Şimdi Ara

Kamu Yönetimi 3. ve 4. Sınıf ders notları (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
104
Cevap
12
Favori
86.150
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • TÜRK DİLİ 4- sınıf – güz dönemi - vize


    Ölçünleştirme (standartlaştırma): Bir dil topluluğunda söyleyiş, yazım ve söz varlığı vb. Belirli alanlarda ortak ve resmî kabulün sağlanmasıdır.
    Ölçünlü dil (standart/ölçünlü değişke): Devlet yönetimi, eğitim, ekonomi vb. bütün alanlarda kullanılan yasal, kurumsal, toplumsal desteği, edebî geleneği, ortak yazım sistemi, genel kabul gören sözlüğü, yazım kılavuzu, ortak söyleyiş sistemi vb. bulunan dil veya değişke.
    Betimleyici dil bilgisi: Farklılıklar olmakla birlikte bireylerin dil üzerinde belli bir bilgisinin olduğunu, ancak temel kuralların değişmediğini düşünen bu
    yaklaşıma göre dil bilgisi bir araçtır.
    Kuralcı dil bilgisi: Dilin kurallarının tanımına göre dilin kullanılmasını savunan yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda dil bilgisi bir amaçtır.
    -Nitekim okul dil bilgisi kitapları bir dilin yapı ve işleyiş sistemini tanıtmak üzere ilk, orta, yüksek vb. farklı öğrenim düzeylerine göre ve kuralcı dil bilgisi yaklaşımıyla hazırlanır. Betimleyici yaklaşım ise doğruyu veya yanlışı bulmaya değil, dilin kendisine özgü niteliklerini anlamaya odaklıdır.
    ----BİLİMSEL BAKIMDAN DİLİN ÖZELLİKLERİ :
    |||Dil, bir sistemdir.Dil bir sistem olmasaydı, insanlar tarafı ndan edinilemez ya da öğrenilemezdi.
    ||| Dilin temeli sestir, doğal olarak öncelikle sözlü anlatım aracıdır.
    ||| Dilde nedensizlik ilkesi esastı
    |||İilkel dil, gelişmiş dil ayrımı yoktur :Yeryüzünün tarihî veya modern bütün dilleri gerçek anlamda çok gelişmiş sistemlerdir. ilk yazılı belgelerin ait olduğu Sümerce, Hititçe gibi pek çok antik dilin gramerleri yazılmıştır. Bunların hiçbiri modern dillerden geri değildir.
    ||| Dilin üretim yetisi sınırsızdır
    ||| Her dil, ait olduğu toplumun gereksinimlerine cevap verebilecek yeterliktedir
    ||| Dil, toplumsal katmanlara göre değişir : Dil, klasik terminolojideki ifadesiyle ağız, şive, lehçe gibi değişkelerden oluşur. Bu değişkelerden biri ön plana çıkarak o dilin yazı dili hâline gelir. Diğer değişkeler de konuşuldukları coğrafyaların ya da toplulukların iletişim aracı ve kimliklerinin simgesi olma işlevi kazanır.Dil bilimci Ferdinand de Saussure’ün betimlediği gibi dil, aynı zamanda bir toplumsal olgudur. Dil yalnızca bölgeden bölgeye değil; eğitim, meslek, sosyoekonomik ve etnik nedenlerle de farklılaşır.
    Konuşurlar, içinde bulundukları psikolojik duruma, resmî ya da gayriresmî ortamlara göre dili farklı biçimlerde kullanabilir. Örneğin, bir konuşurun eşiyle, çocuklarıyla, arkadaşlarıyla veya amirleriyle iletişiminde dil kullanma stratejileri farklıdır. Konuşurlar eş zamanlı olarak bir dilden diğer dile veya bir dil değişkesinden diğer dil değişkesine geçebilir. Buna toplum dil biliminde kod değiştirme adı verilir. Avrupa’da bir fabrikada çalışan Türk işçi, Türk arkadaşıyla Türkçe konuşurken, patronun yanına gelmesi durumunda onunla Almanca konuşmaya başlayabilir, yani kod değiştirir.
    ||| Dil, öğrenilen değil, edinilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir sistemdir. Dil bilimci Chomsky’ye göre çocuklar doğuştan gelen dil edinim aygıtı ile dilin kurallarını işiterek edinirler. Bu bakımdan bütün diller, kuralları teker teker öğrenilen değil, farkında olunmadan çocuk yaşta edinilen, insan türüne özgü evrensel sistemlerdir.
    |||Dil, toplumsal ve ulusal bir kurumdur
    ||| Dil, insanı konu alan her bilim dalıyla yakından ilgili doğal bir iletişim aracıdır
    ||| Dil, hem araçtır hem malzemedir hem de bu aracı ve malzemeyi kullanan sistemdir
    ||| Diller arasında benzerlikler ve ortaklıklar olabilir.
    Gösteren: Kulağımızla duyduğumuz, gözümüzle gördüğümüz “a.ğ.a.ç” sesleri ve yazısı dil bilimsel adıyla gösterendir.
    Gösterilen: Zekâmızla, deneyimlerimizle kavradığımız sözün içeriği, zihnimizde oluşan genel kavramdır.
    Gösterge: Bir dilde anlamı olan en küçük birimdir.
    Değişke (dil değişkesi): Bu terim, bir dilin lehçe, ağız vb. sözlü ve yazılı farklı biçimleri ile karma dillerin ve sözel olmayan dillerin tamamını veya herhangi birini ifade etmektedir.
    Kod değiştirme: Konuşurların eş zamanlı olarak bir dilden diğer dile geçebilmesidir.
    Kopyalama (ödünçleme, alıntı): A dilinin, B diline ait sözcük, anlam vb. Dil ögelerini kendi sistemine dâhil etmesidir. Kopyalama, dil ilişkilerinin en sık rastlanan biçimidir.

    ---Dil bilimde Safir-Whorf Varsayımı olarak anılan varsayıma göre, kişinin konuştuğu dil ile o kişinin dünyayı nasıl algıladığı ve nasıl davrandığı arasında sistemli bir ilişki vardır. insan bir bakıma, dünyayı ana dilinin belirlediği, izin verdiği biçimde ve ölçüde algılar. Örneğin, yumurta sözcüğü Türkçede yumurtanın yumru şekliyle, Farsçada tavuğun üreme ve üretme nesnesi olmasıyla, Arapçada ise rengi itibarı yla adlandırılmıştır.
    Bilinemezcilik felsefesinde olduğu gibi, farklı renkli gözlüklerle kara bakan kişilerin karın yeşil, mavi, sarı renklerde olduğunu ileri sürmeleri gibi, farklı ana dillerin konuşurları gerçeği nesnel biçimiyle değil dillerinin gösterdiği biçimde algılar. Ancak bu varsayımın tam tersini temel alan yaklaşımlar da vardır. Örneğin, eski Yunan döneminde Eşatun ve Aristo, düşüncenin dili belirlediği; dilin yalnızca düşüncenin aktarım aracı olduğu görüşünü savunmuşlardır.
    -Belirli bir süre sonra her iki çocuğun ilk sözleri Frigce bekos (ekmek) olmuş. Böylece dünyanın en eski dilinin Frigce olduğu savunulmuş.
    -Bilinen en eski yazılı belge ise, Irak’ta eski bir Sümer kenti olan Kiş’te bulunan MÖ 3500 yıllarına ait, kireç taşı üzerine bir tür resim yazısı (piktogram) esasına dayalı çivi yazısının ilk örneğiyle yazılmış Sümerce Kiş tabletidir.
    -Bununla birlikte dillerin doğuşu ile ilgili kuramları, yeryüzündeki bütün dillerin tek ana dilden geliştiğini ileri süren Tekköken kuramı ve bunun tam tersine, dillerin farklı dillerden ya da kaynaklardan geliştiğini ileri süren Çokköken kuramı olmak üzere iki grupta toplayabiliriz.
    - Dillerin doğuşuna ilişkin çıkmazı J. Herder’in şu paradoksal [paradoks (aykırı düşünce)] formülü iyi açıklar: “insanlar, ancak dil aracılığıyla insandır; bununla birlikte, insanların, dili keşfedebilmeleri için yine insan olmaları gerekirdi.”
    -Ding-dong kuramına göre, dil ilkel insanın nesneleri sesle anlatmaya çalışmasından doğmuştur. insan dillerinin hayvan seslerinin taklidi esasına dayandığını ileri süren Yansıma kuramı; dilin doğuşunu insanın duygularını ifade etmesiyle ilişkilendiren Ünlem kuramı; dilin kökenini insanların çalışırken yaptıkları iş birliği aracılığıyla açıklayan Etkileşim kuramı; dilin doğuşunu insanın güneş karşısındaki duygularını dile getirdiği a/ağ seslerine bağlayan Güneş dil kuramı gibi dillerin kökenini açıklamaya çalışan farklı kuramlar bulunmaktadır.
    -Üç büyük dine göre dilin kökeni tanrısaldır.
    Telegrafik konuşma: Çocuğun dil ediniminin belirli sürecinde iki sözcükten oluşan cümlelerle konuşmasıdır.
    DİL TÜRLERİ :>>
    Ana Dil(Ata Dil) : Bir dilin veya dil ailesinin tarihî gelişim sürecinde kuramsal olarak var olduğu düşünülen en eski şeklidir
    Ana Dili : İnsanların doğuştan itibaren yakın çevresinden öğrendiği ve geliştirdiği dildir. Ana dil ise bir dile kaynaklık eden dildir. Birinci dil, asıl dil olarak da nitelendirilir.
    Diyalekt (lehçe) : Eski Yunanca diálektos ‘ortak dil’ kelimesinden gelişen bu terim bilim dünyasında şu karşılıklarda kullanılmaktadır: 1) Diğer eşiti dil bilimsel sistemlerle yüksek derecede benzerlikler taşıyan, belirli derecelerde karşılıklı anlaşılabilirliğin bulunduğu dil bilimsel sistemdir. 2) Belirli bir coğrafi bölgede konuşulan veya bu coğrafyaya özgü olan ve benzer dil bilimsel sistemlerle çevrili değişkedir. 3) Yazılı veya ölçünlü olmayan değişkedir, yani resmî olarak ölçünlü yazım kuralları ve dilbilgisel kuralları tespit edilememiş değişkedir. 4) Daha geniş anlamıyla, ortak bir ata/ ana dilden gelişen farklı dillerdir. Dağlar, nehirler, doğal sınırlar, ticaret yolları, politik ve dinî merkezler vb. dil dışı özellikler de diyalektlerin oluşumunda ve varlığını sürdürmesinde rol oynar.
    Ev Dili ve Ölçünlü Dil: Devlet; çok sayıda sözlü dilin yarattığı karmaşada hükmetme, denetleme ve icra gücünün aracı olacak aynı zamanda egemenliğini simgeleyecek çatı görevinde bir üst dile ihtiyaç duyar. Genel olarak yazı dili, edebî dil vb. şekilde adlandırılan bu üst dile bölgelerüstü ölçünlü dil, kısaca ölçünlü dil adı verilir. Ölçünlü dil, bir bakımdan aynı dilin çatısı altındaki değişkelerin ortak dili, lingua francasıdır. Ölçünlü dil, tarihsel gelişmeler sonucunda istanbul, Paris, Londra, Tahran gibi politik ve kültürel merkez olarak kabul edilen kentlerin saygın dillerinin kodlandırılıp işlevinin yazılı ve sözlü alanda genişletilmesi ve toplumca benimsenmesiyle oluşur. Bölgelerüstü ölçünlü dil şu aşamalarla gelişir: seçim > kodlama > yerleştirme > seçkinleştirme.
    Lingua franca: Yoğun dil temaslarının bulunduğu bölgelerde, farklı dillerin konuşurlarının ortak iletişim aracı olarak, yani uluslararası anlaşma aracı olarak kullandıkları dildir. Örneğin, günümüzde dünyanın lingua francası, ingilizcedir.
    Evde, yöremizi veya ait olduğumuz toplumsal katmanı yansıtan Türkçeyi; okulda ise ikinci bir değişke olarak istanbul Türkçesi adını verdiğimiz ölçünlü dili öğreniyoruz.
    Yazı Dili ve Sözlü Dil: Yazı dili; yazılı dil, edebî dil olarak da nitelendirilir. Dil değişkelerinden yalnızca biri olan yazı dili, halk arasında ve öğretim süreçlerinde en iyi, en doğru ve en güzel olarak nitelenen dildir. Bölgesel ve sözlü dilin bir tür karşıtı olan yazı dili, genellikle aynı zamanda ölçünlü dil olarak ifade edilebilir.
    Argo ve Jargon: Argoyu genel olarak gemici argosu, şoför argosu, öğrenci argosu vb. belirli meslek gruplarına ya da toplumsal gruplara özgü, bu grupların mensupları dışında kolayca anlaşılamayacak söz varlığına dayalı özel dil şeklinde tanımlayabiliriz
    İzole Dil : Bir dil ailesi içinde yer alan; ancak coğrafi bakımdan ailenin diğer üyelerine komşu ya da yakın olmayan; eldeki dil bilimsel verilere göre herhangi bir dil ailesi içinde yer almayan veya aynı dil ailesi içinde yakın akrabası bulunmayan dildir.
    Kutsal Diller : il bilimsel bakımdan dillere kutsallık atfedilmez; ancak kimi dinlerin öğretilerinin ortaya konulduğu diller o dinlerin inanırları tarafından kutsal olarak kabul edilir. Örneğin Yahudilik için Klasik ibranice, Hinduizm için Sanskrit, Budizm için Prakrit (Pali), islam dünyası için Klasik Arapça kutsal dillerdir.
    Siyasal ve Etnik Bakımdan Dil Türleri: >>
    her ülkenin bölgelerüstü ölçünlü dilin hâkimiyetini kuran ve sürdüren, siyasî sınırlar içindeki yerel dillerin, toplumsal ve bölgesel değişkelerin kamu alanı ndaki kullanım süreçlerini düzenleyen açık ya da kapalı dil politikaları vardır. Bu politikalar tek dillilik, eşit çok dillilik, ulusal/bölgesel dil sistemleri olmak üzere üçe ayrılabilir. Tek dillilik için Almanya, Fransa ve Türkiye; eşit çok dillilik için Belçika; ulusal/bölgesel dil sistemleri için Hindistan örnek gösterilebilir.
    Almanya resmen olmasa da kamu alanında başka dillere geçit vermeyen, hatta Almanya vatandaşlığı için belirli ülke yurttaşlarına Almanca sınavı ön koşulu getiren tek dilli bir ülkedir
    Devlet Dili: Devlet dili, gerek ana dili konuşurları gerekse diğer dillerin konuşurları tarafından devlet yönetiminde ve kamu alanında yasal ve zorunlu olarak kullanılması gereken dil veya dillerdir. Devlet dili aynı zamanda resmî dildir; ancak her resmî dil, devlet dili değildir.
    Resmi Dil: Bir ülkenin tamamında veya bir bölgesinde yönetim dili olarak kullanılan ve yasal statüsü bulunan dildir.
    Ulusal Dil : Ulusal dil, bir ülkenin nüfusunun çoğunluğu tarafından konuşulan ve yazılan, aynı zamanda ülkenin resmî dili olarak kullanılan dildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal ve resmî dili Türkçedir.
    Bölgesel Diller ve Bölgesel olmayan diller: Bölgesel dil, bir ülkede, genellikle belirli bir bölgede farklı bir etnik grup veya gruplar tarafından kullanılan dil veya dillerdir. Romanların (eski adıyla Çingene) Hindistan’dan Fransa’ya değin çok farklı ülkelerde konuşulan dilleri ile Yidişçe, bölgesel olmayan dillere tipik örneklerdir.
    Yerli azınlık Dili : Aynı siyasi veya ulusal çevrede, genellikle belirli bir bölgede tarihin eski dönemlerinden beri yaşayan ve çoğunluğun dilinden farklı bir dili kullanan topluluğun dilini yerli azınlık dili olarak nitelendirebiliriz. Bölge veya Azınlık Dilleri için Avrupa fiartı adlı belgede bir devletin herhangi bir bölgesinde, o devletin yurttaşı ancak devletin nüfusunun geri kalanından sayıca daha az grup veya gruplar tarafından geleneksel olarak kullanılan diller bölgesel diller veya azınlık dilleri olarak nitelendirilmiştir.
    Göçmen azınlık dili : Çeşitli nedenlerle yerli coğrafyalarını terk ederek başka ülkelere göç eden ve bulundukları siyasal coğrafyadaki resmî dilden veya çoğunluğun dilinden farklı bir dili konuşan göçmen toplulukların dilidir.
    Uluslar arası Dil (küresel dil, ortak dil, lingua franca): Uluslararası dil, ticaret, bilim, diplomasi, eğitim, seyahat vb. amaçlarla farklı ülkelerdeki dillerin konuşurları tarafından ortak anlaşma aracı olarak kullanılan dildir.
    Çalışma Dili : Resmî dilden farklı olarak ulusüstü, uluslararası kuruluşların kendi birimleri arasındaki iletişimde yazılı ve sözlü olarak yaygın biçimde kullandığı dildir.NATO’nun resmî çalışma dilleri İngilizce ve Fransızcadır.
    Yapay diller : ilk yapay dillerden, Volapük (Dünya Dili), 1880 yılında Johann Martin Schleyer tarafından; Esperanto (Ümit Dili) 1887 Ludwig Lazarus Zamenhof tarafından oluşturulmuştur.
    DiLLERiN SINIFLANDIRILMASI
    Dillerin sınışandırılma ölçütleri, dillerin tarihsel gelişimlerine veya diller arasındaki ilişkilere dayalıdır. Sınışandırmada kullanılan en temel yöntemler köken sınışandırması (jenealojik veya genetik sınışandırma) ve yapı bakımından sınışandırmadır (tipolojik sınışandırma). Köken sınışandırmasında farklı diller arasında genetik ilişki ve bağlantılar esas alınır; yapı bakımından sınışandırmada ise dil türlerini ayırmak üzere biçim bilgisel veya söz dizimsel göstergeler kullanılır.
    KÖKEN BAKıMıNDAN DÜNYA DİLLERİ : Afroasya dilleri, Altay dilleri, Amerikan yerli dilleri, Avustralya dilleri, Avustroasya dilleri, Avustronezya dilleri, Çari-Nil dilleri, Çin-Tibet dilleri, Dravid dilleri, Eskimo-Aleut dilleri, Hint-Avrupa dilleri, Hoysan dilleri, Karma diller, Mon-Kmer dilleri, Munda dilleri, Nijer-Kongo dilleri, Nil-Sahra dilleri, Paleo-Asya dilleri, Papua dilleri, Ural dilleri, Yapay diller vb.
    Afrosya (hami-sami dili): Kuzey Afrika’da ve Güneybatı Asya’nın birçok bölgesinde en baskın dil ailesidir. Arapça, ibranice.
    Altay Dilleri : Adını Altay dağlarından alan Altay dilleri; aralarındaki genetik akrabalık kesin olarak ortaya konulamayan Türk dilleri, Moğol dilleri ve Mançu-Tunguz dillerinden oluşur.Türkçe, Altay dillerinin yazı dili sayısı bakımından en kalabalık dilidir.
    Altay dilleri yapı bakımından yüksek düzeyde sondan eklemelilik özelliği gösterir. Cümleler Ö-N-Y (Özne-Nesne-Yüklem) dizilişindedir.
    Avustronezya (Malay-Polinezya) dilleri : Bu dil ailesinin konuşulduğu coğrafya Pasifik Okyanusu boyunca Malezya ve Endonezya’dan Yeni Gine, Yeni Zelanda ve Filipinler’e, batıda ise Madagaskar’a değin uzanır.
    Çin-Tibet Dilleri : Bu dil ailesinin henüz ortak kabul gören bir sınışandırması yapılmamıştır.
    Hint – Avrupa Dilleri : Hint-Avrupa dilleri ailesi dünyanın coğrafi bakımdan en yaygın, konuşur sayısı bakımından en kalabalık dillerinden biridir.
    Avrupa Dilleri >Arupa kıtasında yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu birbiriyle akraba Latin, Germen, Slav ailelerinden oluşan dilleri konuşur.
    Germen Dilleri > Bu grubun içinde Almanca, ingilizce, isveççe, Norveççe, Danca ve izlanda dili yer alır.Almanca, Avrupa’nın ana dili olarak konuşulan en büyük dilidir.
    İran Dilleri : Üç dört bin yıl önce Avrasya coğrafyasında konuşulduğu varsayılan kuramsal Ana irancadan gelişen iran dilleri, Ethnologue’un raporuna göre 87 sözlü ve yazılı dilden oluşan geniş bir ailedir.
    Ethnologue; SIL (Dil bilim Yaz Okulu) adlı bir kuruluşun, dünyanın 6,909 bilinen yaşayan dilini katologlayan, basılı ve web yayın şeklindeki ansiklopedik başvuru çalışmasının adıdır.
    Ural Dilleri : Asya’nın kuzeybatısı ile Avrupa’nın kuzeydoğusunda iskandinavya’dan Ural Dağlarına değin uzanan coğrafyada konuşulan ve Türk dilleri ile Hint-Avrupa dilleri tarafından bloke edilen Ural dilleri, Fin-Ogur dilleri ve Samoyed dilleri olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Fin-Ogur dilleri; Baltık Denizi civarın da Baltık-Fin dilleri, Saami (Sami) veya Kuzey iskandinavya’da Lap dilleri, Avrupa Rusyası’nın kuzeydoğusunda Perm dilleri, Batı Sibirya’da ve Macaristan’da Ogur dilleri gibi birkaç alt gruptan oluşur.
    Kafkas Dilleri: Kafkas dilleri üç aileden oluşur. Kartvel (Güney Kafkasya dilleri) ailesinin en önemli üyesi Gürcistan’ın resmî dili olan Gürcücedir. ikinci aile Kuzeybatı Kafkas dilleri (Batı Kafkas, Abhaz-Adıge dilleri), üçüncü aile ise Kuzeydoğu Kafkas dilleridir (Doğu Kafkas, Nah-Dağıstan dilleri).
    -en çok konuşulan dil : çin – ispanyolca – ingilizce
    YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DİLLERİ: bitişken (eklemeli) diller, bükünlü (çekimli) diller ve yalınlayan diller .
    Bitişken (Eklemeli) Diller: klemeli dillerde üretim ve çekim, sözcük kök veya gövdelerinin sonuna yeni sözcükler yapan eklerin; çatı, zaman, kip, kişi ekleri gibi belirli dilbilgisel işlevleri bulunan çekim eklerinin getirilmesi yani eklenme yoluyla gerçekleştirilir. Türkçe yalnızca sondan eklemeli bir dil olduğundan eklenme, son eklenme şeklinde gerçekleşir
    Bükünlü (Çekimli )Diller: Yunanca, Latince, ingilizce, Rusça, Ukraince, Arapça, ibranice bükünlü dillere örnek verilebilir. Bükünlü dillerde sözcüğün biçiminin değişmesi anlamın ve/veya dilbilgisel işlevin de değiştiğini gösterir. Bükünlü dillerin en belirgin özellikler taşıyanı Arapçadır. İngilizce de bu gruba dahil.
    Yalınlayan Diller : Bu dillerde çekim yoktur. Sözcüğün biçimi değişmez veya sözcüğe herhangi bir gramatikal birim eklenmez. Dilbilgisel işlevler sözcük sırasıyla ve işlev sözcükleriyle gösterilir. Çince, Tibetçe ve Vietnamca yalınlayan dillerin en tipik örnekleridir.
    SÖZ DİZİMİ BAKIMINDAN DİLLER:
    ÖNY (özne-nesne- yüklem) = 180 dil ; Bengalce, Farsça, Hintçe, Japonca, Latince, Türkçe
    ÖYN (özne-yüklem-nesne = 168 dil = Arapça (konuşma dili), Fransızca, ingilizce, ispanyolca, Malayca, Mandarin, Portekizce, Rusça
    YÖN (yüklem- özne-nesne) = 37 = Arami, Arapça (edebî dil), ibranice, irlanda dili

    ---Türkçenin binlerce yıl önce Moğolca ile tek bir dil olduğu varsayılan döneme Ana Altayca adı verilir. Türkçe, ilk Türkçe adı verilen süreçte yani Büyük Hun imparatorluğu döneminde bağımsız bir dil hâline gelmiş, Avrupa Hun imparatorluğu döneminde ise Ana Türkçe adı verilen süreç başlamıştır. Yazılı ilk olgunlaşmış Türkçe belgelerin bulunduğu Göktürk dönemi ile Uygur dönemlerine de Eski Türkçe adı verilir.
    Altay dilleri ailesinin en çok yazı dili ve konuşuru bulunan üyesi Türkçedir.
    - Türk dillerini altı gruba ayırırlar: Güneybatı (GB), Oğuz Türkçesi, Kuzeybatı (KB), Kıpçak Türkçesi, Güneydoğu (GD), Uygur Türkçesi, Kuzeydoğu (KD), Sibirya Türkçesi, Kuzeydoğu (KD), Sibirya Türkçesi, Halaçça, Argu Türkçesi

    Kültür :
    Tylor, kültür ve uygarlık arasında bir ayrım yapmazsa da ‹ngiliz tarihçi A. Toynbee kültürle uygarlık kavramlarını birbirinden ayırmış ve uygarlığı “bütün insanlığın, herkesi kapsayan tek bir ailenin üyeleri olarak, tam bir uyum hâlinde yaşayabilecekleri bir toplum durumunu yaratmak için girişilmiş bir çaba” şeklinde tanımlamıştır
    -Kültürel değişmeler; etkileşimin derecesine göre kültürel etkileşim, kültürel asimilasyon veya karma kültürlülük biçimindedir.
    -Farklı kültürlerin karşılaşmasıyla ya da kültürlerarası etkileşimle ortaya çıkan kültürel değişmeler, en önce kendini dilin söz varlığında hissettirir. Toplumların kültürel etkileşimleri sonucu dilin ilk ve en hızlı etkilenen, en kolay değişen ögesi ise söz varlığıdır.
    Türk kültür tarihinde yaşanan değişmeler söz varlığımızı da etkilemiş, karşılaşılan kültürlere ait çeşitli sözcükler dilimize girmiştir.
    ---Kul Mesut’un Farsçadan çevirdiği Kelile ve Dimne,
    Hoca Mesut’un Farsçadan çevirdiği Süheyl ü Nevbahar,
    Şeyhoğlu Sadrettin Mustafa’nın Farsçadan çevirdiği Marzubanname,
    Salebî’nin Arapçadan çevirdiği Kısas-ı Enbiya
    -‹brahim Müteferrika’nın Avrupa’da tanıştığı matbaayı ‹stanbul’a taşımasından sonra Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in kaleme aldığı Sefaretname adlı eser.
    -19. yüzyılda Batı dillerinden Türkçeye yapılan edebî çevirilerin ilk ürünleri arasında Münif Paşa’nın Voltaire, Fenelon ve Fontenel’den seçilmiş felsefi diyalogları içeren Muhaverat-ı Hikemiyye adlı eseri, Yusuf Kâmil Paşa’nın Fenelon’dan yaptığı Telemak çevirisi, Münif Paşa’nın Victor Hugo’dan Mağdurîn Hikâyesi adıyla yaptığı Sefiller çevirisi, Ahmet Lütfi Efendi’nin Daniel Defoe’dan Hikâye-i Robenson adıyla yaptığı Robinson çevirisi, Recaizade Mahmut Ekrem’in Chateaubriand’dan Atala çevirisi, Ziya Paşa’nın Rousseau’dan Emile çevirisi, Sıddık’ın Saint-Pierre’den Paul ve Virginie çevirisi, Teodor Kasap’ın Aleksandre Dumas Pére’den Monte-Cristo çevirisi
    sayılabilir.
    O dönemde çıkarılan belli başlı gazeteler Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahvâl, Tasvir-i Efkâr, Muhbir, ‹bret, Devir, Bedir, Tercüman-ı Hakikat, Hadika, Vakit, Sabah’tır.
    Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi , Türk aydınları.
    -Kültürel değişme süreçleri belirli aşamalarla gerçekleşir. Bu aşamalar yenilik, seçici ayıklama, toplumsal kabullenme ve bütünleşme olarak sıralanabilir.
    -eski Uygur Türkleri tarafından Türk Runik yazısı ile kitap biçiminde yazılan ve Runik yazı ile kâğıda yazılmış tek eser olarak günümüze kadar gelen bir fal kitabı olan Irk Bitig, fal geleneğinin eski Türk toplulukları arasında da yaşadığını, o dönemlerde nelerin uğurlu, nelerin uğursuz sayıldığı nı bizlere haber vermektedir. Irk Bitig, eski Uygur Türklerinin sadece dilleriyle ilgili değil kültürleri ve yaşam tarzlarına dair de bilgiler içermektedir.
    Dil ve Toplum :
    Toplum, dil kullanımını iki yönde kontrol eder. Birincisi bir dizi norm üretir. Bu normları az ya da çok öğrenir ve takip ederiz. ‹kincisi normlara uymak için motivasyon sağlar. Bu tür bir motivasyon, içinde bulunulan toplumsal duruma uygun konuşma biçimlerinin seçilmesine yardımcı olur.
    -Sosyolekt ya da sosyal diyalekt denilen kavram, belirli sosyal gruplar tarafından kullanılan konuşma biçimlerini karşılamak üzere kullanılmaktadır. Örneğin cinsiyet, yaş, ekonomik düzeye göre çeşitlilik gösteren konuşma biçimlerinden her biri birer sosyolekttir.
    -konuşma bağdaşması : Toplumsal mesafe veya yakınlık bağlamında önemli bir kuram olan bağdaştırma kuramından da kısaca söz etmekte yarar var. ‹nsanlar birbirleriyle konuşurken konuşmaları birbirine benzer hâle gelir. Yani konuşurun tarzı konuştuğu kişinin stili ile birleşir. Bu süreç konuşma bağdaşması olarak adlandırılır. Bu da özellikle konuşur hitap ettiği kişiden hoşlanmışsa ya da onu memnun etmek istiyorsa gerçekleşir. Konuşma tarzını karşıdakine yaklaştırmak bir bakıma kibarlık stratejisidir. Yani hitap edilenin tarzı kabul edilebilir ve taklit etmeye değer anlamına gelir.
    -Levinson, nezaketin üç ana stratejisinden bahseder: Negatif nezaket, pozitif nezaket ve örtük nezaket. Bu stratejiler ‘onur’ kavramıyla yakından ilişkilidir.
    -1932 Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)
    -Kültürler devingendir, zaman içerisinde yeni ihtiyaçlara bağlı olarak değişir ve güncellenir.
    -Dil ve kültürel davranışlar arasındaki ilişkiyi tartışan meşhur bir kuram, Whorf Varsayımı ya da Sapir-Whorf Varsayımı olarak bilinen kuramdır.
    Bu kurama göre dil, düşünceyi, toplumsal davranışları ve toplumsal davranış örüntülerini belirleyen bir kalıptır. Bu durumda, bir dilin yapısı, o dili konuşanların dünya görüşlerini de belirlemekte ve biçimlendirmektedir.

    -1935 Atatürk , dil ve tarih-coğrafya fakültesini kurdu.
    -türkçenin yaşının en az 8500 yıl geriye gittiği şeklindedir. -en eski yazılı belgelere sahip dil, Türk dilidir.
    -MS 5-10. yüzyıllarda eski türkçe dönemi olarak kabul edilir. Eski türkçe dönemi Köktürk ve Uygur Dönemi olmak üzere 2ye ayrılır.
    Köktürk ler türkçenin bilinen ilk ve hacimli yazılı belgelerini bırakmışlardır.
    -Göç Destanı: Uygur türklerinin ulusal birliğinin bozulması sonucu, uygurların güneye göç etmelerini anlatan destandır.
    Karahanlı – Harezm Dönemi (orta Türkçe) = 3 dildir. Kuzey (kıpçak)türkçesi; Doğu (Çağatay) Türkçesi, Batı (eski oğuz) Türkçesi
    KARAHANLI DÖNEMİ:
    Yusuf Has Hacip = Kutadgu Bilig
    Kaşgarlı Mahmut = Divanı Lügatu Türk
    Edip Ahmet Yükneki = Atabetül Hakayık
    Ahmet Yesevi = Divanı Hikmet.
    Ve Kur'an Tercümesi bu dönemde olmuştur.
    HAREZM-ALTINORDU TÜRKÇESİ : daha çok dini ve edebi eserler yer almıştır.
    Zemahşeri = mukaddimetül edeb
    Muinül Mürid, Hüsrev ü Şiirin, Muhabbetname, Nercül Feradis bu dönemde yapılmıştır.
    Kuzey (kıpçak)türkçesi ile en önemli eser : avrupalılar tarafından yapılan Codex Culahicus tur.
    Doğu (Çağatay) Türkçesi: bu dönemde Lütfi ve Sekkaki gibi önemli şairler yetişmiştir.
    Mecalisün Nefayis, Muhakemetül Lügateyn, Nesayimül Mahabba önemli eserler.
    En önemli edebiyatcısı aynı zamanda hükümdar olan Hüseyin BAYKARA ve Babür dür.
    Batı (eski oğuz) Türkçesi: 16. yy da Osmanlı Türkçesi ile başlar. Sultan Veled, Yunus Emre, Şeyyah Hamza, Gülşehri, Aşık Paşa, Ahmet Fakih ve Hoca Mesud.
    TÜRKÇENİN YAZILIMDA KULLANILAN ALFABELER:
    türkler 13 alfabe kullanmıştır. Şuan da 3 alfabe kullanılmaktadır. Latin, Kiril, Arap.
    Arap Alfabesi : islamiyetin kabulünden sonra 19. yy a kadar kullanılmıştır.
    Kiril Alfabesi ( Slav Alfabesi) : ilk kullananlar Türk soyu Çuvaşlar olmuştur. 1926 da yapılan Bakü Türkoloji Kongresinde, bütün Türklerin Latin alfabesi kullanması yolunda karar alınmış ama Çuvaşlar dışında herkes bu kararı uygulamıştır.
    Latin Alfabesi : Osmanlı da latin alfabesi kullanılması ilk olarak 1868 de ortaya atılmıştır. Osmanlıda latin alfabesini ilk kullananlar Arnavutlardır.
    1927 de alfabe değişikliği kararı alınır ve 1 kasım 1928 de kanun çıkartılır.
    TÜRKİYE TÜRKÇESİ :
    Oğuz Türkçesinin bir koludur.
    ÇAĞDAŞ TÜRKİYE TÜRKÇESİ :1911 de Ömer Seyfettin ve Ali Canip in başlattığ Yeni Lisan hareketii Osmanlı Türkçesinin sonunu getirdi. Özellikle Ziya Gökalp ın katılmasıyla Yeni Lisan çok güçlendi.
    TÜRK DİLİ ÇALIŞMALARI :
    16. YY da Türk-i Basit (sade türkçe) hareketi başlatılır. Bergamalı Kadri tarafından Müyessirül ULUM adıyla dil bilgisi kitabı çıkartılır. Bu eser ilk dil bilgisi kitabıdır.
    20. YY da Şemsettin SAMİ nin eseri Kamus-ı Türki, Türkçenin bugüne kadar hazırlanmış en iyi sözlüklerinden biridir.
    Selanik te bir grup Genç Kalemler dergisini çıkardı. Önemli isimleri ise: Ömer seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tır.
    Amacları: İstanbul türkçesi gibi yazmak. Arapça ve farsca gramer kullanmamak. Tamlamaları, türkçe kurallara göre kullanmak. Yabancı kelimeleri türkçe söylenişiyle yazmak. Öteki Türkçe lehçelerinden kelime almamak. Milli bir dil ve milli bir edebiyat meydana getirmek.
    ATATÜRK VE TÜRK DİLİ:
    1924 tü Türkiyat Enstitüsü kurulmuştur. Gerekçesi Devleti ilmi temeller üzerine yükseltme arzusudur.
    1931 de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) kuruldu.
    12 Temmuz 1932 de Türk Dil Kurumu kuruldu.
    Güneş Dil Kuramı : en eski dilin Türkçe olduğu ve başka dillere kaynaklık ettiğini ileri süren ve bunların dil bilimi temellerine dayandırılabileceği varsayımından doğmuş olan bir kuramdır. Bu kurama göre, insan dışarıdan gelen etkiler altındadır ve ilk düşünme güneşle ilgilidir. Bu nedenle dillerin doğuşu da güneşle ilgilidir.


    -yazıldığı gibi okunan alfabelere sesçil alfabe. Yazılı ve okunuşu farklı alfabelere geleneksel alfabe denir.
    Türk alfabesi, ses birim-yazı birim karşılığı ilkesini esas alır.
    -Ötümlü sese örnek olarak “z” sesi verilir. Ötümsüz seslere de “s” sesi verilir.
    Ağız boşluğunda ağız sesleri, boğaz boşluğunda geniz sesleri oluşur. M ve N sesleri geniz sesleri; diğer sesler ağız sesidir.
    TÜRKÇENİN ÜNLÜLERİ
    konuşma seslerini Ünlüler, ünsüzler ve ikiz ünlüler olmak üzere 3e ayırabiliriz.
    Ünlüler : Türkçede en zayıf ünlü I dır.
    TÜRKÇENİN ÜNSÜZLERİ:
    ölçünlü türkçede gırtlakta oluşan tek ünsüz h dir.

    -birinci heceden sonra o-ö bulunan sözcükler yabancıdır.
    Türkçede iki ünlü yanyana gelemez.
    Yazılışta söz başında 2 ünsüz bulanan sözcükler yabancı kökenlidir.
    Y , ş , s, n kaynaştırma harfleri değildir. Sözcük sonunda b c d ğ g ünsüzleri bulunmaz. Türkçe kökenli sözlerde j bulunmaz.




  • TÜRK İDARE TARİHİ – 4. SINIF – GÜZ DÖNEMİ – ARA SINAV.


    *Göçebe Çobanlık: ilk olarak Neolitik Dönem’de (M.Ö. 8000-5000) hayvanların evcilleştirilmesiyle berabEr yerleşik toplumun ortaya çıkışı ile eşzamanlı şekilde beliren üretim ve yaşam biçimi.
    *Tarım, yoğun (entansif), çobanlık ise yaygın (ekstansif) üretimdir. *Otarşi: Ekonomik olarak kendi kendine yeterli olma hâli.
    M.Ö. 7000’de tarım yapılmış. 4000Lerde kasaba ve kentler kurulmuş.Sığır, koyun ve keçinin ehlileştirilmesi 6000’ler. Türklerin yaşam biçimini etkileyecek atın evcileştirilmesi ise 4000’ler ile 2000’ler arasında gerçekleşmişti
    Hunların lideri Mete imparatorluğunu ilan etti (M.Ö. 210 – 174). Kabile veya boya değil de kişiye/hanedana sadakat ekseninde bir araya geldiler.en önemli özelliği;yüksek bir disipline, tamamen askeri bir yapıya sahip olmasydı
    *Bumin Kağan’ın Moğolistan’a hakim Avarlar’ı tarihten silmesi, Türkler’in yeni adreslerini de tayin etmişti. Ötüken adı verilen nehirler ve ormanlarla çevrili kuzey Moğolistan bölgesi, en baştan itibaren imparatorluğun esas merkezi olarak sivrildi. Bu nedenle Türkler, Orhon nehrinden beslenen dağlık ve ormanlık alana, “Kutlu Ötügen Ormanı”, havzaya da “Ötügen yeri” adını vermişlerdi. Hunların merkezi, “****r şehri”, Göktürklerin “Ötügen”i, Uygurların “Ordu-balıg”ı hep bu havza içerisinde kurulup yükselmişti. Raux’nun da altını çizdiği üzere bölgenin kaderi, adeta üzerindekilerin alın yazılarıyla kesiştirilmiştir.
    *Sasaniler: 224-651 tarihlerinde hüküm sürmüş, ikinci Pers imparatorluğu da denen iran Devleti.
    * İlk Türk-Bizans görüşmeleri, Gök-Türk elçilerinin 576’da geldiği istanbul’da başlamış ve bir dizi elçi alışverişinden sonra sağlam bir ittifakın zemini yaratılabilmişti. Sasanilere karşı.
    * Maniheizm: Hz. isa, Zerdüşt ve Buda’nın öğretilerini harmanlayan, MS. III. asırda Pers iran’ında yaşayan Mani’nin geliştirdiği inanç sistemi.
    * Türk devlet teşkilatının temeli “aile” (aul) ünitesine dayanmaktaydır.
    * Federasyon: Küçük örgüt veya devletçiklerin bir araya gelmesiyle oluşturulan birlik.
    *imparatorluğa karakterini veren federatif yapılanmanın boylarda başladığı söylenebilir. Örneğin Kutluk Devleti’nin hükümdarı Kapgan kağan için yazıtta “otuz boyun kağanı” nitelemesi yapılmıştı.
    ***İMPARATORLUK iDARESiNiN YAPI TAŞLARI
    **İlkeler :
    *Oksızlık (Bağımsızlık) : Türk’ün ilk yazılı ürününde, Orhon Yazıtlarında geçen bu cümlede, kaybedilen özgürlüğe ağıt yakılmaktadır
    *Uluş (Ülke) : devleti oluşturan tüm halka ait olduğu anlayışının geçerli olduğunu ileri sürmektedirler. Buna göre devletin hâkimiyet sahası, hükümdarın keyfince idare ettiği bir toprak parçası değil, milletin malı, devletin temeli ve kağanların korumakla yükümlü oldukları değerli bir emanetti.
    *Kün (Halk) : kurultay veya şölen gibi etkinliklerde kişinin oturacağı yer veya savaşta hangi mevkide savaşacağı (cephe önü veya gerisi) hep statüsüne yani “orun”una göre belirlenmesi gösterilmiştir
    *Töre (Kanun): tahta oturan bir kağanın ilk icraatları arasında töre yayınlamak veya mevcut töreleri düzenlemek gelmekteydi
    **Yöneticiler:
    *Kut’lu Kağan : “Güneş bayrağımız, gökyüzü otağımızdır ... daha çok denizlere, daha çok ırmaklara doğru”.
    Eski Türk söylencelerine göre Tanrı, kutladığı kağanına tüm dünyayı vaad etmişti. “Güneşin doğduğu yerden batı’ya kadar her yer senin emrine girecek, çalış” diyen Uygur Yazıtı’nda da görüleceği üzere kağan, cihanı kendi sancağı altında birleştirmek şiarını yüklenmişti. Asya Hunlarından Avrupa Hunlarına kadar uzanan ve hükümdarın “tanrının kılıcı” olduğuna inanan bu algı- lama tarzı, Osmanlı’da “kızıl elma” olarak karşımıza çıkan “cihan hâkimiyeti mefkûresini” doğurmuştur. “Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldıkta, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. insanoğlunun üzerine atalarım Bumin Kağan ve istemi Kağan oturmuş” satırlarından da anlaşılacağı üzere Türk kağanı hem zaman hem mekân anlamında dünya hâkimiyeti için gönderilmişti. insanoğlunun yaratılışyla başlayan bu hükümranlık yasasının ebediyete kadar geçerli olacağına vurgu yapılmıştır.
    Eski Türk imparatorluklarında hükümdarlar farklı zamanlarda farklı unvanlar kullanmışlar ancak hiçbiri “kağan” kadar kalıcı olmamıştır. “Tan-hü”, “fian-yü”, “idikut”, “ilteber” ve “erkin” bunlardan sadece birkaçıydı. Otağ, davul, sorguç, yay, taht ve tuğ daha sonraki Türk imparatorluklarında da göreceğimiz en yaygın hükümdarlık sembolleriydi.
    *Toy (Kurultay – Meclis): Teşkilatın
    çıkarlar bileşkesini en açık şekilde gözler önüne seren unsur ise bir nevi danışma/ istişare kurulu şeklinde hizmet gören toy’lardı. Dönem kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla toy’un yılda üç defa olmak üzere toplanması, törenin gereğiydi. Toylara Moğollarda sadece asiller katılırken, Hun ve Göktürklerde halk da -yani boy yöneticileri dışındaki kişiler- iştirak edebilmekteydi. Kağan bulunmadığı dönemlerde toy, “aygucı” veya “üge” unvanlı danışmanın başkanlığında toplanırdı.
    *Buyruk (Kağan’ın Yardımcıları - Bakanlar):
    *Toy’larda alınan kararların arkasında duran, uygulamaya koyan ve zaman içerisinde çeşitlilik kazanan görevleri yerine getiren kağanın maiyetinin sayısı zamanla artmıştı. bugünkü bakanlar kurulu. 6-9 üyeden oluşmaktaydı.Yönetici tabaka kendi içerisinde; (1) kağan, (2) buyruklar ve (3) beyler olarak ayrışmıştı.
    *Hatun: kağan ın eşi. Karar alma sürecinde en az kağan kadar söz sahibiydi
    *Tigin (şehzade): Tiginlerin idare sanatında tecrübe kazandıkları asıl mevki, devletin sağ veya sol kolunda verilen “başbuğ”luk göreviydi.
    *Boyun kendine has sembolüne “uran” denmekteydi.Ordunun en küçük çekirdeği, temeli Mete tarafından atılan onlu sisteme dayanmaktaydı. Ordunun başkomutanı kağandı..
    *Adalet Mülkün temelidir in eski Türklerdeki karşılığı "il gider, töre kalır"
    *Uygurcada geçen “bilge töriçi” hem “kanun koyucu” hem “yargıç” karşılığında kullanılmaktaydı.
    *Yargıda son merci kağandır.
    *Orta Asya insanı göçebe çobandı. karizmatik liderler başkanlığında imparatorluklar kurulmuştu.
    *Metafizik söylemlerle devlete meşruiyet sağlamak, Fransız Aydınlanması ve ihtilaline kadar devam edecek genel bir uygulama olmuştur.
    *Mete - Asya Hun imparatorluğu = ilk ordu teşkilatını yapan Bozkır devleti ve kağanı
    *töre’nin kaynakları = Kağan - Toy - Halk
    *Talas Savaşı: Müttefik Abbasi - Karluk ordusunun Çinlileri yendiği ve bunun sonucunda Orta Asya kapılarının islamiyet’e açıldığı savaş (751).

    *Samaniler: Kökenleri tartışmalı (iran veya Türk) 874-1005 tarihlerinde hüküm sürmüş, islamiyet’in Orta Asya’ya yayılmasını sağlamış, kadim iran yönetim geleneklerine sahip çıkmış hanedan.
    *KARAHANLILAR DEVLETİ : Karahanlı şeceresinde göze çarpan ilk isim Bilge Kül Kadır Han’dır. Karahanlı hükümdarları bir Müslüman ad veya lakap kullanmışlardır (Muhammed, Yusuf, Hasan, Cebrail gibi). Hatta daha halifelik müessesesiyle iletişime geçmeden dinin koruyucu anlamlarına gelen “şihabü’d-devle”, “zahir’üd-devla” gibi elkabları
    isimlerinin önüne iliştirmeye başlamışlardı.islamiyet’e geçen Batı Karahanlılar, yüzyılın sonuna doğru Semerkant ve Samani başkenti Buhara’yı ele geçirip devletin sınırlarını batıya taşırken, bir yandan Türkler arasında Müslümanlığın yayılmasına çalışmış (cihad), diğer tarafta Sünni islamlığa ters inanç ve hiziplerle mücadeleye girişmişti.
    Yusuf Has Hâcib (1017- 1077): Balasagunlu Yusuf olarak da anılan, Türk dilinin yüz akı, aynı zamanda dönem siyaset anlayışını gözler önüne seren Kutadgu Bilig (kutlu kılan bilgi) isimli eserin yazarı, Karahanlı devlet adamı. (Karahanlılar)
    Karahanlıların İslamiyeti tanmasına ve resmi din olarak kabul etmesine sebep olanlar : Samaniler
    Bozkır devletlerinde hükümdarın en ayırt edici özelliği, ilahi boyutuydu.
    GAZNELİLER DEVLETİ :
    Hindistan’a cihad etmişlerdir. En parlak dönemini Mahmut döneminde (gazneli mahmut) yaşamıştır. Dandanakan’da Selçuklular karşısında uğranılan yenilgiyle iran’daki topraklarını kaybetmiştir. Gazne hükümdarının en ayırt edici tarafı, “sultan” unvanını sahiplenen ilk Müslüman-Türk devleti olmasıdır. Casus ve muhbirleriyle hem merkez hem taşrada etkili bir istihbarat ağı kurmuştu. Gazneli Mahmut, vezirleri “sultanların düşmanı” olarak değerlendirmişti. Gazneli Mahmut, vezirleri “sultanların düşmanı” olarak değerlendirmişti. Casusluğa önem vermişlerdir. Divân-ı fiugul-i işrâf-ı Memleket kurulmuştur.
    SELÇUKLULAR :
    (Kınık: Selçuklu devletini kuracak olan ve Oğuzların 24 boy’undan birisi olan boy.)
    (Selçuk Bey’in beş oğlu bulunmaktaydı: Arslan Yabgu, Mikail, Musa Yabgu, Yusuf inal ve Yunus.)
    (Dandanakan Savaşı (1040): Selçukluların rüştünü ispatladığı, bağlı oldukları Gaznelileri dize getirdikleri, bir anlamda devletlerinin temellerini attıkları savaş). 1040 Selçuklunun kuruluş tarihidir. Selçuklu merkezîleşmesinin zirve noktası Melikşah Dönemi’dir (1072-1092). Siyasi karışıklık, mali ve askerî zafiyete neden olmuş, en sonunda Berkyaruk 1104 yılında ülkeyi kardeşi Tapar ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar son Selçuklu Sultanı Sencer, ülkeyi kendi sancağı altında birleştirmeyi başarmışsa da bu son derece tartışmalı bir birlik olarak değerlendirilmiştir.
    Süleyman fiah, Malazgirt Savaşı’ndan sadece dört yıl sonra iznik’i Bizanslılardan almış ve devrin Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından “Sultan-ı Rum” payesi ile onurlandırılmıştı.
    (Moğol istilaları: Japonya’dan italya’ya kadar geniş bir coğrafyayı tüm 13. yüzyıl boyunca etkisi altına alan Moğol saldırılarıdır. Özellikle 1220’lerden itibaren Anadolu’ya yönelik yoğun Türkmen göçünü tetiklemiştir.)
    Dönem araştırmacılarına bakılacak olursa, kentlerin imarı, şehirlerarası yollar, şehir içi sulama sitemleri, saray, bedesten ve kervansaray gibi imar çalışmaları o kadar geniş çaplı yürütülmüştür ki Selçuklular bu konuda Romalıları adeta ezmiştir. Selçuklular toprakları “mirî” arazi statüsüne sokmuştur. Selçuklu çökünce İlhanlılar "Dalay" , Osmanlılar "Tımar sistemi"ne dönüştürmüştür.
    Tahtı hanedanın ortak malı olarak gören anlayış, Anadolu Selçuklularından beyliklere (Saruhan ve Karamanoğulları en canlı örnekleridir) ve oradan Osmanlılara geçmiş ve en nihayet Fatih Kanunnamesi ile devletin bekasını tehdit eden bir unsur olmaktan kurtarılabilmiştir. Selçuklu Devleti’nin kuruluş şekli birçok bakımdan Gazne Devleti’nin kuruluş modeline benzemektedir.Selçuklu Devleti’nin asıl hayat alanı Horasan’dı ve bu coğrafyanın yurt hâline getirilmesi ancak Dandanakan Savaşı’ndan sonra gerçekleşmişti. Halife hutbelerde Selçuklu hükümdarlarını, “melikü’l-arab ve’lacem”, “seyyidu mülûki’l-ümem” ve “ziyâu’d-dîn” payeleriyle kutlamıştı. Anadolu Selçuklularına ait en eski para Mesud zamanına dayanırken (ilk olduğu konusu tartışmalıdır), oğlu II. Kılıç Arslan Devri’nden itibaren gümüş ve altın para dolaşıma sokulmuştu. Selçuklu Merv, Serahs ve Nişabur da saraylar yapmıştır. Başkentlerde inşa edilen saraylar “dergah" veya “bârgâh” olarak da adlandırılmıştı. Darül Mülk = konya. Hacipler sarayın en yetkili kişisidir. Vezirden sonra gelir ama vezirle beraber konukları karşılar.
    en önemli maliye memuru iğdişbaşı.
    Divân-ı istifâ-yı Memalik: Devletin tüm mali işlerinin kaydının tutulduğu ofisti
    Divân-ı işrâf-ı Memâlik: Devletin hem mülki hem mali personelini teftiş altında tutan denetleme birimiydi.
    Divan-ı Arzı’l-cuyuş: Selçuklu ordusunun her türlü ihtiyacını karşılayan divandı.(bugünki milli savunma bakanlığı)


    Gazneliler, Samani Devleti’ni ülkesinden bürokrasisine kadar tüm ögelerini içine alarak kurumlaşmışsa, Selçuklular da Gazne geleneğinin üzerine bir imparatorluk inşa etmişlerdi.
    Gaznelilerin Selçukluların ortak özelliği : Yıktıkları devlet yapısını olduğu gibi kullanmaları
    Anadolu Selçukluları özellikle hangi alanda Büyük Selçuklularından farklı bir politika takip etmiştir? Toprakları devletleştirmeleri
    istihbaratı önemseyen = gazneliler ///// istihbaratı küçükseyen = Selçuklu
    Divan-ı mezalim = adalet //// Türk-islam devletlerinde adalet yönetiminde en üst makam = sultan
    OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİNDE YÖNETİM YAPISI
    Selçuklu ve İlhanlılar ın etkisi altında kalmıştır.
    Mali işlere bakan “defterdar” terimi ilhanlılardan gelmektedir.
    Yusuf Has Hacib= Kutadgu Bilig /// Nizamü-l Mülk = Siyasetnâme’s //// ibn-i Haldun = Mukaddime
    Reâyâ: Vergiye tabi olan askerî seçkinler dışında kalan Müslüman veya gayrimüslim tebaaya Osmanlılarda kullanılan terim.
    ilk fethdedilenler Karaca Hisar, Yenişehir.
    Orhan gazi döneminde: vefat eden hükümdarın tahtını alacak kişinin seçiminde ileri gelenlere danışma mekanizması; devlet ileri gelenlerinin giyimkıyafetinin bir kurala bağlanması,para bastırılması gibi uygulamalar yapıldı.“Divân”teşkilatının çekirdeğini oluşturuldu.
    --14. yy da düzenli orduya geçiş başlamış.
    -Osmanlı devlet idaresini, tarihçiler genellikle üç ana başlık altında incelemişlerdir. Merkez Teşkilatı (Merkezi idare), Askeri Teşkilat ve Taşra Teşkilatı (Eyalet Yönetimi.)
    -Divân-ı Hümâyûn: Farsça kökenli bir kelimeydi ve danışma meclisi, günümüz bakanlık ofisi anlamlarına geldiği gibi küçük şiir kitapları da yine bu adla anılmaktaydı.
    Divân’da verilen kararlar padişahın onayından sonra hüküm adını alır ve önemli sayılanlar mühime defterlerine kaydedilirdi.
    Orhan Bey Dönemi’nden itibaren Fatih’in ilk yıllarına kadar Divân, her gün hükümdarın başkanlığında toplanmaktaydı.
    Osmanlı Divân’ına padişah başkanlık ettiği için Fatih zamanına kadar Divân Edirne’de toplanmıştır.
    Fatih zamanında hem padişahların Divân’a katılmaları ve hem de yemek usulü kaldırılmış, Divân başkanlığı ise veziriazama bırakılmıştır. Divân-ı Hümâyûn en gelişmiş şeklini Fatih Sultan Mehmed zamanında almaya başlamıştır.
    DİVAN-I HÜMAYUN UN ÜYELERİ VE YARDIMCILARI
    Veziriazam ve vezirler; kazaskerler, defterdar, nişancı , Yeniçeri ağası ve donanma kaptanı Rumeli Beylerbeyi (çağrılırsa gelir), Anadolu Beylerbeyi (çağrılırsa gelir), fieyhülislam (çağrılırsa gelir).
    Osmanlı Devleti’nin ilk vezir-i azamı Çandarlı Halil Hayreddin Paşa.
    Osmanlı Devleti’nin ilk veziri ise ulema sınıfından Alâeddin Paşa idi.
    Kazaskerler : Balkanlarda idari ve askerî düzeni yapılandırır.
    Defterdar : Osmanlı Devleti’nin mali işlerinden sorumludur.
    Nişancı : Osmanlı Devleti’nin arazi kayıtlarını içeren Tahrir Defterlerindeki düzeltme ve değişiklikleri yapmak.
    - Osmanlının ilk kadısı : Dursun Fakih.
    - Paşa ünvanı alan ilk rumeli beylerbeyi : Lala Şahin. (lala paşa)
    - Osmanlı taşra teşkilatının en büyük idari ve askeri amiri olan beylerbeyidir.
    -Osmanlı askerî teşkilatının oluşmasında Türkiye Selçukluları, ilhanlı ve Memlüklerin etkisi görülmektedir.
    -Osmanlı yönetim yapısını belirleyen en önemli kurumlar kul sistemi ve tımar sistemidir
    kul sistemi hem hükümdarın doğrudan kendine bağlı bir ordu oluşturması hem de düzenli ordu ihtiyacını karşılamasını sağlamıştı.
    Tımar sistemi devletin üretimden alacağı vergiyi asker sağlama karşılığında tevcih ettiği tımarlı sipahiler sayesinde hem asker ihtiyacı karşılanmış hem de toprağın işlenmesi ve üretim bakımından fayda sağlamıştır.
    Osmanlıların devlet anlayışındaki temel avram “adalet” anlayışıdır.
    Osmanlı merkezî yönetiminin ana unsuru Divânı Hümâyûn olmuştur.
    Osmanlı Devleti’nin ilk yazılı Kanunnâmesi = Fatih Sultan Mehmed
    Erken dönem Osmanlı askeri teşkilatının ilk düzenli birliklerine Yaya ve Müsellem denir.
    Beylerbeyilik > Sancak > Kaza > Nahiye > Köy
    Osmanlı Eyalet askerleri hangi askeri birliklerden oluşur? Tımarlı sipahiler-Azaplar-Akıncılar
    Aşağıdakilerden hangisine Osmanlı arazi teşkilatında geliri en yüksek olan Has’lar verilmez? Alay beyleri
    Devşirme işinde Ocağı’na birinci derecede sorumlu olan “Yeniçeri ağası" devşirilecek çocuk miktarını da belirlerdi.
    Osmanlılarda ilk saray Bursa da yapılmıştır.
    Topkapı , Dolmabahçe, Beylerbeyi, Çırağan ve Yıldız sarayları vardır
    üç odabaşı vardır: hasodabaşı, hazinedarbaşı, kilercibaşı vardır.
    Kapıağası, padişah adına sarayın mutlak amiridir
    Kul sisteminin ahenkli bir bütün şeklinde işlemesini sağlayan sistem çıkma'dır.
    Osmanlı sarayı başlıca Enderun (iç) ve Birun (taşra) olarak ikiye ayrılmıştır. Enderun’da padişahın kişisel hizmetleri ile gulamların eğitimine yer verilmiştir. Birun ise onun dış hayatının geçtiği bir yer olduğu kadar aynı zamanda bir mekteptir de.
    Enderun daki odalar : hasoda , hazine odası, kiler odası, seferli oda.
    Enderun’da yetişen içoğlanları daha sonra çıkma denilen bir atama usulüyle Birun’da görevlendirilirdi
    Birun : Sarayın dış bölümüydü. Birun’da geniş bir yönetici kadro yer alırdı. Birun’daki Kapı kulları şunlardı :
    Yeniçeriler , Altı Bölük Halkı (sipahiler, silahdar, sağ ve sol garipler, sağ ve sol ulufeciler.) , Topçular ve Cebeciler , Mehterler
    , Müteferrikalar: (Enderun’dan çıkma içoğlanlar, beyzade çocukları, devlet ileri gelenlerinin çocukları.)

    Birun’da başka görevliler de vardı. Başlıcaları şunlardı:
    Padişah Hocası: fiehzadelerin eğitimiyle meşgul olurdu.
    Hekimbaşı: Cerrahbaşı da denilen doktordu.
    Çavuşlar ve Çavuşbaşı: Haberleşme ve elçilik görevini yapar.
    Osmanlı bürokratik yapısı örfiyye (ehl-i kılıç=seyfiyye ve ehl-i kalem=kalemiyye) ile şeriyyeden (ilmiyye=ehl-i ilm=ulema) oluşmakta ve bunların görev alanları birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaktaydı.
    DİVANI HÜMAYÜN :
    1. Asıl Üyeler: a. Vezir-i azam, b. Kubbealtı vezirleri, c. Kadı askerler, d. Nişancı,e. Defterdarlar, f. Rumeli beylerbeyi,
    2. Belli bir statüye ulaştıkları zaman Divan-ı Hümayun üyesi olan görevliler: a. Yeniçeri ağası, b. Kaptan-ı derya;
    3. Divan-ı Hümayun üyesi olmamakla beraber toplantılara katılabilen kişiler: a. Beylerbeyi rütbesindeki yöneticiler, b. Mazul beylerbeyleri;
    4. Divan-ı Hümayun’un Yardımcıları: • Birinci derece yardımcılar; a. Reisülküttap, b. Tezkireciler, c. Çavuşbaşı. •
    Diğer Yardımcılar:
    a. Büro işlerinin görülmesinde çalışanlar,(doğrudan doğruya nişancıya hizmet edenler-kâtipler ve reisülküttabın odasında çalışanlar-tercümanlar), saray görevlileri (teşrifatçılar ve vakanüvisler)
    b. infaz işleri ile görevli olanlar (Divan-ı Hümayun çavuşları ve kapıcılar).
    ASIL ÜYELER : Veziriazam : padişah adına karar vermede yetkili kişidir. ilk dönemlerde ilmiye sınıfından gelirken Fatih’ten sonra devşirmeler içinden gelir.
    Nişancı tuğra çeker, tahrir defterleri üzerinde değişiklik yapabilir. Yabancı devletlerden gelen nameleri Osmanlıcaya çevirir. 18. yy dan sonra bu görevler reisülküttaba geçer.
    Defterdar, padişahın malının vekilidir. Hazineye giren çıkan paradan sorumludur. bütçeyi padişaha sunar.mali konularda davalara bakar.
    Kazasker, şer’i hukukun başındaki kişidir. Bütün davalara bakar. Bulunduğu yerin idari, ticari amiri sayılır. Hukuku uygular
    Divanı Hümayun kalemleri : Beylikci Kalemi (devletin yazışma işlerinin merkezi) ; Tahvil Kalemi (yazıları kontrol eder) ;
    Ru’us Kalemi: Tahvil kaleminin görev alanı dışında kalan, daha düşük derecedeki rical-i devletin maaş, tayin vb. işleri ile ilgilenir.
    Dirlikler arazinin gelirine göre 3’e ayrılmıştır. : Tımar (3-20bin akçe) , Zeamet (20-100 bin akçe), Has (+100bin akçe)
    EYALET İDARİ BİRİMLERİ
    Eyaletler ve Beylerbeyilik :(VALİ) Eyaletin en yüksek rütbeli yönetici sıfatı ile beylerbeyi, padişahın yürütme gücünü ve otoritesini taşrada temsil etmektedirler. Beylerbeyi, Divan-ı Hümayunun küçük bir kopyası olan “Eyalet Divanı” nın başıydı. Beylerbeyilik makamı, ayrıca, Divan-ı Hümayun’a müracaat etmeden önce müracaat edilecek en yüksek ŞİKAYET mercii idi.
    SANCAK İDARİ BİRİMLERİ : Ülke idaresinde eyaletin bir alt birimi sancaktır. Sancaktaki en üst dereceli yöneticisi sancak beyidir.
    Sancakbeyi, idaresi altındaki bölgede güvenliği sağlama ve suçluları cezalandırma yetkileri ile donatılmıştı.

    KAZA İDARİ BİRİMİ : Kadı, öncelikle şeriat hükümleri ile kanunnameleri uygulayan bir yargı hâkimidir. Bununla birlikte sultanın idari-mali emirlerinin yerine getirilmesini gözetlemekle görevlidir ve yöneticilerin yasa dışı etkinliklerini derhal hükümete bildirmek yetkisine sahiptir.
    Kadılar yıllarca adaylıkta bekleyebilir, atanır atanmaz da çok para kazanmak için yolsuzluklardan çekinmezlerdi. Diğer taraftan onaltıncı yüzyıl ortalarında yüzlerce Anadolu medresesinde o kadar çok öğrenci kadı olmak için okuyordu ki onlara yer bulmak imkânsız hâle geldi. Suhte denen bu öğrencilerin çeteler kurup, kent yaşamını felç ettikleri, köyleri talan ettikleri sıkça görülmüştür.

    İmtiyazlı Eyelatler : Osmanlı Devleti’nin hakimiyetini tanıyan Kırım Hanlığı, Mekke Emirliği, Eşak, Boğdan ve Erdel Beylikleri, Sakız Cumhuriyeti imtiyazlı yönetimlerdi. Bu hükümetlerden Kırım Hanlığı ve Mekke Emirliği dışındakilerden yıllık belli bir vergi alınırdı.

    -Seyfiye Sınıfı (Ehl-i Örf): Osmanlı Devleti’nde padişah örfünü uygulayan sınıftır.
    -ilmiye Sınıfı (Ehl-i fier’): Medreselerde iyi eğitim görmüş, devletin adalet, eğitim ve yargı görevlerini üstlenen gruptu.
    -Kalemiye Sınıfı (Ehl-i Kalem): Nişancı, reisülküttab, ve defterdar gibi büro işlerini gören aklam ve muamelat görevlileri.
    - altı bölük halkı = silahdarlar , sipahiler , sağ garipler , sağ ulufeciler




  • TÜRK VERGİ SİSTEMİ – 4. SINIF – GÜZ DÖNEMİ ARA SINAVI

    Müslüman tebaadan alınan zekât, öşür; Müslüman olmayan tebaadan alınan haraç, cizye vergileri vardı.
    Öşür: Müslümanlardan alınan toprak ürünü vergisidir. Elde edilen ürünün onda biri vergi olarak alınırdı.
    Haraç: Müslüman olmayanlardan alınan bir vergiydi ve ikiye ayrılıyordu; Harac-ı Mukassem, elde edilen ürünlerden; Harac-ı Muvazzaf, toprak üzerinden alınırdı.
    Cizye, Müslüman olmayan erkeklerden, askerlik görevi karşılığı olarak alınırdı.
    -Osmanlı da vergilerin temeli İslam hukukuna dayanıyordu. Vergi esas olarak şeri vergiler ve örf’i vergiler olarak ikiye ayrılıyordu. fieri vergilerin kaynağı Kitap ve Sünnet idi. Örfi vergiler ise Padişahı n iradesiyle konuluyordu.
    Varlık Vergisi: 11 Kasım 1942 tarih ve 4305 sayılı kanun
    Dolaysız vergiler gelir ve servet üzerinden, dolaylı vergiler ise harcamalar üzerinden alınan vergilerdir.
    Gelir: bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır. Gelir “gerçek kişi” tarafından elde edilmelidir. Tüzel kişilerin elde ettikleri kurumlar vergisine girer. Gelir “kazanç ve iratlar”dan oluşur.
    Kazanç: Bedenen veya zihinsel çalışma ile veya sermaye konularak elde edilen gelirdir.
    İrat: Sermayenin başkasına kullandırılması yoluyla sağlanan gelirdir.
    -Servet Üzerinden Alınan Vergiler: • Motorlu Taşıtlar Vergisi • Emlak Vergisi • Veraset ve intikal Vergisi
    -Gelir Üzerinden Alınan Vergiler : • Gelir Vergisi • Kurumlar Vergisi
    -Harcamalar Üzerinden Alınan Vergiler : • Katma Değer Vergisi • Özel Tüketim Vergisi • Gümrük Vergisi • Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi • Damga Vergisi • Özel iletişim Vergisi • fians Oyunları Vergisi • Değerli Kağıtlar Vergisi • Harçlar
    -İkametgâh ölçütüne göre, Türkiye’de yerleşmiş olanlar tam mükelleftirler.
    -Resmi daire ve müesseselerin veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla başka ülkelerde oturan Türk vatandaşları tam mükellef olarak vergilendirilir.
    -çifte vergilemeyi önleme anlaşmaları : (hem yurtdışında vergi verip, hem türkiye de vergiye tabi olmak) Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması bulunmaması durumunda sorun, iç hukuka göre “sınırlı mahsup yöntemi” ile çözülmeye çalışılmaktadır. Bu yöntemde, ödenen vergiler, beyanname üzerinden hesaplanan vergiden (belirli şartlarla) düşülmektedir.
    -Türkiye’de yerleşmiş olmayan gerçek kişiler dar mükellef olarak gelir vergisine tabi tutulur. Dar mükelleşer, genellikle yabancı uyruklu olan kişilerdir.
    Gelir vergisinin mükellefi : Hem tam hem dar mükelleşerdir.
    Tam Mükellefiyet
    Dar Mükellefiyet
    Türkiye’ye yerleşmiş olanlar
    Türkiye’de yerleşmiş olmayanlar
    Gerek Türkiye’de gerekse yabancı ülkelerde elde ettikleri gelirler
    üzerinden vergilendirilir
    Sadece Türkiye’de elde ettikleri gelirler üzerinden vergilendirilir
    - Ticari Kazanç: Her türlü ticari ve sınai faaliyetten doğan kazançlardır.
    -gelirin özellikleri : yıllık olması, safi olması, gerçek olması, elde edilmiş olması.
    - ticari kazanç sayılacak kazançlara örnekler :gayrimenkul alım-satım ve inşa faaliyeti ile devamlı olarak uğraşılması, kendi adına menkul kymet alım-satım faaliyetiyle devaml olarak uğraşılması,coberlik(borsa uzmanlığı),özel okul, hastane işletilmesi, diş protezciliği
    - Ticari faaliyette devamlılık, faaliyetin bir takvim yılı veya daha uzun bir süre içinde birden çok yapılması anlamına gelir. Örneğin, bir kişinin arabasını satması ticari faaliyet sayılmaz ama bu kişi bir yıl içinde birkaç defa araba alıp satarsa bu faaliyeti ticari faaliyet, kazancı da ticari kazanç olur.
    -sınai faaliyet : “ham maddeleri, işlenmiş ya da yarı işlenmiş ürünlere dönüştürme” eylemi şeklinde tanımlayabiliriz
    -Ticari kazancın kanuna ve ahlaka aykırı faaliyetlerden elde edilmesi bu kazançların ticari kazanç olma özelliğini değşltirmez. Örneğin, yasalara aykırı olarak kumarhane işletilmesi ticari faaliyet olarak kabul edilir; burada ki kazanç da ticari kazanç olarak vergilendirilir.
    ---KİMLER BİLANÇO ESASINA TABİDİR? 1. sınıf tüccarların kazançları bilanço esasına tabidir.Kimlerin 1.sınıf tüccar sayılacağı :
    • Her türlü ticaret şirketleri (Yasa adi şirketleri hariç tutmaktadır. Adi şirketlerin değerlendirilmesi aşağıda açıklanacak olan alış tutarı veya satış tutarı ölçüsüne göre yapılmaktadır),
    • Ticaret şirketlerinden; anonim şirketler, limitet şirketler, paylı komandit şirketler daha sonra incelenecek olan kurumlar vergisi mükellefi olarak vergiye tabi tutulmaktadırlar. O halde bilanço esasında gelir vergisine tabi olabilecek olan ticaret şirketleri; kollektif şirketler ile adi komandit şirketlerden oluşmaktadır.
    • Kendi istekleri ile bilanço usulünde vergilendirilmeyi talep edenler.
    • Satın aldıkları malları olduğu gibi veya işledikten sonra satan ve yıllık alımları nın tutarı veya yıllık satış tutarları 177. maddede açıklanan tutarları aşanlar.
    --Bilanço esasına tabi mükelleşer yevmiye defteri, defteri kebir ve envanter defteri tutmak zorundadırlar.
    -Bilanço: Envanterde gösterilen kıymetlerin tasnişi ve karşılıklı olarak özetlenmiş halidir.
    Yevmiye defteri, günlük (alış, satış vs.) işlemlerin tarih sırasıyla ve madde madde yazıldığı defterdir.
    Defteri kebir, yevmiye defterine kayıt edilen işlemleri buradan alarak, usulüne göre hesaplara dağıtan ve tasnişi olarak bu hesaplarda toplayan defterdir.
    Envanter defteri, bir hesap döneminin başlama tarihinde ve sonunda işletmenin sahip olduğu; • Mal ve eşyanın, • Alacakların ve •Borçların ayrıntılı olarak yazıldığı defterdir
    Öz sermaye: işletmenin bilançosundaki aktif toplamı ile borçlar arasındaki farktır. Öz sermaye= Aktif toplamı - borçlar
    Amortisman: Üretim faaliyetleri sonucunda mal ve hizmetler yaratılırken, geçmiş yıllardan devralınan sermaye mallarında meydana gelen aşınma ve
    eskimenin parasal değeri.
    Değerleme: Vergi matrahlarının hesaplanmasıyla ilgili iktisadi kıymetlerin takdir ve tespitidir.
    Karşılıklar: Oluşmuş veya olması beklenen fakat miktarı kesin olarak kestirilemeyen ve işletme için bir borç mahiyetini arzeden belli bazı zararları karşılamak maksadıyla hesaben ayrılan meblağlardır .
    Reeskont uygulaması; alacakların henüz tahsil edilmeden vergiye tabi tutulmasına karşı, bu etkiyi hafişetmeyi amaçlayan bir uygulamadır.
    -çekle yapılan satıştan doğan alacaklara ve vadeli satışlarla ilgili alacaklara reeskont imkanı tanınmamıştır. Ticaret Kanunu’nun 707. maddesine göre; “Çek, görüldüğünde ödenir. Buna aykırı her hangi bir kayıt yazılmamış hükmündedir... bir çek ibraz günü ödenir”. Çekte vade söz konusu değildir.Çekin, uygulamada ileri tarihli düzenlenmiş olması ticari bir teamül olup hukuken anlamı yoktur.
    -kazanç, izleyen yılın Mart ayında verilecek beyanname ile bildirilecek; bu kazanç üzerinden gelir vergisi tarifesine göre hesaplanan vergi, iki taksit halinde (3. ve 7. aylarda) ödenecektir.

    İŞLETME HESABI ESASINDA TiCARi KAZANCIN TESPİTİ
    Kimler İşlletme Hesabı Esasına Tabidir?
    Ticari kazancın gerçek usulde ikinci tespit şekli, işletme hesabı esasıdır. Kazancıbu usule göre tespit edilenler 2. sınıf tüccarlardır. 2. sınıf tüccarlar, birinci sınıf tüccarları n sayıldığı VUK 177. madde dışında kalan tüccarlardır. Uygulamada işletme esasında vergilendirilen mükellef örneklerini; ticaretle uğrraşan bakkal, manav, kasap gibi işletmeler yanında; berber, terzi, tamirci, fotoğrafçı
    gibi sanat erbabı oluşturmaktadır. Kazancı bu esasta tespit edilenler, yalnızca işletme defteri tutarlar.
    İşlletme hesabı esasına göre ticari kazanç, bir hesap dönemi içinde elde edilen hasılat ile giderler arasındaki olumlu farktır.
    -Basit usul; geliri sınırlı bakkal, kasap gibi küçük ticaret erbabıyla, tamirci, terzi gibi küçük sanat erbabı için getirilen bir uygulamadır.
    Ayrıca, şehir içinde taşımacılık faaliyetinde bulunan taksici, dolmuşçu gibi bazı hizmet işletmelerinin de bu grupta vergilendirildiği görülmektedir. Bu meslek sahipleri küçük esnaf olarak da anılmaktadır.
    Basit usulden Yararlanmayanlar : Kollektif şirket ortakları ile komandit şirketlerin komandite ortaklar, Sarraşar, Her türlü ilan ve reklam işiyle uğraşanlar, Gayrimenkul alım satımı ile uğraşanlar, Şehirlerarası yük ve yolcu taşımacılığı yapanlar, Büyükşehir belediye sınırları içinde emtia alım satımı yapanlar.
    Basit usulde gelirin tespiti: Bu kişiler, alışlarında ve giderleri karşılığında belge alacaklar, satışlarında da belge vereceklerdir. Basit usule tabi mükelleşere belge alma ve belge verme yükümlülüğü getirilmiştir. Ayrıca belge vermedikleri günlük hasılatları için gün sonunda tek bir fatura düzenlemesine de imkân tanınmıştır. Ödeyecekleri vergi, yıl boyunca topladıkları bu belgeler üzerinden hesaplanacaktı r. Bu belgeler üzerinden, bağlı oldukları esnaf ve sanat odasının da yardımıyla gelir tespiti yapılacakve bu geliri izleyen yılın fiubat ayında verecekleri beyannameleri üzerinde göstereceklerdir.
    Basit usulde ticari kazancın tespitini şu şekilde ifade edebiliriz: Hasılat – (giderler + satılan emtianın alış bedeli).
    ZİRAİ KAZANÇLARIN TANIMI VE BAŞKA KAZANÇLARA DÖNÜŞMESİ
    -Kollektif şirketlerle komandit şirketler, zirai faaliyetle uğraşsalar bile çiftçi sayılmazlar.
    -Zirai işletmenin boyutları, sınai bir müessese önem ve genişliğinde olursa zirai kazanç değil; ticari kazanç söz konusu olur. Örneğin, zeytin üreten bir çiftçinin, ürettiği zeytinlerin satışından elde ettiği gelir, zirai kazançtır. Eğer bu çiftçi, bir de fabrika kurar ve bu fabrikada kendi üretti- ği veya başkalarından satın aldığı zeytinleri işleyerek zeytinyağı yapıp satarsa, bu ikinci işten elde ettiği kazanç, ticari kazanç hükümlerine göre vergilendirilir.
    -Çiftçinin arazisini başkasının kullanımına bırakarak gelir (kira geliri veya üründen alınan pay) sağlaması durumunda ise bu gelir gayrimenkul sermaye iradı olarak vergilendirilir (GVK m. 70/1).
    -Zirai kazançlar ya stopaj usulüyle ya da gerçek usulde vergilendirilmektedir.
    ****işletme Hesabı Esasında ticari kazancın tespitini açıklamak. : işletme hesabı esasına göre kazançları tespit edilenler 2. sınıf tacirlerdir. 1. sınıf tacirler VUK’un 177. maddesinde sayılmı ştır. 1. sınıf tacirlerin kazancı bilanço esasına tabidir. VUK 177. maddede sayılanların dışında kalanlar ise 2. sınıf tacirlerdir. işletme hesabı esasında vergilendirilmek için Kanun’da sayılan 1. sınıf tacirlere ait büyüklüklerin aşılmaması gerekir. işletme hesabındaki 2. sınıf tacirler, aynı zamanda basit usulde vergilendirilme sınırının üzerinde kalan tacirlerdir.
    -Zirai faaliyet; arazide, deniz, göl ve nehirlerde, ekim, dikim, bakım, üretme yollarıyla bitki, orman, hayvan, balık ve bunların mahsullerinin üretilmesini, avlanmasını, taşınmasını, satılmasını vb. ifade eder.
    -Zirai kazançların vergilendirilmesinde temel vergileme esası olarak stopaj usulü kabul edilmiştir.
    - işle ilgili ödenen gelir vergisi gider olarak düşülemez.
    - ticari kazancın vergilendirilmesi ile ilgili yöntemler : basit usul, bilanço esası, işletme hesabı esası, esnaf muaşığı
    -Basit usulde vergilendirilen ticari kazanç sahiplerinin gelir tespiti : Verecekleri beyannameye göre yapılır.

    Ücret:İş Kanunu;Genel anlamda ücret bir kimseye iş karşılığında işveren veya üçüncü kixiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutardır.
    Gelir Vergisi Kanunu ücreti “işverene tabi ve belirli bir iş yerine bağlı olarak çalşanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir”
    Ücretin ödenek, tazminat, zam, avans, aidat, prim, ikramiye veya başka adlar altında ödenmesi onun mahiyetini değiştirmemekte yani bunların tamamı ücret olarak vergilendirilmektedir.
    Ücretlerin Stopaj Usulüyle Vergilendirilmesi:
    Ücretlerin vergilendirilmesinde temel yöntem, stopaj usulü ile verginin alınmasıdır. Ücret gelirlerinin çok önemli kısmının vergisi, bu şekilde, ödemenin yapılmasından önce kaynakta kesilmektedir. Stopaj oranı %15 ile %35 arasında değişmektedir. Stopaj, gerçek ücret (safi ücret) üzerinden yapılmaktadır.
    Asgari geçim indirimi: Birey ya da ailenin toplam gelirinden asgari geçim seviyesini sağlayacak bölümünün düşülerek vergi dışında bırakılmasıdır.
    Serbest Meslek Kazançları : “Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır. Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.”
    Bu tanım kapsamında serbest meslek kazançlarına örnek olarak;
    • Avukat, doktor, mali danışman, muhasebeci, mühendis, veteriner, çevirmenlerin kazançlarını,
    • Yazar, şair, bilgisayar programcısı, heykeltıraş, ressam gibi kişilerin telif kazançları nı,
    • Gümrük komisyoncuları, noterlerin kazançlarını, konser veren müzik sanatçı larının kazançlarını, ebe, sünnetçi, sağlık memuru, arzuhalci, rehber gibi meslekleri icra edenlerin kazançlarını verebiliriz.


    Bir faaliyetin serbest meslek faaliyeti sayılabilmesi için aşağıdaki özellikleri taşıması gerekmektedir:
    • Şahsi bilgiye, ihtisasa veya emeğe dayanmalıdır, • işverene tabi olmadan yapılmalıdır, • Ticari mahiyette olmamalıdır, • Süreklilik unsuru taşımalıdır.
    -- Serbest meslek kazancının tespiti, gerçek usulde yapılmaktadır.
    GAYRiMENKUL SERMAYE İRATLARI :
    GVK’nın 70. maddesinde sayılan “mal ve hakların sahipleri, mutasarrışarı, zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradı” olarak kabul edilmiştir.
    70. maddede sayılan gayrimaddi mal ve hakların kiralanmasından elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradıdır. Bu mal ve haklara aşağıdaki örnekleri verebiliriz:
    Gayrimaddi mallar:
    • Arazi, bina, maden suları, madenler,
    • Motorlu nakil vasıtaları, her türlü motorlu araç, makine ve tesisat, gemi vegemi payları.
    Gayrimaddi haklar:
    • Arama, işletme ve imtiyaz hakları ve ruhsatları,
    • Marka, ticaret unvanı, desen, model, televizyon filmi, ses ve görüntü bantları,
    • Telif hakları, ihtira beratı (buluş, icat belgesi).

    -Mutasarrıf: Bir mal veya hak üzerinde fiilen kullanma yetkisi olan kişidir.
    Zilyetlik: Taşınır veya taşınmaz bir mal üzerindeki fiili hakimiyettir.
    İrtifak hakkı sahibi: Bir gayrimenkulden özel bir hukuki sebebe dayanarak (tapu siciline tescil edilmek suretiyle) yararlanma hakkı bulunan kişidir.
    intifa hakkı sahibi: Bir menkul veya gayrimenkul mal ya da hak üzerinde yararlanma ve kullanma hakkı olan kişilerdir.
    ihtira beratı: Teknik bir buluşun (icadın) resmen teyit edilmesi, belgelendirilmesidir.
    -Gayrimenkul kiralarında stopaj oranı, %20’dir.
    -Eurobond: Uluslararası piyasalarda işlem gören, yabancı para cinsinden, uzun vadeli yatırım aracıdır.
    Endeksleme ile, elde edilen kazançların enşasyon etkisinin giderilmesine çalışılır.
    Nominal iktisap bedeli: Para, çek, senet, hisse senedi, tahvil, pul vb menkul kıymetlerin üzerinde yazılı olan değerdir.
    Serbest meslek faaliyetinde sermaye ikinci planda kalmaktadır.
    Menkul sermaye iradı : Devlet tahvili, Hazine bonosu faizleri, eurobond faizleri, repo gelirleri, mevduat faizleri, kâr payları, kooperatişerin dağıttıkları kazançlar menkul sermaye iradına konu kazançlar arasında yer alır.
    Telif haklarının, müellişeri tarafından kiralanmasıyla elde edilen gelirler hangisinin kapsamındadır? Serbest meslek kazancı.
    serbest meslek kazançlarının tespitinde gider olarak indirilemez? Asgari geçim indirimi
    serbest meslek kazançlarının tespitinde hangisi gider olarak indirilir ? : Seyahat ve ikamet giderleri, Binek otomobili giderleri, Emeklilik aidatları, iaşe ve ibate giderleri.

    *** GELİR VERGİSİNİN TARHI:
    Tarh: Vergi alacağının kanunlarında gösterilen matrah ve nispetler üzerinden vergi dairesi tarafından hesaplanarak bu alacağı miktar itibariyle tespit eden idari muameledir. Tarh, vergi borcunun vergi idaresi tarafından hesaplanması işlemidir
    Gelir vergisi kural olarak bizzat mükellefin veya vergi sorumlusunun beyanı üzerine tarh olunmaktadır. gelir vergisi beyanlarının yıllık, muhtasar veya münferit beyanname ile yapılacağı öngörülmektedir.
    *** MUHTASAR BEYANNAME (STOPAJ BEYANNAMESi) YOLUYLA TARH:
    Muhtasar beyanname, stopaj yoluyla alınan vergilerin ödendiği beyanname çeşididir. Gelir vergisi hasılatının %90’ının üstündeki kısmı bu yöntemle toplanmaktadır. Bu yöntemde vergi, gelir elde eden kişinin eline geçmeden kesilmekte ve muhtasar beyanname ile vergi dairesine ödenmektedir
    *** YILLIK BEYANNAME VERiLMEYEN VEYA TOPLAMA YAPILMAYAN HALLERBir takvim yılı içinde elde edilen gelirler GVK 86. maddesinin (a) ve (b) bentlerinde sayılan gelirlerden oluşuyorsa bunlar için beyanname verilmesine gerek yoktur
    Gelirlerin Toplanması Kavramı : Yıllık beyanname, mükellefin çeşitli kaynaklardan bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratlarının bir araya getirilip toplanmasına ve bu suretle hesaplanan gelirin vergi dairesine bildirilmesine ilişkin beyannamedir.
    Beyan sınırı: Gayrimenkul sermaye iradı, menkul sermaye iradı ve ücret gelirlerinde, elde edilen yıllık gelir toplamının belirlenen sınırı aşması durumunda, stopaj yapılmış olmasına rağmen beyanname verme yükümlülüğü de olduğu anlamına gelmektedir.
    *** GELiR VERGiSiNiN ORANI, HESAPLANMASI VE ÖDENMESi
    Gelir Vergisinin Oranı: Gelir vergisine tabi gelirlere uygulanan artan oranlı tarife, %15’den başlamakta %20 ve %27 oranlarının arkasından %35’de sonlanmaktadır.
    *** GEÇİCİ VERGİ (PEŞİN VERGİ) Geçici verginin mantıksal izahını, vergisi kaynakta kesilerek peşin alınanlarla, vergisini beyanname vererek ertesi yıl ödeyen mükelleşer arasındaki eşitsizliğin giderilmesi düşüncesi oluşturmaktadır. Geçici vergi uygulaması ile geç ödemeden kaynaklanan enşasyon etkisinin giderilmesi de amaçlanmaktadır. gerçek usulde gelir vergisine tabi olan ticari kazanç sahipleri ve serbest meslek erbabı için, cari vergilendirme döneminin gelir vergisine mahsup edilmek üzere, geçici olarak alınan bir peşin vergi uygulamasıdır. Geçici vergi, içinde bulunulan yılın üçer aylık gelirlerinin toplamı üzerinden (yani yılda dört kez) %15 oranında ödenir
    Yersellik ilkesi: Devletlerin Coğrafi sınırları içinde yaşayan (kendi tabiiyetinde olsun veya olmasın) herkesten,vergi almak istemesini ifade etmektedir.
    - Yıllık beyana tabi olan gelir vergisi kaç taksitte ödenir ? 2 taksit
    - Aşağıdakilerden hangisi beyanname üzerinden yapılabilen (gelir olması durumunda) indirimdir? ? AR-GE giderleri,Bağışlar, zararlar, şahıs sigorta pirimleri




  • TÜRKİYENİN TOPLUMSAL YAPISI – GÜZ DÖNEMİ – ARA SINAV – 4.SINIF
    -Toplum, insanları etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür. -ilk kez Herbert Spencer tarafından kullanılmıştır.
    - Toplumsal yapı, toplumda organize olmuş sosyal ilişkilerin bütünüdür.
    -Radcliffe-Brown, toplumsal yapıyı kişiler arası tüm ilişkiler olarak görmektedir.
    -Ginsberg’e göre toplumsal yapı, toplumu oluşturan temel grup ve kurumlardan meydana gelmektedir. Bu yaklaşıma göre toplumsal yapı yalnızca kurumsal düzenlemeleri ve sosyal gruplar arasındaki ilişkileri kapsamaktadır.
    -Nadel, toplumsal yapı kavramını somut nüfustan hareketle bireyler arası davranışlardaki roller çerçevesinde açıklamaktadır.
    -Gerth ve Mills de “kurum” kavramının anahtar biriminin rol olduğunu ve kurumun da sosyal yapı kavramındaki temel birim niteliği taşıdığını ileri sürmektedir.
    Toplum yaşamının varlığı ve sürekliliği için temel toplumsal fonksiyonlar vardır; neslin sürdürülmesi, yeni üyelerin toplumsallaştırılması, bireylerin yaşama bir anlam ve amaçla bağlanması, mal ve hizmetlerin üretimi, dağılımı ve toplumda düzenin sağlanması gibi. Bunlar toplumsal yapıyı oluştururlar.
    -Merton ise kişinin çevresini kültürel ve toplumsal olmak üzere iki farklı yapının oluşturduğunu ileri sürmektedir.
    -Toplumsal yapının parçaları; toplumsal statü, toplumsal rol, toplumsal gruplar, toplumsal sınıf, toplumsal ağ,toplumsal kurumlar ve kültürdür.
    -Statü, kişinin toplumsal yapı içinde bulunduğu konumdur. öğretmen, öğrenci, din adamı, polis ve sanatçı gibi.
    -Bireyin sahip olduğu statülerden biri, diğerlerine göre daha fazla önem taşıyabilir ve bireyin toplum içindeki kimliğini belirler. Buna temel ya da master statü adı verilir. Örneğin, tiyatroya uzun yıllar emek vermiş bir tiyatrocunun temel ya da master statüsü tiyatro oyunculuğu olabilir.
    -Bireyler toplum içindeki statülerini iki biçimde elde ederler: Edinilmiş ve kazanılmış statüler. Edinilmiş statü, bireyin doğrudan bir çabası olmadan, kendi dışındaki faktörler tarafından sağlanan statüdür. Yaş, cinsiyet ve doğumla beraber sahip olunan özellikler buna örnek olarak verilebilir. Kazanılmış statü ise bireyin kendi isteği ve çabalarıyla gönüllü olarak elde ettiği statüdür. Üniversitede rektör olmak ya da öğrenci olmak buna örnek olarak verilebilir. Geleneksel toplumlarda yaş, cinsiyet ve gelinen sosyal köken gibi edinilmiş statüler baskınken modern toplumlarda kazanılmış statülerin daha yaygın olduğu söylenebilir
    -Rol, bir grup ya da toplum içindeki insanların sınırları belirlenmiş olarak oynadıkları bir oyundur. Rol, belirli bir statüyü işgal eden kişiden beklenen davranıştır.
    Rol çatışması sosyolojik anlamda iki veya daha fazla statüde oynanan rollerin çatışması olarak tanımlabilir. Bu çatışma statü dizilerinin bir sorunudur . Örneğin, iş yerindeki sorumlulukları ve yükü karşısında, çocuklarına yeterli zamanı ayıramadığını düşünen çalışan bir annenin içinde bulunduğu durum bir rol çatışmasıdır.
    -Toplumsal grup, en az iki kişiden meydana gelen, benzer değer ve beklentileri paylaşan bireylerin düzenli etkileşimleri sonucu ortaya çıkan bir birleşmedir.
    -Toplumsal sınıf, insanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre bu pozisyonun bilincinde olsun veya olmasın bölünmeleridir.
    -toplumlarda üç temel sınıfın varlığına işaret ederler. Bunlar : Üst sınf (Büyük ölçekli sermaye, mülk ve rant sahiplerinden oluşan ve burjuvazi olarak da anılan bir sınıftır.) ||| Orta sınıf : (avukatlar, eczacılar, mühendisler, doktorlar, orta ve alt kademe yöneticiler ve memurlar) ||| Alt sınıf (Kamu ve özel sektörde vasıfsız ve düşük ücretli işlerde işçi statüsünde çalışan ve işçi sınıfı)
    -toplumsal düzeni sağlayan kurumlar genelde aile, siyasal kurumlar, din, ekonomi ve eğitim kurumu olarak sıralanmaktadır.
    -Kültür : Öğrenilmiş davranışlardan oluşur, yani doğuştan edinilmez. Kültür olduğu gibi kabul edilir, bir başka deyimle toplumun üyeleri, içinde yaşadığı kültürü nadiren sorgular. Semboliktir, dil aracılığıyla aktarı lır. Yer ve zamana göre değişir.
    !!!---Toplumsal yapıyı açıklayan kuramların başlıcaları: yapısalcılık, yapısal fonksiyonalizm, sosyal alışveriş kuramı, çatışma kuramı ve evrimci sentez kuramıdır.
    -Yapısalcılık : Platon ve Aristoteles’in yaklaşımlarında görülen organizma felsefesi günümüze değin etkisini göstermiştir. Yapısalcılığın, sosyolojik anlamdaki en basit ve doğru tanımına göre “ilişki, taraşardan daha önemlidir.” Sosyolojik yapısalcılık Fransa’da Auguste Comte ve Almanya’da Karl Marx’ın çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır.
    - Yapısal Fonksiyonalizm : Başlıca temsilcileri T. Parsons, R. K. Merton, W. Ogburn, W. Buckley, E. Tiryakian olan yapısal fonksiyonalizmin temel kavramları; yapı, fonksiyon, toplumsal yapı, kültürel yapı, sistem, sosyal sistem, statü, rol, değer, norm, düzen, yapısal farklılaşma, dinamik denge ve konsensustur. Yapısal fonksiyonalizm çağdaş Amerikan sosyolojisinde uzun yıllar hâkimiyetini sürdürmüştür. Comte ile başlayıp Spencer ile devam eden fonksiyonalist düşüncenin temel varsayımı, birbirlerine bağımlı parçalardan oluşmuş bir sistem olarak toplumun görüntülenebileceğidir. Durkheim modern toplumu kendine ait bir gerçekliğe sahip organik bir bütün olarak görür.
    -Sosyal Alışveriş Kuramı:Sosyal alışveriş kuramları,ekonomik alışverişte bir temel ilkeye dayanır: insanlar malları ve hizmetleri elde etmek isterler.Alışveriş kuramcıları,toplumsal etkileşimin ekonomik alışverişe benzediği basit varsayımını paylaşırlar.Fakat,sosyal alışverişin her zaman para ile ölçülemeyeceğini,toplumsal alışverişte hem maddi hemde maddi olmayanların değiştirildiğini kabul ederler.
    Peter Blau : sosyal alışveriş kuramı.
    -Çatışma Kuramı : Çatışma yaklaşımı içinde en bilineni Marksist yaklaşımdır. Marx’a göre insanlık tarihi, bir şeylere sahip olanlarla olmayanlar arasındaki bir sınıf mücadelesidir.
    -Evrimci sentez kuramı : Lenski’nin tabakalaşma kuramı, çatışma kuramı ile fonksiyonalizmi evrimci bir çerçevede birleşik bir kuram içinde sentezleme girişimidir. Güç ve Ayrıcalık (Lenski, 1966) Lenski’nin “Kim, niye alır?” sorusuna bir yanıt getirmeye giriştiği, total toplumların bölüşüm sistemleri üzerine bir çalışmadır. Evrimci sentez kuramı, Lenski’nin çatışma kuramı ile fonksiyonalizmi evrimci bir çerçevede sentezlemeye çalıştığı bir tabakalaşma kuramıdır.
    ---- Türkiye’de toplumsal yapı üzerine yapılan ilk çalışmalar, Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin tarafından gerçekleştirilmiştir
    Türkiye’de en fazla okunan sosyolog olma unvanını elinde bulunduran Ziya Gökalp, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi siyasi çevrelerinin teorisyenliğini üstlenmiştir.
    Gökalp : dâhiler sezerek, sosyologlar da toplumsal kanunları bilerek bir milletin gelişmesinde başat role sahiptirler.
    Z. Gökalp’in çalışmalarında üzerinde durduğu konular : saltanat, hilafet, Batılılaşma, halkçılık, demokrasi, siyasi ve ekonomik bağımsızlık, laiklik, eski Türk medeniyeti
    Prens Sabahattin, ülkemizde bir Fransız sosyologu olan F. Le Play’in temsilcisi olarak tanınmış ve değerlendirilmiştir. Tanzimat aydınlarında olduğu gibi, Prens Sabahattin ve Ziya Gökalp’in de asıl amacı toplumsal sorunlara radikal çözümler önermek değil, belli bir düzen içerisinde imparatorluğu yıkılmaktan kurtarmak olmuştur Prens Sabahattin’e göre sosyal sorunların ana nedeni “yapı sorunu”dur ve bütün problemler kamucu yapıdan bireyci yapıya geçememekten kaynaklanmaktadır
    -Türk sosyoloji yazınında 1945-1972 yılları arasında toplumsal yapı ile ilgili çalışma yapan sosyologların başlıcaları Behice Boran, Mübeccel Belik Kıray, Nihat Nirun, Nevzad Yalçıntaş, ibrahim Yasa, Orhan Türkdoğan, Tahir Çağatay ve Ömer Bozkurt’tur.
    Niyazi Berkes, sosyoloji alanında Türkiye’de yayı mlanan ilk monografiyi 1942 yılında “Bazı Ankara Köyleri Üzerine Araştırma” isimli çalışmasıyla yapmıştır.
    Mübeccel Belik Kıray : “Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası”. Kıray’ın sosyoloji yazınına yaptığı önemli bir katkı “tampon kurum” terimidir.
    - Türk sosyoloji yazınında 1985 ve sonrasında toplumsal yapı üzerine çalışma yapan başlıca araştırmacılar; Emre Kongar, Korkut Boratav, Birsen Gökçe, Beylü Dikeçligil, Aytül Kasapoğlu ve Mehmet Ecevit’tir.
    -kültürün ilk tanımını Tylor (1871) yapmıştır.
    -Kültür sözcüğü beşeri, estetik, maddi ve biyolojik alandaki ve bilim alanındaki anlamlarıyla dört farklı biçimde ele alınır.(Kroeber ve Kluckhohn)
    -1. Bilim alanındaki kültür: Uygarlıklar.
    2. Beşeri alandaki kültür: Eğitim sürecinin ürünüdür.
    3. Estetik alandaki kültür: Güzel sanatlardır.
    4. Maddi (teknolojik) ve biyolojik alanda kültür: Üretme, tarım, ekin, çoğaltma ve yetiştirmedir
    -Kültür sözcüğünün kökeni cultura’dan gelmektedir. Latincede, “colere”, sürmek, ekip biçmek; “cultura” ise Türkçe’deki “ekin” karşılığında kullanılmıştır.
    -Murdock kültürün özelliklerini başlıklar hâlinde şöyle özetlemiştir:Kültür öğrenilir, Kültür tarihidir ve süreklidir, Kültür toplumsaldır, Kültür, ideal ya da idealleştirilmiş kurallar sistemidir, Kültür, ihtiyaçları karşılayıcı ve doyum sağlayıcıdı, Kültür değişir, Kültür bütünleştiricidir, Kültür bir soyutlamadır.
    KÜLTÜRÜN ÖGELERi: Kültür; normlar, değerler, inançlar, semboller ve dil olmak üzere farklı ögelerden oluşur.
    Normlar: Normlar, yaptırımı olan kurallar bütünüdür. Normlar, belli bir durumda insanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda beklentileridir.Grup içinde normlara, beklentilere uymayan kişiler dışlanabilir.
    Değerler : Değerler, amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır. Norm ve değerler arasındaki en temel farklılık, değerlerin soyut ve genel kavramlardan oluşması, normların ise belirgin ve yol gösterici olmasından kaynaklanmaktadır.Değerler zamanla değişebilir, eskiyen değerlerin yerini yenileri alabilir.
    İnançlar : inançlar, gerçekliğin doğası hakkında ileri sürülen iddialar; yani dünya hakkında paylaşılan fikirlerdir.
    Semboller : Sembol, belirli bir durum ya da olayı anlamlandıran şeydir. En önemli semboller, kültürel kodların işaretleri olarak işlev görmüştür. Yüzyıl öncesinde blucin, ucuz ve işçilerin giydiği bir kıyafet olması na karşılık, günümüzde özellikle belli markaları varlıklı gençlerin giydiği bir “statü sembolü”ne dönüşmüştür.Türkiye’de 90’lı yılların başında cep telefonu sahibi olmak gibi..
    Dil: Dil, kültürü oluşturan ana ögelerden biridir.
    Türklerin Tarih Boyunca Kullandıkları Alfabeler: dörtlü bir dizin yapılmaktadır: Göktürk, Uygur, Arap ve Latin. Latin kaynaklı yeni Türk alfabesidir. Bu alfabenin kabulünü öngören 1928 tarihli yasa “Türk Harşerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” başlığını taşımaktadır. Türklerin kullandıkları kesin olarak bilinen ilk alfabesi Göktürk alfabesidir.
    Ayrıca, günümüze gelinceye kadar Türkler tarafından yukarıda sayılan alfabelerin yanında başka alfabeler de kullanılmıştır. Bunların en bilineni Kiril alfabesidir.
    Kültürel Süreçler : Kültürel süreçler başı-sonu belli olmadan süregelen olaylardır.Kültürel süreçlerin kültürel olaylardan farkı, daha genel, soyut ve evrensele yakın düzeyde geçerli kavramlar olmalarıdır.
    Süreçler : kültürleme, kültürel yayılma, kültürleşme, kültür yozlaşması, kültürlenme, kültür şoku, zorla-kültürlenme, kültürel özümseme, kültürel değişme veya kültür değişmesi.
    -Türk kültürünün ana kaynağının Orta Asya olduğu bilinmektedir. Türk kültürünün Orta Asya, komşu ülkeler (Çin, Hint) ve islam (Arap, iran) olmak üzere üç temel kaynağı vardır.
    - Türkiye kültürünü etkileyen 4 kültür; özgün Türk kültürü (Orta Asya), islam kültürü (Arap, iran), Anadolu yerli kültürleri ve Batı (Avrupa) kültürüdür.
    Güvenç’e göre Türkiye tarih ve dil bakımından bir Doğu (Asya) kültürüdür. Türk tarihinin ve Türk dilinin kaynakları Doğu’dadır.
    TÜRKiYE’DE KÜLTÜRLE iLGiLi ARAfiTIRMALAR VE BAZI SONUÇLARI:
    Kongar, Osmanlı-Türk kültür gelişim çizgisinde dört temel öge saptamaktadır. Bunlar:
    1-Osmanlının birinci niteliği, bütün topluma islam kültürünün egemen olmasıdır.
    2-Osmanlının ikinci kültürel niteliği, seçkinlerle halk arasında görülen ünlü kültür ikiliğidir.
    3-Osmanlının üçüncü niteliği, belli bir tarihten sonra, manevi kültür ögelerini dışarıdan almaya başlamış olmasıdır.
    4-Osmanlı kültürünün dördüncü bir özelliği, hem suçlamaların hem çözümlerin maddi kültür yerine manevi kültür alanına yöneltilmiş olmasıdır.
    -Türkiye’de bireycilikle ilgili bulunan değer 100 üzerinden 37’dir, dolayısıyla Türkiye’de toplulukçu değerlerin baskın olduğu söylenebilir. iletişim dolaylıdır ve grupta uyum sürdürülmelidir, aleni çatışmalardan kaçınılır. Türk toplumu toplulukçu (ortaklaşa) davranmayı önde tutan bir kültürün ürünüdür. Hemşehrilik ve adam kayırmanın kökeninde bu kültür bulunabilir.
    Türkiye, Hofstede’in sıralamasında iran, Tayland, Tayvan, Brezilya, israil, Fransa, ispanya, Peru, fiili, Yugoslavya vb. ülkelerle birlikte dişi ülkeler grubunda yer almaktadır.Türkiye erkeklik- dişilik ayrımının orta noktasında yer almaktadır.
    ---G. Peter Murdock’a göre ailenin bütün toplumlarda evrensel olarak nitelendirilebilecek dört temel fonksiyonu vardır:
    1. Cinsel fonksiyonu, 2. Yeniden üretim fonksiyonu, 3. Ekonomik fonksiyonu, 4. Eğitim fonksiyonudur
    --Talcott Parsons’a (1955) göre ise ailenin temel ve indirgenemez iki fonksiyonu vardır:
    1. Çocukların birincil sosyalizasyonu
    2. Toplum nüfusunun yetişkin kişiliklerinin sabitlenmesi. Ona göre aileler insan kişilikleri üreten fabrikalardır. ilk sosyalizasyon sıcaklık, güvenlik ve karşılıklı destek ister.
    Aileye Eleştirel Yaklaşımlar:
    -Aileye eleştirel yaklaşan E. Vogel ve N. Bell’e (1968) göre, ailenin olumlu fonksiyonları nın yanı sıra olumsuz fonksiyonları da vardır. Ailenin kimin için ve ne için işlevsel olduğu sorusu onlar için önemlidir. Zira çiftler arasında çözülmemiş çatışmaları n ve gerilimlerin düşmanlığı çocuğa yansır. Dahası, çocuk gerilimleri azaltmak için anne-baba tarafından günah keçisi olarak kullanılır. Bu da çocuk için olumsuz bir fonksiyondur.
    -Bir diğer eleştirel görüş ise E. Leach’e (1967) aittir. Leach, sanayi toplumundaki kötümser aile görüşüne sahiptir. Ona göre sanayi toplumunda aile iyi bir toplumun temeli olmaktan çok, dar özelliği ve sırlarıyla ailedeki olumsuzlukların kaynağı olur, çünkü modern sanayi toplumunda çekirdek aile toplumdan ve akrabalardan yalıtılmıştır.
    -D. Cooper (1972)’ın eleştirisine göre ise aile “kendi” olmayı ve insanların kendi bireyselliklerini yaratma özgürlüklerini reddeder. Aile, bireyleri sınırlayıcı olan rollerde uzmanlaştırır. Böylece bireylerin davranışları dar kalıplarla sınırlanır ve benliğin gelişimi engellenir. Özellikle toplumsal cinsiyet rollerine dayalı olarak ortaya çıkan anne ve baba gibi davranma zorunluluğu bireylerin toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşantılarını önemli ölçüde etkiler. Fiöyle ki özellikle kadınların çocuk-merkezli yaşamlarının bir gerçeklik kabul edildiği mevcut söylemler, kadını ‘anne’ olunca, adeta çocuğa yapışık kabul etmekteler. Ancak, kadınlar bir yandan çocuklarından bağımsız bireyler olmak isterler, ‘anne’den başka bir kadınlık kimliği ararlar. Çocuklar, sanki bedensel bir organmışçasına anneye iliştirildikçe onu bedeninden kopartıp atamayan anne, duyduğu kini belki de çocuğuna şiddet uygulayarak çıkartmaya çalışır
    -Aileye Marksist bakışta ise Engels’in (1995) evrimci görüşü egemendir. Ona göre insan evriminin ilk aşamalarında ailenin varlığından söz edilemez çünkü bu dönemde üretim güçleri ortak olarak sahiplenir. Rastgele cinselliğin ve cinsel ilişkilerin olduğu bu toplumu sınırlayan kurallar yoktur. Tek eşli çekirdek aile, özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla belirginleşir ve üretim güçlerinin özel mülkiyeti ve devletin varlığı ortaya çıkar. Devlet, özel mülkiyet sistemini korumak ve tek eşli evliliğin kurallarını belirlemek için kanunlar inşa eder. Bu sistemde mülkiyetin sahibi erkekler olduğu için mirasçılarının meşru olması gerekir. Sahip oldukları mülkiyeti mirasçılarına geçirebilmek kadınlar üzerinde önemli bir kontrol kurma ihtiyacı hissederler. Evlatları üzerinde babalıklarıyla ilgili bir şüphe kalmaması için tek eşli aile etkili bir araç hâline gelir. Engels’in çözümlemesinin esas ögeleri “üretim biçimi, ailenin biçimi, hukuksal ilişkiler ve toplumsal-cinsel törelerdir”
    Türkiye’deki aile yapısının toplumsal ve ekonomik algısı daha çok evrensel ve fonksiyonalist aile kuramına göre şekillenmiştir. Bu görüşler çerçevesinde Türkiye’deki aile yapısını incelemekte yarar vardır.
    TÜRKİYEDE AİLE YAPISI : Aileyi etkileyen sosyo ekonomik etmenler ise mülkiyet, iş, meslek ve gelir ilişkileridir. Ayrıca analizine şehirleşmeyi, endüstrileşmeyi ve modernleşmeyi de dahil eder. Bu faktörlerle birlikte aile tiplerinin oluşumu evlilik kalıplarını, evliliğin oluşumunu, evlilikte yaş, aile otoritesi, davranış kalıplarını ve karı koca ilişkilerini etkiler.
    Kırsal aile: Tarımın ekonomide payının azalması kırsal nüfusu da önemli ölçüde etkiler.Tarımın gayri safi millî hasıladaki payındaki düşüşe paralel olarak tarımsal alanlarda yaşayan nüfus azalmaktadır.
    Kentsel Aile : “Kentleşme, nüfusun büyük oranının tarımdan ve topraktan kopup tarım dışı alanlarda, sanayide, karmaşık örgütlerde ve dolayısı ile köyden başka yerlerde, kentlerde hayatlarını kazanmaya ve yaşamaya başlamaları demektir.
    “Gecekondu ailesi bir taraftan kır ailesinin alışkanlıkları, tutumları ve değer yargılarıyla çevrili diğer taraftan kent yaşantısının etkisi altında kalan bir aile tipidir.
    “Bütün metropol aileleri, modern teknolojinin kurumları tarafından yaratılmış farklılaşmış, kurumlaşmış ve örgütlü bir çevrede yaşarlar”
    -6284 Sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun . - Türk Medeni Yasası 01.01.2002 yılında yürürlüğe girmiştir.
    -Kadınlar ve erkekler 17 yaşını doldurmadan evlenemezler.

    -Durkheim (işlevselci yaklaşıma) “Eğitim ve Toplumbilim” kitabında, eğitimin temel öncülünü bireysel yetenek ve potansiyelin toplumun gereksinimleri doğrultusunda geliştirilmesi olarak açıklamaktadır.
    -Eğitimin toplumdaki rolüne eleştirel bir bakış açısı getiren çatışmacı yaklaşım ise içerisinde çok farklı görüşler olmakla birlikte genel anlamda Marx’ın ve Weber’in görüşlerine dayanmaktadır.Bu mücadelede taraşar eşit olmadığı için “fırsat eşitliği” adı altında eşitlik görünümü yaratılarak mevcut toplumsal düzenin meşrulaştırılması ve yeniden üretimi sağlanır. Çatışmacı gelenek içerisinde bulunan görüşler genel anlamda “yeniden üretim” kavramına dayanmaktadır.
    -şlevselci Kurama göre eğitim, mevcut toplum değerlerinin korunması ve sürdürülmesini sağlayan bir toplumsal kurum iken Marksist Çatışmacı Kuram’da toplumsal,ekonomik ve politik düzenin bir parçası olarak toplumda var olan eşitsizlikleri yeniden üreten ve meşrulaştıran bir kurumdur.
    -Eğitim ve ekonomik yapı arasındaki benzerliğe dikkat çeken yeniden üretim kuramının Amerika’daki temsilcileri Bowles ve Gintis (2001) ise eğitimin varolan toplumsal sınıf farklılıklarını yeniden ürettiğini, insanları toplumsal iş bölümüne hazırladığı nı, modern işletmelerdeki iş hiyerarşisine uygun bir şekilde, şikâyet etmeden çalışacak insan gücünü oluşturduğunu belirtmektedirler.
    -Toplumsal, ekonomik ve politik yapının yeniden üretilmesinde ekonomik yeniden üretime, “kültürel yeniden üretim” kavramını ekleyen ve dolayısıyla “yeniden üretim kuramcıları” arasında değerlendirilen Bourdieu (2006), yeniden üretim sürecini açıklamada “habitus” ve “kültürel sermaye” kavramlarını kullanmaktadır.Bourdieu, egemen kültürü “Kültürel Sermaye” olarak niteler. Burada servet ve güç önemlidir. Kültürel sermaye, sınıf yapısınca dağıtılmaz. Üst sınışara mensup öğrenciler, avantaja sahiptirler.
    Kültürel sermaye, bireylerin ya da grupların eğitim başarısı ve sosyal statülerine ailenin geçmişinin (background) ve eğitimin katkısını ifade etmektedir.
    -- Osmanlı da eğitim mirası : Osmanlı ‹mparatorluğu eğitim sistemini iki ayrı döneme ayırarak inceleyebiliriz: 1839’daki Tanzimat Fermanı ve Yenileşme Dönemi’ne kadarki eğitim sistemi genel hatlarıyla bir feodal-teokratik düzeni temsil etmektedir: Bir yanda geniş, basit halk tabakalarının çocuklarının devam ettiği birkaç yıllık, mecburi olmayan “Sıbyan Okulları”, diğer yanda bundan bağımsız ve içinde ilk, orta ve yükseköğrenim kademelerinin bulunduğu “Medreseler” vardı.
    Yukarıda sözünü ettiğimiz okullara ek olarak sayıları az olan “Enderun Okulları” nı gösterebiliriz. Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan bu okulların başlangıçtaki amacı şöyle özetlenebilir: Türk olmayan azınlıkların çocuklarını, esir düşen genç prensleri ve kabiliyetli halk çocuklarını sıkı bir eğitimden geçirerek yabancı olanları Türkleştirip öte yandan da özel saray hizmetlerinde kullanmak üzere yetiştirmek.
    1839’da Tanzimatla başlayan Avrupalılaşma hareketinden sonra, bu sıraladığımız okulların yanı sıra Avrupa tipi laik okullar kuruldu. Bu okullar; ilköğretim okulları olarak hizmet veren “Mekteb-î iptidaiye”; ortaöğretim okulları olan “‹dadiye,” “Rüştiyeler” ve “Sultaniye”; yükseköğretim olarak hizmet veren “Darülfünun” okullarıydı.
    Osmanlı Devleti’nde eğitim uzun yıllar kendi içinde kademelere ayrılan medreselerle yönetici zümrelerin yetiştirilmesinde kullanılan Enderun Mektebi
    aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu mektep dışında, devletin eğitimle olan bağı oldukça sınırlı olmuş, ülke içindeki okulların açılıp işletilmesi dinsel örgütlenmeler paralelinde gerçekleştirilmiştir.
    on sekizinci yüzyıldaki Avrupa karşısında alınan savaş yenilgileri sonucunda gündeme gelmiştir. Bu yenilgiler sonucunda III. Selim’in
    başlattığı “nizam-ı cedid” adıyla başlattığı reform hareketleri temelde askerî yenilenmeyi hedef almıştı. Bu nedenle “padişah talim ve eğitim alanındaki gereksinimini, yabancı subayları danışman ve eğitimci olarak davet etmek suretiyle karşılamaya çalıştı”. Bu eğitmen ve danışmanlarla amaç çağın gereklerine uygun nitelikli askerî yapılanmayı oluşturmaktı. Bunun için askerî eğitim veren kurumları n modernizasyonu hedef alındı. Avrupa karşısında yenilgilerle oluşan geri kalmışlık fikrinin üstesinden gelmek için oluşturulan bu askerî okullarla birlikte ilk defa eğitim bir devlet politikası içinde geliştirilmek için yer aldı.
    Bu anlamda ilk askerî deniz okulu olan Mühendishane-i Bahri Hümayun 1773’te, askerî kara harp okulu ve haritacılık okulu olan Mühendishane-i Berri Hümayun 1793’te, askerî tıp okulu olan Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Mamure 1826’da, mehterhane yerine açılan Mızıka-ı Hümayun Mektebi 1834’te açılmıştır.
    - Türkiye Cumhuriyet Dönemi Eğitim sistemi : 1924-1926 arasındaki eğitim reformları sayesinde bugünkü Türkiye eğitim sistemi kurulmuştur
    3 Mart 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile mektep-medrese şeklindeki ikili yapıya son verildi. Bütün okullar Maarif Vekaletine (bugünki Milli eğitim bakanlığına) bağlandı. Ancak 22 Nisan 1925 yılında çıkarılan bir kararnameyle, askeri okullar Milli Savunma Bakanlığına bağlandı. Bunların yanı sıra Tevhid-i TedrisatKanunu’yla birlikte tüm dinî okullar feshedildi ve bunların yerine ‹stanbul’da ilahiyat fakültesi ve tüm ülke çapında imam hatip okulları kurulması kararlaştırıldı.
    Bundan sonra yeni neslin eğitimi ortak değerler ve ortak idealler üzerine kurulacaktı. Bu sebeple bu kanunu hazırlayanlar; “1924 yılından itibaren yeni eğitim sistemi artık bir millet yetiştirecektir” demişlerdir.
    Köy Enstitüleri 17 Mayıs 1940 tarihli Kanun’la kurulmuştur.
    -Türkiye de Eğitim sisteminin genel yapısı : Millî eğitim sistemi, “örgün eğitim” ve “yaygın eğitim” olmak üzere iki ana bölümdenoluşmaktadır. Örgün eğitim, belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireylere,amaca göre hazırlanmış programlarla okul çatısı altında verilen düzenli eğitimdir. Örgün eğitim, okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsamaktadır. Yaygın eğitim, örgün eğitim sistemine hiç girmemiş veya örgün eğitim sisteminin herhangi bir kademesinde bulunan ya da bu kademelerden birinden ayrılmış olan bireylere, ilgi ve gereksinim duydukları alanda örgün eğitim yanında veya dışında düzenlenen eğitim faaliyetlerinin tümünü kapsar. Yaygın eğitim halk eğitimi, çıraklık eğitimi ve uzaktan eğitim yoluyla gerçekleştirilmektedir.




  • ÇEVRE SORUNLARI – GÜZ DÖNEMİ – FİNAL
    -1972’de 113 ülkenin katılımı ile yapılan Birleşmiş Milletler Stockholm Çevre ve insan Konferansı, insanlığın geleceğini tehdit edici boyutlara varan çevresel sorunlara çözüm aramak amacıyla uluslararası düzeyde atılan ilk adım olmuştur.
    -1983 yılında ise Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan Dünya Çevre ve Kalkı
    nma Komisyonu, 1970’li yılların sonundan itibaren sıkça sözü edilen “sürdürülebilir
    kalkınma” kavramını resmi olarak ilk kez 1987 yılında yayınlanan ve Brundtland Raporu olarak da bilinen Ortak Geleceğimiz adlı raporda uluslararası düzlemde tartışmaya açmıştır.
    -Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan Ortak Geleceğimiz isimli raporda, sürdürülebilir kalkınma kavramı en genel anlamıyla “karar vermede ekonomik ve ekolojik düşünceleri bütünleştirme ana teması ile bugünün gereksinimlerini ve beklentilerini geleceğin gereksinim ve beklentilerinden ödün vermeden karşılamanın yollarının aranması” olarak tanımlanmıştır.
    -1987 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na sunulan “Ortak Geleceğimiz” (Brundtland) Raporu ortaya çıkmıştır.
    -ilk kez, 1972 yılında Birleşmiş Milletler Stockholm Çevre Konferansı’nda, Konferans Genel Sekreteri Maurice Strong’un kullandığı “çevreyi dışlamayan
    kalkınma” ile yerel kaynaklardan adaletli bir biçimde yararlanmayı öngören bir kalkınma stratejisi gündeme gelmiştir. Böylece, ekonomik sistemlerin çevre
    sorunlarına bakışlarına ilişkin görüşler tartışmaların odağına yerleşmiş ve “çevre - ekonomi” çelişkisi politik alanın önemli bir unsuru olmuştur. Üretim ilişkileri, tüketim toplumu ve bu alandan doğal varlıklara yansıyan olumsuzluklar, yoksulluk, açlık, barınma gibi temel sorunlar, gelir eşitsizliği gibi sosyal ve
    siyasal sorunlar çevre - ekonomi tartışmalarını şekillendirmiştir.
    -çevre sorunlarına çözüm bulmak için uluslararası işbirliği ve dayanışmanın gerekli olduğu gerçeği ilk kez 5 Haziran 1972’de isveç’in Başkenti Stockholm’de toplanan Birleşmiş Milletler “Çevre ve insan Konferansı”nda dile getirilmiştir.
    -Sanayicilerin ve sermaye çevrelerinin oluşturduğu Roma Kulubü isimli uluslararası kuruluş, 1972 yılında “ Büyümenin Sınırları” adı altında bir rapor hazırlatarak, çevre sorunlarına değişik bir boyutta değinmiş ve kalkınma-çevre ikilemi üzerinde durarak, sanayi ve iş çevrelerine uyarılarda bulunmuştur
    -Arjantin kökenli Bariloche Vakfı tarafından yayınlanan “Yoksulluğun Sınırları” isimli çalışmada ise, Roma Kulübü’nün raporuna çok ciddi eleştiriler getirilirken, sınırlanması gerekenin büyüme değil, ülkelerin ölçüsüz ve eşitsiz tüketim alışkanlıkları olduğu savı ileri sürülmüştür.
    -Çevre sorunlarının küresel olması ve karşılıklı bağımlılık özelliği taşıması çevre koruma alanında uluslararası işbirliği ve ilişkileri her zamankinden daha önemli kılmaktadır.
    -Brundtland Raporu; genel olarak yoksulluğun ortadan kaldırılmasını, doğal kaynaklardan elde edilen yararın dağılımında eşitliğin sağlanmasını, nüfus kontrolünü ve çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesini sürdürülebilir kalkınma ilkesi ile doğrudan ilişkilendirmektedir.
    -Çevre olgusu, 1970’li yılların başından itibaren devlet ve hükümetlerin ortak gündemi haline gelmiştir.
    -“Çevre Politikası” bir ülkenin çevre konusundaki ve çevre sorunları alanındaki çözüm arayışlarına yönelik tercih ve hedeşerinin belirlenmesi olarak tanımlanı r. Çevre politikası, en genel anlamı ile toplumların sağlıklı bir çevrede yaşamaları nın sağlanmasını ve doğal varlıkların korunmasını hedeşer.
    ---Kuramsal olarak, çevre politikasının belirlenmesinde ve ardından uygulanmasında temel koşullar aşağıda sıralanmaktadır:
    Tanı (Teşhis): Bu aşama, çevre sorununun belirlenmesi, sorunun nedenleri ve bileşenleri ile çözüme taraf olabilecek kişi - kurumlar arasında bağlantı kurulması gibi noktaları kapsar.
    Karışma / Düzenleme (Müdahale): ikinci aşama olarak görülebilecek bu süreçte, çevre sorununun çözümüne yönelik arayışların, yöntemlerin incelenmesi ve karşı laştırması yapılır ve en uygun çözüm yöntemine karar verilir.
    Uygulama: Son aşama olarak, belirlenen çözüm yönteminin ve politikanın karar mekanizması içinde uygulanması sağlanır.”
    ÇEVRE POLiTiKALARI VE FARKLI YAKLAfiIMLAR :
    içerik Yönünden Çevre Politikaları
    Çevre politikaları içerik (öz) açısından düzeltim (reform) yanlısı ve düzeltim karşıtı olarak iki kümeye ayrılabilir....
    1. Düzeltimci Politikalar
    Burada çevre sorunlarına etkin bir politikayla çözüm aranması söz konusudur. Bu politikalar, belli bir siyasal ideolojiye bağlı olmaktan çok, konuya yararcı (pragmatik) olarak yaklaşmakta ve iyimser bir özellik taşımaktadır.
    2. Düzeltim Karşıtı Politikalar Bu tür politikaları savunanlar, çevrebilim konusuna özel bir önem verilmesinin gerekli olmadığına inanırlar.
    Yöntem Açısından Çevre Politikaları
    Çevre sorunlarını bir bütün olarak ideolojiden soyutlamak olanak dışı olmakla birlikte, çevre politikalarının dayandığı yöntem modelleri, çevre sorunlarının daha çok ideoloji ötesi sayanların görüşlerini yansıtmaktadır. Bunlar, başlıca iki kümede toplanmaktadı r.
    1. Onarımcı Politikalar
    Çevre üzerindeki zararlı sonuçlar ortaya çıktıktan sonra, verilebilecek zararlar verildikten ve çoğu kez de dönülemeyecek noktalara varıldıktan sonra bu etkilerin giderilmesini amaçlayan politikalardır.
    2. Önleyici Politikalar
    Bu politikaların özünü, çevreye henüz zarar verilmeden, gelecekteki olası gelişmeler hesaba katılarak gerekli önlemlerin alınmasıyla doğal ve fiziksel çevrenin korunması ve geliştirilmesi temel ilkesi oluşturmaktadır.
    - Fransız toplumbilimcisi H. Chombart de Lauwe da, “... Bunalımlar (çevre ile ilgili) yalnız kapitalist ülkelere özgü değildir. Sosyalizm de yeni yollar aramak zorundadır.” demektedir.
    -Margaret Mead şu : “Kapitalizm de, sosyalizm de, çevreyi korumada aynı ölçüde becereksizdir.”
    -Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulduğu 1960’lı yıllarda başlayan,“beş yıllık kalkınma planları” ulusal çevre politikalarının oluşması ve gelişmesi açı-sından incelenmesi gereken ilk ve temel belgeler olarak görülebilir.
    Tarihsel bir gerçek olarak; ilk iki kalkınma planında çevre sorunlarına ve çözümlerine ilişkin hiçbir politika, hedef veya ilkeye rastlanmadığı belirtilmelidir. Türkiye’de, “Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı” ile birlikte (1973-1977), çevre sorunları na yönelik politika belirleme yönünde ilk adımlar atılırken, çevre örgütlenmesi ve çevre tüzesinin oluşturulması yönünde de tartışmalar başlamıştır.
    -Türkiye’de çevre politikalarının oluşturulması ve çözüm önerilerine yönelik en önemli çalışma ve politika belgesi ise Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP) olmuştur. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde, Dünya Bankası’nın desteği ile hazırlanan ve 1998 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından yayınlanan UÇEP Raporu, bugüne kadar çevre alanında hazırlanmış Türkiye’deki en kapsamlı politika dokümanıdır. UÇEP’in yasal bir bağlayıcılığı olmadığı için, hukuksal yaptırımları da olmamıştır.
    -2011 Yılı Birleşmiş Milletler insani Gelişme Göstergesi’nde, Türkiye ikinci grup ülkeler arasında, “yüksek insani gelişim düzeyi” sınıfında bulunmakla birlikte yeri, 187 ülke içinde 92. sırada kalmıştır.
    -“doğru ve kalıcı çevre politikalarının” doğa ve insan öncelikli olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
    -Sözlüklerde çevreci (environmentalist), “çevreciliğin ilkelerine inanan ve bunları geliştirmeye çalışan kimse” olarak tanımlanmaktadır. “Çevrecilik” ise, çevreye duyulan ilgiden, bu ilgi ve çevre koruma kaygılarından hareketle tanımlanan ideolojiler ve hareketler olarak tanımlanır.
    - “önce gelişme, sonra çevre” yaklaşımının, son yıllarda ekonomik gelişmelerin ve küreselleşmenin yaşamı tehdit ettiğinin algılanması ile birlikte yerini, “gelişme ve çevre arasındaki denge” düşüncesine bıraktığı görülmektedir.
    -Çevrenin korunması ve geliştirilmesinin hukukun konusu olması çok eskilere dayansa da bağımsız bir Çevre Hukuku, ancak son 35-40 yılda ortaya çıkmıştır. Çevre koruma ve çevre kirliliğini giderme yönündeki düzenlemeler, ilk aşamada, “komşuluk hukuku” ya da “birisinin bir eylemde bulunurken başkalarına zarar vermemesi” biçiminde yapılmış, zamanla insan ve çevre ilişkilerini temel
    alan düzenlemelere geçiş olmuştur.
    -Çevre hukukunun amacı; insan faaliyetleri ile çevrenin bozulmasını önlemek, bozulan çevrenin eski haline getirilmesini sağlamak ve çevrenin
    geliştirilmesi için insan faaliyetlerini sınırlamak ya da engellemektir.
    -Çevre hukukunun temel nitelikleri şu şekilde sıralanabilir:
    • Devingenlik • Disiplinler arası olma • Karma hukuk dalı olma • Geniş kapsamlılık • Sınırlayıcılık
    -Birleşmiş Milletler insan Hakları Komisyonu’nca hazırlanan ve 10 Aralık 1948 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen, “insan Hakları Evrensel Beyannamesi” insanlık tarihi açısından yeni ve çok önemli bir evrenin başlangıcıdır.
    Tarihsel Evrimine Göre insan Hakları
    - Fransız Hukukçu Karel Vasak, tarihsel evrimine göre insan haklarını üç kuşak haklar olarak sınışandırmıştır:
    • Birinci Kuşak Haklar: Temel özgürlükler, kişi hakları ve siyasal haklar.
    • ikinci Kuşak Haklar: Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar.
    • Üçüncü Kuşak Haklar: Dayanışma haklarıdır.
    (Fransız Devrimi’nin üç temel ilkesinin bu kuşakları işaret etmesi ilgi çekicidir. Buna göre, birinci kuşak haklarda özgürlük, ikinci kuşak haklarda eşitlik, üçüncü kuşak haklarda ise kardeşlik nitelikleri belirleyicidir.)
    -Birinci Kuşak insan Hakları : birinci kuşak haklar, kentsoylu sınıfın, eski düzenin unsurlarından imtiyazlı azınlık (aristokrasi), krallık (tek erk) ve kiliseye karşı verdiği savaşım içinde şekillenmiştir. Birinci kuşak haklar, devlete karşı bireye temel hak ve özgürlükler yanında siyasal erkin dokunamayacağı temel bir özgürlük alanı sağlayan haklardır. Yani bireysel olarak kullanılan haklar söz konusudur. Kişisel ve siyasal haklar olarak da nitelenen birinci kuşak haklar aslında, kişileri otoritenin kötüye kullanılmasına karşı korurken, siyasal süreci etkilemeye olanak tanıyacak özgürlüklerle de donatmaktadır. 1789 insan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ndeki “herkes”,”hiç kimse” gibi deyimler, bu ve benzeri bildirilere evrensel bir nitelik vermesine ve tüm insanların doğuştan eşit ve özgür olduğu vurgulanmasına karşın, ancak belli kesimler bu haklardan yararlanmıştır. Örneğin köleler tüm haklardan yoksun bırakılırken, kadınlar, işçiler ve yoksullar yani edilgen sayılan kişiler de siyasal hakların kapsamı dışında tutulmuşlardı
    -ikinci Kuşak insan Hakları : Sanayi Devrimi sürecinde bir sınıf olarak ortaya çıkan işçi sınıfının sınışar arasındaki eşitsizliğe yönelik tepkisi ve sınışar arası mücadele sonucu kazanılmış toplumsal ve ekonomik nitelikli haklar ikinci kuşak hakları oluşturmaktadır. Siyasal haklar, mülkiyet bağından koparılarak “genel ve eşit oy” ilkesiyle varlıklı sınışar dışında kalan toplumsal kesimlerce de kullanılabilir duruma getirilmiştir.
    -Üçüncü Kuşak insan Hakları: Bu haklar son yarım yüzyılda kendini göstermeye başlamıştır. Bu hakların içine, barış hakkı, silahsızlanmış bir dünyada yaşama hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, ekonomik ve sosyal açıdan gelişme hakkı, halkların kendi durumlarını serbestçe belirleme hakkı ve herkesin insanlığın ortak mal varlığından yararlanma hakkı girmektedir. Üçüncü kuşak haklar, insan haklarının kullanılmasında sadece devletin değil, insan topluluklarının da etkin biçimde çaba harcaması gerektiği anlayışına dayanmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında Üçüncü Dünya Ülkelerinin de baskısıyla gündeme gelen bu kuşak haklar için, “dayanışma hakları”, “yeni haklar” ve “kalkınma hakları” gibi adlar kullanılmaktadır. Bu hakların temelinde ise başlıca, nükleer teknoloji, çevreyi tahrip eden sınırsız ve denetimsiz sanayileşme, çarpık kentleşme gibi toplumsal ve siyasal sorunlar yatmaktadır. Ayrıca üçüncü kuşak haklar, ancak ortak olarak kullanılabilen ve günümüzde gittikçeönem kazanan haklardan sayılmaktadır.


    ***Fransız Hukukçu Karel Vasak, tarihsel evrimine göre insan haklarını üç kuşak hak olarak sınışandırılmıştır: • Birinci Kuşak Haklar: Temel özgürlükler, kişi hakları ve siyasal haklar. • ikinci Kuşak Haklar: Ekonomik, toplumsal ve kültürel haklar. • Üçüncü Kuşak Haklar: Dayanışma hakları Bu bağlamda, Çevre Hakkı kavramının, içinde yer bulduğu Üçüncü Kuşak Haklar, 20. Yüzyılın ikinci yarısının, ikinci çeyreği ile birlikte gelişen ve şekillenen haklar olarak tanımlanabilir. • Çevre Hakkı • Gelişme Hakkı • Barış Hakkı • insanlığın Ortak Mirasından Yararlanma Hakkı dayanışma haklarıdır.
    -Doğal manzaraları n korunması hakkındaki bu konferansların ilki 1913 Bern konferansı


    -Devlet en genel tanımı ile toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş halk veya halklar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır.
    -devlet tanımındaki unsurlar : • insan Unsuru • Egemenlik Unsuru • Ülke Unsuru
    -Devlet şekilleri ise Üniter (Tekli) Devletler ve Federal (Birleşik) Devletler şeklinde tanımlanabilir.
    -Egemenliğin kaynağına göre devletler tarih boyunca değişik işlevler üstlenerek, aşağıdaki yönetim erklerine göresınışandırılabilmektedir:
    Monarşik(Tek erkli) Devlet
    Oligarşik(Takım erkli) Devlet
    Teokratik(Din erkli) Devlet
    Demokratik Devlet
    Sosyalist (Toplumcu) Devlet
    -Kamu Yönetimi Devlet, vilayet, belediye ve köy yönetimi; Kamu görevlerini görmekle yükümlü tüm yönetimler.
    - Prof.Dr. Cemal Mıhçıoğlu’nun özgün çevirisi ile Türkçe’ye kazandırılan, Simon, Smithburg ve Thompson’un “Kamu Yönetimi” isimli yapıtında yönetim ve kamu yönetimi kavramları için, çeşitli örnekler verilerek açıklamalar yapılmaktadır:
    “...iki kişi, teker teker yerinden kımıldatamayacakları bir taşı yuvarlamak için işbirliği ettiklerinde yönetimin ana ögeleri ortaya çıkar. Bu yalınç işte, yönetim denen uğraşın iki ana özelliğinin bulunduğu görülmektedir. Gerçekten, burada önce bir amaç taşın götürülmesi, sonra işbirliğine dayanan eylem başka türlü yapılamayacak olan bir işi gerçekleştirmek üzere birden çok kişinin güçlerini birleştirmesi vardır.
    -Geniş anlamda kamu yönetimi, düzenli toplumlarda kamu gücünün örgütlenmesini ve işleyişini tanımlar. Bu her türlü devlet görevlerini ve örgütlerini içine alan bir tanımlamadır. Olağan anlamda kamu yönetimi dendiğinde, yasama, yargı ve belli bir ölçüde yürütme dışında kalan, tüm kamusal kuruluşları ve işleyişleri ifade eder.
    -Devletin temel hedeşerinden en önemlisi örgütlenme yoluyla toplumsal düzenin kurallarını koymak ve uygulamaktır. Devletin ikinci temel hedefi ise toplumsal sorunlara çözüm aramaktır.
    -Kamu yönetimi dizgesi halk, örgüt, ilkeler düzeni, ekonomik kaynak, kamu görevlileri ve kamu politikası olmak üzere çeşitli unsurlardan oluşmaktadır.
    -Çevre Yönetimi: Tüm canlıların ekosistem içinde dengeli, sağlıklı ve sürekli yaşamaları, doğal varlıkların korunması, geliştirilmesi ve
    değerlendirilmesi süreçlerinde bir dizgenin (sistemin) oluşturulması olarak tanımlanabilir.
    -Çevre Yönetimi’nin, çevrebilim ilkeleri çerçevesinde, bir süreç yönetimi olduğu söylenebilir
    -Çevre yönetiminin amacı, doğal varlıkların ve doğal kaynakların korunması ve geliştirilmesi ile birlikte, bugünkü ve gelecek kuşaklar için yaşanabilir bir dünya ve ekosistem yaratılması temel yaklaşımına dayanır.
    -Çevre yönetiminin temel amaçlarından biri de bilimsel ve demokratik planlamadır. Çevre yönetimi ve planlamasında ise, çevresel etki değerlendirmesi, stratejik çevre etki değerlendirmesi, sağlık etki değerlendirmesi, kalite yönetim sistemleri ve çevre yönetim sistemleri ile sanayileşme, kentleşme, enerji, madencilik gibi süreçlerin yönetilmesi hedeşenmektedir.
    -Çevre Yönetimi’nin, çevre politikalarına ve çevresel planlamaya temel oluşturan ilkeleri şu şekilde özetlenebilir:
    • Doğal varlıkların korunması ve geliştirilmesi
    • Kaynak kullanımının azaltılması, geri dönüşüm ve geri kazanım
    • Kirlilik önleme
    • Planlama ve karar alma süreçlerinde, çevresel etkilerin öncelikle göz önüne alınması
    • Tüm üretim süreçlerinde, ekolojik yaşam döngüsünü dikkate alacak düzenlemelerin yapılması
    • Sağlık Etki Değerlendirmesi’nin (SED), doğa ve insan ilişkilerinde temel alınması, üretim süreçlerinin ve tüketim ortamlarının SED ilkeleri ile şekillenmesi
    • Halk için çevre eğitimi
    • Çevre koruma ve çevre sorunlarını giderme süreçlerinde halk katılımı.
    -TÜRKiYE’DE ÇEVRE YÖNETiMiNiN BiLEşENLERi
    Yapılar , ölçekler, süreçler , araçlar , işlevler.
    -1978 yılında, ilk kez çevre politikalarının oluşturulması amacı ile Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı kurulmuştur
    -2003 yılında, “Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma” çalışmaları kapsamında, “Birleşik Bakanlık” modeline geçilmiş ve “Çevre ve Orman Bakanlığı” kurulmuştur.
    -“Çevre Yönetimi”’nin bütüncüllüğü ve devingen özelliği nedeni ile birçok kanunun çevre koruma ve çevre yönetim süreçleri ile ilintili olduğu görülmektedir.




  • GİRİŞİMCİLİK VE İŞ KURMA - €“ GÜZ DÖNEMİ -FİNAL

    -girişimcilik iklimi, kavram olarak yeni kurulacak ve/veya var olan işletmeleri etkileyebilecek ulusal ekonomik çevreyi tanımlamada kullanılmaktadır. Ekonomik çevre, hükümetin iş yaratım sürecine yönelik tevşik politikası, yaşanan finansal krizler, küresel düzeyde yaşanan gelişmeler, finans kuruluşlarının fon talebini karşılama düzeyi, enflasyon oranı, vergi uygulamaları, iş kurmayı engelleyen yasal alt yapı ve bürokrasinin yapısı gibi faktörleri içerir.
    -girişimcilik iklimi : girişimci sayısının arttırılabilmesi için gerekli olan ortam. Ekonomik büyümedeki en önemli faktör özem sektör yatırımlarının arttırılmasıdır. Bu sebepten girişimcilik iklimi büyümenin sağlanmasında önemli bir bileşendir.
    - girişimcilik iklimini etkileyen faktörler ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir.
    -tekonolojik üretimin en önemli unsuru yeniliktir, inovasyondur.
    -Melek yatırımcı: fikri olup, parası olmayan girişimcilere destek veren kişi / kurum. Amaç katma değer yaratmak.
    -Sinai Mülkiyet Hakkı: patentler, faydalı modeller, ticari markalar, endüstriyel tasarımlar, coğrafi işaretler(meşe ve mahreç işaretleri), entegre devrelerin topografyaları.
    -McClleand (1962) , girişimciliğe destek veren kültürlerin 3 temel davranışı öne çıkardığı ve bunların ; 1) yüksek sorumluluk üstlenme, 2) hesaplı risk alma ve 3) performansa dönük geribildirim talep etme olduğunu söyler.
    -Girişimciliğin, ekonomik kalkınma sürecinde yeni değer yaratması boyutunu ilk defa vurgulayan kişi,Schumpeter.
    -Franchising; bir ürüne, hizmete yada sürece sahip işletmenin(Franchisor),bir başka işletmeye(Franchisee) belli bir süre için gerekli ödemeleri yapması ve ilgili koşulları sağlaması şartıyla sözkonusu ürün,hizmet Yada süreci kullanma izni verdiği anlaşmadır.
    -FRANCHISEE açısından FRANCHISING'in yararları :
    *Ürünün/hizmetin tanınırlığı : pazarda bilinen bir marka, ürün Ya da hizmet ile çalışma fırsatı bulacaktır.
    *Yönetim uzmanlığı: Franchisor tarafından kendisine yönetsel destek sağlanır. Alan desteği de sunabilir.
    *Finansal destek:
    *Operasyonel ve yapısal denetim: kalite kontrol, etkili yönetsel kontrol mekanizması. Maliyet kontrolü,stoklar ve nakit akışı, işe alım/çıkarma, programlama ve eğitim.
    *Pazara ilişkin bilgi birikimi:
    -FRANCHISOR açısından FRANCHİSİNG'in yararları: Büyüme ile ilgili riskler, sermaye gereksinimi ve maliyeter ile ilgili riskler azaltılabilinir.
    -FRANCHISING anlaşmalarının getirebileceği olumsuzluklar :
    *Kısıtlamalar , *Kârın paylaşımı ve maliyetler , * Anlaşmanın sonlandırılması, * yerine getirilmeyen taahütler, * gerçekci olmayan beklentiler.
    -Franchise Seçimi : Türkiye de UFRAD (Franchising derneği), iş kurmak isteyenlere destek olmaktadır.
    -ŞAHIS İŞLETMESİ: kurulacak iş küçük ve belirli sınırlar içinde yer alıyorsa Basit Usulde Vergisine Tabi İşletme ve daha büyük ölcekli bir iş ise Gerçek Usulde Gelir Vergisine tabi bir işletme kurabilir.
    BASİT USÜLE TABİ Olmanın şartları : kendi işinde bir fiil çalışmak. Kira bedeli, büyükşehirde 5000Tl den, diğer yerlerde 3,500TL yi aşmamak. Yıllık alımların 70.000TL yi aşmaması, yıllık satışlarında 105.000Tl yi aşmaması.
    Defter tutmazlar. Muhtasar beyanname vermezler. Vergi kesintisi yapılmaz. Geçici vergi ödemezler. KDV den istisnadır. Kayıtları Meslek odalarında tutulur.
    Belge ve zarfları sadece Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu tarafından bastırılır. Beyanname şubat ayında 1-25 inde verilir ödemesi ise şubat ve haziranın son gününe kadar 2 taksitte verilebilinir.
    GERÇEK USULE TABİ : Elde ettikleri kar üzerinden vergi verirler. Ayrıca yıl içinde elde ettikleri üçer aylık kar üzerinden %15 de Geçici Vergi verirler.
    ***ŞİRKET KURMA: girişimci şahış şirketi Ya da sermaya şirketi kurabilir.
    *Şahıs Şirketi : Kollektif Şirket, Komandit Şirket
    *Sermaye Şirketi : Limited şirketi, anonim şirketi, sermayi paylara bölünmüş komandit şirketi
    -Sermaye şirketleri elde ettikleri kar üzerinden %20 Kurumlar vergisi öderler. Ayrıca üçer aylık %20 Geçici vergi öderler, bu vergi yıl içinde ödenen Kurumlar vergisinden düşülür.
    -Limited Şirketi: 10Bin tl nakdi veya ayni sermaye ile bir veya fazla kişi tarafından kurulur. Ortak sayısı en az 2, ençok 50. gerçek ve tüzel kişiler ortak olabilir. Bankacılık ve sigortacılık yapamazlar. Limited şirkette ortak sayısı 1e düşer Ya da 50 den çok olursa tasfiye işlemi gerçekleşir.
    -İflas ertelemesinde tüm alacaklar durur, işçi alacakları durmaz, icra yoluyla takip yapılabilinir.
    -birleşme yapacak şirketler aynı türden olmalıdır.




  • MALİYE POLİTİKASI -€“ GÜZ DÖNEMİ - €“ FİNAL -€“ 4. SINIF


    Enflasyon fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak yükselmesidir. bu yükselişin bir seferlik olmaması gerekir. Bir seferlik artış kabul edilmez.
    -Talep Enflasyonu: Toplam talebin artması sonucu olarak fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artıştır.
    Maliyet Enflasyonu: Üretim maliyetlerinin artması sonucu olarak fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artıştır.
    Ücret-fiyat spirali: Ücret ya da fiyatlardaki bir artışın diğerini de uyararak Enflasyona neden olmasıdır. Örneğin, fiyat artışları ücret artışlarına yol açacak, bu durum ise üretim maliyetlerini artırarak tekrar fiyatları artıracaktır.
    Yapısal Enflasyon: Gelişmekte olan ülkelerde nitelikli eleman, sermaye ve ham madde kıtlıkları nedeniyle üretimin düşük olmasına bağlı olarak ortaya çıkan fiyat artışlarıdır.Örneğin, sermaye yetersizliği ya da döviz yetersizliği nedeniyle ham madde ya da ara mal ithalatının yapılamaması ve bu nedenle üretim düzeyinin düşük olması nedeniyle fiyat artışları görülebilmektedir.
    Menü Maliyetleri: Enflasyon nedeniyle fiyatlarını artıran firmaların, fiyat etiketleri, kataloglar gibi fiyatların duyurulduğu ortamları yenilemek zorunda kalmaları nedeniyle katlanmak zorunda kaldıkları maliyetlerdir.
    Enflasyon vergisi: Devletin para basması sonucunda kişilerin elinde tuttukları paranın değerinin azalması sonucunda, kişilerin reel balanslarını (ellerinde
    tuttukları paranın gerçek değerini) korumak için tüketimlerini azaltmalarıdır.
    Tanzi Etkisi: Enflasyonist dönemlerde, vergilerin tarh ve tahsili arasındaki sürenin uzaması nedeniyle vergi gelirlerinin reel değerinin azalmasıdır.
    Ilımlı Enflasyon : Eğer %2-3 gibi makul bir Enflasyon oranı tutturulabilirse yatırımların ve dolayısıyla istihdamın artacağını savunan görüşler vardır.
    EnflasyonLA MÜCADELE VE MALiYE POLiTiKASI:
    Keynesyen yaklaşım : Daraltıcı maliye politikası uygulanmasını, bütçe fazlası verilmesini önerir.
    Monetarist yaklaşım : Sıkı para politikasını önerir. Enflasyonun herzaman ve heryerde parasal bir olgu olduğunu savunur.
    Post Keynesyen: Enflasyonu sınıfsal atışmanın sonucu olarak kabul eder. Gelirler politikasını önerir.
    Arz-Yanlı : Enflasyonun nedenini vergilerin üretim üzerindeki olumsuz etkilerine bağlar. Vergi oranlarının azaltılmasını önerir.
    **----EnflasyonLA MÜCADELEDE KAMU HARCAMALARI : Kamu harcamaları, mal ve hizmet alımına yönelik kamu harcamaları ve transfer harcamaları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır
    Mal ve Hizmet Alımına Yönelik Kamu Harcamaları:
    Cari Harcamalar : Devletin tüketim harcamaları ve personel harcamalarını kaplar. Tüketim Harcamalarında ve Personel Harcamalarında kesintiye gitmek çok kolay değildir. Mal ve hizmet alımına yönelik harcamalar arasında kısıntıya gidilmesi en kolay olanı yatırım harcamalarıdır. Devletin yatırım planlarını dondurması ya da bu planlardan vazgeçmesi, yüksek olasılıkla kamu oyunun dikkatini çekmeyecek ve politik bir dirençle karşılaşmayacaktır.
    Transfer Harcamaları : mal ve hizmet alımına yönelik harcamaların aksine karşılıksız nitelikte harcamalardır. Bu harcamaların genel niteliği; emekli, dul, yetim, öğrenci gibi ihtiyaç sahibi kesimlere yapılan harcamalar olmasıdır. Bu kesimlerin marjinal tüketim eğilimi yüksektir. İşletmelere yönelik yapılan transferlerin ise amacı üretimi teşvik etmektir.
    **----Enflasyonla Mücadele ve Kamu Gelirleri:
    Enflasyonist dönemlerde kamu gelirlerini, özellikle de vergi gelirlerini artırmak, kişilerin elinde daha az harcanabilir gelirin kalması nedeniyle tüketim ve yatırım harcamaları nı azaltacak, dolayısıyla Enflasyonist baskı azalacaktır.
    Gelir vergisi : Genellikle artan oranlı olarak uygulanan gelir vergisi, bu yapısı nedeniyle Enflasyonla mücadele açısından oldukça elverişli bir araç olmaktadır. Artan oranlı gelir vergisinin bir diğer özelliği az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alındığı için toplumsal adalet ilkelerine uygun olmasıdır. Daha önce değinildiği gibi, Enflasyonist dönemlerde gelir dağılımı bozulmaktadır. Artan oranlı gelir vergisi bu adaletsizliği azaltmak için en uygun vergi olmaktadır.
    Gider Vergisi : Enflasyonla mücadelede bir diğer yöntem mal ve hizmet alımının vergilendirilmesidir. Bu yöntem mal ve hizmetlerin fiyatlarını artıracak ve tüketimin azalmasına yol açacaktır. Böylelikle toplam talep azaltılmış olacaktır. Dolaylı vergiler Enflasyonla mücadele açısından son derece etkin vergilerdir. Ayrıca dolaylı vergiler uygulanmaları kolay olduğu için idare tarafından da benimsenen vergilerdir. Dolaylı vergiler toplam talebi azaltmak açısından çok yararlı olsalar da adil olmadıkları için eleştirilmektedirler.
    Servet Vergileri : Gelir vergisi ve dolaylı vergilerin aksine, servet vergilerinin Enflasyonla mücadele açısından etkinliği çok daha azdır. Hem servet vergilerinin tabanının dar olması hem de bu vergilerin toplam talep artışını yakından izlememesi nedeniyle Enflasyonla mücadele açısından etkin değildir. Servet vergisinin ise Enflasyonla mücadele açısından bir etkinliği olmayıp daha çok toplumsal adaleti sağlamak açısından uygulanması önemlidir.
    **----Enflasyon ve Kamu Borçlanması:
    Borç Yönetimi: Kamu borçlanmasının bütçeye olan maliyetini minimize etmek ve çeşitli makroekonomik hedefleri gerçekleştirmek amacıyla, kamu borçlarının miktar ve bileşimlerinin değiştirilmesidir.
    Parasal taban: Bir ekonomide dolaşımda olan nakit parayla banka mevduatlarının toplamıdır.
    Devlet temelde üç kesimden borçlanabilir; hane halkları ve firmalar, ticari bankalar ve Merkez Bankası’ndan borçlanma.
    Merkez Bankası’ndan borçlanma:. Bu, tüm seçenekler için de en çok Enflasyonist olanıdır. Çünkü, Merkez Bankası’ndan borçlanma para basımı anlamına gelecektir.
    Durgunluk: Ekonomide talep yetersizliği nedeniyle işlem hacminin daralması sonucunda ortaya çıkan kapasite düşüklüğü ve işsizlik olgusudur.
    Durgunluk > daha yüzeyde seyreden; daha az işsizliği açığa çıkaran, daha kısa süre devam eden kavramdır
    Kriz ise > daha derin bunalımlara; daha yüksek işsizliğe yol açar ve daha uzun sürer.
    işsizlik: Bir ekonomide çalışma gücü ve arzusunda olan bir bireyin cari ücret düzeyinde ve çalışma koşullarında çalışmaya razı olup iş bulamaması durumudur.
    DURGUNLUKLA MÜCADELEDE OTOMATiK iSTiKRAR SAОLAYICILAR:
    Durgunluğun hafif seyrettiği durumlarda, iradî değişikliklere başvurmadan, vergi ve harcama politikalarının esneklik özelliklerinden yararlanılarak, otomatik istikrar politikası yeterli olabilir.
    Sistemin ekonomik konjonktüre karşı tepki veren en önemli aracı gelir vergisidir. Gelir vergisi, artan oranlı tarife yapısı nedeniyle, milli gelirdeki değişmelere karşı yapısında otomatik esneklik taşımaktadır
    Kurumlar vergisi, düz oranlı uygulandığından etkiliği gelir vergisine göre daha zayıftır. Ancak kurumlar vergisinin de bütçe açığına katkı yaparak (gelir vergisi kadar olmasa da) otomatik istikrara yönelik olumlu sonuç ortaya koyacağını söylemek mümkündür.
    Tüketim vergileri; gelir karşısında gerileyen oranlı uygulandığından vergi adalati açısından olumsuz etki yaratır. Ayrı talep emici özelliğinden dolayı durgunluk dönemlerinde ters etki yapar.
    -Gelire Bağlı Vergiler: Gelire göre değişen oranlarda salınan vergilerdir.
    Gelirden Bağımsız Vergiler: Gelir üzerinden sabit miktarlarda alınan vergilerdir
    Tam Çarpan Etkisi: Kamu harcamalarında bir birim artışın, veri çarpan katsayısı ve sabit faiz oranı altında gelir düzeyinde oluşturduğu artıştır.
    Otonom Yatırım: Faiz oranından bağımsız olarak kamu kesimi içinde yapılan yatırım harcamalarıdır.
    Maliye Politikasının Etkinliği: Veri carpan katsayısı altında uygulanan maliye politikasının tam çarpan katsayısı etkisi oluşturmasıdır.
    Stagflasyon: (İlk kez ingiliz Parlamenter Iain Macleod 1965de kullandı). Bir ekonomide yaygın işsizlik ile beraber yüksek Enflasyonun yaşandığı bir ekonomik istikrarsızlıktır. Stagflasyon sorunu Enflasyon, işsizlik ve istikrarsız büyüme sorunlarının karması şeklinde ifade edilebilir.
    Stagflasyon, yüksek Enflasyonun, atıl üretim kapasitesinin, yaygın işsizliğin, yetersiz büyümenin birlikte yaşandığı bir ekonomik sorun olarak tanımlanmıştır.
    Paul Samuelson a göre Stagflasyon : Durgunluk döneminde artan Enflasyondur.
    Çağdaş Keynesyenler ise Stagflasyon sorununun oluşumunun mal ve hizmet piyasalarının rekabetçi piyasalara sahip olamamalarından ve fiyat ve ücretlerin aşağı yönlü esnek olmaması ndan kaynaklandığını ileri sürmektedirler
    Stagflasyon sorununun yaşandığı bir ekonomide yaygın işsizlik ve yüksek Enflasyondan kaynaklanan sorunlara bağlı olarak ekonomide değişik olumsuz etkiler görülmektedir. Yani, kaynak tahsisi bozulmakta, dengeli bir gelir dağılımından uzaklaşılmakta, ekonomik büyüme yavaşlamakta, yoksulluk artmaktadır. Bunlara bağlı olarak tüketicilerin refah düzeyleri olumsuz etkilenmekte ve yaşam standartları giderek kötüleşmektedir. 1970’li yıllar da ortaya çıkmıştır.
    StagflasyonU AÇIKLAYAN GÖRÜŞLER :
    A. W. Phillips, parasal ücretlerin artışı ile işsizlik oranı arasındaki ilişkinin ters yönlü olduğu sonucuna varmıştır. Bunu bir grafik ile ifade etmiş ve Phillips eğrisi olarak ekonomi yazınında yerini almıştır. Phillips eğrisine göre, bir ekonomide, işsizlik ile mücadele edildiğinde nispeten düşük işsizlik oranına ulaşılır, ancak bu durum yüksek parasal ücret artışı ile başarılabilir.
    Monetarist Yaklaşım: Friedman ve Phelps in açıklamalarına dayandırılır. Friedman ve Phelps, Philips Eğrisinin kısa ve uzun dönemde ayrı ayrı ele alınmasını gerektiğini belirtmektedir.
    Kısa dönem Phillips eğrisi: işsizlik oranı ile Enflasyon oranı arasındaki değişimi gösteren negatif eğimli bir eğridir. Orijinal Philips eğrisi olarak adlandırılır. Beklenen Enflasyon oranı değişirse philips eğrisi yukarı doğru kayacaktır.
    Uzun dönem Phillips eğrisi: Beklenen Enflasyonun değişken olması durumunda, Enflasyon oranı ile işsizlik oranı arasında ters yönlü bir ilişkinin bulunmadığını gösteren bir eğridir.
    Çağdaş Keynesyen Yaklaşım : John Maynard Keynes’in Genel Kuramı’nı yayımlamasından sonra gerek gelişmiş ve gerekse gelişmekte olan ülkeler müdahaleci devlet anlayışını benimsemiş ve ekonomilerinin istikrara kavuşmalarında, toplam talep yönetimi ile istikrar politikalarını uygulamışlardır.
    -STAGFLASYONUN ETKİLERİ:
    Fiyat istikrarsızlığının neden olduğu sosyal maliyetler : Kaynakların etkin kullanılmaması; gelir dağılımının bozulması, ödemeler dengesinin olumsuz etkilenmesi, tasarruf hacminin etkilenmesi.
    İşsizliğin neden olduğu maliyetler : üretimin azalması, büyüme hızında yavaşlama, sosyal transferlerin artması, yoksulluğun artması, insanların yaşam kalitesinin düşmesi.
    STAGFLASYONLA MÜCADELE YÖNTEMLERİ: Stagflasyonla mücadele yöntemleri genel anlamda mikro tabanlı çeşitli yaklaşımları içermektedir. Bunlar arasında, gelirler politikası, vergi temelli gelirler politikası, indeksleme, üretim teşvikleri ve toplam arz, sektörel ve bölgesel politikalar sayılabilir.
    Gelirler politikası : Enflasyonu etkileyen fiyat ve ücret artışlarını ortadan kaldırmak ya da sınırlandırmak üzere geliştirilen doğrudan müdahale içeren politikalardır.
    Vergi temelli gelirler politikası: Vergi sisteminin parasal ücret artışlarını sınırlandırmak üzere kullanılmasını öngören bir politikadır.
    indeksleme: Ücret, maaş gibi nominal değişkenleri belirli bir fiyat indeksi kullanılarak reel değerlerine dönüştürme tekniğidir.
    Üretim Teşvikleri ve Toplam Arz :
    (Laffer eğrisi: Vergi oranları ile vergi hasılatı arasındaki ilişkiyi gösteren bir eğridir.)
    Kamu açığı: Tüm kamu kurum ve kuruluşları bütçe açıkları toplamıdır. Bütçe açığı: Olağan bütçe harcamalarının olağan bütçe gelirlerini aşan miktarıdır. bütçe açıkları kamu açıklarının en önemlisidir.
    Kamu Bütçesinde önce GİDER tahmini yapılır. Kamu bütçelerinde birinci aşamada kamu harcamalarının saptanması, ikinci aşamada ekonomik ve sosyal koşullara göre vergi ve diğer gelirlerin saptanması kuralı geçerlidir. Vergilerle karşılanamayan harcamalar ise kamu borçları ile karşılanır.
    Bütçe açığı zamanla vergilerin yükseltilmesi yoluyla ortadan kaldırılabilir. Bu durumu açığın finansmanı olarak değil, açığın kapatılması olarak ele almak gerekmektedir. Harcamaların vergilerle karşılanan bölümü dışında kalan kısmının borçlanma ile karşılanmasına bütçe açığının finansmanı adı verilir.
    akım kavramımilli gelire oranının % 3’ü, Stok olarak açık milli gelire oranının da %60’ı geçmemesi gerekmektedir.
    Birincil bütçe dengesi: Vergi ve olağan bütçe gelirlerinden, toplam kamu harcamaları artı faiz ödemelerini çıkartıldıktan sonra kalan miktardır.
    Bütçe açığı konusunun farklı yaklaşımlar:
    Ana-akım ekolüne dahil klasik görüş, bütçe açığının sistemin işleyişini bozduğunu ve savaş ya da doğal afet gibi olağan haller dışında bütçe açığına başvurulmaması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Keynesyen görüş, bütçe açığına tam istihdamı sağlayıcı efektif talep oluşturucu işlev yüklemiştir. Monetarist görüş (Jandarma devlet anlayışı) ise klasiklere yakın bir yaklaşımla bütçe açığının Enflasyon dışında bir yarar sağlamayacağı görüşü ile bütçe açığına karşı çıkmışlardır. Radikal görüş yanlıları (James O'Connor) ise bütçe açığının kapitalizmin gerekli bir sonucu olduğu görüşünü ileri sürmektedirler.
    (Ricardocu hipotez: Bütçe açıklarının borçlanma ile finansmanının, yaşam boyu gelir hipotezi altında, tüketim üzerinde etkisinin olmamasıdır.)
    -Senyoraj hakkı: Devletin para basma tekeline sahip olmasının sonucu olarak para basmaktan elde ettiği gelirdir.
    -Borçların monetizasyonu: Kamu borçlarının Merkez Bankası para tabanının genişletilmesi ile itfa edilmesidir.
    -Hoş olmayan monetarist aritmetik: Uzun dönemde bütçe açığının borçla finansmanının parasal finansmandan daha Enflasyonist olması durumudur.
    -Ponzi tipi borçlanma: Borç faizinin de yeni borçlanma ile karşılanarak borç stokunun sürekli yükselmesi durumudur.
    -Bütçe açıkları, Merkez Bankası’ndan ve Merkez Bankası dışında borç verilebilir fonlardan finanse edilebilir. Merkez Bankası kaynaklarından yapılan borçlanma para tabanının genişletilmesine neden olduğundan Enflasyonist etki oluşturur.
    Borç verilebilir piyasalardan yapılan borçlanmada reel faiz oranı yükselir. Reel faiz oranının yükselişi hem iç ekonomide faiz geliri elde edenler lehine gelir dağılımını değiştirir hem de bazı yatırımların devre dışı kalmasına neden olarak ekonomik büyümeye darbe vurur.




  • TÜRK DİLİ â€“ GÜZ DÖNEMİ â€“ FİNAL – 4 SINIF
    -Morfoloji, yani biçim bilgisi, Türkçe karşılığından da anlaşılacağı gibi biçimlerin bilgisidir. ilk kez 19. yüzyılda botanik terimi olarak kullanıldı.
    Biçimbirim, daha küçük birimlere ayrılamayan, ses ve yapı yönünden anlamlı en küçük ögelerdir.
    Değişken biçim: Ses uyumlarına bağlı değişen biçimbirimdir. Çokluk eki -ler, -lar gibi.
    Biçimbirimler ikiye ayrılır: Bağımsız biçimbirimler,sözcüklerdir. Bağımlı biçimbirimler, eklerdir.
    Bağımsız biçimbirimler/Sözcükler Bağımlı biçimbirimler/Ekler
    kız -lar
    ev -e
    git- -ti
    yarın -
    gel -
    -Art zamanlı: Tarihî süreçlerdeki değişikliklere odaklanan yöntem. Yalnızca belirli bir döneme odaklanan yönteme ise eş zamanlı denir
    -Sözcük yapımı ile ilgili başlıca yollar şu şekilde sıralanabilir:
    • Birleştirme • Türetme • Kalıplaşma • Örnekseme • Kırpma • Karma • Kısaltma • Kasıtlı yaratma • Derleme • Tarama • Genelleşme • Kopyalama

    ------------------------------------
    Kavram: Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı.
    Soyutlama: Bir nesnenin özelliklerinden veya özellikleri arasındaki ilişkilerden herhangi birini tek başına ele alan zihinsel işlem, gerçeklikte ayrılamaz olanı düşüncede ayırma.
    Mecaz: Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma, metafor.
    DEYİMLER:
    -Deyim kavramını karşılamak üzere Osmanlı Türkçesinde darbımesel, tabir, ıstılah, temsil vb. terimler kullanılmış; ancak darbımesel zamanla yalnız atasözü kavramı için kullanılır olmuştur. Deyimler yargı bildirmezler. Atasözü ise bir gözlem ve tecrübenin sonucunda ortaya çıkmış ve zamanla herkesçe benimsenmiş bir yargıyı dile getirir. Atasözleri de deyimler gibi kalıplaşmış ifadelerdir. Ancak kalıplaşmanın biçiminde bazı farklılıklar vardır. Atasözlerindeki kalıplaşma deyimlere göre daha sıkıdır. Deyimlerde yer alan kelimeler başta, ortada ve sonda birtakım değişiklikler gösterebilir. atasözleri öğüt verme, yol gösterme ya da tecrübe aktarma amacı güderler. Deyimler bazen manzum özellik gösterir ve kafiyeli yapılardır.
    ATASÖZLERİ : . insanlığın ilk yazılı metinlerinden itibaren karşılaşılan atasözlerine farklı uluslar; kanatlı söz, nasihat, cevherli söz, ibret verici söz,altın söz, dilin gülzarı, halk mektebi, halk hikmeti, ruhun doktoru, aklın gözü gibi anlamlara gelen adlar vermişlerdir. Atasözü kavramının Türk dünyasında da atalar sözü, eskiler sözü, makal, nakıl gibi çeşitli adları vardır.
    bir olaydan ders çıkarılmasını sağlamaya yönelik, yargı bildiren, kalıplaşmış dil birlikleridir.
    -Teşbih: Benzetme
    istiare: Bir şeyi anlatmak için ona benzetilen başka bir şeyin adını eğreti olarak kullanma, eğretileme
    Mecaz-ı Mürsel: Benzetme ilgisi bulunmaksızın, neden sonuç gibi türlü ilişkilerle bir sözcüğün başka bir sözcük yerinde kullanılması sanatı, ad aktarması
    Mübalağa: Herhangi bir durumu, olayı ya da gerçeği olduğundan farklı olarak, gerçekleşmesi zor hatta mümkün olamayacak ölçüde üstün ya da aşağı konumda gösterecek anlatma
    -argoya; komik durum yaratma, günlük hayatı yakından tanıtma, gerçeğe uygunluk sağlama, özgün olma gibi nedenlerle başvurulabilmektedir.
    ----------------------------------

    -Eklemeli dil: Sözcükleri ad veya fiil köklerine getirilen yapım ekleriyle türetilen, çekim ekleriyle de cümlelerde kullanılabilir duruma getirilen dil.
    -Türk yazı dili, ikinci Göktürk Kağanlığı döneminde 8. yüzyılın ilk yarısında dikilen Orhon Yazıtları ile başlar. Ancak bu yazıtlarda kullanılan dil son derece gelişmiştir, işlektir. Henüz yazı dili niteliğini kazanmış, yeni yazı dili olmuş bir dil gibi değildir. Atasözleri ve deyimler vardır.
    Ölçünlü Türkçe: Konuşma ve yazıda dil bilgisi yapısı ve söz varlığı bakımından genellikle istanbul ağzına göre biçimlenmiş olan ortak Türkçe, standart Türkçe.
    -TDKnun 2011 yılında yayımladığı on birinci baskı Türkçe Sözlük’te madde başı ve madde içi toplam 92.292 sözcük bulunmaktadır.
    - Türk Dil Kurumunun sanal ortamda kullanıma sunduğu Büyük Türkçe Sözlük’te yaklaşık 572.000 söz varlığı bulunmaktadır
    -Önceleri Çince, Sanskritçe, Soğdca, Toharca vb. dillerden etkilenen Türkçenin söz varlığının, islam uygarlığı çevresinde ise Arapçadan, Farsçadan etkilenmeye başladığı gözlenir.
    -Orhon Yazıtları’nda Çince (totok ‘askerî vali’), Sanskritçe (çıntan ‘sandal ağacı’), Soğdca (şıgar ‘güçlü, kudretli’), Hintçe (makaraç ‘bir unvan veya kişi adı’), Tibetçe (bölün ‘yüksek görevli’) gibi birkaç dilden alınma çok az sayıdaki sözcükle başlayan etkileşim, daha sonraki dönemlerde çeşitli coğrafyalarda kullanılan Türk yazı dillerinde artmaya başlamıştır.
    -Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig’de Arapçadan alınma haber, hacet, fitne, kudret, mezalim, nefs, Rab, rahmet, sohbet; Farsçadan alınma namaz, pend (öğüt), ruze (oruç) vb. yabancı sözlerin oranının %1,9 iken yaklaşık iki yüzyıl sonra yazılan Atabetü’l-Hakayık’ta %26’ya kadar çıktığı belirlenmiştir.
    -Türkçede ki en fazla yabancı kelimeler : 1) arapça , 2) Fransızca , 3 )farsca ,4) italyanca , 5)ingilizce
    -Türkçenin en fazla geçtiği dil : sırpçadır.
    -en son verdiğimiz kelimeler : Döner ve Dolmuştur.
    -Kuzey Buz Denizi kıyılarından başlayıp Hindistan’ın kuzeyine, Kuzey Batı Avrupa’nın Atlas Okyanusu’ndaki kıyılarından başlayıp Çin’in içlerine kadar olan geniş alanda yazı, konuşma, bilim, sanat ve kültür dili olarak yayılmış bulunmaktadır. Bugün yaklaşık on iki milyon kilometrelik bir alanda Türk yazı dilleri, lehçeleri ve ağızları varlığını sürdürmektedir.
    -Türkçenin bu coğrafi yaygınlığını dile getiren ilk kişilerden biri Macar Türkoloğu Armin Vambery’dir. Balkanlardan Mançurya’ya kadar yolculuk yapacak bir kişinin yalnızca Türkçe bilmesi hâlinde bu yolculuğunu çok kolay bir biçimde gerçekleştireceğini söyleyen Vambery, böyle bir yolculuğu kendisi de gerçekleştirmiştir.
    -Bütün bu yazı dilleri ve ağzılarıyla birlikte Türk dili konuşurlarının iki yüz yirmi milyona ulaştığı tahmin edilmektedir.
    -Türk yazı dilleri içerisinde en fazla konuşura sahip Türkiye Türkçesi, yalnızcaTürkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil Balkanlarda, Orta Doğu’da, Kafkaslarda yazı dili olarak kullanılmaktadır.
    -Türkçe, Osmanlı Devleti döneminde “imparatorluk dili” niteliğini kazanmıştır.
    -Türkçe, 87 ülkede en az bir ortaöğretim kurumunda yabancı dil olarak okutulmaktadır.
    Türk dilinin kaynaklarınya bilincli bir biçimde terim üretme yoluna giden ilk Türk toplumu UYGURLAR olmuştur.
    -Türk dilinin ilk sözlüğü Divanü Lugati’t-Türk
    -Yeyüzünde 6.912 dil vardır.
    Türk dilinin bin yıl öncesinden bilim dili niteliğini kazandığını ortaya koymaktadır. Türkçe daha 10. yüzyılda bilim dili olarak kullanılmaya başlanmıştır. Uygurların çeşitli bilim dallarında yazdıkları eserlerde türettikleri bilim terimlerini kullandıkları gibi başka dillerden yaptıkları çevirilerde de yabancı kökenli terimleri, kavramları kendi dillerinden türettikleri terimlerle karşılamaları görebiliriz.
    - II. Mahmut, 1827’de Mekteb-i Tıbbiye-i fiahaneyi kurduğunda, tıp alanında Türkçe kaynak bulunmaması yüzünden Fransızca öğretim dili olarak kabul edilmiş ve Avrupa’dan Fransızca bilen doktorlar öğretim üyesi olarak getirilmişti.
    - Abdülmecit döneminde kurulan devlet okullarında Arapça, Farsça ve Fransızcadan sonra Türkçeye de yer verilmeye başlandı.
    -Türkçenin okullarda zorunlu ders hâline getirilmesi II. Meşrutiyet (1908) ile birlikte gerçekleşecektir.
    -Cumhuriyet döneminde yapılan üniversite reformu (1933) ile Türkçenin bilim dili olarak gelişmesi uğrunda önemli kararlar uygulama alanına sokulmuştur.




  • TÜRK İDARE TARİHİ â€“ GÜZ DÖNEMİ â€“ FİNAL- 4. SINIF
    -II. Mahmut, reformların önünde bir engel olarak duran Yeniçeri Ocağı’nı kaldırarak “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” yi kurdu.
    -sadaret kethüdalığı, Umur-ı Mülkiye Nezareti’ne; geleneksel reisülküttaplık makamı ise dış işlerini görmek üzere Hariciye Nezareti’ne dönüştürülmüştür. Hariciye Nezareti kurulunca Umur-ı Mülkiye Nezareti’nin adı da Dâhiliye Nezareti olarak değiştirilmiştir
    -838 yılında işlemlerde düzen ve birlik sağlamak amacıyla Umur-ı Maliye Nezareti kuruldu. Böylece gelir ve giderler tek hazinede toplanacak, taşrada vergi işleri tek elden kontrol edilecek, usulsüzlük ve vergi adaletsizliği önlenerek gelirler artırılacaktı.
    -şeyhülislamlığın hükümete alındı.
    -1839 yılında Ticaret Nezaretinin kurulmasıyla modern Osmanlı kabinesinin iskeleti oluşmuştur
    -1838 yılında yapılan yeni bir düzenlemeyle sadaret makamının adı, yeni konuma uygun şekilde bütün vekillerin başı olmak üzere başvekâlete dönüştürüldü. Sadrazamlık unvanı da “Başvekil”e çevrilerek Dâhiliye Nezâreti başvekile bağlandı. Böylece padişahın mutlak vekili olarak onun adına iş görme yetkisine sahip sadrazamın konumu değişmişti. Artık sadrazam, vekiller heyetinin başı durumunda ve elinde Mühr-i Hümâyûn’u bulunduran sembolik bir memurdu.
    -3 Kasım 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı.
    -Divan-ı Hümâyûn, yürütme ve yüksek yargıyla birlikte yasama görevini de yürüten bir organdı. Özellikle 18. yüzyıldan sonra bu meclisin yetkileri sadrazam tarafından kullanılmaya başlanmış, böylece 19. yüzyılın modern Babıâli’sine giden süreç başlamıştır. Divan-ı Hümâyûn’un önemini kaybetmesi, onun yürütme ve yargıya ilişkin yetkilerinin sadrazamca yönetilen diğer meclislere geçmesi, yasama işlemine ilişkin önemli bir fonksiyonel boşluğun doğmasına neden olurken, ikindi ve Cuma divanlarının ve bunun sonucu olarak Babıâli’nin ve sadrazamın yetkilerinin artışıyla sonuçlanmıştır.
    -Geleneksel danışma kurulu olan Divan-ı Hümâyûn’un önemini kaybetmesinden sonra Meclis-i Meşveret, onun yerine daha sık toplanmaya başlamıştır. III. Selim Devri Nizam-ı Cedid reformlarının kararlaştırılmasında önemli rol oynayan Meşveret Meclisinden, II. Mahmut da Osmanlı devlet teşkilatını yeni baştan şekillendirirken büyük ölçüde yararlanmıştır.
    -Osmanlı hükümetini çağdaşlaştırmak isteyen II. Mahmut, Meşveret Meclislerinden farklı nitelikte üç sürekli kurul oluşturmuştur. Bunlar; 1826 yılından itibaren başlatılan askerî reformları yürütmek üzere 1836 yılında Dâr-ı fiûrâ-yı Askerî, 24 Mart 1838’de sadrazama danışmanlık yapmak üzere Dâr-ı fiûrâ-yı Bâb’ı Âli ve 24 sMart 1838’de açılan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’dir
    (Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Tanzimat’tan sonra oluşturulan yeni meclislerin başında gelir. Bu meclisin en önemli görevi, kanun ve tüzükleri hazırlamak ve suç işleyen üst düzey memurları yargılamaktı.)
    -3 Kasım 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanına göre devlet üç temel esas üzerine inşa edilecekti. : Birinci esas; Osmanlı vatandaşlarının can, mal ve ırz dokunulmazlıklarının sağlanması ve bunun devletin garantisi altına alınmasıdır. ikincisi, mali ve ekonomik yapının üzerine oturtulacağı, herkesin geliriyle orantılı vergi vermesini sağlayacak düzenlemelerin yapılmasıydı. Üçüncüsü ise derin sosyal ve ekonomik etkileri olabilecek askerlik yükümlülüğünün adil ve belirli bir süre için yapılmasını sağlayacak önlemlerin kararlaştırılmasıdır.
    Bu temel değişikliğin arkasındaki ideoloji ise farklı dil, din ve milletten oluşan Osmanlı imparatorluğu’nu, Osmanlılık fikri etrafında birleştirebilecek ‘Osmanlıcılık’tı.
    Tanzimat Fermanı, Osmanlı vatandaşlarını temel hak ve görevler yönünden eşit gören bir metindir.
    -Tanzimat’tan sonra amacına ulaşmış ve modern Bâbıalî ortaya çıkmıştır.
    -Meclis-i Vâlâ ise yüksek bir temyiz mahkemesi olarak yargı gücünü neredeyse tam bağımsız olarak kullanabilmiştir.
    -uzmanlık kurulu olarak ilk meclis 1838 yılında kurulan Sanayi ve Ticaret Meclisidir.
    -1840 yılında Maliye Nezâreti bünyesinde Meclis-i Muhasebe- i Maliye kuruldu.
    -1845 yılında Meclis-i Maarif-i Umûmiye oluşturuldu.
    Bütün bu meclisler ya doğrudan Meclis-i Vâlâya bağlı olarak çalışıyor ya da nihai kararlar bu meclisçe padişah onayından geçtikten sonra yürürlüğe konuyordu.
    -Tanzimat Dönemi’nde yukarıda anılan meclislerin yanında, bir meseleyi halletmek için oluşturulan ve sorun çözüldükten sonra kapatılan geçici meclisler de kurulmuştur. Bu geçici meclislerin en tipik örneği, 1845 yılında kurulan imar Meclisleridir. Bu meclisler, Osmanlı imparatorluğu’ndaki yol, su, köprü gibi bayındırlık ve imar faaliyetlerini belirlemek, planlamak ve uygulamak üzere kuruldu.
    -1876 yılında II. Abdülhamit tarafından Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-i Esâsî ilan edildi.
    Yeni meclis, padişah tarafından atanan Meclis-i Âyan ve seçimle oluşan Meclis-i Meb’ûsân olmak üzere iki yapılı bir Meclis-i Umûmî olarak şekillenecekti.
    *** TANZİMAT DÖNEMİNDE TAŞRA TEŞKİLATINDA DEĞžİŞİKLİK :
    - Osmanlı yönetimi, geleneksel tımar sistemine bağlı vergi düzeni bozulunca, iltizama başvurmak zorunda kalmıştı. iltizam adı verilen sistem, devletin vergi gelirlerini önceden merkezî hazinede toplamak için ihaleye vermesidir. Vergi ihalesini alan kişiler olan mültezimler, bu işi yaparken devlete peşinen ödediği paradan daha fazlasını halktan çıkarmaya çalıştıkları için vergi mükellefi tebaa ağır vergiler altı nda bunalıyordu. II. Mahmut, 1826’dan sonra mali ıslahata başlamış, kurduğu yeni hazineyle vergileri merkezî hazineye aktarmaya özen göstermiş ve modern bir maliye yönetimi için Maliye Nezareti’ni kurmuştu.
    -Siyasi, askerî ve mali bir kriz döneminde başlayan Tanzimat’ın en önemli yönlerinden biri mali merkeziyetçiliktir. Tanzimat Dönemi bürokratlarının amacı, devletin mali gücünü ve merkezî kontrolünü geliştirmekti.
    *Muhassıllık Meclisleri: İtizam usulü kaldırılarak taşraya muhassı l adı verilen görevliler gönderildi. muhassılların temel görevi, verginin adil bir şekilde toplanmasıydı.
    *Islahat Fermanı ve 1858 Düzenlemesi : 25 fiubat 1856’da Islahat Fermanı’nı ilan etmiştir. Tanzimat Fermanı’nın hükümlerini tekrarlayan Islahat Fermanı, Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasındaki mevcut eşitsizliklerin giderilmesini öngörüyordu Kanunlar önünde eşitlik, vergi eşitliğinin sağlanması, mahkemelerde gayrimüslimlere şahitlikte eşitlik tanınması, karma mahkemelerin kurulması ve gayrimüslim tebaanın hem merkezî hem de taşra idare meclislerinde üye bulundurmaları öngörülüyordu. Kısaca, Islahat Fermanı’yla idare daha geniş ve katılımcı bir yapıya kavuşturulmaya çalışılmıştır.
    *1864 Vilayet Düzenlemesi : Mithat Paşa’nın Niş valiliğinde başarılı olmasıyla 1864 yılında Niş, Silistre ve Vidin eyaletleri Tuna Vilayeti adıyla birleştirildi. Mithat Paşa, bu yeni idari birimin valiliğine getirildi
    *1871 idâre-i Umûmîye-i Vilâyet Nizâmnâmesi
    22 Ocak 1871 tarihinde yayımlanan idâre-i Umûmîye-i Vilâyet Nizâmnâmesi’yle Osmanlı Devleti idari bakımdan, 27 vilayet, 123 sancağa bölünmüştü. Rumeli topraklarında 10 vilayet, 44 sancak; Anadolu’da 16 vilayet, 74 sancak; Kuzey Afrika’da ise 1 vilayet, 5 sancak bulunuyordu.
    Farklı konum ve statülerinden dolayı bu nizâmnâmenin dışında kalan topraklar da vardı. Bunlar; başta başkent istanbul olmak üzere Osmanlı imparatorluğu’ndan özerk bir statü elde etmiş olan Lübnan, Mısır, Bosna ve Girit Adası, merkeze uzak ve sosyolojik yönden aşiret düzenine dayalı Hicaz ve Yemen bölgeleriydi.
    *BELEDİYELER :
    1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla da kadı yaptırım gücünü tamamen kaybetmiştir. Kadıların beledi ve mali yetkilerini yerine getirememeleri üzerine 1826 yılında istanbul’da ihtisab Nezareti kurulmuştur. Eyaletlerde ise aynı işlevi yerine getirmek üzere ihtisab Müdürlükleri kurulmuştur.
    Kadı tarafından yürütülen vakışarın denetlenmesi ve yönetimi, 1836 yılında kurulan Evkaf Nazırlığı’na devredilmiştir. 1846 yılında Zabtiye Nezareti’nin kurulması yla da kadının yerel yönetimdeki rolü son bulmuştur.
    - Osmanlı Devleti’nde bir yerel yönetim birimi olarak ilk modern belediye, 1853- 1856 Kırım Savaşı sırasında Avrupa devletleriyle artan temas sonucunda, 1854’te istanbul’da denenmiştir. 13 Haziran 1854’te “istanbul fiehremaneti” adıyla kurulan belediyenin karar ve yürütme organları, şehremini ve şehir meclisinden oluşuyordu. modern belediyecilik konusundaki bu ilk deneme, mali sıkıntılar ve nitelikli personel eksikliği yüzünden başarılı olamamıştır.
    - Osmanlı hükümeti, sakinlerinin çoğu yabancı olan ve limanın da bulunduğu Galata ve Beyoğlu’nu kapsayan bölgede, Paris örneğini izleyerek Altıncı Daire-i Belediye’yi kurdu. Yeterli bütçeye sahip olan Altıncı Daire-i Belediye ayrıcalıklı konumu nedeniyle başarılı bir uygulama olmuştur. Bu başarılı uygulamaya bakılarak istanbul’un diğer semtlerinde de kurulan yeni belediye daireleri aynı başarıyı gösterememişlerdir.
    - 1868 yılında çıkarılan Dersaadet idare-i Belediye Nizamnamesi’yle belediye örgütü tüm istanbul’da yaygınlaştırılmıştır.
    -istanbul’un gittikçe büyüyen sorunlarını çözmek amacıyla 1877 yılında Dersaadet Belediye Kanunu hazırlanmıştır.

    II. Abdülhamid Dönemi’nde (1876-1908) Yönetim Yapısı :
    Westminster modeli: içinde kral ve parlamentoyubarındıran, ingiltere’de doğduğu için bu adla adlandırılan siyasal sistem.
    Düyûn idaresi 1881, Reji 1883 yılında Osmanlı borçlarını tahsil etmek üzere kurulan emperyal idarelerdir. Sadece Düyûn-ı Umumûmiyye’nin personel
    sayısının Maliye Nezareti’nden çok olduğunun belirtilmesi, teşkilatın büyüklüğüne dair bir fikir verir.
    -ilk defa ayaklanmalar çıkmış ve 1829’da (Edirne Barışı) içişlerinde bağımsızlık kazanmışlardı.
    -Yunanlılar ise ilk bağımsızlığını kazanan devlet olmuştur.
    ANAYASAL MONARfiiYE GEÇifi: KANUN-i ESASi : sembol isim Mithat Paşadır.
    Anayasanın ilk maddesinde devletin yapısı tanımlanmıştır. Veraset sistemiyse ailenin en büyük üyesinin tahta geçmesi esasına dayandırılmıştır.
    Egemenliğin üç organından ilki yani yürütme padişaha bırakılmıştır.
    Yasama organı, meclis-i umumi adı verilen ve “heyet-i ayan” ve “heyet-i mebusan” dan oluşan parlamentoydu. her 50.000 Osmanlı vatandaşına bir mebus düşecek şekilde saptanmıştı. Mebus seçimlerinin dört yılda bir yapılması, Türkçe bilmeleri, 30 yaşını tamamlamaları anayasal hükümlerdi.
    Vakanüvis: Devrin olaylarını kayıt altına almak amacıyla Divan-ı Hümayûn’a bağlı bir kalem olarak XVII. Yüzyılda kurulmuş ancak resmi atama Mustafa Naima Efendi’nin bu makama 1699 yılında getirilmesiyle gerçekleşmiştir.


    --Ekonomik ve askeri başarısızlık sonucundan II. Abdulhamit 4 ilkeyi uygulamaya çalışmıştır. : 1) Tarafsızlık temelinde bir dış politika izlemek 2) Mali itibarın tekrar kazanılması için üretim - vergi kaynaklarını geliştirmek 3) Özellikle eğitim kanalıyla Müslüman beldelerin devlete sıkıca bağlanmasını sağlamak 4) Adalet ve güvenlik kurumlarının geliştirilmesiyle devlet ile halk arasında sağlam bir bağ oluşturmak.
    --Başkent güvenliği genel müdürlük şeklinde organize edilen Zaptiye Nezareti’ne bırakılırken (Ergut’a göre ilk sivilleşmiş polis örgütüne kapı aralanmıştır böylece), yine aynı yıl Fransa ve ingiltere’den getirilen uzmanların yönlendirmesi sonucunda 1845’da kurulan zaptiyye teşkilatı “jandarma” adı altında yeniden yapılandırılmıştı.
    --Yıldız merkezli yapılanmayı sağlamlaştıran belki de en önemli girişim Memurin-i Mülkiye Komisyonu’nun kuruluşuydu. Memurların seçim, tayin, izin ve terfi gibi hak ve durumlarının kayıt altına alınması 1870’lerin başında kurulan ve Sadaret ile Dâhiliye Nezareti arasında gidip gelen “intihab-ı memurin-i mülkiye komisyonu” tarafından yürütülürken, söz konusu yapı 1895 yılında teşkilat açısından gözden geçirilirken doğrudan Yıldız’a bağlanmı ştı. Memurin-i Mülkiye Komisyonu ile saray, hem atamalar hem de sicil sistemini yürüten merkez hâline gelmişti.
    (Emeklilikle ilgili ilk çalışmalar, memur maaşlarını kayda değer şekilde düzenleyen 1880 tarihli yasaya dayanır. 1884 tarihli Memurin-i Mülkiye Terakki ve Tekaüd Kararnamesi ise emeklilik dâhil Osmanlı memurunun özlük haklarıyla ilgili milat kabul edilebilecek ilkeleri içermekteydi. Yine de yasalar ve ilk adımlar günün gerçeklerini görmemize engellememelidir. Osmanlı sivil-asker bürokrasisini oluşturan askerî, mülki ve ilmiye hiyerarşisinin sadece kendi personeline hizmet veren emekli (tekaüd) sandıkları vardı. Kaldı ki söz konusu sandıklar tüm nezaret personelini kapsamadığı için sıhhiye tekaüd, hicaz demir yolu tekaüd gibi personelinin haklarını korumak için teşkilatlanmış ilave sandık teşkilatları ortaya çıkmıştı. Maaşların dahi icabında yılda iki defa verildiği bir ortamda söz konusu sistemin ne ölçüde işletildiği tahmin edilebilir.)

    Jön Türk: 19. yüzyıl başlarından itibaren hem Avrupa hem de Osmanlıdaki statüko karşıtı, ilerici ve liberal gruplar bu isimle nitelendirilmiştir.
    Fransız ihtilali’nin yüzüncü yıl dönümünde Askeri Tıbbiye’deki dört genç tarafından başlatıldı. ishak Sukuti, Abdullah Cevdet, Mehmed Reşid ve ibrahim Temo isimli birbirinden farklı etnik kimliklere sahip dört Tıbbiyeliyi böylesi önemli bir olayın yıl dönümünde bir araya getiren temel neden, mevcut rejime duydukları tepkiydi. Tıbbiyelilerin çözümü basitti; anayasa ve parlamento etrafında Osmanlı vatandaşlarını bir araya getirmek. Tıbbiyelilerin ilk örgütlerine “ittihad-ı Osmani” yani “Osmanlı birliği” adını vermeleri bu bakımdan anlamlıydı. Daha sonra örgüt ismini “Osmanlı Terakki ve ittihat Cemiyeti” olarak değiştirmişti. Auguste Comte nin fikirlerinden etkilenmişlerdir.
    Jön Türklük: Jön Türklerin en derin özlemlerinin “hürriyet” olduğu doğru değildir. Söz konusu idealist grubun iki ana amacı vardı: 1- Vatanı içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak. 2- Milleti içinde bulunduğu zulüm ve esaretten çıkarıp insanlığa layık bir biçimde yaşatmaktı. Jön Türk çevresine egemen olan bir anlayışa göre “hayat”; “fizik ve kimyadan ibaretti.” Jön Türklerin kendilerini “sosyal tabip” olarak adlandırırlardı.
    Seçkincilik: Jön Türklerin seçkinci düşüncelerini şekillendiren kişi, Fransız sosyolog Gustave Le Bon’du. İdeal devletin bir elit tabaka tarafından yönetilmesi gerektiği fikirleriyle Jön Türkleri fazlasıyla etkilemiştir.
    Kuvvetli Devlet: Yirminci yüzyılın başında devlet kuramlarına yön veren kavram Reichstaat (hukuk devleti) olmuştur. . iktidarın temeli bilgi ve bilgiyi elinde tutan kesim de iktidarda olmalıydı.
    (Sosyal Darwinizm: Charles Darwin’in düşüncelerinin 1870’lerden itibaren sosyal bilimlere uyarlanması ile ulaşılan bakış açısı.) Jön Türk eylem planında anayasanın ilanı ve meclisin açılması her zaman ilk sırayı tutmuştu.
    HÜRRiYET’iN iLANI: KAOS & SAVAŞ :
    Etrafa zarar vermeyen bir gök gürlemesi gibi patlayan” ve kısa sürede tüm imparatorluk sathına yayılan Meşrutiyet’in ilanı haberi, günlerce sürecek sokak yürüyüşlerinden, zulmüyle şöhret yapmış memurların linç edilmesine kadar aşırı sevinç gösterileriyle kutlanmıştı.
    31 Mart isyanı: Günümüz takvimiyle 13 Nisan günü gerçekleşen ve ittihatçı iktidarı hedef alan statüko yanlısı başkaldırı.

    MEfiRUTiYET HÜKÜMETLERi : Kamil paşa Hük. Hüseyin Hilmi paşa Hük. Hakkı Paşa Hük. Said Paşa Hük. Mahmut Şevket Paşa Hük. Said Halim Paşa Hük.
    Şaid paşa hükümeti : eylem hükümetidir.
    Hakkı Paşa Hükümeti : ülkeye adalet ve ihsan getirmeye çalışmıştır.
    Said Halim Paşa hük : deniz kaçakcılığının önlenmesi; hicaz demir yolu. Arap milliyetciliğinin arttığı dönemde görev almıştır. Ermeniler için reform yapmıştır.

    II. MEfiRUTiYET YÖNETiMiNiN YAPI TafiLARI:
    SULTAN:
    sultanın Osmanlılar için, “faide-i maneviye”, hilafetin ise tüm Müslümanlar için “ulvi ve saygıdeğer bir duygunun” kaynağı olduğu belirtilmişti. adişah, tam anlamıyla bir dokunulmazlık zırhıyla kuşatılmıştı. Yaptığı yanlışlıkların tümü sadrazama veya nazırlara tahvil edilirdi. Buna şahsi nedenlerle adam öldürmek de dâhildi. dâhildi. Osmanlı hükümdarının tahtına göz dikenler Divan-ı Âliye gönderilirken , canına kast edenler idamla cezalandırılırdı.
    MECLİS-İ VÜKELA : imparatorluğun sonuna kadar değişiklik göstermekle beraber Meclis-i Vükelâ toplam on iki nazırdan oluşacaktı; Sadrazam, fieyhülislam, Hariciye, Harbiye, Adliye ve Mezahip Nazırı, fiura-yı Devlet Reisi, Dâhiliye, Maliye, Maarif, Nafia, Ticaret ve Ziraat, Evkaf, Posta-Telgraf-Telefon Nazırı.
    Meclis-i Vükelaya dâhil olanlar ikiye ayrılmaktaydı: 1- Bir nezarete mensup olan nazırlar 2- Fikrinden yararlanmak ve devlet politikalarında etken olan kişilerdir ki bunlara Meclis-i Vükelaya memur nazır denirdi.


    1926 TARİH VE 788 sayılı Memurin Kanunu ile Maaş dışında kamu çalışanlarının tüm haklarını kapsayan yasa ilan edildi.
    Yasadaki en büyük eksiklik, yani maaş düzenlemesi : 1927 maaş kanunu ve 1929 Barem Yasası ile kapatıldı.
    1927 Maaş kanunu: memurların tümü 20 derecelik bir barem tablosu içinde üç kümeye ayrılmıştır.
    1929 Taranli yasa : hakimler ve askeri personel dışındaki tüm memurları içine almışve maaşlar derece ve katsayı hesabına göre yapılmaya başlanmıştır.
    -Türkiye ve Orta Doğu Amme idaresi Enstitüsü (TODAiE) : Birleşmiş Milletler ve Türk Hükümeti arasında 1952 yılında imzalanan protokole istinaden kurulan TODAiE, aynı zamanda bu alana hasredilerek kurulan ilk enstitülerdendir. 1952-1957 arasında Siyasal Bilgiler Okulu içerisinde özerk olarak eğitimler veren kurum, 1958 tarihli kuruluş yasasıyla bilimsel, yönetsel ve mali alanlarda tüzel kişilik kazandırılmıştır. Adına uygun şekilde ilk yıllarda Birleşmiş Milletler bursu kazanan Orta Doğulu öğrencileri kabul eden kurum, daha sonra öğrenci ağını protokol imzaladığı Türki Cumhuriyetlerine de yaymıştır.

    -seçme-seçilme için aranan koşullar; vatandaşlık, 18 yaşını doldurmak, köy mensubu olmak ve sabıka kaydının bulunmamasıydı.
    - Seçimler 1934 yılındaki düzenlemeyle dörde çıkarılmıştır. ilgili hükme 1963 yılında ilaveler yapılmış ve seçimin tek dereceli, genel, eşit ve gizli oyla yapılacağı kayıt altına alınmıştı. ilgili düzenlemeyle organlara seçilme yaşı 25’e yükseltilirken, askerliğini yapma ve Türkçe konuşma şartları getirilmişti.

    -Köy Kanunu, köy için tavan nüfusu iki bin şeklinde belirlemiş ve bu nüfustan fazla yerleşimleri kasaba olarak adlandırarak belediye teşkilatını zorunlu görmüştü. Yerleşim yerinin köy olarak nitelendirilmesi; il idare kurulu, il genel meclisi, bakanlıklardan alınan icazet neticesinde içişleri Bakanlığı onayıyla olabilir. KÖYÜN VAZİFELERİ : Güvenlik, sağlık, tarım ve eğitim işleri zorunlu; yolların asfaltlanması, evlere badana yapılması ve hamam inşası gibi hedeşer ihtiyari maddeler olarak sıralanmıştır.
    Muhtar, ihtiyar Meclisi ve Köy Derneği köy idaresinin esas unsurlarıdır. Muhtar, devletin köydeki temsilcisi ve tüzel kişiliğinin sahibidir.
    Haftada en az bir kere toplanan ihtiyar meclisinin sorumlulukları arasında; köyün ortak işlerini düzenlemek, imece gibi yükümlülükleri tasnif ederek köy sakinlerine duyurmak, köy halkı arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak ve köy harcamalarını kontrol altında tutmaktı.




  • TÜRK VERGİ SİSTEMİ – GÜZ DÖNEMİ – FİNAL – 4 SINIF

    -Kurumları vergi mükellefi kılan nedenler arasında;
    • Gerçek kişiler dışında ayrı bir hukuki kişiliğe sahip olmaları,
    • Gerçek kişiler gibi kamu hizmetlerinden yararlanmaları ve
    • Ödeme güçlerinin varlığı sayılmaktadır.
    -Kurumlar vergisinde de gelir vergisinde olduğu gibi tam ve dar olmak üzere iki çeşit mükellefiyet vardır.
    Tam Mükellef: Kanuni veya iş merkezi Türkiye’de bulunan kurumlardır.
    Dar mükellef: Kanuni ve iş merkezlerinden her ikisi de Türkiye’de bulunmayan kurumlardır.
    Holding: Yatırım anonim şirketi şeklinde de isimlendirilebilir. Holdinglerin sahip oldukları hisse senetlerinden elde ettikleri kâr payları “iştirak kazançları istisnası” adı altında vergi dışında tutulmuştur.
    Yatırım fonu: Sermaye piyasası Kanunu’nda; “Bu Kanun hükümleri uyarınca halktan katılma belgeleri karşılığında toplanan paralarla, belge sahipleri hesabına, riskin dağıtılmasıilkesi ve inançlı mülkiyet esaslarına göre sermaye piyasası araçları, gayrimenkul, altın ve diğerkıymetli madenler portföyü işletmek amacıyla kurulan malvarlığına Yatırım Fonu adı verilir.” şeklinde tanımlanmışır.
    ***KURUMLAR VERGiSiNiN mükelleflERi : bunlar sırasıyla sermaye şirketleri, kooperatişer, iktisadi kamu kuruluşları, dernek ve vakışara ait iktisadi işletmeler ve iş ortaklıklarıdır.
    Sermaye fiirketleri : anonim, paylı komandit ve limitet şirketler ile aynı mahiyetteki yabancı kurumlardır
    Paylı komandit şirketlerle ilgili olarak kurumlar vergisi, bu şirketin komanditer ortakları açısından söz konusu olmaktadır. fiirketin komandite ortakları ise, gelir vergisine tabidirler
    Kooperatişer: Kooperatişer Kanunu’nun 1. maddesinde: “Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir.” şeklinde tanımlanmıştır.
    iktisadi Kamu Kuruluşları: Devlete, özel idarelere, belediyelere ve diğer kamu idarelerine ve müesseselerine ait veya tabi olup faaliyetleri devamlı olan ticari, sınai ve zirai işletmeler iktisadi kamu kuruluşlarıdır. Merkez Bankası da kurumlar vergisine dahildir.
    iktisadi devlet teşekkülü; sermayesinin tamamı Devlete ait iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsüdür. Kamu iktisadi kuruluşu (KiK); sermayesinin tamamı Devlete ait olup tekel niteliğindeki mal ve hizmetleri kamu yararı gözeterek üretmek ve pazarlamak üzere kurulan ve gördüğü bu kamu hizmeti dolayısıyla ürettiği mal ve hizmetler imtiyaz sayılan kamu iktisadi teşebbüsüdür.
    Dernek ve Vakışara Ait iktisadi işletmeler:
    Dernekler : Dernekler Kanunu’nda; “Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.
    Vakışar ise bazı malların (taşınır, taşınmaz mal veya paranın) belli bir amacın gerçekleştirilmesine tahsis edildiği tüzel kişiliklerdir.
    iş Ortaklıkları (Joint Venture) : Belli bir işin birlikte yapılması müştereken taahhüt edilir. işin müştereken yapılması taahhüt edilmemişse ve ortakların sorumlulukları sınırlandırılmışsa iş ortaklığı değil konsorsiyum söz konusu olur. Konsorsiyumun da kurumlar vergisi mükellefiyetini seçme imkânı bulunmamaktadır.
    -KAZANÇ TESPiTiNDE KABUL EDiLMEYEN iNDiRiMLER:
    transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı ; örtülü sermaye ve diğer indirimler.
    SAFi KURUM KAZANCININ TESPiTiNDE iNDiRiLEBiLECEK GiDERLER:
    • Hisse senetleri ve tahvil ihraç giderleri, • ilk kuruluş ve örgütlenme giderleri, • Genel kurul toplantıları için yapılan giderlerle, birleşme, fesih ve tasfiye giderleri, • Sigorta şirketleri için geçerli olan ve ayrıntıları KVK 14. maddenin 4. bendinde açıklanan teknik ihtiyatlar,
    • Paylı komandit şirketlerde komandite ortağın kâr hissesi, ARGE (%100) , amatör sporlar için sponsorluk %100, profesyonel sporlar için sponsorluk %50; bağış ve yardımlar (%5) , zararlar (geçmiş 5 yıl)
    iSTiSNALARIN DiKKATE ALINMASI:
    Çifte Vergilendirmeyi Önleme Amaçlı istisnalar |||Ülkeye Döviz Girişini Teşvik Amaçlı istisnalar|||Sermaye Piyasasını Teşvik Amacı Taşıyan istisna ||| Eğitimi Teşvik Amacı Taşıyan istisna ||| ve Diğer istisnalar : Risturn: (Kâr amacı gütmeyen kooperatişerde kâr dağıtımı söz konusu olmaz. Ancak gelir gider farkı ortaklara iade edilebilir. Bu iade edilen paralar risturn adını almaktadır.) Emisyon primi: (Anonim şirketler çıkarttıkları hisse senetlerini nominal değerlerinin üstünde bir bedelle satabilirler. Bu durumda, hisse senetlerinin nominal değeri ile ihraç değeri arasındaki olumlu fark emisyon primini oluşturur.) Bedelsiz hisse senedi: (iç kaynaklardan sermayeye ilave edilen değerler karşılığında ortaklara, anonim şirketlerde bedelsiz hisse senedi, limited şirketlerde bedelsiz ortaklık payı verilir.)
    -Kurumlar vergisi, mükellefin beyanı üzerine tarh olur. Mükellefin şubeleri, alım satım büroları, mağazaları ayrı ayrı değil, hepsi için tek beyanname verilir. Beyannamenin verilme yeri, mükellefin bağlı olduğu, yani kurumun kanuni veya iş merkezinin bulunduğu yer vergi dairesidir. Yıllık beyanname, hesap döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın 25. günü akşamına kadar verilir. Hesap dönemi, normal olarak takvim yılıdır. Örneğin 2010 yılında faaliyet gösteren bir kurum, beyannamesini 2011 yılı Nisan ayının 25. günü akşamına kadar vermek zorundadır. Kurumlar vergisinin oranı %20 olarak belirlenmiştir.
    -Kurum tasfiye haline girmişse, vergilendirme dönemi olarak “tasfiye dönemi” esas alınır. Tasfiye halindeki kurumların vergi matrahı, tasfiye karıdır. Tasfiye işlemlerinin tamamlanmasından sonra ise 30 gün içinde nihai tasfiye beyannamesi verilir ve kesin vergi borcu bulunur.
    DAR MÜKELLEFLERE ÖZGÜ DÜZENLEMELER:
    Türkiyede ticare ve zirai kazanç elde eden kurumlar, vergilerini yıllık beyanname vererek öderler.

    -Harcama vergileri: Para veya parayla ifade edilebilecek ekonomik kıymetlerin (gelir, servet) harcanması, elden çıkarılması esnasında alınan vergilerdir.
    -İktisadi muamele vergileri; üretim, satış, tüketim, ithalat gibi iktisadi olaylar üzerinden alınırlar. KDV, özel tüketim vergisi ve gümrük vergisi
    -Hukuki muamele vergileri ise tek ya da çok taraşı hukuki işlemlerden, bazı idari işlem ve tasarruşardan alınmaktadır. banka ve sigorta muameleleri vergisi ile damga vergisi ve harçlar.
    -Genel tüketim vergileri, tüm iktisadi muameleleri vergi kapsamına almaktadır. KDV , gümrük vergisi
    -Özel tüketim vergileri ise akaryakıt, sigara, alkollü içecekler gibi seçilmiş bazı ürünlerin satışını, KDV’ye ilave olarak yeniden vergilendirmektedir.
    ***Harcama Vergilerinin Dörtlü Sınışandırılması Yukarıdaki ayrımlardan da yararlanarak, Türk vergi sistemindeki harcamalar üzerinden alınan vergileri dörtlü bir sınışamaya tabi tutabiliriz.
    1. Genel tüketim vergisi niteliğindeki harcama vergileri:
    • Katma değer vergisi (Kural olarak tüm mal ve hizmet teslimleri KDV’ye tabidir),
    • Gümrük vergisi (Kural olarak tüm mal ithalatı gümrük vergisine tabidir).
    2. Özel tüketim vergisi özelliğini taşıyan harcama vergileri:
    • Özel tüketim vergisi,
    • Banka ve sigorta muameleleri vergisi,
    • Özel iletişim vergisi,
    • 8 yıllık eğitime katkı payı,
    • şans oyunları vergisi.
    3. Kamunun hizmet veya mal satışı karşılığında alınan harcama vergileri: • Harçlar, • Değerli kâğıtlar vergisi.
    4. Çeşitli işlemler üzerinden alınan harcama vergisi: • Damga vergisi.

    -KATMA DE⁄ER VERGiSiNiN TEMEL ÖZELLiKLERi: 1 Ocak 1985 tarihinde başlamıştır. Bu kanun yürürlüğe girmesiyle Banka ve Sigorta Muameleleri vergi hariç diğer tüm tüketim vergileri kalkmıştır.
    - Bu vergi yayılı muamele vergisi özelliğini taşımakta, yani ekonomideki üretim zincirinin tüm aşamalarında vergi alınmaktadır.
    (Yayılı muamele vergisi: Verginin, üretim ve pazarlamanın her aşamasında alınmasıdır. Üretim zincirinin sadece bir aşamasında vergi alınması
    halinde ise toplu muamele vergisi söz konusu olur.)
    (Toplu mualeme vergisi: üretim zincirinin sadece bir aşamasından vergi alınmasıdır)
    (Katma değer, alınan bir mala ödenen bedelle bu malın satış fiyatı arasındaki farktır.)
    -Vergiyi doğuran olay: Katma değer vergisinde vergiyi doğuran olay malın teslimi veya hizmetin yapılması anında ortaya çıkar.
    KDV’nin Mükellefi: Mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde, bu işleri yapanlar. ithalatta mal ve hizmet ithal edenler. Transit taşımalarda, gümrük veya geçiş işlemine muhatap olanlar. PTT işletme Genel Müdürlüğü, Radyo ve Televizyon Kurumları, spor toto, milli piyango vs.nin teşkilat müdürlükleri. At yarışlarını, müşterek bahis ve talih oyunlarını tertipleyenler veya gösterenler ileGelir Vergisi Kanunu’nun 70. maddesinde belirtilen mal ve hakları kiraya verenlerdir.
    KATMA DE⁄ER VERGiSiNiN ORANI: katma değer vergisinin oranı %10 olarak belirlenmiş; aynı maddede Bakanlar Kurulu’na bu oranı dört katına kadar artırmaya ve %1’e kadar indirmeye yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu, verilen yetkiyi kullanarak farklı tarihlerde KDV oranlarında değişiklik yapmıştır. Halen uygulanmakta olan oranlar %1, %8, %18 olmak üzere üç tanedir. %18 oranı genel orandır.


    KDV BEYANNAMESi, KDV’NiN ÖDENMESi, ÖDENECEK KDV’NiN HESABI :
    KDV, mükelleflerin yazılı beyanları üzerine tarh olunur.
    Kural olarak birer ay olarak tespit etmiştir. KDV beyannamesinin, vergilendirme dönemini takip eden ayın 24. günü akşamı na kadar ilgili vergi dairesine verilmesi gereklidir. Beyanname verme yükümlülüğü, ödenecek KDV’nin bulunmadığı (örneğin satış yapılmayan) dönemlerde de söz konusu olmaktadır.
    Katma değer vergisinde istisnalar : ihracat istisnası, araçlar, kıymetli maden ve petrol aramaları ile ulusal güvenlik harcamaları ve yatırımlarda istisna, taşı- macılık istisnası, diplomatik istisnalar, ithalat istisnası, sosyal ve askerî amaçlı istisnalar ve Kanun’un 17. maddesinin dördüncü bendinde sayılan istisnalar yer alır.

    ****-GÜMRÜK VERGİSİ :
    - Yeni Gümrük Kanunu 05/02/2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    -Gümrük Verginin konusunu Türkiye’ye ithal edilen eşyalar oluşturur. Bir malın ithal edilmesi, gümrük hattını geçmesi anlamına gelir. Serbest liman, serbest bölge ve mahallerle, gümrüklenmemiş eşyaya mahsus sundurma ve antrepolar, bu tür eşya konulması na gümrükçe izin verilmiş yerler ve araçlar gümrük hattı dışında sayılır.
    -Gümrük vergisi, mükellefin vereceği “giriş beyannamesi”ne dayanılarak alınır. Bazı istisnai durumlarda sözlü beyan yeterli görülmüştür.
    Gümrüklerde alınan vergiler; gümrük veznesine makbuz karşılığında, Türk lirası ile ve peşin olarak ödenir. Buradaki vergiler ödenmeden, eşya serbest bırakılıp sahibine teslim edilemez. Verginin iktisadi gerekçelerle ancak teminata bağlamak şartıyla, altı ay süreyle ertelenebileceği konusunda Maliye Bakanlığına yetki verilmiştir.
    --ithalat vergileri: ithal edilen mallar üzerine uygulanan; gümrük vergisi, katma değer vergisi ve özel tüketim vergilerinin topluca isimlendirilmesidir.
    ithalat vergilerinde tarh zaman aşımı süresi üç yıldır.

    ****-ÖZEL TÜKETİM VERGİSİ : Ağustos 2002 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.
    ÖTV kabul edilmesinde üç temel neden bulunmaktadır: • IMF’ye verilen taahhüt, • AB mevzuatına uyum, • Türk vergi mevzuatının sadeleştirilmesi.
    Verginin kapsamına sadece yeni motorlu taşıtlar girmekte; kullanılmış motorlu taşıtlar ise verginin kapsamı dışında kalmaktadır. Ancak, kullanılmış araçların ithal edilmesi ÖTV kapsamındadır.
    ÖTV, kapsama giren ürünlere bir kez uygulanan tek aşamalı bir vergidir. Vergi indirimi söz konusu değildir.

    *****- BANKA VE SİGORTA MUAMELELERİ VERGİSİ
    Bu verginin konusunu, banka ve sigorta şirketlerinin, her ne şekilde olursa olsun yapmış oldukları bütün muameleler dolayısıyla kendi lehlerine, her ne nam ile olursa olsun nakden veya hesaben aldıkları paralar oluşturmaktadır. BSMV’nin yasal yükümlüsü; bankalar, sigorta şirketleri ve bankerlerdir. Döviz büroları verginin yasal yükümlüsü olarak öngörülmemiştir. BSMV’nin oranı %15 olarak öngörülmüştür. Ertesi ayın 15i ne kadar vergi ödenir.

    ****-ÖZEL İLETİŞİM VERGİSİ : Kamuoyunda deprem vergisi olarak da bilinmektedir. 4481 sayılı Kanun’la 1999 yılından beri uygulanmaktadır. cep telefonunda %25; televizyon, kablolu yayın, sabit telefon faturalarında %15; internet servis sağlayıcılığı hizmetinde ise %5’tir.
    -Damga vergisi, mükellef sayısı en fazla olan vergilerden biri olma özelliğini taşımaktadır.

    SERVET ÜZERiNDEN ALINAN VERGiLER : Türk vergi sisteminde servet üzerinden alınan vergiler; emlak vergisi, motorlu taşıtlar vergisi ve veraset ve intikal vergisi olmak üzere üç tanedir. Bunlardan ilk ikisi servete sahip olma nedeniyle sonuncusu ise servetin intikali vesilesiyle alınmaktadır.
    ***- Motorlu Taşıtlar Vergisi : 1957 yılında hususi otomobil vergisi adı ile getirilen vergidir. 1963 yılında 197 sayılı Kanun’la yeniden düzenlenerek motorlu kara taşıtları vergisi adını almıştır. 1980 yılında yapılan düzenlemelerle verginin kapsamına, kara taşıtlarına ilave olarak, motorlu deniz ve hava taşıtları da alınmış; verginin ismi de motorlu taşıtlar vergisi olarak değiştirilmiştir.
    Traktörler , MTV kapsamı dışındadır.
    Vergi tarifeleri :
    • (I) no.lu tarifede; otomobil, kaptıkaçtı, panel, arazi taşıtları ve motor silindir hacmi 100 cc’den büyük olan motosikletlerin,
    • (II) no.lu tarifede, (I) no.lu tarifede yazılı taşıtlar dışında kalan minibüs, otobüs, kamyon, kamyonet gibi diğer kara taşıtlarının,
    • (III) no.lu tarife ise uçak ve helikopterlerin sahiplerinin ödeyecekleri vergiler belirlenmektedir.
    -Şoföründen başka 7 yolcu taşıyan araçlar : kaptıkaçtı
    -Şoföründen başka 9 yolcu taşıyan araçlar : Minibüs
    Ocak ve Temmuz olmak üzere 2 dönemde verilir.






    ***- Veraset ve İntikal Vergisi : 7338 sayılı Veraset ve intikal Vergisi Kanunu (ViVK), 1959 yılında çıkarılmıştır.
    Payı %0,08 (binde sekiz) gibi bir oranda kalmaktadır. Bu yüzden servet transferi üzerinden alınan bu vergi, “adı var, kendi yok vergisi” şeklinde de isimlendirilebilir.
    ViVK’nın 1’inci maddesine göre, verginin konusuna “karşılıksız intikaller” girer. Karşılıksız intikal, malların bir şahıstan başka bir şahsa; • Veraset yoluyla veya • Bağış, yarışma ve çekilişlerde kazanılan ödüller, spor toto, milli piyango ikramiyelerinde olduğu gibi ivazsız olarak geçmesini kapsamaktadır.
    Veraset ve intikal vergisi yükümlüsü: ivazsız bir şekilde veya veraset yoluyla mal edinen kişidir
    Stopaj yoluyla alınan veraset ve intikal vergisinin oranı %10 olarak öngörülmüştür.ayın 20’inci gününe kadar beyan edilerek ödenir.

    ****- Emlak Vergisi : 20 milyon civarındaki mükellef sayısıyla; çok sayıda kişiyi ilgilendiren vergilerden biridir.
    hazine arazisine kaçak gecekondu yaparak oturan kişi, emlak vergisinin yükümlüsüdür.
    Türkiye sınırları içinde bulunan binalar, verginin konusunu oluşturur. Bina kavramı avlu, bahçe gibi mütemmim cüzleri de kapsar.
    Bina vergisinin oranı; • Meskenlerde binde 1, • Diğer binalarda ise binde 2 olarak belirlenmiştir.
    Bu oranlar büyük şehir belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde sırasıyla binde 2 ve binde 4 olarak uygulanır.

    Büyükşehir Belediyeleri
    Diğer Belediyeler
    Konut ve Arazi
    (‰) 2
    (‰) 1
    İşyeri
    (‰) 4
    (‰) 2
    Arsa
    (‰) 6
    (‰) 3

    İzleyen yılın ocak ayında tarh edilir.




  • TÜRKİYENİN TOPLUMSAL YAPISI – GÖZ DÖNEMİ – FİNAL – 4.SINIF


    -Kapalizm de bireye Homo Economicus denilir. Birey, Mallar, piyasalar ve diğer ekonomik konularda tam bilgiye sahip olduğu kabul edilir. Homo Economicus, tüketicilerin faydalarını ve üreticilerin ise karlarını maksimize edeceğini öngörür.
    -bir ekonominin kurumları, mal ve hizmet üreten, dağıtan ve satın alan, tüketen ve bu birimlerin kararlarını etkileyen ilişkiler bütünüdür.
    -piyasadaki ilişkileri etkileyen aktörlerin başınd devlet gelmektedir.
    *** Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında temel ekonomi politikası, özel girişimci eliyle serbest piyasa koşullarında sanayileşmeyi hedeşemiştir. 1924 de Türkiye iş bankası, 1925 te Sanayi ve Maadin Bankası, şeker fabrikaları, tütün ve ispirtolu içecekler, tuz, barut ve patlayıcı maddelere ilişkin devlet tekelleri katılmıştır.
    -1925 te aşar vergisi kaldırılmış, 1927 yılında Teşviki Sanayi Kanunu.
    1930-1940 dönemi türkiyenin ilk sanayileşme dönemi olarak nitelendirilir. Türkiye dışa kapanarak, devlet eliyle ulusal sanayi hamlesini gerçekleştirmiştir.
    1934 te Birinci Beş yıllık Sanayi Planı uygulamaya konmuştur. Büyüme %11,6 büyüme hızıyla Cumhuriyet tarihi rekorudur.
    -Merkez Bankasının görevi: Banknot basmak ve para dolaşımını sağlamak. Para politikasını belirlemek. Hükümete danışmanlık yapmak.
    -Hazine Müsteşarlığı: Devletin mali yönünü temsil eder. Devletin tüm mallarının sahibi ve devlet adına borçlanabilen kurumdur. Devletin mal varlığını temsil eder.
    -TC, Lozan Ant. Gereği bağımsız bir gümrük politikası izleyememiş ancak 1929 yılından itibaren 5383 Sayılı Gümrük Kanunu ile bağımsızlığını ilan etmiştir.
    -30 Eylül 1960 da Başbakanlığa bağlı olarak Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur. 06/04/2011 tarih ve 6223 sayılı kanun ile DPT, Kalkınma bakanlığına devredilmiştir.
    - Berkes (2008: 25)’e göre “Osmanlı düzenini teokratik bir düzen olarak tanımlamak yanlış ve yetersizdir” Osmanlı Devleti’nin geldiği bu farklı gelenek siyasa bakımından Doğu despotizmi, din bakımından Sünni halifeliği geleneğidir.
    Geleneksel ulemalığın bozulmasıyla ortaya çıkmış II. Abdülhamit ve Meşrutiyet Dönemlerine özgü bir “uydurma ulemalık”tan söz eden Berkes, bu “uydurma ulemalığın” Meşrutiyet dönemine kadar direndiğini ve Kurtuluş Savaşı yıllarında son savaşını verdiğini kaydeder.
    -Durkheim, dinsel ritüelde kutsananın toplumsal yaşamın kendisi olduğuna hükmetmiştir.
    -Marx için çalışma konusu dinin sınışar arası ilişkilerdeki ideolojik işlevidir, Weber için çalışma nesnesi teodisedir (theodicy kötülüğün karşısında iyiliğin haklılaştırılması ve onanması diye çevrilebilir)
    -Berger de (1967: 193) Weber (1996)’in Dünya Dinlerinin Sosyal Psikolojisi adlı çalışmasında ayırt ettiği dört temel tip rasyonel teodiseye işaret etmiştir. Bunlar; bu dünyada telafi sözü, bir “öte” de telafi sözü, düalizm ve karma doktrinidir.
    -Durkheim, dinsel ritüelde kutsananın toplumsal yaşamın kendisi olduğuna hükmetmiştir. Marx için çalışma konusu dinin sınışar arası ilişkilerdeki ideolojik işlevidir, Weber için çalışma nesnesi teodisedir.
    -Din, din kuramları dışında da anlaşılıp kategorize edilebilir. Heller’in günlük yaşam kuramına göre din, bilim ve sanat gibi gündelik olmayan alana tabidir vebununla birlikte gündelik olanı belirler.
    - islam dinî ortaya çıkış niteliği bakımından Protestan bir harekettir
    -Türkiye’deki modelin en fazla benzediği ülke (islam/Hristiyanlık farkı dışında) Fransa’dır.
    -“Laisizm din ile siyaset arasında kesin bir ayırım yapan ve toplumda dinin sınırlı bir rol oynadığını savunan bir doktrindir”
    -Laiklik dendiğinde devletin ve dinlerin otonom durumları, din ve inanç hürriyetini ve din ve inanç sahibi olmak, olmamak veya birinden ötekine geçmekle ilgili hürriyetleri sağlayan bir kamu hukuku anlaşılır. Laiklik için kabul edilmiş esaslar 1) vicdan, düşünce ve din hürriyeti, 2) bütün vatandaşların eşit hak ve sorumluluklara sahip olması, 3) dinlerin ve devletin kendi özerkliğine sahip oluşu, yani birbirinden özerk (otonom) oluşu olarak kabul edilir. Devletin ve dinin otonomisi için devlet kamu hukuku tarafından laikliğin hayata geçirilmesini garanti etmekle yükümlü olarak tarif edilir. Yani laik devlet sadece din kurallarına dayanmayan herhangi bir devlet değildir; laiklik konusunda taraftır ve bu hukuki/politik ilkenin hayata geçirilmesinden sorumludur.
    - Laisizm din ile siyaset arasında kesin bir ayırım yapan ve toplumda dinin sınırlı bir rol oynadığını savunan bir doktrindir. Sekülerleşme ise dinin bütün yaşam alanlarından çekilmesi, küçülmesi ve kurumların din etkisinden kurtularak ortaya çıkması ile birlikte dinsel kurumlar, eylemler ve dinsel bilincin
    toplumsal önemini kaybetmesi süreci olarak tanımlanır.
    -Laiklik politik bir ilkedir, tarih dışı bir kavramdır, bir süreci işaret etmez ve bu ilkeyi kabul etmek, devleti dindışı kabul etmek demektir. Laik bir devletin
    işleyiş mantığı tamamen dindışıdır, halk (laikos) egemenliğine dayalıdır. Ancak, bir devletin laikim demesi yapıp ettiklerimde dindışıyım demesidir; din kurumunun nasıl işleyeceğini bu kavramdan çıkaramayız. Din ve devlet arasındaki tek ayrılma modeli laisist model değildir. Concordat dışındaki tüm modellerde yani birçok Batı Avrupa ve iskandinav ülkesinde din kurumu şu ya da bu şekilde devlet otoritesine ve denetimine tabidir.
    -ÖZDALGA : “Laisizm din ile siyaset arasında kesin bir ayırım yapan ve toplumda dinin sınırlı bir rol oynadığı-nı savunan bir doktrindir”
    -Türkiye’de Yahudiler ve Hristiyanlar da dinsel yaşamlarını Lozan hükümlerine göre sürdürürler
    -Demokrasinin ilk örneklerini Eski Yunan Kent devletlerinde görmekteyiz.
    -Osmanlı da Padişah yetkisinin kısılması ve parlementer sisteme geçişte ilk adımın atılması 1808 yılında imzalanan Senedi İttifak belgesi olmuştur. Anayasal ilk belgedir.
    -1839 yılında Tanzimat fermanı. Gülhane Hattı Hümayün ile tüm uyrukların hakları tanınmıştır.
    -1876 da Kanuni esasi. İlk osmanlı anayasası. ||| İlk parlemento : Meclisi Umumi. ||| 23 Nisan 1920 de TBMM.
    -27 Mayıs 1960 da TSK darbe yaptı. Milli Birlik Komitesi. Üniversiteler tarafından 1961 anayasası yapıldı. Milli Güvenlik kurulu kuruldu. Anayasa Mahkemesi kuruldu.
    -12 Mart 1971 de TSK yeniden darbe yaptı.
    -12 Eylül 1980 de yine darbe yapıldı. 1982 Anayasası yapıldı ve Ulusal Devlet ilkesine yerine Atatürk Milliyetçiliğine bağlılık getirildi.
    -Genel olarak 1961 Anayasasında temel vurgu Bağımsızlık, özgürlükcülük ve demokratik hukuk devleti üzerine iken,; 1982 anayasasında ise Ulusun Bölünmezliği, ulusal dayanışma ve devletin korunması teması üzerine oldu.
    -Sosyal devlet ilkesi ilk kez 1961 anayasası ile getirilmiştir.
    -1982 anayasası ile Din kültüre ve ahlak bilgisi dersi getirilmiştir ve laik ilkesini zedelemiştir.
    -1982 anayasası halen yürürlüktedir. Dokunulmazlık getirilmiştir. Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verildi.
    - Cumhurbaşkanının görev süresi 2007 yılında 7 yıldan 5 yıla indirilmiştir.
    -Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İtiraz yoktur. Yargıtay en üst dereceli yargı yeridir. Danıştay en üst dereceli yönetsel yargı yeridir.
    Cumhurbaşkanlarımız : Atatürk, ismet inönü, Celal bayar, cemal gürsel, cevdet sunay, fahri korutürk, kenan evren , turgut özal, süleyman demirel, ahmet necdet sezer, abdullah gül, rte.
    -Atatürk , üstüste 4 kez cumhurbaşkanı seçildi.
    - Türkiye’de bugün yürürlükte olan seçim sistemi % 10 barajlı klasik d’Hont sistemidir.
    -ikinci Meşrutiyet’in ilanı 1908 Temmuz ayında Rumeli’deki askerî birliklerin isyanı ile mümkün olmuştur.
    -20 Ocak 1921’de yürürlüğe giren cumhuriyetin ilk anayasası Teşkilat-ı Esasiye Kanunu
    -1946’da çok partili hayata geçildi. ||| Yürütme, cumhurbaşkanı ve hükümet olmak üzere iki kanatlıdır.
    -Türkiyede iş her 100 erkekten 72 si iş gücüne katılır. Kadınlarda ise %26dır.
    -Türkiye de istihdamın %73,3 ü erkektir.
    -Sektörel olarak, istihdamın %47,3 ü ise hizmet , %26,9u tarım. %9,8i sanayi. %6sı inşaat. Sektörüdür.
    -Referans dönemi içinde istihdam halinde olmayan, son altı ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 15 gün içinde iş başı yapabilecek durumda olan 15 yaş ve daha yukarı yaştaki tüm kişiler işsiz olarak tanımlanmaktadır
    -işsizliğin bazıları geçici, bazıları sürekli olan çeşitli türleri vardır. Açık işsizlik; çalışmaya hazır ve istekli iş gücü olduğu hâlde, açık işlerin olmamasından kaynaklanan işsizliktir. Mevsimsel işsizlik, üretimin belirli mevsimlerde arttığı turizm, inşaat ve tarım gibi sektörlerde, üretimin azaldığı mevsimlerde yaşanan işsizlik türüdür. Konjonktürel işsizlik, piyasada talep azalması nedeniyle üretimin dönemsel olarak daralması durumunda ortaya çıkan, özellikle ekonomik gerileme dönemlerinde artan bir işsizlik türüdür. Yapı- sal işsizlik, açık işler olduğu hâlde iş gücünün vasışarının ya da özelliklerinin bu işlere uygun olmaması nedeniyle ortaya çıkan işsizlik tipidir. Friksiyonel (arızî / geçici) işsizlik, insanların daha iyi işler bulmak amacıyla işlerinden ayrılmalarıyla oluşan ve kısa süren bir işsizlik türüdür ve bütün sağlıklı ekonomilerde görülür. Gizli işsizlik ise bir işte bir kişinin çalışması yeterli olacağı hâlde daha fazla kişinin çalışmasıyla ortaya çıkan işsizlik türüdür. Teknolojik ilerlemeler sonucunda iş gücüne duyulan ihtiyacın azalmasıyla ortaya çıkan işsizlik teknolojik işsizlik, ekonomilerin yaşadığı büyük durgunluklar nedeniyle yaşanan işsizlik ise sürekli durgunluk işsizliği ya da sürekli durgunluğun yarattığı işsizlik olarak adlandırılır.
    -İşsizlerin %70,8 i erkektir.
    -Türkiye’de kayıt içi ve kayıt dışı çalışanlar çocukların toplam sayısı 3,9 milyona yaklaşmaktadır
    -İş Gücüne Dahil Olmayanlar : iş bulma ümidi olmayanlar, yaşadığı bölgede iş bulunmadığına veya bölgede kendisine uygun iş bulunmadığına inandığı ya da nereden iş arayacağını bilmediği için iş aramayıp ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.
    Bunlar sırasıyla, işsiz olduğu hâlde iş aramayanlar, iş bulma ümidi olmadığı için iş aramayanlar, ev kadı nları, öğrenciler, emekliler, çalışamayacak kadar hasta olanlar, zihinsel engelliler ve iş yapamaz durumdaki bedensel engellilerdir.

    -TÜRKiYE’DE ÇALIŞMA YAŞAMININ TEMEL SORUNLARI
    Enformelleşme , Esneklik , Örgütsüzlük, Taşeronlaşma , Ayrımcılık
    -Enformelleşme: Enformelleşme kavramını dar ve geniş anlamda iki farklı şekilde ele almak mümkündür.
    Dar anlamıyla enformellik, kayıt dışılık anlamına gelmektedir. Geniş anlamı yla enformellik ise ekonomik faaliyetlerin, istihdam ilişkilerinin ve iş süreçlerinin resmî olmayan bir şekilde, yazılı olmayan kurallara göre gerçekleşmesidir. Çalışma yaşamında enformelleşmenin artması çalışma koşullarının ağırlaşması demektir. Çalışma koşullarının ağırlaşması ise bireylerin çalıştıkları hâlde yoksulluktan kurtulamamaları anlamına gelmektedir. Bireylerin yoksulluktan kurtulamamaları ise kronik yoksulluğa yani yoksulluğun bir sonraki kuşaklara aktarılması demektir.
    -Esneklik : Çalışma yaşamında esneklik, işverenler tarafından iş gücünün istenilen sayıda ve koşullarda istihdam edilmesi demektir. Bir başka ifadeyle, esneklik firmaların içinde bulunduğu piyasa koşullarının olumsuz olduğu durumlarda çalışanların sayısını azaltabilme, olumlu olduğunda ise artırabilme potansiyelidir. Bir işvereninin kısa süreli ve sözleşmeli çalışanlarının sayısında piyasa koşullarına göre artışa veya azalışa gidebilmesine sayısal esneklik de denilmektedir. Türkiye’de sayısal esneklik istihdam yalnızca özel sektör kuruluşlarında değil, başta belediyeler olmak üzere kamu kurumlarında da büyük bir hızla yaygınlaşmaya başlamıştır.
    ((4857 sayılı iş Yasasına göre normal çalışma süresi haftada 45 saattir) (Yarı zamanlı çalışma bir işverenin çalışanlarını haftalık normal çalışma saatlerinden daha kısa bir süre için istihdam etmesine denir. Yarı zamanlı çalışma süresi haftalık 30-35 saat olabileceği gibi 5-10 saat gibi çok daha kısa süreleri de kapsayabilir.
    -Örgütsüzlük : resmî rakamlara göre sendikalaşma oranı % 58’dir. TÜiK’in 2008 yılı verilerine göre Türkiye’de toplam istihdam 21,9 milyon civarı ndadır. Buna karşın 11,4 milyon kişi ise sosyal güvence kapsamı dışında çalışmaktadır. Bunun en önemli nedeni Türkiye’de kayıt dışı istihdamın giderek yaygı nlaşmasıdır.
    Taşeronlaşma : Taşeronlaştırma bir iş yerinde üretilen mal ve hizmetlerin belli bir iş sözleşmesi karşı lığında alt işveren(ler)e verilmesidir. Tam zamanlı bir işte ücretli olarak istihdam edildikleri hâlde elde ettikleri ücretle asgari geçim şartlarını sağlayamayanlar “çalışan yoksullar” olarak adlandırılmaktadır. Taşeron sisteminin yaygınlaşması ise çalışan yoksulların sayısının artması anlamına gelmektedir.
    -Ayrımcılık : engelliler ve eski hükümlüler çalışma yaşamında birçok mağduriyetle karşı karşıyadır. Özellikle iş arama sürecinde engelliler ve eski mahkûmlar toplumun diğer üyelerine göre dışlanma, hor görülme, dikkate alınmama, küçümsenme ve benzeri çok büyük güçlüklerle karşılaşmaktadırlar.Türkiye’de engelliler ve hükümlülerin en büyük problemi işsizliktir. 50 veya daha fazla işçi çalıştıran yerler terör mağduru işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler.




  • lethe_57 L kullanıcısına yanıt
    Paylaşımınız için teşekkürler. Notlarınız biraz uzun gibi. Yardımcı kitap olarak hangi yayını kullanıyorsunuz?
  • lethe_57 L kullanıcısına yanıt
    eline sağlık. bahar dönemi dersleri var mı?

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • kaynak olarak hem aöf nin kitabını hem de murat yayınlarının kitabını kullanıyorum. ikisini ortak özetliyorum.

    uzunluk konusunda da ders notunu kopyala yapıştır ile Word de atıp yazı boyutunu 11 puntoya çekerseniz (sayfa düzenini de üstten 1cm, diğer yönler 0,5cm) 3-4 sayfa tutacaktır. hatta bazı dersler, sadece 1 sayfa. 1sayfa özetle aa aldık..

    bahar dönemi dersleri şuan için yok. ders seçiminden sonra 1-2 hafta içinde çıkartırım. aslında notları kendime çıkartıyorum ama paylaşmak güzel olduğu için paylaşıyorum.. öyle reklam falan derdim olsa açarım bi site at gitsin oraya :D

    notları başka sitede görürseniz ispiyonlayın ha :D sadece DH ye özel bu notlar. :D :D
  • lethe_57 L kullanıcısına yanıt
    bahar derslerini bekliyoruz. Murat'tan memnun musun?

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: oacar84

    bahar derslerini bekliyoruz. Murat'tan memnun musun?

    hocam murat yayınlarının sanki aöf nin kitabını kopyala yapıştır yapmış gibi bi hali var. bir çok yer noktasına virgülüne kadar aynı. verdiği örnekler, cümleler hep aynı. 2014 yılı kitabından bahsediyorum. aöf nin kitabını murat tan birilerini özetlemiş, kitap yapmışlar, bence böyle. murat ın güzel yanı çok soru barındırması. bu yönü çok güzel. ders çalışmak için bence en uygunu aöf kitabı. ben aöf kitabı fiziki olarak almıyorum, aöf resmi sitesinden pdf formatında indiriyorum, bilgisayardan okuyarak, notlar alarak çalışıyorum. çalışma bitince murat ın kitabından soruları çözüyorum, ilginç sorular varsa onları da notuma ekliyorum ve yukarı da paylaştığım notlar ortaya çıkıyor.
    2 dönemdir bu yöntemi kullanıyorum ve onur belgesi alıyorum. taktiğim bu yönde.




  • aşağıdaki linkten 4.sınıf özetlerin hepsini buldum

    http://forum.donanimhaber.com/m_96707283/tm.htm
  • 1. Snfm daha ama şimdiden saolasn kaydettm hocam

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Radyoaktifmadde

    aşağıdaki linkten 4.sınıf özetlerin hepsini buldum

    http://forum.donanimhaber.com/m_96707283/tm.htm

    o sayfadaki derslerde bi takım sorun vardı, konuyu da kilitlenmişler zaten..
  • ETKİLİ İLETİŞİM TEKNİKLERİ – 4 SINIF – BAHAR – VİZE-

    Oskay : iletişim insana özgü bir olgudur.
    -İletişim hem özel yaşamdaki bir insanın, hem kurumlarda çalışan yöneticinin/personelin hem de kurumların ta kendisinin varlıklarını sürdürme biçimlerinin bir ürünüdür.Ayrıca bu ürün (iletişim becerisi, iletişim yaklaşımları) hem günlük yaşamda hem de iş yaşamında meydana gelen her türlü gelişmeden ve değişimden kolayca etkilenen bir olgudur. İletişim hem bireysel bir kişilik olan insanlara, hem de tüzel bir kişilik olan kurumlara özgü bir olgudur. Diğer bir deyişle, iletişim, hem insanların hem de kurumların günlerini mutlu ve huzurlu geçirebilmeleri için gerekli olan bir beceridir.
    -Eğer evlerde ve özel yaşamımızdaki ilişkilerimizde MUTLU olmak istiyorsak aşağıdaki şu sloganı hiçbir zaman unutmamamız gerekir:
    İyi Bir İletişimin Temeli: SİZSİNİZ!
    -Wilbur Schramm “İnsan topluluğu ve davranışları ile ilgili her dalın iletişimle ilgilenmesi zorunludur”
    -Kişiler arası ilişkilerin aracı da iletişimdir: anlamak, öğrenmek, anlatmak, başkalarına ulaşmak için iletişimi kullanırız.
    -İletişim sahnede Anouilh’in “Antigone’u, sinema perdesinde “Yurttaş Kane”dir.
    -- -iletişim konusunda şunları söyleyebiliriz : • iletişim toplumun temelini oluşturan bir sistem, • örgütsel ve yönetsel yapının düzenli işleyişini sağlayan bir araç, • bireysel davranışları görüntüleyen ve etkileyen bir teknik, • sosyal süreçler bakımından zorunlu bir bilim ve • sosyal uyum için gerekli olan bir sanattır.
    --- iletişimin temel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
    • İletişim, iki tarafında aktif olduğu bir alışveriştir. • İletişimde mesajlar sözlü ve sözsüz olarak iletilir. • Bu mesajları ne şekilde aldığımız, algılarımız tarafından belirlenir. • İletişim kişiye değil, kişiyle yapılır. • İletişim, her zaman her yerdedir. • İletişimde amaç çevre üzerinde etkin olmaktır. • İletişim anlamların paylaşılmasıdır. • İletişim değişik katmanlarda gerçekleşir.
    ---İletişimin özellikleri nelerdir? Iletişimi yapılandırmada, kelimeler aynı kalmak koşuluyla, kelimeler %10, ses %30 ve beden dili de %60 oranında rol oynar.
    * İletişim Bir Bütündür. *Beden Dili. * Ses Tonu ve Konuşmanın Akıcılığı.* Beden Duruşu.* Mimikler. *Mesafe ve Bedensel Temas
    İLETİŞİMDE ALGININ ROLÜ: Dış dünyanın farkındalığı algıyla başlar. Algı, duyu organlarımızdan beynimize ulaşan verilerin örgütlenmesi, yorumlanması ve anlamlandırılmasıdır. Başka bir deyişle hem kişinin referans çerçevesi, hem de iletilerin hedefin alıcı kanallarına uygun olup olmaması algılamanın temelini oluşturur.
    Algının Farklılaşmasının nedenleri:
    • Fizyolojik nedenler: Gözümüzün görebilmesi, kulağımızın duyabilmesi, beynimizin işleyebilmesi
    • Özgeçmiş: Deneyimlerimizin, algımızı etkileyecek derecede iz bırakmış olması
    • Kültürel değerler: Yorumlarımızı etkileyen kültürel bir birikime ve yargılara sahip olunması
    • Güncel duygu durumu: Gün içinde yaşamış olduğumuz bir olayın anlık tepkilerimizde ve algılarımızda etkili olması.
    • Çevresel faktörler: Sosyal bir varlık olan insanın, içinde bulunulan saptama ve yorumlamayı etkileyen dış çevredeki etmenler.
    ETKİN DİNLEME : Anlamak, üç unsurun başarılı bir biçimde bir arada tutulabilmesine bağlıdır. Bunlardan birincisi, niyet,
    ikincisi bilgi ve üçüncüsü de gayrettir. Diğer bir deyişle, anlamak, niyet, bilgi ve gayret gerektirir.
    Etkin dinleme yaparak hala,
    • Karşımızdakini onaylamama özgürlüğüne sahibiz. • “Evet” ya da “hayır” diyebiliriz. • Söyleyecek sözümüz var demektir.
    Çoğu zaman iyi dinleyemiyoruz. Başarılı bir dinleme için vazgeçmek zorunda olduğumuz alışkanlıklarımız var. İyi bir dinleme için düzeltmek zorunda olduğumuz alışkanlıklarımız aşağıda sıralanmıştır:
    Dinliyor Gibi Görünmek: Dakikada ortalama 150 kelime söyleyebiliriz; buna karşın, ortalama 500 kelime dinleyebiliriz.
    Seçmek: İyi bir dinleyici olmak için anlatılanları kaçırmadan genelini dinlemek gerekir.
    Prova Yapmak:Karşımızdaki kişi konuşurken, onu kesintisiz bir biçimde dinlemek yerine, konuşması bittiğinde ona verebileceğimiz cevabımızı düşünürüz.
    Akıl Okumak: Karşımızdaki kişi konuşurken, onu yüreğimizi açarak dinlemek yerine, daha ilk kelimeden, cümlenin devamının nasıl geleceğini kestirmeye çalışırız.
    Karşılaştırmak: Söylenenleri kendi başımıza gelen bir olayla ya da başkalarından duyduklarımızla karşılaştırmaya başlarız. Bu biçimde bir dinleme bizi anlamak noktasındabaşarısızlığa götürür.
    Şüphelenmek: Konuşmanın başında karşımızdakinin “abarttığına”, “şımarıklık yaptığına” ya da “doğru söylemediğine” karar veriyoruz. Diğer bir deyişle, önyargıyla yaklaşıyoruz
    EMPATİ: Bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır.
    Empati üç aşamadan oluşur. Bunlar:
    • Birinci Aşama: Olayları karşımızdaki gibi algılamaya çalışmak
    • İkinci Aşama: Karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak
    • Üçüncü Aşama: Kendisini anladığımızı karşımızdakine sözlerimizle, ses tonumuzla ve beden dilimizle ifade etmek.
    -Empatide dinlemesini bilmek, işin büyük bir kısmını halletmek demektir. Empati insanlara ben-merkezcilikten uzaklaşma şansı tanır.
    -Empati gösteren kişinin özelliklerini ise şu biçimde sıralayabiliriz:
    • Beden dili, ses tonu, sözleri ve duyguları uyumludur.
    • Tüm enerjisi, karşısındakinin ne söylediğine ve “aslında ne söylemek” istediğine odaklanmıştır.
    -empatik tepki nasıl verilir? Bunun başlıca iki yolu vardır. Birinci yol, yüzümüz ve bedenimizle, karşımızdaki bireyi anladığımızı ve yanında olduğumuzu ifade etmektir. İkinci yolu, sözlü olarak onu anladığımızı ifade etmek ve onun yanında olduğumuzu ona hissettirecek kelimeleri yoğunlukta kullanmaktır. Emptaik tepki geliştirirken her iki yoluda birlikte kullanmak iletişimimizin ve empatinin kalitesini arttıracaktır.
    - Empati’de özdeşim kurarak anlamak varken, sempatide “yandaş” olmak esastır. Örnekle açıklamak, bu iki kavram arasındaki farkı daha iyi bir şekilde gözler önüne serecektir. Örneğin, Teoman’ı dinleyen ve onu seven dinleyicilerinden birisiniz ve onu çokiyi bir şekilde özümsemişsinizdir. Onu dinleyen arkadaşlarınızla, hep birlikte onun bir şarkısını dinleyince mırıldanırsınız ve bir paylaşımda bulunursunuz. Ancak onu dinleyen arkadaşlarınızın, onu dinlerken ne hissettiğini anlamayabilirsiniz. Eğer anlasaydınız, sempati duymanın yanı sıra empati de duymuş olurdunuz. Örneği biraz değiştirelim, Teoman bir gece kulübü çıkışı bir paparazziyi, fotoğraf çektiği için yumruklamıştır. Bu olayda, Teoman’a sempati duyanlar: “Adamın gözüne sabahın 4’ünde flash patlatıyorlar bardan çıkan adama, Teo az bile yapmış” diyebilir ve Teoman’a hak verir. Ancak, Teoman’a empati ile bakanlar “Adamın gözüne flash patlatmışlar ama keşke vurmasaymış, sonuçta adamlarda işini yapıyor” diyebilir ve Teoman’ın yapmış olduğu bu harekete hak verebilir veya vermeyebilir de.
    - İnsanlar bazen bir yakınları acı çektiğinde aynı acıyı hisseder ve acıyı çekerler; örneğin eşleri doğum sancısı çeken erkekler, benzeri bir sancıya tutulabilirler. Bu tür sancılar, bir sempati ifadesidir. Yüzyılımızın başlarında Mcdougall (1908) bu duruma “sempatik acı çekmek” adını vermiştir.
    - Empati kuran kişi, taraf tutmaz. Empatik iletişim ile karşısındakini düşündürmeyi ve yeni fikirler geliştirmeyi amaçlar. Sempati gösteren kişi, karşısındakinin tarafını tutar. Karşısındakine hak vererek onun duygusunu pekiştirir. Doğru anlama noktasında empatik iletişim gerçekleştirmek gerçekten de çok büyük bir önem arz etmektedir.
    -İletişimi sağlıklı, doğru bir biçimde gerçekleştirmek, hedefe ulaşmak için olmazsa olmazdır. En az iki kişiyle gerçekleştirilen kişilerarası iletişimde hedef ve kaynak insandır.
    -Duyguları açıklarken birey kendi duygularından bahsediyorsa bunu ben dili ile ifade eder. Bu sayede bireyin duygusunu açıklarkenki hissini de anlatması kolaylaşır. Ayrıca, kişilerarası iletişimde bireyin karşısındakinden duyduğu bir rahatsızlığı dile getirdiği zaman da “ben dilini” kullanması iletişimin etkin olmasını kılar. Şöyle ki, birey rahatsız olduğu bir konuda sen dilini kullanarak; “Sen ne kadar çok bağırıyorsun!” yerine, ben dilini kullanarak; “Bağırdığın zaman üzülüyorum ve bana değer vermediğini düşünüyorum” cümlesiyle karşı tarafı suçlamadan düşüncelerini iletmesi önemlidir.
    - Şahin e göre “ben dili”, bireyin karşısındaki kişiyi suçlamadan, küçültmeden, bir konuya ilişkin, duygu ve düşüncelerini iletmesidir.
    -Kişilerarası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütebilmesinde önemli olan faktörlerden biri de kendini açma davranışıdır. Kişilerarası ilişkilerde bireylerin kendilerini daha çok tanıyıp anlayabilmelerine de önemli katkıları olan kendini açma davranışı, aynı zamanda, bu ilişkilerin daha rahat kurulabilmesi, daha çabuk geliştirilebilmesi ve daha güvenli sürdürülebilmesinde de önemli bir rol oynar
    - Kızgınlık her canlının tehdit karşısında gösterdiği doğal bir tepkidir. Diğer tüm duygular gibi, kızgınlık da organizmada bazı fizyolojik değişikliklere yol açar; kalbin daha hızlı çarpmasına, kan basıncının yükselmesine, enerji veren hormonların salgılanmasına sebep olur. Kızgınlık, genellikle saldırgan duygu ve davranışlara yol açarak gerektiğinde savaşmamızı ve kendimizi savunmamızı sağlar.
    -Kızgınlık; sinirlenmemize, hiddetlenmemize, öfkelenmemize, engellenmiş ve hatta incinmiş hissetmemize neden olan farklı tepkilerden meydana gelmektedir.
    -Aşağıda, kızgınlık oluştuğunda ortaya çıkan tipik olaylar dizisi sıralanmıştır.
    • Kızgınlık bir olay ya da kışkırtılma sonucu tetiklenir.
    • Kızgınlık düşünceleri geliştirir.
    • Bunu izleyen davranışlar, kızgınlık düşünceleri üzerine temellenir.
    • Kızgınlık beslenir ve artar. Kızgınlık duygusu eğer kontrol edilemezse şiddetlenir ve yapıcı eylemlerle kontrol edilmesi giderek güçleşir.
    • Kontrol altına alınamayan kızgınlık, uzun süren, şiddetli, acı verici ve tahrip edici bir dizi öfkeli düşünce ve eylemleri başlatır.
    -Kızgınlık; basit bir irkilme, sıkıntı hissi ya da günlük problemlere verdiğimiz tepki olarak kendini gösterebilir.
    -Kendilik değeri terimi bir bireyin kendi yetenek, yeterliliklerinin ve değerinin ne olduğu konusunda düşüncelerinin tümüne işaret etmek için kullanılmaktadır. Hakarete uğrama, geçici bir süre için de olsa kendilik değerimizi zedelemekte ve dolayısıyla olumlu sonuca ulaşmayı engellemektedir.
    -İnsanları öfkelendiren sebepler engellenme, önemsenme, aşağılanma, keyfi bir tutumla karşılaşma ve saldırıya uğramaktır.
    -Çocukluk döneminde eğitim, terbiye ve çocuğun isteklerinin karşısına dikilen yasaklar onu öfkeye sürükler. Ergenlik döneminde genç, iki temel istek arasında sıkışır. Bir taraftan ailesinden kopmak, bağımsız olmak isterken, diğer taraftan güvensizlik ve yetişkinlerin desteğine duyula ihtiyaç, çatışma ve öfkeye sebep olur.
    Yetişkinlikte rekabet şartlar, sorumlulukların getirdiği zorunluluklar insanı engeller ve öfke doğurur. Bu arada reddedilme duygusu, ister toplumdan olsun, ister aile ve arkadaşlar tarafından olsun, insanda şiddetli bir öfke doğmasına sebep olur.
    Orta yaştan ileri yaşa geçenlerde gelecekle ilgili güvensizlik ve bunun getirdiği belirsizlik, yaşın getirdiği sınırlamalar engelleme duygusuna ve öfkeye yol açar.
    -Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, öfke normal ve sağlıklı bir duygudur. Diğer bir deyişle, öfke en insani duygularımızdan birisidir. Öfkesi ve kızgınlığından ötürü insanın kendisini suçlu hissetmesi doğru değildir. Sağlıksız olan, öfkenin saldırganlığa dönüşmesidir.
    -Amigdala bizim kızmamıza sebep olan yerdir. Beyinde bademe benzer bir çekirdek olan amigdala, duyguların merkezidir. Kızgınlık, korku gibi duygular burada oluşur.
    -Ama beyinde, amigdalanın yanında bir başka yer daha vardır. Oranın adı ise prefrontal lobdur. Yukarıdaki örnekte, babanın beyninde “saçmalama o daha küçük bir çocuk” cümlesini oluşturan yer prefrontal lobdur. Bu lob, bir süzgeç niteliğindedir. Prefrontal lob, bilgilerin toplandığı, süzgeçten geçirildiği ve ne yapılacağına karar verildiği bölgedir. Prefrontal lob, duyguların kaynağı olan amigdalayı zihinsel bir yapıya oturtur. Dolayısıyla bireylerarası iletişimde içimizde oluşan duygunun karşımızdaki kişiye doğru aktarılması noktasında amigdalanın bizi esir almasına izin vermememiz gerekmektedir. İletişim kurarken sadece amigdalaya bağlı kalarak mesajlarımızı göndermemiz, pişman
    olacağımız davranışlarda bulunmamıza yol açabilir. Amigdalamızı kontrol altına alamazsak, duygularımızla hareket ederiz ve bu şekilde ifade edilen kızgınlık da yıkıcı olur.--Sağlıksız dışa vurma yöntemlerinden bazıları şunlardır. : Suçlu hissettirmek. Akıl okumak. Tuzak kurmak. Kaçınmak. Ima etmek. Eleştirmek. Öç almak



    -İletişimi bir ya da birden fazla bireyin katılımı ile gerçekleşen, bir bağlam içerisinde oluşan, bazı etkileri olan ve çevredeki gürültüden az ya da çok etkilenen ve sonucunda da bazı geribildirim olanakları sunan bir tür eylem olarak açıklayabiliriz
    -Bireylerarası iletişim ile diğer insanlarla etkileşimde bulunuruz, onlardan birşeyler öğreniriz ve duygularımızı diğerlerine gösterme fırsatı buluruz.
    Küçük grup iletişiminde diğer grup üyeleriyle etkileşimde bulunurken çeşitli sorunları çözeriz, yeni fikirler geliştiririz ve aynı zamanda bilgi ve deneyimlerimizi de paylaşırız
    Kültürerarası iletişim ile yeni kültürler öğrenirken bize yabancı toplum ya da topluluklardan arkadaşlar ediniriz, onlarla etkileşimde bulunurken birbirimizin yaşam biçimini, kültürünü, hayata bakışını, duygularını ve düşüncelerini öğreniriz
    Kitle iletişimi ile medya adını verdiğimiz kitle iletişim araçlarıyla bilgileniriz, eğleniriz, medya tarafından bazı konularda ikna da edilmeye çalışılırız!
    ---İletişim bağlamının üç boyutu; fiziksel, sosyo-psikolojik ve zamansal boyut olarak sınıflandırılır.
    Elle tutulur ya da maddi ortam ve çevrelerde gerçekleşen iletişimde fiziksel boyut ön plandadır.
    sosyo-psikolojik boyutu bireyler arasındaki sosyal statü farklarını, oyunlardaki rolleri, toplumlardaki töre ve gelenekleri, bazı durumlardaki arkadaşlık ilişkilerini, kurallı ya da kurallı olmayan durumları, yine bazı durumlardaki ciddiyeti ya da şakaları kapsamaktadır.
    zamansal boyut’u iletişimin gerçekleştiği günün ve tarihin zamanı olarak açıklanabilir.
    -İletişim çalışmalarında konuşma ve anlama, ya da yazma ve yazılanları okuyarak anlama süreci kodlama ve kod çözme işlemleri olarak tanımlanmaktadır. Konuşma ve yazma diğer bir deyişle iletişimde ileti üretme süreci, iletişim çalışmalarında, iletiyi kodlama olarak tanımlanmaktadır.
    -Yansıma : Kaynağa geri gönerilen bilgi ya da iletiye yansıma diyoruz. Yansıma bireyin kendinden (kaynaktan) gelebileceği gibi diğerlerinden de gelebilir (alıcıdan). Yansıma hem olumlu hem de olumsuz olabilir. Aynı zamanda, yansıma, anında ya da gecikmeli de olabilir. İlerleyen bölümde kısaca yansıma biçimlerinden söz edeceğiz.
    -Anlamsal gürültü iletişimde kaynak tarafından üretilen iletilerin alıcı tarafından tam olarak anlaşılamaması durumudur. Geniş anlamda, iletişim sürecinde kaynak ve alıcının aynı dili konuşmaması durumu olarak özetlenebilir. Daha anlaşılabilir bir örnek ise, iletişim sürecinde kaynağın çok teknik bir dil kullanması alıcının konuşulan konu ile ilgili herhangi bir şey anlayamamsı durmunu ortaya çıkarabilir.
    -bilgi toplumu görüşü Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya’da benzer zamanlarda ortaya atılmıştır. Bu benzer zamanlar 1960’lı yılların sonu ile 1970’li yılların sonu arasındaki 10 yıllık zaman dilimi kapsar.
    -Peter Drucker 1968 yılında The Age of Discontinuity (Süreksizlik Çağı) adlı eserinde modern ekonominin temel zenginliğinin yaratıcısı olarak bilgi ekonomisini vurgulamaktaydı.
    -1970’li yılların sonu ve 1980’li yılların başları itibari ile Bilgi Toplumu terimi Amerika Birleşik Devletleri’nde endüstri, araştırma ve politika üçgeninde konuşulan konular arasına girmiştir.
    -İngiltere’de Tom Stonier’in Wealth of Information (1983) (Bilginin Zenginliği) isimli eserinde bilgi ve iletişim teknolojilerinin yeni sosyal, ekonomik ve biyolojik sinerjiyi nasıl yaratacağı konusunda öngörüler bulunmaktaydı.
    - Bunun paralelinde Japonya’da Umesao isimli yazar “informatisation” terimini kullanarak bilgi toplumunu anlatmış ve bu fikirleri Japon Hükumeti dikkate alarak değerlendirmiştir
    -Batı dünyasında, yukarıda söz edilen yazar ve araştırmacıların biraz daha fazla öne çıkanı ise Daniel Bell’dir. Daniel Bell bilgi ve enformasyon miktarındaki hızlı değişimi ve bu değişime bağlı olarak toplumun karşılaşacağı değişiklikleri önceden kestirme ve belgeleme yeteneği açısından öne çıkan bir sosyologtur. İlerleyen bölümde, kısaca, Daniel Bell’in Bilgi Toplumu Kuramı özetlenecektir.
    -1973 senesinde yayımladığı çalışmasında, Prof. Bell Toplumsal Gelecek Üzerine Deneme isimli makalesinde gelecek 30-50 sene içinde kendisinin “the post industrial society” olarak tanımladığı Türkçemize endüstri ötesi toplum olarak çevirebileceğimiz toplumsal gelecek yapılanmasını değerlendirmiştir. Daha sonra, Bell endüstri ötesi toplum terimi yerine bilgi toplumu “information society” terimini kullanmaya başlamıştır.
    - Joseph Schumpeter teknolojiyi açık bir denize benzetmiştir.
    -Gerald Holton makalesinde teknolojik bilginin bilime, teknolojiye ve dolayısı ile ekonomik politikaya getirdiği yenilikleri irdelemiştir.
    -Bell’e göre modern toplum üç parçaya bölünmüştür ve her bir parça farklı ilkelerle yönetilir. Birincisi ekonomik, teknolojik ve mesleki ya da tabakasal sistemleri içeren sosyal yapıdır. Batı toplumlarında görülen bu sosyal yapı kaynakları düşük fiyat, optimizasyon (en uygun duruma getirme) ve maksimizasyon (azami ölçülere çıkarma, genelde üretimdeki kazancı) ilkeleriyle kullanma düşüncesindedir. İkinci parça yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimi, bireyin ya da grupların gereksinimlerine göre yönetimin dağılımını ayarlar. Bell’e göre bu yönetim biçimi katılım’a odaklıdır ve tabandan (geniş halk kitlelerinden) gelen isteklerle biçimlenir. Üçüncü parça ise kültürdür. Bell’e göre kültürün amacı bireyin arzu ve isteklerini tamamlamak ya da artırarak genişletmektir. Bell bu üç parçanın, diğer bir deyişle modern toplumu oluşturan parçaların 1. Sosyal yapı, 2. Yönetim biçimi ve 3. Kültürün modern toplumu oluşturduğu düşüncesindedir. Ancak, Bell sosyal yapının, yönetim biçimi ve kültürden eleştirel olarak ayrı olduğu görüşünü de savunur.
    - 19 Ağustos 1839 Louis Degauerre = ilk ticari fotoğraf işleme ünitesi. kendi adından esinlenerek Degauerreotype adını vermiştir.
    Bu durum tarihte ilk fotoğrafçılık olayı olarak da kabul edilir.
    1890’lı yıllarda hareketsiz görüntülerin yanına hareketli görüntülerin de eklendiğini görmekteyiz. 1893 yılında ilk film stüdyosu olan Edison’u medya tarihinin kilometre taşları arasında gözlemliyoruz. Bundan iki sene sonra Lumiere kardeşler yeni icatları olan sinematografi kamerasını tanıtmışlardır.
    kitabın seri olarak basılması 1456 yılında matbaanın bulunmasına kadar gider Tarih turumuzda 1609 yılında ilk gazetenin yayınlamasına şahit oluyoruz. İlk ses kaydı ise 1877 yılında; ses kayıtlarını taşıyan plaklar 1894 yılında üretilmeye başlanmıştır.
    radyo ise 1920 yılında bulunmuş. Televizyon = 1936.
    Mobil iletişimde iletiler PDA’ler(Personal Digital Assistant-Kişisel Sayısal Yardımcı(bilgisayar, cep telefonu, sayısal müzik çalar ve kameradan oluşan taşınabilir bir ortamdır)), cep telefonları ya da tablet bilgisayarlar ile taşınabilir.
    Wiki Türkçe “çabuk” kelimesinin Hawicesidir.
    -İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir. Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkekolmayı öğrenir. Başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler. İşte kültürel olarak kurulan kadınlı ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet adını veriyoruz.Kadın ve erkek olarak sosyalleşir, çevrenin kadın ve erkek rol beklentilerine göre koşullanırız. Tarihsel süreç ise kültürün ve aile tarihinin taşıyıp yinelediği kadın ve erkek olma davranış biçimleri ile ilintilidir.
    -Bandura toplumsal öğrenme kuramı yoluyla, çocukların anne ve babalarını gözlemleyerek ve onlardan aldıkları olumlu ve olumsuz tepkilerden yola çıkarak cinsel rolleri öğrendiklerini ileri sürer. Kuramda, cinsel rollerle ilgili davranışların edinilmesinde çocuğun anneyle babayı iki ayrı model olarak ele alıp özdeşlik kurmasının ve onlara benzemeye çalışmasının belirleyici olduğu ileri sürülmektedir
    -Piaget’nin bilişsel gelişim kuramıise toplumsal öğrenme kuramından farklı olarak, çocukların dünyayı algılayıp kavramalarının bilişsel gelişim sürecine bağlı olduğuna, dolayısıyla çocukların edilgin bir konumda olmadığına dayanmaktadır. Kurama göre, çocuklar çevrelerindeki düzenli yapıları, kategorileri kavramaya çalışmakta, bunları bir kez kavradıktan sonra da kendi benliklerini bunların içine yerleştirmekte, kendilerine kadın ve erkek etiketini yapıştırıp ona göre bir benlik geliştirmektedir.
    -aile kadar okul, kitle iletişim araçları ve kültürü oluşturan bütün kurum ve pratikler etkin rol oynamaktadır.
    -Ataerkil toplumlarda: Davranış ve karakter olarak, erkeklerin hırslı, güçlü, kararlı, risk alan, bağımsız, rasyonel, aktif ve atak olması, kadınların ise şefkatli, neşeli, sevecen, duygulu, duyarlı, yumuşak nazik, sadık, sabırlı, anlayışlı olması beklenir.
    -Fişek’in belirttiği gibi Türk toplumu geleneksel, otoriter ve ataerkildir. Türkiye’de nesiller arası hiyerarşinin yanı sıra toplum, ataerkil düzen ya da cinsel rol hiyerarşisi üzerine kuruludur. Cinsler arası ilişkiler erkeğin üstünlüğü; kadının ise değer, itibar ve güç bakımından düşük konumu üzerine kuruludur.
    -Ev çoğunlukla bir erkek için, kendini kanıtlamaktan kurtulduğu, sözlü gösterilerle başkalarını etkilemek zorunda kalmadığı güvenli bir limandır. Çoğu erkek için ev, konuşmanın gerekmediği, daha doğru bir söyleyişle uzun ve derinlikli konuşmanın gereksiz olduğu bir ortamdır.
    -Çoğu kadın için ise ev, yetiştirilme tarzları nedeniyle yabancısı oldukları, kendilerini çok rahat hissetmedikleri, kamusal alanın rekabetçi ortamından uzaklaştıkları ve konuşmaya en çok gereksinim duydukları mekandır.
    -Konuşma bir anlamda bir pazarlık aracıdır. Birey elinden geldiğince üstte kalmaya çalışır, kendini diğerlerinden gelebilecek olası saldırılara karşı korur. Bunu yapmak için de diğerlerinin daha alt statüde kalmaları için çaba sarfeder. Bu bir çeşit yarışmadır, rekabet içerir, bağımsızlığı sürdürme ve başarısızlıktan kaçınma savaşımıdır.
    -Leathers, kadınlık ve erkekliğe ilişkin oluşturulmuş olan kalıp yargıların kadın ve erkeklerin beden dillerine, sözsüz iletişim kodlarına da yansıdığını ileri sürer. Bu kalıp yargılara göre kadınlar, uysal, itaatkar, bağımlı, alıngan/aşırı hassas, kaprisli, çabuk parlayan, çabuk telaşlanan, havai, çenesi düşük, çekingen, sevecen, düşünceli, saygılı, işbirliğini seven, destekleyici ve duyarlıdır. Genel olarak erkeklere
    ilişkin var olan kalıp yargılarda ise erkekler, görev bilinci olan, rasyonel, aktif, mantıklı, gayretli, keskin zekalı, kurnaz, kendinden emin, güçlü, baskın, palavracı, inatçı, kibirli, söz dinlemez ve fırsatçı olarak öne çıkar.
    -kadınlar kişisel alanlarını erkeklere nazaran daha dar tutmaktadırlar. Buna karşın, yapılan bir araştırmaya göre kadınların %56’sı erkeklere göre daha fazla yer kapladıklarına ilişkin bir algıya sahiptirler. Oysa konunun uzmanları erkeklerin kadınlardan daha fazla yer kapladıkları konusunda hemfikirdirler. Benzer biçimde kadınlar özellikle erkeklerle birlikteyken daha az jest kullanıyor olmalarına karşın, kendilerine yönelik algıları aksi doğrultuda çıkmıştır. Kadınların %74.5’i erkeklerden daha fazla jest yaptığını belirtmiştir.
    -Ong’a göre, erkeksi davranış tipik olarak karşı çıkmayı içermekte ve bu da kavga, savaşım, çatışma, rekabet ve çekişmeyi içermektedir.
    Kadınlar ise erkeklerinkine benzer ritüelleri kullanmak yerine gerçek amaçlara hizmet eden savaşımları yeğlerler.
    -Kadın ve erkek arasındaki en temel çatışma alanlarından biri sahip olunan özgürlüklerle ilgilidir. Özgürlük, özellikle erkekler için hassas alanlardan biridir. Erkekler çoğu zaman hayatı bir özgürlük mücadele alanı olarak görürler. O alanın ihlali temel çatışma noktalarından biridir.
    -Avusturyalı biliminsanı Konrad Lorenz mobbing terimini, hayvanların bir yabancıyı veya avlanmakta olan bir düşmanı kaçırmak için yaptıkları davranışları tanımlamak için kullanmıştır. Daha sonra İsveçli Peter-Paul Heinemann, çocuklarda zorbalık içeren davranışları araştırırken mobbing terimini, kurbanı yalıtan ve ümitsizlik nedeniyle intihara kadar götürebilen bir davranış olarak nitelendirmiştir. 1980’li yıllarda ise Dr. Leymann terimi işyerinde yetişkinler arasında, çocuklarda olduğu gibi benzer zorbaca davranış özelliklerini tanımlamak için
    kullanmıştır. Leyman’a göre mobbing bir ya da bir kaç kişi tarafından diğer bir kişiye yönelik olarak, sistematik biçimde düşmanca ve ahlakdışı bir iletişim yöneltilmesi şeklinde, psikolojik bir terördür.
    -Mobbing duygusal bir saldırıdır. Bir kişinin, diğer insanları kendi rızalarıyla ya da zorla başka bir kişiye karşı etrafında toplaması ve sürekli kötü niyetli hareketlerde bulunma, ima, alay ve karşısındakinin toplumsal itibarını düşürme gibi yollarla, saldırgan bir ortam yaratarak onu işten çıkmaya zorlamasıdır.
    -Mobbingin pek çok davranışsal boyutu bulunmaktadır. Bunlar iletişime yönelik saldırılar, sosyal ilişkilere yönelik saldırılar, sosyal imaja yönelik saldırılar, mesleki ve özel konuma yönelik saldırılar, sağlığa yönelik saldırılar olarak sıralanabilir.
    -Özgürlük, özellikle erkekler için hassas alanlardan biridir. Erkekler çoğu zaman hayatı bir özgürlük mücadele alanı olarak görürler. O alanın
    ihlali temel çatışma noktalarından biridir. Örneğin, bir kadının sık sık yakın çevresindeki bir erkeğe ne yapacağını söylemesi erkeğin gözünde özgürlüğünün kısıtlanmasıdır.




  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.