasaray'a olan aşinalığı bilinenden daha öncelere dayanıyordu.1915-16 yıllarında Osmanlı Güç Dernekleri ,İzci Dernekleri , ardından da Genç Dernekleri Müfettiş-i Umumisi Miralay Mustafa Kemal ,1914 yılında Türkiye'de ilk defa kurulan Galatasaray Keşşaflarının (İzci) BAŞBUĞU olmuş 1923'te Cumhuriyet'in ilanında oymak beyi Adnan Akıska ,Galatasaraylı keşşaflarla Atatürk'ün huzurunda bulunmuştu.(Biri fotografı mevcuttur)
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
ATATÜRK VE GALATASARAY
"İstanbul Türk İzcileri Ocağı Riyaseti'ne, Vatana yüksek seciyeli ve metin ruhlu gençler yetiştirmesini temenni eylediğim İstanbul İzciler Ocağı'nın Başbuğluk teklifini büyük hıss-i iftiharla kabul ediyorum.Genç arkadaşlarıma teşekkür ve selamlarımın tebliğini rica ederim efendim."
Türkiye Büyük Millet Meclisi Resisi Başkumandan MUSTAFA KEMAL
Bu telgraftan bir yıl sonra 1923 sonlarında Başbuğları Atatürk'ü Ankara'da görmeye giden İstanbul İzcileri ile ilgili olan anıyı şu belgelerden öğrenmekteyiz:
Spor Alemi Dergisinin 9 Ağustos 1339 (1923) günü yayınlanan 44/106 sayısının 12.sayfasında :
"Yüksek bir tarihe, kıymetli bir varlığa malik olan Galatasaray Keşşaflığı yeniden geniş bir faaliyet sahasına atılmıştır. Yeni teşkilatta Oymak Beyi olan Adnan (Akıska) Bey'e, muavinine ve bilahhassa gayyur arkadaşlarına muvaffakiyet temenni ederiz."
Galatasaray Spor Kulübünün 75.yılı için kurulan Komite'nin Başkanı Adnan Akıska ile 1975 yılının başlarında hazırlığına başladığımız Galatasaray Spor Kulübü Tarihi için yaptığımız incelemeler sonucunda yukarıdaki bilgiyi okuduğumuzda,rahmetlinin gözleri dolmuş ve heyecenlanmıştı.
Spor Aleminin bir sonraki 21 Ağustos 1339(1923) günü çıkan 45/107 sayısının kapağındaki resmi ve 4. sayısındaki,derginin sahibi Çelebi Zade Sait Tevfik imzalı 'Şehir keşşaflarının Ankara'ya Seyahatları' başlığı altındaki yazısını bana göstererek şöyle söylemişti:
"O gün hala gözlerimin önündedir.Galatasaray Oymak beyi olarak Atatürk'ün elini öpmemi hiç unutmayacağım.Heyecandan tir tir titriyordum. -Nasılsın diye sorduğunu ve bir hayal alemi içinde : -Teşekkür ederim Paşam,diye cevaplandırdığımı hatırlıyabiliyorum."
Not: Yukarıdaki bölüm , Haluk San'ın "Belgeleri ile Türk Spor Tarihinde Atatürk " adlı kitabından alınmıştır.
ATATÜRK HARF DEVRİMİNDEN SONRA İLK İMZALI VE RESMİ YAZISINI GALATASARAY KULÜBÜNE GÖNDERDİ... Yıl 1928 ,4 Eylül günü 'Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti kalemi Mahsus Müdüriyeti' başlıklı ve 'Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal ' imzalı 4/444 sayılı,ilk kez Latin harfli daktilo makinasıyla yazılmış bir mektup 'GalatasarayTerbiyeyi Bedenniyye Kulübü Reisi ve Sivas Mebusu Necmettin Sadık bey efendiye " geliyordu.
Üç yıldan beri üstüste hiç yenilmeden İstanbul Amatör Futbol Ligi Şampiyonu olan Galatasaray Futbol Takımı ,1928 yılı Ağustos ayının 31'inde , o zaman ki adı 'Tayyare Cemiyeti' olan bugünkü 'Hava Kurumu' tarafından ortaya konulan 'GAZİ BÜSTÜ' için karşılaştığı ezeli rakibi Fenerbahçe'yi : Ulvi Yenal , Mehmet nazif Gerçin , Burhan Atak,Suphi Batur , Nihat Bekdik , Mithat Ertuğ,Mehmet Leblebi , Şadlı Alioğlu , Necdet Büyük,Kemal Faruki ve Muslih Peykoğlu'dan kurulu onbiri ile 4-0 yenmişlerdi.
O günlerde Galatasaray Kulübü başkanı bulunan Sivas Milletvekili ve o zamanların günlük gazetelerinden biri olan 'Akşam'ın sahiplerinden Necmettin Sadık(Sadak) sonradan 'Atatürk' diye anılacak Cumhurbaşkanına THK'ca ortaya konulan büstlerini kazanmaktan dolayı büyük kıvanç ve onur duyduklarını Türkiye'nin en büyük spor müzesindeki şeref köşesinde bu armağanı saklayacaklarını,tüm galatasaraylılıların 'Gazi Mustafa Kemal Paşa' hazretlerine duydukları sonsuz sevgi ve saygılarını,daima emirlerine amade olduklarını 1 Eylül 1928 günü bir mektupla arz etmişti.
Atatürk,en büyük devrimlerinden biri olan 'Yeni Türk Alfabesi'nin kabul edildiğini,9 Ağustos gecesi Sarayburnunda verilen bir yemekte ilan etmişti. İşte Mustafa Kemal'in yeni Türk alfabesinin kabul edildiğini bildirmesinden tan 26 gün sonra Latinharfli bir daktilo ile Atatürk tarafından yazdırılarak, Cumhurbaşkanı sıfatıyla imzaladığı ilk resmi yazı Galatasaray'a yazılmıştır... Mektupta aynen şöyel yazmaktadır :
"Mektubunuzu aldım.Türk gençliğinin spor sahasında da gösterdiği kabiliyet ve faideli faaliyeti takdir-le müşahede ve takip ediyorum. Hakkımda ibraz buyurlan asar-ı muhabbetten mütehassıs oldum.Teşekkür ederim efendim." Resi-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal
Bu arada 16 Eylül 1928 Pazar günü yayınlanana 2566 sayılı Akşam gazetesinin 3.sayfasında "Gazi Hazretlerini Teşyi" başlığı altında şu haber çıkmaktadır : "Galatasaray denizcileri dün İstanbul'u terkeden Gazi Paşa hazretlerini Yeniköy açıklarında üç çifte futa ile muazzam bir suretle selamlamışlar,Paşa Hazretleri uzun müddet mendil sallamak sureti ile Galatasaray denizcilerine iltifat etmişlerdir."
Yıl 1930 Atatürk Galatasaray Lisesine ilk kez 2 Aralık Salı günü şeref vermişlerdi.Yanlarında Büyükelçilerimizden Galatasaray Kulübünün 12 numaralı üyesi Ruşen Eşref Ünaydın,Galatasaray Lisesinde okumuş olan o zamanın Dahiliye vekili Şükrü Kaya , Kılıç Ali Paşa , ile birlikte Okul Müdürü Fethi İsfendiyaroğlu'nun öncülüğünde gezmişlerdi.
Bu konuda 'GSL 1868-1968' adlı kitabın 96.sayfasında ,o zamanlar Lise Müdürü ve iki yıl sonra da Kulüp Başkanı olan Fethi İsfendiyaroğlu 'nun 8.12.1930 tarihli "Reisicumhur Hazretlerinin Mektebimizi ziyaretleri hakkında rapor'dan : 'Derslerden sonra mektebin hertarafını,bilhassa müzelerimizi ve konferans salonunu gezdiler.Ve hatıra defterlerini imzaları ile tezyin buyurdular." Galatasaray'da spor, herzman okul ile kulübün içiçe olmalarıyla gelişmiş ve başarıya ulaşmıştır.Çeşitli branşlarda kazanılan kupalar , Galatasaray Liseisndeki muhteşem müzede muhafaza altına alınmıştır.Bu müzede Türk Spor Tarihinin en önemli belgeleri bulunmaktadır.
İşte bu müzeyi, Galatasaray Liseli, kulübün ilk üyelerinden Büyükelçi Ruşen Eşref Ünaydın'dan bilgi edinerek gezen armağan ve belgeleri birer birer inceleyen ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa kemal paşa şeref köşesinde duran büstü ile harf devrimini yaptığının ayına varmadan yazdırıp imzaladığı mektubunu görünce ,Ruşen Eşref'e dönerek : "- Bu kıymetlli müzeye fotografım lazım,imzalayıp vereyim" demiş.
12 gün sonra bir yaveri aracılığı ile göndediği boyların ayakın olan fotograflarının üzerine Büyük Önder,okul ve kulüp gözetmeksizin büyük bir incelik göstererek şunları yazarak yazarak imazalamışlardır: "14.XII.1930 GALATA SARAYA - GAZİ M. KEMAL"
Yurdumuzda hatta dünyada bir eşi daha bulunmayan Galatasaray Müzesi ve Arşivinin şeref köşesinde asılı duran bu çokkıymetli fotgrafı ile birlikte Atatürk'ün içtiği kahve fincanı telvesi ile su bardağı,imzaladığı hatıra defterleri ve 4.9.1928 günü ilk latin hafleriyle yazdığı ve imzaladığı tarihi mektubu vitrinli bir dolapta muhafaza edilmektedir.
Atatürk ikinci kez Galatasaray Lisesine 6 Temmuz 1933 tarihinde şeref vermişlerdir.Yanlarında o günlerde TBMM ve Galatasaray Spor Kulübü Hami Başkanı Kazım Özalp Paşa ile eski bir Galatasaraylı o zamanki Maarif Vekili Hikmet Bayur ve Prof.Afet İnan ile okul Müdürü Tevfik Arat olduğu halde yine müzeyi gezerek fotgraflarının asılmış olduğunu görerek memnuniyetlerini bildirmişlerdi.
ATATÜRK' E MEKTUP ( 'Galatasaray'dan Atatürk'e ' adlı kitaptan )
Aziz Atam ; Bu mektubu,üç kez onurlandırdığın 500 yıllık Galatasaray Lisesi'nin müdürü olarak yazıyorum.Okulumuzu ilk ziyaret ettiğin 2 Aralık tarihini kuruluş günümüz olarak kabul ettik ve 500.yılımızı 100.doğum yılınla birlikte kutladık. Lisemizin Anma ve Kutlama Komitesinde görevli öğrencilerimiz,bu küçük kitabı,100 yaşına giren ATA'larına minnet,şükran ve bağlılıklarını sunmak için hazırladır.
Bu kitapçığı düzenleyen gençler,senin 100.doğum yılında ölümünü anmsamadılar.Çünkü senin ölmezliğine,sensiz bir Türkiye,bir Türk Ulusu düşünülemeyeceğine ; bu ülkede bağımsızlık,egemenlik özgürlük ve uygarlığn seninle başladığına , ulusumuzun senin ilkelerin ve devrimlerinle çağdaşlaştığına kesnlikle inandılar.Baştanbaşa işgal edilmiş Yurudmuzda hiçbir kurtuluş umudu kalmayan yüce ulusumuzun nasıl kurtarıldığını,ortaçağ karanlığından bugünkü aydınlığına hangi aşamalardan geçilerek ulaşıldığını anladılar.100 yaşına girdiğin 1981'de ,yurt çapında Ulusal değerin bütün yönleriyle işlenirken;tüm dünyada, özellikle dost ülkelerde ve uluslararası kuruluşlarda da gösterilen çok çeşitli etkinliklerle senin evrensel değerinin bir kez daha en belirgin boyutlarıyla ortaya koyulduğunu izlediler.Senin sadece bu yüzyılın en büyük dehası değil,gelmiş-geçmiş bütün çağların ve dünya tarihinin örnek önderi olduğunu, yüzyıllarca uyutulan Asya ve Afrika 'nın senin damganı taşıyan Türk Devrimi ile uyanmaya başladığını ,mazlum ülkelerin bağımsızlık savaşı bayrağında senin dalgalandığını öğrendiler.
Ve öğrendiler ki, gidilecek yol yalnız senin yolun,konuşulacak dil senin dilin,tutulacak el senin elin...Sen ölümsüz,sen en büyüksün;sen en gerçek,sen tek,sen Tarı'nın alnından öptüğü insan , sen ATA-TÜRK'sün... Seninle yaşayacaklarına ve seni yaşatacaklarına,namusları ,onurları,Yrudumuz ve Ulusumuzun kutsallığpı üzerine and içtiler. Müsterih ol Atam !
M.ŞÜKRÜ SARI
GALATASARAYLIYIZ, ÇÜNKÜ... "Garp iştiyakı,fikre açık bir ufuk...ve sen Şarkın bu ufka ilk açılan bir dericesi"
Tevfik Fikret 'in seslenişi, geçmişten geleceğe uzanan bir esinti.Yenileşme çabasının,daha iyi ve daha güzele varmanın derin istemini de taşıyor.İşte o düşünüş,Atatürk'ün "Ben inklaplarımı Fikret'in şiirlerinden aldığım ilham ile yaptım" demesine yol açmıştır.
İleriye ve aydınlığa yönelik bir yürüyüşün öncüsüdür Tevfik Fikret.Ali Vecdi Bingöl, 'Atatürk ve Tevfik Fikret' adlı şiirinde çifte bağdaşmayı dile getirir:
Prof.Hüseyin Celasun, Galatasaray'ın Türkiye'ye katkıları adlı yazısında Atatürk'ün Galatasaray'a verdiği önemi yalın bir biçimde ortaya koymaktadır. "Atatürk'ün şapka devrimini başlattığı sırada , ilk olarak kasket giydirmek üzere Galatasaray Lisesi öğrencilerini seçmiş bulunması da çok anlamlıdır."
UNUTAMAYACAĞIM ANI Gazi okulumuzu ziyaret ettiğinde ben,o zamanki ismi le Galatasaray Sultanisi'nin 16-17 yaşlarında bir öğrencisiydim. Latin harflerine döneli henüz 4-5 yıl olmuştu.Öğretimimizde Fransızca esas olduğundan Türkçe dışında kalan derslerimizn ekserisi Fransızca olarak yürütülüyordu.Birgüğn Atatürk'ünokulu ziyaret edecekleri haberi geldi.Kendisni görmeyi çook istiyordum. Hocalarımız çok kkıymetli kimseler olup,talebeyi hazırlamasını iyi biliyor ve geçmiş dersleri kısaca özetleyerek yeni konuya bağlantı yapıyorlardı.
Nihayet Gazi Mustafa Kemal'in okulumuzu şereflendirmek üzere oldukları haberi geldi.Bütün öğrenciler, büyük bir heycan ve coşku içinde vatanımızı kurtaran, Cumhuriyetimizn kurucusu, bu büyük ve yüce insanı karşılamak üzere okulun bahçesini doldurdular.O sırada resimler çekiliyordu.Bu resimlerde büyük bir şans eseri kendilerine yakın bir yerde ben de bulunmuştum.Ona resimlerde de olsa yakın olmak,O'nu yakındangörmek benim için anıların en büyüğüdür.Hepimizle ayrı ayrı ilgilendi , konuştu;
"Türk gençleri; Cumhuriyeti biz kurduk sizler koruyup yücelteceksiniz ve yaşatacaksınız" dedi.
O'nu gördükten sonra TÜRK olduğumla daha çok övündüm.Ona olan sevgi ve saygım hergeçen gün daha da arttı.Bizlere bakan o mavi çelik gözleri ile O büyük TÜRK,o günkü gibi aklımdadır.
SELAHATTİN BUDA
BAHTİYAR ADAM Herkes ölür. Bu, her çakılan tabutun bize hatırlattığı müthiş ve şaşmaz bir tabiat kanunudur.Ve ölürken herkesin gözü arkada kalır.Bu herkese mukadder bir hasrettir.Atatürk de herkes gibi öldü;fakat herkesten ayrı olarak ,gözü arkada kalmadanöldü.Kalbi TÜRK olmak gururu ile çarpan,milletini kendi eli ile karanlıktan aydınlığa çeken ,başında istiklal rüzgarı estiren,ona hürriyet balını tattıran,memleketin bünyesine uygun,güzel bir reejim hediye eden ,onu güneşlerin at oynattığı medeniyet şosesinin başına getirip bırakan bir adam,öldüğü zaman,gözü arkada kalır mı hiç ?
Dün Atatürk'ün kutsi naaşı Ankara'ya ebedi metfenine götürürlürken, caddeleri, pencereleri, damları dolduran ve bakışları mahzun,mendilleri ıslak yüzbinlerce Türkün vakur ve ulvi manzarası karşısında bir insan için, milletin kalbinde yer etmekten daha büyük bahtiyarlık olamayacağını gözlerim yaşararak bir kez daha anladım.
Atatürk bahtiyar adamdır.
20.Kasım.1938 Cahit Sıtkı TARANCI ( 1106 numaralı, Galatasaray Lisesi 1931 mezunu)
ATATÜRK FENERBAHÇELİ(Mİ)YDİ..?
Bu konuda Spor Yazarı Ahmet Çakır ağabeyimiz "93 Soruda Galatasaray Tarihi" isimli kitabında şöyle yazıyor; " Evet Gazi Mustafa Kemal 14.12.1930 tarihinde Galatasaray Lisesi ve Müzesini gezmiştir.Burada ' Galata Saray'a ' diye yazıp imzaladığı bir fotoğrafını da sarı kırmızılılara armağan etmiştir.Bu fotoğrafın büyütülmüş bir kopyası Lise Müdürünün odasında asılıdır...
Bu konu, sevgili ülkemizdeki pekçok benzeri olaydaki gibi kısa sürede hem gülünç , hem de acıklı bir oyuna çevrildi.
En büyük tartışma da Atatürk'ün Fenerbahçeli mi, yoksa Bes*ktaşlı mı olduğu noktasında çıktı... Bugüne kadar Atatürk Fenerbahçeli olarak biliniyordu.Ancak Fenerbahçeli araştırmacı-yazar Ergun Hiçyılmaz "Hayır Atatürk Beşiktaşlı idi" deyince ortalık karıştı.
Hiçyılmaz'ın gösterdiği kanıt, pek yabana atılacak gibi değildi.Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesinde Anadolu'ya geçmeden Akaretler'de Beşiktaş Kulubünün yanında bir evde oturan Gazi Mustafa Kemal buradan Beşiktaşlı futbolcuların çalışmalarını izleyip onlara sempati gösterdiği yolundaki açıklama kolay reddedilebilecek bir değerlendirme sayılamazdı.
Bunun üzerine Fenerbahçe camiası ayağa kalktı.Tv programlarında ve gazetelerde olay tartışıldı. Atatürk'ün Fenerbahçeli olduğuna ilişkin belgeler ve kanıtlar ortaya konuldu.Dahası sarı-lacivertli camianın sonuna kadar bu işin takipçisi olacağı bildirildi. Sonuçta Atatürk'ün % 75 Fenerbahçeli, %25 Beşiktaşlı sayılabileceği gibi bir uzlaşmaya varılmış oldu. Böylece Atamız, iki ezeli rakibimiz tarafından paylaşıldığı için Galatasaray'a imzalı fotoğrafından başka bir şey kalmadı..."
Ahmet ağabey son paragrafında böyle yazıyor ama sadece imzalı resim değil, 04.09.1928 tarihinde Ataürk'ümüzün "Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulubü Reisi ve Sivas Meb'usu Necmeddin Sadık bey efendiye " (belgede aynı böyle yazılıdır...) yazmış olduğu bir de mektup vardır...
Ve bu mektubun en önemli özelliklerinden birisi de 'Yeni Türk Alfabe"sinin kabulünden sadece 26 gün sonra yazılmış olmasıdır.Atamızın bu yazısı müzemizin en mutena köelerinden birini süslemektedir. Kuşkusuz Ahmet abi bunu unutmuş değildir ama gerginliği ! daha fazla artırmamak için bunu gündeme getirmediğini düşünebiliriz...
Unutmadan bir hatırlatma yapayım , Atamızın yazmış olduğu bu takdir ve teşekkür içeren mektubu Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi 4-0 yenrek kazandığı "Gazi Büstü Kupası" maçından sonra gönderilmiştir. Galatasaray'ın ünlü yöneticilerinden ve Atatürk'ün en yakın arkadaşlarından Salih Bozok'un oğlu Muzaffer Bozok ile yaptığım röportajda, Sayın Bozok bir anısını anlatmıştı ; "Bir gün Bülent, Gündüz, ben ve birkaç arkadaşımız Florya'ya eğlenmeye gitmiştik. Dönüşte yolda biraz gürültü yapmıştık.Tam o sırada köşeden Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, ki yanında babam ve Gündüz'ün babası Kılıç Ali Paşa da vardı , göründüler... Mustafa Kemal babama dönerek "Kim bu gürültü yapanlar ? " diye sormuş. Babam ise biraz sıkılırak "bizim çocuklar Paşam" demiş. Bunun üzerine Ulu Önderimiz " Haa desenize bizim kulübün çocukları " diye cevap vermiş...
Bilmiyorum bu anı Ulu Önderimizin hangi kulubümüzün sempatizanı olduğuna dair bir delilmidir..? Ancak en büyük gerçek şudur ki; Atatürk tüm Türklerin Atasıdır... Güneş Kulübünü de tutsa, Fenerbahçeli de olsa, Beşiktaş'ı da sevse, bizim için farketmiyor... Çünkü O, dünya döndükçe bizim GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ümüzdür.
Laf aramızda, Atatürk ile ilgili resimlerin en güzellerinden birisi de Ata'mızın bir kayık içerisinde kürek çekerken resmedilen fotografıdır.. Atatürk'ün küreklerine asıldığı kayık, Galatasaray Spor Kulübünün yarışlarda kullandığı yani Galatasaray'ın malı olan FUTA denilen bir kayıktır. Tarih 29 Haziran 1935... Aslında belgeler bunlarla da bitmiyor; Miralay Mustafa Kemal' in "Galatasaray Keşşaflarının Başbuğu "olma durumunu kim nasıl izah edebilir acaba ?
Lütfen okuyunuz ; Yüzyılın başında 'Keşşaflık' da denilen İzcilik örgütleri de çok kurulmuştur.Bu çalışmalar, önce Edirne Muallim Mektebi ile Galatasaray ve İstanbul Sultanisinde başlamıştır.Ancak Balkan Savaşı bu ilgiyi dağıtmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün Galatasaraylılar'ın kurduğu 'Keşşaf ' örgütünün 'Reisi' olması Galatasaraylılar için unutulmaz bir hadisedir...
Şöyleki ; Atatürk'ün Galatasaray'a olan aşinalığı bilinenden daha öncelere dayanıyordu.1915-16 yıllarında Osmanlı Güç Dernekleri ,İzci Dernekleri , ardından da Genç Dernekleri Müfettiş-i Umumisi Miralay Mustafa Kemal ,1914 yılında Türkiye'de ilk defa kurulan Galatasaray Keşşaflarının (İzci) BAŞBUĞU olmuş 1923'te Cumhuriyet'in ilanında oymak beyi Adnan Akıska ,Galatasaraylı keşşaflarla Atatürk'ün huzurunda bulunmuştu.(Biri fotografı mevcuttur)
Alıntıları Göster
Galatasaray Spor Kulübü'nün kuruluş hazırlıkları, o zamanlar Galata Sarayı Sultanisi adıyla anılan lisede yapıldı. Sonradan kayıtlara 1 numaralı kurucu olarak geçen Ali Sami Bey'le birlikte, Asım Tevfik, Emin Bülent, Bekir Sıtkı, Reşat Şirvani, Celal İbrahim, Tahsin Nihat, Abidin Daver ve Refik Cevdet kurucular olarak bilinir.
1 Ekim 1905'te Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulübü adıyla kurulan birliğin amacını da Ali Sami Yen şöyle anlatır: "Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek."
Kulübün adının Gloria (Zafer) ya da Audace(Cesaret) konulması yolunda görüşler ortaya atılmışsa da, sonuçta Galatasaray olmasında anlaşmaya varılmıştır.
Araştırmacı Cem Atabeyoğlu, Galatasaray adının, bu takımın yaptığı ilk maçta Rum ekibini 2-0 yenerken, seyircilerin onlardan "Galata Sarayı efendileri" diye söz etmelerinden doğduğunu yazar. Bunun üzerine kurucular da ismi benimserler ve "adımız Galata Sarayı olsun" derler.
Galatasaray Lisesi gibi Türk Milli Eğitiminde çok önemli bir yeri olan kurumun bağrından çıkan Sarı Kırmızılı kulüp, kültürel boyut da dahil olmak üzere, pek çok yönden de öncü olma niteliğini her zaman sürdürecektir.
Galatasaray'ın 1 numaralı kurucusu Ali Sami Yen, Ellinci Yıl kitabında kuruluşun öyküsünü şöyle anlatır:
"1 Ekim 1905'te mektebin beşinci sınıfında edebiyat öğretmenimiz merhum Mehmet Ata Bey'in dersi esnasında birkaç arkadaş başbaşa vererek Galatasaray'da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik.
İlk girişimler oyuna ve mücadeleye yönelik arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver, Kamil ... gibi gençlerdi. Okulda eğitim gören Bulgar ve Sırp öğrencilerden çevik ve kuvvetli olanlar da bize katılmışlardı. Asım'ı muhasebeciliğe, Cevdet'i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de reis olmuştum.
Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakta mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben Reisliği topu yağlayıp şişirmekle almıştım. Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yoğumuz da toptu. Mektebe gelirken domuz sokağından geçer, domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi.
Yani o zaman reisliğe ve diğer vazifelere payeyi en çok çalışan kazanırdı. Cevdet de ikinci reisliği formaları yıkadığı için almıştı. Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmekti."
Galatasaray'ın Türk sporunda öncü bir kurum olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ülkemizdeki ilk spor faaliyetleri Galatasaray Lisesi'nde başlamıştır.
Liseye sporu sokan da Monsieur Curel'dir. Bir jimnastik hocası olan Curel, kendi uzmanlığını zorunlu ders olarak liseye getirdi.Daha sonra Beden Egitimi adını alacak dersin temeli de onun tarafından atılmış oldu.
Önceleri öğrenciler ne olduğunu anlıyamadıkları bu derslere girmemek için ellerinden geleni yaptılar. Curel ise bu işi sevimli hale getirmek için 1870 yılında bir idman bayramı düzenledi. Kağıthane'de düzenlenen çeşitli yarışmalarda derece alan öğrencilere armağan dağıtarak keyifli bir hale getirdi.
Ayrıca, yarışmalar sonrasında öğrencilere kuzulu pilav yemeği verildi. Bu da ilerki yıllarda bir gelenek haline getirildi.
1870 yılındaki bu ilk atletizm yarışmaları ülkemizdeki ilk spor hareketi olarak kayıtlara geçiyordu.
Bundan sonra Curel'in ayrılmasından sonra Moiroux adlı bir Fransız, yeni jimnastik hocası oldu. Bu arada, Curel'in ektiği tohumların meyveleri de ortaya çıktı. Onun yetiştirdiği öğrencilerin başarısı, daha çok sayıda gencin bu konuya ilgi duymasını sağladı.
Moiroux Jimnastiğin yanı sıra deniz sporlarına' da önem verdi. Çok iyi bir yüzücü olan Fransız Hoca, yüzme ve kürek sporlarının ülkemize gelmesine katkıda bulundu. Yetiştirdiği çok sayıda öğrenci, ülkemizde bu sporların öncüleri oldular. Moiroux daha sonra yüzbaşı olarak rütbe aldı ve Tophane Askeri Sanayi Mektebi Hocalığına getirildi.
Onun ardından Martinetti adlı bir İtalyan göreve getirildi. O da aletli jimnastiğe önem verdi ve bu dalın gelişmesini sağladı. 1878' de ayrılan Martinetti'nin ardından Stangali bu göreve atandı. Stangali, okuldaki etkinliklerin dışında özel bir jimnastik salonu açtı ve kısa zamanda pek çok genç sporcu'yu buraya çekti.
Onun öğrencileri arasında bir genç özellikle göze çarpıyordu. Sonradan Üstünidman soyadını alacak olan Faik adlı bu genç, kısa zamanda gösterdiği olağan üstü gelişmeyle 1879 yılında Galatasaray Lisesi'ne hoca olarak atanacaktı. Tam 42 yıl süreyle Türk Sporuna hizmet veren Faik Üstünidman sayısız sporcu ve beden eğitimi öğretmeni yetiştirdi. Üstünidman, bu etkinliğiyle Türk Sporunun kurucuları arasına adını altın harflerle yazdırdı.
Yıllar ilerledikçe Galatasaray Lisesi'nde sporun önemi arttı. Buna paralel olarak okulda ikinci bir jimnastik Hocasına gerek duyuldu. Bu göreve ilk atanan kişi de, Almanya' da uzman düzeyine yükselen Binbaşı Mazhar Kazancı idi. Onun ardından Abdurrahman ve Ahmet Robenson kardeşler bu göreve getirildiler. Aynı zamanda futbolda oynayan bu iki kardeş, Galatasaray'ın spor tarihine adlarını yazdırdılar.
Bu hocalar, jimnastiğin yanı sıra izcilik, tenis, hokey gibi sporların da tanıtılıp geliştirilmesinde etkili oldular.
GERÇEK SPOR YUVASI Daha sonraları Faik Üstünidman'ın öğrencilerinden Selim Sırrı Tarcan da çeşitli spor dalları ile beden eğitiminin gelişmesinde önemli katkılarda bulundu. Galatasaray gerçek anlamda bir spor kulübü olma özelliğini öteki kulüplerimizden daha fazla taşır.
Bugün sarı kırmızılı kulüp öteki bütün kulüplerden çok daha fazla dalda faaliyet göstermekte ve Türk sporuna hizmet etmektedir. Galatasaray'ın spordaki öncülüğünün ve üstünlüğünün temel nedeni de, Lise'dir. Galatasaray Lisesi'nde 1868 yılında jimnastik ile başlayan sportif çalışmalar her yıl çeşitlenerek sürmüştür.
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Galatasaray Spor Kulübü'nün kuruluş hazırlıkları, o zamanlar Galata Sarayı Sultanisi adıyla anılan lisede yapıldı. Sonradan kayıtlara 1 numaralı kurucu olarak geçen Ali Sami Bey'le birlikte, Asım Tevfik, Emin Bülent, Bekir Sıtkı, Reşat Şirvani, Celal İbrahim, Tahsin Nihat, Abidin Daver ve Refik Cevdet kurucular olarak bilinir.
1 Ekim 1905'te Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulübü adıyla kurulan birliğin amacını da Ali Sami Yen şöyle anlatır: "Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek."
Kulübün adının Gloria (Zafer) ya da Audace(Cesaret) konulması yolunda görüşler ortaya atılmışsa da, sonuçta Galatasaray olmasında anlaşmaya varılmıştır.
Araştırmacı Cem Atabeyoğlu, Galatasaray adının, bu takımın yaptığı ilk maçta Rum ekibini 2-0 yenerken, seyircilerin onlardan "Galata Sarayı efendileri" diye söz etmelerinden doğduğunu yazar. Bunun üzerine kurucular da ismi benimserler ve "adımız Galata Sarayı olsun" derler.
Galatasaray Lisesi gibi Türk Milli Eğitiminde çok önemli bir yeri olan kurumun bağrından çıkan Sarı Kırmızılı kulüp, kültürel boyut da dahil olmak üzere, pek çok yönden de öncü olma niteliğini her zaman sürdürecektir.
Galatasaray'ın 1 numaralı kurucusu Ali Sami Yen, Ellinci Yıl kitabında kuruluşun öyküsünü şöyle anlatır:
"1 Ekim 1905'te mektebin beşinci sınıfında edebiyat öğretmenimiz merhum Mehmet Ata Bey'in dersi esnasında birkaç arkadaş başbaşa vererek Galatasaray'da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik.
İlk girişimler oyuna ve mücadeleye yönelik arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver, Kamil ... gibi gençlerdi. Okulda eğitim gören Bulgar ve Sırp öğrencilerden çevik ve kuvvetli olanlar da bize katılmışlardı. Asım'ı muhasebeciliğe, Cevdet'i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de reis olmuştum.
Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakta mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben Reisliği topu yağlayıp şişirmekle almıştım. Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yoğumuz da toptu. Mektebe gelirken domuz sokağından geçer, domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi.
Yani o zaman reisliğe ve diğer vazifelere payeyi en çok çalışan kazanırdı. Cevdet de ikinci reisliği formaları yıkadığı için almıştı. Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmekti."
Galatasaray'ın Türk sporunda öncü bir kurum olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ülkemizdeki ilk spor faaliyetleri Galatasaray Lisesi'nde başlamıştır.
Liseye sporu sokan da Monsieur Curel'dir. Bir jimnastik hocası olan Curel, kendi uzmanlığını zorunlu ders olarak liseye getirdi.Daha sonra Beden Egitimi adını alacak dersin temeli de onun tarafından atılmış oldu.
Önceleri öğrenciler ne olduğunu anlıyamadıkları bu derslere girmemek için ellerinden geleni yaptılar. Curel ise bu işi sevimli hale getirmek için 1870 yılında bir idman bayramı düzenledi. Kağıthane'de düzenlenen çeşitli yarışmalarda derece alan öğrencilere armağan dağıtarak keyifli bir hale getirdi.
Ayrıca, yarışmalar sonrasında öğrencilere kuzulu pilav yemeği verildi. Bu da ilerki yıllarda bir gelenek haline getirildi.
1870 yılındaki bu ilk atletizm yarışmaları ülkemizdeki ilk spor hareketi olarak kayıtlara geçiyordu.
Bundan sonra Curel'in ayrılmasından sonra Moiroux adlı bir Fransız, yeni jimnastik hocası oldu. Bu arada, Curel'in ektiği tohumların meyveleri de ortaya çıktı. Onun yetiştirdiği öğrencilerin başarısı, daha çok sayıda gencin bu konuya ilgi duymasını sağladı.
Moiroux Jimnastiğin yanı sıra deniz sporlarına' da önem verdi. Çok iyi bir yüzücü olan Fransız Hoca, yüzme ve kürek sporlarının ülkemize gelmesine katkıda bulundu. Yetiştirdiği çok sayıda öğrenci, ülkemizde bu sporların öncüleri oldular. Moiroux daha sonra yüzbaşı olarak rütbe aldı ve Tophane Askeri Sanayi Mektebi Hocalığına getirildi.
Onun ardından Martinetti adlı bir İtalyan göreve getirildi. O da aletli jimnastiğe önem verdi ve bu dalın gelişmesini sağladı. 1878' de ayrılan Martinetti'nin ardından Stangali bu göreve atandı. Stangali, okuldaki etkinliklerin dışında özel bir jimnastik salonu açtı ve kısa zamanda pek çok genç sporcu'yu buraya çekti.
Onun öğrencileri arasında bir genç özellikle göze çarpıyordu. Sonradan Üstünidman soyadını alacak olan Faik adlı bu genç, kısa zamanda gösterdiği olağan üstü gelişmeyle 1879 yılında Galatasaray Lisesi'ne hoca olarak atanacaktı. Tam 42 yıl süreyle Türk Sporuna hizmet veren Faik Üstünidman sayısız sporcu ve beden eğitimi öğretmeni yetiştirdi. Üstünidman, bu etkinliğiyle Türk Sporunun kurucuları arasına adını altın harflerle yazdırdı.
Yıllar ilerledikçe Galatasaray Lisesi'nde sporun önemi arttı. Buna paralel olarak okulda ikinci bir jimnastik Hocasına gerek duyuldu. Bu göreve ilk atanan kişi de, Almanya' da uzman düzeyine yükselen Binbaşı Mazhar Kazancı idi. Onun ardından Abdurrahman ve Ahmet Robenson kardeşler bu göreve getirildiler. Aynı zamanda futbolda oynayan bu iki kardeş, Galatasaray'ın spor tarihine adlarını yazdırdılar.
Bu hocalar, jimnastiğin yanı sıra izcilik, tenis, hokey gibi sporların da tanıtılıp geliştirilmesinde etkili oldular.
GERÇEK SPOR YUVASI Daha sonraları Faik Üstünidman'ın öğrencilerinden Selim Sırrı Tarcan da çeşitli spor dalları ile beden eğitiminin gelişmesinde önemli katkılarda bulundu. Galatasaray gerçek anlamda bir spor kulübü olma özelliğini öteki kulüplerimizden daha fazla taşır.
Bugün sarı kırmızılı kulüp öteki bütün kulüplerden çok daha fazla dalda faaliyet göstermekte ve Türk sporuna hizmet etmektedir. Galatasaray'ın spordaki öncülüğünün ve üstünlüğünün temel nedeni de, Lise'dir. Galatasaray Lisesi'nde 1868 yılında jimnastik ile başlayan sportif çalışmalar her yıl çeşitlenerek sürmüştür.
Alıntıları Göster
Teknik Direktörler 1905-1908 Ali Sami Yen 1908-1911 Horace Armitage (İngiliz-Antrenör-Futbolcu) 1924-1928 Billy Hunter (İskoç) 1930-1931 Lamber (Macar) 1931-1932 Fred Pegnam (İngiliz) 1933-1936 Sidney Pedeafoot(İngiliz) 1937 Hans Bear (Avusturyalı) 1938 Peter Szabo (Macar) 1938-1939 Peter Tandler (Avustuyalı) 1939 Hayman (İngiliz-R.College Öğretmeni) 1939-1940 Ceslav Zaharzcuk(Polonyalı) 1941-1945 Jhon Beggett (İngiliz) 1945-1946 Miço Dimitriyadis 1947 J.Szweng (Macar) 1948-1949 Pat Molloy ( ? ) 1950-1952 Donald Lockhead (İngiliz) 1952-1953 Gündüz Kılıç 1953-1954 Lazslo Szekelly (Macar) 1954-1957 Gündüz Kılıç 1957-1958 George Dick ( İngiliz ) 1959-1961 Remondoni (İtalyan) 1961-1963 Gündüz Kılıç-Coşkun Özarı 1964-1967 Gündüz Kılıç 1967-1968 Eşfak Aykaç-Bülent Eken 1968-1969 Toma Kaloperoviç (Yugoslav) 1969-1970 Toma Kaloperoviç-Metin Oktay 1970-1971 Coşkun Özarı-Brian Birch(İngiliz) 1971-1973 Brian Birch-Gazanfer Olcayto 1973-1974 Brian Birch-Tamer Kaptan 1974-1975 Yılmaz Gökdel-Ahmet Karlıklı-Don Howe(İngiliz) 1975-1976 G.Mansell-Tamer Kaptan 1976 Malcolm Allison-Arthur Cox (İngiliz) 1976 Fethi Demircan 1977 Fethi Demircan-Doğan Koloğlu 1978-1979 Coşkun Özarı 1979-1980 Turgay Şeren 1980-1981 Brian Birch 1982-1983 Özkan Sümer 1983-1984 Tomislav İviç (Hırvat) 1984-1988 Jupp Derwall (Alman) 1988-1990 Mustafa Denizli 1990-1991 Siggi Held (Alman) 1991-1992 Mustafa Denizli 1992-1993 Karl Heinz Feldkamp (Alman) 1993-94 Rainer Hollmann (Alman) 1994-1995 Reinhard Saftig-Müfit Erkasap 1995-1996 Greame Souness (İskoç) 1996-2000 Fatih Terim 2000-2002 Mircea Lucescu (Romen) 2002-2004 Fatih Terim 2004-Gheorghe Hagi 2005-Gheorghe Hagi 2006-Eric Gerets 2007-Eric Gerets
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Teknik Direktörler 1905-1908 Ali Sami Yen 1908-1911 Horace Armitage (İngiliz-Antrenör-Futbolcu) 1924-1928 Billy Hunter (İskoç) 1930-1931 Lamber (Macar) 1931-1932 Fred Pegnam (İngiliz) 1933-1936 Sidney Pedeafoot(İngiliz) 1937 Hans Bear (Avusturyalı) 1938 Peter Szabo (Macar) 1938-1939 Peter Tandler (Avustuyalı) 1939 Hayman (İngiliz-R.College Öğretmeni) 1939-1940 Ceslav Zaharzcuk(Polonyalı) 1941-1945 Jhon Beggett (İngiliz) 1945-1946 Miço Dimitriyadis 1947 J.Szweng (Macar) 1948-1949 Pat Molloy ( ? ) 1950-1952 Donald Lockhead (İngiliz) 1952-1953 Gündüz Kılıç 1953-1954 Lazslo Szekelly (Macar) 1954-1957 Gündüz Kılıç 1957-1958 George Dick ( İngiliz ) 1959-1961 Remondoni (İtalyan) 1961-1963 Gündüz Kılıç-Coşkun Özarı 1964-1967 Gündüz Kılıç 1967-1968 Eşfak Aykaç-Bülent Eken 1968-1969 Toma Kaloperoviç (Yugoslav) 1969-1970 Toma Kaloperoviç-Metin Oktay 1970-1971 Coşkun Özarı-Brian Birch(İngiliz) 1971-1973 Brian Birch-Gazanfer Olcayto 1973-1974 Brian Birch-Tamer Kaptan 1974-1975 Yılmaz Gökdel-Ahmet Karlıklı-Don Howe(İngiliz) 1975-1976 G.Mansell-Tamer Kaptan 1976 Malcolm Allison-Arthur Cox (İngiliz) 1976 Fethi Demircan 1977 Fethi Demircan-Doğan Koloğlu 1978-1979 Coşkun Özarı 1979-1980 Turgay Şeren 1980-1981 Brian Birch 1982-1983 Özkan Sümer 1983-1984 Tomislav İviç (Hırvat) 1984-1988 Jupp Derwall (Alman) 1988-1990 Mustafa Denizli 1990-1991 Siggi Held (Alman) 1991-1992 Mustafa Denizli 1992-1993 Karl Heinz Feldkamp (Alman) 1993-94 Rainer Hollmann (Alman) 1994-1995 Reinhard Saftig-Müfit Erkasap 1995-1996 Greame Souness (İskoç) 1996-2000 Fatih Terim 2000-2002 Mircea Lucescu (Romen) 2002-2004 Fatih Terim 2004-Gheorghe Hagi 2005-Gheorghe Hagi 2006-Eric Gerets 2007-Eric Gerets
1908 - 1909 - İLK TÜRK ŞAMPİYONU GALATASARAY Sağdan sola, arka sıra:Hasan Fuat, Hami Hüsnü, Emin Bülent, Asım Tevfik, Ahmet Robenson, Ali Sami, Milo, Adnan Orta sıra: Bekir, Hasan, Tevfik Fikret, Mahir, Celal Ön sıra: İdris, Horace Armitage.
İlk Türk futbol takımı olan Galatasaray, yine şampiyonluğa ilk ulaşan Türk takımı olma özelliğini de taşır.
1905'te İstanbul Ligi'nde mücadele eden Galatasaray, buradaki ilk maçında Kadıköy Faure okulunu 2-0 yenmiştir.
Galatasaray bu ligde 1908-1909'da ilk şampiyonluğunu kazandı. Meşrutiyet'in getirdiği olumlu hava içinde artık daha rahat koşullarda spor yapabilmesi, Sarı Kırmızılıların lehine bir durum yaratmıştı. Çünkü sonradan ezeli rakibi ve en güçlü karşıtı olacak Fenerbahçe daha yeni kurulmuştu ve Galatasaray, lisedeki güçlü sporcu potansiyeline sahip olma üstünlüğünü taşıyordu.
Nitekim, bu şampiyonluğun ardından yine 1909 yılında Galatasaray, daha önce 7-0 ve 11-0 gibi hezimetlere uğradığı rakibi Kadıköy'ü bu kez 17 Kasım 1909'da 4-0 yenerek ilk kupasını kazanıyordu.
REKORLU BAŞLANGIÇ
1909-1910 sezonunda da şampiyon olan Galatasaray, ertesi yıl zirveyi yine kimseye kaptırmaz ve şampiyon olan ilk Türk takımı ünvanına, 3 kez üst üste bu işi başarma onurunu da ekler.
O yılllardaki Galatasaray takımında şu futbolcular bulunmaktadır:
Hasan Fuat, Hamit Hüsnü, Emin Bülent, Asım Tevfik, A. Robenson, Ali Sami, Milo, Adnan, Bekir, Hasan, Sabri Mahir, Celal, İdris, Hores, Neş'et, Cevat, Kamil, Cevdet.
1910/11 İstanbul Ligi Şampiyonluğun'nu bütün maçlarını kazanıp,ezeli ve ebedi rakibi Fenerbahçe'yi de 7 kişilik takımla 7-0 mağlup etmeyi başaran Galatasaray futbol takımı oyuncuları,okul öğrencileri ve yöneticileri Grand Cour'da toplu halde.8 maçta toplam 26 gol atıp 2 gol yiyen Şampiyon Kadro: Kaleci:Ahmet Robenson Savunma:Neşet,Todor Botchkoff,Ali Tamay,Hüseyin Eden Orta Saha:Ali Sami Yen,Ahmet Cevat,Hasan Basri Bütün,Bekir Sıtkı Bircan Forvet:Rowland Rees,Fuat Hüsnü Kayacan,Cella İbrahim,İdris,Emin Bülent Serdaroğlu,Cyrill Doupkoff
Üst üste üç şampiyonluğun ardından, çalkantılı bir dönem geldi. 1911-12 sezonunda Galatasaray, bir anlaşmazlık yüzünden lige B takımıyla katıldı. Daha sonraki yıllarda savaşlar yüzünden maçlar pek düzenli yapılamadı.
1921-22 sezonunda Galatasaray yeniden şampiyon oldu. 11 takımının yer aldığı ligde tek devreli maçlar sonucunda 28 puanla şampiyonluğa ulaşan takımın kadrosunda şu futbolcular vardı: Nüzhet Öniş, Mehmet Nazif, Ahmet Cevat, Kamil Ethem, Siret Ekmekçioğlu, Burhan Atak, Selahattin Sadıkoğlu, Nihat Bekdik, Müçteba, Edip Ossa, Fazıl Köprülü, Necip Şahin, Suat Subay, Sadi Karsan, Sadi Kurt, Kemal Nejat Kavur, Sadi Hasan, Muslih Peykoğlu, Dr.Namık Canko, Sadi Aslan, Münif, Nusret.
Ertesi sezon ligler yine tamamlanamadı ve Cumhuriyet dönemine gelindi.
YİNE 3 YIL ÜST ÜSTE ŞAMPİYONLUK
Bu döneme de Galatasaray fırtına gibi girdi. İlk yabancı antrenör olan İskoç Billy Hunter'ı getiren Sarı Kırmızı'lı takım 1924-25, 1925-26 ve 1926-27 sezonlarında şampiyon oldu. 1927-28'de lig tamamlanamadı, 1928-29'da Cim Bom yine şampiyondu.
Billy Hunter önderliğinde lig şampiyonluğuna ambargo koyan bir ekip durumuna gelen Galatasaray'da, Cumhuriyet döneminde de üst üste üç kez şampiyon olan ilk takım ünvanını ele geçiriyor, bunu beş şampiyonluğa çıkarma şansını da 1928'de ligin yarıda kalması yüzünden kaçırıyordu. Galatasaray'ın bu dönemdeki kadrosunda şu futbolcular yer alıyordu:
Nüzhet Öniş, Ulvi Yenal, Rasim, Kerim Özdor, Mehmet Nazif, Ali Gencay, Kemal Rıfat, Nihat Bekdik, Hayri Gönen, Suat Subay, Mehmet Leblebi, Necip Şahin, Nesim Pinhas, Mithat Ertuğ, Muslih Peykoğlu, Raif, Necdet, Ekrem, Edip Ossa, Fehmi, Burhan, Kemal Faruki, Şadi Kavur, Vedat Abut, Ercüment, Emin, Rebii, Suphi, Latif, Muhtar, Mithat, Sacit, Vahyi.
1929-30'da şampiyonluğa bir sezon ara veren Sarı kırmızılı takım, 1930-31 sezonunda yeniden şampiyon olur. O şampiyonluğu kazanan kadroda da şu futbolcular bulunmaktadır:
Bundan sonra da Galatasaray sıkıntılı bir döneme girdi. Özellikle Ateş-Güneş bölünmesi yüzünden güçsüz düşen takım 1948-49 sezonuna kadar şampiyonluktan uzak kaldı. Tabii bu süre içinde kılpayı kaybedilen şampiyonlukların sayısı da az değildi. Bu sezonda Sarı Kırmızı' lı takımın başında yine İskoç bir hoca vardır.
Pat Molloy, 8 takım arasında oynanan ligde Galatasaray'ı 39 puanla şampiyon yapmayı başardı. 17 yıl aradan sonra şampiyon olan Sarı Kırmızılı takımın kadrosunda şu futbolcular vardı: Erdoğan, Osman,Naci, Necmi, Musa, Muzaffer, İsfendiyar, ,Halis, Reha, Gündüz, Orhan, Kocis, Süreyya, Doğan, Fazıl.
1951 yılında profesyonelliğin kabülünden sonra başlayan İstanbul Liginde 1954-55 sezonunda Galatasaray şampiyon oldu. Macar Szekelly'in çalıştırdığı takımda yer alan futbolcuların adları şöyleydi:
1955-56 sezonunda da yine şampiyon olan Sarı Kırmızılı takımın kadrosunda bu kez, ilerki yıllarda adından çok söz edilecek bir futbolcu yer almaktadır: Metin Oktay.
Sarı Kırmızılı takım 52 gol atıp 29 puanla şampiyon olurken, Metin Oktay da 19 golle krallık tahtına çıkmıştır.
TÜRKİYE LİGİ ŞAMPİYONLUKLARI
Sarı Kırmızılı takım Türkiye 1. Ligindeki ilk şampiyonluğunu 1961-1962 sezonunda kazandı. Galatasaray'ın 57 puanla zirvede bitirdiği ligde Fenerbahçe 53 puanla ikinci, Beşiktaş da 47 puanla üçüncü olmuştu.
Gündüz Kılıç'ın teknik direktör, Coşkun Özarı'nın da antrenör olarak görev yaptığı Sarı Kırmızılı takımın o yılki kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu:
Turgay Şeren, Bülent Gürbüz, Candemir Berkman, Ahmet Karlıklı, Ahmet Berman, Ergun Ercins, Mete Basmacı, Erol, Uğur Köken, Ayhan Elmastaşoğlu, İlhan, Bahri Altıntabak, Talat Özkarslı, Recep Adanır, K. Erol, Samim Uygun, Niyazi Tamakan, Selçuk.
Metin Oktay o sezon İtalya'nın Palermo takımında oynadığı için bu kadroda yoktur. Kadroda bulunan futbolculardan Recep Adanır'ın durumu ilginçtir.
Uzun yıllar Siyah Beyazlı formayı giyen ve bu camiada "Baba" unvanı kazanan Recep Adanır, kulübüyle anlaşmazlığa düştüğü için Galatasaray'a geldi ve Sarı Kırmızılı forma altında da başarılı maçlar çıkartıp bir şampiyonluk yaşadı.
O sezon transferde Metin Oktay'ı Palermo'dan, Kadri Aytaç'ı da Fenerbahçe'den geri alan Galatasaray çok güçlü bir kadro oluşturmuştu. Mustafa Yürür, Tarık Kutver, Turan Doğangün, Uğur Köken, Nuri Asan, Erdoğan Gökcan gibi takviyelerle çok güçlenen Sarı Kırmızılı takım, en uzun lig olarak nitelenen maratonu da şampiyon olarak bitirdi.
11'er takımın oluşturduğu iki grupta 10'ardan 20 maç yapan takımlardan Kırmızı Grup'ta Galatasaray 32 puanla lider oldu.
Bu ve öteki gruptan 6'şar takımın katılımıyla play off maçları oynandı.
Toplam 42 maç sonunda Galatasaray şampiyon oldu ve Sarı Kırmızılı takım 105 golle rekor kırdı.
Sarı Kırmızılı takımın başında teknik direktör olarak Coşkun Özarı bulunuyordu.
Galatasaray, Türkiye 1.Ligi'ndeki 3. şampiyonluğunu 1968-69 sezonunda kazandı. Bu sezonun özelliği,Türk futbolunun efsane adı Metin Oktay'ın şampiyonluk ve gol krallığı ile futbolculuk yaşantısını noktalamasıydı.
Sarı Kırmızılı takımın başında Yugoslav Toma Kaloperoviç vardı. Kadroda ise şu futbolcular yer alıyordu:
Nihat Akbay, Varol Ürkmez, Ali Elveren, Bekir Türkgeldi, Akın Aksaçlı, Talat Özkarslı, Mazlum Fırtına, Tuncer İnce, Ergün Acuner, Muhlis Güven, Atılay Özgür, Ayhan Elmastaşoğlu, Metin Oktay, Gökmen Özdenak, Ergin Gürses, Turan Doğangün, Ahmet Çeloviç, Uğur Köken, Muzaffer Sipahi, Mehmet Oğuz.
ÜST ÜSTE 3 ŞAMPİYONLUK
Türk takımlarının ligde yer almasının ardından ilk kez üst üste 3 şampiyonluk kazanan takım ünvanını kazanan Galatasaray, Cumhuriyet döneminde bu unvanını tekrarladıktan sonra, Türkiye 1. Liginde de aynı başarıyı gösterdi.
Sarı Kırmızı takım 1970-71 ve 1972-73 sezonlarında üst üste üç kez şampiyon oldu. Bu dönemde Kulüp Başkanı Selahattin Beyazıt, teknik direktör de Coşkun Özarı'dır. İngiliz Brian Birch, Özarı'nın yardımcısı olarak getirilmiştir. Ancak, bu üç şampiyonluğun da Brian Birch'e maledildiği çok sık görülmektedir.
1970-71 sezonundaki kazanılan ilk şampiyonlukta, Sarı Kırmızılı takım oynadığı 30 maçta 42 puanla mutlu sona ulaşırken, ezeli rakibi Fenerbahçe 41 puanla ikinci sırada kalmıştı.
Cim Bom'un şampiyon kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu:
Yasin Özdenak, Nihat Akbay, Ekrem Günalp, Muzaffer Sipahi, Tuncay Temeller, Aydın Güleş, Ergün Acuner, Olcay Başarır, Ayhan Elmastaşoğlu, Samim Uygun, Cengiz Özyalçın, Metin Kurt, Gökmen Özdenak, Suphi, Mehmet Oğuz, Uğur Köken, Talat Özkarslı, Bülent Ünder, Tarık Kipoğlu.
Ertesi sezon Galatasaray yine 42 puanla şampiyonluğu elde ederken, ligin ikinci sırasında sürpriz bir takım yer alıyordu. Bu takım da, Eskişehirspor'du. Kırmızı Siyahlılar 39 puan toplamışlar ve Fenerbahçe'yi averajla geçmişlerdi.
Galatasaray bu şampiyonluğu da , hemen hemen aynı kadro ile elde etmişti. Samim Yağız, Ahmet Yıldırım gibi takviyeler takımda sürekli yer alabilen futbolcular durumunda değildi.
1972-73 sezonunda ise Galatasaray bu kez 47 puanla şampiyonluğa ulaşırken, Fenerbahçe 42 puanla ikinci, Eskişehirspor da 36 puanla üçüncü olmuştu.
Sarı Kırmızılı takım böylece Türk futbol tarihinde ilk kez yaşanan bir olayı başarırken, kadrosunda Mehmet Özgül (Çilli Mehmet) ' ün dışında başka bir değişikliğe de gerek görmemişti.
Sarı Kırmızılı takım bir yandan ligde fırtına gibi eserken., öte yandan kupalardaki başarılarını da sürdürdü.
DERWALL'LE GELEN
1973' ten sonra bir daha şampiyonluk yüzü göremeyen Sarı Kırmızılı kulüpte, Prof.Dr. Ali Uras yönetimi, 1984 yazında büyük bir transfer atağına girişir. İsmail, Semih, Yusuf, Erdal, Abramczyk, Simoviç, Levent, Rıza gibi futbolcularla kadro takviye edilir. İviç'in son dakika çalımı da Cim bom için büyük bir şans olur ve iki başarılı yönetici Alp Yalman'la Faruk Süren, dünya çapında bir futbol devi olan Jupp Derwall'i Galatasaray'ın başına geçmek için ikna eder.
Jupp Derwall'in Sarı Kırmızılı takımdaki ilk yılı ligde pek parlak geçmedi. Bu büyük hocayı getiren ve önemli transferlerle lige başlayan Galatasaray, daha ilk maçında kendi sahasında Denizlispor'a 2-1 yenilerek büyük şok yaşadı.
Ondan sonra da takımı toparlayabilmek mümkün olamadı. Bu arada, ilk haftalarda Eskişehirspor karşısında uğranılan 3-0'lık yenilgi sonrasında, Derwall'in yardımcılığına Mustafa Denizli getirildi.
O sezon ligde Fenerbahçe 50 puan ve averajla şampiyon oldu. Beşiktaş aynı puanla ikinciliği elde etti. 42 puanla Trabzonspor üçüncü, 38 puanla Ankaragücü dördüncü olurken, Galatasaray 36 puanla beşincilikte kaldı.
Ancak, Sarı Kırmızılı takım o sezon Federasyon Kupası'nda muhteşem maçlar oynadı ve bu kupanın sahibi oldu.
Aslında çeyrek finalde Fenerbahçe'yi, 2-1 ve 1-0'lık galibiyetlerle, yarı finalde Beşiktaş'ı 0-0 ve 1-0 ile, finalde de Trabzonspor'u 2-1 ve 0-0 ile geçen Galatasaray'ın kupadaki bu zaferi belki de lig şampiyonluğu kadar değerliydi. Çünkü ezeli rakiplerinin üçünü de peş peşe safdışı bırakırken 6 maçta bir tek yenilgi yüzü bile görmemiş ve sadece 2 gol yemişti.
Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında ise Galatasaray uzun süre 1-0 önde götürdüğü maçın son dakikalarında Hüseyin'in ayağından yediği golle berabere duruma düşmüş, penaltılarla da kaybetmişti...
1985-86 sezonuna da büyük bir şampiyonluk özlemiyle başlayan Sarı Kırmızılı takım inanılmaz bir talihsizlik yaşadı. Bu sezonu yenilgisiz tamamlamayı başaran Cim bom, şampiyonluğu gol üstünlüğüyle Beşiktaş'a kaptırmanın üzüntüsünü yaşadı.
Cim Bom, 1986-87 sezonunda da gerçekten çok dramatik olaylar yaşadı. Çünkü Sarı Kırmızılı takım, bir önceki sezonu yenilgisiz kapatıp da şampiyon olamamanın verdiği büyük üzüntünün ardından, bu sezonun ilk maçında Trabzonspor'a 1-0 yenilmişti.
Galatasaray'ın cezası nedeniyle Adapazarı'nda oynanan bu maçın sonucu camiada büyük bir şok yarattı. Takımın çok gol kaçırması nedeniyle, Beşiktaş'ın serbest bıraktığı ve Fenerbahçe ile idmanlara çıkan Mirsad Kovaçeviç ile sözleşme yapıldı.
Bu arada, Galatasaray'ın Trabzonspor'dan aldığı golcü Tuncay Soyak da Almanya'daki çalışmalar sırasında sakatlanmış ve uzun süre futboldan uzak kalmıştı.
Sarı Kırmızılı takım, Beşiktaş'la nefes nefese şampiyonluk yarışını sürdürürken, ligin bitimine 4 hafta kala Rizespor karşısındaki 2-0'lık yenilgi herşeyin sonu gibi görünmüş ve bazı gazeteler "Beşiktaş şampiyon" diye başlık atmış, kimisi de "Şampi..." diyerek çok küçük bir ihtiyat payı bırakmıştı...
Gerçekten de ligin bitmesine 3 hafta kala arada oluşan 2 puan farkı giderip öne geçmek imkansız gibi görünüyordu. Bir önceki sezon şampiyonluk averajla belirlendiğine göre, bu kez Beşiktaş elde ettiği bu avantajla güle oynaya mutlu sona ulaşabilecekti.
Bu arada da, Galatasaray tarihine kara bir leke olarak geçecek üzücü olaylar yaşanmıştı. Bir grup kendini bilmez, Florya tesislerini basmış ve Derwall'i taşlamışlardı.
Büyük bir üzüntüye kapılan Alman Hoca'da görevi bırakmanın eşiğine gelmişti.
Ancak bu kadar umutsuz bir durumda bile Galatasaray'da şampiyonluğa inanıp bunun için çaba gösterenler vardı. Bunların başında da Futbol Şube Sorumlusu Ergun Gürsoy geliyordu.
Nitekim, onun çabaları meyvelerini vermeye başlamış ve Beşiktaş'ın Malatyaspor deplasmanında uğradığı 1-0'lık yenilgi işi değiştirmişti.
Bundan sonra Beşiktaş'ın kaybedeceği puan, Galatasaray'ı şampiyon yapacaktı.
O da bir hafta sonra oldu.
İstanbul'daki Denizlispor maçını 85.dakikaya kadar 1-0 önde götüren Beşiktaş, bu dakikada Erol'un ayağından yediği golle 1-1 berabere kalıyor ve Antalya deplasmanından 3-1 galip dönen Galatasaray şampiyonluk kutlamalarına başlıyordu.
2 hafta önce Rize'de bırakılan şampiyonluk umutları, Antalya'da Sarı Kırmızılı takımın kucağına gelmişti. Artık bu saatten sonra herhangi bir süprize yer yoktu.
Son haftaki Eskişehirspor maçı öncesinde Ali Sami Yen Stadı bayram yeri gibi süslenmişti. Sarı Kırmızı takım, 1972-73'teki son şampiyonluğun üzerinden 14 yıl geçtikten sonra Cevad Prekazi ve Muhammet'in golleriyle Eskişehirspor'u 2-1 yenerek tekrar şampiyonluğu kucaklıyordu.
Yurdun dört bir yanındaki Galatasaray'lılar da 14 yıl aradan sonra gelen bu mutluluğu, büyük bir coşku içinde kutluyorlardı. Artık yer sarı, gök kırmızıydı.
Son iki yıldır Türkiye'nin en iyi futbol oynayan ekibi olarak gösterilen Galatasaray, geçen sezon inanılmaz bir talihsizlik sonucunda kaçırdığı şampiyonluğu, bu kez son dakikada yakalamayı başarmıştı.
Sarı Kırmızılı takımın şampiyon kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu:
Zoran Simoviç, İsmail Demiriz, Raşit Çetiner, Semih Yuvakuran, Cüneyt Tanman, Yusuf Altıntaş, Erhan Önal, Ahmet Ceyhan, Arif Kocabıyık, Savaş Koç, Muhammet Altıntaş, Cevad Prekazi, Mirsat Güneş, Uğur Tütüneker, İlyas Tüfekçi, Erkan Ültanır, Adnan Esen, Tuncay Soyak, Suat Kaya.
Bu sezon Galatasaray Cumhurbaşkanlığı Kupasını'da kazandı. Federasyon Kupası'nın galibi Gençlerbirliği ile yapılan maçta, normal süre 2-2 sonuçlanmış, uzatmada Uğur'un golüyle Galatasaray kupayı müzesine götürmüştü. Sarı Kırmızılı takımın öteki gollerini de 41. dakikada penaltıdan İlyas, 71. dakikada yine Uğur atmıştı.
Bunun ardından 1987-88 sezonunda da ikinci kez şampiyon olurken oynadığı 38 maçın 27'sini kazanmış, 9'unda berabere kalmış ve 2'sinde yenilmişti. Attığı 89 gole karşılık 35 gol yiyen Cim Bom 80 puanla şampiyonluğa ulaşmıştı.
Sarı Kırmızılı takıma o sezon yeni gelen futbolcular Tanju Çolak, Savaş Demiral, Didier Six ve İranlı Nasır'dı. Altyapıdan Bülent Korkmaz'la birlikte gelen Tugay Kerimoğlu da ilk kez bu sezon A takımında yer almaya başlamıştı.
Karlheinz Feldkamp, Almanya'nın en başarılı teknik adamlarından biri olarak Galatasaray'ın başına geçtiğinde, önce savunmayı sağlamlaştırmak için iki vatandaşını transfer etti. Libero Falco Götz ve stopez Reinhard Stumpf, gerçekten de Sarı Kırmızılı takımın savunmadaki bütün sancılarını giderdiler.
KALLİ KUPALARI TOPLADI
İlerde de Gutschow'u alan Cim Bom, yeni transfer Hakan Şükür'ün de kısa sürede uyum sağlamasıyla ligde fırtına gibi esmeye başladı.
Sarı Kırmızılı takım o sezon Altay'a iki maçta da yenilmesi gibi çok şaşırtıcı bir olayın dışında başarılı oldu ve 66 puanla şampiyonluğu kazandı. Beşiktaş'ın aynı puanla ikinci oluşu, bir bakıma 1985-86'daki averajla kaptırılan şampiyonluğun rövanşının alınması anlamına geliyordu.
Feldkamp, o sezon sadece Cim Bom'u lig şampiyonu yapmakla kalmadı, bütün kupaları kazandırdı. Sarı Kırmızılı takım, TSYD, Federasyon Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupasını kazanarak kırılması güç bir rekor oluşturdu.
Sarı Kırmızılı takımın o sezondaki kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu: Hayrettin Demirbaş, Nezihi Boloğlu, İsmail Demiriz, Yusuf Altıntaş, Bülent Korkmaz, Mert Korkmaz, Falco Götz, Reinhard Stumpf, Erdal Keser, Tugay Kerimoğlu, Suat Kaya, Okan Buruk, Uğur Tütüneker, Hamza Hamzaoğlu, Muhammet Altıntaş, Hakan Şükür, Gütschow, Arif Erdem, Mustafa Kocabey.
Yaşlı ve yorgun olduğunu belirten Kalli'nin bundan sonra teknik direktör olarak çalışmak istemediğini bildirerek ayrılması, Cim Bom'un talihsizliği oldu. Böylece, Derwall'den sonra Kalli de Cim Bom'a büyük başarılar kazandırıp adını Sarı Kırmızılı kulübün şanlı tarihine yazdırarak veda ediyordu.
1993-94 sezonunda da Galatasaray yine şampiyondu. Sarı Kırmızılı takımın başında bu kez Rainer Hollmann bulunuyordu. Gerçi Alman Hoca, Kalli'nin yardımcısı diye getirilmişti ama, işler iyi gidince durum kabullendi. Sarı Kırmızılı takım 70 puanla şampiyon olurken, Fenerbahçe 69 puanla ikinci sırada yer almıştı.
Oynadığı 30 maçın 22'sini kazanan 4'ünde berabere kalıp 4'ünde de yenilen Sarı-Kırmızılı takım 67 gol gol atıp, 28 gol yiyerek mutlu sona ulaşmıştı.
Böylece Sarı-Kırmızılı takım Türkiye 1. Ligi'ndeki şampiyonluk sayısını 10'a çıkararak Fenerbahçe'nin bu konudaki üstünlüğünü zorlamaya başlamıştı.
İkinci kez şampiyonluğa ulaşan kadrodaki yeni futbolcular şunlardı:
Yusuf Tepekule, Soner Tolungüç, Cihat Arslan.
Bu seneden sonra 1994-1995 ve 1995-1996 sezonlarında Şampiyonluğu ezeli rakipleri Beşiktaş ve Fenerbahçe'ye kaptıran Galatasaray 1996-1997 sezonunda Fatih Terim' in Teknik direktörlüğe getirilmesi ile Türk Futbol tarihinin ve Galatasaray tarihinin en başarılı dönemini yaşamıştır. 4 senelik dönemde Fatih Terim ve ekibi 12 kupa kazandırmıştır. 4 sene arka arkaya Şampiyonluk kazanılması Türk futbol tarihinde bir ilk olarak kayıtlara geçmiştir. Ayrıca takımımız Türkiye liglerinde en fazla Şampiyonluk kazanan takım olma ünvanını ele geçirmiştir. Alınan kupaların içinde en değerlisi şüphesizki hiç yenilgi almadan kazanılan UEFA kupası Şampiyonluğudur. Final maçına Arsenali penaltılarla 4-1 yenen Galatasaray tüm Dünya'da olay olmuştur. Bu sevinci bize yaşatan tüm sporculara ve yöneticilere teşekkürü borç biliriz. 2000-2001 sezonunda Fatih Terim'in İtalyan Fiorentina ekibine transfer olması nedeni ile teknik direktörlüğe Rumen Lucescu getirilmiştir. 2000 yılının SÜPER KUPASI'nı ise Real Madrid'i Monaco'da 2-1 yenen GALATASARAY'ımız kazanmıştır.
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
1908 - 1909 - İLK TÜRK ŞAMPİYONU GALATASARAY Sağdan sola, arka sıra:Hasan Fuat, Hami Hüsnü, Emin Bülent, Asım Tevfik, Ahmet Robenson, Ali Sami, Milo, Adnan Orta sıra: Bekir, Hasan, Tevfik Fikret, Mahir, Celal Ön sıra: İdris, Horace Armitage.
İlk Türk futbol takımı olan Galatasaray, yine şampiyonluğa ilk ulaşan Türk takımı olma özelliğini de taşır.
1905'te İstanbul Ligi'nde mücadele eden Galatasaray, buradaki ilk maçında Kadıköy Faure okulunu 2-0 yenmiştir.
Galatasaray bu ligde 1908-1909'da ilk şampiyonluğunu kazandı. Meşrutiyet'in getirdiği olumlu hava içinde artık daha rahat koşullarda spor yapabilmesi, Sarı Kırmızılıların lehine bir durum yaratmıştı. Çünkü sonradan ezeli rakibi ve en güçlü karşıtı olacak Fenerbahçe daha yeni kurulmuştu ve Galatasaray, lisedeki güçlü sporcu potansiyeline sahip olma üstünlüğünü taşıyordu.
Nitekim, bu şampiyonluğun ardından yine 1909 yılında Galatasaray, daha önce 7-0 ve 11-0 gibi hezimetlere uğradığı rakibi Kadıköy'ü bu kez 17 Kasım 1909'da 4-0 yenerek ilk kupasını kazanıyordu.
REKORLU BAŞLANGIÇ
1909-1910 sezonunda da şampiyon olan Galatasaray, ertesi yıl zirveyi yine kimseye kaptırmaz ve şampiyon olan ilk Türk takımı ünvanına, 3 kez üst üste bu işi başarma onurunu da ekler.
O yılllardaki Galatasaray takımında şu futbolcular bulunmaktadır:
Hasan Fuat, Hamit Hüsnü, Emin Bülent, Asım Tevfik, A. Robenson, Ali Sami, Milo, Adnan, Bekir, Hasan, Sabri Mahir, Celal, İdris, Hores, Neş'et, Cevat, Kamil, Cevdet.
1910/11 İstanbul Ligi Şampiyonluğun'nu bütün maçlarını kazanıp,ezeli ve ebedi rakibi Fenerbahçe'yi de 7 kişilik takımla 7-0 mağlup etmeyi başaran Galatasaray futbol takımı oyuncuları,okul öğrencileri ve yöneticileri Grand Cour'da toplu halde.8 maçta toplam 26 gol atıp 2 gol yiyen Şampiyon Kadro: Kaleci:Ahmet Robenson Savunma:Neşet,Todor Botchkoff,Ali Tamay,Hüseyin Eden Orta Saha:Ali Sami Yen,Ahmet Cevat,Hasan Basri Bütün,Bekir Sıtkı Bircan Forvet:Rowland Rees,Fuat Hüsnü Kayacan,Cella İbrahim,İdris,Emin Bülent Serdaroğlu,Cyrill Doupkoff
Üst üste üç şampiyonluğun ardından, çalkantılı bir dönem geldi. 1911-12 sezonunda Galatasaray, bir anlaşmazlık yüzünden lige B takımıyla katıldı. Daha sonraki yıllarda savaşlar yüzünden maçlar pek düzenli yapılamadı.
1921-22 sezonunda Galatasaray yeniden şampiyon oldu. 11 takımının yer aldığı ligde tek devreli maçlar sonucunda 28 puanla şampiyonluğa ulaşan takımın kadrosunda şu futbolcular vardı: Nüzhet Öniş, Mehmet Nazif, Ahmet Cevat, Kamil Ethem, Siret Ekmekçioğlu, Burhan Atak, Selahattin Sadıkoğlu, Nihat Bekdik, Müçteba, Edip Ossa, Fazıl Köprülü, Necip Şahin, Suat Subay, Sadi Karsan, Sadi Kurt, Kemal Nejat Kavur, Sadi Hasan, Muslih Peykoğlu, Dr.Namık Canko, Sadi Aslan, Münif, Nusret.
Ertesi sezon ligler yine tamamlanamadı ve Cumhuriyet dönemine gelindi.
YİNE 3 YIL ÜST ÜSTE ŞAMPİYONLUK
Bu döneme de Galatasaray fırtına gibi girdi. İlk yabancı antrenör olan İskoç Billy Hunter'ı getiren Sarı Kırmızı'lı takım 1924-25, 1925-26 ve 1926-27 sezonlarında şampiyon oldu. 1927-28'de lig tamamlanamadı, 1928-29'da Cim Bom yine şampiyondu.
Billy Hunter önderliğinde lig şampiyonluğuna ambargo koyan bir ekip durumuna gelen Galatasaray'da, Cumhuriyet döneminde de üst üste üç kez şampiyon olan ilk takım ünvanını ele geçiriyor, bunu beş şampiyonluğa çıkarma şansını da 1928'de ligin yarıda kalması yüzünden kaçırıyordu. Galatasaray'ın bu dönemdeki kadrosunda şu futbolcular yer alıyordu:
Nüzhet Öniş, Ulvi Yenal, Rasim, Kerim Özdor, Mehmet Nazif, Ali Gencay, Kemal Rıfat, Nihat Bekdik, Hayri Gönen, Suat Subay, Mehmet Leblebi, Necip Şahin, Nesim Pinhas, Mithat Ertuğ, Muslih Peykoğlu, Raif, Necdet, Ekrem, Edip Ossa, Fehmi, Burhan, Kemal Faruki, Şadi Kavur, Vedat Abut, Ercüment, Emin, Rebii, Suphi, Latif, Muhtar, Mithat, Sacit, Vahyi.
1929-30'da şampiyonluğa bir sezon ara veren Sarı kırmızılı takım, 1930-31 sezonunda yeniden şampiyon olur. O şampiyonluğu kazanan kadroda da şu futbolcular bulunmaktadır:
Bundan sonra da Galatasaray sıkıntılı bir döneme girdi. Özellikle Ateş-Güneş bölünmesi yüzünden güçsüz düşen takım 1948-49 sezonuna kadar şampiyonluktan uzak kaldı. Tabii bu süre içinde kılpayı kaybedilen şampiyonlukların sayısı da az değildi. Bu sezonda Sarı Kırmızı' lı takımın başında yine İskoç bir hoca vardır.
Pat Molloy, 8 takım arasında oynanan ligde Galatasaray'ı 39 puanla şampiyon yapmayı başardı. 17 yıl aradan sonra şampiyon olan Sarı Kırmızılı takımın kadrosunda şu futbolcular vardı: Erdoğan, Osman,Naci, Necmi, Musa, Muzaffer, İsfendiyar, ,Halis, Reha, Gündüz, Orhan, Kocis, Süreyya, Doğan, Fazıl.
1951 yılında profesyonelliğin kabülünden sonra başlayan İstanbul Liginde 1954-55 sezonunda Galatasaray şampiyon oldu. Macar Szekelly'in çalıştırdığı takımda yer alan futbolcuların adları şöyleydi:
1955-56 sezonunda da yine şampiyon olan Sarı Kırmızılı takımın kadrosunda bu kez, ilerki yıllarda adından çok söz edilecek bir futbolcu yer almaktadır: Metin Oktay.
Sarı Kırmızılı takım 52 gol atıp 29 puanla şampiyon olurken, Metin Oktay da 19 golle krallık tahtına çıkmıştır.
TÜRKİYE LİGİ ŞAMPİYONLUKLARI
Sarı Kırmızılı takım Türkiye 1. Ligindeki ilk şampiyonluğunu 1961-1962 sezonunda kazandı. Galatasaray'ın 57 puanla zirvede bitirdiği ligde Fenerbahçe 53 puanla ikinci, Beşiktaş da 47 puanla üçüncü olmuştu.
Gündüz Kılıç'ın teknik direktör, Coşkun Özarı'nın da antrenör olarak görev yaptığı Sarı Kırmızılı takımın o yılki kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu:
Turgay Şeren, Bülent Gürbüz, Candemir Berkman, Ahmet Karlıklı, Ahmet Berman, Ergun Ercins, Mete Basmacı, Erol, Uğur Köken, Ayhan Elmastaşoğlu, İlhan, Bahri Altıntabak, Talat Özkarslı, Recep Adanır, K. Erol, Samim Uygun, Niyazi Tamakan, Selçuk.
Metin Oktay o sezon İtalya'nın Palermo takımında oynadığı için bu kadroda yoktur. Kadroda bulunan futbolculardan Recep Adanır'ın durumu ilginçtir.
Uzun yıllar Siyah Beyazlı formayı giyen ve bu camiada "Baba" unvanı kazanan Recep Adanır, kulübüyle anlaşmazlığa düştüğü için Galatasaray'a geldi ve Sarı Kırmızılı forma altında da başarılı maçlar çıkartıp bir şampiyonluk yaşadı.
O sezon transferde Metin Oktay'ı Palermo'dan, Kadri Aytaç'ı da Fenerbahçe'den geri alan Galatasaray çok güçlü bir kadro oluşturmuştu. Mustafa Yürür, Tarık Kutver, Turan Doğangün, Uğur Köken, Nuri Asan, Erdoğan Gökcan gibi takviyelerle çok güçlenen Sarı Kırmızılı takım, en uzun lig olarak nitelenen maratonu da şampiyon olarak bitirdi.
11'er takımın oluşturduğu iki grupta 10'ardan 20 maç yapan takımlardan Kırmızı Grup'ta Galatasaray 32 puanla lider oldu.
Bu ve öteki gruptan 6'şar takımın katılımıyla play off maçları oynandı.
Toplam 42 maç sonunda Galatasaray şampiyon oldu ve Sarı Kırmızılı takım 105 golle rekor kırdı.
Sarı Kırmızılı takımın başında teknik direktör olarak Coşkun Özarı bulunuyordu.
Galatasaray, Türkiye 1.Ligi'ndeki 3. şampiyonluğunu 1968-69 sezonunda kazandı. Bu sezonun özelliği,Türk futbolunun efsane adı Metin Oktay'ın şampiyonluk ve gol krallığı ile futbolculuk yaşantısını noktalamasıydı.
Sarı Kırmızılı takımın başında Yugoslav Toma Kaloperoviç vardı. Kadroda ise şu futbolcular yer alıyordu:
Nihat Akbay, Varol Ürkmez, Ali Elveren, Bekir Türkgeldi, Akın Aksaçlı, Talat Özkarslı, Mazlum Fırtına, Tuncer İnce, Ergün Acuner, Muhlis Güven, Atılay Özgür, Ayhan Elmastaşoğlu, Metin Oktay, Gökmen Özdenak, Ergin Gürses, Turan Doğangün, Ahmet Çeloviç, Uğur Köken, Muzaffer Sipahi, Mehmet Oğuz.
ÜST ÜSTE 3 ŞAMPİYONLUK
Türk takımlarının ligde yer almasının ardından ilk kez üst üste 3 şampiyonluk kazanan takım ünvanını kazanan Galatasaray, Cumhuriyet döneminde bu unvanını tekrarladıktan sonra, Türkiye 1. Liginde de aynı başarıyı gösterdi.
Sarı Kırmızı takım 1970-71 ve 1972-73 sezonlarında üst üste üç kez şampiyon oldu. Bu dönemde Kulüp Başkanı Selahattin Beyazıt, teknik direktör de Coşkun Özarı'dır. İngiliz Brian Birch, Özarı'nın yardımcısı olarak getirilmiştir. Ancak, bu üç şampiyonluğun da Brian Birch'e maledildiği çok sık görülmektedir.
1970-71 sezonundaki kazanılan ilk şampiyonlukta, Sarı Kırmızılı takım oynadığı 30 maçta 42 puanla mutlu sona ulaşırken, ezeli rakibi Fenerbahçe 41 puanla ikinci sırada kalmıştı.
Cim Bom'un şampiyon kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu:
Yasin Özdenak, Nihat Akbay, Ekrem Günalp, Muzaffer Sipahi, Tuncay Temeller, Aydın Güleş, Ergün Acuner, Olcay Başarır, Ayhan Elmastaşoğlu, Samim Uygun, Cengiz Özyalçın, Metin Kurt, Gökmen Özdenak, Suphi, Mehmet Oğuz, Uğur Köken, Talat Özkarslı, Bülent Ünder, Tarık Kipoğlu.
Ertesi sezon Galatasaray yine 42 puanla şampiyonluğu elde ederken, ligin ikinci sırasında sürpriz bir takım yer alıyordu. Bu takım da, Eskişehirspor'du. Kırmızı Siyahlılar 39 puan toplamışlar ve Fenerbahçe'yi averajla geçmişlerdi.
Galatasaray bu şampiyonluğu da , hemen hemen aynı kadro ile elde etmişti. Samim Yağız, Ahmet Yıldırım gibi takviyeler takımda sürekli yer alabilen futbolcular durumunda değildi.
1972-73 sezonunda ise Galatasaray bu kez 47 puanla şampiyonluğa ulaşırken, Fenerbahçe 42 puanla ikinci, Eskişehirspor da 36 puanla üçüncü olmuştu.
Sarı Kırmızılı takım böylece Türk futbol tarihinde ilk kez yaşanan bir olayı başarırken, kadrosunda Mehmet Özgül (Çilli Mehmet) ' ün dışında başka bir değişikliğe de gerek görmemişti.
Sarı Kırmızılı takım bir yandan ligde fırtına gibi eserken., öte yandan kupalardaki başarılarını da sürdürdü.
DERWALL'LE GELEN
1973' ten sonra bir daha şampiyonluk yüzü göremeyen Sarı Kırmızılı kulüpte, Prof.Dr. Ali Uras yönetimi, 1984 yazında büyük bir transfer atağına girişir. İsmail, Semih, Yusuf, Erdal, Abramczyk, Simoviç, Levent, Rıza gibi futbolcularla kadro takviye edilir. İviç'in son dakika çalımı da Cim bom için büyük bir şans olur ve iki başarılı yönetici Alp Yalman'la Faruk Süren, dünya çapında bir futbol devi olan Jupp Derwall'i Galatasaray'ın başına geçmek için ikna eder.
Jupp Derwall'in Sarı Kırmızılı takımdaki ilk yılı ligde pek parlak geçmedi. Bu büyük hocayı getiren ve önemli transferlerle lige başlayan Galatasaray, daha ilk maçında kendi sahasında Denizlispor'a 2-1 yenilerek büyük şok yaşadı.
Ondan sonra da takımı toparlayabilmek mümkün olamadı. Bu arada, ilk haftalarda Eskişehirspor karşısında uğranılan 3-0'lık yenilgi sonrasında, Derwall'in yardımcılığına Mustafa Denizli getirildi.
O sezon ligde Fenerbahçe 50 puan ve averajla şampiyon oldu. Beşiktaş aynı puanla ikinciliği elde etti. 42 puanla Trabzonspor üçüncü, 38 puanla Ankaragücü dördüncü olurken, Galatasaray 36 puanla beşincilikte kaldı.
Ancak, Sarı Kırmızılı takım o sezon Federasyon Kupası'nda muhteşem maçlar oynadı ve bu kupanın sahibi oldu.
Aslında çeyrek finalde Fenerbahçe'yi, 2-1 ve 1-0'lık galibiyetlerle, yarı finalde Beşiktaş'ı 0-0 ve 1-0 ile, finalde de Trabzonspor'u 2-1 ve 0-0 ile geçen Galatasaray'ın kupadaki bu zaferi belki de lig şampiyonluğu kadar değerliydi. Çünkü ezeli rakiplerinin üçünü de peş peşe safdışı bırakırken 6 maçta bir tek yenilgi yüzü bile görmemiş ve sadece 2 gol yemişti.
Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında ise Galatasaray uzun süre 1-0 önde götürdüğü maçın son dakikalarında Hüseyin'in ayağından yediği golle berabere duruma düşmüş, penaltılarla da kaybetmişti...
1985-86 sezonuna da büyük bir şampiyonluk özlemiyle başlayan Sarı Kırmızılı takım inanılmaz bir talihsizlik yaşadı. Bu sezonu yenilgisiz tamamlamayı başaran Cim bom, şampiyonluğu gol üstünlüğüyle Beşiktaş'a kaptırmanın üzüntüsünü yaşadı.
Cim Bom, 1986-87 sezonunda da gerçekten çok dramatik olaylar yaşadı. Çünkü Sarı Kırmızılı takım, bir önceki sezonu yenilgisiz kapatıp da şampiyon olamamanın verdiği büyük üzüntünün ardından, bu sezonun ilk maçında Trabzonspor'a 1-0 yenilmişti.
Galatasaray'ın cezası nedeniyle Adapazarı'nda oynanan bu maçın sonucu camiada büyük bir şok yarattı. Takımın çok gol kaçırması nedeniyle, Beşiktaş'ın serbest bıraktığı ve Fenerbahçe ile idmanlara çıkan Mirsad Kovaçeviç ile sözleşme yapıldı.
Bu arada, Galatasaray'ın Trabzonspor'dan aldığı golcü Tuncay Soyak da Almanya'daki çalışmalar sırasında sakatlanmış ve uzun süre futboldan uzak kalmıştı.
Sarı Kırmızılı takım, Beşiktaş'la nefes nefese şampiyonluk yarışını sürdürürken, ligin bitimine 4 hafta kala Rizespor karşısındaki 2-0'lık yenilgi herşeyin sonu gibi görünmüş ve bazı gazeteler "Beşiktaş şampiyon" diye başlık atmış, kimisi de "Şampi..." diyerek çok küçük bir ihtiyat payı bırakmıştı...
Gerçekten de ligin bitmesine 3 hafta kala arada oluşan 2 puan farkı giderip öne geçmek imkansız gibi görünüyordu. Bir önceki sezon şampiyonluk averajla belirlendiğine göre, bu kez Beşiktaş elde ettiği bu avantajla güle oynaya mutlu sona ulaşabilecekti.
Bu arada da, Galatasaray tarihine kara bir leke olarak geçecek üzücü olaylar yaşanmıştı. Bir grup kendini bilmez, Florya tesislerini basmış ve Derwall'i taşlamışlardı.
Büyük bir üzüntüye kapılan Alman Hoca'da görevi bırakmanın eşiğine gelmişti.
Ancak bu kadar umutsuz bir durumda bile Galatasaray'da şampiyonluğa inanıp bunun için çaba gösterenler vardı. Bunların başında da Futbol Şube Sorumlusu Ergun Gürsoy geliyordu.
Nitekim, onun çabaları meyvelerini vermeye başlamış ve Beşiktaş'ın Malatyaspor deplasmanında uğradığı 1-0'lık yenilgi işi değiştirmişti.
Bundan sonra Beşiktaş'ın kaybedeceği puan, Galatasaray'ı şampiyon yapacaktı.
O da bir hafta sonra oldu.
İstanbul'daki Denizlispor maçını 85.dakikaya kadar 1-0 önde götüren Beşiktaş, bu dakikada Erol'un ayağından yediği golle 1-1 berabere kalıyor ve Antalya deplasmanından 3-1 galip dönen Galatasaray şampiyonluk kutlamalarına başlıyordu.
2 hafta önce Rize'de bırakılan şampiyonluk umutları, Antalya'da Sarı Kırmızılı takımın kucağına gelmişti. Artık bu saatten sonra herhangi bir süprize yer yoktu.
Son haftaki Eskişehirspor maçı öncesinde Ali Sami Yen Stadı bayram yeri gibi süslenmişti. Sarı Kırmızı takım, 1972-73'teki son şampiyonluğun üzerinden 14 yıl geçtikten sonra Cevad Prekazi ve Muhammet'in golleriyle Eskişehirspor'u 2-1 yenerek tekrar şampiyonluğu kucaklıyordu.
Yurdun dört bir yanındaki Galatasaray'lılar da 14 yıl aradan sonra gelen bu mutluluğu, büyük bir coşku içinde kutluyorlardı. Artık yer sarı, gök kırmızıydı.
Son iki yıldır Türkiye'nin en iyi futbol oynayan ekibi olarak gösterilen Galatasaray, geçen sezon inanılmaz bir talihsizlik sonucunda kaçırdığı şampiyonluğu, bu kez son dakikada yakalamayı başarmıştı.
Sarı Kırmızılı takımın şampiyon kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu:
Zoran Simoviç, İsmail Demiriz, Raşit Çetiner, Semih Yuvakuran, Cüneyt Tanman, Yusuf Altıntaş, Erhan Önal, Ahmet Ceyhan, Arif Kocabıyık, Savaş Koç, Muhammet Altıntaş, Cevad Prekazi, Mirsat Güneş, Uğur Tütüneker, İlyas Tüfekçi, Erkan Ültanır, Adnan Esen, Tuncay Soyak, Suat Kaya.
Bu sezon Galatasaray Cumhurbaşkanlığı Kupasını'da kazandı. Federasyon Kupası'nın galibi Gençlerbirliği ile yapılan maçta, normal süre 2-2 sonuçlanmış, uzatmada Uğur'un golüyle Galatasaray kupayı müzesine götürmüştü. Sarı Kırmızılı takımın öteki gollerini de 41. dakikada penaltıdan İlyas, 71. dakikada yine Uğur atmıştı.
Bunun ardından 1987-88 sezonunda da ikinci kez şampiyon olurken oynadığı 38 maçın 27'sini kazanmış, 9'unda berabere kalmış ve 2'sinde yenilmişti. Attığı 89 gole karşılık 35 gol yiyen Cim Bom 80 puanla şampiyonluğa ulaşmıştı.
Sarı Kırmızılı takıma o sezon yeni gelen futbolcular Tanju Çolak, Savaş Demiral, Didier Six ve İranlı Nasır'dı. Altyapıdan Bülent Korkmaz'la birlikte gelen Tugay Kerimoğlu da ilk kez bu sezon A takımında yer almaya başlamıştı.
Karlheinz Feldkamp, Almanya'nın en başarılı teknik adamlarından biri olarak Galatasaray'ın başına geçtiğinde, önce savunmayı sağlamlaştırmak için iki vatandaşını transfer etti. Libero Falco Götz ve stopez Reinhard Stumpf, gerçekten de Sarı Kırmızılı takımın savunmadaki bütün sancılarını giderdiler.
KALLİ KUPALARI TOPLADI
İlerde de Gutschow'u alan Cim Bom, yeni transfer Hakan Şükür'ün de kısa sürede uyum sağlamasıyla ligde fırtına gibi esmeye başladı.
Sarı Kırmızılı takım o sezon Altay'a iki maçta da yenilmesi gibi çok şaşırtıcı bir olayın dışında başarılı oldu ve 66 puanla şampiyonluğu kazandı. Beşiktaş'ın aynı puanla ikinci oluşu, bir bakıma 1985-86'daki averajla kaptırılan şampiyonluğun rövanşının alınması anlamına geliyordu.
Feldkamp, o sezon sadece Cim Bom'u lig şampiyonu yapmakla kalmadı, bütün kupaları kazandırdı. Sarı Kırmızılı takım, TSYD, Federasyon Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupasını kazanarak kırılması güç bir rekor oluşturdu.
Sarı Kırmızılı takımın o sezondaki kadrosunda şu futbolcular bulunuyordu: Hayrettin Demirbaş, Nezihi Boloğlu, İsmail Demiriz, Yusuf Altıntaş, Bülent Korkmaz, Mert Korkmaz, Falco Götz, Reinhard Stumpf, Erdal Keser, Tugay Kerimoğlu, Suat Kaya, Okan Buruk, Uğur Tütüneker, Hamza Hamzaoğlu, Muhammet Altıntaş, Hakan Şükür, Gütschow, Arif Erdem, Mustafa Kocabey.
Yaşlı ve yorgun olduğunu belirten Kalli'nin bundan sonra teknik direktör olarak çalışmak istemediğini bildirerek ayrılması, Cim Bom'un talihsizliği oldu. Böylece, Derwall'den sonra Kalli de Cim Bom'a büyük başarılar kazandırıp adını Sarı Kırmızılı kulübün şanlı tarihine yazdırarak veda ediyordu.
1993-94 sezonunda da Galatasaray yine şampiyondu. Sarı Kırmızılı takımın başında bu kez Rainer Hollmann bulunuyordu. Gerçi Alman Hoca, Kalli'nin yardımcısı diye getirilmişti ama, işler iyi gidince durum kabullendi. Sarı Kırmızılı takım 70 puanla şampiyon olurken, Fenerbahçe 69 puanla ikinci sırada yer almıştı.
Oynadığı 30 maçın 22'sini kazanan 4'ünde berabere kalıp 4'ünde de yenilen Sarı-Kırmızılı takım 67 gol gol atıp, 28 gol yiyerek mutlu sona ulaşmıştı.
Böylece Sarı-Kırmızılı takım Türkiye 1. Ligi'ndeki şampiyonluk sayısını 10'a çıkararak Fenerbahçe'nin bu konudaki üstünlüğünü zorlamaya başlamıştı.
İkinci kez şampiyonluğa ulaşan kadrodaki yeni futbolcular şunlardı:
Yusuf Tepekule, Soner Tolungüç, Cihat Arslan.
Bu seneden sonra 1994-1995 ve 1995-1996 sezonlarında Şampiyonluğu ezeli rakipleri Beşiktaş ve Fenerbahçe'ye kaptıran Galatasaray 1996-1997 sezonunda Fatih Terim' in Teknik direktörlüğe getirilmesi ile Türk Futbol tarihinin ve Galatasaray tarihinin en başarılı dönemini yaşamıştır. 4 senelik dönemde Fatih Terim ve ekibi 12 kupa kazandırmıştır. 4 sene arka arkaya Şampiyonluk kazanılması Türk futbol tarihinde bir ilk olarak kayıtlara geçmiştir. Ayrıca takımımız Türkiye liglerinde en fazla Şampiyonluk kazanan takım olma ünvanını ele geçirmiştir. Alınan kupaların içinde en değerlisi şüphesizki hiç yenilgi almadan kazanılan UEFA kupası Şampiyonluğudur. Final maçına Arsenali penaltılarla 4-1 yenen Galatasaray tüm Dünya'da olay olmuştur. Bu sevinci bize yaşatan tüm sporculara ve yöneticilere teşekkürü borç biliriz. 2000-2001 sezonunda Fatih Terim'in İtalyan Fiorentina ekibine transfer olması nedeni ile teknik direktörlüğe Rumen Lucescu getirilmiştir. 2000 yılının SÜPER KUPASI'nı ise Real Madrid'i Monaco'da 2-1 yenen GALATASARAY'ımız kazanmıştır.
Alıntıları Göster
Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin en unutulmaz olaylarından birisi 1910-1911 sezonunda yaşanmıştır. 12 Şubat günü Kadıköy'deki Union Club sahasında yapılacak maça, aşırı lodos nedeniyle bazı Galatasaray'lı futbolcular karşıya geçemez. 11 kişilik takımı tamamlayamayan Galatasaray, Fenerbahçe sahasındaki maça ancak 7 kişi çıkabildi. İnanılmaz bir inançla mücadele veren 7 kişi Fenerbahçe'yi kendi sahasında 7-0 yendi. Sarı Lacivertli takım da bu maçta kalecisi Ali Said'in sakatlanıp çıkması sonucu 10 kişi ve kalecisiz oynamak zorunda kalmış ve gol yiyenin kaleyi bir diger arkadaşına devretmesi şeklinde öteki futbolcularda bir bir kaleye geçmiştir. Bu inanılmaz zaferi kazanarak ezeli rekabetin en parlak sonuçlarından birini elde eden Galatasaray takımının o maçı hangi kadrosuyla oynadığını saptamak ne yazık ki mümkün olmamıştır. Bu konuda, kaynaklar arasındaki çelişkiler içinden çıkılabilecek gibi değildir. Yanlışı göze alarak verebileceğimiz kadro şöyledir:
Ali Sami - Ali, Bekir Bircan, Horace Armitage, Celal İbrahim, İdris, Emin Bülent. (Cem Atabeyoğlu, bu maçta kalede Ahmet Robenson'un oynadığını belirtiyor. Ayrıca, onun verdiği kadroda Horace Armitage ve Bekir Bircan yok. Emin Bülent de iki ayrı kişi olarak verilmiş... Ancak, bütün bu isimlerin anılmış olması nedeniyle yine de belli bir sonuca varmış oluyoruz.)
1910-1911 ŞAMPİYONU GALATASARAY TAKIMI
Ayaktakiler sağdan: Asım, Mahmut, Ruşen, Eşref, Bojkof, A.Robenson, Neşet, İbrahim, Celal, Kamil Orta Sıra Sağdan:Yusuf Celal, Cevdet Kalpakçıoğlu, Kiril, İdris, Celal, Hüseyin, Rıza, Ali Sami Yen, Salih Arif Ön Sıra Sağdan:Bekir, Hüseyin Cevat.
Galatasaray son maçını Fenerbahçe ile yapacak... Maç Kadıköy'de... Fenerbahçe bu maça çok iyi hazırlanmış...Mutlaka kazanacaklar... Galatasaray sahada yer aldığı zaman herkes hayretini gizleyemez...Çünklü, Sarı-Kırmızılı takım gençlerden kurulu bir 11 ile saha yer alıyordu... Santrforda Arap Adnan oynayacaktı..Bu takımı görenler Galatasaray adına galibiyet umudunu yitirmişlerdi bile. Ama tek şey vardı düşünmedikleri; 'Galatasaraylılık ruhu...'
İşte o ruh o gün Fenerbahçe Stadında öylesine coştu ki, öylesine şahlandı ki, 4 gol birbiri ardına sıralanırken , o tam kadrolu Fenerbahçe'ye sadece bunları seyretmek düşüyordu... Hala anlatılan bir hezimet daha var ki , bunu tafsilatıyla anlatmaya lüzum bile görmüyorum... Bunu herkes biliyor zaten; Hani Galatasaray'ın altı kişiyle başlanıp,yedi kişiyle sona erdirilen Kadıköy'de ki bir maçta Fenerbahçe'yi 7-0 ile kumbaraya çevirdiği maç... Rahmetli Altan ERBULAK , 80'li yıllarda, bu maçla ilgili çok güzel bir karikatür çizmişti...Karikatürdeki sözcük şundan ibaretti ; " Dua edin ki 7 kişiydik , ya 11 kişi olsaydık..? "
------------------------------------------------------------------ 1935-36 GALATASARAY - GüNEŞ MAÇI
Ayvalı maç...
Güneş ayrığının Galatasaray'ı ne kadar yıprattığını , Galatasaray'n senelerce toparlanamadığını ,Fenerbahçe'nin ise bu sayede nasıl 'atı alıp Üsküdar'ı geçtiğini' uzun uzun anlatmayacağım... Galatasaray ile Güneş arasında ki ilk maç bir intikam maçı gibi olur...Bir gün önceden Galatasaray Lisesinde hummalı bir hazırlık başlar. Sınıflardaki tahtalara ve camlara 'Galatasaraylı kardeş, yarınki maçta hazır ol' yazılır. Ayrıca etütlerde, özellikle yatılılar,pankartlar hazırlarlar. Elebaşı, Soğan Nazım'dır. Her hareketi o yönlendirir, her direktif ondan çıkar... İki küfe ayva götürülecektir stadyuma... Soğan Nazım dışarı çıkan her öğrenciye ayva getirmesi için talimat verir. Bunların nasıl toparlanacağını izah eder... Neden ayva? Bunun açıklaması ise şudur: Önce Ateş-Güneş namıyla kurulan Güneş Kulübünün rumuzu A ve G harflerinden oluşur. Muzip bir Galatasaraylı da buna 'Ayva G.t' deyiverir. Bu isim kısa sürede yerleşir...Hem de öylesine yerleşirki A ve G'den ibaret yaka rozetleri çıkartılır. Adil Giray kendi adının baş harflerinden oluşan şövalye yüzüğünü bile takamaz olur... Soğan Nazım maç günü iki küfe ayvayı toparlayıp Taksim stadına sevk eder. Küfelerin turnikelerden geçmesi mesele olur ama halledilir. Nazım önde küfeler arkada, giriş kapısının sol tarafındaki Galatasaray tribününe taşınır. Stat hıncahİnç dolar. Takımlar sahaya çıktıklarında Galatasaray meşhur Cim Bom Bom 'u ile taraftarlarınca desteklenir..Azınlık Ateş-Güneş seyircisinden çıt çıkmaz. Maç boyunca rakibinden üstün oynayan Galatasaray, Ateş-Güneş'i 6-2 mağlup eder.
Maç esnasında, zaman zaman ayva yağar sahaya.Özellikle Galatasaray tribününün önünden taç ya da korner atan Ateş-Güneşliler nasiplenirler bu ayvalardan. Bir ayva da Eşref Şefik'in kafasında patlar. Galatasaray'ın bir taç atışı sırasında Eşref Şefik tribünden 'Ofsayytt' diye bağırınca, Soğan Nazım 'Taçtan ofsayt olur mu? Bir ayva da sen hakettin' der ve ayvayı hedefe ulaştırır... Maç sonrası ise Galatasaraylı gençler Sıraselviler'de ki Ateş-Güneş kulubünü basar,binayı ayva yağmuruna tutar ve dağılırlar.
(36) GAZİ BÜSTÜ
Busefer 'Atı alan Üsküdar'ı geçemedi...
1928 yılında Tayyare Cemiyeti tarafından ortaya koyulan 'Gazi Büstü' için Galatasaray ile Fenerbahçe karşılaşır. 10.08.1928'de oynanan ilk maç 3-3 berabere biter. Bu maçı Suphi Batur şöyle özetler:
'Maçın 15.dakikasında 3-1 gibi ağır bir sonuçla karşılaşmış, ümitsiz bir didişme içinde devreyi bitirmiştik. Soyunma odasına giderken tahta parmaklıkların üzerinde vucutlarını koyvermiş o gün takımda oynamayan Vahyi ile Ercüment'e gözüm ilişti.İkisinin de gözü yaşlıydı... Soyunma odasında Antrenör Billy Hunter'ın nasihatlarını dinliyoruz. Bir aralık odaya Polis Şevket geldi. Bize 1 no.lu azamız Ali Sami Bey'in 'Allah'ım büyüksen, bugün Galatasaray kurtulur' diye ağladığını anlattı. Sahaya çıkacağımız anda içimde bir ferahlİk hisseder gibiydim. Bu ferahlığı arkadaşlarımın da hissettiğine eminim.
İkinci devrenin dakikalarını Genel kaptanımız Abidin Daver Bey stat balkonundan parmaklarıyla işaret ediyordu. Oyunun bitmesine 16 dakika vardı. Sağdan bir korner oldu. Leblebi topu düzeltti, Muslih önümde yere eğilmiş topu gözlüyor. Kadri ile Sabih, Muslih'in başında nöbetçi. Neticenin artık değişmeyeceğinden emin bu iki FB'li arkadaş; 'Hoca nereye bakıyorsun, atı alan Üskdar'ı geçti' diye eğleniyor. Hoca bu alaylı söze sert bir cevap veriyor.
Rahmetli Şeref vuruş düdüğünü çaldı. Top kaleye doğru süzülüyor. Hocanın Besmelesi ve sert bir kafa vuruşu,top ağlarda. Sol tribünün bizi teşci eden ve ardı arkası kesilmeyen 'Re re re Ra ra ra...' temposu. Üçüncüğ beraberlik golünü de atmakta gecikmedik.
Bunlar maçın bilinenleri,bir de bilinmeyenler var. Bizi o gün beraberliğe getiren içimizdeki Galatasaraylılık meşalesini ateşleyen imanımızdı... Aradan uzun yıllar geçti. Hala tribünlerde muzdarip bekleşen Galatasaraylılar'ı düşünüyorum. Bir daha sırtımıza giyemeyeceğimiz sarı-kırmızı formanın hasreti içimi yakıyor.
Bu satırlarda belirtmek istediğim eski bir hatıranın altındaki gizli hisleri, yıllardır çektiğimiz ızdırabı dindirecek genç futbolcu arkadaşlarımıza ithaf ediyorum...'
Galatasaraylılık ruhu, Galatasaraylılık imanı, takımı ikinci maça taşır. Bir tarafta azim ve irade var. Öteki tarafta ise 3-1 den 3-3 olan maçın intikamı. Ve sonuç; G.Saray 4-0 galip...
Galatasaray Gazi Büstünü görkemli müzesinin Şeref köşesine koyar. Kulüp Başkanı Necmettin Sadak, Gazi Musatafa Kemal Paşa'ya durumu bir mektupla bildirir ve Ulu Önderimizden şu karşılık gelir; 'Mektubunuzu aldım.Türk gençliğinin spor sahasında da gösterdiği kabiliyet ve faideli faaliyetini takdirle müşahade ve takip ediyorum. Hakkımda ibraz buyurulan asarı muhabbetten mütehassıs oldum. Teşekkür ederim efendim.' Reisi Cumhur Gazi M.Kemal
---------------- GALATASARAY-LEEDS
VE TÜRKLER İLE İNGİLİZLER ! : Dünyanın bir kaç ülkesinden belli başlı rekabetleri ortaya serdik ama artık Avrupa'da hatta Dünyada bir rekabet daha doğdu... Türkler ve İngilizler...
Galatasaray'ın bir çok yurtdışı maçına gittim...İtalya,İspanya,Hollanda, Almanya, Avusturya vs...Bu ülkelere en fanatik gruplarla gittiğimiz ve en ünlü meydanlarında gövde gösterileri yaptığımız halde ne kimseye sataştık , ne de o ülkenin saygı duydugu değerlere dokunduk...
Gittiğimiz heryerde alkışlandık.Dostluklar tesis ettik.Rakip taraftarlarla beraber içtik beraber sarhoş olduk...Ama ne kavga ne de bir tatsızlık olmadı aramızda... Çünkü biz Türekler dünyanın en müsafirperver insanları olduğumuz gibi , misafir gittiğimiz ülkelerde de nasıl davranılacağını bilen insardık...
Ancak nedense Chelsea maçı için İngiltere'ye gittiğimizde, maç öncesi Londra sokaklarında yaptığımız gösterilerde en küçük bir olay olmamasına rağmen, stada giderken ve 04.09.2000stat içinde , bize karşı bir küçümseme ve öfke hissediliyordu...Kıçını açanlar ! (bu hareket karşısında bizim çocuklar da birşeyler gösterdi de yazamam şimdi) ,orta parmağını gösterenler bira şişesi fırlatanlar hep İngilizlerdi.Biz bunlara da güldük geçtik...
Ülkemize gelen çok çeşitli ülkelerin taraftarlarıyla da hep içiçe olduk...Yien dostlular tesis ettik...Hatta Herta Berlinli taraftarlardan ikisini A. arkadaşımız ( İnternet üzerinden tanışmışlardı) misafir etti...Boğazda yedirdi, içirdi,gezdirdi...Aynı karşılığı Berlin'e gittiğimizde A. da gördü...
Bizim ülkemizde hiç kimseye sataşılmadı...Dostluğun en güzel örnekleri sergilendi...Hatta Chelsealılara bile... Ama Leedsliler ülkemize bir geldi pir geldi...Taksim ve çevresinde yapmadık rezalet bırakmadılar.Orda toplanan gençler ile aralarında olaylar patladı...İki İngiliz hooligan öldürüldü.Onlarca Galatasaraylı genç tutuklandı bazıları hüküm giydi... Bu gerginlikten dolayı biz de İngiltere'de ki rövanş maçına götürülmedik. Sonrasında Arsenal ile Kopenhag'da oynandığımız UEFA Kupası final maçında 3.Dünya savaşı çıktı...Yine yüzlerce yaralı ve tutuklananlar oldu... Sanırım bundan sonra da her İngiliz - Türk karşılaşmasında buna benzer olaylar olacak...
-------------------------------------------------- GALATASARAY - ARSENAL
Başlangıçtan bu yana pekçok değişiklik geçiren UEFA Kupasındaki en radikal değişim o sezon yaşanmıştı. 1958'de Fuar Şehirleri Kupası olarak başlayıp , daha sonra UEFA Kupası haline gelen bu kupada, bir önceki sezon Kupa Galipleri Kupasının kaldırılmasıyla bir takım yenilikler yapılmıştı.
Buna göre öncelikle takım sayısı çok artıyordu , çünkü ülkelerinde Kupa Galibi olan takımlar da buraya geliyordu.Ayrıca Şampiyonlar Ligindeki gruplarında 3. olan takımların da UEFA Kupasına aktarılmaları mücadeleyi çok zorlu hale getirmişti... Galatasaray'ımız da ,ilk kez katıldığı bu nitelikteki bir turnuvada , öncelikle Şampiyonlar Liginde mucizevi bir şekilde üçüncü olarak UEFA Kupasına katılmaya hak kazandı...
Sonrasında da dünya futbolunun başındaki ülkelerin temsilcilerini birer birer safdışı bırakarak hedefe ulaştı...
Böylece Aslanlarımız hem 2000 yılının, hem de yenilenip zorlaştırılmış olan UEFA Kupasının ilkini kazanma onurunu yaşadı. Galatasaray'ın bu başarısı, kupayı bugüne kadar kazanmış bulunan takımlardan daha büyük oldu... Gerçi Fenerbahçeli ve bazı Beşiktaşlı dostlarımıza göre "elediklerimiz de takım mıydı?"
ama olsun...Biz işimizi yaptık ya canları sağolsun... Haa şimdi gelelim son maçın ayrıntılarına; Galatasaray'ımız 17 Mayıs 2000 tarihinde Kopenhag'ın Parken Stadyumunda Türkiye açısında çok önemli bir maça çıkacaktı.Ama daha öncesinde Kopenhag meydanlarında Türk ve İngiliz taraftarlar arasında bazı olaylar yaşanacaktı... Kopenhag'a giderken aramızda tek bir inançsız insan yoktu...İşte bu pozitif enerjinin ağababasıydı.
Kopenhag'a vardığımızda maça daha 1 gün vardı...Önce otellerimize yerleştik daha sonra ünlü Tivoli meydanında toplanmaya başladık.Hava harikaydı...Kuzeyli dilberler ise muhteşemdi... Salı günü olduğu için İngiliz taraftarların sayısı bize göre yarıyarıya azdı.Aramızdaki ilişkiler ise gayet iyiydi.Resimler çekiliyor , kadehler tokuşturuluyordu... Ama ne zamanki alkol İngilizlerin beyin hücrelerini kemirmeye başladı , olaylar da o zaman başladı... Bizim gurbetçilerin kamera şımarıklıları da işin içine girince ,görsel medyaya da gün doğdu... İngilizler azdıkça ve onların aralarına karışan provokatörler işlerini yaptıkça bizimkiler de tarihi görevini yapıp İngilizlere hadlerini bildiriyorlardı... Tv'lerde görülenler haricinde ara sokaklarda olanlar ise daha vahimdi.Ancak bizim İstanbul taraftarının gurbetçi taraftarlarımızın elinden bir çok İngiliz'i aldığına bizzat şahit oldum... Olayları yatıştırmak adına İstanbul taraftarının çok büyük mücadelesi oldu ama alkol bu, İngilizleri çıldırtıyordu işte...Eh o zaman da yapacak birşey kalmıyordu... O gece irili ufaklı yüzlerce kavga oldu...26 İngiliz yaralandı.Bir Türk gazetecisi ise başından polis darbesiyle yaralandı...
Ertesi gün ise sabah erken saatlerde gelmeye başlayan günübirlikçi İngiliz ve Türk taraftarlar Tivoli' yi ve çevresini işgal etmişlerdi... İngizler barları bizimkiler ise herzaman olduğu gibi alışveriş merkezlerini tercih etmişlerdi... Barların önünde biriken İngilizlerle Türkler arasında yine dostluk görüntüleri sergileniyordu ama ateşli yakınlaşmalar da ufaktan kendini göstermeye başlamıştı... Vakit ilerledikçe ,daha doğrusu alkol İngiliz'in kanına karıştıkça bizimkilerin iyi niyetli ve eğlence amaçlı davranışları bazı İngiliz gruplar tarafından küfür ve sözlü taciz ile sonuçlanıyordu... Bu arada Leeds taraftarlarının da Kopenhag'a geldiği dedikodusu yayılıyuordu ama bunu önemseyen yoktu...... Örgütlü ve tamamane olay çıkartmaki için Kopenhag'a gelen bu grup , Danimarkalı hooliganların yardımı ile, saat 15.00 ile 16.00 saatleri arasında, alışveriş paketlerini otellerine bırakıp maça gitmek için dağılan çoluk çocuk Türklerin üzerine Tivoli meydanında cesurane bir saldırı gerçekleştiriyorlardı... Gerçi ilk şaşkınlık atlatıldıktan sonra İngilizler saldırdıklarına saldıracaklarına bin pişman olmuşlardı ama iş işten geçmişti birkere...
Yine bıçaklanan İngilizler, yerlerde sürüklenen hooliganlar ve 7-8 İngiliz' in arasına düşmüş Türk gençleri bildik görüntüleri oluşturuyorlardı... Taksim'de ağır tahrik sonucu gerçekleşen münferit bir olayı , Galatasaray'a yüklemeye çalışan bazı medya mensupları ve "Bu organize bir katliamdır" çığlıkları atanlar , organize hareketin babasını Tivoli Meydanında canlı canlı görmüşlerdi...Zaten sonradan bazı medya mensupları,diğer medya mensupları tarafından "Olaylarda medyanın da rolü var ! "şeklinde değerlendirilmişlerdi ve bu yüzden çok tartışma çıkmıştı...Çünkü bu sefer kendilerinin de canı yanmıştı ve Akşam gazetesinde Sayın Aykut Işıklar İngilizler tarafından sıkıştırılıp kalleşçe ve acımasızca dövülmüş , kaburga kemikleri kırılmıştı...
Dört koldan üçeryüz kişilik gruplarla, ellerinde ki cep telefonları ile birbirlerini yönledirip, kadın ve çocukların çokluğuna bakmadan meydandaki insanlara saldıranlar kendilerini Breave Heart filmindeki İngiliz Alayları sanmışlardı herhalde... O saatlerde Allah'tan ki İstanbul taraftarı meydanda yoktu...Düşünsenize o dakikalarda meydanda bizim fanatikler de bulunsaydı belki de bu maç oynanamazdı...
Bugüne kadar Avrupa'nın heryerinde fütursuzca insanlara saldıran ve hiç karşılık görmeyen şımarık hooliganlar , Türk ile karşılaşınca neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Bir deşu var ki; bu insanlık yoksunları Türklere Galatasaraylı diye değil TÜRK diyerek saldırıyorlardı...Ama bizim Türkiye'de ki rakiplerimizin bazı kendini bilmez taraftarları ise hala İngiliz'lere tezahürat yapıyor ve İngiliz bayrağını tribünlerine asmaktan gocunmuyorladı...
Bizim polisimize Taksim olaylarından sonra ,'beceriksiz' diye çamur atanlar ise , Türkiye'de postacı bile olamayacak Danimarka polisini görünce sanırım utanmışlardı...
Bütün bu tatsızlıklardan sonra maç saati gelip çatmıştı.Parken'e vardığımızda tribünlerin 2/3'sinin bizim taraftarlarımız tarafından işgal edildiğini gördük.Gerçekten muhteşem bir görüntüydü.
Maçtan önce ve maç boyu gırtlaklar paralandı...Arsenalliler şaşkına döndü... Sahadai Aslanların mücadelesi sürerken tribünlerde gözlerden yaş , dudaklardan dua eks*k olmuyordu.Hele normal sürenin bitimine doğru başlayan ve uzatmalarda da süren "Dağ başını duman almış" marşı başladığında artık gözyaşlarımız hakimiyetimiz dışında yanaklarımızdan süzülür olmuştu...
Ben o gün Galatasaray Dergisinin görevlisi olarak saha içinde bulunuyordum... Yanımızdaki İngiliz gazeteciler benim ve Sabah Gazetesi muhabiri Zürap ağabeyin yüzüne bakıp bakıp şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı...Onlar mı garipti , biz mi ? Bunu bilmiyorum ama biz böyleydik işte...
Uzatmaların başında Hagi kırmızı kart görmüş , oyundan çıkmıştı...Ama Aslanlar bir anda saha sanki 20 kişi olmuşlardı...Fatih Hoca yerinde değişiklikler yapmış "İleriii " diye bağırıyordu...
O mücadeleye ağlamamak kolaymıydı..?
İş penaltılara kalmıştı...Tribünler "Türkiye sizinle guru duyuyor " diye inliyordu... Ellerim titriyordu , ben bu penaltıları nasıl çekecektim acaba ? Zürap ağabeyi oturttum ve dirseklerimi onun omuzların akoyarak biraz olsun titremeyi durdurdum... Ergün Pembe,Hakan Şükür , Ümit Davala derken Popescu'nun penaltısı ,ligimizdeki penaltı özürlü Galatasaray'ı ( o sezon ligde önemli sayıda penaltıyı gole çevirememiştik) UEFA ŞAMPİYONU yapıyordu...
Arsenalliler ufak ufak tribünleri terkederken , bizim tribünlerde ve saha içinde gözyaşı sel olmuştu...
Maçtan sonra Tivoli'de maça girmemiş olan İngiliz hooliganlar yine taşkınlık yapmaya çalıştılar...Ama yine derslerini aldılar ... Galatasaray'ımız ve Türkiye ,Kopenhag'da hem sahada hem de saha dışında Aslanlar gibi temsil edilmişti... Yurda dönüş esnasında ise kaldığımız otelin temizlikçileri bizi tebrik etmişlerdi...Biz maç yüzünden zannetmiştik meğer odaları kullanma biçimimizden dolayı teşekkür ediyorlarmış... Bizimle aynı otelde kalan İngiliz taraftarlara ise lanet okuyorlardı. Çünkü onların kaldığı odalar perişan haldeymiş... Onlar medeni biz barbarız ya...Pöh... Ah unutmadan ekleyeyim ; Bu arada 1999-2000 sezonunda da Galatasaray üstüste ördüncü kez Türkiye Ligi şampiyonu oluyor ve bu alanda da kırılması çok zor olan bir rekorun sahibi oluyordu... Artık sırada Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Real Madrid ile oynanacak olan Süper Kupa vardı...
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin en unutulmaz olaylarından birisi 1910-1911 sezonunda yaşanmıştır. 12 Şubat günü Kadıköy'deki Union Club sahasında yapılacak maça, aşırı lodos nedeniyle bazı Galatasaray'lı futbolcular karşıya geçemez. 11 kişilik takımı tamamlayamayan Galatasaray, Fenerbahçe sahasındaki maça ancak 7 kişi çıkabildi. İnanılmaz bir inançla mücadele veren 7 kişi Fenerbahçe'yi kendi sahasında 7-0 yendi. Sarı Lacivertli takım da bu maçta kalecisi Ali Said'in sakatlanıp çıkması sonucu 10 kişi ve kalecisiz oynamak zorunda kalmış ve gol yiyenin kaleyi bir diger arkadaşına devretmesi şeklinde öteki futbolcularda bir bir kaleye geçmiştir. Bu inanılmaz zaferi kazanarak ezeli rekabetin en parlak sonuçlarından birini elde eden Galatasaray takımının o maçı hangi kadrosuyla oynadığını saptamak ne yazık ki mümkün olmamıştır. Bu konuda, kaynaklar arasındaki çelişkiler içinden çıkılabilecek gibi değildir. Yanlışı göze alarak verebileceğimiz kadro şöyledir:
Ali Sami - Ali, Bekir Bircan, Horace Armitage, Celal İbrahim, İdris, Emin Bülent. (Cem Atabeyoğlu, bu maçta kalede Ahmet Robenson'un oynadığını belirtiyor. Ayrıca, onun verdiği kadroda Horace Armitage ve Bekir Bircan yok. Emin Bülent de iki ayrı kişi olarak verilmiş... Ancak, bütün bu isimlerin anılmış olması nedeniyle yine de belli bir sonuca varmış oluyoruz.)
1910-1911 ŞAMPİYONU GALATASARAY TAKIMI
Ayaktakiler sağdan: Asım, Mahmut, Ruşen, Eşref, Bojkof, A.Robenson, Neşet, İbrahim, Celal, Kamil Orta Sıra Sağdan:Yusuf Celal, Cevdet Kalpakçıoğlu, Kiril, İdris, Celal, Hüseyin, Rıza, Ali Sami Yen, Salih Arif Ön Sıra Sağdan:Bekir, Hüseyin Cevat.
Galatasaray son maçını Fenerbahçe ile yapacak... Maç Kadıköy'de... Fenerbahçe bu maça çok iyi hazırlanmış...Mutlaka kazanacaklar... Galatasaray sahada yer aldığı zaman herkes hayretini gizleyemez...Çünklü, Sarı-Kırmızılı takım gençlerden kurulu bir 11 ile saha yer alıyordu... Santrforda Arap Adnan oynayacaktı..Bu takımı görenler Galatasaray adına galibiyet umudunu yitirmişlerdi bile. Ama tek şey vardı düşünmedikleri; 'Galatasaraylılık ruhu...'
İşte o ruh o gün Fenerbahçe Stadında öylesine coştu ki, öylesine şahlandı ki, 4 gol birbiri ardına sıralanırken , o tam kadrolu Fenerbahçe'ye sadece bunları seyretmek düşüyordu... Hala anlatılan bir hezimet daha var ki , bunu tafsilatıyla anlatmaya lüzum bile görmüyorum... Bunu herkes biliyor zaten; Hani Galatasaray'ın altı kişiyle başlanıp,yedi kişiyle sona erdirilen Kadıköy'de ki bir maçta Fenerbahçe'yi 7-0 ile kumbaraya çevirdiği maç... Rahmetli Altan ERBULAK , 80'li yıllarda, bu maçla ilgili çok güzel bir karikatür çizmişti...Karikatürdeki sözcük şundan ibaretti ; " Dua edin ki 7 kişiydik , ya 11 kişi olsaydık..? "
------------------------------------------------------------------ 1935-36 GALATASARAY - GüNEŞ MAÇI
Ayvalı maç...
Güneş ayrığının Galatasaray'ı ne kadar yıprattığını , Galatasaray'n senelerce toparlanamadığını ,Fenerbahçe'nin ise bu sayede nasıl 'atı alıp Üsküdar'ı geçtiğini' uzun uzun anlatmayacağım... Galatasaray ile Güneş arasında ki ilk maç bir intikam maçı gibi olur...Bir gün önceden Galatasaray Lisesinde hummalı bir hazırlık başlar. Sınıflardaki tahtalara ve camlara 'Galatasaraylı kardeş, yarınki maçta hazır ol' yazılır. Ayrıca etütlerde, özellikle yatılılar,pankartlar hazırlarlar. Elebaşı, Soğan Nazım'dır. Her hareketi o yönlendirir, her direktif ondan çıkar... İki küfe ayva götürülecektir stadyuma... Soğan Nazım dışarı çıkan her öğrenciye ayva getirmesi için talimat verir. Bunların nasıl toparlanacağını izah eder... Neden ayva? Bunun açıklaması ise şudur: Önce Ateş-Güneş namıyla kurulan Güneş Kulübünün rumuzu A ve G harflerinden oluşur. Muzip bir Galatasaraylı da buna 'Ayva G.t' deyiverir. Bu isim kısa sürede yerleşir...Hem de öylesine yerleşirki A ve G'den ibaret yaka rozetleri çıkartılır. Adil Giray kendi adının baş harflerinden oluşan şövalye yüzüğünü bile takamaz olur... Soğan Nazım maç günü iki küfe ayvayı toparlayıp Taksim stadına sevk eder. Küfelerin turnikelerden geçmesi mesele olur ama halledilir. Nazım önde küfeler arkada, giriş kapısının sol tarafındaki Galatasaray tribününe taşınır. Stat hıncahİnç dolar. Takımlar sahaya çıktıklarında Galatasaray meşhur Cim Bom Bom 'u ile taraftarlarınca desteklenir..Azınlık Ateş-Güneş seyircisinden çıt çıkmaz. Maç boyunca rakibinden üstün oynayan Galatasaray, Ateş-Güneş'i 6-2 mağlup eder.
Maç esnasında, zaman zaman ayva yağar sahaya.Özellikle Galatasaray tribününün önünden taç ya da korner atan Ateş-Güneşliler nasiplenirler bu ayvalardan. Bir ayva da Eşref Şefik'in kafasında patlar. Galatasaray'ın bir taç atışı sırasında Eşref Şefik tribünden 'Ofsayytt' diye bağırınca, Soğan Nazım 'Taçtan ofsayt olur mu? Bir ayva da sen hakettin' der ve ayvayı hedefe ulaştırır... Maç sonrası ise Galatasaraylı gençler Sıraselviler'de ki Ateş-Güneş kulubünü basar,binayı ayva yağmuruna tutar ve dağılırlar.
(36) GAZİ BÜSTÜ
Busefer 'Atı alan Üsküdar'ı geçemedi...
1928 yılında Tayyare Cemiyeti tarafından ortaya koyulan 'Gazi Büstü' için Galatasaray ile Fenerbahçe karşılaşır. 10.08.1928'de oynanan ilk maç 3-3 berabere biter. Bu maçı Suphi Batur şöyle özetler:
'Maçın 15.dakikasında 3-1 gibi ağır bir sonuçla karşılaşmış, ümitsiz bir didişme içinde devreyi bitirmiştik. Soyunma odasına giderken tahta parmaklıkların üzerinde vucutlarını koyvermiş o gün takımda oynamayan Vahyi ile Ercüment'e gözüm ilişti.İkisinin de gözü yaşlıydı... Soyunma odasında Antrenör Billy Hunter'ın nasihatlarını dinliyoruz. Bir aralık odaya Polis Şevket geldi. Bize 1 no.lu azamız Ali Sami Bey'in 'Allah'ım büyüksen, bugün Galatasaray kurtulur' diye ağladığını anlattı. Sahaya çıkacağımız anda içimde bir ferahlİk hisseder gibiydim. Bu ferahlığı arkadaşlarımın da hissettiğine eminim.
İkinci devrenin dakikalarını Genel kaptanımız Abidin Daver Bey stat balkonundan parmaklarıyla işaret ediyordu. Oyunun bitmesine 16 dakika vardı. Sağdan bir korner oldu. Leblebi topu düzeltti, Muslih önümde yere eğilmiş topu gözlüyor. Kadri ile Sabih, Muslih'in başında nöbetçi. Neticenin artık değişmeyeceğinden emin bu iki FB'li arkadaş; 'Hoca nereye bakıyorsun, atı alan Üskdar'ı geçti' diye eğleniyor. Hoca bu alaylı söze sert bir cevap veriyor.
Rahmetli Şeref vuruş düdüğünü çaldı. Top kaleye doğru süzülüyor. Hocanın Besmelesi ve sert bir kafa vuruşu,top ağlarda. Sol tribünün bizi teşci eden ve ardı arkası kesilmeyen 'Re re re Ra ra ra...' temposu. Üçüncüğ beraberlik golünü de atmakta gecikmedik.
Bunlar maçın bilinenleri,bir de bilinmeyenler var. Bizi o gün beraberliğe getiren içimizdeki Galatasaraylılık meşalesini ateşleyen imanımızdı... Aradan uzun yıllar geçti. Hala tribünlerde muzdarip bekleşen Galatasaraylılar'ı düşünüyorum. Bir daha sırtımıza giyemeyeceğimiz sarı-kırmızı formanın hasreti içimi yakıyor.
Bu satırlarda belirtmek istediğim eski bir hatıranın altındaki gizli hisleri, yıllardır çektiğimiz ızdırabı dindirecek genç futbolcu arkadaşlarımıza ithaf ediyorum...'
Galatasaraylılık ruhu, Galatasaraylılık imanı, takımı ikinci maça taşır. Bir tarafta azim ve irade var. Öteki tarafta ise 3-1 den 3-3 olan maçın intikamı. Ve sonuç; G.Saray 4-0 galip...
Galatasaray Gazi Büstünü görkemli müzesinin Şeref köşesine koyar. Kulüp Başkanı Necmettin Sadak, Gazi Musatafa Kemal Paşa'ya durumu bir mektupla bildirir ve Ulu Önderimizden şu karşılık gelir; 'Mektubunuzu aldım.Türk gençliğinin spor sahasında da gösterdiği kabiliyet ve faideli faaliyetini takdirle müşahade ve takip ediyorum. Hakkımda ibraz buyurulan asarı muhabbetten mütehassıs oldum. Teşekkür ederim efendim.' Reisi Cumhur Gazi M.Kemal
---------------- GALATASARAY-LEEDS
VE TÜRKLER İLE İNGİLİZLER ! : Dünyanın bir kaç ülkesinden belli başlı rekabetleri ortaya serdik ama artık Avrupa'da hatta Dünyada bir rekabet daha doğdu... Türkler ve İngilizler...
Galatasaray'ın bir çok yurtdışı maçına gittim...İtalya,İspanya,Hollanda, Almanya, Avusturya vs...Bu ülkelere en fanatik gruplarla gittiğimiz ve en ünlü meydanlarında gövde gösterileri yaptığımız halde ne kimseye sataştık , ne de o ülkenin saygı duydugu değerlere dokunduk...
Gittiğimiz heryerde alkışlandık.Dostluklar tesis ettik.Rakip taraftarlarla beraber içtik beraber sarhoş olduk...Ama ne kavga ne de bir tatsızlık olmadı aramızda... Çünkü biz Türekler dünyanın en müsafirperver insanları olduğumuz gibi , misafir gittiğimiz ülkelerde de nasıl davranılacağını bilen insardık...
Ancak nedense Chelsea maçı için İngiltere'ye gittiğimizde, maç öncesi Londra sokaklarında yaptığımız gösterilerde en küçük bir olay olmamasına rağmen, stada giderken ve 04.09.2000stat içinde , bize karşı bir küçümseme ve öfke hissediliyordu...Kıçını açanlar ! (bu hareket karşısında bizim çocuklar da birşeyler gösterdi de yazamam şimdi) ,orta parmağını gösterenler bira şişesi fırlatanlar hep İngilizlerdi.Biz bunlara da güldük geçtik...
Ülkemize gelen çok çeşitli ülkelerin taraftarlarıyla da hep içiçe olduk...Yien dostlular tesis ettik...Hatta Herta Berlinli taraftarlardan ikisini A. arkadaşımız ( İnternet üzerinden tanışmışlardı) misafir etti...Boğazda yedirdi, içirdi,gezdirdi...Aynı karşılığı Berlin'e gittiğimizde A. da gördü...
Bizim ülkemizde hiç kimseye sataşılmadı...Dostluğun en güzel örnekleri sergilendi...Hatta Chelsealılara bile... Ama Leedsliler ülkemize bir geldi pir geldi...Taksim ve çevresinde yapmadık rezalet bırakmadılar.Orda toplanan gençler ile aralarında olaylar patladı...İki İngiliz hooligan öldürüldü.Onlarca Galatasaraylı genç tutuklandı bazıları hüküm giydi... Bu gerginlikten dolayı biz de İngiltere'de ki rövanş maçına götürülmedik. Sonrasında Arsenal ile Kopenhag'da oynandığımız UEFA Kupası final maçında 3.Dünya savaşı çıktı...Yine yüzlerce yaralı ve tutuklananlar oldu... Sanırım bundan sonra da her İngiliz - Türk karşılaşmasında buna benzer olaylar olacak...
-------------------------------------------------- GALATASARAY - ARSENAL
Başlangıçtan bu yana pekçok değişiklik geçiren UEFA Kupasındaki en radikal değişim o sezon yaşanmıştı. 1958'de Fuar Şehirleri Kupası olarak başlayıp , daha sonra UEFA Kupası haline gelen bu kupada, bir önceki sezon Kupa Galipleri Kupasının kaldırılmasıyla bir takım yenilikler yapılmıştı.
Buna göre öncelikle takım sayısı çok artıyordu , çünkü ülkelerinde Kupa Galibi olan takımlar da buraya geliyordu.Ayrıca Şampiyonlar Ligindeki gruplarında 3. olan takımların da UEFA Kupasına aktarılmaları mücadeleyi çok zorlu hale getirmişti... Galatasaray'ımız da ,ilk kez katıldığı bu nitelikteki bir turnuvada , öncelikle Şampiyonlar Liginde mucizevi bir şekilde üçüncü olarak UEFA Kupasına katılmaya hak kazandı...
Sonrasında da dünya futbolunun başındaki ülkelerin temsilcilerini birer birer safdışı bırakarak hedefe ulaştı...
Böylece Aslanlarımız hem 2000 yılının, hem de yenilenip zorlaştırılmış olan UEFA Kupasının ilkini kazanma onurunu yaşadı. Galatasaray'ın bu başarısı, kupayı bugüne kadar kazanmış bulunan takımlardan daha büyük oldu... Gerçi Fenerbahçeli ve bazı Beşiktaşlı dostlarımıza göre "elediklerimiz de takım mıydı?"
ama olsun...Biz işimizi yaptık ya canları sağolsun... Haa şimdi gelelim son maçın ayrıntılarına; Galatasaray'ımız 17 Mayıs 2000 tarihinde Kopenhag'ın Parken Stadyumunda Türkiye açısında çok önemli bir maça çıkacaktı.Ama daha öncesinde Kopenhag meydanlarında Türk ve İngiliz taraftarlar arasında bazı olaylar yaşanacaktı... Kopenhag'a giderken aramızda tek bir inançsız insan yoktu...İşte bu pozitif enerjinin ağababasıydı.
Kopenhag'a vardığımızda maça daha 1 gün vardı...Önce otellerimize yerleştik daha sonra ünlü Tivoli meydanında toplanmaya başladık.Hava harikaydı...Kuzeyli dilberler ise muhteşemdi... Salı günü olduğu için İngiliz taraftarların sayısı bize göre yarıyarıya azdı.Aramızdaki ilişkiler ise gayet iyiydi.Resimler çekiliyor , kadehler tokuşturuluyordu... Ama ne zamanki alkol İngilizlerin beyin hücrelerini kemirmeye başladı , olaylar da o zaman başladı... Bizim gurbetçilerin kamera şımarıklıları da işin içine girince ,görsel medyaya da gün doğdu... İngilizler azdıkça ve onların aralarına karışan provokatörler işlerini yaptıkça bizimkiler de tarihi görevini yapıp İngilizlere hadlerini bildiriyorlardı... Tv'lerde görülenler haricinde ara sokaklarda olanlar ise daha vahimdi.Ancak bizim İstanbul taraftarının gurbetçi taraftarlarımızın elinden bir çok İngiliz'i aldığına bizzat şahit oldum... Olayları yatıştırmak adına İstanbul taraftarının çok büyük mücadelesi oldu ama alkol bu, İngilizleri çıldırtıyordu işte...Eh o zaman da yapacak birşey kalmıyordu... O gece irili ufaklı yüzlerce kavga oldu...26 İngiliz yaralandı.Bir Türk gazetecisi ise başından polis darbesiyle yaralandı...
Ertesi gün ise sabah erken saatlerde gelmeye başlayan günübirlikçi İngiliz ve Türk taraftarlar Tivoli' yi ve çevresini işgal etmişlerdi... İngizler barları bizimkiler ise herzaman olduğu gibi alışveriş merkezlerini tercih etmişlerdi... Barların önünde biriken İngilizlerle Türkler arasında yine dostluk görüntüleri sergileniyordu ama ateşli yakınlaşmalar da ufaktan kendini göstermeye başlamıştı... Vakit ilerledikçe ,daha doğrusu alkol İngiliz'in kanına karıştıkça bizimkilerin iyi niyetli ve eğlence amaçlı davranışları bazı İngiliz gruplar tarafından küfür ve sözlü taciz ile sonuçlanıyordu... Bu arada Leeds taraftarlarının da Kopenhag'a geldiği dedikodusu yayılıyuordu ama bunu önemseyen yoktu...... Örgütlü ve tamamane olay çıkartmaki için Kopenhag'a gelen bu grup , Danimarkalı hooliganların yardımı ile, saat 15.00 ile 16.00 saatleri arasında, alışveriş paketlerini otellerine bırakıp maça gitmek için dağılan çoluk çocuk Türklerin üzerine Tivoli meydanında cesurane bir saldırı gerçekleştiriyorlardı... Gerçi ilk şaşkınlık atlatıldıktan sonra İngilizler saldırdıklarına saldıracaklarına bin pişman olmuşlardı ama iş işten geçmişti birkere...
Yine bıçaklanan İngilizler, yerlerde sürüklenen hooliganlar ve 7-8 İngiliz' in arasına düşmüş Türk gençleri bildik görüntüleri oluşturuyorlardı... Taksim'de ağır tahrik sonucu gerçekleşen münferit bir olayı , Galatasaray'a yüklemeye çalışan bazı medya mensupları ve "Bu organize bir katliamdır" çığlıkları atanlar , organize hareketin babasını Tivoli Meydanında canlı canlı görmüşlerdi...Zaten sonradan bazı medya mensupları,diğer medya mensupları tarafından "Olaylarda medyanın da rolü var ! "şeklinde değerlendirilmişlerdi ve bu yüzden çok tartışma çıkmıştı...Çünkü bu sefer kendilerinin de canı yanmıştı ve Akşam gazetesinde Sayın Aykut Işıklar İngilizler tarafından sıkıştırılıp kalleşçe ve acımasızca dövülmüş , kaburga kemikleri kırılmıştı...
Dört koldan üçeryüz kişilik gruplarla, ellerinde ki cep telefonları ile birbirlerini yönledirip, kadın ve çocukların çokluğuna bakmadan meydandaki insanlara saldıranlar kendilerini Breave Heart filmindeki İngiliz Alayları sanmışlardı herhalde... O saatlerde Allah'tan ki İstanbul taraftarı meydanda yoktu...Düşünsenize o dakikalarda meydanda bizim fanatikler de bulunsaydı belki de bu maç oynanamazdı...
Bugüne kadar Avrupa'nın heryerinde fütursuzca insanlara saldıran ve hiç karşılık görmeyen şımarık hooliganlar , Türk ile karşılaşınca neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Bir deşu var ki; bu insanlık yoksunları Türklere Galatasaraylı diye değil TÜRK diyerek saldırıyorlardı...Ama bizim Türkiye'de ki rakiplerimizin bazı kendini bilmez taraftarları ise hala İngiliz'lere tezahürat yapıyor ve İngiliz bayrağını tribünlerine asmaktan gocunmuyorladı...
Bizim polisimize Taksim olaylarından sonra ,'beceriksiz' diye çamur atanlar ise , Türkiye'de postacı bile olamayacak Danimarka polisini görünce sanırım utanmışlardı...
Bütün bu tatsızlıklardan sonra maç saati gelip çatmıştı.Parken'e vardığımızda tribünlerin 2/3'sinin bizim taraftarlarımız tarafından işgal edildiğini gördük.Gerçekten muhteşem bir görüntüydü.
Maçtan önce ve maç boyu gırtlaklar paralandı...Arsenalliler şaşkına döndü... Sahadai Aslanların mücadelesi sürerken tribünlerde gözlerden yaş , dudaklardan dua eks*k olmuyordu.Hele normal sürenin bitimine doğru başlayan ve uzatmalarda da süren "Dağ başını duman almış" marşı başladığında artık gözyaşlarımız hakimiyetimiz dışında yanaklarımızdan süzülür olmuştu...
Ben o gün Galatasaray Dergisinin görevlisi olarak saha içinde bulunuyordum... Yanımızdaki İngiliz gazeteciler benim ve Sabah Gazetesi muhabiri Zürap ağabeyin yüzüne bakıp bakıp şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı...Onlar mı garipti , biz mi ? Bunu bilmiyorum ama biz böyleydik işte...
Uzatmaların başında Hagi kırmızı kart görmüş , oyundan çıkmıştı...Ama Aslanlar bir anda saha sanki 20 kişi olmuşlardı...Fatih Hoca yerinde değişiklikler yapmış "İleriii " diye bağırıyordu...
O mücadeleye ağlamamak kolaymıydı..?
İş penaltılara kalmıştı...Tribünler "Türkiye sizinle guru duyuyor " diye inliyordu... Ellerim titriyordu , ben bu penaltıları nasıl çekecektim acaba ? Zürap ağabeyi oturttum ve dirseklerimi onun omuzların akoyarak biraz olsun titremeyi durdurdum... Ergün Pembe,Hakan Şükür , Ümit Davala derken Popescu'nun penaltısı ,ligimizdeki penaltı özürlü Galatasaray'ı ( o sezon ligde önemli sayıda penaltıyı gole çevirememiştik) UEFA ŞAMPİYONU yapıyordu...
Arsenalliler ufak ufak tribünleri terkederken , bizim tribünlerde ve saha içinde gözyaşı sel olmuştu...
Maçtan sonra Tivoli'de maça girmemiş olan İngiliz hooliganlar yine taşkınlık yapmaya çalıştılar...Ama yine derslerini aldılar ... Galatasaray'ımız ve Türkiye ,Kopenhag'da hem sahada hem de saha dışında Aslanlar gibi temsil edilmişti... Yurda dönüş esnasında ise kaldığımız otelin temizlikçileri bizi tebrik etmişlerdi...Biz maç yüzünden zannetmiştik meğer odaları kullanma biçimimizden dolayı teşekkür ediyorlarmış... Bizimle aynı otelde kalan İngiliz taraftarlara ise lanet okuyorlardı. Çünkü onların kaldığı odalar perişan haldeymiş... Onlar medeni biz barbarız ya...Pöh... Ah unutmadan ekleyeyim ; Bu arada 1999-2000 sezonunda da Galatasaray üstüste ördüncü kez Türkiye Ligi şampiyonu oluyor ve bu alanda da kırılması çok zor olan bir rekorun sahibi oluyordu... Artık sırada Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Real Madrid ile oynanacak olan Süper Kupa vardı...
Alıntıları Göster
İsim Ülke Sezon Maç Gol
Vlodo Nikolovski Yugoslavya 1966-1967 11 2 Tatomir Radunoviç Yugoslavya 1967-1968 11 (Kaleci) Ahmet Çeloviç Yugoslavya 1968-1970 25 7 Bojko Kajganiç Yugoslavya 1977-1978 9 (Kaleci) Yusuf Hatuniç Yugoslavya 1978-1979 15 - Eşref Yaşareviç Yugoslavya 1978-1979 31 12 Tarık Hocic Yugoslavya 1981-1984 104 46 Mirsad Sejdiç Yugoslavya 1981-1984 83 30 Rudiger Abramcyzik Almanya 1984-1985 57 15 Zoran Simoviç Yugoslavya 1984-1990 302 1 (Kaleci) Cevad Prekazi Yugoslavya 1985-1991 315 72 Didier Six Fransa 1987-1988 39 11 Iosif Rotariu Romanya 1990-1992 60 11 Roman Kosecki Polonya 1990-1992 66 37 Dominique Iorfa Kamerun 1991-1992 11 1 Elvir Boliç Bosna 1992-1993 18 2 Torsten Gütschow Almanya 1992-1993 25 18 Reinhard Stumpf Almanya 1992-1994 82 1 Falco Goetz Almanya 1992-1994 99 23 Roger Ljung İsveç 1993-1994 25 2 Stavitza Kuzmanovski Makedonya 1994-1995 18 1 Norman Mapeza Zimbabve 1994-1995 56 2 Gintaras Stauce Litvanya 1994-1995 43 (Kaleci) Mike Marsh İngiltere 1995-1996 12 - Berry Venison İngiltere 1995-1996 21 1 Dean Saunders Galler 1995-1996 40 26 Brad Friedel ABD 1995-1996 45 (Kaleci) Ulrich Van Gobbel Hollanda 1995-1996 46 4 Adrian Knup İsviçre 1996-1997 18 6 Gheorghe Hagi Romanya 1996-.... 106 48 Adrian İlie Romanya 1996-1997 46 28 Sebastian Filipescu Romanya 1996-1997 50 1 Pier Essen Almanya 1996-1997 1 (Kaleci) Gheorghe Popescu Romanya 1997-.... 85 5 Lutu Romanya 1997-1998 3 - Claudio Taffarel Brezilya 1998-.... 60 (Kaleci) Oliviera Capone Brezilya 1999-.... 24 3 Marcio Santos Brezilya 1999-.... 21 9 Bruno Quadros Brezilya 1999-2000 2 - Mario Jardel Brezilya 2000-...
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
İsim Ülke Sezon Maç Gol
Vlodo Nikolovski Yugoslavya 1966-1967 11 2 Tatomir Radunoviç Yugoslavya 1967-1968 11 (Kaleci) Ahmet Çeloviç Yugoslavya 1968-1970 25 7 Bojko Kajganiç Yugoslavya 1977-1978 9 (Kaleci) Yusuf Hatuniç Yugoslavya 1978-1979 15 - Eşref Yaşareviç Yugoslavya 1978-1979 31 12 Tarık Hocic Yugoslavya 1981-1984 104 46 Mirsad Sejdiç Yugoslavya 1981-1984 83 30 Rudiger Abramcyzik Almanya 1984-1985 57 15 Zoran Simoviç Yugoslavya 1984-1990 302 1 (Kaleci) Cevad Prekazi Yugoslavya 1985-1991 315 72 Didier Six Fransa 1987-1988 39 11 Iosif Rotariu Romanya 1990-1992 60 11 Roman Kosecki Polonya 1990-1992 66 37 Dominique Iorfa Kamerun 1991-1992 11 1 Elvir Boliç Bosna 1992-1993 18 2 Torsten Gütschow Almanya 1992-1993 25 18 Reinhard Stumpf Almanya 1992-1994 82 1 Falco Goetz Almanya 1992-1994 99 23 Roger Ljung İsveç 1993-1994 25 2 Stavitza Kuzmanovski Makedonya 1994-1995 18 1 Norman Mapeza Zimbabve 1994-1995 56 2 Gintaras Stauce Litvanya 1994-1995 43 (Kaleci) Mike Marsh İngiltere 1995-1996 12 - Berry Venison İngiltere 1995-1996 21 1 Dean Saunders Galler 1995-1996 40 26 Brad Friedel ABD 1995-1996 45 (Kaleci) Ulrich Van Gobbel Hollanda 1995-1996 46 4 Adrian Knup İsviçre 1996-1997 18 6 Gheorghe Hagi Romanya 1996-.... 106 48 Adrian İlie Romanya 1996-1997 46 28 Sebastian Filipescu Romanya 1996-1997 50 1 Pier Essen Almanya 1996-1997 1 (Kaleci) Gheorghe Popescu Romanya 1997-.... 85 5 Lutu Romanya 1997-1998 3 - Claudio Taffarel Brezilya 1998-.... 60 (Kaleci) Oliviera Capone Brezilya 1999-.... 24 3 Marcio Santos Brezilya 1999-.... 21 9 Bruno Quadros Brezilya 1999-2000 2 - Mario Jardel Brezilya 2000-...
Alıntıları Göster
Basketbol Cem Atabeyoğlu'nun 'Spor Ans*klopedisi' adlı kitabında yer verdiği üzere, ülkemizin en eski sporcularından ve Galatasaray Sultanisi beden eğitimi öğretmeni Ahmet Robenson ,1911 yılında bulduğu bir Birleşik Amerika basımlı kitapta, basketbol oyunun incelikleri dışında kalan bir yazıya rastlamıştır. Basketbolun ilginç olduğu kadar yararlı da olabileceğini düşünerek , öğrencilere oynatmak istemiştir. Galatasaray Lisesinin spor salonunun duvarlarına asılan kağıt sepetlerin altında onar kişilik takımlar olarak oynana bu basketbolu andırır gösteri , tüm oyuncuların sakatlanmaları sonucu yarımda kalmıştır.Oyun süresince bir takım 8 , rakip takım ise 3 sayı yapabilmiştir.Oyunun böylesine kanlı bir biçimde sonuçlanması karşısında bir tercüme yanılgısı olabileceğini düşünen Ahmet Bey , basketbolun kurallarını öğrenmek için çaba sarfetmiş ama bir netice alamamıştır.Zira , Robert Kolej'deki Birleşik Amerikalı öğretmenler bu oyunu son sınıftakilere öğrettikleri için okuldan mezun olan gençler çeşitli yerlere dağılmıştır.
Ülkemizde ilk ciddi basketbol karşılaşması 4 Nisan 1921 günü Darülmuallimin-i Aliye Mektebi'nin Cağaloğlu'ndaki binasının karşısındaki bahçede oynanmıştır.Bu maçta , İstanbul Y.M.C.A Takımı , Türk Takımını 18-14 yenmiştir.Bu ilk Türk Takımının kaptanlığını Ahmet Robenson Bey yapmıştır.Y.M.C.A (Young Mends Christish American) Cemiyeti Genel Başkanı Mr.Sticker'in yönettiği bu karşılaşmanın haberi Cemiyetin Nisan 1921 sayısında geniş olarak yer almıştır.Türk takımı bu maçta 'Santr' Ahmet Robenson Bey ,'Forvetler' Hilmi Bey ve Mişel Efendi,'Bekler' Ziya Bey ve Armenek Efendi düzeniyle oynamıştır. 15 Şubat 1923 günü kulüpler arsında yapılan ilk karşılaşmada Nişantaşı , Galatasaray'ı 15-4 yenmiştir.
Ama bundan sonra ...
Türk sporunun öncüsü olan Galatasaray, basketbolda da uzun yıllar mutlak bir egemenlik kurmuştur. Cim Bom Bom, bu spor dalında belki de Dünya sporunda hiçbir kulübe nasip olmayacak başarılar kazanmıştır. Sarı Kırmızılı takım Basketbol İstanbul Ligi'nde tam 10 yıl üst üste şampiyon olmuştur. Dönemin Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü konumunda olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın özendirmesiyle 1933 yılında başlayan basketbol maçlarında Galatasaray çok büyük bir üstünlük kurmuş ve yapılan hemen her turnuvayı ve ligleri kazanmıştır. Feridun Şerifzade ve Naili Moran'ın çabalarıyla kurulan Galatasaray basketbol takımı, Maccabi takımının 1927'den bu yana süren üstünlüğüne de son vermiştir.
Galatasaray'ın 10 yıl üst üste şampiyon olan takımının ardından rekabetin daha arttığı 1950'li yıllarda da bu başarılar sürmüştür. Bu dönemdeki kadroda yer alan ünlü sporcuların bir bölümü şöyledir:
Ali Uras (Kaptan), Suat Kesim, Samim Göreç, Hüseyin Öztürk, Erdoğan Partener, Candaş Tekeli, Yalçın Granit, Yılmaz Gündüz, Erdem Göreç, Ali Kazaz, Sadi Gülçelik..
Ezeli rakibimiz Fenerbahçe'nin bize karşı ilk galibiyetini 1954 yılında elde edebilmiş olması, takımımızın çok uzun yıllar süren egemenliği hakkında bir fikir verebilir.
Bu dönemde 15 Ocak 1950 tarihinde yapılan bir maçta Galatasaray, ezeli rakibine tarihi fark atmıştır. Cim Bom'un 105-39 kazandığı maçın bir benzeri ezeli rekabetin tarihinde yoktur. O gün, İstanbul Üniversitesi Spor Salonunda yapılan karşılaşmada Sarı Kırmızılı formayı şu basketbolcular giymişti:
Ali Uras, Hüseyin Öztürk, Yalçın Granit, Erdoğan Partener, Ertem Göreç, Ayhan Öz ve Yılmaz Gündüz.
Öte yandan, 1954 yılında Fenerbahçe'nin basketbolda Galatasaray'ı ilk kez yenmesi, Türk Spor tarihinin önemli olaylarından biridir. 1940'tan sonra aralıksız 15 yıl Fenerbahçe'yi sürekli yenen takımın 28 Mart 1954'te rakibine 71-61 yenilmesiyle, ezeli rekabette Sarı Lacivertli takım ilk galibiyetini elde etmiş oluyordu. O güne kadar çok az sayıda seyirci tarafından izlenmekte olan basketbol maçlarına da bu karşılaşma sonrasında ilgi artmış, bu nedenle maçlar İTÜ salonundan Spor ve Sergi Sarayı'na alınmıştır.
BASKETBOL'DA ÇİFTE ŞAMPİYON !
19 Nisan ile 25 Nisan 1955 günleri arasında İst.Spor ve Sergi Sarayında yaılan Şampiyona tatsız bir olaydan sonra Spor Oyunları Federasyonunun kararı ile 'Çifte Şampiyon' ile sonuçlandı.Bu Türk Basketbolunda (hatta Türk Sporunda) ilk ve son kez rastlanılan bir olaydı. 1955 Türkiye basketbol Şampiyponasına İst.1.si Fenerbahçe,2.si Modaspor,Ankara 1.si Ankaragücü, 2.si Harpokulu,İzmir 1.si Altınordu ve FederasyonKupası sahibi Galatasaray takımları katıldılar. Bu takımlar arasında tek devrelilig usulü ile oynanan maçlar sonunda şampiyonluk düğümü 25 Nisan akşamı oynanacak olan Galatasaray-Fenerbahçe maçına bağlı kaldı. Bu maçın bitimine 44 saniye kala ,Galatasaray 40-27 öndeyken tribünden inen bir Fenerbahçe yöneticisinin takımı sahadan çekmesiyle Türk basketbolunda rastlanmamış çirkin bir olay teşkil etti. Bu olaydan hemen sonra toplanan Spor Oyunları Federasyonu durumu gözden geçirdi.Fenerbahçe Kulübü yöneticisinin Modaspor'u şampiyon yapmak için takımı sahadan çektiğine kanaat getirildi.Ve Galatasaray'ın böyle bir komplo sonucu şampiyonluktan mahrum edilmesi doğru bulunmayarak iki takım a birden şampiyonluk verildi.
1955 GS Takımı şu kadroya sahipti : Yalçın Granit , Üner Erimer,Tunç Erim,Tuğrul Demir,Özer Salnur,Yüksel Alkan , Yavuz Türkoğlu ve Gökhan Kökeş Fenerbahçe bu tip ayak oyunlarını ve çirkinliği sporumuza tarih boyunca sokmaktan kaçınmamış,aynı hadiseyi futbolda da yapma lüzümsuzluğunu göstermiştir.
Not: Basketbol maçında Modaspor'un şampiyon olabilmesi için Galatasaray'ın Fenerbahçeyi az farkla yenmesi gerekiyordu.O yüzden Fenerbahçe fark yiyeceğini anlayınca sahadan çekilerek skoru hükmen mağlubiyet olarak tescil ettirecekti ; yani 2-0...
Başlangıçtan bu döneme kadar, kulüplerin kesin üstünlüğünün görüldüğü bu spor dalları 1970'li yıllarda yavaş yavaş müessese kulüplerinin egemenliğine girmeye başladı. Basketbolda Galatasaray'ın 1968-69 sezonundaki şampiyonluğunun ardından İTÜ egemenliği başladı ve bu takım tam 4 yıl üst üste şampiyon oldu. Bunun ardından 1973-74 sezonunda, asker sporcularla ilgili değişik bir uygulama sayesinde Muhafızgücü şampiyonluğa ulaştı. 1974-75 sezonunda da Beşiktaş, deplasmanlı basketbol liginin tarihindeki ilk ve tek şampiyonluğunu kazandı. Bunun ardından Eczacıbaşı ve Efes Pilsen'in saltanatı başladı. 1984-85 sezonundaki Galatasaray şampiyonluğuna kadar tam 9 yıl bu iki takım şampiyonlukları paylaştılar.
Sarı Kırmızılı takım uzun yıllar baskette şampiyonluklara ambargo koyduktan sonra, son yıllardaki müthiş mücadelelerden de şampiyonluklar çıkartmayı başarmıştır.
Son yıllarda önce Eczacıbaşı, ardından Efes Pilsen ve Ülkerspor gibi müessese takımlarının bu alanda ağırlıklarını duyurmalarına karşın, Sarı Kırmızılı takım da başarısını sürdürebilmiştir. 1989-90 sezonunda basketbolda şampiyon olan Galatasaray, 1994-95 sezonunda da Federasyon Kupasını kazandı.
Bu arada, Galatasaray Bayan Basketbol Takımı, tarihe geçecek rekorlar kırdı. Sarı Kırmızılı takım 1989'dan başlayarak 10 sezon üst üste şampiyon olmuştur. 1995-96 sezonunda Bayan takımımız uğradığı tek yenilgi ile çok büyük bir rekor kırma şansını kaçırdı.
ERKEKLER İstanbul Ligi 1932-1933 1933-1934 1934-1935 1935-1936 1940-1941 1941-1942 1942-1943 1943-1944 1944-1945 1945-1946 1946-1947 1947-1948 1948-1949 1949-1950 1950-1951 1951-1952 1952-1953 1953-1954 1957-1958 1960-1961
Basketbol Cem Atabeyoğlu'nun 'Spor Ans*klopedisi' adlı kitabında yer verdiği üzere, ülkemizin en eski sporcularından ve Galatasaray Sultanisi beden eğitimi öğretmeni Ahmet Robenson ,1911 yılında bulduğu bir Birleşik Amerika basımlı kitapta, basketbol oyunun incelikleri dışında kalan bir yazıya rastlamıştır. Basketbolun ilginç olduğu kadar yararlı da olabileceğini düşünerek , öğrencilere oynatmak istemiştir. Galatasaray Lisesinin spor salonunun duvarlarına asılan kağıt sepetlerin altında onar kişilik takımlar olarak oynana bu basketbolu andırır gösteri , tüm oyuncuların sakatlanmaları sonucu yarımda kalmıştır.Oyun süresince bir takım 8 , rakip takım ise 3 sayı yapabilmiştir.Oyunun böylesine kanlı bir biçimde sonuçlanması karşısında bir tercüme yanılgısı olabileceğini düşünen Ahmet Bey , basketbolun kurallarını öğrenmek için çaba sarfetmiş ama bir netice alamamıştır.Zira , Robert Kolej'deki Birleşik Amerikalı öğretmenler bu oyunu son sınıftakilere öğrettikleri için okuldan mezun olan gençler çeşitli yerlere dağılmıştır.
Ülkemizde ilk ciddi basketbol karşılaşması 4 Nisan 1921 günü Darülmuallimin-i Aliye Mektebi'nin Cağaloğlu'ndaki binasının karşısındaki bahçede oynanmıştır.Bu maçta , İstanbul Y.M.C.A Takımı , Türk Takımını 18-14 yenmiştir.Bu ilk Türk Takımının kaptanlığını Ahmet Robenson Bey yapmıştır.Y.M.C.A (Young Mends Christish American) Cemiyeti Genel Başkanı Mr.Sticker'in yönettiği bu karşılaşmanın haberi Cemiyetin Nisan 1921 sayısında geniş olarak yer almıştır.Türk takımı bu maçta 'Santr' Ahmet Robenson Bey ,'Forvetler' Hilmi Bey ve Mişel Efendi,'Bekler' Ziya Bey ve Armenek Efendi düzeniyle oynamıştır. 15 Şubat 1923 günü kulüpler arsında yapılan ilk karşılaşmada Nişantaşı , Galatasaray'ı 15-4 yenmiştir.
Ama bundan sonra ...
Türk sporunun öncüsü olan Galatasaray, basketbolda da uzun yıllar mutlak bir egemenlik kurmuştur. Cim Bom Bom, bu spor dalında belki de Dünya sporunda hiçbir kulübe nasip olmayacak başarılar kazanmıştır. Sarı Kırmızılı takım Basketbol İstanbul Ligi'nde tam 10 yıl üst üste şampiyon olmuştur. Dönemin Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü konumunda olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın özendirmesiyle 1933 yılında başlayan basketbol maçlarında Galatasaray çok büyük bir üstünlük kurmuş ve yapılan hemen her turnuvayı ve ligleri kazanmıştır. Feridun Şerifzade ve Naili Moran'ın çabalarıyla kurulan Galatasaray basketbol takımı, Maccabi takımının 1927'den bu yana süren üstünlüğüne de son vermiştir.
Galatasaray'ın 10 yıl üst üste şampiyon olan takımının ardından rekabetin daha arttığı 1950'li yıllarda da bu başarılar sürmüştür. Bu dönemdeki kadroda yer alan ünlü sporcuların bir bölümü şöyledir:
Ali Uras (Kaptan), Suat Kesim, Samim Göreç, Hüseyin Öztürk, Erdoğan Partener, Candaş Tekeli, Yalçın Granit, Yılmaz Gündüz, Erdem Göreç, Ali Kazaz, Sadi Gülçelik..
Ezeli rakibimiz Fenerbahçe'nin bize karşı ilk galibiyetini 1954 yılında elde edebilmiş olması, takımımızın çok uzun yıllar süren egemenliği hakkında bir fikir verebilir.
Bu dönemde 15 Ocak 1950 tarihinde yapılan bir maçta Galatasaray, ezeli rakibine tarihi fark atmıştır. Cim Bom'un 105-39 kazandığı maçın bir benzeri ezeli rekabetin tarihinde yoktur. O gün, İstanbul Üniversitesi Spor Salonunda yapılan karşılaşmada Sarı Kırmızılı formayı şu basketbolcular giymişti:
Ali Uras, Hüseyin Öztürk, Yalçın Granit, Erdoğan Partener, Ertem Göreç, Ayhan Öz ve Yılmaz Gündüz.
Öte yandan, 1954 yılında Fenerbahçe'nin basketbolda Galatasaray'ı ilk kez yenmesi, Türk Spor tarihinin önemli olaylarından biridir. 1940'tan sonra aralıksız 15 yıl Fenerbahçe'yi sürekli yenen takımın 28 Mart 1954'te rakibine 71-61 yenilmesiyle, ezeli rekabette Sarı Lacivertli takım ilk galibiyetini elde etmiş oluyordu. O güne kadar çok az sayıda seyirci tarafından izlenmekte olan basketbol maçlarına da bu karşılaşma sonrasında ilgi artmış, bu nedenle maçlar İTÜ salonundan Spor ve Sergi Sarayı'na alınmıştır.
BASKETBOL'DA ÇİFTE ŞAMPİYON !
19 Nisan ile 25 Nisan 1955 günleri arasında İst.Spor ve Sergi Sarayında yaılan Şampiyona tatsız bir olaydan sonra Spor Oyunları Federasyonunun kararı ile 'Çifte Şampiyon' ile sonuçlandı.Bu Türk Basketbolunda (hatta Türk Sporunda) ilk ve son kez rastlanılan bir olaydı. 1955 Türkiye basketbol Şampiyponasına İst.1.si Fenerbahçe,2.si Modaspor,Ankara 1.si Ankaragücü, 2.si Harpokulu,İzmir 1.si Altınordu ve FederasyonKupası sahibi Galatasaray takımları katıldılar. Bu takımlar arasında tek devrelilig usulü ile oynanan maçlar sonunda şampiyonluk düğümü 25 Nisan akşamı oynanacak olan Galatasaray-Fenerbahçe maçına bağlı kaldı. Bu maçın bitimine 44 saniye kala ,Galatasaray 40-27 öndeyken tribünden inen bir Fenerbahçe yöneticisinin takımı sahadan çekmesiyle Türk basketbolunda rastlanmamış çirkin bir olay teşkil etti. Bu olaydan hemen sonra toplanan Spor Oyunları Federasyonu durumu gözden geçirdi.Fenerbahçe Kulübü yöneticisinin Modaspor'u şampiyon yapmak için takımı sahadan çektiğine kanaat getirildi.Ve Galatasaray'ın böyle bir komplo sonucu şampiyonluktan mahrum edilmesi doğru bulunmayarak iki takım a birden şampiyonluk verildi.
1955 GS Takımı şu kadroya sahipti : Yalçın Granit , Üner Erimer,Tunç Erim,Tuğrul Demir,Özer Salnur,Yüksel Alkan , Yavuz Türkoğlu ve Gökhan Kökeş Fenerbahçe bu tip ayak oyunlarını ve çirkinliği sporumuza tarih boyunca sokmaktan kaçınmamış,aynı hadiseyi futbolda da yapma lüzümsuzluğunu göstermiştir.
Not: Basketbol maçında Modaspor'un şampiyon olabilmesi için Galatasaray'ın Fenerbahçeyi az farkla yenmesi gerekiyordu.O yüzden Fenerbahçe fark yiyeceğini anlayınca sahadan çekilerek skoru hükmen mağlubiyet olarak tescil ettirecekti ; yani 2-0...
Başlangıçtan bu döneme kadar, kulüplerin kesin üstünlüğünün görüldüğü bu spor dalları 1970'li yıllarda yavaş yavaş müessese kulüplerinin egemenliğine girmeye başladı. Basketbolda Galatasaray'ın 1968-69 sezonundaki şampiyonluğunun ardından İTÜ egemenliği başladı ve bu takım tam 4 yıl üst üste şampiyon oldu. Bunun ardından 1973-74 sezonunda, asker sporcularla ilgili değişik bir uygulama sayesinde Muhafızgücü şampiyonluğa ulaştı. 1974-75 sezonunda da Beşiktaş, deplasmanlı basketbol liginin tarihindeki ilk ve tek şampiyonluğunu kazandı. Bunun ardından Eczacıbaşı ve Efes Pilsen'in saltanatı başladı. 1984-85 sezonundaki Galatasaray şampiyonluğuna kadar tam 9 yıl bu iki takım şampiyonlukları paylaştılar.
Sarı Kırmızılı takım uzun yıllar baskette şampiyonluklara ambargo koyduktan sonra, son yıllardaki müthiş mücadelelerden de şampiyonluklar çıkartmayı başarmıştır.
Son yıllarda önce Eczacıbaşı, ardından Efes Pilsen ve Ülkerspor gibi müessese takımlarının bu alanda ağırlıklarını duyurmalarına karşın, Sarı Kırmızılı takım da başarısını sürdürebilmiştir. 1989-90 sezonunda basketbolda şampiyon olan Galatasaray, 1994-95 sezonunda da Federasyon Kupasını kazandı.
Bu arada, Galatasaray Bayan Basketbol Takımı, tarihe geçecek rekorlar kırdı. Sarı Kırmızılı takım 1989'dan başlayarak 10 sezon üst üste şampiyon olmuştur. 1995-96 sezonunda Bayan takımımız uğradığı tek yenilgi ile çok büyük bir rekor kırma şansını kaçırdı.
ERKEKLER İstanbul Ligi 1932-1933 1933-1934 1934-1935 1935-1936 1940-1941 1941-1942 1942-1943 1943-1944 1944-1945 1945-1946 1946-1947 1947-1948 1948-1949 1949-1950 1950-1951 1951-1952 1952-1953 1953-1954 1957-1958 1960-1961
Türk Sporunun hemen herdalında öncü olan Galatasaray'ın Voleybol Şubesi 1927 yılında kurulmuştur.
Feridun Şerefzade ve SezaiTürkeş'in önderliğinde yürütülen takım kurma çalışmaları 1930 yılında tamamlandıve Galatasaray bu dalda faaliyete başladı. İlk yıl Feridun ve Sezai'nin yanısıra , Arslan , Samim ve Rodrik 'ten kurulu takımla mücadele eden takımımız ligi 3. sırada birtirdi.İlk Şampiyonluğunu ise 1931-32'de kazanır.1934-35 'de yine Şampiyon olan Galatasaray 1940'lı yılları ağır aksak bi rtempoda geçirip zaman zmaan kazanılan şampiyonluklarla yetinirken,1953-54 sezonundan itibaren şampiyonluklara ambargo koymuş ve uzun yıllar ligi hep zirvede bitirmiştir.
Galatasaray bu tarihtensonra sadece 1958-59 sezonunda Darüşşafaka'ya sadece 1 yıl şans tanımış,12 yıl şampiyonluğu kimseye vermemiştir. Galatasaray aynı süre içinde 13 kez de İstanbulŞampiyonu olmuştur. Sarı Kırmızılı takım voleybolda hep zirvye oynayan bir takım oldu. Bu arada Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi (1969-1990 arası) tam " 21 YIL " sürekli yenmiş olması , bir daha kırılamayacaK bir ekor olarak tarihe geçmiştir. Gerçi Fenerbahçe 1990 'da Galatasaray'ı yenip bu hezimeti durdurmaya çalışmıştır ama daha sonraki maçlarda yine Galatasaray'ın ezici üstünlüğü hep devam etmiştir.
1971 'e kadar Voleybolda mutlak bir üstünlüğü olan Galatasaray bu tarihten 1986-87'ye kadar şampiyonluğa hasret kalmıştır. Ama yine de müessese takımlarının şampiyonluklara koyduğu ambargoyu kıran takım yine Galatasaray oldu. 80 ve 90'lı yıllarda Basketbolda olduğu gibi müessese kulüplerinin büyük yatırımları zirve mücadelesini alabildiğine güçleştirmiştir. Galatasaray gibi amatör branşlarda mücadelesini sürdürmeye çalışan diğer kulüpler de bu durumdan dolayı zor duruma düşmüşlerdir.Yine de Galatasaray'ın Erkek ve bayan Volaybol takımları başarı ile mücadeleyi sürdürmektedirler.
ERKEKLER İstanbul Ligi 1931-1932 1934-1935 1943-1944 1944-1945 1949-1950 1953-1954 1954-1955 1955-1956 1956-1957 1959-1960 1960-1961 1961-1962 1962-1963 1963-1964 1964-1965 1965-1966
Türk Sporunun hemen herdalında öncü olan Galatasaray'ın Voleybol Şubesi 1927 yılında kurulmuştur.
Feridun Şerefzade ve SezaiTürkeş'in önderliğinde yürütülen takım kurma çalışmaları 1930 yılında tamamlandıve Galatasaray bu dalda faaliyete başladı. İlk yıl Feridun ve Sezai'nin yanısıra , Arslan , Samim ve Rodrik 'ten kurulu takımla mücadele eden takımımız ligi 3. sırada birtirdi.İlk Şampiyonluğunu ise 1931-32'de kazanır.1934-35 'de yine Şampiyon olan Galatasaray 1940'lı yılları ağır aksak bi rtempoda geçirip zaman zmaan kazanılan şampiyonluklarla yetinirken,1953-54 sezonundan itibaren şampiyonluklara ambargo koymuş ve uzun yıllar ligi hep zirvede bitirmiştir.
Galatasaray bu tarihtensonra sadece 1958-59 sezonunda Darüşşafaka'ya sadece 1 yıl şans tanımış,12 yıl şampiyonluğu kimseye vermemiştir. Galatasaray aynı süre içinde 13 kez de İstanbulŞampiyonu olmuştur. Sarı Kırmızılı takım voleybolda hep zirvye oynayan bir takım oldu. Bu arada Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi (1969-1990 arası) tam " 21 YIL " sürekli yenmiş olması , bir daha kırılamayacaK bir ekor olarak tarihe geçmiştir. Gerçi Fenerbahçe 1990 'da Galatasaray'ı yenip bu hezimeti durdurmaya çalışmıştır ama daha sonraki maçlarda yine Galatasaray'ın ezici üstünlüğü hep devam etmiştir.
1971 'e kadar Voleybolda mutlak bir üstünlüğü olan Galatasaray bu tarihten 1986-87'ye kadar şampiyonluğa hasret kalmıştır. Ama yine de müessese takımlarının şampiyonluklara koyduğu ambargoyu kıran takım yine Galatasaray oldu. 80 ve 90'lı yıllarda Basketbolda olduğu gibi müessese kulüplerinin büyük yatırımları zirve mücadelesini alabildiğine güçleştirmiştir. Galatasaray gibi amatör branşlarda mücadelesini sürdürmeye çalışan diğer kulüpler de bu durumdan dolayı zor duruma düşmüşlerdir.Yine de Galatasaray'ın Erkek ve bayan Volaybol takımları başarı ile mücadeleyi sürdürmektedirler.
ERKEKLER İstanbul Ligi 1931-1932 1934-1935 1943-1944 1944-1945 1949-1950 1953-1954 1954-1955 1955-1956 1956-1957 1959-1960 1960-1961 1961-1962 1962-1963 1963-1964 1964-1965 1965-1966
Türk sporunun öncüsü olan Galatasaray elbetteki "sporların anası" olarak bilinen atletizmde de bu önderliğini göstermiştir. Atletizm'de bugün bile adları unutulmamış pek çok sporcu Galatasaray'dan yetişmiştir. İlk Müslüman Türk atleti sayılan İbrahim Celal (Şehit Celal) ve Silifkeli Şükrü Halil Dölek ile başlayan Türk Atletizminin ilk önemli sporcuları hep Galatasaraylılardır.Bunlar arasında Adil Giray, Şekip Engineri, Vildan Aşir Savaşır, Ömer Besim Koşalay, Vedat Abut, Semih Türkdoğan, Mehmet Ali Aybar, Suat Hayri Ürgüplü yer alıyordu. Galatasaraylı atletlerin arasından Ürgüplü'nün kişiliğinde bir Başbakanın çıkmış olması da Sarı-Kırmızılı camia için bir başka iftihar vesilesi oldu.
Daha sonraki dönemlerde Naili Moran, Rıza Maksut İşman, Faik Önem, Cezmi Or, Cahit Önel ve yakın dönemde Turhan Kahraman, Şükrü Çaprazlı ve Murat Akman tam 18 yıl üst üste Galatasaray'a şampiyonluk getiren sporcular oldular. Kulübümüz Atletizmin ülkemizdeki kuruluş yıllarının dışında,1968-1988 arasındaki 20 yıllık dönemde tam 18 kez Türkiye şampiyonu olarak kırılması imkansız bir rekorun da sahibi oldu. Bazı durgunluk dönemlerinin dışında Galatasaray, herzaman Türk atletizminin en büyük firmalarından biri oldu.Rekortmen sporcular yetiştirdi ve bunların başarılarıyla müzemiz kupa ve madalyalarla doldu. Cezmi Or ve Ömer Besim Koşalay gibi atletler Türk Spor tarihine adlarını yazdırırken, adlarına düzenlenen yarışmalar günümüze kadar ulaştı.
1922 yılında Galatasaray'ımızdan Şekip Bey 100 metreyi 11.6 saniyede koşarken , Adil Giray 400 metreyi ilk yarışta 60.2 saniyede ikinci yarışta 59 saniyede tamamlamıştır.O yılların değerlendirmesine göre bu çok büyük bir başarı olarak görülmüştü.Yine aynı yıl Adil Giray , bu kez Disk'i 33.70 m.'ye fırtlatarak komple bir atlet olduğunu kanıtlamıştır.
1926 yılında ilk Türk KIZ atletler de spor sahalarında görünmeye başlamıştır.Taksim Stadında Galatasaraylı sporcuların kızkardeşleri ve kulüp üyelerinin yakınları olan ilk bayan atletlerimiz çalışmaya başlarken isimleri şöyleydi ; Nermin Tahsin, Emine Abdullah , Mübeccel Hüsameddin ve Neriman Muhiddin.Bu hanımlara Ömer Besim Koşalay Bey antreman veriyordu.
Atletizm'le ilgili ilginç bir nokta da; Ömer Besim Koşalay, Jerfi Fıratlı gibi hem futbol oynayan, hem de atletizm yapan sporcuların varlığıdır.
Sarı Kırmızılı Kulüp, "Sporların anası" sayılan bu daldaki çalışmalarını kesintisiz sürdürmektedir. 1996 yılında 140 dolayında sporcu ile Türkiye Liglerinde mücadele eden takımlarımız çeşitli başarılara imza atmaktadır. İstanbul'da yapılan Avrupa Şampiyonlar Kupası Gençler yarışmalarında Bayer Uerdingen ekibinin arkasında ikincilik kürsüsüne çıkmayı başaran atletlerimiz bir üst tura geçmişlerdir. Bu yarışmalarda çekiç atmada Fatih Yıldırım, üçadımda Ahmet Süngeriçlioğlu, Fecri İdin 1500 ve 3000 metrelerde birinci olmuştur.
Atletizm Şubesi Yönetimi Tuncer Hunca Atletizmden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mecit Çetinkaya Atletizm Komitesi Üyesi Abdullah Gülsoy Atletizm Komitesi Üyesi Metin Öztürk Atletizm Komitesi Üyesi Temel Erberk Teknik Direktör Alpaslan Çetin Antrenör Uğur Özdemir Antrenör Cemal Anadol İdari Yönetmen --------------------------------------------------------
GALATASARAY'IN ATLETİZM ŞAMPİYONLUKLARI - İstanbul Atletizm Şampiyonu 1924,1925,1926,1927,1931,1933,1941,1942,1945,1951, 1963,1965,1967, 1968,1969,1970,1971,1972,1973,1974,1975,1976,1977, 1978,1979,1980, 1981,1982,1983,1986 GALATASARAY'IN ATLETİZM ŞAMPİYONLUKLARI - Türkiye Atletizm Şampiyonu 1924,1927,1932,1933,1951 GALATASARAY'IN ATLETİZM ŞAMPİYONLUKLARI - Kulüplerarası Puanlı Atletizm Şampiyonu 1966,1967,1968,1969,1970,1971,1972,11973,1974,1975 ,19761977,1978, 1979,1980,1981,1982,1983,1986
31 İstanbul, 24 Türkiye toplam: (55) Atletizm Şampiyonluğu!.. Yalnız yurtiçinde değil, yurtdışı ülkelerde de kolay kolay elde edilemeyecek mükemmel bir başarı... Sadece futbolda değil Basketbolda, Voleybolda, Yüzmede, Sutopunda, Kürekte ve en önemlisi sporların anası "ATLETİZM" de çok sayıdaki ayrıca, koca bir asıra yayılan şampiyonluklar! İşte Galatasaray'ı " SPOR KULÜBÜ " yapan en önemli özelliği, daha doğru bir deyimle ayrıcalığı, bu karakter yapısında yatıyor...
Sarı-Kırmızılı kulübün son yarım yüzyılda, Türk Atletizm Milli Takımı'nda defalarca görev alan atletleri de şunlardır:
EMİN DOYBAK, TURHAN KAHRAMAN, ŞÜKRÜ ÇAPRAZLI, MURAT ELÇİN, MURAT AKMAN, EKREM ÖZDAMAR, SERMET TİMURLENK, UĞUR SEL, TEOMAN SİMİT, ALİ AYDIN, ŞÜKRÜ ŞABAN, ÜNAL SOMUNCUOĞLU, HAKAN HEPER, AKIN ALTIOK, NECDET AYAZ, TEMEL ERBEK, MESİH DURANAY, FİKRET ÜSTÜNSOY.
Sarı-Kırmızılı kulübün son yarım yüzyıldaki diğer atletleri:
SÜLEYMAN ÇEKİÇEL, KEMAL ERBEK, TEMEL ERBEK, HÜSEYİN MANİOĞLU, ORHAN ULUDAĞ, TUNÇ PEKSÖZ, LEVENT LALE, YAVUZ ERKMEN, EKREM ALTINBAŞ, ADNAN EDEBALİ, ERDEM ŞERBETÇİGİL, MUZAFFER ÇOLAKOĞLU, AHMET MELEK, MEHMET KUŞ, KORKUT YAPICI, MURAT AYAYDIN, NURİ SÖĞÜTLÜ, YAVUZ KIZILÇULLU, CİHANGİR Y.OĞLU, TAYLAN ESMER, MESİH DURANAY, OSMAN COŞKUNTÜRK, SALİH ERDEN, AHMET ÖNAL, İBRAHİM KOBAL, İBRAHİM BULUT, ÖMER ŞAKAR, SALİM ERGUN, CEM DİNÇ, TAYFUN ESMER, ALİ KARA, EROL KAPLAN, TAYFUN DEMİRALAY, GÜROL DİNSEL, RECEP KALENDER, UFUK GELDİŞEN, İSMAİL TÜRKKAN, ALTAN UYBAT, GÜRSEL AKAY, ATİLLA ÖZİDEŞ, O.NURİ KARABIYIK. ŞEVKİ KORU; (Boston Maratonu 7.si)
Not: Şevki Koru ,2 saat 37 dakika 50 saniyelik bir derece yapmıştır.Ve 51.Boston Maratonunda(1947 Nisan ayı) 1. olan Yung Bong Su'nun 2 saat 25 dakika 39 saniye ile birinci olduğu yarışmada 7. liği elde ederek Amerikan Atletiz otoritelerinin haklı takdirini kazanmıştır.
ILGINÇ NOT : - - - - - - - - - - - Halat Çekişme (Çekme)... Halat çekişme bir spor dalı olarak ilk kez askeri birlikler ,askeri ve sivil okullarda görülmüştür. Halat çekişme yarışları ilk kez 1913 yılında Galatasaray tarafından düzenlenmiştir.Galatasaray,İstanbul Sultanisi,Sen Benoit,Vefa İdadisi ve İmogen takımlarının katıldığı yarışlarda Galatasaray birinci olmuştur.Takımların üçer sporcu ile katıldıkları yarışmalarda birinci olan Galatasaray Takımı , Daniş , Selim ve Hikmet Beylerden kurulu idi...Halat Çekişme çalışmaları ise çok az kulüpte görülür.Galatasaray,Beşiktaş,İmogen,Nişantaşı,Vefa Sultanisi,Darülmuallimin,İstanbul Sultanisi ile bazı askeri ve sizil okullarda bu çalışmalara rastlanır. 1914 yılında halat çekişmesi yarışlarına katılan temsilcilerinin aldıkları bir karar ile takımdaki sporcu sayısı sekize çıkarılmıştır.Aynı yıl düzenlenen yarışlarda yine Galatasaray birinci olmuştur.Galatasaray'ın Kenan , A.Celal , Ahmet Robenson , Abdurrahman Robenson,Emil Oberle , Emin Bülnet,Süleyman ve Kemal Beylerden kurulu takımı uzun yıllar düzenlenen yarışlarda başarılı olmuşlardır.
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Atletizm
Türk sporunun öncüsü olan Galatasaray elbetteki "sporların anası" olarak bilinen atletizmde de bu önderliğini göstermiştir. Atletizm'de bugün bile adları unutulmamış pek çok sporcu Galatasaray'dan yetişmiştir. İlk Müslüman Türk atleti sayılan İbrahim Celal (Şehit Celal) ve Silifkeli Şükrü Halil Dölek ile başlayan Türk Atletizminin ilk önemli sporcuları hep Galatasaraylılardır.Bunlar arasında Adil Giray, Şekip Engineri, Vildan Aşir Savaşır, Ömer Besim Koşalay, Vedat Abut, Semih Türkdoğan, Mehmet Ali Aybar, Suat Hayri Ürgüplü yer alıyordu. Galatasaraylı atletlerin arasından Ürgüplü'nün kişiliğinde bir Başbakanın çıkmış olması da Sarı-Kırmızılı camia için bir başka iftihar vesilesi oldu.
Daha sonraki dönemlerde Naili Moran, Rıza Maksut İşman, Faik Önem, Cezmi Or, Cahit Önel ve yakın dönemde Turhan Kahraman, Şükrü Çaprazlı ve Murat Akman tam 18 yıl üst üste Galatasaray'a şampiyonluk getiren sporcular oldular. Kulübümüz Atletizmin ülkemizdeki kuruluş yıllarının dışında,1968-1988 arasındaki 20 yıllık dönemde tam 18 kez Türkiye şampiyonu olarak kırılması imkansız bir rekorun da sahibi oldu. Bazı durgunluk dönemlerinin dışında Galatasaray, herzaman Türk atletizminin en büyük firmalarından biri oldu.Rekortmen sporcular yetiştirdi ve bunların başarılarıyla müzemiz kupa ve madalyalarla doldu. Cezmi Or ve Ömer Besim Koşalay gibi atletler Türk Spor tarihine adlarını yazdırırken, adlarına düzenlenen yarışmalar günümüze kadar ulaştı.
1922 yılında Galatasaray'ımızdan Şekip Bey 100 metreyi 11.6 saniyede koşarken , Adil Giray 400 metreyi ilk yarışta 60.2 saniyede ikinci yarışta 59 saniyede tamamlamıştır.O yılların değerlendirmesine göre bu çok büyük bir başarı olarak görülmüştü.Yine aynı yıl Adil Giray , bu kez Disk'i 33.70 m.'ye fırtlatarak komple bir atlet olduğunu kanıtlamıştır.
1926 yılında ilk Türk KIZ atletler de spor sahalarında görünmeye başlamıştır.Taksim Stadında Galatasaraylı sporcuların kızkardeşleri ve kulüp üyelerinin yakınları olan ilk bayan atletlerimiz çalışmaya başlarken isimleri şöyleydi ; Nermin Tahsin, Emine Abdullah , Mübeccel Hüsameddin ve Neriman Muhiddin.Bu hanımlara Ömer Besim Koşalay Bey antreman veriyordu.
Atletizm'le ilgili ilginç bir nokta da; Ömer Besim Koşalay, Jerfi Fıratlı gibi hem futbol oynayan, hem de atletizm yapan sporcuların varlığıdır.
Sarı Kırmızılı Kulüp, "Sporların anası" sayılan bu daldaki çalışmalarını kesintisiz sürdürmektedir. 1996 yılında 140 dolayında sporcu ile Türkiye Liglerinde mücadele eden takımlarımız çeşitli başarılara imza atmaktadır. İstanbul'da yapılan Avrupa Şampiyonlar Kupası Gençler yarışmalarında Bayer Uerdingen ekibinin arkasında ikincilik kürsüsüne çıkmayı başaran atletlerimiz bir üst tura geçmişlerdir. Bu yarışmalarda çekiç atmada Fatih Yıldırım, üçadımda Ahmet Süngeriçlioğlu, Fecri İdin 1500 ve 3000 metrelerde birinci olmuştur.
Atletizm Şubesi Yönetimi Tuncer Hunca Atletizmden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mecit Çetinkaya Atletizm Komitesi Üyesi Abdullah Gülsoy Atletizm Komitesi Üyesi Metin Öztürk Atletizm Komitesi Üyesi Temel Erberk Teknik Direktör Alpaslan Çetin Antrenör Uğur Özdemir Antrenör Cemal Anadol İdari Yönetmen --------------------------------------------------------
GALATASARAY'IN ATLETİZM ŞAMPİYONLUKLARI - İstanbul Atletizm Şampiyonu 1924,1925,1926,1927,1931,1933,1941,1942,1945,1951, 1963,1965,1967, 1968,1969,1970,1971,1972,1973,1974,1975,1976,1977, 1978,1979,1980, 1981,1982,1983,1986 GALATASARAY'IN ATLETİZM ŞAMPİYONLUKLARI - Türkiye Atletizm Şampiyonu 1924,1927,1932,1933,1951 GALATASARAY'IN ATLETİZM ŞAMPİYONLUKLARI - Kulüplerarası Puanlı Atletizm Şampiyonu 1966,1967,1968,1969,1970,1971,1972,11973,1974,1975 ,19761977,1978, 1979,1980,1981,1982,1983,1986
31 İstanbul, 24 Türkiye toplam: (55) Atletizm Şampiyonluğu!.. Yalnız yurtiçinde değil, yurtdışı ülkelerde de kolay kolay elde edilemeyecek mükemmel bir başarı... Sadece futbolda değil Basketbolda, Voleybolda, Yüzmede, Sutopunda, Kürekte ve en önemlisi sporların anası "ATLETİZM" de çok sayıdaki ayrıca, koca bir asıra yayılan şampiyonluklar! İşte Galatasaray'ı " SPOR KULÜBÜ " yapan en önemli özelliği, daha doğru bir deyimle ayrıcalığı, bu karakter yapısında yatıyor...
Sarı-Kırmızılı kulübün son yarım yüzyılda, Türk Atletizm Milli Takımı'nda defalarca görev alan atletleri de şunlardır:
EMİN DOYBAK, TURHAN KAHRAMAN, ŞÜKRÜ ÇAPRAZLI, MURAT ELÇİN, MURAT AKMAN, EKREM ÖZDAMAR, SERMET TİMURLENK, UĞUR SEL, TEOMAN SİMİT, ALİ AYDIN, ŞÜKRÜ ŞABAN, ÜNAL SOMUNCUOĞLU, HAKAN HEPER, AKIN ALTIOK, NECDET AYAZ, TEMEL ERBEK, MESİH DURANAY, FİKRET ÜSTÜNSOY.
Sarı-Kırmızılı kulübün son yarım yüzyıldaki diğer atletleri:
SÜLEYMAN ÇEKİÇEL, KEMAL ERBEK, TEMEL ERBEK, HÜSEYİN MANİOĞLU, ORHAN ULUDAĞ, TUNÇ PEKSÖZ, LEVENT LALE, YAVUZ ERKMEN, EKREM ALTINBAŞ, ADNAN EDEBALİ, ERDEM ŞERBETÇİGİL, MUZAFFER ÇOLAKOĞLU, AHMET MELEK, MEHMET KUŞ, KORKUT YAPICI, MURAT AYAYDIN, NURİ SÖĞÜTLÜ, YAVUZ KIZILÇULLU, CİHANGİR Y.OĞLU, TAYLAN ESMER, MESİH DURANAY, OSMAN COŞKUNTÜRK, SALİH ERDEN, AHMET ÖNAL, İBRAHİM KOBAL, İBRAHİM BULUT, ÖMER ŞAKAR, SALİM ERGUN, CEM DİNÇ, TAYFUN ESMER, ALİ KARA, EROL KAPLAN, TAYFUN DEMİRALAY, GÜROL DİNSEL, RECEP KALENDER, UFUK GELDİŞEN, İSMAİL TÜRKKAN, ALTAN UYBAT, GÜRSEL AKAY, ATİLLA ÖZİDEŞ, O.NURİ KARABIYIK. ŞEVKİ KORU; (Boston Maratonu 7.si)
Not: Şevki Koru ,2 saat 37 dakika 50 saniyelik bir derece yapmıştır.Ve 51.Boston Maratonunda(1947 Nisan ayı) 1. olan Yung Bong Su'nun 2 saat 25 dakika 39 saniye ile birinci olduğu yarışmada 7. liği elde ederek Amerikan Atletiz otoritelerinin haklı takdirini kazanmıştır.
ILGINÇ NOT : - - - - - - - - - - - Halat Çekişme (Çekme)... Halat çekişme bir spor dalı olarak ilk kez askeri birlikler ,askeri ve sivil okullarda görülmüştür. Halat çekişme yarışları ilk kez 1913 yılında Galatasaray tarafından düzenlenmiştir.Galatasaray,İstanbul Sultanisi,Sen Benoit,Vefa İdadisi ve İmogen takımlarının katıldığı yarışlarda Galatasaray birinci olmuştur.Takımların üçer sporcu ile katıldıkları yarışmalarda birinci olan Galatasaray Takımı , Daniş , Selim ve Hikmet Beylerden kurulu idi...Halat Çekişme çalışmaları ise çok az kulüpte görülür.Galatasaray,Beşiktaş,İmogen,Nişantaşı,Vefa Sultanisi,Darülmuallimin,İstanbul Sultanisi ile bazı askeri ve sizil okullarda bu çalışmalara rastlanır. 1914 yılında halat çekişmesi yarışlarına katılan temsilcilerinin aldıkları bir karar ile takımdaki sporcu sayısı sekize çıkarılmıştır.Aynı yıl düzenlenen yarışlarda yine Galatasaray birinci olmuştur.Galatasaray'ın Kenan , A.Celal , Ahmet Robenson , Abdurrahman Robenson,Emil Oberle , Emin Bülnet,Süleyman ve Kemal Beylerden kurulu takımı uzun yıllar düzenlenen yarışlarda başarılı olmuşlardır.
Alıntıları Göster
Yüzme
Modern anlamdaki ilk yüzme hareketleri Galatasaray Mekteb-i Sultanisi'nin kuruluşu ile başladığı çeşitli tarih kitaplarında bildirilmektedir. Bu kaynaklarda Galatasarayımızın yüzme ile ilgisi 1873 yılına kadar uzandığı belirtilmektedir.Bu yıllarda
Galatasaray Sultanisinin beden Hocası Monseur Moiroux,cimnastiğin yanısıra çokiyi bir yüzücü olması sebebi ile Galatasaraylı gençlere yüzme dersi de vermiştir.Galatasaray Sultanisinden ayrıldıktan sonra , Yüzbaşı rütbesiyle Tophane Askeri Sanaii Mektebinin yüzme öğretmeni olarak atanması sebebiyle,Türk gençlerine modern yüzme öğretmeye bu okulda devam etmiştir. Türkiye'de modern anlamda ilk yüzme yüzme çalışmalarının 1910'lu yıllarda başladığı çeşitli kaynaklarca belirtilmektedir.
Bu yıllarda yüzmeye ilgi gösterenler arasında uzun mesafe yarışlarında Selahattin Bey ,kısa mesafede Said Selahahttin Bey, kule ve tramplen atlamada Kemal Bey başarılı sporculardır. Bunlara daha sonra Galatasaraylı Şeref Hüsametin Bey ve birçok istekli gençler katılmışlardır.
Ancak yüzmedeki ilk büyük atılım 1922 yılından sonra olmuştur. Özellikle Galatasaraylı Nejat Abut,Fazıl Adnan ve Malik Beyler başarılı yüzücüler olarak görülür.Aynı yıl yapılan Moda-Kınalıada yarışını Fazıl Adnan 3 saat 50 dakika ile birinci bitirmiştir.
Ülkemizde ilk düzenli yüzme yarışları 15 Eylül 1923 günü yapılmıştır. Bu yarışlarda 100m.'de İtalyan Mai Limmeri birinci olurken F.Bahçe'den Raşit Bey ikinci, Galatasaray'dan Nejat Abut Bey de üçüncü olmuşlardır. Galatasaray Kulübünce Büyükada'da düzenlenen bu ilk yüzme yarışından sonra bu spora ilgi artmıştır.
Bu yılların ünlü yüzücüleri arasında Nejat Abut ve Melih Beyler başta gelir. Ancak Galatasaray adına en unutulmaz dönem 1953-1966 arasında yaşanmıştır. Engin Ünal, Eşfak Baytın, Nedret ve Yılmaz Özüak'tan kurulu takımımız hiçbir yarışta geçilmemiş ve 24 bireysel, 8 de takım Türkiye rekoru kırarak adlarını tarihe yazdırmışlardır.
Murat Güler ve Ersin Aydın gibi yüzücülerimiz Manş Denizi'ni geçerek ilgi yaratmışlar, Dr. Mahir Canbakan ise çok uzun yıllar tramplen ve kule atlama şampiyonluğunu hiç kimseye bırakmamıştır.
Yakın yıllara doğru Evin Saraçoğlu, Sema Atakoğlu, Ayşegül Onar, Canan Ateş, Elif Ünsal, Sevda Ün, Esen Koyuncuoğlu, Memduha Alpdoğan, Berna Büyükuncu, Dilek Gerez, Banu Vahapoğlu gibi bayan sporcularla sayısız şampiyonluk kazanırken. Murat Özüak babası Yılmaz Özüak'ı geçen bir ün kazanmıştır.
Not : Ersin Aydın , 1974 yılında Kıbrıs Harekatı sonrasında Yavru Vatan'da yaşayan Türkler huzur ve güvenliğe kavuşurken Kıbrıs,Türksporunda da büyük öenm ve değer taşıyordu.
İşte bunun neticesi olarak genç sporcumuz Ersin Aydın , yüzerek Anavatandan Yavruvatana'a geçmek istedi.Aslenmühendis olan uzun mesafe yüzmeye büyük tutkusu olan Aydın'ın 5 yldan beri tasarladığı birşeydi bu.Ancak Kıbrıs makamlarıizin vermediği için bunu yapamıyordu.Türk Sihalı Kuvvetlerinin Cenevre Antlaşmasının tanıdığı hakla Kıbrıs'a silahlı müdahalesindensonra Ordumuzun kontrolü altına girmiş olan Kırbrıs'ın kuzey kıyılarına çıkmakkonusunda Rmlardanizinalmaya gerek kalmamıştı.
Hazırlıklarını tamamlayan Aydın , özel bir çelik kafes içinde yüzdü.Anamur'dan denize giren genç yüzücü 34 saat hiç durmadan kulaç attı ve 110 km.lik mesafeyi katedip Girne kıyılarında Yavruvatan topraklarına ayak bastı.Aydın bu işi tam 114.240 kulaç atmak sureti le gerçekleştirmişti. Ersin Aydın bu büyük işi başarmakla yinekendisine ait bulunan İstanbul-Mudanya rekorunu da mesafe bakımındankırmış oluyordu.
Günümüzde de Galatasaray yüzmedeki liderliğini sürdürmektedir.Derya BÜYÜKUNCU, Hakan KİPER, Ayşe DİKER akla gelen ilk sporculardandır. Özellikle Derya BÜYÜKUNCU, kırdığı birçok rekorun yanı sıra ABD'de girdiği çeşitli yarışlarda başarılı sonuçlar almıştır.2000 yılında Derya BÜYÜKUNCU 100 m. sırtüstünde 0,52,88 derecesiyle dünya 3.sü olmuştur.
Derya gibi ABD'de başarılıolan bir başka Galatasaraylı sporcu da Uğur TANER'dir.Taner , çeşitli yarışmalarda Dünya ve Olimpiyat şampiyonlarını geride bırakcak kadar büyük bir performans göstermiş bu başarıları nedeniyle de ABD B Milli Takımı kaptanlığına getirilmiştir.
Antrenörler
Teknik Direktör Yılmaz Özüak Antrenör Çiğil Gün Güler Antrenör Hakan Eskioğlu Antrenör Ergün Erzurum Antrenör Filiz Özgün Antrenör Hakan Çark Antrenör Onur Tarlabaşı Antrenör Timuçin Koyaş Antrenör Gülşah Berkel Antrenör Abdullah Aydın
------------------------------------------------------------ 2000 yılında yüzme şubesi 1- 2000 Yaz Olimpiyatlarında yarışacak yüzme takımına kulübümüzden 3 sporcu katılacaktır. Derya BÜYÜKUNCU, Hakan KİPER, Ayşe DİKER
2-) Ayşe DİKER 2000 Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonasında 100 m. kelebekte yarı final yüzerek 1,03,67 lik derecesiyle Avrupa 10.su olmuştur. 200 m. kelebekte ise 13. olmuştur.
3-) 2000 Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonasında milli takıma giren sporcularımız: Uğur ÖDEK, Ayşe ÇAĞLAR, Emrah KURT, Gizem ALGIŞ, Ayşe DİKER
4-) 2000 Türkiye Kulüplerarası Yaz Şampiyonasında kulübümüz sporcuları 12 yeni Türkiye rekoru kırmışlardır. Bu sporcularımız: Derya BÜYÜKUNCU, Ayşe DİKER, Arda IŞIKSALAN, Dilara DEMİREL, Merve TERZİOĞLU, Ece AK, Ayşe ÇAĞLAR, Ayşe DİKER, Elif GÜMRÜK, Beste ERENER.
5-) 15-16 NİSAN 2000 Çok Uluslu Yüzme Şampiyonasında (Atina) Milli Takıma giren sporcularımız ve aldıkları neticeler: Beste ERENER 1 birincilik, 1 dördüncülük, Emre ÇELİK 1 dördüncülük.
6-) 28-30 NİSAN 2000 Lüksemburg uluslar arası yüzme yarışlarında 18 ülkeden 66 takım iştirak etmiş olup kulübümüz yüzme takımı 413 puanla 3. kez bu yarışlarda şampiyon olmuştur. Emrah KURT bu yarışlarda 50 kurbağalama da 17-18 yaş yeni Türkiye rekorunu kırmıştır.
7-) 13-14 MAYIS 2000 (İstanbul) 10-11 yaş grubu bölgesel il birinciliği takım yarışlarında 12 kulüpten 550 sporcu katılmıştır. Kulübümüz yüzme takımı birinci olmuştur.
8-) 27-28 MAYIS 2000 (Edirne) 10-11 yaş grubu kulüpler arası bölgesel yüzme şampiyonasında kulübümüz yüzme takımı 6 il takımı arasında şampiyon olmuştur.
9-) 23-25 HAZİRAN 2000 (İstanbul) yaş grupları Coman Akdeniz Ülkeleri yüzme yarışlarında 10 ülkenin milli takım düzeyinde 300 sporcunun katıldığı yarışlara kulübümüzden milli takıma 5 sporcu katılmıştır. Emre ÇELİK 1 altın, 1 gümüş, Beste ERENER 1 bronz madalya kazanarak dereceye girmiştir.
10-) 9-12 ŞUBAT 2000 (İzmir) Türkiye kulüpler arası kış kupasında Türkiye rekoru kıran sporcularımız 4x100 m. karışık bayrak (Diara DEMİREL, Merve TERZİOĞLU, Gözde TOPRAKDEDE, Ece AK) 50 m. kelebek Alp KANDEMİR 0,27,27,50 m. kelebek Ayşe DİKER 0,29,59 Uğur ÖDEK 50 m. kelebek 0,26,56 Emrah KURT 50 m. kurbağalama 0,30,73 Hakan KİPER 50 m. kurbağalama 0,29,59
11-) 16-19 MART 2000 Atina Dünya Şampiyonası'nda yüzücümüz Derya BÜYÜKUNCU 100 m. sırtüstünde 0,52,88 derecesiyle dünya 3.sü olmuştur ve bu dereceyle 53 saniyenin altında yüzen dünyada 3. sporcu olmuştur.
12-) 8-11 ARALIK 1999 Portekiz Avrupa 25 m. Büyükler Yüzme Şampiyonası'nda 100 m. sırtüstünde 53,17 lik derecesiyle avrupa 2.si olmuştur.
13-) 2000 Türkiye Yaz Şampiyonasında kulübümüz büyük erkek ve genç erkek takımları 1. olmuştur Yaş grubu takımlarımız 11 kulüp arasında 2. olmuştur. Büyük bayanlarda 2. Genç bayanlarda 3. olmuştur.
14-) Yüzücümüz Derya BÜYÜKUNCU'nun halen elinde bulundurduğu Türkiye rekorları: 50 mt. serbest 0,23,56 Yaz 2000 100 mt. serbest 0,54,94 Yaz 96 100 mt. kelebek 0,54,54 Yaz 96 50 mt. sırt 0,26,00 Avr. amp. Finlandiya 5. oldu 100 mt. sırt 0,55,84 Avr. Şamp. 2000 200 mt. sırt 2,01,49 Akd Oyunları 1993
YÜZME ŞUBESİ YAZ 2000
LİSANSLI SPORCU 118 KURSİYER 146 TAKIMA GİRECEK ADAY YÜZÜCÜ 147 YAZ OKULU 212
İdari Yönetmen Ercüment GÜMRÜK
Yılmaz Özüak Teknik Direktör Çiğil Gün Güler Antrenör Ergün Erzurum Antrenör Hakan Eskioğlu Antrenör Filiz Özgün Antrenör Hakan Çark Antrenör Onur Tarlabaşı Antrenör Timuçin Koyaş Antrenör Gülşah Berkel Antrenör Abdullah Aydın Antrenör ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- GALATASARAY ADASI TARİHÇESİ - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Boğaziçi'nin Kuruçeşme semtinde kıyıdan 165 m. açıkta birkaç büyük kayadan oluşan Adacık,Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz tarafından 1872 yılında Saray Başmimarı "Serkis Kalfa" ya hediye edilmiştir.
Serkis Kalfa,bu kayaların üstüne 3 katlı bir köşk inşaa ederek buraya taşınmıştır.Dünyaca ünlü ressam "Ayvazovski" 1874'te Abdülaziz'in davetlisi olark Kuruçeşme Adacığında Serkis Kalfa'ya misafir olmu ve Padişaha takdim edilmiştir. Ayvazovski,Sultan Aziz tarafından Dolmabahçe Sarayı için sipariş edilen tabloları bu adacıkta yapmıştır.
1.Dünya savaşından sonra Ada,Serkis beyin varisleri tarafından "Şirketi Hayriye Vapur İşkletmesine" kiraya verilmiş ve uzun yıllar kömür deposu olarak kullanılmıştır.
1.Dünya savaşı yıllarına kadar buraya 'Serkis Bey Adacığı ' denir ve zamanın "Cennet Köşesi" olduğu bilinirdi.Sultan Abdülaziz' in ölümünden sonra ve 2. Abdülhamit devrinde de Saray Başmimarlığını sürdüren Serkis Kalfa ölümüne kadar bu adacıkta yaşamıştır (1899)
İstanbul'a kazandırdığı eserlerden dolayı Abdülaziz tarafından BEY ünvanı verilen Serkis Kalfa'nıneserleri şunlardır: Beylerbeyi Sarayı , Çırağan Sarayı , Yıldız sarayı , Ortaköy Camii , Nusretiye Camii ve kasrı , Aksaray Valide Sultan Camii , Harbiye Nezareti (İst.Üniversitesi), Galatasaray Mektebi , Bahriye Nezareti ( Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) ve Beşiktaş civarında bir çok mahalle.
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Yüzme
Modern anlamdaki ilk yüzme hareketleri Galatasaray Mekteb-i Sultanisi'nin kuruluşu ile başladığı çeşitli tarih kitaplarında bildirilmektedir. Bu kaynaklarda Galatasarayımızın yüzme ile ilgisi 1873 yılına kadar uzandığı belirtilmektedir.Bu yıllarda
Galatasaray Sultanisinin beden Hocası Monseur Moiroux,cimnastiğin yanısıra çokiyi bir yüzücü olması sebebi ile Galatasaraylı gençlere yüzme dersi de vermiştir.Galatasaray Sultanisinden ayrıldıktan sonra , Yüzbaşı rütbesiyle Tophane Askeri Sanaii Mektebinin yüzme öğretmeni olarak atanması sebebiyle,Türk gençlerine modern yüzme öğretmeye bu okulda devam etmiştir. Türkiye'de modern anlamda ilk yüzme yüzme çalışmalarının 1910'lu yıllarda başladığı çeşitli kaynaklarca belirtilmektedir.
Bu yıllarda yüzmeye ilgi gösterenler arasında uzun mesafe yarışlarında Selahattin Bey ,kısa mesafede Said Selahahttin Bey, kule ve tramplen atlamada Kemal Bey başarılı sporculardır. Bunlara daha sonra Galatasaraylı Şeref Hüsametin Bey ve birçok istekli gençler katılmışlardır.
Ancak yüzmedeki ilk büyük atılım 1922 yılından sonra olmuştur. Özellikle Galatasaraylı Nejat Abut,Fazıl Adnan ve Malik Beyler başarılı yüzücüler olarak görülür.Aynı yıl yapılan Moda-Kınalıada yarışını Fazıl Adnan 3 saat 50 dakika ile birinci bitirmiştir.
Ülkemizde ilk düzenli yüzme yarışları 15 Eylül 1923 günü yapılmıştır. Bu yarışlarda 100m.'de İtalyan Mai Limmeri birinci olurken F.Bahçe'den Raşit Bey ikinci, Galatasaray'dan Nejat Abut Bey de üçüncü olmuşlardır. Galatasaray Kulübünce Büyükada'da düzenlenen bu ilk yüzme yarışından sonra bu spora ilgi artmıştır.
Bu yılların ünlü yüzücüleri arasında Nejat Abut ve Melih Beyler başta gelir. Ancak Galatasaray adına en unutulmaz dönem 1953-1966 arasında yaşanmıştır. Engin Ünal, Eşfak Baytın, Nedret ve Yılmaz Özüak'tan kurulu takımımız hiçbir yarışta geçilmemiş ve 24 bireysel, 8 de takım Türkiye rekoru kırarak adlarını tarihe yazdırmışlardır.
Murat Güler ve Ersin Aydın gibi yüzücülerimiz Manş Denizi'ni geçerek ilgi yaratmışlar, Dr. Mahir Canbakan ise çok uzun yıllar tramplen ve kule atlama şampiyonluğunu hiç kimseye bırakmamıştır.
Yakın yıllara doğru Evin Saraçoğlu, Sema Atakoğlu, Ayşegül Onar, Canan Ateş, Elif Ünsal, Sevda Ün, Esen Koyuncuoğlu, Memduha Alpdoğan, Berna Büyükuncu, Dilek Gerez, Banu Vahapoğlu gibi bayan sporcularla sayısız şampiyonluk kazanırken. Murat Özüak babası Yılmaz Özüak'ı geçen bir ün kazanmıştır.
Not : Ersin Aydın , 1974 yılında Kıbrıs Harekatı sonrasında Yavru Vatan'da yaşayan Türkler huzur ve güvenliğe kavuşurken Kıbrıs,Türksporunda da büyük öenm ve değer taşıyordu.
İşte bunun neticesi olarak genç sporcumuz Ersin Aydın , yüzerek Anavatandan Yavruvatana'a geçmek istedi.Aslenmühendis olan uzun mesafe yüzmeye büyük tutkusu olan Aydın'ın 5 yldan beri tasarladığı birşeydi bu.Ancak Kıbrıs makamlarıizin vermediği için bunu yapamıyordu.Türk Sihalı Kuvvetlerinin Cenevre Antlaşmasının tanıdığı hakla Kıbrıs'a silahlı müdahalesindensonra Ordumuzun kontrolü altına girmiş olan Kırbrıs'ın kuzey kıyılarına çıkmakkonusunda Rmlardanizinalmaya gerek kalmamıştı.
Hazırlıklarını tamamlayan Aydın , özel bir çelik kafes içinde yüzdü.Anamur'dan denize giren genç yüzücü 34 saat hiç durmadan kulaç attı ve 110 km.lik mesafeyi katedip Girne kıyılarında Yavruvatan topraklarına ayak bastı.Aydın bu işi tam 114.240 kulaç atmak sureti le gerçekleştirmişti. Ersin Aydın bu büyük işi başarmakla yinekendisine ait bulunan İstanbul-Mudanya rekorunu da mesafe bakımındankırmış oluyordu.
Günümüzde de Galatasaray yüzmedeki liderliğini sürdürmektedir.Derya BÜYÜKUNCU, Hakan KİPER, Ayşe DİKER akla gelen ilk sporculardandır. Özellikle Derya BÜYÜKUNCU, kırdığı birçok rekorun yanı sıra ABD'de girdiği çeşitli yarışlarda başarılı sonuçlar almıştır.2000 yılında Derya BÜYÜKUNCU 100 m. sırtüstünde 0,52,88 derecesiyle dünya 3.sü olmuştur.
Derya gibi ABD'de başarılıolan bir başka Galatasaraylı sporcu da Uğur TANER'dir.Taner , çeşitli yarışmalarda Dünya ve Olimpiyat şampiyonlarını geride bırakcak kadar büyük bir performans göstermiş bu başarıları nedeniyle de ABD B Milli Takımı kaptanlığına getirilmiştir.
Antrenörler
Teknik Direktör Yılmaz Özüak Antrenör Çiğil Gün Güler Antrenör Hakan Eskioğlu Antrenör Ergün Erzurum Antrenör Filiz Özgün Antrenör Hakan Çark Antrenör Onur Tarlabaşı Antrenör Timuçin Koyaş Antrenör Gülşah Berkel Antrenör Abdullah Aydın
------------------------------------------------------------ 2000 yılında yüzme şubesi 1- 2000 Yaz Olimpiyatlarında yarışacak yüzme takımına kulübümüzden 3 sporcu katılacaktır. Derya BÜYÜKUNCU, Hakan KİPER, Ayşe DİKER
2-) Ayşe DİKER 2000 Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonasında 100 m. kelebekte yarı final yüzerek 1,03,67 lik derecesiyle Avrupa 10.su olmuştur. 200 m. kelebekte ise 13. olmuştur.
3-) 2000 Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonasında milli takıma giren sporcularımız: Uğur ÖDEK, Ayşe ÇAĞLAR, Emrah KURT, Gizem ALGIŞ, Ayşe DİKER
4-) 2000 Türkiye Kulüplerarası Yaz Şampiyonasında kulübümüz sporcuları 12 yeni Türkiye rekoru kırmışlardır. Bu sporcularımız: Derya BÜYÜKUNCU, Ayşe DİKER, Arda IŞIKSALAN, Dilara DEMİREL, Merve TERZİOĞLU, Ece AK, Ayşe ÇAĞLAR, Ayşe DİKER, Elif GÜMRÜK, Beste ERENER.
5-) 15-16 NİSAN 2000 Çok Uluslu Yüzme Şampiyonasında (Atina) Milli Takıma giren sporcularımız ve aldıkları neticeler: Beste ERENER 1 birincilik, 1 dördüncülük, Emre ÇELİK 1 dördüncülük.
6-) 28-30 NİSAN 2000 Lüksemburg uluslar arası yüzme yarışlarında 18 ülkeden 66 takım iştirak etmiş olup kulübümüz yüzme takımı 413 puanla 3. kez bu yarışlarda şampiyon olmuştur. Emrah KURT bu yarışlarda 50 kurbağalama da 17-18 yaş yeni Türkiye rekorunu kırmıştır.
7-) 13-14 MAYIS 2000 (İstanbul) 10-11 yaş grubu bölgesel il birinciliği takım yarışlarında 12 kulüpten 550 sporcu katılmıştır. Kulübümüz yüzme takımı birinci olmuştur.
8-) 27-28 MAYIS 2000 (Edirne) 10-11 yaş grubu kulüpler arası bölgesel yüzme şampiyonasında kulübümüz yüzme takımı 6 il takımı arasında şampiyon olmuştur.
9-) 23-25 HAZİRAN 2000 (İstanbul) yaş grupları Coman Akdeniz Ülkeleri yüzme yarışlarında 10 ülkenin milli takım düzeyinde 300 sporcunun katıldığı yarışlara kulübümüzden milli takıma 5 sporcu katılmıştır. Emre ÇELİK 1 altın, 1 gümüş, Beste ERENER 1 bronz madalya kazanarak dereceye girmiştir.
10-) 9-12 ŞUBAT 2000 (İzmir) Türkiye kulüpler arası kış kupasında Türkiye rekoru kıran sporcularımız 4x100 m. karışık bayrak (Diara DEMİREL, Merve TERZİOĞLU, Gözde TOPRAKDEDE, Ece AK) 50 m. kelebek Alp KANDEMİR 0,27,27,50 m. kelebek Ayşe DİKER 0,29,59 Uğur ÖDEK 50 m. kelebek 0,26,56 Emrah KURT 50 m. kurbağalama 0,30,73 Hakan KİPER 50 m. kurbağalama 0,29,59
11-) 16-19 MART 2000 Atina Dünya Şampiyonası'nda yüzücümüz Derya BÜYÜKUNCU 100 m. sırtüstünde 0,52,88 derecesiyle dünya 3.sü olmuştur ve bu dereceyle 53 saniyenin altında yüzen dünyada 3. sporcu olmuştur.
12-) 8-11 ARALIK 1999 Portekiz Avrupa 25 m. Büyükler Yüzme Şampiyonası'nda 100 m. sırtüstünde 53,17 lik derecesiyle avrupa 2.si olmuştur.
13-) 2000 Türkiye Yaz Şampiyonasında kulübümüz büyük erkek ve genç erkek takımları 1. olmuştur Yaş grubu takımlarımız 11 kulüp arasında 2. olmuştur. Büyük bayanlarda 2. Genç bayanlarda 3. olmuştur.
14-) Yüzücümüz Derya BÜYÜKUNCU'nun halen elinde bulundurduğu Türkiye rekorları: 50 mt. serbest 0,23,56 Yaz 2000 100 mt. serbest 0,54,94 Yaz 96 100 mt. kelebek 0,54,54 Yaz 96 50 mt. sırt 0,26,00 Avr. amp. Finlandiya 5. oldu 100 mt. sırt 0,55,84 Avr. Şamp. 2000 200 mt. sırt 2,01,49 Akd Oyunları 1993
YÜZME ŞUBESİ YAZ 2000
LİSANSLI SPORCU 118 KURSİYER 146 TAKIMA GİRECEK ADAY YÜZÜCÜ 147 YAZ OKULU 212
İdari Yönetmen Ercüment GÜMRÜK
Yılmaz Özüak Teknik Direktör Çiğil Gün Güler Antrenör Ergün Erzurum Antrenör Hakan Eskioğlu Antrenör Filiz Özgün Antrenör Hakan Çark Antrenör Onur Tarlabaşı Antrenör Timuçin Koyaş Antrenör Gülşah Berkel Antrenör Abdullah Aydın Antrenör ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- GALATASARAY ADASI TARİHÇESİ - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Boğaziçi'nin Kuruçeşme semtinde kıyıdan 165 m. açıkta birkaç büyük kayadan oluşan Adacık,Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz tarafından 1872 yılında Saray Başmimarı "Serkis Kalfa" ya hediye edilmiştir.
Serkis Kalfa,bu kayaların üstüne 3 katlı bir köşk inşaa ederek buraya taşınmıştır.Dünyaca ünlü ressam "Ayvazovski" 1874'te Abdülaziz'in davetlisi olark Kuruçeşme Adacığında Serkis Kalfa'ya misafir olmu ve Padişaha takdim edilmiştir. Ayvazovski,Sultan Aziz tarafından Dolmabahçe Sarayı için sipariş edilen tabloları bu adacıkta yapmıştır.
1.Dünya savaşından sonra Ada,Serkis beyin varisleri tarafından "Şirketi Hayriye Vapur İşkletmesine" kiraya verilmiş ve uzun yıllar kömür deposu olarak kullanılmıştır.
1.Dünya savaşı yıllarına kadar buraya 'Serkis Bey Adacığı ' denir ve zamanın "Cennet Köşesi" olduğu bilinirdi.Sultan Abdülaziz' in ölümünden sonra ve 2. Abdülhamit devrinde de Saray Başmimarlığını sürdüren Serkis Kalfa ölümüne kadar bu adacıkta yaşamıştır (1899)
İstanbul'a kazandırdığı eserlerden dolayı Abdülaziz tarafından BEY ünvanı verilen Serkis Kalfa'nıneserleri şunlardır: Beylerbeyi Sarayı , Çırağan Sarayı , Yıldız sarayı , Ortaköy Camii , Nusretiye Camii ve kasrı , Aksaray Valide Sultan Camii , Harbiye Nezareti (İst.Üniversitesi), Galatasaray Mektebi , Bahriye Nezareti ( Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) ve Beşiktaş civarında bir çok mahalle.
Alıntıları Göster
Sutopu
Dönem dönem yaşanan bazı sıkıntıların dışında Sutopunda da Galatasaray ülkemizin en başarılı takımlarından birisi olmuştur.1977-1991 arasındaki 14 yıllık bir durgunluk döenmi dışında sarı kırmızılı takım herzaman şampiyonlulara imzasını atmış ve büyük sporcular yetiştirmişitr.Suat Erler , Mithat Hantal ve Sühan Seldüz gibi sporcular , değişik kuşakların en büyük yıldızları olarak belleklerde kalmışlardır.
1994-94 ve 1995-96 sezonlarında Galatasaray Sutopu takımının Avrupa Şampiyonlar Liginde oynamayı başarması da camia içinbir mutluluk kaynağı olmuştur.Sarı Kırmızılı takım , sonraki sezonlar da da bu başarısını sürdürmüş,bu dalda da Avrupa'nın tanınmış ekiplerinden biri durumuna gelmeyi bilmişitir. 1999-2000 sezonununda ise Türkiye Ligi ve Kupasını müzesine götürmüştür...
Su Sporlarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi İBRAHİM ÇAĞLAR
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Sutopu
Dönem dönem yaşanan bazı sıkıntıların dışında Sutopunda da Galatasaray ülkemizin en başarılı takımlarından birisi olmuştur.1977-1991 arasındaki 14 yıllık bir durgunluk döenmi dışında sarı kırmızılı takım herzaman şampiyonlulara imzasını atmış ve büyük sporcular yetiştirmişitr.Suat Erler , Mithat Hantal ve Sühan Seldüz gibi sporcular , değişik kuşakların en büyük yıldızları olarak belleklerde kalmışlardır.
1994-94 ve 1995-96 sezonlarında Galatasaray Sutopu takımının Avrupa Şampiyonlar Liginde oynamayı başarması da camia içinbir mutluluk kaynağı olmuştur.Sarı Kırmızılı takım , sonraki sezonlar da da bu başarısını sürdürmüş,bu dalda da Avrupa'nın tanınmış ekiplerinden biri durumuna gelmeyi bilmişitir. 1999-2000 sezonununda ise Türkiye Ligi ve Kupasını müzesine götürmüştür...
Su Sporlarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi İBRAHİM ÇAĞLAR
Alıntıları Göster
Kürek
link :http://www.gsrowing.com/ --------------------- Kulübümüzün en eski ve en iddialı dallarında birisi de Kürektir. 1878 yılında Galatasaray Lisesinde jimnastik öğretmeni olarak çalışan Mösyö Moirox gençlere yüzme ve kürek dersleri vermekteydi.1.Dünya savaşında arta kalan bir miktar deniz aracının Donanma cemiyeti tarafından Türk Deniz Sporculuğunun gelişimi için kullanılması düşünülmüştü. Bu konuda da Galatasaray öncülük yaptı ve kulübün kurulmasından 10 yıl sonra 1915 te Kürek Şubesi faaliyete geçti.Kaptanlık görevi Mahir Safi Bey'e verildi. Savaş sonunda kulüp binası ve bütün tekneler işgal kuvvetlerince alındı,sadece anı değeri olan eşyayı kurtarmak mümkün olabildi. Bunlar da Galatasaray Lisesine getirildi ve müzeye teslim edildi. 1923 yılında Kamil Ethem Bey, şubeyi tekrar canlandırmak için harekete geçti.İhsan İpekçi,Galip Daniş,Malik Kevkep ve İhsan Balor'un katılımıyla yönetim oluşturuldu. Bebek'te Kürekçi Suphi Bey'in oturduğu yalıda saklanmış olan futalar tekrar denize indirildi.Kamil Ethem,Naci Evrenos,Suphi,İsmail Hakkı ,ve Aralan Nihat Beylerle,Kamil Ethem'in kardeşleri Melek ve Bekıs hanımlar bu dönemin sporcuları oldular.
1924 yılında Bebek'te bir Kürek lokali de kuruldu.1932 yılında Mısırlı İsmailPaşa'nın yalısına geçildi.Daha sonra Tevfik Ali Bey'in kulübe armağan ettiği Kayıkhane ile Galatasaray kürek şubesi daha geniş imkanlara kavuştu.
Sarı Kırmızılı kürekçiler 1926'dan 1937'ye kadar İstanbul şmpiyonluğunu kimseye kaptırmamışlar , 1941'den 1953'e kadar da 9 şampiyonluk daha kazanmışlardır. Bayankürekçilerimiz de 1926-1954 arasında 16 kez İstanbul Şampiyonluğunu elde ederek bir rekor kırmışlardır.
Galatasaray'dan yetişen Tongüç Türsan 1955 Akdeniz Oyunlarında kürekte gümüş madalya kazanmıştır.
İLGİNÇ BİR OLAY : - - - - - - - - - - - - - - - - Kürek yarışları ile ilgili ilk resmi tarih , 7 Eylül 1913 Pazar günü Donanma-i Osman-i Muaveneti Milliye Cemiyeti tarafından Moda Kulübünde düzenlenen deniz yarışlarında ortaya çıkar.
Yarışın programı incelendiğinde saat 14.00'da yapılan yarışlara daha Denizcilik Şubesini kurmamış olan Galatasaray Kulübünün de katıldığı görülür...Programda şunlar yazılıdır :
"Galatasaray Mektebi Sultanisi ile İstanbul Mektebi Sultanisi beyninde dört kürekli kulüp kikleriyle kürek müsabakası "
(İşbu yarışta birinci gelen mektebe,Veliaht Salatanatı Saniye Yusuf İzzettin Efenedi hazretleri tarafından , gayet kıymetli bir kupa hediye edilecektir.) Bu yarışa Galatasaray,Yatching Kulübünden alınan borç tekne ile katılmıştır.Selim Halil,Mahir Safi,Otomobil Arif,Akif ve 33 İbrahim'den kurulu Galatasaray - Dört tek dümencili-takımı birinci gelerek kupayı kazanmıştır.
Bu kupa Galatasaray'ın zengin müzesini süsleyen görüntüler arasında bulunmaktadır.
DİĞER İLGİNÇ OLAYLAR : - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Galatasaray Kulübü, düzenli ilk kürek takımını 1.Dünya Savaşı sonrasında kurmuştur.
Galatasaraylı gençler ,Cumhuriyet öncesi futa alacak para bulamadıkları için,çoğu kez Boğazdaki yalılardan geçici olarak istenen kayıklarla yarışlara katıılmışlardır.
Yarışa katılan kayıklara o yıllarda özel adlar veriliyordu.Galatasaraylıların İngilizlerden aldıkları Mercury , ki buna daha sonra 'Emektar' adı verilmiştir; iki çifte idi. Ayrıca Galatasaraylı kürekçilerden Manas'ın 'Piştar'ı, Logofet'in tek çifteli 'Don Juan'ı, Kanlıcalı Fazıl Bey'in iki çiftesi ve yine sık sık borç olarak alınan Bahriye Mektebinin, kenarlarının genişliği nedeniyle "Şeyhül İslam Pabucu" denilen tek çiftesi, Abbas Paşa'nın 'Yıldırım'ı , Fazıl Bey'in 'Çapkın'ı, Celal Kaptan'ın 'Kırlangıç'ı vardı.
Galatasaraylılar'ın kendi olanakları ile aldıkları ilk tekne ,toplanan para ile sağlanan Mardinli Arif Bey'in oğlu Şemsettin Bey'in en çok parayı vermesi sebebi ile karısının adını taşıyan 'Reya' fıtası idi.Galatasaray Kürek Şubesinde görev alan İhsan İpekçi, Galip İhsan ve Malik Beylerin yakın ilgileriyle, kürek sporu sürdürülmekte ve ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bebekte Mısır sefaretinin az ilerisindeki bir sundurmada soyunup giyinen bu Galatasaraylı gençlere, daha sonraları yenileri katılmıştır.Özellikle Kamil Ethem, Naci, Suphi Neşet, İsmail Hakkı ve Aslan Nihat' ın yardımları büyük olmuştur.Yine aynı yıl bayan kürekçiler Melek, Belkıs, Semiha, Şefika ve Müşfika Hanımlar, bu dalda çalışmalara başlamışlardır. 1924 yılında Galatasaray'ın Bebek'te bir lokal açmasıyla, öteki kulüplerde olduğu gibi Sarı-Kırmızılı gençler de aynı çatı altında bir araya gelme ve çeşitli sorunlarını giderme olanağı bulmuşlardır.
16 Eylül 1928 Pazar günü yayınlanana 2566 sayılı Akşam gazatesinin 3.sayfasında "Gazi Hazretlerini Teşyi" başlığıaltında şu haber çıkmaktadır : " Galatasaray denizcileri dün İstanbul'u terkeden Gazi Paşa hazretlerini Yeniköy açıklarında üç çifte futa ile muazzam bir suretle selamlamışlar,Mustafa Kemal Paşa Hazretleri uzun müddet mendil sallamak sureti ile Galatasaray denizcilerine iltifat etmişlerdir."
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Kürek
link :http://www.gsrowing.com/ --------------------- Kulübümüzün en eski ve en iddialı dallarında birisi de Kürektir. 1878 yılında Galatasaray Lisesinde jimnastik öğretmeni olarak çalışan Mösyö Moirox gençlere yüzme ve kürek dersleri vermekteydi.1.Dünya savaşında arta kalan bir miktar deniz aracının Donanma cemiyeti tarafından Türk Deniz Sporculuğunun gelişimi için kullanılması düşünülmüştü. Bu konuda da Galatasaray öncülük yaptı ve kulübün kurulmasından 10 yıl sonra 1915 te Kürek Şubesi faaliyete geçti.Kaptanlık görevi Mahir Safi Bey'e verildi. Savaş sonunda kulüp binası ve bütün tekneler işgal kuvvetlerince alındı,sadece anı değeri olan eşyayı kurtarmak mümkün olabildi. Bunlar da Galatasaray Lisesine getirildi ve müzeye teslim edildi. 1923 yılında Kamil Ethem Bey, şubeyi tekrar canlandırmak için harekete geçti.İhsan İpekçi,Galip Daniş,Malik Kevkep ve İhsan Balor'un katılımıyla yönetim oluşturuldu. Bebek'te Kürekçi Suphi Bey'in oturduğu yalıda saklanmış olan futalar tekrar denize indirildi.Kamil Ethem,Naci Evrenos,Suphi,İsmail Hakkı ,ve Aralan Nihat Beylerle,Kamil Ethem'in kardeşleri Melek ve Bekıs hanımlar bu dönemin sporcuları oldular.
1924 yılında Bebek'te bir Kürek lokali de kuruldu.1932 yılında Mısırlı İsmailPaşa'nın yalısına geçildi.Daha sonra Tevfik Ali Bey'in kulübe armağan ettiği Kayıkhane ile Galatasaray kürek şubesi daha geniş imkanlara kavuştu.
Sarı Kırmızılı kürekçiler 1926'dan 1937'ye kadar İstanbul şmpiyonluğunu kimseye kaptırmamışlar , 1941'den 1953'e kadar da 9 şampiyonluk daha kazanmışlardır. Bayankürekçilerimiz de 1926-1954 arasında 16 kez İstanbul Şampiyonluğunu elde ederek bir rekor kırmışlardır.
Galatasaray'dan yetişen Tongüç Türsan 1955 Akdeniz Oyunlarında kürekte gümüş madalya kazanmıştır.
İLGİNÇ BİR OLAY : - - - - - - - - - - - - - - - - Kürek yarışları ile ilgili ilk resmi tarih , 7 Eylül 1913 Pazar günü Donanma-i Osman-i Muaveneti Milliye Cemiyeti tarafından Moda Kulübünde düzenlenen deniz yarışlarında ortaya çıkar.
Yarışın programı incelendiğinde saat 14.00'da yapılan yarışlara daha Denizcilik Şubesini kurmamış olan Galatasaray Kulübünün de katıldığı görülür...Programda şunlar yazılıdır :
"Galatasaray Mektebi Sultanisi ile İstanbul Mektebi Sultanisi beyninde dört kürekli kulüp kikleriyle kürek müsabakası "
(İşbu yarışta birinci gelen mektebe,Veliaht Salatanatı Saniye Yusuf İzzettin Efenedi hazretleri tarafından , gayet kıymetli bir kupa hediye edilecektir.) Bu yarışa Galatasaray,Yatching Kulübünden alınan borç tekne ile katılmıştır.Selim Halil,Mahir Safi,Otomobil Arif,Akif ve 33 İbrahim'den kurulu Galatasaray - Dört tek dümencili-takımı birinci gelerek kupayı kazanmıştır.
Bu kupa Galatasaray'ın zengin müzesini süsleyen görüntüler arasında bulunmaktadır.
DİĞER İLGİNÇ OLAYLAR : - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Galatasaray Kulübü, düzenli ilk kürek takımını 1.Dünya Savaşı sonrasında kurmuştur.
Galatasaraylı gençler ,Cumhuriyet öncesi futa alacak para bulamadıkları için,çoğu kez Boğazdaki yalılardan geçici olarak istenen kayıklarla yarışlara katıılmışlardır.
Yarışa katılan kayıklara o yıllarda özel adlar veriliyordu.Galatasaraylıların İngilizlerden aldıkları Mercury , ki buna daha sonra 'Emektar' adı verilmiştir; iki çifte idi. Ayrıca Galatasaraylı kürekçilerden Manas'ın 'Piştar'ı, Logofet'in tek çifteli 'Don Juan'ı, Kanlıcalı Fazıl Bey'in iki çiftesi ve yine sık sık borç olarak alınan Bahriye Mektebinin, kenarlarının genişliği nedeniyle "Şeyhül İslam Pabucu" denilen tek çiftesi, Abbas Paşa'nın 'Yıldırım'ı , Fazıl Bey'in 'Çapkın'ı, Celal Kaptan'ın 'Kırlangıç'ı vardı.
Galatasaraylılar'ın kendi olanakları ile aldıkları ilk tekne ,toplanan para ile sağlanan Mardinli Arif Bey'in oğlu Şemsettin Bey'in en çok parayı vermesi sebebi ile karısının adını taşıyan 'Reya' fıtası idi.Galatasaray Kürek Şubesinde görev alan İhsan İpekçi, Galip İhsan ve Malik Beylerin yakın ilgileriyle, kürek sporu sürdürülmekte ve ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bebekte Mısır sefaretinin az ilerisindeki bir sundurmada soyunup giyinen bu Galatasaraylı gençlere, daha sonraları yenileri katılmıştır.Özellikle Kamil Ethem, Naci, Suphi Neşet, İsmail Hakkı ve Aslan Nihat' ın yardımları büyük olmuştur.Yine aynı yıl bayan kürekçiler Melek, Belkıs, Semiha, Şefika ve Müşfika Hanımlar, bu dalda çalışmalara başlamışlardır. 1924 yılında Galatasaray'ın Bebek'te bir lokal açmasıyla, öteki kulüplerde olduğu gibi Sarı-Kırmızılı gençler de aynı çatı altında bir araya gelme ve çeşitli sorunlarını giderme olanağı bulmuşlardır.
16 Eylül 1928 Pazar günü yayınlanana 2566 sayılı Akşam gazatesinin 3.sayfasında "Gazi Hazretlerini Teşyi" başlığıaltında şu haber çıkmaktadır : " Galatasaray denizcileri dün İstanbul'u terkeden Gazi Paşa hazretlerini Yeniköy açıklarında üç çifte futa ile muazzam bir suretle selamlamışlar,Mustafa Kemal Paşa Hazretleri uzun müddet mendil sallamak sureti ile Galatasaray denizcilerine iltifat etmişlerdir."
Alıntıları Göster
Yelken
Ülkemizde Yelken Sporu 1.Dünya Savaşının hemen sonrasında Edip ve Kamil beylerin öncülüğünde başlamıştır.
Galatasaray Yelken şubesinin mazisi 1912 yılına dayanır. Moda koyunda İngilizlerin kendi aralarında yaptıkları fıta ve kik yarışları Galatasaraylıların (Ali Sami Yen, Bülent Emin, Sakallı Celal) kara sporlarından deniz sporlarına doğru yönelmelerini sağlamıştır.
Galatasaraylı sporcu Haşim Mardin'in Rüyam adlı kotrası ile Atlantik'i aşmış olmasının yanında Feyyaz,Burhan,Mahmut,Münir,Atakan, Samim Arduman'la birlikte Erzin ve Zerrin Demir bu dalda büyük başarılar sağlayıp Avrupa Şampiyonasına katılanilk sporcularımız oldular.
Almanya'da katıldığı 236 yarışın 220 'sini birincilikle bitiren Demir Turgut 1936, Zerrin Demir de1960 Olimpiyatlarında yarıştı. Galatasaray'da denizciliğin başlangıcı anılırken başlıca yelkende ve kotrada ilk akla gelen isimler şöyledir. Kemal Niyazi Seyhun, Mahir Safi, Suat Karaosman, Fuat, Akif ve İbrahim beylerdir.
1950'lerden sonra ise Prof.Dr Süleyman Dirvana, Nedim Özgen'i saymak mümkündür. Yelken ilginin azaldığı yıllarda 1957 yılında yelken şubesi Bebek'ten alınarak Galatasaray Adasına sonrada bugünkü yeri olan kalamış'a taşınmıştır. Son yıllarda da uluslararası alanda önemli başarılar kazanan sarı kırmızılı yelkenciler arasıdna özellikle Alp Alpagut adı ön plana çıkmıştır.Dünya çapında dereceleri olan bu sporcumuz , girdiği yarışlarda hem ülkemizi hem de Galatasarayımızı en iyi biçme temsil etmektedir. 1998 yılında Almanya'da yapılan Masterler yarışmasında ülkemizi temsil eden Galatasaraylı sporcu Anıl dünya birincisi olmuştur.
Yelken şubesinde 40 yıldır büyük emeği geçen Galatasaraylıları şöyle sıralayabiliriz: Kayıhan Uras, Kamil Ulus, Gültekin Yeşilyurt, Yetkin Yörükoğlu, Soysal Tünay,Tevfik Görkemli, Argun Yum, Muzaffer Karacehennem, Melih Dilikoğlu, Hasan Ali Öndül ve Vefik Ulus.
Kuruluşundan bugüne kadar Yelken sporunda öncü olan Galatasaray Yelken Şubesi sayısız başarılara imza atmıştır.
KAMİL ULUS ANLATIYOR... Kulübümüze Kürek ve Yelken dallarında yıllarca hizmet etmiş olan değerli büyüğümüz Kamil Ulus'u rahmetle anarken onunla 1987 başlarında yapılan son röportajda anlattıklarını iletiyoruz ; "Galatasaray,Türkiye'de Yelken Şubesini ilk kuran kulüptür.Bu çalışmalar,1918-19 yıllarında yani mütareke dönemine rastlar.O zaman ülkemizde bulunan İngiliz gemicilerden,getirdikleri "yöle" tipi teknelerle amatörce yelkencilik çalışmalarına başlandı.Edip ve kamil beylerin ön ayak olmasıyla başlayan yelken heyecanı Galatasaray'da hep sürdü.Daha sonra tabii ki diğer tekne sınıfları ve jenerasyonlar ele geçti.Ben Galatasaray Liseisnde olurken o zamanki yağlı kayıklarda 2 yıl kadar kürek de çektim.Ancak daha sonra okulu bitirince Ankara'ya gittim.Sonra tekrar istanbul'a döndüm.kalamış'ta oturduğum için bir tekne aldım.Denizle içiçe yaşıyordum.1968-69 yıllarında Bebek'te olan, Galatasaray'ın Denizcilik Şubesinde ihtilaflar çıkmıştı.Adnan Akıska , Kamil Bey,Atakan kardeşler,Nedim Bey,Burhan Bey gibi yelkenciler kulüpten ayrıldılar.Daha sonra bu Galatasaraylı arkadaşlar Kalamış Yelken Kulübüne geliyorlar.
Biz Adnan Akıska'nın da ısrarı ile Yelken Şubesini de kurmak için harekete geçtik.1971 senedsinde 2 tekne (snipe) ile Galatasaray Kulübüne gittik.kayhan Uraz,Adnan Akıska ve ben 1971'de işe başladık.O yıl 10 tane optimist aldık.8-9 yaşındaki küçük sporcularla temeli attık.Ancak yetiştirdiğimiz sporcuları malzeme ve tekne yokluğundan elimizde tutamıyorduk.İstanbul Yelken ve Fenerbahçe gibi kulüplere kaptırıyorduk.1980'de Muzaffer Karacehennem'in komodor olarak kulübe gelmesini sağladık.Muzaffer Bey'in çalışmaları sonunda tekne filomuz ve sporcu adedimiz hızla arttı.GalatasarayKulübünde Gültekin,Bener ve Soysal Beylerden oluşan bir Yelken Komitesi kuruldu.Bu komite şu ana kadar oldukça başarılı işler yaptı.halen komodor Muzaffer karacehennem idaresinde çalışmalar sürmekte.15 optimist,3 cadet,2 adet 3.80, 3 adet 4.70 ve diğer tekneler var."
Yelken'de de Galatasaray'lı sporcular pek çok uluslararası başarı kazanmışlardır. Haşim Mardin'in Rüyam adlı kotrası ile Atlantik'i aşmış olmasının yanında, Feyyaz, Burhan, Mahmut, Münir, Atakan, Samim Arduman'la birlikte Erzin ve Zerrin Demir bu dalda büyük başarılar sağlayıp Avrupa Şampiyonasına katılan ilk sporcularımız oldular. Almanya'da katıldığı 236 yarışın 220'sini birinci bitiren Demir Turgut 1936, Zerrin Demir de 1960 Olimpiyat Oyunları'nda yarıştı.
Yelken Sporunda, GS Yelken Şubesi ile birlikte en faal komşu kulüpleri saymamız gerekirse, İstanbul Yelken Kulübü, Marmara Yelken Kulübü ve FB Yelken Şubesi diyebiliriz.
1) FINN sınıfı: Olimpik bir sınıf olup, 1.85m ve üzerinde fiziğe sahip sporcuların kullanabildiği tek yelkenli bir teknedir. Kullanımı zor ve büyük tecrübe gerektirir.Yaş sınırı yoktur. Yaklaşık değeri 9.500 US$ dır. Halen Arif Gürdenli yarışmaktadır.
2) LASER sınıfı : Olimpik sınıftır ve üç ayrı kategorisi vardır.
STANDART : Güçlü fiziğe sahip ancak Finn sınıfına hafif gelenler yarışabilirler.Yelken alanı 7.0 metrekaredir.
RADYAL : Yelken alanı 5.4 metrekaredir. Standart kategorisinde fizik olarak zayıf kalanlar, yaş sınırı olmaksızın yarışabilirler 4.7 : Yeni başlayanlarla, yelken sporunun ilk okulu olarak kabul edilen Optimist sınıfında yaş haddini dolduranlar bu branşa geçerler. Yaklaşık değeri 8.500 DM dır. Sinan Sümer, Ozan Vakar, Alp Alpagut, Burak Görkemli, Zeynettin Maraş, Şule Beşkardeşler, Fatma Şahin yarışmaktadır.
3) EUROPE sınıfı : Bayanların Olimpik olarak yarıştığı bir sınıftır. Finn�in küçüğü olarak nitelendirilebilir.Finn kadar zor ve tecrübe gerektirir.Yaklaşık değeri 10.000 DM dır. Müge Türe yarışmaktadır.
4) OPTİMİST : Yelken sporunun ilk okuludur. 6-7 yaşından itibaren, yüzme bilen çocukların kullanabileceği teknelerdir.Yaklaşık değeri 8.000 DM dır. Volkan Maraş yarışmaktadır.
5) WINDSURF : Her yaşta yapılabilen bir branş olmakla birlikte, 15-25 yaşlar arsındaki sporcular için ideal yarış sınıfıdır. Değişik marka ve modelleri ile hem sportif hem şov amaçlı kullanılır. Olimpik olan model, Mistral Olimpik marka bir dizayndır. Yaklaşık 4000 DM değerindedir. Ertuğrul İçingir, Kutlu Torunlar, Cem Arısoy, Güçlü Borhan, Çağdaş Özgece, Harun Arman ve Yiğit Borhan yarışmaktadırlar.
6) INTERNATIONAL ONE METER CLASS : Uzaktan kumandalı (radyo kontrollu) bir maket tekne sınıfıdır. Ülkemizde çok yeni ve Dünya�da Olimpik olmaya aday bir sınıftır.Boyu 1m, sınıf kuralları son derece kısıtlayıcı ve eşitliği sağlamaya yöneliktir. Yaklaşık 100x80m parkurda yarıştırılır. Rüzgarın kuvvetine göre üç değişik ebatta arma ve yelkeni vardır. Maliyeti , yerli üretim veya yurt dışından temin edilmesine bağlı olarak, 125-500 milyon lira arasında değişir. 1m sınıfında A. Vefik Ulus, Melih Dilikoğlu, Mehmet S. Yüksel, Sami Efegil, Orkun Anaoğul, Ali Paksoy, Can Hakküder yarışmaktadırlar. ------------------------------------------------------ YELKEN SUBESI 2000 Başkan (Komodor) Hasan Ali Öndül Danışma ve Destek Kurulu Dr.Ali Küsefoğlu Danyal Maraş Mehmet Yüksel Semih Oksay Melih Dilikoğlu Kaptan (Viskomodor) Vefik Ulus Antrenör Ali Başaran
quote:
Orijinalden alıntı: The Pianiste
Kürek
link :http://www.gsrowing.com/ --------------------- Kulübümüzün en eski ve en iddialı dallarında birisi de Kürektir. 1878 yılında Galatasaray Lisesinde jimnastik öğretmeni olarak çalışan Mösyö Moirox gençlere yüzme ve kürek dersleri vermekteydi.1.Dünya savaşında arta kalan bir miktar deniz aracının Donanma cemiyeti tarafından Türk Deniz Sporculuğunun gelişimi için kullanılması düşünülmüştü. Bu konuda da Galatasaray öncülük yaptı ve kulübün kurulmasından 10 yıl sonra 1915 te Kürek Şubesi faaliyete geçti.Kaptanlık görevi Mahir Safi Bey'e verildi. Savaş sonunda kulüp binası ve bütün tekneler işgal kuvvetlerince alındı,sadece anı değeri olan eşyayı kurtarmak mümkün olabildi. Bunlar da Galatasaray Lisesine getirildi ve müzeye teslim edildi. 1923 yılında Kamil Ethem Bey, şubeyi tekrar canlandırmak için harekete geçti.İhsan İpekçi,Galip Daniş,Malik Kevkep ve İhsan Balor'un katılımıyla yönetim oluşturuldu. Bebek'te Kürekçi Suphi Bey'in oturduğu yalıda saklanmış olan futalar tekrar denize indirildi.Kamil Ethem,Naci Evrenos,Suphi,İsmail Hakkı ,ve Aralan Nihat Beylerle,Kamil Ethem'in kardeşleri Melek ve Bekıs hanımlar bu dönemin sporcuları oldular.
1924 yılında Bebek'te bir Kürek lokali de kuruldu.1932 yılında Mısırlı İsmailPaşa'nın yalısına geçildi.Daha sonra Tevfik Ali Bey'in kulübe armağan ettiği Kayıkhane ile Galatasaray kürek şubesi daha geniş imkanlara kavuştu.
Sarı Kırmızılı kürekçiler 1926'dan 1937'ye kadar İstanbul şmpiyonluğunu kimseye kaptırmamışlar , 1941'den 1953'e kadar da 9 şampiyonluk daha kazanmışlardır. Bayankürekçilerimiz de 1926-1954 arasında 16 kez İstanbul Şampiyonluğunu elde ederek bir rekor kırmışlardır.
Galatasaray'dan yetişen Tongüç Türsan 1955 Akdeniz Oyunlarında kürekte gümüş madalya kazanmıştır.
İLGİNÇ BİR OLAY : - - - - - - - - - - - - - - - - Kürek yarışları ile ilgili ilk resmi tarih , 7 Eylül 1913 Pazar günü Donanma-i Osman-i Muaveneti Milliye Cemiyeti tarafından Moda Kulübünde düzenlenen deniz yarışlarında ortaya çıkar.
Yarışın programı incelendiğinde saat 14.00'da yapılan yarışlara daha Denizcilik Şubesini kurmamış olan Galatasaray Kulübünün de katıldığı görülür...Programda şunlar yazılıdır :
"Galatasaray Mektebi Sultanisi ile İstanbul Mektebi Sultanisi beyninde dört kürekli kulüp kikleriyle kürek müsabakası "
(İşbu yarışta birinci gelen mektebe,Veliaht Salatanatı Saniye Yusuf İzzettin Efenedi hazretleri tarafından , gayet kıymetli bir kupa hediye edilecektir.) Bu yarışa Galatasaray,Yatching Kulübünden alınan borç tekne ile katılmıştır.Selim Halil,Mahir Safi,Otomobil Arif,Akif ve 33 İbrahim'den kurulu Galatasaray - Dört tek dümencili-takımı birinci gelerek kupayı kazanmıştır.
Bu kupa Galatasaray'ın zengin müzesini süsleyen görüntüler arasında bulunmaktadır.
DİĞER İLGİNÇ OLAYLAR : - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Galatasaray Kulübü, düzenli ilk kürek takımını 1.Dünya Savaşı sonrasında kurmuştur.
Galatasaraylı gençler ,Cumhuriyet öncesi futa alacak para bulamadıkları için,çoğu kez Boğazdaki yalılardan geçici olarak istenen kayıklarla yarışlara katıılmışlardır.
Yarışa katılan kayıklara o yıllarda özel adlar veriliyordu.Galatasaraylıların İngilizlerden aldıkları Mercury , ki buna daha sonra 'Emektar' adı verilmiştir; iki çifte idi. Ayrıca Galatasaraylı kürekçilerden Manas'ın 'Piştar'ı, Logofet'in tek çifteli 'Don Juan'ı, Kanlıcalı Fazıl Bey'in iki çiftesi ve yine sık sık borç olarak alınan Bahriye Mektebinin, kenarlarının genişliği nedeniyle "Şeyhül İslam Pabucu" denilen tek çiftesi, Abbas Paşa'nın 'Yıldırım'ı , Fazıl Bey'in 'Çapkın'ı, Celal Kaptan'ın 'Kırlangıç'ı vardı.
Galatasaraylılar'ın kendi olanakları ile aldıkları ilk tekne ,toplanan para ile sağlanan Mardinli Arif Bey'in oğlu Şemsettin Bey'in en çok parayı vermesi sebebi ile karısının adını taşıyan 'Reya' fıtası idi.Galatasaray Kürek Şubesinde görev alan İhsan İpekçi, Galip İhsan ve Malik Beylerin yakın ilgileriyle, kürek sporu sürdürülmekte ve ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bebekte Mısır sefaretinin az ilerisindeki bir sundurmada soyunup giyinen bu Galatasaraylı gençlere, daha sonraları yenileri katılmıştır.Özellikle Kamil Ethem, Naci, Suphi Neşet, İsmail Hakkı ve Aslan Nihat' ın yardımları büyük olmuştur.Yine aynı yıl bayan kürekçiler Melek, Belkıs, Semiha, Şefika ve Müşfika Hanımlar, bu dalda çalışmalara başlamışlardır. 1924 yılında Galatasaray'ın Bebek'te bir lokal açmasıyla, öteki kulüplerde olduğu gibi Sarı-Kırmızılı gençler de aynı çatı altında bir araya gelme ve çeşitli sorunlarını giderme olanağı bulmuşlardır.
16 Eylül 1928 Pazar günü yayınlanana 2566 sayılı Akşam gazatesinin 3.sayfasında "Gazi Hazretlerini Teşyi" başlığıaltında şu haber çıkmaktadır : " Galatasaray denizcileri dün İstanbul'u terkeden Gazi Paşa hazretlerini Yeniköy açıklarında üç çifte futa ile muazzam bir suretle selamlamışlar,Mustafa Kemal Paşa Hazretleri uzun müddet mendil sallamak sureti ile Galatasaray denizcilerine iltifat etmişlerdir."
Alıntıları Göster
araya girdik ama kusura bakma sen kaptırmışken ne copy paste yapmışsın beah kütüphane gibi topic burayı oku 4 yıllık tarih kazan