< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi quattro6 -- 20 Mayıs 2018; 20:35:40 > |
Bildirim
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi quattro6 -- 20 Mayıs 2018; 20:35:40 > |
Doğma büyüme İzmirliyim. Eğitim hayatım bu şehirde geçti, Kariyerime de İzmir'de devam ediyorum. Turist rehberi olduğum içinde çok Yurt içi ve yurt dışı seyahatlerde bulunuyorum. Hatta maç turları altında ŞL finalinden, UAL finali, yerel derbilerden, özel maçlara kadar bir çok maça gittim, grup götürdüm. Avrupa Şampiyonası, Dünya Kupası Eurolig finali ve maçları, Formula 1 yine gittiğim organizasyonlar.
Fan zone larda bir çok farklı profille karşılaştım, tanıştım. konuştuk, fikir alışverişinde bulunduk. çok enteresan ve çok farklı deneyimler, tecrübeler edindim. Çok şey gördüm, gözlemledim. Onların ışığında yazacağım bunları o yüzden genel bir görüş olduğu için belli şahısları, kurumları içereceğini ve yazdıklarımın hakaret olarak alınmasını istemem. İlk olarak bir TV programında gördüğüm sahneyle başlamak isterim. O zamandan beri taraftarlık durumunu gerçekten irdelerim. Bağış Erten ile Bağnu Yelkovan'ın sunduğu 'Yenilsen de Yensende' programında gerçek taraftarlar konuk olarak programa katılıyordu. Bir tane İngiliz gördüm programda üzerinde Kasımpaşa forması. Ben önce 'proje takımına reklam yapıyorlar' diye bir ön yargıyla dinlemeye başladım adamı ama Adam konuştukça, hikayesini anlattıkça ilgimi çekti. Hikayesinin özeti: Adam İngiltere'de banka da çalışıyormuş, Banka İstanbul'da ilk şubesini açınca bu adamı göndermişler, bir süre evde kaldıktan sonra ev bakmaya başlamış, şubeye yakın olsun diye Beyoğlunda tutmuş evi, bir süre sonra içinde ki futbol ve taraftarlık güdüsüyle yaşadığı semti ve takımını araştırmış, Kasımpaşa ile tanışmış, o günden beri Kasımpaşalıyım diyor adam. Geldiği yer olan İngiltere'de herkes şehrinin değil! Semtinin takımını tutar, bu böyledir çünkü sizin yaşadığınız yeri temsil eden, sizin yaşadığınız yerin simgesi, tarihi olan bir olgudur kulüp ve biz İngilizler bizi ve yaşadığımız yeri temsil eden kurumlara her yerde saygı duyarız, Futbolu da sevdiğimiz için bu saygı büyük bir tutkuya da dönüşür demişti. Hollanda, İtalya, İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya da çok maça gittim. 2006 Almanya Dünya Kupasını, 2016 Fransa Avrupa Şampiyonasını yerinde takip ettim. Orada tanıştığım, konuştuğum insanlar içinde aynı şey geçerli idi: Bizi biz yapan değerler her şeyin üzerindedir. Bir Ronaldo'muz Messi'miz olmayabilir ama onları bu şehre getiren, bize rakip olma ayrıcalığını yaşatan kulübümüz ve onun formasını taşıyan takım, arma, kulüp her şeyin üzerindedir. Futbol bir yarışmadır, sonunda 1 takım kazanır ama o mücadelede yer almak, var olmak, buna renk katmak, bunun bir parçası olmak ta başlı başına bir gurur kaynağıdır. görüşlerin özeti bu. Kısacası, Mücadele, mücadelenin bir parçası olmak, yer almak, temsil edilmek gibi kavramlara önem veriyorlar ve bu açıdan da kulüplerinin mali yapısı, kadro gücü, stat kapasitesi her ne olursa olsun, yarışma da yer almanın ve bu yarışmada temsil edilmenin bile bir başarı olduğu, bir ayrıcalık olduğu hissiyle şehrinin takımına vefa borçlarını hiç eksiltmeden yerine getiriyorlar. Real Madrid'in, Barcelona'nın İspanya'da çok deplasman maçına gittim, Aynı şekilde İngiltere'de Liverpool, Arsenal, Manu, City, Hollanda'da Ajax ve PSV'nin, İtalya'da Milan, İnter, Juve, Napoli, Lazio, Roma, ALmanya'da Bayern, Dortmund, Wolfsburg, Stutgart, Hannover, Leverkusen, Schalke, Hertha Berlin takımlarının kendi liglerinde deplasman maçlarına gittim. Gerçekten de yukarıda saydığım takımlar deplasman takımı olduklarını hissediyorlar. Tribünde taraftarlarının sesleri bastırılıyor, sahada, top ayaklarında olduğunda müthiş bir uğultu ile karşılaşıyorlar, kalelerinde gol gördüklerinde bunun acısını her şekilde hissediyorlar. Ev sahibi olunca da büyük bir avantaja sahipler, Mesela Napoli stat anonsçusu Decibel Bellini ile tanışma şansım oldu bu sene ki Napoli - Roma Maçından önce Maç sonu tekrar bir araya geldik, hem Napoli ve italya'nın en meşhur pastahanesinde ünlü Gelato dondurmasının keyfini çıkardık, hem de futbol geyiğinin dibine vurduk onunla. İtalyanlar birçok nokta da bize çok benziyor, huyları, düşünce yapıları, fikirleri ile. İtalyan futbolu ve taraftar kültürü de eskiden bizim gibiymiş, özellikle de şehrin belediye başkanı veya valilerinin yönetimde aktif olduğu dönemde. Mesela Fatih Terim'in Fiorantina'yı çalıştırdığı dönemki Fio başkanı C.Gorri aynı zamanda dönemin Floransa valisi idi. AMa Jujentus'un şike olayının ortaya çıktığı futbolda ki temiz eller operasyonundan sonra bu iş biraz daha değişmiş. Kazanmanın değil, yarışmanın önemli olduğu ve o yarışmada temsil edilmenin gururu, ayrıcalığı ile bundan keyif almayı öğrendikten sonra İtalyanlar, Futboldaki o Milano - Roma hattının kırılmasına ve gerçekten de bu takımların deplasmanlarda artık eskisi gibi 'turistik gezi' gibi hissedememesine sebep olduğunu, bunun yanı sıra futbol toplumunca oluşturulan o 'mistik, ilahi' gücünde kırıldığını belirtiyor. Gerçekten de ligde çıktığı gibi düşen Benevento maçlarında bile ev sahibi tribünler ister SPAL ister, Juve her maçta tribünleri doldurmuş, özellikle de büyük takımlara karşı olan maçlarda tribün / taraftar olarak başarılı olduğunu söyledi. Bu tarz görüşlere ALmanya, Fransa, Hollanda'da benzer şeylere şahit oldum. İşte bu doğrultuda Avrupa'da olan durumun özeti şu: Kazanmak değil, yarışmak önemli Büyük isimlere sahip olmak değil, onlara karşı Temsil edilmek, o isimleri o statlara getirmek önemli Şampiyonluklar değil, şampiyonanın bir parçası olmak önemli. Zafer değil, Mücadele önemli. Güçlünün yanında değil, seni sen yapan değerlerin yanında olmak önemli. Şimdi gelelim Türkiye'ye bizde her daim kazanmak önemli Her daim güçlünün, kalabalığın yanında olmayı adet ediniriz. Bunun için kendi sosyal çevremizi hatta yeri gelir ailemizi bile karşımıza almaktan çekinmeyiz. Mücadele önemli değil, zafere nasıl ulaşırsan ulaş her yol mubahtır mantığı iliklerimize işlemiş. Bu doğrultuda da söz konusu futbol ve taraftarlık olunca tabi kide ülkenin geneli maalesef yukarıda belirttiğim özelliklere sahip olunca ve bu özellikler insanda aşağılık duygusu, kompleks, ezikliğe sebep verdiğinden işte futbol konusunda ki kompleksini, ezikliğini, 3 büyüklerden birini tutarak kapatmaya çalışıyor. Takımın taraftar sayısı ile övünür, kendi şehrinin hemşehrileriyle maça gitmek varken, Takımın yaptığı milyonlarca € transfer ve yıldız isimlerle övünür, sanki birisiyle karşılaşıp, fotoğraf çekme, diyalog kurma şansı varmış gibi, yada yolda karşılaşıp 2 kelime edecek kadar yakın hisseder, veya sanki transferi kendi verdiği parayla yapmış gibi övünür. En ağırı da 3 büyüklerden birisi kendi şehrine geldiğinde, doğduğu, doyduğu, köklerinin yattığı, ona ev olduğu şehirde, bu komplekslerden ötürü kendisini ait olduğu gücün gövde gösterisini yapmaya çalışır. Kısacası öz güveni eksik, kazanmaya odaklı, mücadelenin ve mücadele gücünün, bunların ne olduğunu bilmeyen, bilmek istemeyen, sonuçta sadece başarının olduğu, başarı gelmese de stat, bomba transfer, forma satışı, taşınmaz malları dile getirip 'oğlum büyüğüz işte' diye avunan bir anlayışın insanları olarak futbolda ki düzenimiz maalesef bu şekilde. 3 takıma dayalı bir federasyon, bir lig ve bir taraftar profiline sahibiz. Aslında bu futbolun değil, ülkenin sorunu. çünkü hayatın kendisi başlı başına bir mücadele iken biz ülke toplumu olarak genelde bu mücadeleyi ne şekilde verdiğimiz gayet açık ve net. Futbolda da başka bir şey olması beklenemezdi. Mesela dediğim gibi doğma büyüme İzmirliyim, ana okulundan itibaren tüm eğitim hayatım burada geçti, mesleğim turizmdi, hep doğup büyüdüğüm şehirde çalıştım. düzenim, hayatım, anılarım, köklerim, ailem hepsi bu şehirde. Bende şehrimi temsil eden takımı tutuyorum. Şampiyon olma gibi bir iddiamız yoktu, ama sırf şampiyonluklar, kupalar için takım tutulmazki. Çok yıldız oyuncularımız yoktu belki, ama 36 lık Selçuk'un, 33'lük Sabri'nin, 35'lik Beto'nun tecrübelerini ve bu tecrübelerin diğer oyunculara aktarıp, takım ruhu nedir? mücadele gücü nasıl sergilenir bunu gösterdi. Taraftarla nasıl bütünleşilir onu sergiledi. , paranın her şey demek olmadığını kantıladı. En önemlisi de bir duruşa sahip olunmasını ve bunun nasıl yapılacağını gösterdi. Demem o ki aslında nerede yaşadığınız ve hangi takımı tuttuğunuzdan ziyade, olaylara, futbola, hayaat hangi açıdan baktığınız önemli. Bizim ülkemizde, güç, para, büyük kitlelere sahip olma (eğer herkes oradaysa o iyidir, mantığı) maalesef en önemli kriter olarak sayıldığından herkes güçlünün, herkes zenginin, herkes kalabalıkları tercih ediyor. Haliyle futbolda da 3 büyük kavramı ortaya çıkıyor. Toplumun değer yargıları değişmediği sürece futbolda bu durumun değişmesi pek mümkün gözükmüyor. |
konu da cok uzun verilen cevap da. okuyamadim kusura bakmayin :)
|
|
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > |
|
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
< Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı > |
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kvo35 -- 22 Mayıs 2018; 13:19:21 > |
|
|
|
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi gurkan19 -- 23 Mayıs 2018; 0:47:31 > < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
|
|
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi gurkan19 -- 23 Mayıs 2018; 14:37:55 > < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > |
|
|