Şimdi Ara

Hikâyeme Yorum Yazar Mısınız? 2

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
14
Cevap
0
Favori
829
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Vefanın Yâri

    “Türk kartallarının gölgesinde yeni bir hayata kavuşan binlerce insan Tanrı’sına şükrediyor.”

    Rauf DENKTAŞ


    Kısım 1

    “Adım Cengiz idi. Soyadım Topel. Gün geldi, vefasızlıktan korkuma, cehennemim koynuna girdim Kıbrıs’ta. Gün geldi, geri dönmedim. O gün, şehadete uzanan kutlu yolu izledim.”

    Kamelyada oturmuş düşünüyordu herkes. İçimizde bir sıkıntı, havada bir endişe vardı. Korku değil yalnızca kaygıydı hissettiğimiz. Hüseyin ağabeyin kolu brifinge alınırken uçakları bombalarla donatılıyordu. Pist başına giderlerken içimde garip bir ürperme hissettim, ağzımı bıçak açmıyordu. Hepsiyle vedalaştık, çünkü her pilot bilir ki havalanan uçağının yere inme garantisi yoktur ve her pist şahadete uzanan kutlu bir yoldur. Haklar helal edildi ve yükseldiler semaya doğru. Biz yine bekledik, yine bekledik.
    Ve haber geldi. Uçacakların isimleri sayıldı. Bu liste benim adımla başlıyordu. Akşam beşe doğru brifinge girdik. Muhsin paşa , detaylıca anlattı her şeyi. Hedef bilgileri, planlar ve istihbarat bilgilerini aldık. Bir tek soru bile sormadım. Cebimize atıp harekât planlarını çıktık salondan. Diyecek söz yoktu, “Haydi, arkadaşlar gidelim” diyebildim sadece.
    Paraşütlerimizi alıp çıktık dışarı. Gönlüm daralıyordu. Hepsiyle tek tek kucaklaşmak istiyordum dostlarımın. Helalleşip biz de atladık F-100’lerimize ve göğe çıkan yolu izledik.
    Uçağın içinde hayatımın en büyük baskısını yaşıyordum. O an orada öleyim de bu sorumluluktan kurtulayım dedim. Ama görev demiştik bir kez adına ve onu yerine getirmek için gözbebeklerimizden son ışık tanesi de kayboluncaya kadar savaşacaktık. Saat iyice ilerlemişti. Gün ölüyordu, güneş düşüyordu.
    Tayyaremi kalbim olarak görmüştüm hep ve o vurulursa benim yaşamamın imkânı yoktu. Onu yüreğim bilip öyle çıktım her uçuşa, şimdi de onunla ölüme uçuyordum.
    Kaş’ın üzerinden Kıbrıs’a doğru manevra yapıp deniz seviyesine indik İngiliz radarlarına yakalanmamak için. O ara telsizden “Tık tık” sesi geldi. Yüreğim canlandı bir an. Ben de cevap verdim aynen: “Tık tık” Hüseyin ağabeyin endişesi çıkmıştı yüreğimden.
    Vakit gelmişti. Hedef bölgeye yaklaşıyor, savaşa giriyorduk yavaş yavaş. Ateşler vardı her yanda, deniz kalabalıktı. Brifingde bahsedilen hedefleri belirleyince bir patern oluşturduk. Güneş arkamızda kalacak şekilde dalacaktık hedeflere doğru. Kalbim, bulunduğu yükseklikten memnun değilmiş gibi fırlayıp bedenimden daha da yükselmek istiyordu sanki. Tam bir mahşerdi burası. Her yerden ateş ediliyor, kıvılcımlar birbirine karışıyordu. Savaş değil, tamı tamına bir cehennemdi…
    Zordu, bütün bunları kaldırmak çok zor. Ölmemeliydim, görevimi bitirene kadar. Yaşamalıydım çünkü Türk’ün bana ihtiyacı vardı. İşte bu yüzdendi bütün korkum, bu yüzdendi bütün endişem. Yoksa ben daha on dört yaşımda feda etmiştim bu hayatı milletime…
    Zaman yavaşlıyordu artık. Her saniye uzadıkça uzuyordu. Hedeflerle göz teması kurduk. “Bir çekti.” dedim. Ardımdan İzzet “2 çekti” dedi ve diğerleri de onu izledi.
    Zaman geldi. Kulağımda annemin sesi yankılanıyordu. Her şey hafızama hücum etmeye başladı. Çocukluğumdan pilotluğuma kadar her an canlanıyordu gözlerimde. Dostlarımın “tottoroş” deyişleri yankılandı kulaklarımda. Ablam geldi aklıma, evlenecekti… Ya göremezsem? Annem evde beni bekliyordu… Ya dönemezsem? Kuleli’yi özledim bir an. Boğaza baktım dertli dertli. İç bahçede dolaştım hüzünlü ve kederli. Sonra çıktım Bayraktepe’ye, birer birer selam çaktım dostlarıma.
    Mahşerin içine daldım. Her yandan uçaksavar mermileri... Yükselen dumanlar… Bir güneş batıyordu ufukta, ben dalıyordum ölüme. Gözükmüyordu hiçbir şey ve ben daha da alçalıyordum. Emniyetli irtifaının altına iniyor , hedefimi ıskalamak istemiyordum. Uçaksavarlar haykırıyordu, ben aldırmıyordum. Uçaksavardan kaçıp milletimi yüzüstü bırakacak değildim. Bombamı, dokunup lövyeme, bırakıyordum sinelerine ve ben de dalıyordum içlerine. Telsizden Altan’ımın sesi geliyordu. “Helal olsun komitan, vurdun.” Bir mermi düşüyordu yüreğime, yüreğim gülüyordu. Bazen sevmek, fedakârlık yapmaktı. Bazen sevmek, sevdiğin için ölmek demekti.


    Kısım 2

    Bir fısıltı geldi gökyüzünden. Bir fısıltı ki, koca bir dehşet oldu değince yüreğime. Tayyaremi yaralayan o fısıltının nelere mal olacağını çoktan biliyordum. Her şey ona göre ayarlı idi. Tüm hayat onun eline sunulmuştu bir bakıma. Tutunamadı yüreğim bu kadar yüksekte daha fazla. Alçalmaya başladı bedenim, yükselmeye başlayan ruhuma inat. Vurdu yüreğimi bir Rum, yaraladı tayyaremi. Düştüm ve düştüm. Telsizim bağırıyordu bana: “Cengiz yüzbaşım, uçağından dumanlar çıkıyor, atla!” “Yüzbaşım cayır cayır yanıyorsun atla” Güm güm atan kalbime rağmen süzülüp duruyordu hayallerim. Elim, uzanırken fırlatma koluna doğru, zamanın ne kadar uzun, hayatın ne kadar kısa olduğunu anlıyordum. Geçmiyordu saliseler, bitmiyordu tufan. Her yerden top yağıyordu. Bir kopuş… Yüreğimi geride bıraktım, tayyareme ihanet ettim. O kayboldu ufukta, ben kayboldum ümitsizlikte. Kafam çalkalanıyordu. Öyle bir mahşerdi ki, kaybettim bütün şuurumu. Öyle bir mahşere, vatan evladı için girdim, milletim için, gelecekte bana vefasızlık etmeyeceğini bildiğim Kıbrıslılar için girdim. Ve işte şimdi ölüme doğru düşerken de pişman değilim!
    Etrafıma bakmaya çalışıyorum. Göremiyorum neresi Türk’ün toprağı, neresi Rum’un. Vücudum bir kuru yaprak gibi oradan oraya savruluyor. Büyürken yeryüzü gözümde, küçülüyor hayatın değeri. Elim uzanıp açıyor paraşütü. Sarsılıyorum, ama bu cehennemin beni sarstığı kadar değil. Korkuyorum, ölmekten değil, belki yurduma vefasızlık etmekten.
    Rum’un toprağına iniyorum. Türk sınırı ötede kalıyor, bana da yapacak iki şey: canımı kurtarmak için kaçmak ya da cebimdeki planları yok etmek. Önemli olanla başlıyorum; çıkarıp planları yakıyorum. Gelecekler. Rumlar gelecek ama benim Türk’üm de gelecek. Gelecekler. Benim onları kurtarmaya geldiğim gibi, onlar da beni kurtarmaya gelecekler. Deli gibi koşuyorum Türk topraklarına doğru. Gelecekler. Diğerleri ne yaptı diye merak ediyorum: “Kâmil yüzbaşı vuruldu mu?”, “İzzet isabet aldı mı?”, “Altan kaçabildi mi o ateşin içinden?”. Gelecekler. Ya Rumlar yetişirse bana, ben sınırı geçemeden? Gelecekler. Silahımı çıkarıp ateş ediyorum Rumlara. Gelecekler. Ya işkence yaparlarsa konuşmam için? Gelecekler. Evet, gelecekler. Biliyorum, gelecekler. Koşuyorum ama korkmuyorum. Kaçıyorum ama endişeli değilim. Elbette ki Kıbrıs Türk’ü gelecek. Elbette kurtaracaklar beni.
    Arkamdan bir cip yaklaşıyor. Ben son kurşunumu da harcayana kadar savunmaya çalışıyorum kendimi. Koşuyorum ama cip bana yetişiyor. Kapıları açılıyor ve Rumlar iniyor içinden. Beni bir hışımla atıyorlar arabanın içine. Bağırıyorlar. Hiçbir şey anlamıyorum. Yalnızca öfke var yüzlerinde ve gülüyorlar, bir avı yakalamanın mutluluğu içinde. Ardıma bakıyorum, Kıbrıs Türkünün gelmesini bekliyorum…

    * * *

    Bir hastaneye yatırıyorlar beni. Endişeliyim, çünkü savaşın gidişatını bilmiyorum. Pervasızım çünkü canımın, vatanımın yanında bir ehemmiyeti yok. Muayene ediyor beni Rum doktor. Bir süre sonra askerler gelip doktorla bir şeyler konuşuyorlar. Kızgınlar, bağırıyorlar. Belli ki doktor, istediklerini yapmıyor. Bağırıyor askerler, sürekli ve nefretle. İçlerindeki kini savuruyorlar. Yüzyıllardır içlerinde büyüttükleri nefreti döküyorlar. Yine beni bir arabaya fırlatıp başka bir yere götürüyorlar. Kulaklarımda bağırışları, bedenimde nefret dolu dipçik darbeleri…
    Bir manastırın içine atılıyorum. Sadece askerler değil, belli ki daha üst rütbeli subaylar da geliyor. Sesleri çok çıkıyor, ben onları az dinliyorum. Korkuyorum, acı çekmekten değil, sırrımı ifşa etmekten. Görevimi tamamlayamamaktan korkuyorum, çektiğim işkencelerden korkarak. Ama olmuyor işte öyle bir şey, işkencelerine aldırmıyor yüreğim. Bir subay var, Türkçe biliyor ama dediklerini ne dinliyor, ne de duyuyorum. Söyle diyor, söyle. Yalnızca istihbarat bilgilerini istediğini sanıyor. Oysa benden canımı istiyor. Vermiyorum canımı böyle korkak gibi, sonunda acılarla verecek olsam da…
    Loş bir odada, karanlık bir kinin içine atıp beni, büsbütün nefretle başlıyorlar. Vuruyorlar, kırıyorlar. Bağırışları haykırışlara dönüşüyor, darbeleri ise intikama. Hiçbir tarihin hiçbir döneminde gördükleri işkencelerin, barbarlıkların intikamını alıyorlar. Ellerinde sopalarla silahlarla bana döküyorlar içlerindeki çürümüş hisleri. Yüzümde patlıyor darbeleri, gözüm sızlıyor. Sırtıma indiriyorlar bir diğerini, kemiklerim paramparça oluyor. Bir yerlerden hayaller yükselip zihnimi kaplıyor. Karanlığın içinde vücuduma inen darbelere bakmıyorum, bağırışlarını duymuyorum. Gözlerimi kapayıp boğazdan geçen gemilere bakıyorum, dostlarıma bir selam verip geçiyorum. Bir içtima oluyor kış günü, ben Ankara’nın ayazında üşüyorum. Oysa şimdi bedenim ateşler içinde. Gözlerimi aralayıp bakıyorum, boynuma indiriyorlar bir başka darbeyi. Ellerim bağlı, kaldırıp atıyorlar yere. Yüzüstü düşüyorum. Bacağımda bir yangın başlıyor, ateş etmişler işte sesi yankılanıyor. Ne kadar zor olmalı bunca kini beslemek, ne kadar zor olmalı insanlığı bunca terk etmek…
    Artık hissetmiyorum vücudumu ama kalbim yanıyor. İçim acıyor. Kurtarmaya geldiğim fedailerin beni yüzüstü bırakmasına tahammül edemiyorum. Vuruyorlar, kırıyorlar, ne yaparlarsa yapsınlar, hiçbir şekilde acımıyorlar. Kemiklerim kırılıyor sırtımda, yüzüme dipçikler iniyor. Hissetmiyorum artık bedenimi çünkü ruhum rahat ediyor. Ve sonunda bir sızı sırtımda, ciğerlerimi delip geçiyor. Bir sızı ki, Rum’un mermisi değil, gözümü yolda bırakıp beni kurtarmaya gelmeyen Kıbrıs Türkü düşürüyor gönlüme.

    * * *

    Gözlerimi açtığımda kendimi yine bir hastanede buluyorum. Yine Rumlar var başımda, yine benim sesim çıkmıyor. Konuşmuyorum, konuşmak istemiyorum artık. Türkçe bilen bir hemşire beni konuşturmaya çalışıyor, bilgi almak istiyor. Ama ben onlar içerdeyken gözlerimi yumuyorum. Yanımda Kıbrıslı bir Türk var. Vurulup buraya yatırılmış bir mücahit. Ama ben onu da yalnızca dinliyorum. Arada bir pansumanımı değiştiriyorlar. Ciğerim yanıyor, bedenim acıyor, yalnızca inliyorum. Artık gönlüm rahat, huzur içinde uyuyorum. Ben teslim etmeden ruhumu asıl sahibine, gönlümden son bir vefa dökülüyor: “Vatan sağ olsun.”


    Dipnotlar

    1. 08 Ağustos 1964, Cumartesi gecesi Rauf DENKTAŞ’ın defterine düştüğü nottan alıntıdır.
    2. Kol: Havacılıkta her bir uçuş grubuna verilen isim.
    3. Tümg. Muhsin BATUR
    4. Ütğm. Şevket YAVUZ
    5. (E) Hv.Plt.Yb. Altan UÇAK aynı tarihli görüşme
    6. Bu işaret Yzb. Hüseyin ÇAPOĞLU’nun Kıbrıs’taki görevini tamamlayıp dönmekte olduğunu ve TOPEL’in uçuş koluna başarı dileklerini bildirmektedir.
    7. Ütğm. İzzet ÖZTARHAN
    8. Cengiz TOPEL’e silah arkadaşlarının verdiği takma ad; (E) Hv.Plt.Alb. Vasıf SAYIN’ın HHO Öğrencisi Emin KURT’a 1992’de gönderdiği yazıdan
    9. Tom COPPER, Cyprus 1955-1974
    10. (E) Hv.Plt.Yb. Altan UÇAK aynı tarihli görüşme
    11. (E) Hv.Plt.Tümg. Yaşar DEMİRBULAK aynı tarihli görüşme
    12. (E) Hv.Plt.Yb. Şevket YAVUZ aynı tarihli görüşme
    13. Said TERZİOĞLU, “Kahraman Pilot Cengiz TOPEL”, Gaziler Kahramanlık, Fikir ve Kültür Dergisi, Yıl:2, Sayı:5 s.25
    14. Güzelyurt Rum Hastanesi; bugünkü adı Cengiz TOPEL Hastanesi’dir.
    15. Güzelyurt Rum Manastırı, bugün Cengiz TOPEL Müzesi olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.
    16. Otopsi raporuna göre Cengiz TOPEL’e arkadan iki el ateş edilmiştir. Otopsi raporu: Hv.Plt.Yzb. Cengiz TOPEL Şahsi Dosyası, Hv.K.K. Per. Bşk. Arşiv Şb.Md.lüğü Kayıt No:423
    17. Lefkoşa Rum Hastanesi
    18. Mücahit Osman GAZLER kastedilmektedir.
    19. Said TERZİOĞLU, “Kahraman Pilot Cengiz TOPEL”, Gaziler Kahramanlık, Fikir ve Kültür Dergisi, Yıl:2, Sayı:5 s.20–26; Osman GAZLER, Cengiz TOPEL’in hastaneye geldikten sonraki ilk ve son sözünün “Vatan sağ olsun!” olduğunu bildirmiştir.

    Hikayenin yazılmasında Hv.Svn.Bnb. Emin KURT’un “Kıbrıs Şehidi Hv.Plt.Yzb. Cengiz TOPEL ve 1964 Kıbrıs Hava Harekâtı” adlı eserinden istifade edilmiştir.








  • Bu oykunuz cok daha guzel olmus. Sahsen oldukca begendim. Gozume takilan bir iki kelimenin haricinde geri kalanlarin tamami birbirlerine uyumlu ve anlamliydi.
    Tarzim olmamasina ragmen severek okudum. Yine sahsi gorusum, yazilanin, tarzin yabancisi olan kitleye begendirecek kadar guzel olduguna isarettir.
    Devamini beklerim.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Rapsody_izmir -- 18 Nisan 2015; 17:50:49 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Güzel olmuş, ama ben olumsuz şeylerden bazılarını söyleyeyim!

    Bir kere cümleler çok kısa ve şiir forumu gibi duruyorlar. Çok fazla macazi kelime var. Bu, bu tür öyküler için bütünlüğü bozucu şeydir. Ayrıca öyküde tarafsızlık sorunu var. Bu da okuyucuda inandırma sorunlarına neden olabilir.

    Bazı cümlelerde anlam kaymaları var, bazıları:

    Hüseyin ağabeyin kolu brifinge alınırken...
    ve yükseldiler semaya doğru...
    Helalleşip biz de atladık F-100’lerimize ve göğe çıkan yolu izledik.
    Hüseyin ağabeyin endişesi çıkmıştı yüreğimden.

    öyküde bazı roman yazma tekniklerine ait bazı sorunlarda var aslında, ama burası yeri değil!

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    Güzel olmuş, ama ben olumsuz şeylerden bazılarını söyleyeyim!

    Bir kere cümleler çok kısa ve şiir forumu gibi duruyorlar. Çok fazla macazi kelime var. Bu, bu tür öyküler için bütünlüğü bozucu şeydir. Ayrıca öyküde tarafsızlık sorunu var. Bu da okuyucuda inandırma sorunlarına neden olabilir.

    Bazı cümlelerde anlam kaymaları var, bazıları:

    Hüseyin ağabeyin kolu brifinge alınırken...
    ve yükseldiler semaya doğru...
    Helalleşip biz de atladık F-100’lerimize ve göğe çıkan yolu izledik.
    Hüseyin ağabeyin endişesi çıkmıştı yüreğimden.

    öyküde bazı roman yazma tekniklerine ait bazı sorunlarda var aslında, ama burası yeri değil!

    Eleştirilerinizi olumlu olarak algılayıp okudum. Hikayede çok sayıda havacılık terimi geçiyor, okuyucuyu zorluyor olabilir. Ben de havacı olduğum için farkedemiyorum malesef.

    Anlam kayması var derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Biraz daha açabilir misiniz?

    Yalnızca taraflılık hakkında dediğinize katılmıyorum zira hikaye kurgudan çok gerçek hayattan alınıdır ve kaynakları dipnotlarda belirtilmiştir. Eğer taraflılık lafı ile farklı bir şey kastediyorsanız bunu açıklamanızı rica ediyorum.
    Yorum için teşekkürler, şiirsel bir dil kullandığımın farkındayım ama bu anlam kaymalarına ve negatif etkilere sebep oluyorsa sorun demektir. Bu hususa dikkat edeceğim.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Rapsody_izmir


    Bu oykunuz cok daha guzel olmus. Sahsen oldukca begendim. Gozume takilan bir iki kelimenin haricinde geri kalanlarin tamami birbirlerine uyumlu ve anlamliydi.
    Tarzim olmamasina ragmen severek okudum. Yine sahsi gorusum, yazilanin, tarzin yabancisi olan kitleye begendirecek kadar guzel olduguna isarettir.
    Devamini beklerim.

    Çok teşekkür ederim. Eleştirileriniz beni mutlu etti. Gözünüze takılan kelimeleri de öğrenebilir miyim acaba? Eğer benim hatam ise önlem alayım.

    İyi çalışmalar.
  • Şiir değil, öykü yazdığının farkına varmalısın. Belki yazdığın şeylerin basit olmaması gerektiğini düşünüyorsun. Halbuki basit olanı yazmak zordur. Daha doğrusu basiti iyi bir şekilde yazmak zordur. Öyle yazmalısın ki hem şiirsel olmayacak hem de yavan olmayacak. Bunu nasıl başaracağım dersen de bu dengeyi tutturabilmiş başarılı yazarları okuyacaksın bol bol. Nasıl yapman gerektiğini zamanla çözeceksin.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kalemistik -- 20 Nisan 2015; 20:04:32 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: cezaxx

    Şiir değil, öykü yazdığının farkına varmalısın. Belki yazdığın şeylerin basit olmaması gerektiğini düşünüyorsun. Halbuki basit olanı yazmak zordur. Daha doğrusu basiti iyi bir şekilde yazmak zordur. Öyle yazmalısın ki hem şiirsel olmayacak hem de yavan olmayacak. Bunu nasıl başaracağım dersen de bu dengeyi tutturabilmiş başarılı yazarları okuyacaksın bol bol. Nasıl yapman gerektiğini zamanla çözeceksin.

    Şiirsel yazmak istersem şiirsel yazarım, ne alakası var ki? Ben hikayeyi böyle kabul ediyorum. Ayrıca eleştiri üslubun hiç hoş değil, bir an karşımda Oğuz Atay var sandım! Eleştirin için teşekkürler ama bence sen de nasıl eleştiri yapılır yukarıdakilerden öğren.
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orijinalden alıntı: karacabey2013

    quote:

    Orijinalden alıntı: cezaxx

    Şiir değil, öykü yazdığının farkına varmalısın. Belki yazdığın şeylerin basit olmaması gerektiğini düşünüyorsun. Halbuki basit olanı yazmak zordur. Daha doğrusu basiti iyi bir şekilde yazmak zordur. Öyle yazmalısın ki hem şiirsel olmayacak hem de yavan olmayacak. Bunu nasıl başaracağım dersen de bu dengeyi tutturabilmiş başarılı yazarları okuyacaksın bol bol. Nasıl yapman gerektiğini zamanla çözeceksin.

    Şiirsel yazmak istersem şiirsel yazarım, ne alakası var ki? Ben hikayeyi böyle kabul ediyorum. Ayrıca eleştiri üslubun hiç hoş değil, bir an karşımda Oğuz Atay var sandım! Eleştirin için teşekkürler ama bence sen de nasıl eleştiri yapılır yukarıdakilerden öğren.

    Tabiiki de yazarsın; ama ben Kahraman Tazeoğlu olmak yerine Marquez falan olmak istersin diye düşündüm. Usta yazarların tavsiylerini açıp okuduğunda genelinde şiirsellikten uzak durun yazdığını göreceksin. Oğuz Atay değilim ama defalarca araştırma yaptım bu konuda. Ayrıca eleştiri senin istediğinin sana yazılması olamaz sadece. Düzgün bir şekilde sana kendi düşüncemi yazdım. Bu hoşuna gitmese de oturup doğruluk payı var mı yok mu, bakmak lazım. Ben olsam öyle yaparım.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: cezaxx

    quote:

    Orijinalden alıntı: karacabey2013

    quote:

    Orijinalden alıntı: cezaxx

    Şiir değil, öykü yazdığının farkına varmalısın. Belki yazdığın şeylerin basit olmaması gerektiğini düşünüyorsun. Halbuki basit olanı yazmak zordur. Daha doğrusu basiti iyi bir şekilde yazmak zordur. Öyle yazmalısın ki hem şiirsel olmayacak hem de yavan olmayacak. Bunu nasıl başaracağım dersen de bu dengeyi tutturabilmiş başarılı yazarları okuyacaksın bol bol. Nasıl yapman gerektiğini zamanla çözeceksin.

    Şiirsel yazmak istersem şiirsel yazarım, ne alakası var ki? Ben hikayeyi böyle kabul ediyorum. Ayrıca eleştiri üslubun hiç hoş değil, bir an karşımda Oğuz Atay var sandım! Eleştirin için teşekkürler ama bence sen de nasıl eleştiri yapılır yukarıdakilerden öğren.

    Tabiiki de yazarsın; ama ben Kahraman Tazeoğlu olmak yerine Marquez falan olmak istersin diye düşündüm. Usta yazarların tavsiylerini açıp okuduğunda genelinde şiirsellikten uzak durun yazdığını göreceksin. Oğuz Atay değilim ama defalarca araştırma yaptım bu konuda. Ayrıca eleştiri senin istediğinin sana yazılması olamaz sadece. Düzgün bir şekilde sana kendi düşüncemi yazdım. Bu hoşuna gitmese de oturup doğruluk payı var mı yok mu, bakmak lazım. Ben olsam öyle yaparım.

    Eleştirinin içeriği değil üslubuydu beni rahatsız eden. Basitlik konusunda çok haklısın ben de o şekilde düşünüyorum. Ben ne bir Tazeoğlu ne de Marquez olmak istiyorum. Benim derdim yazar olmak değil duygularımı paylaşmak. Ama eleştirini dikkate aldım, emin ol. Teşekkürler.




  • Elinize sağlık hocam güzel yazmışsınız okudum hepsini eleştirimde fazla duygusal yazmışsınız sanki
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Bane

    Elinize sağlık hocam güzel yazmışsınız okudum hepsini eleştirimde fazla duygusal yazmışsınız sanki

    Haklısınız, hikayede epik bir anlatım hakim, bunun yanında ben duygusal ifadeleri çokça kullanmışım. Sanırım aynı yazıyı defalarca okuyunca insan körleşiyor ve hataları anlayamıyor. Eleştirilerinizi okudukça daha objektif yaklaşabiliyorum.

    Çok teşekkürler.
  • karacabey2013 kullanıcısına yanıt
    Merhaba. Hikayeni okudum ve istegin uzerine yorumlamak istiyorum.

    Oncelikle epigraftan baslamak istiyorum. Epigraf yazinin gizemini azaltir derler ama burada okudugum zaman -evet icerigi hakkinda bilgi sahibi olabiliyorsun- ozeti diyemeyiz. Bu guzel.

    Oykunun baslangicinda adim su soyadim bu gibi baslamak yanlis bir secim olmus. Oykuden ziyade bir ani gibi hissettiriyor kendini.

    Oykude genel olarak bir armoni yakalamaya calismis olmalisin fakat bu okuyucuyu yoruyor. Oyku konsantre bir tür evet fakat kaymagindan olsun az da cikolatasi ve findigi olsun diye diye konsantreyi yitirmissin ne yazik.

    Devrik cumlenin kulaga hos gelmesi artik eskide kaldi. Bunu cok tercih etmissin bana gore kulak tirmaliyor. Bu cumlelerin uzerinde calisirsan olumlu sonuc alabilirsin.

    Brifing ve Teyyare beni yan yana inanilmaz rahatsiz etti. 1960 lara kadar teyyare deniliyordu evet ama uçak kullanmani tercih ederdim her ne kadar gecmisi anlatiyor olsan da seslendigin insanlar gunumuz insani bu yuzden dili gunumuze uyarlamak gerekir. (Huseyin Rahmi vb. sanatcilarin eserleri gunumuze uyarlanip basiliyor.)

    Olay cok yuksek perdeden verilmis. Mubalaga sinirlari hissediliyor. Oyku cok kucuk bir kesiti vermektir aslinda. Cumleleri daha yalinlastirarak (cok tekrara dusmussun ne yazik) verseydin iyi olabilirdi.

    Bana bu oyku sanki Askeri Lise'de birinci sinifta okuyan ogrencilere motive olsun diye ders kitaplarina konmus Milli Edebiyat doneminde yazilmis bir metnin parcasi gibi geldi.

    Betimlemeler konusunda kotu degilsin. Aksine ugrasirsan daha da konsantre ve guzel bir dil kurabilirsin. Sadece ustunde calismak gerekiyor. Oykudense bir romandan alinmis parca gibi.

    Bir kucuk cocuga benzettim seni. Onune pandispanya vermisler ve masada bir suru onu suslemek icin malzemen varmis. Sen yaramaz cocuklar gibi pandispanyayi suslemissin. Her seyden koymussun ortaya senlik cikmis.

    Benim yorumlarim bu kadar.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: karacabey2013

    quote:

    Orijinalden alıntı: Rapsody_izmir


    Bu oykunuz cok daha guzel olmus. Sahsen oldukca begendim. Gozume takilan bir iki kelimenin haricinde geri kalanlarin tamami birbirlerine uyumlu ve anlamliydi.
    Tarzim olmamasina ragmen severek okudum. Yine sahsi gorusum, yazilanin, tarzin yabancisi olan kitleye begendirecek kadar guzel olduguna isarettir.
    Devamini beklerim.

    Çok teşekkür ederim. Eleştirileriniz beni mutlu etti. Gözünüze takılan kelimeleri de öğrenebilir miyim acaba? Eğer benim hatam ise önlem alayım.

    İyi çalışmalar.

    tamı tamına...

    telsizden gelen tık tık sesi...

    tottoroş...

    Bu kelimeler göze batıp, insanı hikayeden biraz koparıp uzaklaştırıyor. Eminim tık tık sesi ve tottoroş ( :) ) kelimesi havacıların anlayacağı tabirlerdir ama yazıyı sadece havacılara yönelik yazmadığınıza göre daha uygun kelimeler seçebilirsiniz. Tamı tamına kelimesi de acelece bulunmuş hissi yarattı bana.

    Bu üçü haricinde gözüme batan başka bir şey yok.




  • Gusel olmus ellerine saglik

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.