Şimdi Ara

Kamu Yönetimi 3. ve 4. Sınıf ders notları

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
4 Misafir - 4 Masaüstü
5 sn
104
Cevap
12
Favori
86.150
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • KAMU YÖNETİMİ 3. VE 4. SINIF DERS NOTLARIMI BURADAN PAYLAŞACAĞIM ARKADAŞLAR. BU NOTLARLA ÇOK İYİ PUANLARLA DERSLERİNİZİ GEÇEBİLİRSİNİZ.

    SİZE LAZIM OLAN DERSİN ADINI KONU İÇİNDE ARATTIĞINIZDA DİREK KONUYA ULAŞABİLİRSİNİZ. DERSLERİ, VİZE VE FİNAL NOTU OLARAK AYIRDIM. HANGİSİNE GİRECEKSENİZ ONA ULAŞABİLİRSİNİZ.

    evet, burda çıkardığım notları paylaşıyorum arkadaşlar.
    8 dersten, 5 AA, 1 BA alarak geçtiğim notları paylaşıyorum, belki işinize yarar.


    4. sınıfında notlarını buradan paylaşacam arkadaşlar. 4. sınıftan da AA lar ile geçtim. bu notları kime verdiysem hepsi de güzel ortamalarla geçti. notlar genel olarak 3-4 sayfa. en kritik cümleleri not olarak alıyorum. notları da kendim çıkartıyorum. umarım işinize yarar.




    DEVLET BÜTCESİ güz dönemi - vize
    Bütçe en basit biçimiyle, kamu kesiminin ürettiĞİ hizmetlerin finansman aracıdır.
    İlk 1961 anayasasında yerleşik bir kavram olarak bütçe kullanılmıştır.
    Osmanlı da “muvazene defteri”, “muvazene-i maliye” ve “muvazene-i umumiye” gibi kavramlar kullanılmıştır.
    Latince “bulga”, ingilizce: “budget” veya “balance”tır. İngilterede para çantası olarak kullanılmıştır.
    Paul Leroy-Beaulieu = izin |||Edgar Allix =tasarruf |||Rene Stourm = (tahmin ve onay) kapsayan izin.||| Prof.Dr. Gülay Coşkun= rapor
    Bütçenin en eski ve en olağan işlevlerinden biri mali işlevdir. Ö ncelik sıralaması ve tercih yapmak bütçeciliğin en önemli özelliğidir.
    BÜTÇENİN KLASİK İŞLEVLERİ :
    * Bütçenin Mali İşlevi – * Bütçenin Siyasal İşlevi - * Bütçenin Hukuki işlevi - * Bütçenin Denetim İşlevi
    Devlet anlayışında meydana gelen değişmelerle birlikte devlet bütçelerine klasik işlevlerin dışında bazı yeni işlevlerde yüklenmeye başlanmıştır. Devlet bütçeleri günümüzde kaynakları daha etkin tahsis etmek, gelir dağılımında adaleti sağlamak, ekonomide istikrarı sağlamak, kamu yönetiminde bir araç olarak kullanılmak gibi yeni işlevleri üzerine almıştır.
    BÜTÇENİN ÇAĞDAŞ İŞLEVLERİ :
    * Kaynak Tahsisinde etkinlik İşlevi - * Gelir Dağılımında Adalet İşlevi - * ekonomik İstikrar İşlevi
    Bütçe, kamu kurum kuruluşlarının belirli bir dönem için gelir ve giderlerini tahmin eden bunların yürütülüp uygulanmasına önceden izin veren hukuki bir belgedir. Çağdaş anlamda ise klasik tanım içersine; kaynakların etkin kullanımını sağlama, gelir dağılımını düzeltme, ekonomik istikrarı sağlama gibi unsurlarında eklenmesi gerekmektedir
    BÜTÇE İLKELERİ : genellik, yıllık olma, teklik, açıklık, doğruluk, samimiyet, denklik, önceden izin alma, giderlerin öncelikle, bölümler itibariyle oylanması, mali saydamlık ve hesap verilebilirlik ilkeleri.
    BÜTÇELER klasik bütçeler ve modern bükçeler olarak ikiye ayrılır.
    KLASİK BÜTÇE İLKELERİ : odaklandığı nokta GİRDİLERDİR
    Genellik ilkesi, teklik ilkesi, yıllık olması ilkesi, önceden izin alma ilkesi, alenilik ilkesi, anlaşılır olma ilkesi, samimiyet ilkesi, doğruluk ilkesi, denkliği ilkesi. FRİTZ NEUMARK tarafından sınıflandırılmıştır. Bütçe ilkelerini STATİK ve DİNAMİK olarak ikiye ayırmıştır. Statik bütçe ilkeleri, bütçenin kapsamını ve şeklini ortaya koyan ilkelerdir. Dinamik ilkeler, bütçenin hazırlanması, onaylanması ve uygulanmasını ortaya koyan ilkelerdir.
    STATİK İLKELER : Maddi ilke (genellilik ilkesi) – Şekli İlkeler (birlik ve açlık ilkesi)
    DİNAMİK BÜTÇE İLKELERİ : doğruluk, alenilik, önceden izin alma ve tahsis ilkeleridir.
    ÇAĞDAŞ BÜTÇE İLKELERİ : toplama ilkesi (devletin bütün gelir ve giderlerini bir araya getirmesidir) ve yeknesaklık ilkesidir(bütçede, bütçenin ana ilkelerinin uygulanmasını sağlayarak açıklık ve düzenin sağlanmasını amaçlar)
    Askerî istihbarat ve MİT bütçeleri ALENİLİK İLKESİ dışındadır.
    BÜTÇE DENKLİK İLKESİ : Klasik Bütçe Kuramı (borçlanmaya izin vermez) ; Devri Bütçe Kuramı (Alvin Harvey HANSEN geliştirmiş, fazla veren dönemki bütçe, açık veren döneme devirilir. Yıllık değil belirli dönemleri kapsar.3-5 yıl gibi) ; Telafi Edici Bütçe Kuramı (William Henry Beveridge geliştirmiş , devlet kamu harcaması yapar)
    5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda bütçe ilkeleri Madde 13’te bütçelerin hazırlanmas›, uygulanması ve kontrolünde ilkelere uyulur ifadesi ile yer almıştır.
    5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunun Amacı : kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve mali saydamlığı sağlamak üzere, kamu mali yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm mali işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve mali kontrolü düzenlemektir.
    TORBA BÜTÇELEME (LUMP-SUM)
    hazırlanması kolaydır, kullanılacak zaman ve maaliyetler düşüktür. Uzlaşmak kolaydır. Bakanlığın paraları nereye harcayacağı konusunda tartışma olmaz. Dar kapsamlı konular yoktur, geniş kapsamlı konular vardır.
    Eleştiriler : harcamanın nereye yapılacağı bilinmez. Yolsuzluklar ortaya çıkar. Harcamalar sonucunda ne tür faydaların çıkacağı bilinmez. Maliyete değip değmediği bilinmez. Halkın hükümetlerin icraatları hakkında yorum yapması da engellenmektedir.
    KLASİK BÜTÇE TEKNİĞİ (HARCAMA KALEMİ BÜTÇESİ, ÖRGÜT BÜTÇESİ)
    Temelinde Kamu harcamaların denetlenmesi, israf ve suistimallerin önlenmesi vardır. Girdilerin satın alınması klasik bütçenin odaklaştığı ilk aşamadır. Bir kurum faaliyetine devam ediyorsa başarılı olup olmadığına bakılmaksızın ödenek miktarı belirlenir. Tasarruf yoktur. Bir başka deyişle devletin bir yıl sonra satın alacaklarının bir listesi yapılmaktadır.
    PERFORMANS BÜTÇELEME:
    iyi hizmet üretimine olanak sağlar.Yöneticilerin faaliyet sonuçlarını değerlendirmeye ve onların hesap vermelerine olanak yaratmaktadır. Çalışması zordur (harcamanın incelemesi yapılır). Kurumun başarılı olup olmadığının değerlendirilmesini sağladığı için bürokratlar tarafından sevilir. Pahalı tekniktir.
    PROGRAM BÜTÇELEME :kamu hizmetinin sonuçları ve toplum refahı üzerindeki etkileri ile ilgilenir. Bir yıldan uzun zaman dilimini kapsar. sosyal fayda ve maliyetlerin ölçülmesini gerektirir.
    PLANLAMA PROGRAMLAMA BÜTÇELEME (PPBS) : planlamaya dayalıdır. DEVLET FAALİYETLERİNİN TÜMÜNÜ BELİRLİ KAMUSAL AMAÇ ETRAFINDA KOORDİNE ETMEYİ AMAÇLAYAN BÜTÇELEME SİSTEMİDİR. Devletin fonksiyonlarının uzun vadeli belirlenmesi ve bunların ışığı altında programların, bütçelerin şekillenmesi temel amaçtır. ikinci özelliği, planlanan amaçlara ulaşmak için kamu hizmetlerinin programlar şeklinde düzenlenmesidir.kamu hizmetlerinin fonksiyonel sınıflandırılmasını gerektirmesidir. kamu yönetiminde verimliliğin arttırılmasına yardımcı olmasıdır. bilinen tüm analiz tekniklerinden yararlanarak bütçe kararlarında rasyonelliği sağlamaya çalışılması olarak söylenebilir. sistemin program çıktılarının girdilerle ve amaçlarla ilişkisini kurmaya çalışmasıdır. iyi bir muhasebe ve raporlama sistemi ile bilgi üretimini gerektirmesidir.
    Program bütçeden daha sonra gelişmiş ve daha kapsamlıdır. Daha sonra gelişmesi dolayısıyla program bütçe sistemini daha sistematik hâle getirmiştir.
    EN ÖNEMLİ SAKINCASI ÖRGÜT YAPISINDA DEĞİŞİKLİK GEREKTİRİR
    KLASİK, PERFORMANS VE PROGRAM BÜTÇELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
    SIFIR ESASLI BÜTÇELEME: kamu kurumlarInIn hiçbir ödeneğe sahip olmadığı ve gerekli olan ödeneğin hepsinin gerekçesinin her yıl açıklanmasını zorunlu kılar. * Arttırımcılığı engellemeye çalışır.
    YATIRIM (KAPiTAL, SERMAYE) BÜTÇESi: Devletin mal varlığında değişiklik yapmayan, sadece mal varlığının bileşimini değişttiren türden harcamalar yatırım harcaması olarak adlandırılır.
    * Yatırım bütçesi, yatırım harcamalarını ve bunların finansmanını kapsarken; cari bütçe cari ve transfer harcamalarını kapsamaktadır.genellikle borçlanmayla finansmanı daha uygundur. Devletin mal varlığında bir azalmaya neden olurlar, herhangi bir getirileri yoktur. Finansmanı vergiyle yapılır.
    Yatırım bütçesinin en eski uygulaması İskandinav ülkelerinde, özellikle İsveçte görülmüştür
    Harcama ve gelir tahminleri çok genel olarak iki ana kategoriye ayrılabilir: kantitatif (sayısal veya nicel) yöntemler, kalitatif (sayısal olmayan veya nitel) yöntemler.
    NİTEL YÖNTEMLER : yargıya dayalı (judgmental) ve birim maliyet dayalı (accounting identity based) tahmin yöntemleri;
    NİCEL YÖNTEMLER : basit yöntem, zaman serileri (time series) ve nedensel (causal) teknikler.
    Özel sektör subjektif yöntemi kullanır.risk analizleri ve olasılık hesaplar›na dayalıdır.
    NİTEL YÖNTEMLER : daha önce hiç verilmemiş hizmetlerde ve yeni programlarda kullanılır. ani ve önemli değişikliklerin yaşandığı dolayısıyla geçmiş verilerin anlamlarını yitirdiği durumlarda da kullanılabilmektedir.
    genel olarak nicel yöntemlerin kullanılamadığı yeterli ve güvenilir veri toplanamadığı ve teknik donanımın ve tahmincilerin eğitim düzeylerinin yetersiz olduğu durumlarda kullanılmaktadır.
    *** ilk açıklanacak nitel yöntem “yargıya dayalı tahmin”dir: yeterli bilgi ve deneyim olmayınca kullanılır. Zamanın kısıtlı olduğu zamanlarda kullanılır. Maliyeti düşüktür.tahmini yapan birey/bireylerin düşüncelerine dayanır. İsabet derecesi düşüktür. Kullanımı kolay olduğu için ilk denenen tekniktir. Kamu kesiminde en fazla kullanılan yöntemdir.“Delphi tekniği” de kullanılır. Delphi tekniği birden çok bütçe uzmanının görüşlerinin alınmasını amaçlamaktadır. Bu teknikte, bir koordinatör veya yönetici birçok uzmanla görüşüp tahmin edilecek konu ile ilgili görüşleri alır. Uzmanların birbirleri ile konu üzerinde tartıflmaları ve konuşmaları yasaktır. Hatta uzmanların kim oldukları saklanır. “beyin fırtınası” da kullanılır. Delphi'ye göre daha hızlı tahmin yapılır. Toplantıya katılanların ast-üst ilişkisi içinde olması tartışmaya baskınlık koyar.
    ***ikinci nitel yöntem birim maliyet dayalı yöntemdir. Basit matematik kullanılması rağmen niteldir.Yöntemde amaç, öncelikle tahminlere esas olacak birim maliyeti hesaplamaya çalışır. (elektrik giderinin tahmini gibi; vergi miktarı gibi)
    Nicel (Sayısal, Kantitatif) Yöntemler: üç türü vardır: basit yöntem, zaman serisi yöntemi ve nedensel tahmin.
    *** Basit yöntem : yaygı olarak kullanılır, çok fazla teknik bilgi gerektirmez. (otomatik usuller olarakda adlandırılır). Harcamadan çok gelir tahminlerinde kullanılır. Geçmiş yıl rakamları esas alınır. Hesaplamak kolaydır. Zayıf yönü:1) Ekonomik-sosyal-diğer gelişmeleri göz ardı eder. 2) Standart sapmanın oldukça yüksek olması halinde ortalamanın temsil gücünün oldukça düşmesidir. Buna bağlı olarak hata payı oldukça yüksektir.
    *** Zaman serisi yöntemi:En basitinden-en karmaşığına kadar çeşitliliğe sahiptir. Tahmin edilecek değişkendeki geçmiş yıl verilerini ele alıp bu verilere dayalı olarak çıkan trendin devam edeceği varsayımına dayalıdır.Bu yöntemde kullanılan bazı tahmin araçlarının örnekleri, hareketli ortalamalar tekniği, exponential smooting tekniği, ARMA (autoregressive and moving average) ve Box-Jenkins tekniğidir.
    Hareketli ortalamalar yöntemi: en basit yöntemdir.

    Güz dönemi – Final:+ DEVLET DÜTÇESİ Genel Bütçe kapsamındaki kamu idareleri : nakit idaresini hazine yapar. Mal varlığının hazine yapar. Cumhurbaşkanlığı,TBMM, tüm bakanlıklar, yüksek yargı organları..
    Merkezi Yönetim Kapsamındaki Kamu İdareleri, Sosyal Güvenlik Kurumları, Mahalli İdareler
    Özel Bütçeli idarelir : bir bakanlığa bağlı veya kendisi kamu hizmetini yürütmek üzere kurulan gelir tahsis edilen, bu gelirden harcama yapma yetkisi verilen idarelerdir. Üniversiteler, TSE, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu.. kendi tüzel kişilikleri vardır. Kendi mal varlıkları vardır ve yönetimini kendileri yaparlar. Kendi gelirleri yetmeyince Genel Bütçeden (maliye bakanlığı bütçesinden-hazineden) yardım alabilirler.
    Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar: ilk kez ABD de kurulmuştur. ABD de 100 den fazla bu tip kurum vardır. Bazı yazarlar “dördüncü bağımsız erk” olarak görmektedir. RTÜK, Sermaye Piyasası Kurulu, BDDK, Kamu İhale Kurulu, Rekabet Kurumu vb..
    Sosyal Güvenlik Kuruluşları: emekli sandığı = 1949, SSK= 1945 , Bağ-kur: 1971 ve Türkiye iş Kurumu. 2006 yılında SGK altında toplanmışlardır ( Türkiye iş Kurumu hariç)
    Cari gider: Etkisi bir dönem bir bütçe dönemi ile sınırlı olan ve devletin işlerliliğinin devamı için gerekli olan harcamaların tümüne verilen addır.
    Mahalli İdareler: yerel düzeyde mal ve hizmet sunmakla yükümlü kamu idareleridir. Belediyeler, il özel idareleri ve köylerdir. Kamu tüzel kişiliğine sahiptirler. Yönetimlerin karar organları seçimle oluşur.Büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri getirilebilir.Yerel yönetim seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanma ve kaybetmeleri konusundaki denetim yargı yolu ile yapılabilir. İçişleri Bakanlığı görevden alabilir (yargının vereceği kesin hükme kadar)
    Belediye :Halka en yakın olmaları sebebiyle yaptıkları-yapamadıklarıyla en çok gündemde olanlardır. yapt›kları hizmetler halkın günlük yaşant›sını yakından ilgilendirmektedir. idarî ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisidir. Nüfusu 5.000 den büyük olan yerler belediye kurabilir. il ve ilçe merkezlerinde belediye kurulması zorunludur. İçme ve kullanma suyu havzaları ile sit ve diğer koruma alanlarında ve meskun sahası kurulu bir belediyenin sınırlarına 5 km’den daha yakın olan yerleşim yerlerinde belediye kurulamaz. Kurmak için İçişleri Bakanlığının izni gerekir. 1930 tarih ve 1580 sayılı belediye kanunu, 1984 yılı 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu vardır. Belediye Kanunu 2005 tarih ve 5393 sayılı kanununa, Büyükşehir Belediye Kanunuda 2004 tarihinde 5216 sayılı kanuna değiştirilmiştir. 4 Tip Belediye vardır. Olağan (Normal) Belediye: büyükşehir belediyelerinin bulunmadığı iller ile bu illerin ilçelerinde ve diğer beldelerde kurulmuşlardır. Büyükşehir Belediyesi :En az üç ilçe veya ilk kademe belediyesini kapsayan belediyelerdir. Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçindeki İlçe Belediyeleri: Aynı büyükşehir belediyelerinin tabi olduğu kanunlara bağlıdır. İlk Kademe Belediyesi :Büyükşehir belediye sınırları içinde ilçe kurulmaksızın oluşturulan ve büyükşehir ilçe belediyeleriyle aynı yetki, imtiyaz ve sorumluluklara sahip belediyedir.
    Belediyenin organları; belediye meclisi, belediye encümeni ve belediye başkanıdır.
    Belediye Meclisi : karar organdır. Siyasi partilerin oy oranına göre, partiler üye bulundurulur.seçimler 5 yılda bir yapılır. Stratejik plan ile yatırımve çalışma programlarını, belediye faaliyetlerini ve personelin performans ölçütlerini görüşmek ve kabul etmek. Bütçe ve kesin hesabı kontrol etmek. İmar planını ve çevre planını görüşmek ve kabul etmek. borçlanmaya karar vermek. Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, 3 yıldan fazla kiralanmasına (30 yılı geçmemek üzere) karar vermek. Şartlı bağış kabul etmek. Yatırımlarda Yap-işlet ; yap-işlet-devret modeli ile yapılmasına, özelleştirmeye karar vermek. Meclis başkanlık divanını ve encümen üyeleri ile ihtisas komisyonları üyelerini seçmek.Belediye tarafından çıkarılacak yönetmelikleri kabul etmek. Meydan, cadde, sokak, park, tesis ve benzerlerine ad vermek; mahalle kurulması, kaldırılması, birleştirilmesi, adlarıyla sınırlarının tespiti ve değiştirilmesine karar vermek; beldeyi tanıtıcı amblem, flama ve benzerlerini kabul etmek. Diğer mahallî idarelerle birlik kurulmasına, kurulmuş birliklere katılmaya veya ayrılmaya karar vermek. Belediye başkanıyla encümen arasındaki anlaşmazlıkları karara bağlamak. Mücavir alanlara belediye hizmetlerinin götürülmesine karar vermek.İmar planlarına uygun şekilde hazırlanmış belediye imar programlarını görüşerek kabul etmek belli başlıca görevlerini içermektedir.
    Belediye Encümeni : Belediye encümeni, belediye başkanının başkanlığında; il belediyelerinde ve nüfusu 100.000’in üzerindeki belediyelerde, belediye meclisinin her yıl kendi üyeleri arasından bir yıl için, gizli oyla seçeceği üç üye , mali hizmetler birim amiri ve belediye başkanının her yıl birim amirleri arasından seçeceği iki üye olmak üzere yedi kişiden, diğer belediyelerde, belediye meclisinin her yıl kendi üyeleri arasından bir yıl için gizli oyla seçeceği iki üye, mali hizmetler birim amiri ve belediye başkanının her yıl birim amirleri arasından seçeceği bir üye olmak üzere beş kişiden oluşur.
    Stratejik plan ve yıllık çalışma programı ile bütçe ve kesin hesabı inceleyip belediye meclisine görüş bildirmek. Yıllık çalışma programına alınan işlerle ilgili kamulaştırma kararlarını almak ve uygulamak. Öngörülmeyen giderler ödeneğinin harcama yerlerini belirlemek. Bütçede fonksiyonel sınıflandırmanın ikinci düzeyleri arasında aktarma yapmak. Kanunlarda öngörülen cezaları vermek Vergi, resim ve harçlar dışında kalan dava konusu olan belediye alacaklarının anlaşma ile tasfiyesine karar vermek.Taşınmaz mal satımına, trampasına ve tahsisine ilişkin meclis kararlarını uygulamak; süresi üç yılı geçmemek üzere kiralanmasına karar vermek.Umuma açık yerlerin açılışı ve kapanışı saatlerini belirlemek.Diğer kanunlarda belediye encümenine verilen görevleri yerine getirmek.


    Belediye Başkanı: Beş yılda bir seçilir. Siyasi partide görev alamaz. Spor klüplerinin başkanlığını yapamaz. Bütçe dışı harcama yapamaz. Belediye başkanı tarafından haz›rlanan bütçe tasarısı eylül ayının birinci gününden önce encümene sunulur ve İşçişleri Bakanlığına gönderilir. İçişleri Bakanlığı belediye bütçe tahminlerini konsolide eder ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyarınca merkezî yönetim bütçe tasarısına eklenmek üzere Eylül ayı sonuna kadar Maliye Bakanlığına bildirir. Encümen, bütçeyi inceleyerek görüşüyle birlikte kasım ayının birinci gününden önce belediye meclisine sunar. Meclis bütçe tasarısını yılbaşından önce, aynen veya değiştirerek kabul eder. Ancak meclis bütçe denkliğini bozacak biçimde gider artırıcı ve gelir azaltıcı değişiklikler yapamaz. Kabul edilen bütçe, mali yılbaşından itibaren yürürlüğe girer. Herhangi bir nedenle yeni yıl bütçesi kesinleşmemiş ise yeni bütçenin kesinleşmesine kadar geçen yıl bütçesi uygulanır. Bütçenin kabulüne kadar yapılan işlemler yeni yıl bütçesine göre yapılmış sayılır.
    Büyükşehir Belediyeleri: 750bin den fazla nüfusu olacak. En az 3 ilçe veya ilk kademe belediyesini kapsayacak.
    Mahallî İdare Birlikleri : İçişleri Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu izni ile kurulur. “Birden fazla mahallî idarenin yürütmekle görevli oldukları hizmetlerden bazılarını birlikte görmek üzere kendi aralarında kurdukları kamu tüzel kişisidir.
    Mahallî idareler (il özel idaresi, belediye ve köy), kendilerine verilmiş görevlerden birini ya da birkaçını yürütmek üzere, kendi aralarında (sadece köylerden, belediyelerden veya il özel idarelerinden oluşan) birlik kurabilecekleri gibi diğer mahallî idarelerle de ortaklaşa (belediye/ köy, belediye/özel idare, köy/özel idare, belediye/köy/özel idareden oluşan) birlik kurabilirler. Mahallî idarelerin bütün görevlerini kapsayacak şekilde genel amaçlı veya amacı açıkça belirlenmemiş birlik kurulamaz.
    İl Özel İdaresi : il halkının mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karş›lamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisidir.
    il özel idaresinin organları, il genel meclisi, il encümeni ve validir.
    İl Genel Meclisi : Sağlık, tarım, sanayi ve ticaret; ilin çevre düzeni planı, bayındırlık ve iskân, erezyon, sosyal hizmetler ve yardımlar, yoksullara mikro kredi verilmesi , çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları, okullara arsa temini,yapımı,bakım onarımı vb..
    geliri : vergi, resim , harç ve katılma payları; genel bütçeden pay; Genel ve özel bütçeli idarelerden yapılacak ödemeler; kira, satış geliri; hizmet karşılığı ücretler, faiz ve ceza gelirleri ; bağışlar ; diğer gelirler.
    Genel bütçe vergi gelirlerinin % 1,12’si il özel idarelerine nüfus kriterine göre dağıtılmaktadır.
    Köy: Varlığı büyük ölçüde geleneksel ve tarihsel nedenlerle açıklanan doğal bir yerel yönetim birimi olan köy, insanların bir arada yaşam alışkanlıklarının ve ihtiyaçlarının sonucu doğmuştur. 1924 yılındaki kanunla düzenlenmiştir. 3 Tür Köy vardır :
    1-nüfusu ikibin den az olan yerleşim birimlerine köy denilmektedir.
    2-Cami, okul, otlak, yaylak, baltalık gibi orta malları bulunan, toplu veya dağınık evlerde oturan insanlar, bağ, bahçe ve tarlalarıyla birlikte bir köy oluştururlar.
    3-Köy bir yerden bir yere götürülebilen veya götürülemeyen mallara sahip olan ve bu kanun ile kendisine verilen işleri yapan başlı başına bir varlıktır. Buna tüzel kişilik denir.
    Köyün zorunlu işleri : Köy Kanununda sayılmıştır. Temizlik, sağlık, tarım , bayındırlık ve eğitimle ilgilidir.
    İsteğe bağlı görevler :pazar ve çarşı yeri yapmak,köyün yollarını kaş kaldırım yapmak, sulama kanalları yapmak, berber yetiştirmek.
    Köy ihtiyar heyeti kararıya “salma” salınabilir.
    KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ:
    Kamu iktisadi teşebbüsü, devletin ekonomik alanda mal ve hizmet üreten kuruluşlarının genel adıdır. Türkiye’de kamu iktisadi teşebbüslerini yasada iki sınıflamaya ayrılmıştır; Kamu ektisadi Kuruluşları (KİK) ve İktisadi Devlet Teşekkülleri (İDT).
    İDT de sermayenin tamamı devlete ait.tamamen iktisadi alanda ve ticari esaslara göre faaliyet gösteren işletmelerdir. İDT’lerin herhangi bir özel sektör işletmesinden farkı yoktur.
    KİK’lerde ise yine sermayesinin tamamı devlete ait ancak üretilen hizmette kamusal nitelik bulunması veya tekel niteliğindeki mal ve hizmetlerin üretilmesi söz konusudur. Devlet, sosyal devlet ilkeleri ve politikaları doğrultusunda mal ve hizmet üretiminde bulunmaktadır. KİT’lerde gizli işsizliğin oldukça fazla olduğu söylenmektedir. KİT’lerde gereginden fazla eleman çalışmakta olduğu ve bunların bir çoğunun üretime katkılarının sıfıra yakın oldugu iddia edilmektedir. Bir başka eleştiri, KİT’lerin teknolojilerinin eski kaldığı ve günün rekabet şartlarına ayak uyduramadığı yönündedir. KİT’lerin, teorik alanda da çok tartışılan, fiyatlama politikaları da ciddi sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
    FONLAR: sosyal, kültürel ve ekonomik fonlar vardır. Veya bütçe içi ve bütçe dışı fonlar diye de sınıflandırılabilinir.
    fon uygulamalarnın zaman içindeki seyri kamu mali sisteminde bir kargaşaya ve belirsizliğe neden olmuştur. Fon uygulamaları ile bütçenin birliği ve adem-i tahsis prensiplerine ters düşülmekte, harcamalarda israfa yol açılmakta, hazinenin nakit denetimi ortadan kalkmakta, gelir ve harcamaları kamusal nitelik taşımakla birlikte, yasama organının denetiminden kaçılmaktadır.
    En son düzenlemeyle 5 adet fon vardır : Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, Savunma Sanayii Destekleme Fonu, Tanıtma Fonu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ve Özelleştirme Fonu’dur.
    Döner Sermayeli Kuruluşlar : %10 u genel bütçeye aktarılır.

    Analitik Bütçe Sınıflaması:(Kurumsal,fonksiyonel, finansman tipi ve ekonomik sınıflandırma).2004 yılında tüm kurumlarda uygulandı.
    klasik bütçeleme tekniğinden beklenen temel amaç, denetimde kolaylık sağlamaktır.girdiler esas alnarak sınıflama yapılmaktadır.
    Analitik bütçe sınıflaması: 1995 ylıında kamunun yeniden yapılandırılmasını amaçlayan Kamu Mali Yönetim Projesi kapsamında geliştirilen bir bütçe sınıflandırmasıdır. IMF’nin geliştirdiği GFS (Government Finance Statistics) Devlet Mali İstatistikleri temel alınmıştır. Analitik bütçe sınıflaması 1998 yılında tamamlanmış ve Avrupa Birliği tarafından tavsiye edilen ESA’95 (European System of İntegrated Economic Accounts) standardına uygun hâle getirilmiştir.
    Kurumsal sınıflama 4 düzeylidir. Birinci düzey bakanlıklar ve benzer kurumlar yer almaktadır. Bunlar arasında genel bütçeli kurumlar arasında TBMM, yüksek yargı organları gibi kurumlar yer almaktadır. İkinci düzey ise birinci düzeydeki kişiye karşı sorumlu en üst düzey kişiyi ifade etmektedir. Üçüncü düzey ise ana hizmet birimleri gibi ikinci düzeye bağlı birimleri gösterir. Dördüncü düzey ise politikaları uygulayan ve halkla doğrudan temas hâlinde olan birimler ile destek ve lojistik hizmetlerini kapsamaktadır.
    Fonksiyonel sınıflama : hükümetlerin temel hedeflerinin gerçekleşmesine yönelmiş ana faaliyet gruplarıdır. Fonksiyonel sınıflandırma, topluma sağladığı belli ve farklı hizmetleri içine alan ana hedefler olarak tarif edilebilir. Fonksiyonel sınıflandırma, harcamayı yapan kuruluşa bakılmaksızın, hükümet harcamalarının hangi maksatlarla kullanıldığını açıkça ortaya koyar. Fonksiyonel sınıflama, kamu kesiminin vermiş olduğu hizmetlerin türlerini esas almaktadır. Bu sınıflamayla kamu kesiminin hangi tür harcamalara, ne kadar kaynak ayırdığı görülebilmektedir.
    Fonksiyonel sınıflama, GFS ve ESA 95’e uyumlu olduğ için uluslararası karşılaştırma yapmamıza da izin vermektedir.
    Fonksiyonel sınıflama, devlet faaliyetlerinin maliyetlerini de göstermektedir.
    Finansman Tipi sınıflaması : Merkezî devlet tanımına giren bütün kurumları kapsayabilmek için ihtiyaç duyulan bir sınıflamadır. Bu sınıflama bütçe ödeneklerinin hangi kaynaktan finanse dildiğini göstermektedir.
    Ekonomik Sınıflama : bir yandan hükümetlerin harcama kararlarının ekonomik etkilerini bilerek ekonomiye yön vermelerine olanak sağlamaktadır. Diğer yandan kamuoyunun kamu harcamaları ve hükümet politikalarının sonuçlarını izleme olanağı vermektedir. Elbette akademisyenler için de önemli bir bilgi kaynağı oluşturmaktadır. Kamu harcamalarının ekonomik sınıflaması, devlet faaliyetlerinin millî gelire, ekonomik sektörlere, gelir dağılımına etkilerini planlamak ve değerlendirmek için yararlı olmaktadır.
    Gelirin ekonomik sınıflaması : kamu gelirlerinin ekonomik kaynaklarına göre bir sınıflama yapılmıştır.
    Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu :belirli bir dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belge olarak tanımlamaktadır.Mali yılbaşından 75 gün önce TBMM ye sunulur.TBMM Bütçe Komisyonunda 55 gün içinde görüşülüp esasa bağlanır.TBMM de 20 gün içinde esas bağlanır.
    Yılı ve izleyen iki yılın gelir ve gider tahminleri (üç yıllık). Bütçe aç›k veya fazlasının tutarı (varsa), ve bu açık veya fazlanın nasıl kullanılacağı . Vergi muafiyet, istisna ve indirimleri ile benzeri uygulamalar nedeniyle vazgeçilen vergi gelirleri, bir başka deyişle vergi harcamaları cetveli, Borçlanma ve garanti sınırları .Bütçelerin uygulanmasında tanınacak yetkiler .Mali yıl içinde gelir ve giderlere yönelik olarak uygulanacak ve kısmen veya tamamen uygulanmayacak hükümler.
    Orta Vadeli Program : Kalkınma Bakanlığının hazırlığı orta vadeli program en geç eylül ayının ilk haftasının sonuna kadar Bakanlar Kurulu tarafından görüşülmesi ile başlar. Orta vadeli program aynı süre içinde Resmî Gazete’de yayımlanır.
    Orta Vadeli Mali Plan : gelecek üç yıla ilişkin gelir ve gider tahminlerini içerir. orta vadeli mali plan, orta vadeli program ile uyumlu olmak zorundadır. Yüksek Planlama Kurulu, Başbakanın başkanlığında, Bakan ve Başbakanın belirleyeceği diğer bakanlardan oluşur. Maliye Bakanlığı hazırlar.
    Bütçe Çağrısı ve yatırım genelgesi : eylül ayının 15ine kadar resmi gazetede yayınlanır. Maliye Bakanı tarafından hazırlanıp Başbakanın onayıyla yayınlanır. Bütçe hazırlanırken temel felsefeyi ortaya koyar.
    Kamu İdarelerinde Bütçesinin Hazırlanması : Gelir teklifleri ise genel bütçe için Maliye Bakanlığının tarafından, diğer bütçeler için ilgili idareler tarafından hazırlanır.
    Kamu gideri; kanunlarına dayan›larak yaptırılan iş alınan mal ve hizmet bedelleri, sosyal güvenlik katkı payları, iç ve dış borç faizleri, borçlanma genel giderleri, borçlanma araçlarının iskontolu satışından doğan farklar, ekonomik, mali ve sosyal transferler, verilen bağış ve yardımlar ile diğer giderleri ifade eder. Kamu geliri, kanunlarına dayanılarak toplanan vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay veya benzeri gelirler, faiz, zam ve ceza gelirleri, taşınır ve taşınmazlardan elde edilen her türlü gelirler ile hizmet karşılığı elde edilen gelirler, borçlanma araçlarının primli satışı suretiyle elde edilen gelirler, sosyal güvenlik primi kesintileri, alınan bağış ve yardımlar ile diğer gelirleri ifade eder.
    Gider ve gelir teklifleri; ekonomik ve mali analiz yapılmas›na imkân verecek, esap verilebilirliği ve saydamlığı sağlayacak şekilde Maliye Bakanlığınca uluslararası standartlara uyumlu olarak belirlenen sınıfland›rma sistemine göre hazırlanır.
    Bütçe Komisyonu : Bakanlar Kurulu tarafından mali yılın başlangıcından en az 75 gün önce TBMM ye sunulur. Bütçe Komisyonunda incelenir. Komisyon kırk kişiden oluşur, iktidar = 25 üye ; muhalefet = 15 üye. Bütçe komisyonu metni 55 gün içinde kabul eder ve TBMM Genel Kuruluna görüşülür.


    Genel Kurul : Harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu Kararı ile aşılabilece¤ine dair bütçelere hüküm konulamaz. Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile bütçede değişiklik yapma yetkisi verilemez
    Ayr›ca kamu yatırım programı, Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu’na uygun olarak Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanır ve anılan Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Bakanlar Kurulu Kararı olarak Resmî Gazete’de yayımlanır.
    Geçici Bütçe : Bütçe Kanunu’nun süresinde yürürlüğe konulamaması hâlinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe uygulaması altı ayı geçemez.
    Bütçenin Uygulanması Süreci :
    Ödenekler : Maliye Bakanlığı yapar. Özel bütçeli idareler ve sosyal güvenlik kurumları ayrıntılı finansman programlarını hazırlar ve harcamalarını bu programına uygun yapar. Programların hazırlanmasına, vize edilmesine , uygulanmasına ve uygulamanın izlenmesi Maliye Bakanlığınca yapılır. Kamu idareleri, bütçelerinde yer alan ödeneklerin üzerinde harcama yapamaz. Cari yılda kullanılmayan ödenekler yıl sonunda iptal edilir.
    Ödenek Aktarmaları: %5 e kadar ödenek aktarması yapılabilinir. Aktarmalar 7 gün içinde Maliye Bakanlığına bildirilir.
    Ek Bütçe : kamu idarelerinin ödeneklerinin yetersiz kalması veya öngörülemeyen hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla ek bütçe yapılabilir. Ancak ortaya ç›kan gider kalemlerine karşılık gelir gösterilmesi zorunluluğu vardır.
    Cumhurbaşkanının Bütçe Kanununu Onaylaması : Cumhurbaşkanının Bütçe Kanunu’nu veto etme yetkisi bulunmamaktadır İvedilikle onaylamak durumundadır.
    Yedek Ödenek ve Örtülü Ödenek : genel bütçe ödeneklerinin yüzde ikisine kadar Maliye Bakanlığı bütçesine yedek ödenek konulabilir.
    Yedek ödenekler 4 türdür. personel giderlerini karşılama ödeneği, yatırımları hızlandırma ödeneği, doğal afetleri karşılama ödenği ve yedek ödenektir.
    Yüklenmeye Girişilmesi : yüklenme, usulüne uygun olarak düzenlenmiş sözleşlme esaslarına veya kanun hükmüne dayanılarak iş yaptırılması, mal veya hizmet alınması karşılığında geleceğe yönelik bir ödeme yükümlülüğüne girilmesi olarak tanımlanmıştır. bütçede yeterli ödeneği bulunmayan işler için yüklenilmeye girişilmesi yasaklanmış, mali yıl ile sınırlanmıştır.
    Gelirlerin toplanması: Asli gelir vergidir. Tarh, tahakkuk, tebliğ ve tahsil olmak üzere 4 aşama vardır.
    Faaliyet raporları : üst yöneticiler her yıl hazırlar. Birer örneği Sayıştay ve İçişleri Bakanlığına gönderilir. Kamuoyuna açıklanır.
    Kesin Hesap Kanunu : Maliye Bakanlığı hazırlar. Hazırlanırken muhasebe kayıtları dikkate alınır.
    Bütçenin Denetimi : İç Kontrol Sistemi ve Dış Denetim olmak üzere iki ayrı denetim şekli mevcuttur.
    İç Kontrol Sistemi : Faaliyetlerin etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde yürütülmesini,Varlık ve kaynakların korunmasını, Muhasebe kayıtlarının doğru ve tam olarak tutulmasını, Mali bilgi ve yönetim bilgisinin zamanında ve güvenilir olarak üretilmesini sağlamak üzere idare tarafından oluşturulan organizasyon, yöntem ve süreçle iç denetimi kapsayan mali ve diğer kontroller bütünüdür.
    sistemlerin koordinasyonunu sağlar ve kamu idarelerine rehberlik hizmeti verir.
    Kamu gelir, gider, varl›k ve yükümlülüklerinin etkili, ekonomik ve verimli bir flekilde yönetilmesini, Kamu idarelerinin kanunlara ve di¤er düzenlemelere uygun olarak faaliyet göstermesini, Her türlü mali karar ve işlemlerde usulsüzlük ve yolsuzluğun önlenmesini, Karar oluşturmak ve izlemek için düzenli, zamanında ve güvenilir rapor ve bilgi edinilmesini, Varlıkların kötüye kullanılması ve israfını önlemek ve kayıplara karşı korunmasını sağlamaktır.
    Dış Denetim : Sayıştay tarafından yapılır. kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin;kanunlara, kurumsal amaç,hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının TBMM raporlanmasıdır.
    Tefrik : Ödenek tahsisi ; Fasıl ve Bölüm Deyimleri : Fonksiyonel sınıflandırmanın birinci düzeyini ifade eder.
    Kesim Deyimi : Fonksiyonel sınıflandırmanın ikinci düzeyini ifade eder.
    Madde Deyimi : Fonksiyonel sınıflandırmanın üçüncü düzeyini ifade eder.
    Tertip deyimi: Kurumsal, fonksiyonel ve finansman tipi kodların bütün düzeyleri ile ekonomik sınıflandırmanın ilk iki düzeyini ifade eder.
    Kaydedilen ve Devredilen Ödenek Uygulamaları : Özel Gelir = Kaydedilen ödenek. Özel gelir ve özel ödenek tahsisi uygulamasını gösteren ödenektir
    Örtülü Ödenek Kavramı ve Uygulaması : eki adı tahsisatı mesture dir. İlk 1927 de kanunda yer verilmiştir. kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili hükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenektir.
    Tamamlayıcı Ödenek: Ödenekten fazla yapılan harcama, yasama organınca yerinde görülürse tamamlayıcı ödenek verilir. Sonuç olarak tamamlayıcı ödenek TBMM tarafından Bütçe Kanunu ile verilmeyen ancak sonrasında kesin hesap kanunu ile TBMM tarafından verilen bir ödenektir. Tamamlayıcı ödeneğin kanuni bir dayanağı bulunmamakla beraber, uygulamanın getirmiş olduğu bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir
    Gerektiğinde Kullanılabilecek ödenek : Yedek ödenek.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi lethe_57 -- 12 Şubat 2015; 14:14:09 >







  • HALKLA İLİŞKİLER : GÜZ DÖNEMİ VİZE

    Halk, kuruluşun muhatap olmak durumunda kaldığı hedef kitledir
    Halk, bir kuruluşun hizmet politikalarından ve uygulamalarından etkilenen ve bu politikalarlauygulamaları etkileyen,ortak çıkarlara ve birliktelik duygusuna sahip birey, grup ve kuruluşlardır
    ilişki “En azından iki tarafı içeren amaçlı faaliyetlerle kurulan ve yürütülen, geçici veya sürekli olan, gerektiğinde tekrarlanarak desteklenen, çeşitli yoğunluktaki duygu,düşünce, tutum ve inanç taşıyan bağ”dır
    Kuruluşla ilgili kamuları,müşterileri, plan ve programları eşgüdümlemek ve yönetmek, bunun yanında ise ilgili kamular arasında istenilen ilişkileri oluşturmak için kuruluşu idare etmektir.
    “Halkla ilişkiler, bir kurum ve kamusu arasında karşılıklı iletişim, kabul ve işbirliğini kurma vesürdürmeye yardımcı olan kendine özgü yönetim fonksiyonudur; problem ve konu yönetimini içerir;yönetimin bilgilenmesine ve kamuoyuna cevap vermesine yardım eder; kamu yararına hizmet etmesi için yönetimin sorumluluğunu tanımlar ve vurgular; eğilimleri önceden kestirmede erken bir uyarı sistemi gibi hizmet ederek yönetimin yeni gelişmeleri öğrenmesi ve etkili bir biçimde değişimi sağlamasına yardım eder ve temel araçlar olarak güvenilir ve etik iletişim tekniklerini ve araştırmayı kullanır.”
    CUTLİP = “Halkla ilişkiler, bir örgütün başarı veya başarısızlığının kendilerine bağlı olduğu çeşitli kamularla, bu örgüt arasında karşılıklı yarara dayanan ilişkileri kuran ve sürdüren bir yönetim fonksiyonudur.”
    BASKİN = “Halkla ilişkiler örgütsel amaçların başarılmasına, felsefenin tanımlanmasına ve örgütsel değişimin kolaylaştırılmasına yardım eden bir yönetim fonksiyonudur. Halkla ilişkiler uygulayıcıları olumlu ilişki geliştirmek ve örgütsel amaçlar ile sosyal beklentiler arasında uyum yaratmak için, ilgili tüm iç ve dış kamuyla iletişim kurar. Halkla İlişkiler uygulayıcıları, bir örgütün bütün birimleri ve kamuları arasında etki ve anlayışın değiş tokuşunu teşvik eden örgütsel programları geliştirir, uygular ve değerlendirir”.
    HALKLA İLİŞKİLERİN UYGULAMA ALANLARI:
    Medya ilişkileri, duyurum, finansal ilişkiler, kamusal işler, koru/sorun yönetimi, lobicilik, kriz yönetimi , itibar yönetimi, pazarlama iletişimi, sponsorluk, kurumsal sosyal sorumluluk, etkinlik yönetimi , kurumsal kimlik ve imaj, çalışan/üye ilişkileri, toplumsal ilişkiler
    TARİHİ DÖNEMLERE GÖRE HALKLA İLİŞKİLERİN GELİŞİMİ
    yeşerme aşaması(1900-1917) ,birinci dünya savaşı dönemi (1917-1919), kükreyen yirmiler dönemi (1919-1929), ikinci dünya savaışı dönemi (1930-1945), savaş sonrası dönem (1945-1965), küresel enformasyon çağı dönemi (1965 – sonrası)
    MODELLERE GÖRE GÖRE HALKLA İLİŞKİLERİN GELİŞİMİ
    Basın ajansı ve tanıtım modeli (1850-1900), kamuyu bilgilendirme modeli(1900-1920) , iki yönlü asimetrik model (1920-1970), İki yönlü simetrik model (1970li yıllar ve sonrası)
    Halkla ilişkilerin günümüzde birçok uygulama alanı ortaya çıkmıştır. Bunların başlıcaları;medya ilişkileri, finansal ilişkiler, kamusal işler,konu/sorun yönetimi, lobicilik, kriz yönetimi,itibar yönetimi, pazarlama iletişimi, sponsorluk,kurumsal sosyal sorumluluk, etkinlik yönetimi,kurumsal kimlik ve imaj, çalışan ilişkileri ve toplumla ilişkilerdir. Halkla ilişkilerin dinamik olması ve sürekli gelişmesi, bu uygulama alanlarının sayısının artmasında önemli bir etkendir.
    İlk olarak 1807 de thomas jefferson kullanmıştır. Öncüleri Ivy Lee ve Edward Bernays.(edward babası olarak anılır, sigara)
    halkla ilişkiler derneği =1982
    Bir kurumun iletişiminin sürekliliği ve planlı olmasının gerekliliği nedeniyle proaktif iletişimin, beklenmeyen olaylarla başa çıkabilme becerisinin geliştirilmesi için ise reaktif iletişimin gücünden yararlanılmalıdır.Bu bağlamda bir kurumun sorun çözmekten çok fırsat yaratmaya yönelik olan çabaları proaktif halkla ilişkiler, karşı karşıya kaldığı olumsuzluklara karşı geliştirdiği halkla ilişkiler çabaları ise, reaktif halkla ilişkiler olarak tanımlanmaktadır.
    Proaktif iletişim,neyin ters gittiğini ya da bir şeyin neden yapıldığını açıklamak yerine, önceden planlanmış bir sürecin uygulanmasıdır. Ancak proaktif iletişimci her zaman sürprizler, krizler ve beklenmedik olaylarla karşılaşılabileceği gerçeğinden hareketle reaktif iletişimin önemini göz ardı etmemelidir.
    Halkla ilişkiler kampanyalarında hedef kitle ile iletişimde çoğu zaman kanal görevi gören kamuoyu önderleri ve medya arasındaki ilişki, Sihirli Mermi Kuramı, İki Aşamalı Akış Kuramı, Fikir Grupları Teorisi ve Diffusion/ Yayılma Kuramlarını akla getirmektedir
    Sihirli Mermi Kuramı = her iletinin sorgulanmadan alınacağı esasına dayanır. Eleştirilir.
    İki aşamalı akış kuram:Medyadan alınan bilgiler analiz edilerek ,yorumlayarak sonuçları çevredeki kişilerle paylaşması.
    Sanatcı, siyasi lider, sporcular, öğretmenler vb.
    Fikir grupları kuramı : çoğunluk tarafından kabul edilen görüşlere diğer kişilerinde katılması
    Difüzyon kuramı: Everett M. Rogers. Farkındalik yaratılması, İlgi uyandırması, paylaşma, değerlendirme, uyum.
    HALKLA İLİŞKİLER SÜRECİ
    ROPE halka ilişkiler planı (Hendrix)
    ARAŞTIRMA: Müşteri araştırması(SWOT analizi), Fırsat ve Sorun Araştırması, Hedef Kitle araştırması, araştırma metodları
    Hedefler:Etki Hedefleri, çıktı hedefleri
    Programlama:Tema ve mesajlar, eylem ve özel olaylar, kontrollü ve kontrolsüz medya, etkili iletişim.
    Değerlendirme: Bilgi hedeflerinin değerlendirilmesi,tutum hedeflerinin değerlendirilmesi, davranışsal hedeflerin değerlendirilmesi, çıktı hedeflerinin değerlendirimesi
    John Marston RACE halkla ilişkiler planı:
    ARAŞTIRMA: 1.BÖLÜM=durum analizi, sosyal paydaşları araştırma. 2.BÖLÜM=birincil araşt. İkincil Araşt. SWOT
    Eylem: Amaç ve hedefleri oluşturma- Hedef kitleyi tanımlama-Hedef kitle belirleme-İkincil hedef kitleyi belirleme- Ana mesajı belirleme- Hedefleri belirleme (SMART)-• Strateji ve taktikler-Strateji-Taktik-Mesaj stratejisi-Medya stratejisi- Bütçe
    İletişim:Etkili medya ilişkileri – Tanıtım - Reklam- Medya beklentileri
    Değerlendirme: Değerlendirme mekanizmasını oluşturmak- Değerlendirme aşamaları -Hazırlık-Uygulama- Etki
    Cutlip, Center Halkla ilişkiler Planı
    Sorunun saptanması: Ne durumdayız, şu anda ne oluyor?
    Planlama : Neyi, neden yapmalı ve ne söylemeli? Niçin?
    Uygulama: Ne zaman ve nasıl yapacağız ve ne söyleyeceğiz?
    Değenlendirme: nasıl yaptık? Ne elde ettik?
    SWOT = Güçlü yönler , zayıf yönler, fırsatlar, tehdit ve tehlikeler
    SWOT = organizasyonun iç ve dış durum değerlendirilmesinin yapıldığı analız.
    Stratejilerin uygulanmasını sağlayan ayrıntılara odaklı uygulama yönelik kararlar = TAKTİK
    Medya mesajdır = Marshall McLUHAN


























    HALKLA İLİŞKİLER – 3 . SINIF – GÜZ DÖNEMİ – FİNAL
    Grunig ve Hunt ' ın Dört halkla ilişkiler modeli :
    Basın ajansı/tanıtım modeli , Kamuyu Bilgilendirme Modeli , İki Yönlü Asimetrik Model , İki Yönlü Simetrik Model.
    İlk iki model zanaatkar/teknik halka ilişkiler ; son iki modelde ise profesyonel halkla ilişkilerdir.
    BASIN AJANSI/TANITIM MODELİ : amaç basının ilgisini çekerek bir konunun tanıtımının yapılmasıdır. bir birey ya da kurum için tanıtım yapmaktır. Phineas Taylor Barnum en önemli temsilcisidir. Barnum için önemli olan iyi ya da kötü, basında bir şekilde yer almaktır. Barnum’un uygulamalarından biri olan “Yaşlı Hizmetçi Heth” olayı kısa zamanda ulusal bir sansasyon haline gelmiştir. Baskin, Aronoff ve Latimore (1997)’un manipülasyon olarak adlandırıldığı dönem, bu döneme karşılık gelir. Amaç propagandadır ve iletişim dinleme yerine anlatma üzerine odaklanmıştır.Barnum=sirkine ziyaret çekmek için etkinlikler yapmıştır.
    KAMUOYU BİLGİLENDİRME MODELİ : Öncü ismi Ivy Ledbetter Lee. 1900’lerden 1929 buhranına kadar yoğun olarak kullanılan kamuyu bilgilendirme modelinin en temel işlevi bir kişi ya da kurumun kendisi ve faaliyetleri hakkında hedef kitlesine bilgi vermesidir. halkla ilişkiler görevlisi bir gazeteci gibi çalışır. Görevi daha çok basın bülteni hazırlamak, bilgilendirici toplantı ve konferans düzenlemektir. doğru ve eksiksiz bilgi sunma hedefi vardır. Lee, kurum bundan zarar görse bile, bir kurumun faaliyetleri hakkında kamunun bilgilendirilmesi ve doğrunun söylenmesi gerektiği inancına sahiptir. Kömür grevi.hedef kitleye tek yönlü enformasyon aktarımı
    İKİ YÖNLÜ ASİMETRİK MODEL : Karşılıklı iletişim ve anlayış aşaması olarak da ifade edilen bu dönem 1920’lerden itibaren günümüze kadar gelen halkla ilişkiler gelişimini yansıtır. Bilimsel ikna amaçlıdır. Rekabet halindeki şirketler ve ajanslar tarafından tercih edilir. Feedback (geri bildirim) kavramını dikkate alan ilk modeldir. Negatif yönleri : Seçkinlik, tutuculuk, merkezi otorite.. Temsilcisi Edward Bernays dır. Ünlü psikiyatrist Sigmund Freud’un yeğenidir. Bu uygulamalardan biri “Işığın Altın Jübilesi” uygulamasıdır. Kurumun hedef kitleyi anlaması için araştırmalar yapması bu modelle başlamıştır. Hedef kitleyi ikna ekmek amaçlı.
    İKİ YÖNLÜ SİMETRİK MODEL : 1960’ların sonlarına doğru toplumsal alanda yaşanan hareketlilik sonucu ortaya çıkan iki yönlü simetrik model, hem kurumun hem de kurumun hedef gruplarının tutum ve davranışlarında birarada yaşayabilmek için gerekli değişikliklerde kullanılabilecek müzakere ve çatışma çözme stratejilerini içeren halkla ilişkiler programlarını tarif etmektedir. Bu modelin öncü ismi de bir önceki modelde olduğu gibi Edward Bernays’dir. halkla ilişkilerin gelişimini açıklayan dört model yaklaşımının sonuncusu ve en etkilisidir. Bu yaklaşımda amaç karşılıklı anlayış yaratmaktır. Sosyal sorumluluk projeleri bu modelin uygulamalarıdır. Hedef kitle ile uyum yakalamaya çalışmak..
    Durumsal Model : Bir çatışma durumunda diğer tarafın bakış açısını anlayarak bir avantaj oluşturmayı amaçlayan modeldir.
    KURUM İÇİ HALKLA İLİŞKİLER : kurum çalışanlarının anlayış, güven ve desteğini kazanmak için kurum tarafından yapılan çalışmalara, kurum içi halkla ilişkiler denir.
    KURUM DIŞI HALKLA İLİŞKİLER: araştırma, planlama, uygulama ve sonuçların değerlendirilmesinden oluşur.
    ARAŞTIRMA: Yüzyüze Görüşmeler • Kamuoyu Liderleriyle Görüşmeler • Temsilci Gruplarla Görüşmeler• Danışma Kurulları/Komiteleri • Ombudsman Kullanımı • Ücretsiz 900’lü Telefonlar • Müşteri/Tüketici Mektuplarının Analizi • Gazetelerin Okuyucu Sütunlarının Analizi • Halk Günleri-Halka Açık Toplantılardan Elde Edilen Veriler • Dilek ve Şikâyet Kutularının İncelenmesi
    PLANLAMA : Problemin tanımı • Durum değerlemesi • Hedeflerin tayini • Amaç tanımlama • Hedef kitlenin tanımlanması
    • İletişim araçları ve tekniklerinin seçimi • Bütçeleme • Faaliyet programının hazırlanması, değerlendirilmesi ve uygulama planının yapılmasI
    UYGULAMA : planlamanın hayat bulduğu, masa başında yapılan işlerin faaliyete dönüştürüldüğü aşamadır. Uygulama aşamasında kullanılabilecek araçlar yazılı ve basılı araçlar; görsel ve işitsel araçlar; sözlü araçlar olmak üzere üçe ayrılır.
    DEĞERLENDİRME: son aşamayı değerlendirme yani kontrol oluşturur. Kontrol, uygulamada neyin, nasıl ve hangi ölçüde gerçekleştirildiğinin tespit edilmesi amacıyla yapılan bir çalışmadır.
    HALKLA İLİŞKİLER ve PAZARLAMA : Halkla ilişkilerin temeli Grunig ve Hunt tarafındandır.
    -Kotler tarafından pazarlamaya dair yapılan en basit tanımlama “pazarlama, kârlı müşteri ilişkilerinin yönetimidir” şeklindedir.
    -Kotler şu şekilde de yorum yapmıştır: “İhtiyaçları ve istekleri değişim yoluyla doyurmaya yönelik insan eylemleri”
    -Pazarlar dinamik ve rekabete açık oldukları için, işletme yönetimlerinin kendilerine değer arayışlarında net stratejilere ihtiyacı bulunmaktadır. Kotler’e göre bu tür stratejilerin geliştirilmesi üç alan arasındaki bağlantıyı şart koşmaktadır: Bunlardan ilki müşterinin bilişsel alanı, kuruluşun yetkin olduğu alan ve ortakların kaynaklarının alanıdır.
    -bütünsel pazarlama modelinde 3 tane foksiyon ana rolü oynamaktadır : • Pazardaki talep yönetimi, • Kuruluşların kaynaklarının yönetimi ve • Kuruluşun içerisinde bulunduğu ağın yönetimi olarak sıralanabilir.
    -Pazarlama Süreci Modeli :
    Parazı müşteri ihtiyaç ile isteklerini anlamak > Müşteri yönelimli bir pazarlama stratejisinin tasarlanması > Üstün değer ileten bütünleşik bir pazar programı oluşturmak > karlı bir ilişki kurmak ve müşteri tatmini oluşturmak > kar yaratmak ve müşteri değeri oluşturmak için müşterilerden değer elde etmek.
    PAZARLAMA İLE HALKLA İLİŞKİLER BAĞLANTISI : 1978 yılında Journal Of Manketing ' de Philip KOTLER ve William MİNDAK şöyle demiştir. “Pazarlama nerede biter halkla ilişkiler nerede başlar veya tam tersi.... Pazarlama ve halkla ilişkiler bir firmanın başlıca harici fonksiyonlarıdır. Her iki fonksiyon da dışarıdaki grupları memnun etmek için planlama ve analiz yapar”. Her iki yazar da pazarlama ve halkla ilişkiler arasındaki örgütsel ilişkiyi izlemek için beş farklı model önermişlerdir. Bunlar
    A. Ayrı, fakat eşit fonksiyonlar : Pazarlamada his, hizmet ve kârda müşterinin ihtiyaçlarını karşılamak vardır. Halkla ilişkilerde kuruluşun değişik hedef grupları arasında iyi niyet oluşturma amacı vardır.
    B. Eşit, fakat üst üste binen fonksiyonlar : Bİr kuruluş ürün tanıtımını hem pazarlama bölümü içine koyabilir, hem de halkla ilişkiler bölümünden bu konuda faydalanabilir.
    C. Pazarlamanın baskın olması : Kurumsal halkla ilişkiler, kurum pazarlamasının kontrolü altına konulmalıdır. Halkla ilişkilerden pazarlamaya destek olması için faydalanılır.
    D. Halkla ilişkilerin baskın olması ; Halkla ilişkiler pazarlamayı kontrol etmelidir. Kuruluşun geleceği, müşterileri kadar topluluk liderleri, çalışanları, sendikalar, finansal kurumlar ve hissedarları içine alan önemli gruplarca nasıl görüldüğüne bağlıdır. Kuruluşun amacı mümkün olduğu kadar bu hedef grupları memnun etmektir.
    E. Aynı fonksiyon olarak pazarlama ve halkla ilişkiler : Burada iki fonksiyonun da hızla konseptleri ve yöntemleri bir noktada birleşmektedir ve her ikisi de piyasanın tutumlarını, algılarını ve programlarda belirlenen imajları, planlama, uygulama, kontrol ve analizden meydana gelen yönetim işleminin önceliğini bilmektedir.
    - Harris, beşinci modelin kuruluşların çıkarlarına en uygun olacağını ifade etmektedir.
    - Halkla ilişkilerin pazarlamadan ayrıldığı önemli bir nokta “hedef kitlesi”dir. Halkla ilişkilerde hedef kitle kuruluşun ilgili olduğu tüm çevreyken, (hissedarlar, müşteriler, çalışanlar, yasal merciiler) pazarlama daha çok potansiyel alıcılara yöneliktir.
    Pazarlama İletişimi : Ürün, hizmet, değer ve/veya fikirlerin tedarikçisinin, daha iyi ticari ya da diğer ilişkilere yol açan diyaloğu uyarmak amacıyla hedef kitlesine kendisini gösteren araçlardır.
    * Pazarlama Karması : 4P. “Price, promotion, place ve product”. “fiyat, tutundurma, dağıtım ve ürün”.
    * Daha sonra 3P daha eklendi. Physical tvidenve , people, process. Ürünün fiziksel belirtileri ve kanıt , hedef kitle ve süreç.
    * Tutundurma : Reklam , Kisişel Satış , Halkla İlişkiler , Satış Tutundurma.
    *Hartmann da bu dört unsura “yeni medyayı” eklemeyi uygun görmüştür.
    Pazarlama literatürü incelendiğinde, halkla ilişkiler faaliyetlerinin temel olarak “kurumsal halkla ilişkiler (corporade public reations-CPR)” ve “pazarlama halkla ilişkileri (marketing public iclations-MPR)” olarak ikiye ayrıldığı görülmektedir.
    *Prof.Dr. Glen Broom = gerekli bir çift sarmal eğri olarak tanımlamıştır.
    Philip Kotler = Marketing Management
    Medyayla ilişkiler: = 1. Farkındalık oluşturmak ; 2. İlgi çekmek ; 3. Arzu yaratmak ; 4. Faaliyete geçirmeden “satın alma yolu” vasıtasıyla hedef gruplara ulaşmak için kuruluşların kullandığı “iletişim araçlarının dengeli kullanımının” yapıldığı araçlardandır. Diğer araçlar ise reklamlar, kuruluş gösterileri, TV kanalları, satış promosyonları, yayınlar ve doğrudan satış reklamlarını içermektedir
    Bernays : kahvaltı, domuz pastırması , muz satışı , sigara , kitap-kitaplık. ||| Benjamin Sonnenberg= soba – ekmek
    3M = tepegöz satışı. Türkiyede = Becel , Bade İŞÇİL,
    Pazarlama Halkla İlişkilerinin İki Alanı:
    -Proaktif Pazarlama Halkla İlişkileri : ayrıntılı bir stratejiye dayanan uzun süre öncesinden planlanmış halkla ilişkiler faaliyetleri
    -Reaktif Pazarlama Halkla İlişkileri : hemen anında meydana gelen olaylara tepki vermek mümkün olmaktadır.
    Pazarlama Amaçlı Halkla İlişkiler Planı : Sorun Belirleme , planlama ve programlama ; Faaliyet ve İletişim; Değerlendirme
    KRİZ : yunanca ayrılmak. Krisis. Çince de ‘fırsat’ ve ‘tehlike’ anlamlarını ifade etmektedir. Oxford Sözlüğü, krizi “daha iyi ya da daha kötüye gitmek için dönüm noktası” diye tanımlamaktadır. Oxford Learner’s Dictionary’de kriz, “zor zamanlar, gelecek endişesi ve tehlikesi gibi nedenlerle ortaya çıkan yaşamsal dönüm noktası”, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’nde ise, “sonucu tehlikeli olabilecek durum, bunalım” şeklinde ifade edilmektedir.
    Krizin Özellikleri : Tehdit, zaman baskısı ve Sürpriz.
    Kriz Etmenleri ve Nedenleri : çevresel değişimlere zamanında ve gereğince uyum sağlayamama, bilgisizlik ve iletişimsizlik durumları, yetersiz ve hatalı eğitim faaliyetleri, yetersiz haberleşme ve koordinasyonsuzluk.
    Uluslararası çevre faktörünün örgütler için önemli bir potansiyel kriz kaynağı olmasına neden olan küreselleşmedir.
    Krizin Evreleri : (Turner'e göre) :Kriz Öncesi dönem (Krizin kavramsal olarak başlangıç noktası; Kuluçka dönemi); Kriz Dönemi ( Belirme anı; Hücum safhası; Kurtarma safhası;) kriz sonrası dönem (Yeniden yapılanma safhası.)
    İTİBAR YÖNETİMİ : Mishalisin ve Smith = “Startegic Planing Source” : küreselleşmenin şekillendirdiği piyasalarda kuruluşların rekabetçi avantaj elde etmeleri ve bunu koruyabilmeleri için her şeyden önce olumlu bir itibara sahip olmaları gerekmektedir. İtibar kurumlar tarafından etkin şekilde yönetilebilir, geliştirilebilir.
    - İtibar kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç değildir.
    Brotzen : Kişilik (kurumun ruhu),Kimlik (Örgütün kendisiyle ilgili düşünceleridir) ve İmaj (Paydaşların örgütü nasıl gördüğüdür)
    Kurumsal İtibar : Fombrun : Duygusal Çekiciik, Kalite ve Yenilikçilik , Liderlik , Finansal Durum ,Sosyal Sorumluluk , Çalışma Çevresi
    Ekononik sermaye; Bilgi Sermayesi (kültürel sermaye) , toplumsal sermaye ; sembolik sermaye
    Halkla ilişkiler kampanyaları araştırma, planlama, uygulama ve değerlendirme olmak üzere dört bölüm üzerinden kurgulanır
    George W. Mills Amerika örneğini inceleyerek, halkla ilişkilerin ülkeyi yöneten iktidar seçkinlerinin egemenliklerini sürdürme araçlarından biri olduğunu belirtmektedir. Mills’in Amerikan örneğinden hareketle iktidar seçkinleri olarak işaret ettiği gruplar; siyasi, askeri ve iş dünyası seçkinleridir
    Halkla ilişkiler, propaganda ve rıza üretimi ve reklamcılık gibi alanlarda ortak bir nokta da tekrardır. Mesajların sürekli tekrar yoluyla akılda kalması sağlanır.
    Bernays halkla ilişkiler alanında Kamuoyunun Kristalleşmesi (Crystallizing Public Opinion), Rıza Mühendisliği (The Engineering of Consent) ve Propaganda kitaplarının yazarıdır.
    Bernays “Propaganda” adlı eserinde kamuoyunun bilimsel bir biçimde manipülasyonunun, toplumdaki kaos ve çatışmayı önlemek için gerekli olduğunu belirtmiştir.
    Fransız filozof Gustave Le Bon'a göre; kitleler rasyonel gerekçelerle hareket etmezler, çoğunlukla duygularına dayalı olarak hareket ederler.
    Bernays, Hitler 1933’de iktidara geldiğinde Amerika-Almanya arasındaki ilişkileri geliştirmek amacıyla German Dye Trust adına çalışmaya başlamıştı. Bernays’ın en önemli eserlerinden biri olan Kamuoyunun Kristalleşmesi ise, Nazi Almanyası’nın propaganda lideri olan Goebbels’in kütüphanesindeki en önemli eserlerden biriydi.
    İletişim alanındaki araştırmalardan birisi ve en eskisi Lazarsfeld’in 1941 yılında yaptığı araştırmaların yönetsel araştırmalar ve eleştirel araştırmalar olmak üzere ikiye ayrılmasıdır.
    Yönetsel araştırma belli bir hedefe yönelmiş ve araçsal çalışmalardır.
    Eleştirel araştırmalar, iletişim sürecini daha geniş toplumsal, kültürel ve tarihsel bağlamda ele alan araştırmalardır.
    Anaakım iletişim : Türkçede “anadamar”, “geleneksel”, “klasik”, “tutucu” ya da “yönetsel” gibi terimler kullanılmaktadır.
    Anaakım iletişim çalışmaları genellikle nicel veri toplama tekniklerini, eleştirel yaklaşımlar ise, nitel veri toplama tekniklerini kullanmaktadırlar.
    Eleştirel Gelenek : Frankfurt okulu ile başlar.
    Stirling Üniversitesi : Günümüzde halkla ilişkilerde eleştirel yaklaşımlar konusunda gerçekleştirilen önemli çalışmaları yaptı.
    Araştırma etiği :Bilimsel Yanıltma,Araştırma Sahtekarlığı,İradi Onay İlkesi,Bilgilendirerek Alınan Onay (Bilinçli Onay),Özel Nüfus
    İradi onay ilkesi :Bireylerin araştırmaya açıkça ve özgürce katılmayı kabul etmeleridir.
    Etik kodları düzenleyen en eski metinlerden biri Amerikan Halkla İlişkiler Derneği’nin (PRSA) “Halkla İlişkiler Uygulamaları İçin Meslek Kodları” başlıklı metnidir. 1950
    Uluslararası İş İletişimcileri Derneği (IABC) “Profesyonel İletişimciler İçin Etik Kodlar”ı yayınlamıştır. 1995
    Nitel Araştırma Teknikleri : Örnek olay çalışmaları, derinlemesine mülakat, Odak grup, katılımcı gözlem
    Halkla ilişkileri etkileyen toplumsal faktörler : Medya , ekonomi, siyaset , eylemsellik düzeyi, sendikaların gücü
    Maureen Taylor : Etnik yapılar arasındaki iletişim kampanyasının incelenmesi




  • GÜZ DÖNEMİ VİZE – KAMU PERSONEL HUKUKU


    önemli not: 2 tablo var, onları iyi öğrenmek gerekiyor. 2-3 tane soru geliyor ordan.

    Kamu görevlileri : kamu personeli, seçilmişler, yükümlüler, gönüllüler
    Kamu personeli : Memurlar [Memur, diğer kamu görevlileri(Hakim-savcılar, askeri personel, akademik personel)] ; Yardımcılar [sözleşmeli personel(4/B, KİT, belediye ve il özel idareleri, örgüt yasalarına göre, kadro karşılığı sözleşmeli personel), geçici personel, işçi]
    kamu görevlisi “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişidir”.
    memurluk,bütün yurttaşların özgür,eşit ve liyakate göre hizmete katıldığı statü hukuku doğrultusunda istihdam edilen; bunun yanında aslî ve sürekli görevleri yürüten kamu personeli kategorisidir.
    Memur = arapça emr.
    657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda tanımlanan memurluk; devlet teflkilatında genel idare esaslarına göre yürütülen aslî ve sürekli kamu hizmetlerini ifa eden, kendi içerisinde hizmet sınıflarına ayrılan, kariyere dayalı ve liyakate göre iç süreçleri işleyen statüter bir istihdam biçimidir.
    657 sayılı Yasa’ya göre, memurluğun üç niteliği vardır:
    Memurlar, görevlerin gerektirdiği niteliklere ve mesleklere göre sınıflara ayrılır.
    Memurluk, bir kariyer mesleğidir. Memurluk, liyakate dayanır.
    Diğer kamu görevlileri : 1982 de anayasaya girmiştir.
    Geçici personel (4/C li), bir yıldan az süreli ya da mevsimlik işlerde, Bakanlar Kurulu tarafından karar verilen görevlerde, belirlenen adet ve ücret sınırları içerisinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kişilerdir.
    Seçilmişler: fahri ajanlardır. Cumhurbaşkanı, başbakan,bakanlar, milletvekilleri,bel.meclis üyeleri, belediye başkanları, muhtarlar, ihtiyar heyeti
    yükümlüler:zora dayalı olarakbellibir süre çalışırlar.maaş/ücret almaz.nakdi/ayni yardım yapılabilinir.askerlik
    1961 anayasasına 117. mad.ek olarak 1982 de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Diğer Kamu görevlileri eklendi.
    asli ve sürekli olanlar = 1982 anayasası – memurlar ve diğer kamu görevlileri
    “ve diğer özlük işleri” denirse = 1961 anayasası
    1789 Fransız insan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 6. maddesinde yasaların genel niteliği şöyle ifade edilmiştir; “yasa, genel iradenin ifadesidir. Tüm yurttaflların, bizzat yada temsilcileri aracılığı ile yasanın yapılmasına katılma hakları vardır. Yasa ister koruyucu, ister cezalandırıcı olsun herkes için aynıdır. Tüm yurttaşlar yasa önünde eşittir.
    128. madde de göre Genel İdari Esasları = Kamusal Yönetim Usulleri
    Batı tipi memurluk = tanzimatla başlar. Tanzimat fermanından(1839-Gülhane Hattı Hümayün) kısa süre önce kabul edilen 1838 maaşat fermanı ile başlatılır. Şeriata aykırı olan rüşvet belasını ortadan kaldırmaya yöneliktir ||| askeri bürokrasi ve sivil bürokrasi. || memur nizamnameleri,hizmete alma, emeklilik yaşı..maaş ||| öncesinde Osmanlı tipi memurluk vardı. Batı tipi yönünden ikinci büyük adım 1856 yılındaki Islahat fermanıdır. Millet eşit ve özgür biçimde, erdem ve yeteneklerine göre memurluğa girebilecekti.
    1876 Kanun-ı Esasîsi’nde devlette istihdam olunmanın koşulu devletin resmî dili olan Türkçeyi bilmek olarak kabul edilmiştir.
    1880 yılında maraşaat kararnamesi, 1881 Memurini Mülkiyye Terakki ve Tekaüd Kararnamesi ile Osmanlı Personel rejimi hukuki bütünlüğü ulaşmıştır. Kabul edilen yasalar liberal kamu personel rejimi niteliği taşır.
    1881 tarihli Memûrîni Mülkiyye Terakkî ve Tekâüd Kararnamesi: (KANUNİ ESASİ ) genel personel ve emeklilik yasası. Memurun niteliği, alınması,davranışı, sicili, disiplini, cezalandırılması, ilerlemesi,ilişiğinin kesilmesi.ikinci bölümünde ise emeklilik rejimi düzenlenmiştir.
    Memuriyete alınma:Osmanlı tebaasından olmak,20 yaşını doldurmak,iyi huy sahibi olmak,bir yıl Ya da daha fazla ceza almamış olmak, diploma ve mülakat.
    Memuriyetten atılma:memurun hukuka aykırı biçimde hizmete alınması; bir yıl içerisinde üç kez idare tarafından ceza verilmiş olması;memurun kadrosunun ortadan kaldırılması; süreli atamalarda memurun atandığı sürenin bitmesi; memurun istifası ve idare tarafından istifasının kabulü; devlet tarafı ndan zorunlu bir nedenin görülmesi; memurun bir suçu dolayısıyla hapse atılması ya da sürgüne hükmedilmesi; memurun görevini yapmada yetersizliğine karar verilmesi.
    Emeklilik: maaştan %5 kesinti ve 30 yıl hizmete sahip olmak. Emekli sandığı kesilen aidatları finanse etmiş.
    Maaşlar yasa ile saptanır. Acil durumlarda Meclis-i Vükela tarafından belirlenir.
    En fazla maaş başvekile (sadrazam) a ait.
    Personel rejimi Cumhuriyet döneminde aynen kabul edilmiştir.
    İki alt bölümde inceleriz.1926-1965 memurin kanunu dönemi. 1965 sonrası Devlet Memuru Kanunu Dönemi
    Barem Yasaları : 1926 yılında kabul edilen 788 sayılı Memurîn Kanunu ve bu yasanın ayrılmaz parçası olarak maaş ve emekliliğe ilişkin diğer yasalarla 1965 yılına kadar olan dönemde kamu personel rejimi kodifiye edilmiştir. Liberal yasalardır.
    Kanunu’nda müstahdem, “devlet işlerinde ücretle kullanılan ve memurîn sicilinde mukayyet bulunmayan ve memurîn hukuk ve selâhiyetinden müstefit olmayan kimsedir.
    1961 DMK da kamu hizmetlerine girenlerin mal bildiriminde bulunmaları getirilmiştir.
    Devlet Memurları Kanunu ve 1960 sonrası kabul edilen diğer yasalarla Fordist kamu personel rejimini inşa etmiştir
    1961 anayasası ile sendika izni verilmiş; 1965 de yaşama geçirilmiştir. 1971 darbesi ile anayasal güvence ortadan kaldırılmış, memurlar sendika yerine derneklerde örgütlenince 1980 darbesi ile memur dernekleri de kapatılmıştır.
    Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü(TODAİE):Usta-çırak ilişkine dayanan memur eğitimi bilimsel çerceve kazanmıştır.
    1960 yılında ise Devlet Personel Dairesi kuruldu.
    1960 önce Maliye bakanlığı etkili; 1960 sonra maliye bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı arasında paylaşılıyor.
    Maliye bakanlığı: kadro ve maaş.
    Devlet memuru – belediye memuru ayrımı : Memurin Kanunu Döneminde başlar
    statü hukukunun anayasal düzlemdeki ilk bütüncül ifadesi : 1919 Alman Weimar Anayasası.
    Devlet Memurları Kanunu’na Göre Memurluğun Nitelikleri : sınıflandırma,kariyer, liyakat.
    Devlet Memurları Kanunu’nda Sınıflandırma:
    • Genel idare Hizmetleri sınıfı • Teknik Hizmetler sınıfı • Sağlğk ve Yardğmcğ Saglğk Hizmetleri sınıfı • Egitim ve ğ¤retim Hizmetleri sınıfı • Avukatlık Hizmetleri sınıfı • Din Hizmetleri sınıfı • Emniyet Hizmetleri sınıfı • Yardımcı Hizmetler sınıfı •Mülki idare Amirliği Hizmetleri sınıfı • Milli istihbarat Hizmetleri sınıfı
    1999 yılında merkezi sınav yöntemi getirilmiştir.
    Belirli kurumlar yönetmeliğin (Merkezi Sınav Sistemi) kapsamı dışında tutulmuştur: Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve MİT Müsteşarlığıile işişleri ve Dışişleri bakanlıklarının bakanlık teftiş kurulları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Askerî Adalet Teftifl Kurulları ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değişik 1. maddesinin üçüncü fıkrasında saylanlar ile devlet senfoni orkestraları ve Devlet Klasik Türk Müziği Korosu sanatçılarıdır.
    A grubu kadrolardan bazılar şunlardır: Başbakanlık Uzman Yardımcısı, Bakanlık Müfettiş Yardımcısı, Enerji Uzman Yardımcısı, Devlet Personel Uzman Yardımcısı, Maliye Uzman Yardımcısı, Devlet Bütçe Uzman Yardımcısı, Devlet Gelir Uzman Yardımcısı
    Memurluk Rejiminde Diğer Atanma Türleri : aşağı derecelere atanma, idari görevlere atanma, yer değiştirme suretiyle atanma, karşılıklı olarak yer değıştirmek suretiyle atanma, bir kurumdan diğerine naklen atanma, kurum içerisinde başka yere atanma, vekâleten atanma, memurluktan çekilenlerin yeniden atanmas› ve emekli memurların yeniden atanmasıdır.
    6 adet hizmet bölgesi vardır. Gelişmişlik sırasına göre sıralanmıştır.
    Kanunsuz emir 1876 kanuni Esasi den başlar. 1982 Anayasasına değinilmiştir.
    2009 yılında memura ihbar yükümlülüğü getirilmiştir. İhbar yükümlüğünü yerine getiren memur cezalandırılamaz.
    1982 anayasası ile grev sadece işcilere hak olarak tanınmıştır. Anayasada memur grev yapamaz diye Bir şey yoktur. Ancak Devlet memurları Kanununda yasaklanmış, TCK da suç saymıştır.
    Subay ve astsubayların ayrılma istekleri reddedilemez. (seferberlik durumları hariç). Seçimlere girmek için istifa etseler de geri DÖNEMEZLER.
    4 tip izin var. yıllık izin, mazaret izni, hastalık ve refakat izni, aylıksız izin.
    Doğum izni 8-8 = 16 hafta analık izni.raporla belgeleyen doğumdan 3 hafta önce izne ayrılabilir.
    Ölüm izni = 7 gün.


    GÜZ DÖNEMİ FİNAL – KAMU PERSONEL HUKUKU
    Kademe ilerlemesi ve Derece Yükselmesi Sistemi – kademede 1 yıl; derece de 3 yıl bulunmak gerekiyor.
    kademe ilerlemesi, derece yükselmesi, olağandışı derece yükselmesi (torba kadro ve asansörle yükselme de denir), hiyerarşik yükselme [1999 - sınav esaslı(ÖSYM, MEB, Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü sınavları yapar), takdir esaslı-1981(JGK-TSK- MSB bu yasanın dışında]
    MEMURLARIN DEĞERLENDİRME REJİMİ ( 2011DE KALDIRILDI)
    3 kere başarı belgesi alana = üstün başarı belgesi
    %200 e kadar ödül verilebilinir. Ödül verilecekler kurumun yılbaşındaki dolu kadro mevcudunun binde onundan;
    Gümrük Musteşarlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü kadroları için binde yirmisinden fazla olamaz.
    MEMURLARIN MAAŞ REJİMİ:
    Ücret : birincil bölüşüm ilişkisinde; Maaş: ikincil bölüşüm ilişkilerinde ortaya çıkmasından kaynaklanır.
    Memur=aylık , sözleşmeli personel = ücret , geçici personel ve işçinin = gündelik
    Memur maaş rejiminde maaş, birden çok unsurdan oluşmaktadır. Buna göre memur maaşının unsurları aylık (gösterge aylığı - taban aylık - kıdem aylığı), ek gösterge, yan ödemeler ve sosyal nitelikli ödemelerdir.
    Ek gösterge en fazla %345 , en az %45
    Makam Tazminatı , görev tazminatı , temsil tazminatı ikinci kümededir. Emekli oluncada ödenir. En yüksek tazminat göstergesi 15.000 ile Başbakanlık müsteşarı ve bakan yardımcısındadır. En düşük =1.000 dir.
    Maaşlar 1971 den sonra adaletsiz bir yapıya bürünmüştür. 1970 de 100 olan endeksin, 2008de 71,7 olduğu görülüyor. Maaşlar düşmüş.
    1945-1980 de maaşlar 4 bandında iken, 1980den sonra 10 çıkmıştır. İçsel olarak eşitsizleşmiştir.
    Sosyal yardım ve haklar : Emeklilik Hakkı, Hastalık ve Analık Sigortası, Yeniden işe Alıştırrma, Sosyal Tesisler, Konut Kredisi, Konut, öğrenim Bursları ve Yurtları, Aile Yardımı ödeneği, Doğum Yardımı ödeneği, ölum Yardımı ödeneği, Tedavi Yardımı, Cenaze Giderleri, Giyecek Yardımı, Yiyecek Yardımıdır.
    Aile yardımı: eş için 1500 , çocuk için 250 gösterge ile verilir. Vergi ve kesintiye uğrayamaz, haczedilemez. boşanma ve ölümde kaybeder.
    Emniyet sınıfı ve MİT e giyecek yardımı nakti olarak verilebilinir. Emniyet ve bekçilere dikiş yardımı verilir.
    MEMURLARIN YETİŞTİRİLME REJİMİ
    Turkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitusu (TODAİE-1952)
    genel ilke, unsur ve esasları Devlet Memurları Eğitimi Genel Planı ile duzenlenmiştir.
    Aday memura eğitim: hizmet içi eğitim, temel eğitim, hazırlayıcı eğitim ve staj
    Asli Memurluğa yönelik eğitim: verimliliği arttırma eğitimi, üst görev kadrolarına hazırlama eğitimi ve üst kademe yöneticilerinin yetiştirilmesi.
    Savunma hakkının dokunulmazlığı : 1982 anayasası. 7 gün.
    Uyarma-kınama-aylıktan kesme(1/30-1/8)- kademe ilerlemesinin durdurulması(1-3yıl) – memurluktan çıkarılma(yeniden atanamaz)
    Buna göre görevden uzaklaştırmaya yetkililer şunlardır; (1) atamaya yetkili amirler; (2) bakanlık ve genel müdürlük müfettişleri; (3) illerde valiler; (4) ilçelerde kaymakamlar (ancak ilçe idare şube başkanları hakkında valinin muvafakati şarttır).
    Görevden uzaklaştırılan 10 gün süre içinde soruşturma açılmazsa görevden alma kararı kendiliğinden ortadan kalkar.
    Görevden uzaklaştırma 3 ay devam edebilir. Soruşturmadan Bir karar çıkmazsa memur görevine geri döner.
    Maaşının 2/3 ü ödenir. Göreve dönünce kesilen 1/3 geri ödenir. Sosyal hak ve yardımlardan yararlanmaya devam eder.
    Diğer Kamu Görevlileri(Askeri Personel, Hakim-Savcılar ve Akademik Personel)
    YAŞ (1961tarih-1612sayı)kararları yargı denetimi dışındadır. Terfi ve emeklilik hariç İlişik kesme kararlarna yarıgı yolu açıktır.
    Subay ve astsubaylar = rütbe sınıflandırılması. ||| Sözleşmeli subay ve astsubaylar = kadro sınıflandırılması.
    HAKİM VE SAVCILARIN PERSONEL REJİMİ:
    başkanı adalet bakanıdır.adalet bakanı müşteşarı kurulun doğal üyesidir. hakimler ve Savcılar Kanunu 1983 ||HSYK 2010 tarih 6087sayı ile kurulmuş. Hakimlik ve savcılık mesleği, üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf olmak üzere 4 sınıfa ayrılır.
    hakim-savcı rejimi iki ilke üzerine inşa edilmiştir. Mahkemelerin bağımsızlığı, hakimlik teminatı.
    Anayasa Mahkemesinin başkan ve üyelerinin özlük işleri, 2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda belirlenmiştir.
    Sayıştay : 2010 tarih ve 6085 sayılı kanun.

    AKADEMİK PERSONEL REJİMİ : 1983 TARİH ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu
    Yükseköğretim Personel Kanunu’na göre, akademik personel (öğretim elemanları), üç sınıfa ayrılmıştır. Bunlar, Öğretim Üyeleri Sınıfı (profesör, doçent, yardımcı doçent); Öğretim Görevlileri ve Okutmanlar Sınıfı (öğretim görevlileri, okutmanlar) ile Öğretim Yardımcıları Sınıfıdır (araştırrma görevlileri, uzman, çevirici, eğitim öğretim planlamacıları).
    Öğretim Görevlileri : sözleşme ile belirli süreli olarak, kadro şartı aranmaksızın ders saati başına istihdam edilirler.
    Akademik personele memurlardan farklı ad altındaki ödemeler : Üniversite Ödeneği, İdari Gorev Ödeneği, Geliştirme ödeneği, Eğitim öğretim ödeneği. Akademik personele özgü, bir başka mali hak, Ek Ders Ücretidir.
    SÖZLEŞMELİ PERSONEL REJİMİ : 4/B Genel Niteliği : Güvencesizlik ve istisnailik. Post-fordist
    İdari hizmet sözleşmesinin unsurları : taraflardan biri devlettir. İdarenin karşı tarafa göre üstünlüğü söz konusudur. Sözleşmenin konusu kamu hizmetlerinin yürütülmesidir.
    İstisnai olarak sözleşmeli olarak alınanlar : yabancı uyruklular, mütercimler, tercümanlar, öğretmenler, dava azlığı sebebiyle avukatlar, doktorlar, adli tıp uzmanlaı, devlet konservatuvarları sanatçı öğretim üyeleri, istanbul belediyesi konservatuan sanatçıları, kamu idaresinde ve dış kuruluşlarda bazı hizmetlerde çalıştırılacak personel.
    Devlet Personel Başkanlığının görüşü ve Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir.
    Sözleşmeli personelin sözleşmeli ücreti : temel ücret, başarı ücreti ve kıdem ücretinin toplamından oluşur.
    Ücretlerin tavanı, bütçe yasası ile belirlenir.
    GEÇİCİ PERSONEL REJİMİ: Yevmeyeli personel. 4/C
    Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Devlet Personel Baflkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir.”




  • KENTLEŞME VE KENTLEŞME NEDENLERİ – VİZE

    Köy <2000 ||| 2000<kasaba ilçe<20bin |||| 20bin< kent-il
    2000den az olsa dahi belediye örgütü olan nahiye,kaza ve vilayet= kasaba
    (Türkiye Japonya, ingiltere, Tunus,Çekoslavakya, Kanada ve Yunanistan)
    “Vilayet ve kaza merkezlerinde nüfusları ne olursa olsun belediye kurulması mecburidir”demekteydi.Bu hükümle, vilayet ve kaza merkezlerinin nüfusu ne olursa olsun kent olarak kabul edilmiş ve kent kavramı genişletilmiştir.
    Kent: insan ilişkileri açısından ancak belirli nüfusa sahip toplumlarda karşılanması mümkün olan fizyolojik,ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçların belirli düzeylerde karşılandığı; her ülkenin kendi özelliklerine göre kriterlerini belirlediği fiziki yerleşme alanlarıdır.
    Kent sınıflandırılması:Kentler; fonksiyonları,barındırdıkları nüfus, fiziki sınırları, yerleşme alanlar ve geçirdikleri kronolojik evreler açısından sınıflandırırlar.
    Kentleşmenin özellikleri : kentleşme bir değişmedir. Devletin ödevlerinde artışı gerektirir. Devletin Kentleşme Sebebiyle Karşılaştığı Problemler ve Görevler Karmaşık ve Teknik Nitelikler Taşırlar
    Klasik kentleşme: Tarım tekniklerinin gelişmesi,çalışma imkanları, ulaşma tekniklerinin gelişmesi,coğrafi sebepler, hukuki ve siyasi sebepler ve göç etme eğilimi klasik kentleşmenin sebepleridir.
    Çağdaş Kentleşme : ekonomi işbirliği toplulukları, yabancı işçiler ve kitle ulaşım imkanlarının artışıdır.
    İktisadi işbirliği ve kalkınma teşkilatı(OECD) =1948de kurulmuş 1960 senesinde katılanlarla..
    Avrupa birliği : 1955 de 6 ülke dışişleri bakanı imzalamış.
    Ortak kuruluşları geliştirmek. Ulusal ekonomileri zaman içinde birleştirmek, ortak piyasa oluşturmak,Sosyal politika alanındaki zaman içerisinde uyumu sağlamak,Birleşmiş bir Avrupa’nın gelişmesini sağlamak.
    Serbest Bölgeler:Kuruldukları ülkenin egemenlik sınırları içerisinde bulunmakla birlikte gümrük sınırları dışınnda kalan; ülkenin ticari,mali ve iktisadi düzenlemelerinin buralarda ya tamamen yada resmen uygulandığı yerlerdir.
    Tarım Kenti: “Genellikle çevrelerindeki daha küçük yerleşme alanlarında üretilen ve üreticilerin ihtiyaçlarından fazla olan mahsulleri işleyip yarı mamul hale getirilen tesisleri bünyesinde bulunduran kentler.
    Osmanlı nüfüsunun %45 i kentlerde yaşıyordu. |||| Türkiye'de kentleşme HIZLA sürmektedir.
    KENT PLANLAMASININ EVRELERİ: * Bilgi toplama evresi (fiziki, ekonomik, sosyal, hukuki, mali) ;
    *Planın formüle edilmesi evresi (Çeşitli amaçlar için ayrılan imar bölgelerini, Birinci, ikinci, üçüncü derecede ulaştırma sistemlerini, kamuya ait bina ve alanları, Alt yapı tesislerini, Sosyal ve kültürel ihtiyaçların karşılanacağı yerleri, göstermelidir). * Planın uygulanması ve denetim evresi.
    Osmanlı nın ilk imar mevzuatı : ebniye nizamnamesi = 1842
    Ebniye Kanunu 1882:Belediyelerin imar faaliyetleriyle ilgili düzenlemelere yer verdiği gibi imara yeni açılacak arazilerin sahiplerinin mükellefiyetlerini de belirten Osmanlı imparatorluğu’nun ilk imar kanunudur.
    Osmanlı imparatorluğunda, özellikle istanbul’un imarı işiyle uğraşmak için “şehremaneti”, “intizam-› şehir Komisyonu”, “Islahat-ı Turuk Komisyonu” gibi çeşitli komisyonlar kurulmuştur.
    1923-1928 = plansız dönem |||| 16 şubat 1924 = ankara şehremareti
    28 mayıs 1928 = Ankara şehir imar müdürlüğü
    imar planlarının hazırlanmasının zorunluğu olduğu dönem : 1928-1956
    1956 yılında 6758 sayılı = imar kanunu ; 3 mayıs 1985 – 3194 sayılı = İmar kanunu
    1958 İmar ve İskan bakanlığı ; 1966 = gecekondu kanunu ; 1984 =toplu konut kanunu; 1983 milli parklar kanunu
    Bölge planları sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerini gelişme potansiyelini,sektörel hedefleri, faaliyetlerin alt yapılarının dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
    Nüfüs 10binden büyükse imar planı zorunludur. 10Bini aşmayan yerlerde belediye meclisi karar verir.
    Nazım Plan :Planlama faaliyeti sonucu ortaya ç›kan, statik mevcut durumu tesbit eden ve yalnız fiziki planlama ile uğraraşan ve sosyo-ekonomik sorunları ihmal eden plandır.
    Kent planlaması yaparken : fiziki özellikler, sosyal durum, mali durumu ,hukuki durum
    Türkiye planma yönünden 8 bölgeye ayrılmıştır.
    Marmara , ege , orta anadolu, antalya, çukurova, batı karadeniz , doğu karadeniz , doğu anadolu bölgesi
    Conurbation = patrick geddes ||| Jean Gottman = megalapolis
    ABD standart metropolitan alan =1949 , 50bin kişilik nüfusu kapması gerekmektedir.
    Country=tarım dışı alanda 10bin işçi olması lazım. Tarım dışı alanlarda çalışan işcilerin %10unun standart büyükşehir alanında çalışması. Her mil kare başına 150 kişi yaşadığı
    BÜYÜKŞEHİR ALANININ GELİŞMESİNİ ETKİLEYEN ÖNEMLİ FAKTÖRLER:
    coğrafi faktörler, demografik fak., kentlerdeki kamu hizmetleri, konutlarla ilgili hizmetler, ulaşım hizmetleri, sağlığı koruma-hıfzıssıhha-hizmetleri, diğer hizmetler, ekonomik fak. , Hukuki faktörler
    SOSYAL PLANLAMA: planlamanın yapıldığı bölgede yaşayanların eğitim, iş, sağlık ve sosyal yönlerden çıkan çeşitli sorunlarına çözüm bulmak amacı güdülen planlardır.
    Büyükşehir planları = 4-5 yıllık süreleri kapsar. Uygulamada birer yıllık programlara bölünürler.
    Büyükşehir nüfusları ile ilgili planlar=20-30 yıllık devreyi kapsar
    su-konut-ulaşım ve diğer toplum ihtiyaçları = 10-20 yıllık devreyi kapsar.
    Büyükşehir alan planlamasının işlemleri
    Bilgi toplama evresi, amaç belirleme evresi, planın formüle edilmesi evresi, planın uygulanması ve değerlendirilmesi evresi
    planlamanın vasıtaları :bölgeleme,parselleme düzenlemeleri,ana gelişme prog. hazırlanması,amaç belirlenmesi
    Belirli bir bölgenin fiziki, iktisadi ve sosyal açılardan uzun süreli, esnek, geniş kapsamlı ve gelişmelere uyabilen nazım planlarla planlanmasına = Alan planlaması
    BÜYÜKŞEHİR YÖNETİMİNDE İKİ OTORİTE :
    ad hoc authorit(özel amaçlı otoriteler): idari kararların hızlı bir şekilde alınması, aralarında anlaşmanın kolay sağlanması, coğrafi açıdan büyük alanlara hizmet götürebilmesi gibi yararları vardır.
    multipurpose uthoroties ( çok amaçlı otoriteler): görev alanlarının daha gerçekçi bir şekilde belirleneceği, kaynakların paylaştırılmasını kolaylaştıracağı ve hizmeti yürüten otorite üyelerinin uzmanlaşmasının mümkün olduğu kabul edilir.
    büyükşehir alanında kurulan yönetim şekillerinin “tek kademeli” veya “çift kademeli” olarak ya yetkilerin bir otoritede toplanması veya iki otorite arasında paylaşılması biçimlerinde gerçekleşmesi mümkündür. Tek kademeli yönetim yaklaşımı “katılma” (annexation), “mahalli otoritenin fiziki hizmet sınırının genişletilmesi”, “görevlerin birleştirilmesi” (functional consolidation) yollarıyla gerçekleşecektir. Çift kademeli yönetim yaklaşımı ise, “özel amaçlı büyükşehir alanlar› kurulmasıyla” “büyükşehir alan federasyonları kurulmasıyla veya “isteğe bağlı büyükşehir alan birliklerinin” oluşturulmasıyla gerçekleşir.
    Katılma: özellikle merkezi kentin, kendi belediye sınırları dışında kalan, daha geniş ve ucuz arazi bulabilmek amacıyla yerleşen, sanayi, ticaret ve konutları sınırları içerisine almak arzusudur.
    Tek kademeli yönetim yaklaşımı: Katılma,mahalli otoritelerin fiziki hizmet sınırının genişletilmesi,görevlerin birleştirilmesi.
    Çift kademeli yönetim yaklaşımı:özel amaçlı büyükşehir alanları,büyükşehir alan federasyonları, isteğe bağlı büyükşehir alan birlikleri (voluntary associations)
    Anglo- Sakson ülkelerinde “county” ile kentin ortaklaşa yapmak zorunda oldukları görevlerin genellikle “county” tarafından yürütülmesi eğiliminin bulunduğunu görmekteyiz.



    Kentleşme – Final – 3.Sınıf
    kentleşme ve beraberinde getirdiği sorunlar ilk defa Beş Yıllık Kalkınma Planında incelenmiştir.
    Doğu Marmara Bölgesi Projesi: İstanbul büyükşehir bölgesinin (metropolitan alanının) ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm yolu bulmak, yeni gelişme merkezleri belirleyerek aırı kentleşme ve merkezleşmenin yükünü azaltmak amacını taşır.
    Üçüncü beş yıllık kalkınma planı: 100bin -500bin nüfus grubundaki kentler.
    Dördüncü beş yıllık kalkınma planı: 500bin den büyük nüfus grubundaki kentler.
    Büyükşehir belediyesinde başkan yardımcısı bulunmaz
    Vali tarafından yapılacak değişikliklere karşı belediye başkanı 10 gün içinde itiraz edebilir.
    5216 sayılı Büyükşehir Belediye kanunu = 2004 de yürürlüğe girmiş.
    1580 sayılı belediye kanunu = 1930 da yürürlüğe girmiş.
    Osmanlı döneminde mevcut belediye uygulamalarına son veren oluşum = belediye kanunu
    Burgess, üst gelir düzeyini oluşturanların kent merkezinde yaşadıklarını ileri sürer.
    Çevrekentin hemen hemen bütün özelliklerini kapsayan tanım, Kurtz Eicher tarafından yapılmıştır.
    Çevrekent: esas kentin veya yönetim sınırının dışı tarafına bitişik bulunan ve tamamı bir arada bütün meydana getiren yerleşme alanları
    Kent merkezi, genellikle çevrekentlerde yaşayanlara oranla daha düşük gelir düzeyini oluşturanların çoğunluğunu ve az oranda da üst gelir düzeyini oluşturanları barındırır. Bununla beraber, çevrekentlerde de düşük gelir düzeyinde kimselerin yaşadığını görmek mümkündür.
    Çevrekentlerle, kent ayırımı sosyo-ekonomik, demografik ve hukuki sebeplere dayanır. Bu farklılıklar dolayısıyla, çevrekentlere yerleşme eğilimi belirmiştir.
    Çevrekentlere yerleşmeyi etkileyen ekonomik sebepler şunlardır: Kişilerin gelir düzeyi, • Vergi oranının düşük olması, • Konut satış fiyatının ve kiralarının düşük olması, • Ulaşımın kolaylaşması ve hızlanması, • Çalışma şekillerinin değişmesi.
    SOSYAL VE DEMOGRAFİK SEBEPLER : Çocuk sayısındaki artış dolayısıyla genişleyen ailenin daha büyük bir eve olan ihtiyacı, • Okul çağına gelen çocuklarına yeni açılan çevrekent okullarında daha iyi okuma imkânı bulma düşüncesi, • Çevrekentlerde, kent merkezinden farklı alışkanlıkların bulunması.
    ÇEVREKENT ÇEŞİTLERİ:
    * Fiziki Gelişme Açısından Çevrekentler: ( Planlanmış Çevrekentler , Planlanmamış Çevrekentler , Ortak Merkezli Çemberler Teorisine Göre Çevrekentler, Dilim Teorisine Göre Çevrekentler, Çok Merkezli Gelişme Teorisine Göre Çevrekentler) * Kuruluş Amaçları Açısından Çevrekentler : (Sanayi ve Ticaret Çevrekentleri, Yatakhane (Residential-Dermitory) Çevrekentleri, Sanayi-Yatakhane Çevrekentleri, Eğitim Çevrekentleri)
    Dilim Teorisine Göre Çevrekentler: ana ulaşım yolları doğrultusunda kentin gelişeceğini ve çevrekentlerin de buna göre dağılacağın kabul eden çevrekent oluşumu.
    ÇEVREKENTLEŞMENİN SONUÇLARI:(mahalli idare,ekononim ve kültürel)
    Mahalli idare Açısından Sonuçları: Mahalli Otoritenin Bölünmesi, Mahalli otoritelerin vergi kaynaklarının değişmesi,
    Ekonomik ve Kültürel Açılardan Sonuçları: Ekonomik yönden sonuçları, kültürel yönden sonuçları.
    Gecekondu kanunu : 775 sayılı.
    Türkiye’de gecekonduların ortaya çıkışı 1945 yıllarına kadar uzanır.
    Gecekondularla ilgili alınacak önlemler :
    Gecekondularla ilgili sorunların uzun veya kısa süreli önlemlerle çözülmesi “gecekondu politikasın›” meydana getirir. Gecekondularla ilgili sorunlar ekonomik, sosyal, kentbilim ve kültürle ilgili sorunlardır.
    Ekonomik sorunlar; gecekonduda yaşayanların çalışlma ve iş edinmeleriyle ilgili sorunlardır. Sosyal sorunlar; gecekonduda yaşayanların kent toplumuna uyum sağlayabilmek için sosyal değerlerde meydana gelen değişmelere uyma zorunluluğunun ortaya ç›kardığı sorunlardır. Kentçilik sorunları ise; daha çok gecekondunun yapıldığı arazinin mülkiyeti, plansız gelişim, çarpık yapılaşma ve kamu hizmetlerinden yararlanma durumuyla ilgili sorunlardır. Kültür sorunları ise; şehir dışı› yerleşme alanlarındaki kente göç eden ve gecekonduya yerleşen kimselerin kent kültürüne uyum sağlama çabalarından doğan sorunlardır.



    Gecekondu kanununa göre gecekondu sorunlarına imar ve islah tedbirleri, tasfiye ve önleme yoluyla çözüm önerilmektedir.
    İç göçü düzenleme yoluyla da gecekondulaşma önlenmeye çalışmaktadır. Bu önlemler toprak ve tarım reformu, kooperatifleşme ve merkez köy uygulamasıdır.
    Türkiye’de gecekonduların ortaya çıkışı : 1945
    Bu gecekondu kuşakları her yıl ortalama %5- %6 oranında artış gösterir.

    1930 Tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu konutun sağlık şartlarına uygunluğu yönüyle ilgili hükümler getirmiştir
    1580 Sayılı Belediye Kanunu
    5228 Sayılı Kanun, konut inşa etmek isteyen kimselere arsa ve kredi temini, vergi muafiyeti gibi kolaylıklar sağlamaktad›r. 5218 ve 5228 Sayılı Kanunlar uygulamada olumlu sonuç vermedikleri için, 6188 Sayılı Kanun tarafından yürürlükten kaldırılmışltır. 6188 Sayılı “Bina Yapıları Teşvik ve İzinsiz Yapılan Binalar Hakkındaki Kanun” da yürürlükte kaldığı 15 yıl içinde konut arzında istenilen artışı sağlayamamıştır. Konut konusunda önemli bir hukuki düzenleme de Arsa Ofisi Kanunuyla yapılmıştır.
    Sosyal Konut : Toplumun yaşama şartlarına, sosyal yapısına, örf ve adetlerine uygun, düşük maliyeti ve brüt inşaat alanı yüz metrekareyi geçmeyen konutlardır.




  • SOSYAL BİLİMLERİ ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ – VİZE

    Evren : N ile gösterilir. Evrenin tümünden bilgi toplamaya “tamsayım” denilmektedir. Parametre, evrenin özelliklerine ilişkin sayısallaştırılmış değerlerdir.Tamsayıma verilebilecek en güzel örnek nüfus sayımlarıdır.
    Araştırma evreni, “genel evren” ya da “kuramsal evren” olarak da adlandırılmaktadır.
    Çalışma evreni ise “hedef evren” ve “erişilebilir evren” olarak da adlandırılmaktadır.
    Örneklem: n ile gösterilir. evren içinden belirli ölçütlere göre seçilen ve evreni temsil etme yeterliğine sahip olduğu varsayılan bir alt gruptur. En önemli özellik de evreni temsil etme gücüdür.
    Merkezi limit teoremi : örneklem büyüklüğü artt›kça örneklem dağılımı normale yaklaşmaktadır.
    Sabit hatalar, ölçme aracından kaynaklanırken, sistemli hatalar araştırmacının kendi yanlılığından kaynaklanır. Yansız hatalar ise nedeni bilinmeyen ve meteorolojik durumdan bireyin psikolojik yapısına kadar birçok etmenden kaynaklanabilen hatalardır
    Olasılıklı örnekleme : Kura, futbol maçı kurası, piyango.. örneklemin evreni temsil etme olasılığına dikkat edilir. Olasılıklı örnekleme yaparken yansız örnekleme, sistematik örnekleme, küme örnekleme ve tabakalı örnekleme yöntemleri kullanılabilir.
    Yansız Örnekleri : tesadüfî örnekleme, rastsal örnekleme, basit raslantısal örnekleme, yalın raslantılı örnekleme de denilmektedir.
    Sistematik Örnekleme : Bu teknik, evrenin kaç bireyden oluştuğuu biliniyorsa kullanılmaktadır.
    Küme Örnekleme : Bu tekniğin kullanıldığı durumlarda bireylerden çok evrenin içindeki alt grupları örnekleme birimi alarak seçki yapılır. Başka bir deyişle, tek tek bireyler yerine belirli bir özellik etrafında kümeleşmiş birimler örnekleme alınır. küme içindeki birim sayısının az olması tercih edilir.
    Tabakalı Örnekleme : Katmanlı (strata) Örnekleme de denilmektedir.
    Olasızılıksız Örnekleme : yargısal örnekleme , rastlantısal olmayan örnekleme de denilmektedir. Olasılıksız örneklemede evreni temsil etme kaygısı taşınmaz. Gelişigüzel örnekleme, amaçlı örnekleme, kota örneklemesi, kartopu örnekleme, kolaylı örnekleme ve gönüllü örnekleme bunlara örnektir. Güzellik, Gönüllü faaliyetler (AKUT), dedektiflik..
    Gelişigüzel Örnekleme : Bu teknikte örneklem büyüklüğü çoğu zaman araştırmacı tarafından keyfi olarak belirlenir. Örneklem seçiminde araştırmacının kullandığı belli bir sistematik yoktur.
    Amaçlı Örnekleme : Araştırmacının kendi hedefi doğrultusunda evrenden seçim yaparak örneklemi belirlemesidir. Örneklem belirlenirken araştırma sorununa en uygun olan öğelerin seçimine özen gösterilir. Amaçlı örneklemede araştırmacının yargıları önemlidir.
    Kota Örneklemesi : kota örneklemesi yanlıdır. Bazı bireyler kota dolduğundan araştırrma dışında bırakılırlar. Ayrıca, en kolay ulaşılabilen bireylerle kotalar doldurulur.
    Kartopu Örnekleme : Dedektif yaklaşımı da denilmektedir. Örneklemede örneklem gittikçe büyür. Kartopunun yuvarlanarak büyümesi gibi gittikçe genişleyen bir örneklem söz konusudur. Araştırmanın başında belirsiz olan örneklem, ulaşılan bilgiler sayesinde gittikçe belirginleşir ve katılımcı sayısı artar.
    Kolaylı Örnekleme : (Hazır Örneklem) Bu tekniğin kullanıldığı durumlarda örneklem, araştırmacının rahatlıkla ulaşabileceği katılımcılardan oluşur. Araştırmacı yakınındaki ya da deyim yerindeyse elinin altındaki bir grubu seçtiği için yansız örnekleme söz konusu olamaz.
    Gönüllü Örnekleme : Bu tekniğin kullanıldığı durumlarda araştırmaya gönüllü bireyler denek ya da yanıtlayıcı olarak katılır. Uygulanması oldukça kolaydır.
    Çok düzeyli Örnekleme : Çok düzeyli örneklemede birden çok örnekleme yöntemi kullanılır. Uygun bileşkenin ne olduğuna, araştırma amaçları doğrultusunda karar verilir.
    Örnekleme hatasına ilişkin tolerans değ¤eri genellikle %5 ya da %1 olarak alınır.
    Araştırmalarda gözlenen örnekleme sorunları : Evreni tan›madan örneklem alınması; Örneklem büyüklüğünün uygun olmaması ; Yanlış örnekleme tekniği kullanı›lması ; Kolaylı örneklem ile çalışılması ; Gönüllü örneklem ile yetinilmesi , Kayıp deneklerin göz ardı edilmesi , Evren ve örneklemin yeterince betimlenmemesi
    Olgusal veri : Öznel/kişisel yorum içermez. Yargısal Veri : kişisel değerlendirmeye göre değişen verilerdir.
    NİCEL ARAŞTIRMADA VERİ TOPLAMA ARAÇLARI:
    Anketler : Araştırrmaya katılan bireylerin kişisel bildirimine dayandığı için çok güvenilir bir ölçme aracı değildir. Anketler bireylerin algılarını belirlemek için tercih edilmektedir.
    Ölçekler : Araştırmaya katılan bireylerin değer, inanç, eğilim ve tercihlerini saptamaya yönelik araçlardır. Çok çeşlitli türleri olmakla birlikte, yaygın olarak kullanılan Likert tipi ölçeklerdir.
    Testler : Bireylerin; bilişsel, duyuşsal ve davranışsal olarak belli özelliklerini ölçmek için geliştirilen araçlardır. Test maddeleriyle elde edilen sonuçlarla bireyler hakkında çok yönlü bilgi toplanabilir ve bireyin kendisini tanıması sağlanabilir.
    Bireylerin yaşıyla zihinsel gelişimi arasındaki ilişkiyi inceleyen yetenek testleri, bireylerin belirli durumlarda nasıl düşündüğünü ya da davrandığını inceleyen kişilik testleri, bireylerin neleri tercih ettiği ve nelerden kaçındığını belirleyen ilgi testleri ve bir öğretim sonunda bireylerin öğrenilmesi istenen yeterliklerini belirleyen başarı testleri kullanılmaktadır. Başarı testi : Belirli bir öğretim sonunda bireylerin bilgi, beceri ve yeterliklerini ölçen araçlardır.
    NİTEL ARAŞTIRMADA VERİ TOPLAMA ARAÇLARI:
    Görüşme : Bireylerin belirli bir konuda duygu, düşünce ve davranışlarını saptamak amacıyla yüz yüze yapılan sözlü söyleşidir. Zahmetli bir süreçtir. Pahalı olabilir.
    Yapılandırılmamış Görüşme : Genellikle gözlem sırasında araştırmacı ile katılımcı arasında oluşan sosyal etkileşime dayalı, soruların önceden belirlenmediği bir görüşme türüdür. Sohbet tarzında olur.
    Yarı – Yapılandırılmış Görüşme : İncelenmek istenen konu hakkında katılımcılardan aynı türde bilgilerin toplanması amacıyla yapılan bir görüşme türüdür. Bu yaklaşımda görüşme öncesinde, görüşmeciye rehberlik edecek görüşme sorularının ya da konu başlıklarının yer aldığı görüşme formu hazırlanır. Hazırlanan görüşme formu, yanıtlanması istenilen bütün konuları kapsayan geniş bir liste biçimindedir.
    Yapılandırılmış Görüşme : Her katılımcıya önceden hazırlanan soruların, aynı içimde ve aynı sırada sorulduğu bir görüşme türüdür. . Görüşmeciden beklenilen her katılımcıya, soruları aynı biçimde ve aynı sırada sormasıdır.
    Odak Küme Görüşmeleri : en az 3 odak küme oluşturulması; her grupta en az 6, en fazla 12 katılımcı bulunmaktadır. En az 1,en çok 2 saatlik sürede, iki kişinin yürütücülüğünde, rahat bir ortamda yapılır.
    Odak küme görüşmelerinin bireysel görüşmelere oranla en önemli üstünlüğü, grup dinamiği sayesinde yanıtların daha zengin olmasıdır.
    Gözlem: Bireylerin ve olayların kendi doğal ortamında izlenmesi ve kaydedilmesidir. Gözlem; bireylerin, nesnelerin ve olaylar›n sistematik bir biçimde izlenerek betimlenmesidir. Araştırma sürecinde gözlemler, genellikle yazılarak kaydedilir, video, ses kayıtı cihazları, fotoğraflar veri kaynağı olarak kullanılabilinir.
    Gözlem Türleri :
    Katılımcı Gözlem: araştırmacı, incelemek istediği topluluğun etkin bir üyesi olarak gruba katılarak gözlemini gerçekleştirir.
    Doğrudan Gözlem: gözlemci, incelenmek istenen topluluğu gözlemleyerek betimlemelerde bulunur. rolü sadece izlemek ve kaydetmektir.
    Belge İncelemesi:incelemesi,araştırılması istenen konu hakkında bilgi içeren yazılı,görsel - işitsel materyallerin çözümlenmesidir.
    Sıralaması : belgelere ulaşma, özgünlüğünün kontrol edilmesi ve kullanım izinlerinin alınması, belgelerin anlaşılması, çözümlenmesi ve veriyi kullanma aşamalarıdır.
    ÖLÇME ARAÇLARININ ÖZELLİKLERİ : GÜVENİLİRLİK [Test-Yeniden Test Güvenilirliği=iki kez test yapma, korelasyon; Paralel Formlar Güvenilirliği (İki ayrı test yapma) ; Bölünmüş Yarılar Güvenilirliği (test maddeleri tesadüfi olarak ikiye ayrılır) ; Puan Güvenilirliği ; Kuder-Richardson Güvenilirliği (Testlerin doğru-yanlış olarak, boşluk doldurmalı, eşlemeli ve çoktan seçmeli olarak test yapılır) ; Cronbach alfa Güvenilirliği( doğru-yanlış olarak değerlendirilmediği, puanlandığı güvenilirlik türüdür.1'den 5'e kadar puan vermek gibi )]. GEÇERLİLİK [Görünüş Geçerliği(kağıt üzerinde Ya da ekranda açık olarak ve anlaşılır olarak algılanması) ; Yapı geçerliği (doğru, yeterli ve dengeli ölçebilme gücüdür) ; İçerik Geçerliği(özelliği ve bu özelliğin alt boyutlarını ölçmesidir ) ; Kestirim Geçerliği (Ölçme aracının uygulanmasıyla elde edilen puanlarla daha sonra belirli bir anda elde edilen sonuçlara ilişkin tutarlı çıkarımlar yapabilmesidir )].
    Değişkenler aldıkları değerler sınırlı sayıda olduğu zaman süreksiz,sınırsız sayıda olduğu zaman ise sürekli olarak adlandırılır .
    Ölçek türleri; sınıflama, sıralama, aralıklı ve oranlı olmak üzere dörde ayrılmaktadır.
    Eşit aralıklı ölçekte sıfır noktası vardır. Ancak sıfır noktası keyfi ve görecelidir. Mutlak yokluk ifade etmez.
    Oranlı ölçekte mutlak sıfır noktası vardır. Yani sıfır değeri ölçülen özelliğin miktar olarak var olmadığını gösterir.
    Betimsel istatistik : madde ya da değişken hakkındaki sayısal verileri özetlemek ve betimlemek için kullanılır.
    yordamsal İstatistikler : örneklem üzerinde yapılan gözlem sonuçlarndan yararlanarak evren hk genellemeler yapabilmek için kullanılır.
    Tepedeğer : en çok tekrar edilen; Ortanca : serinin tam ortasındaki. Aritmetit ortalama: serinin toplamının,seriye bölünmesidir.
    Hipotez testinin aşamalarını sıralamak : 1. Sıfır hipotezini belirtme; 2. Karşı hipotezi belirtme; 3. Anlamlılık düzeyini seçme; 4. Örneklemden veri toplama ve verileri özetleme; 5. Örneklemden elde edilen test istatistiğini ölçüt olarak kabul edilen değerle karşılaştırma; 6. Sıfır hipotezinin kabul ya da reddine karar verme.
    Kullanım amaçlarına uygun hipotez testini seçmek : Eşit aralıklı ya da oranlı ölçüm düzeyinde olan ve normal dağılım gösteren iki değeri karşılaştırırken t-testi kullanılır. Daha çok grup ya da değışkeni istatistiksel karşılaştırma hatası yapmadan kolaylıkla karşılaştırabilmek için varyans analizi; eşit aralıklı ya da oranlı düzeyde ölçülmüş değişkenler arasında ilişki olup olmadığını, varsa bu ilişkinin yönünü ve gücünü görmek için ise Pearson korelasyonu kullanılabilir.
    Nitel veri kodlama sürecini betimlemek : 1. Tüm analiz birimlerini inceleyerek bütün hakkında fikir sahibi olma. 2. Küçük bir bölümü ya da paragrafı dikkate alarak “burada tam olarak ne anlatılıyor?” sorusuna yanıt olabilecek kısa kodlar belirleme. 3. Veri setini gözden geçirerek analiz birimleri işaretleme ve bu birimlere kod atama. 4. Ortaya çıkan kodların bir listesini yapma, benzer kodları gruplandırarak gereksiz kodları eleme. 5. Verileri yeniden okuyarak eldeki kod ve kavram listesinin yeterince kapsayıcı olup olmadığını inceleme. 6. Kodlardan çıkan kavramları temalar altında toplama.
    Nitel veri analizi aşamalarını sıralamak: : 1. Verilerin yazıya geçirilmesi. 2. Verilerin düzenlenmesi. 3. Anlamlı veri birimlerinin saptanması. 4. Verilerin kodlanması. 5. Taslak temaların belirlenmesi. 6. Taslak temalara göre kodların düzenlenmesi. 7. Taslak tema ve kodlara göre verinin düzenlenmesi. 8. Taslak temaların kontrol edilmesi ve kesinleştirilmesi. 9. Temalar arası ilişkilerin saptanması. 10. Temaların araştırma sorular› altında örgütlenmesi. 11. Kod ve tema kitapçığının oluşturularak bu kitapçığa göre verilerin örgütlenmesi. 12. Kod ve temalara göre verilerin betimlenmesi, alıntılara yer verilmesi, örneklendirilmesi, açıklanması, yorumlanması ve görsel hale getirilmesi. 13. Araştırma sonuçlarının yazılması.
    Etik;doğru ve yanlış davranılşarı ayırt etmede temel alınan değerler sisteminin bütünüdür.Özü Felsefenin konusudur. (ahlak felsefesi)
    Bilim etiği, bilimsel çalışmalar sırasında bilerek ya da bilmeyerek ortaya ç›kan değer sorunları ve bunların çözümlerini konu edinmektedir.
    ilk ciddi girişim İkinci Dünya Savaşından sonra 1946-1947 yıllarında Nürnberg Yarg›lamaları (Nünberg Kodu) nın bir parçası olarak gerçekleştirilen Doktorlar Davası olmuştur. 23 Nazi doktor yargılanmıştır.
    1964 Helsinki Bildirgesi.. bu bildiri Nünberg bildirisinin hepsini kapsamakla beraber bunlarada eklemeler de yapılmaktadır.
    Benzer bir çalışma Biyomedikal ve Davranışsal Araştırmalarda İnsan Deneklerin Korunması Ulusal Komisyonu tarafından 1979 yılında yayınlanan Belmont Raporu olmuştur.
    Katılımcı: Araştırmada kendisinden bilgi toplanan bireydir. Denek: Araştırma amaçlarına dönük olarak üzerinde bir uygulama yapılan ve tepkileri ölçülen varlıktır.
    Bir araştırmanın saydamlığını, güvenirliğini, geçerliğini ve değerini olumsuz yönde etkileyen hatalı, disiplinsiz, kasıtlı ya da özensiz tüm girişimler bilimsel yanıltma olarak anılmaktadır
    Bilimsel ihmal ya da disiplinsiz araştırma, genellikle bilimsel çalışmanın ilke ve kurallarına uymamaktan kaynaklanır. Bilimsel ihmal ya da disiplinsiz araştırma, genellikle bilimsel çalışmanın ilke ve kurallarına uymamaktan kaynaklanır. Bu uymama durumu, kasıtlı davranışlardan değil çoğunlukla bilimsel araştırmaya ilişkin bilgi ve beceri eksikliğinden ya da deneyim ve birikim yetersizliğinden kaynaklanır.
    Bilimsel saptırma ya da kasıtlı sahtekârlık sorunu, araştırmacının kendi yaptığı çalışmada bilimsel süreçleri ya da araştırma sonuçlarını bilinçli olarak saptırması durumunda ortaya çıkar. Bu da araştırma bulgularının güvenilirliğini tehlikeye sokar ya da benzer koşullarda yapılan araştırmalarda yinelenebilirliği ortadan kaldırır.
    Çarpıtma : Burada araştırmacı istediği sonuçları elde edebilmek için verileri değiştirir.
    Gizleme : Burada araştırmacı önceden belirlediği amaçlar doğrultusunda elde ettiği bulguların bir bölümünü gizler ve rapor etmez. Buna neden olan etken çoğu zaman araştırmacının beklentileridir çünkü saklanan verilerin çoğu beklentilere ters düşen verilir ya da bulgulardır.
    Uydurma : Bu davranışın ortaya çıktığı durumlarda araştırmacı toplamadığı verileri ya da elde etmediği bulguları gerçekmiş gibi düzenler ve rapor eder. Ortada olmayan veriler/bulgular sanki varmış gibi sunulduğu için ciddi bir sahtekârlık söz konusudur.
    Çok yazarlı bir araştırmada yazar sırası bireysel katkı düzeyine göre belirlenir. Bireysel katkılar eşitse,sırasıyla alfabetik ; kura veya adil bir yöntemle yazarları sıralamak ama herkesin katkısının eşit olduğunu belirtmektir.
    (a) Araştırmaya ciddi anlamda katkıda bulundu mu? (b) Raporun tamamını ya da belirli kısımlarını yazdım›? (c) Tüm raporu okuyup onayladı m›? Bu soruların tümüne olumlu yanıt verilmesi durumunda kiş ortak yazarlığı hak ediyor demektir. Belirli bir katkıda bulunmuşsa ama bu katkı yukarıdaki ölçütleri karşılamıyorsa kişiye araştırma raporunda açıkça teşekkür etmek daha uygun olabilir
    Araştırma ya da yayın sürecinde hiçbir katkı sağlamayan kişiyi ortak yazar olarak göstermek etik dışı bir davranıştır.
    çalışmaya katkısı olmayan kişilerin isimlerinin yazar olarak eklenmesi bilimsel ikram sayılır ve bu etik dışı bir davranıştır.
    Bilimsel Araştırma : Başkalarının çalışmalarını isim değiştirerek ya da hak ettiği şekilde tam kaynak belirtmeden kendi adına yayınlamaktır.
    Tam aşırma olarak nitelendirilen davranışta başka birisinin yaptığı bir çalışmayı hiç değiştirmeden alıp kendi adını koyarak olduğu gibi yayınlama söz konusudur. Bunun biraz hafif hali başkasının çalışmasının bazı bölümlerini değiştirerek kendi adıyla yayınlama olarak bilinen “ince aşırma” davranışıdır. Her iki durumda da araştırmacı kendisinin olmayan verileri kendisine aitmiş gibi kullanmakta ama asıl yazara atıfta bulunmamaktadır.
    Bilimsel korsanlık; başka araştırmacıların verilerini kaynak göstermeden ya da gerekli izinleri almadan kendi çalışmasının bir parçası olarak kullanma davranışıdır.




  • SOSYAL POLİTİKA - vize
    Dar Anlamda Sosyal Politika KavramIı: Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı kötü çalışlma koşullarına karşı işçileri ve emeği sermayeye karşı korumak ve bu yolla toplumdaki sınıf çatışmalarını önleyerek toplumun ve devletin varlığını sürdürmesini sağlamaya yönelik uygulamalardır. Kapitalist sistemi temel alır.
    Adalet ve adil gelir dağılımı olan, ekonominin işleyişindeki aksaklıkları düzeltici rol oynayan, sınıf mücadelesine önlemler alarak toplumsal denge gözetmeye çalışan, barış ve denge bilimi.
    Geniş Anlamda Sosyal Politika Kavramı:
    kökeni insanlık tarihi kadar eskidir. Refahın sağlanmasını hedef alan, sosyal sorunlara çözüm arayarak bu hedefe hizmet eden bilim dalıdır. Amacı sosyal adalet ve sosyal refahı sa¤lamak olan, kapsamı sosyal sorunlar ile paralellik gösteren, ekonomiye sosyal boyut katmak ve ekonominin işleyişindeki aksaklıkları düzeltici politikaların oluşmasını sağlayarak sosyal dengeyi gözetmek amacındaki hümaniter bir bilim dalıdır..
    topluma bir bütün olarak bakan, toplum içinde bütün sınıfları ilgilendiren çok çeşitli konuları sınıf farkı gözetmeksizin ele alan bir disiplindir,
    Günümüzün sosyal politikasının ilgilendiği konular ise işsizlik, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, düzgün iş, yoksulluk, yoksunluk, göç, sosyal dışllanma, çevre sorunları, konut sorunu, ayrımcılık, çocuklar ve yaşlıların bakımı, kadınlara karşı ayrımcılığın her türünün önlenmesi, çok uluslu şirketler, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, ırkçılık ve tüm bu riskleri önleyecek bir sistemin kurulabilmesidir.
    Sağlık, eğitim, savunma, bayındırlık ve işgücü piyasası politikalarının oluşturulması, ilke olarak devletin görev tanımı içerisindedir.
    Bir uygulamanın sosyal politika tedbiri olarak değerlendirilmesi için; düzenli, sürekli olması bununla beraber, tesadüfi ve bir defalık olmaması gerekmektedir.Bu noktayı vurgulamak adına zekât, fitre ve sadaka şeklinde yapılan yardımlar bu özellikleri dolayısıyla sosyal politika tedbiri olarak değerlendirilemez.
    Sosyal Politikanın Evrensel Niteliği :
    İç etkenler içerisinde yönetim : biçimi, hukuk düzeni, ekonomik düzen, demografik yapı ve özellikleri, sosyo - kültürel özellikler, endüstri ilşlkileri sistemi ile sosyal güvenlik sistemi sayılabilir.
    Dış etkenler ise sosyal politikaya evrensel nitelik kazandıran unsurlardır.
    lk örnekler, sosyal güvenlik sistemlerindeki farklılıkların önüne geçilmesi ve bireylerin emeklilik hakkına sahip olmaların engelleyici düzenlemelerin ortadan kaldırılmasına yönelik ikili anlaşmalardır.
    Sosyal Politikanın Hedefleri: ilk ve en genel hedefi, refah seviyesinin yükseltilmesi ve refahın toplumsallaşmasıdır.işsizliğin azaltılması, yoksulluk oranının düşmesi ve özürlülerin toplumsal hayata katılmasında yaşanlacak her olumlu gelişme sosyal politikan›n vazgeçilmez hedefleridir.
    Sosyal Politikanın Finansmanı: ana finans kaynağı devlettir.gelir kaynağı da vergilerdir.ek olarak işçi ve işverenlerden alınan sigorta katkıları ile bizzat devletin sigorta fonlarına yaptığı katkı, sosyal politikanın finansman kaynağıdr.Yerel yönetimlerin bütçeleri, parasal nitelikli tüm yaptırımlar, belirli amaca yönelik düzenlenmiş tüm vergiler, harçlar, şans oyunlarının gelirlerinden özel olarak ayrılan paylar, bağışlar ve uluslararası kuruluşlardan alınan yardımlar sosyal politikanın finansman kaynaklarıdırlar.
    Türkiye OECD de 92. sıradadır.
    Sosyal Politika ve Ekonomi: Gayrisafi yurt içi hasılanın artırılmas› ekonomi biliminin hedefiyken, transfer ödemelerinin ve sosyal harcamaların artış göstermesi ve artan gayrisafi yurt içi hasılanın toplum kesimleri içerisindeki bölüşümü sosyal politikanın konusunu oluşturmaktadır.
    Sosyal Politika ve Sosyoloji : sosyal politika sosyolojinin alt dalı olarak ifade edilmektedir.
    Sosyal Politika ve Hukuk : Sosyal politika ile hukuk aras›ndaki ilişki, “dün sosyal politikan›n bir konusu olan sosyal sorunun, bugün hukuki düzen çerçevesinde bazı kanunlar içerisinde yer bulmuş ve bazı normlara bağlanmış bir konu olması” şeklinde ifade edilmektedir.
    Sosyal Politika ve İnsan KaynaklarI Yönetimi : “insan kaynaklari yönetiminin temel amaci, insan kaynaklarının diğer kaynaklarla birlikte nasıl sağlanacağına, nasıl istihdam edileceğine ve nasıl yönlendirileceğine ilişkin bir çerçeve sunmaktır” . Sosyal politika daha hümanist bir karakter taşırken, insan kaynakları yönetimi, konulara daha teknik bir rasyonellikle yaklaşmaktadır.
    SOSYAL POLİTİKANIN ARAÇLARI:
    Ulusal Araçlar : Ulus devletlerde, klasik demokrasinin yerini ekonomik demokrasi almışltır.Bunun sonucu olarak, toplumların sosyal sorunlarını şflabilmek için kamunun aldığı tedbirler yanında, toplumların kendilerinin ürettiği sendikalar, kooperatifler, vakıflar ve dernekler gibi sivil toplum kurumlarının da öne çıktığı görülmüştür. Birinci grupta yer alan araçlar, Kamu Müdahalesi aracını›, ikinci grupta yer alan araçlar ise Kollektif Kendi Kendine Yardım araçlarını oluşturmuştur.


    Kamu Müdahalesi Araçları: Devlet gücü ile ekonomik ve/veya sosyal bir gelişmenin ortaya çıkardığı sorunların giderilmesi demektir.Ancak zaman içerisinde kamu müdahalesi araçlarında önemli ölçüde de değişim yaşanmıştır. Devlet anlayışında yaşanan değişim, siyasal partiler arasında yaşanan rekabet, devletin (kamu sektörünün) büyümesi, piyasa başarısızlıklarna kamunun müdahale etmesi gerektiği düşüncesi, katılımcı demokrasi anlayışının benimsenmesi, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkları, korunmaya muhtaç kesimlerin (dezavantajlı gruplar) büyümesi, hümaniter, kültürel ve dinî nedenler, kamu müdahalesindeki değişimin temel nedenleridir.
    Yasal Düzenlemeler (Mevzuat): 1982 anayasasının üçüncü bölümünde 41 ila 65. maddeleri arasında düzenlemiştir.Ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı, çalışma ve sözleşme hürriyeti, sendika kurma hakkı, toplu pazarlık hakkı, grev hakkı, ücret adaletinin sağlanması, sağlık, çevre, konut ve sosyal güvenlik gibi alanlar. Türkiye’de sosyal politikanın temel yasal düzenlemeleri içerisinde, 4857 sayılı İş Kanunu ilk sırada yer almaktadır.İlk olarak 1936 yılında düzenlenen ve en son şeklini 2003 yılında alan İş Kanunu, çalışma hakkı ve sözleşme hürriyeti yanında ücreti, kıdem tazminatını, işçinin haklarını, borçlarını ve korunmasını düzenleyen bir kanun olarak en önemli sosyal politika aracıdır.
    Kamusal Politikalar : 5 yıllık planlardır.
    Kollektif Kendi Kendine Yardım Araçları: En önemlileri “sendikalar” ve kooperatifler, vakıflar ve derneklerdir.
    Sendikalar: İlk defa 1961 dir.
    Diğer Kollektif Kendi Kendine Yardım Araçları: Toplumun değişik kesimlerinin, kendi ekonomik ve sosyal durumlarını korumak ve geliştirmek amacıyla oluşturduklar örgütlerdir. Kâr amacı gütmeksizin, gönüllülük esasında ve yardım amaçlı olarak faaliyet gösteren kooperatifler, vakıflar ve dernekler bu araçların en önemlileridir.
    Uluslararası Araçlar: ilk adımlar İngiltere’de Robert Owen’n 1830-1840, Fransa’da Daniel Le Grand’ın 1840-1855 yılları arasındaki çabaları ile atılmıştır. Ancak ilk resmî girişimler, 1881 yılında İsviçre’de başlatılmıştır. İlk akla gelen kurum ILO, UN, AB, OECD, WHO, FAO(gıda ve tarım örgütü).
    İşçi sendikaları ve konfederasyonlarının kurduğu, Dünya Sendikalar Federasyonu ve Milletlerarası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Üçüncü Yol, Yeşiller ve Feminist hareketler.
    Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO): Versay antlaşması ile 1919 da kuruldu. siyasi barışın ancak sosyal barış ve sosyal adaletin sağlanması ile kalıcı olacağı düşüncesi etkilidir. 1944 yılında Filedelfiya Bildirgesi ile amaçları yeniden tanımlanmıştır. emeğin ticari bir mal olmadığı, dernek kurma ve ifade özgürlüğünün ilerlemenin vazgeçilmez bir şartı olduğ¤u, yoksulluğun herkesin refahını tehdit eden bir tehlike olduğu ve her ulusun sorunlarının sosyal diyalog içerisinde ve üçlü katılım yolu ile çözülmesi gerektiğine işaret edilmiştir. 183 üyesi bulunmaktadır. Bu sözleşmelerden 8’i temel insan haklarını ilgilendiren sözleşmeler olarak özel bir öneme sahiptir. Bunlar, 29 Sayılı Zorla Çalışt›rma Sözleşmesi, 87 Sayılı Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunması Sözleşmesi, 98 Sayılı Örgütlenme Hakkının ve Toplu Pazarlık Sözleşmesi, 100 Sayılı Eşit Ücret Sözleşmesi, 105 Sayılı Zorla Çalıştırmanın Yasaklanması Sözleşmesi, 111 Sayılı Ayırımcılık (‹stihdam ve Meslek) Sözleşmesi, 138 Sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi ve 182 Sayılı Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimleri Sözleşmesi’dir. Türkiye 1932 yılında üye olmuştur. Türkiye 56 sözleşmeyi onaylamıştır.
    Diğer Araçlar: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesidir. Avrupa Birliğidir.Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’nu kurulmuştur.
    SANAYi DEVRiMi ÖNCESiNDE SOSYAL POLiTiKA
    feodal ekonomik düzen = kapalı tarım ekonomisi.
    Feodalite,mülkiyet ve egemenliğin birbirine katıldığı siyasal iktidar ile ekonomik iktidarın aynı kişide birleştiği ve dönemin üretim yapısı kadar yönetim yapısını da ifade eden bir kavramdır.
    Korporasyon: Aynı meslek ve sanat dalında faaliyet gösterenlerin üretim birlikleri şeklinde oluşturdukları yapılardır. Toplum hayatı içerisinde emek-sermaye, üretici-tüketici ve fert-devlet ilişkilerini düzenlemek gibi çok yönlü bir fonksiyona sahip olmuşlardır.
    SANAYi DEVRiMi VE SOSYAL POLiTiKA = 18. YY
    önce buhar, sonra elektrik ve gaz. || Newcomen ve Savery = buhar makineleri ||| Franklin 1752 = paratoner, 1754 karbonik asiti bulmuş. 1764 Hagreaves =dokuma. ||| priestley 1774 te oksijeni.
    Adam SMİTH = 1776 liberal doktrin yani Milletlerin Zenginliği.
    Sefalet Ücreti: Emek sahiplerinin elde ettiği ücret gelirinin temel ihtiyaçlar düzeyini karşılamakta yeterli olmadığı en düşük ücret düzeyidir.
    Birinci Enternasyonel: Sanayi Devrimi’nin bafllangıcından itibaren işçi kuruluşlarının bazı hedefler çerçevesinde toplanarak oluşturdukları bir Genel Konsey aracılığı ile işçi sınıfının mücadelesini yönetme girişimidir. 1864 yılında Londra’da toplanan Birinci Enternasyonel uluslararası sendikacılık hareketinin en önemli olaylarından birisidir.
    Liberalizm: temel felsefesini tabiatcılık ve bireyselcilik. “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde sloganları vardır.







    SOSYAL POLİTİKA – GÜZ FİNAL.
    İlk Amerikan Sosyal Güvenlik Kanunu = 1935 ||| En temel sosyal güvenlik: bireysel tasaruftur.
    Dar ve geniş anlamda sosyal politika: temelinde gelir transferi yatar.
    Dar : hastalık, iş kazası, meslek hastalıkları, analık, yaşlılık, malullük, ölüm, işsizlik, aile gelirinin yetmezliği gibi durumların ortaya çıktığı durumlarda telafi edilmesi için gelir artışlarının karşılanması anlamına gelir.
    Geniş : muhtaçlık ve yoksulluk yaratan her türlü duruma karşı korunma garantisi sağlanması anlamına gelmektedir. Fert ve ailelere ekonomik güvence sağlamak, “önlemek, ödemekten ucuzdur” anlaşıyına uygun olarak sosyal güvenliğin önleyici fonksiyonunu güçlendirmek. Kişiliğin serbetçe geliştirilmesi ve insan mutluluğunun arttırılması, amaçlarını da kapsamına tedbirler bütünüdür.
    ILO ya göre İnsana Yakışır İş amacını geliştirme idealidir.
    Sosyal Güvenliği Asgari Normları Sözleşmesi : 102 sayılı , 1952 tarih. ILO nun kabul ettiği ilk ve en kapsamlı sözleşmesi
    Kısa vadeli tehlikeler: hastalık, analık, işsizlik ve iş kazaları.
    Uzun vadeli tehlikeler: malullük, yaşlılık ve ölüm gibi..
    Geleneksel sosyal güvenlik yöntemleri (sosyal yardımlar)
    Bireysel Tasarruflar , Aile içi yardımlaşma, tanıma bilme faktörüne bağlı yardımlaşma(komşuluk, akrabalık, hemşerilik.. kırsal kesimde ve gecekondu bölgesinde daha etkindir), dini sosyal yardımlar (zekat, kurban, fitre) , kurumsallaşmış sosyal yardımlar [orta sandıkları(teavün=sosyal sigortaların ilk örnekleri,öncüsüdür), avarız vakıfları].. sanayi devrimi sorasında sendikalar ve çalışanların kendi aralarında oluşturdukları yardımlaşma sandıkları..
    Modern (günümüz) sosyal güvenlik yöntemleri :
    Sosyal Sigorta yöndemi = primli rejimler olarakda anlandırılır. Riskin dağıtılması prensibine göre işler. Devlet tarafından kurulması,zorunlu katılım esası, katılan ve işverenlerin prim ödemesi, kendi kendine yardım ilkesinin hakim olması, özerk yönetimi olması..
    Devletçe korunma yöntemi : primsiz rejimler olarak adlandırılır. Özürlüler, yaşlılar ve kimsesiz çocuklara eğitim bakım vb.
    Tamamlayıcı Sosyal Güvenlik yöntemeleri : Özel sigortalar..
    İlk Sosyal Sigortalar : Otto Von Bismart tarafından 19 yy son çeyreğinde Almanyada kuruldu.
    Almanya da 1881 de iş kazaları sigortası, 1883 hastalık , 1889 malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları kurulmuş.Almanyayı Avusturya takip etmiş. İşsizlik sigortası : 1907 danimarka.
    İngiltere sosyal sigortalar sisteminden uzak durmuş, Beveridge Modeli üzerine sosyal sigortalarır oluşturmuştur(1942). Sistemin özünü vergiler oluşturur, fertlere karşılıksız asgari koruma sağlamıştır.
    Türkiye de 1945 yılında ilk sosyal sigorta kurulmuştur. 1949 yılında hastalık, 1957 yaşlılık sigortası.. 1964 tarih ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu gerçekleşmiştir.
    1.İhtiyaç faktörü: kendini tehlikelerin zararlarından koruma da en zayıf ve güçsüz durumda olanlar..küçük işyerlerinde ve düşük ücretle çalışanlar öncelikle kapsama alınmalıdır.
    2.Mali imkânlar (ödeme gücü) faktörü: Büyük işyerlerinde, sürekli ve yüksek gelire sahip olanlar prim ödeme güçleri yüksek olduğu için öncelikle kapsama alınırlar.
    3.İdari İmkanlar Faktörü : uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalıların çalışma gün sayıları ve ödedikleri primlerle ilgili olarak uzun dönemli, düzenli ve güvenilir kayıtlar tutulması gerektiğinden şehirlerde, büyük işyerlerinde ve sürekli statüde çalışanlar öncelikle kapsama alınır. Sosyal sigortaların idare olarak örgütlenme gücü yüksek olan yerler öncelikle kapsama alınır.
    4.Baskı grubu (politik) faktör: siyasi iktidarın şekillenmesine göre bazı çalışan grupları örgütleri vasıtasıyla sosyal talepleri siyasi karar mekanizmalarına daha etkin şekilde iletebildikleri için öncelikle sosyal sigorta kapsamına alınırlar.Bu faktöre göre sendikalı işçiler sendikasızlara göre daha önce kapsama alınırlar.
    Enformel sektör: ILO nun 1970 li yıllarda geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde kayıt dışı istihdamın yoğun olduğu sektörleri ifade etmek için geliştirdiği kavramdır.
    Yaşlılık 26.1 - İş kazaları 17.1 – 1.1 işsizlik ile aşağı sahra afrikası..
    Ortalama hayat ümidi : türkiye => erkek:68 , kadın: 72 ; Emekli olma yaşı=> erkek : 60 , kadın = 58
    kronolojik emeklilik yaşı : teknik olarak mümkün değildir. Birçok ülkede 60 olarak belirlenmiştir.
    ILO ya göre ülkede sosyal sigortanın varlığından bahsedebilmek için, nüfusün en az %20si sigortalı olmak lazım.
    SOSYAL DIŞLANMA : ilk olarak fransada 1960lı yıllarda söz edilmiştir.1974 de sosyal işlerden sonumlu devlet bakanı Rene Lenoir tarafından bir kitapta bahsedilmiştir. Fransanın %10 unun toplumdan dışlanmış olduğunu belirtmiştir. ABD de sınıfaltı kavramı kullanılır. Atkinson ve Kintrea = iskelet yapı..
    Sosyal dışlanma biçimleri : ekononik, mekansal, kültürel ve siyasi dışlanma yer almaktadır.
    Sosyal dışlanma, 1990lı yıllarda AB nin gündemine alınmıştır.1990 yılında Avrupa Topluluğu Komisyonu tarafından Sosyal Dışlanmayla Mücadelede Ulusal Politikalar Gözlemevi kurulmuştur. Kadına karşı ayrımcılığın kaldırılma ilk BM de olmuştur.
    Maastricht Anlaşması'na III. Ek Sosyal Politika Protokolü ve Sosyal Politika Anlaşmasında ilk defa resmi belgede yer aldı.
    Amsterdam Anlaşması’nda da AB nin temel hedefi olduğu belirtilmiştir. 136. ve 137. maddelerinde ise sosyal dışlanmaya vurgu yapılmıştır,
    AB de gerçek anlamda sosyal içerme (sosyal dışlanma ile mücadele) stratejisi 2000 yılında yapılan Lizbon Zirvesi ile başlamıştır.Dönüm noktasıdır.
    Zirvede sosyal içerme için Açık Eşgüdüm Sağlama Yöntemi’nin benimsenmesi kararlaştırılmıştır.
    2000 de yapılan Nice Zirvesi’nde Avrupa Birliği Temel Haklar şartı kabul edilmiştir. 34. Madde.
    Anglo-Sakson ülkelerde sosyal içerme politikalarında özel sektör; İskandinav ülkelerinde devlet; gelenekçi güney Avrupa ülkelerinde aile ön plana çıkabilmektedir.
    İnsana yaraşır iş (decent work) = ilk defa ILO da 1999 yılında 87. uluslarasarı çalışma konferasında kamuoyuna sunulmuştur.
    AYRIMCILIK : İlk defa 1878 yılında Anglo-sakson hukukunda bir mahkeme kararında kullanılmıştır.
    Türleri : doğrudan ayrımcılık/dolaylı ayrımcılık,(cinsiyet, yaşı, cinsel yönelim, ten rengi, dini inancı nedeniyle işe almamak, zencileri ve roman çocuklarını restoranta almamak), dolayısıyla ayrımcılık(müslüman birinin hristiyan biriyle evlenmesi durumunda dışlanması gibi), taciz, cinsel taciz, pozitif ayrımcılık(Kota Yöntemi), sistematik ayrımcılık(belli gruplara karşı yapılan ayrımcılıktır.güney afrikada hükümet tarafından zencilere karşı uygulanan ırk ayrımcılığıdır(apartheid) , çoklu ayrımcılık(birden fazla ayrımcılık uygulanan durumdur. Özürlü müslaman veya zenci kadın gibi) ve ters yönlü ayrımcılık sayılabilir.
    Yaş ayrımcılığı ile ilgili düzenleme ilk defa 1967 de ABD de İstihdamda Yaş Ayrımcılığı Kanunu ile yapılmıştır. 40 yaş üstü erkeklerin çalışma hayatındaki düzenlemedir.
    Düzenlemeler : 1945 BM anlaşması. 1948 İnsan hakları evrensel bildirgesi. 1976 ekonomi sosyal ve kültürel haklar sözleşmesi.
    ILO nun düzenlemeleri : Versailles Barış Anlaşması; 1944 Philadelphia bildirgesi; 1998 Temel Haklar ve İlkeler Bildirgesi;
    1958 istihdam ve Meslek Alanında Ayrımcılık Sözleşmesi.
    Türkiye de 1924 anayasasında bu yana birçok yasada yer almıştır. 1982 anayasası 10. maddesi düzenlemektedir.
    Kadın-erkek ücret eşitsizliği ile ilgili ilk düzenleme : Roma Antlaşması. 119. madde.
    ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKEN GRUPLAR: çocuklar, gençler, yaşlılar, özürlüler, göçmenler, azınlıklar, eski hükümlüler, kadınlar, tek ebeveynli aileler ve yoksullar.
    Türkiye de kadın işçileri korumaya yönelik ilk düzenleme : 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapılmıştır.
    ILO 138 sayılı İstihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi’nde en az çalıştırılma yaşı 15 olarak kabul edilmiştir. AB 15-24 yaş arasındakileri genç işçi olarak kabul etmiştir.
    Çocuk ve gençlerin çalıştırılması = ilk 1890 Berlin Konferansıdır.
    Çocuk Çalıştırılmasının Ortadan Kaldırılması Uluslararası Projesi = IPEC = 1992
    Türkiyede çocuk çalıştırılması hk ilk düzenleme 1921 tarih ve 151 sayılı kanun.
    Özürlüler, dünyanın %10udur. Özürlülerin %80 i gelişmekte olan ülkelerdedir.
    50 ve daha fazla işçi çalıştıran özel sektörde %3, kamuda %4 özürlü çalıştırılması zorunludur.çalıştırmayana idari para cezası vardır.
    Eski hükümlülerin çalıştırılması zorunluğu sadece kamu sektörü için geçerlidir. Kamu için %2 zorunluğu vardır.
    dünya nüfusunun %2,6’sının göçmenlerden oluşur. Türkiye de 2006 tarih ve 5543 sayılı İskan Kanunu ile düzenlenmiştir.
    Türkiyede kadınlar çalışmaya ilk = Tanzimat döneminde katılmışlardır.
    Türkiye yabancıların çalışma izni : 4817 sayılı yasa. 2003 tarihli.
    KÜRESELLEŞME : 1980 ler sonrasında..||| brezilyalaşma : kayıt dıyı emek piyasalarının yükselisi.
    Dünya Bankasına : insanlık tarihinin kaçınılmaz olarak yaşanacak safhasıdır.yanlızca bir mal ve hizmet artışı değildir
    Uluslararası Para Fonu: gelişme seviyesi ve siyasi sistemi ne olursa olsun bütün ülkelerin vatandaşlarona daha yüksek bir hayat standardısağlamak için (refah seviyelerini artırmak için) gerçekleşirmek zorunda oldukları istikrarlı bir ekonomik büyüme hedefini birlikte gerçekleşirme sürecidir.
    Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü: küreselleşmeyi; mal ve hizmet piyasaları ile birlikte mali piyasaların da bütünleştiği, ulusal ekonomilerin birbirlerine bağımlılıklarının arttığı çok yönlü bir ekonomik bütünleşme sürecidir.
    Birleşmiş Milletlere : küresel bütünleşmenin ve karşılıklı bağımlılığın artmasıdır ve iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel boyutları olan çok yönlü bir olgudur. Süreç; diğer gelişmelerin yanı sı ra yeni sosyal ve politik hareketlerin doğuşu anlamına da gelmektedir
    Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO): kurum olarak sosyal alana yönelik etkilerini öne ç›kararak küreselleşmenin ileri sürülen olumlu sonuçlar yanında toplumlar ve ülkeler arası eşitsizlikleri artıran, sosyal sorunları derinleştiren etkileri de olan bir süreç olarak tanımlamıştır.

    FARKLI YAKLAŞIMLARA GÖRE KÜRESELLEŞME:
    Aşırı küreselleşme (hyperglobalist) : küreselleşme geleneksel kavramlarla açıklanamayan “yeni bir çağın” adıdır. herkesin refanısı arttıracağırı ileri sürenlerin yanında, herkes için değil, ilet bir azınlığın yararına olduğunu iddia edenlerde vardır.
    Şüpheciler (skeptical): şüphecilere göre küreselleşme ekonomik bakımdan bütün ülkeleri kapsayan dünya çapında bütünleştirici bir sonuç doğurmamıştır. Ekonomik faaliyetler belirli ülkeler ve ülke gruplarından oluşan bölgelerde yoğunlaşmıştır. Nitekim dünya ekonomisinin % 80’ine 33 üyesi bulunan OECD ülkeleri hakimdir. Küreselleşme, olumsuz sosyal sonuçlar yaratmanın yanı sıra ulus devlet ve ulus devletin geliştirdiği sosyal devleti de zayıflatmaktadır.
    Dönüşümcüler (transformationalist) : küreselleşmeyi nimetleri ve külfetleri; fırsatları ve tehditleri ve nihayet olumlu ve olumsuz sonuçları ile birlikte değerlendirmek gerektiğini ileri sürmektedirler. Küreselleşmeye, kaçınılmaz teslim olunması gereken bir süreç olarak değil, ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçların giderilebilmesi için müdahale edilmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi gereken bir süreç olarak bakmaktadırlar.
    Ar-ge de Çin %54 ile birinci sırada. Sonra ABD, 3. sırada japonya.
    Ar ge harcamalarının GSYİH e oranı en yüksek ülke : %3,7 ile israil'dedir. Diğer ülkelerin ortalaması : %2
    1995 BM nin Kopenhag da düzenlediği = Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi dönüm noktasıdır.
    Sosyal devlet : 1945 – 1975 yılları arasında ikinci dünya savaşı sonrasında 30 yıllık dönemde ortaya çıkmıştır.




  • İnkilap Tarihi – Güz dönemi – vize

    Duraklama dönemi: kanuni ; sokullu mehmet paşanın ölümü (1579)
    1639 = kasrı şirin. Bugünki İran -türkiye sınırı ; 1718 =pasarofça (sırbistanın büyük kısmı kaybedildi)
    1669=girit fethi ; 1683 =viyana kuşat. ; Kıbrıs fethi = II. selim
    1699= karlofça(osmanlı macaristandan çekildi,çok toprak kaybetti) en ağır anlaşma
    1774 = küçük kaynarca anlaşma. Rusya-osmanlı arasında. Kırım kaybediliyor. En ağır 2. anlaşma
    1792 = Yaş anlaşması ; kırım ı alma ümidi tamamen bitti
    halep defterdarı Gelibolulu mustafa ali efendi 1581 = usulül hikem fi nizamil alem = eski kuralların terk edilişi, askeri ve teknolojik alanda geri kalmışlığı bildirmiş.
    Bosnalı Bilgin Hasan Kâfi 1595’te yazdığı Usûlü’l-Hikem fi Nizami’l-Âlem
    Manisalı Defter Emini Aynî Ali, Risale-i Vazife-haran ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman
    Kâtip Çelebi ise Mizanü’l- Hak fi ihtiyari’l-Ehakk =medreselerin bozulması sorununu dile getirmiş.
    Aydınlanma çağı = 17.yy LALE DEVRİ = 1703-1730 1746= yalova kağıt fabrikası
    Nizamı cedid (yeni düzen) = 1793. III. Selim. Yeniçeri Ocağının kaldırılması, ulemanın nüfuzunun kırılması, şeyhülislamların siyaseti yönlendiren fetvalarına son verilmesi, Avrupa’nın ilim, sanat, askerlik, ziraat, ticaret ve medeniyet hayatında yaptıkları yeniliklerin Osmanlı Devleti’nde de uygulanması” amaçlandı.
    1795 kara mühendishanesi ||1792 londra da,1797de paris,viyana, berlinde daimi büyükelçilik açıldı.(3. Selim)
    Senedi ittifak = 7 ekim 1808 =anayasallaşm sürecindeki ilk belge
    ilk milliyetci isyan = sırbistan
    Vaka-i Hayriye = 1826 YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI
    yeniçeri kaldırılınca, Asakiri mansurei muhammediye kuruldu.
    İlk türkçe gazete= Takvimi Vekayi-1831||| Nüfüs sayımı, ilk karantina, posta teşkilatı = II. Mahmut
    Hünkar iskelesi Ant. Rusya ve avrupa devletlerinin osmanlıya siyasi müdaheleye izin verir.ruslar boğaza iner
    Balta limanı ant. İngiltereye iktisadi bağımlılık sürecini başlatmış. 1838
    3 kasım 1839 Tanzimat fermanı. Vatandaş statüsü gelmiş.yeni kanunlara ihtiyaç duyulduğunu ve meclisler eliyle karar alma ve idare etme tercihine sahip olma. GÜLHANE HATT-I HÜMAYÜN
    Meclisi Ali-i Tanzimat. Meclis-i Ahkam-ı Adliye. Şura-yı Devlet ile halk yönetime katılmıştır.
    Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye kurulmuş. Hem yasama hem yargıya bakmış, işler artınca yargıya Meclis-i ahkam-ı adliye ; Yasama içinse Meclis-i Ali-i Tanzimat (diğer adıyla Meclisi Tanzimat)
    danıştayın başlangıcı = Şura-yı devlet 1868
    Muhassıllık meclisleri = alınacak vergilerin miktarını saptamak ve onların düzenli toplanmasını sağlamak. seçim akla gelmeli. Akıllı – söz anlar – emlak sahipler sıfatlarına haiz 20-50 kişi olacaktır. OSMANLI HALKI İLK DEFA OY KULLANMIŞTIR.
    Vilayet Meclisi : 1864 vilayet nizamnamesi. Ülke idaresini vilayet, sancak, kaza ve köy diye ayırmıştır.
    Mülki amir – memurlar ile ruhani liderler tabii üyeler. 2 kişi gayrimüslim – 2 kişi müslüman
    Paris antlaşması : (ISLAHAT FERMANI) rusyanın güneye inmesine set çekmiş. Osmanlı avrupa devleti sayılmış, avrupa hukukundan yararlanması, toprak bütünlüğünün avrupa devletlerince garantiye alınmış olması.
    1843 yılında askerlik yaşı: 20 olmuş. Askerlik 5 yıl.Askerliği bitirenlerde 7 yıllık süre redif(yedek) asker oldu
    Tanzimat fermanı: bütün tedbirler alındığında 5-10 sene zarfında osmanlı eski gücüne kavuşacaktır. Eskiyi bütün bütün ortadan kaldırmak ve değiştirmek
    Hasta Adam :1815 Viyana kongresinde yaşasın mı yaşamasın mı konuşulmuştur.
    Duyun-ı Umumiye İdaresi. Devlet içinde devlet anlamı vardır.

    93 Harbi :1877-1878 Osman Rus harbi. Paris antlaşması ile karadenize inmesi engellenen rusya 1871de bu maddeyi tanmadığını ilan etmiştir.23 aralık1876 tersane konferansı'nda sırbistan,karadağ ve romanya ya bağımsızlık verilecek.bulgaristan özerk hale gelecektir.Osmanlı kabul etmezse, zorlamayla kabul ettirilecektir.
    Osman kabul etmemiş ve 93 harbi başlamış ve ağır yenilgi almıştır. Rusya batıdan yeşilköy e kadar, doğuda erzurum'a kadar girmiştir.erzurumda nene hatun direniş göstermiştir. Genel olarak zorda kalan osmanlı Ayastefanos (yeşilköy) anlaşması yapmıştır. Anlaşma gereği sırbistan, karadağ, romanya ve bulgaristan bağımsız olacak; kars, ardahan, artvin ve doğu beyazıt ruslarda kalacak. Bu sonuçlarda avrupalı devletlerde baskı yapmış, yeni bir anlaşma, Berlin Anlaşması yapılmış. Ayastefanos (yeşilköy) anlaşması rafa kaldırılmış. İngiltereye kıbrısta üst verilmiş. Bulgaristan hariç,bağımsız devletler aynı kalmış. Doğu beyazıt osmanlıya geri verilmiş. İki katı tazminat ödemiştir. (60 milyon lira). Bulgaristanın bağımsızlığına karşılık 5 milyon tl düşülmüş.
    Yeni osmanlı harekatı: Şinasi- Namık Kemal – Ziya Paşa ve Ali Suavi. Gazete çıkarmışlardır.
    1876 Kanuni esasisi (anayasa) = tarihte okuduğumuz İngiltere gibi güçlü olacaktı.
    ÖZELLİKLERİ: egemenlik padişahta olacak ve yaptığı işlerde sorumlu olmayacaktı. 50Bin nüfuslu yere 1 mebus düşer,dokunulmazlığı vardır. Meşruti monarşi diyebiliriz. 80 müslüman, 50 gayrimüslim mebus seçilir. Müslim-gayri müslüm mebus oranında denge olmadığı ortaya çıkıyor. 1878 de fesediliyor.
    Atatürk tarafından da Şam da Vatan ve Hürriyet Derneği kuruldu.
    İslam resmi din olarak kabul edildi, okullara din dersi konuldu, padişah islamın koruyucudur.
    1855 ilk telgraf hattı kırım savaşı sırasında çekilmiş, II.Abdülhamit döneminde 30bin km fazla hat çekilmiş.
    Özel öğretim geldi ve ilköğretim zorunlu oldu. Anahtar rol eğitim. Rüştiye, İdadiye, sultaniye okulları artmış.
    II. MEŞRUTİYET. 1908
    1879 Maarif nezareti kurulmuş.1914 miladi takvim kabul edilmiş.
    1912 seçimleri ilk çok partili seçim ve ilk erken genel seçim. (tarihte sopalı seçim olarak geçer)
    Kadının sosyal hayatta layık olduğu yeri alabilmesi için çaba gösterilmiş.filmcilik,kütüphane,coğrafya vb..
    1916 İsviçre Medeni kanunu alındı.
    Şer-i mahkemeler şeyhülislamdan alınarak adalet bakanlığına bağlandı. 1917
    Trablusgarp savaşı : italya – türkiye 1911. Uşi antlaşması ile kuzey afrika gitmiştir.
    I.Balkan savaşı : 1912 de karadağ ın savaş ilanı ile başlar. Lonrda antlaşması ile osmanlı balkanlardan çıkarılmış. Balkan devletlerinin aralarında anlaşılamaması sonucunda II. Balkan savaşı başlamış, osmanlı kırklareli ve Edirne yi geri almıştır.
    29 eylül 19013 istanbul antlaşması ile edirne, kırklareli ve dimetoka Osmanlıya kalmıştır. Türklere eşitlik hakkı verilmiş, 4 yıl içinde türkiyeye göç hakkı verilmiştir.Müslümanlar müftülerini seçebileceklerdir.
    1913 atina antlaşması ile girit yunanistana bırakılmıştır.
    En uzun ömürlü meclis :1914 meclisi mebusan
    Romanya I. Balkan savaşında yer almamıştır.
    Sanayi inkilabi = 18.yy
    ingilterenin, osmanlının yanında olma sebebi hindistan,uzakdoğuya giden yolu ele geçirmek istemesindendir
    Üç imparatorlar ligi : 1871 yılında Alman, avusturya-macaristan, rus isparatorları
    en başarılı misyonerler : ABD ve ingiltere
    ermeni kanunu : 27 mayıs 1915





    İnkilap Tarihi – Güz dönemi – Final.
    Mondros = rauf orbay başkanlığında 1918 de imzalandı. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıyla Toros tünellerini işgal edecekti. Osmanlı Ordusu terhis edilecek, eldeki silah ve mühimmat teslim edilecek, küçük gemiler dışında donanma İtilaf Devletleri gözetimine bırakılacaktı. Antlaşmanın en ağır maddesi ise İtilaf Devletleri’ne “güvenliği tehdit edecek bir durum ortaya çıktığında” ülkenin dilediği yörelerini işgal imkânı tanıyan ve Osmanlı Devleti’nin hükümranlık hakkını fiilen bitiren yedinci maddesi idi. Amaç Ermeni devletini kurmaktı.
    Mondros Mütarekesi, asl›nda bir çaresizlik ve teslimiyetin ifadesi idi.
    Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal Paşa’ya göre; “Osmanlı Devleti bu mütareke ile kendisini kayıtsız ve şartsız düşmanlara teslim etmeye razı olmuştu”.
    Vilayeti Sitte : Van, Elazığ, Diyarbakır , Erzurum, Sivas ve Bitlis. Yani doğu ve güneydoğu anadolu.
    400binlik osmanlı ordu, atatürk ve diğer paşalar karşı çıkmasına ragmen 50bine düşürüldü.
    ingilizler, Musul ve iskenderun’u işgal ettiler, Boğazlar ve istanbul’a itilaf donanmaları demir attı. Kısa sürede işgaller genişledi. ingilizler; Batum, Kars, Antep, Marafl, Hatay ve Konya’yı Fransızlar; Dörtyol, Adana, Mersin ve Afyonkarahisar istasyonunu, italyanlar ise; Antalya, Burdur, Muğla, Marmaris, Bodrum, Fethiye ve Konya istasyonunu işgal ettiler.
    15 Mayıs 1919 da yunanlılar İZMİR e çıktı. Osman Nevres (Hasan Tahsin) ilk kurşunu sıktı.
    İşgallere karşı işgal tehlikesi olan yerlerde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Kuruldu.
    Kars Milli İslam Şurası : Yakup şevki paşa, 1918.
    Vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kurulmuştur. 1918
    Trakya Paşaeli Müdafaa-i Heyeti Osmaniye Cemiyeti : 1918 ; Cafer Tayyar Bey.
    İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti : 1918 , Nurettin Paşa.
    Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Cemiyeti kuruldu. : Rum pontuslara karşı kuruldu.
    Adana Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kuruldu: fransızlara karşı kuruldu.
    Anadolu Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri : Kadınların kurduğu.
    Pontus Rum un amacı Megali İdea yı gerçekleştirmekti. Entiki Etarya ve Mavri Mira doğu trakya ve istanbulu yunanistana katmaya çalışmaktaydı. Hınçak ve Taşnak, doğu anadoluyu Ermenistana katmaya çalışıyordu.
    Bazı Türk ve Müslümanlarda Kürdistan Teali Cemiyeti, ‹ngiliz Muhipler Cemiyeti ve Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurmuştu.
    Amasya Genelgesi : Vatanın ve milletin istiklali tehlikededir. İstanbul Hükümeti sorumluluğunu yerine getirmiyordu. Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı. Etki ve denetimden uzak milli bir kurulun varlığı zaruridir. Sivas ta Milli kongrenin yapılması kararlaştırıldı. Meselenin sır gibi saklanması gerekmektedir. Doğu illeri adına Erzurum kongresi yapılacaktır.
    İlk defa MİLLİ HEYET ve MİLLİ BİR KONGREDEN bahsedilmiştir. İlk demokrasiye dayalı yapılanmadır.
    İstanbul Hükümeti bu durumdan memnun olmadı ve Atatürk görevinden azledildi. Atatürkte istifasını verdi. Kazım Karabekir bağlılığını iletti. Kazım DİRİK bey de bağlı kalmadı.
    Erzurum Kongresi : kongre Atatürkü Heyeti Faale Başkanlığına getirdi. Bu durum Atatürkü bağrına basan ilk sivil kuruluş idi.
    Vatan bütündür, ayrılamaz. Hristiyanlara ayrımcılıklar verilemez ancak kazanılmış haklara da saygı gösterilecek. İşgal emeli taşımayan devletlerden yardım alınabilecek. Hükümet, Meclisi mebusanı toplayarak hükümet işlerini meclisin denetimine alınacaktı
    Kongreyle Misakı Milli nin şekillendiği, Milli İradenin hakim olacağı yeni bir yönetimin arzu edildiği görülmektedir.
    Sivas Kongresi : bazı kişiler “ehveni şer” olarak amerikan mandasını istediler. Atatürk ise manda asla kabul edilemez dedi. Sivas kongresi Manda yı reddetti. Erzurum kongeresinde ki kararlar aynen kabul edildi. Mondros imzalandığı tarihteki sınırlarımız savunuluyordu. Tüm cemiyetler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” diye tek çatı altında toplandı. Kongre “İrade-i Milliye” adıyla bir de gazete çıkardı. Misaki Milli ana hatlarıyla kabul edildi.
    Amasya protokolü : istanbul Hükümeti, Heyeti Temsiliye'yi resmen tanıdı. Protokole göre, Paris Barış Konferansı’na gidecek heyetin seçiminde Heyet-i Temsiliye’nin tercihleri dikkate alınacak.
    TBMM nin açılışı : 23 Nisan 1920 de kuruldu.
    Sevr anlaşması (Ölüm Fermanı): 10 Ağustos 1920, Damat Ferit Paşa Hükümeti imzaladı. meclis ve padişah tarafından onaylanmadığından, sadece bir proje olarak kalmıştır.
    Asker kalmadığı için gönüllüler askeriyeye katıldı. 1,5 yıl sürece işgale karşı koydular. = Kuvayi – Milliye.
    Doğu cephesinde Kazım Karabekir paşa ile Ermeniler savaşmış, ermeniler kaybedince Gümrü Ant. Yapıldı. TBMM nin ilk başarısı.
    Gürcistana nota verilerek, kars,ardahan ve batumu geri istedik ve geri aldık.Doğu sorunu bittiği için doğu cephesi ordusu, batıya kaydırıldı.
    Güney cephesi : fransızlar çukurova bölgesini; ingilizler Antep, urfa , maraşı işgal ettiler.
    Batı Çephesi : yunanlıra karşı. Ayvalık ta 172. Alay Komutanı Ali Bey (Çetinkaya) ve türk ordusu büyük direniş gösterdi. Bu direniş İstiklal Savaşı’nda bir ordu birliğinin ilk silahlı mukavemeti olarak kabul edilir. 30 Haziran’da Aydın’ın geri alınmasıyla sonuçlandı. Bu başarı modern silah ve techizata sahip üstün sayılı Yunan işgal kuvvetlerine karşı Batı Anadolu’da Kuva-yı Milliye’nin ilk zaferi olması dolayısıyla fevkalade önemlidir.
    Düzenli Ordu Dönemi : 1920 de kuvayi milliye tasviye edilmeye başlandı ve düzenli orduya geçildi.
    Düzenli Ordunun muharebeleri :
    İnönü Muharebeleri : yunanlılara karşı. Düzenli ordunun batı cephesinde ki ilk zaferi. Yunanlılar yenilgi olarak kabul etmeyip “taaruzi keşif” demişlerdi. TBMM hükümeti Londra konferansına daveti sağlanmıştır. Yunanlılar Londra konferansının sonucu beklemeden hemen yeniden saldırıya geçti. Türk ordusu hazırlıklı olduğu için yunanları yeniden yendi (2. İnönü savaşı) Yunanlılar da şehirleri yağmalayarak geri çekildi.
    Kütahya ve Eskişehir muharebeleri : Türk ordusu yunanlılara karşı dayanamayıp geri çekildi. Eskişehir de savaş devam ediyordu. Meclisin Kayseri ye taşınması gündeme alındı. Atatürk Tekalif-i Milliye emrini yayınladı. Yani parası sonradan verilmek üzere yemek-giysinin %40ına, araçların %20'sine el konulacaktı. Yani artık son imkanları kullanma aşamasına gelindi. Yunanlılar ankaraya ilerliyordu, bıçağın kemiğe dayandığı noktada Sakarya Meydan Muharebesine hazırlıktı.
    Sakarya Meydan Muharebesi : yunanlılar 23 Ağustos ta Sakarya da Türk ordusuyla temasa geçti. 22 gün 23 gece sürdü. 3 aşamaydı: 23-31 Ağustos arasında Yunanlar sürekli taarruzda bulunup Türk kuvvetlerinin güçlü bir direnişle karşlılık verdiği çarpışmalar. İkinci aşama 1-5 Eylül arasıdır ki bu süreçte Yunanlar bazı tepeleri ele geçirmiş ve Türkler aleyhine bazı gelişmeler olmuştur. Bu günlerde Mutafa Kemal Paşa’nın askerlik literatürüne giren; “Hatt-ı Müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez” sözü Türk ordusunun temel stratejisi olmuştur. Son aşama olarak görebileceğimiz 6 -12 Eylül, artık Türk kuvvetlerinin üstünlüğü ele alıp taarruza geçtiği günlerdir. 10 Eylül’de başlayan Türk taarruzuna dayanamayan, Yunan ordusu perişan bir şekilde dağılmış ve 13 Eylül’de Sakarya’nın doğusunu tamamen boşaltmıştır.
    Mustafa Kemal Paşa’n›n ifadesiyle “Sakarya Melhame-i Kübrası”. Haçlılara karşı geri çekilmenin durması anlamına geliyordu. Sevr i gerçekleştirmek isteyenlerin ümitleri kırıldı. Fransa itilaf devletleri içinde ilk önce Ankara Hükûmeti’nin başarılarını kabul eden ülke oldu ve 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Ant. ile savaştan çekildi. Fransızlarla imzalanan bu antlaşma ile Hatay meselesi hariç aşağı-yukarı bugünkü Suriye sınırları çizilmiş oldu. Atatürk e Gazi ve Mareşal ünvanı verildi. Sıra Büyük Taarruz ile yunan işgaline son vermeye gelmişti.
    Büyük Taarruz ve Mudanya Mütarekesi : Sevri gerçekleştirmek için yunandan ümidi kesen itilaf devletleri, Türkiyeyle anlaşmak istiyorlardı. Yunanlılarda toparlanabilmek için bu teklifi kabul etmişti. Türkiye ise prensip olarak barıştan yana olduğunu belirtmekle birlikte, mütareke için haklı olarak Anadolu’nun boşaltılmasını şart koşmufşur. Şuur altına Sevr hedefi yerleşmiş olan İtilaf Devletleri ise bu şartı kabul etmemişlerdir. Büyük taarruz 26 Ağustos 1922 de Türk ordusunun topcu atışıya başladı. Yunan ordusu 5 gün gibi kısa bir sürede bozguna uğradı. Atatürk de düşmanın toparlanmısa izin vermemek için “Ordular İlk hedefiniz Akdeniz, İleri!” emrini verdi. Türk ordusu, İzmir’e doğru hızla çekilen Yunan ordusunu takip etmeye başladı. Türk ordusu nihayet 9 Eylül günü izmire girdi. Anadolu da yunan askari kalmamıştı ama Trakya halen işgal altındaydı. İtilaf Devletlerinin araya girmesiyle 11 Ekim 1922 de Mudanya Mütarekesi imzalandı. 15 Ekim’den itibaren çatışmalar duracak, Yunanlar 15 gün içinde Doğu Trakya’yı boşaltacaklar ve 30 gün zarfında Trakya Türk memurlarına devredilecekti. Barış antlaşması imzalanıncaya kadar itilaf kuvvetleri miktarlarını artırmamak şartıyla bulundukları yerlerde kalabileceklerdir. Mudanya Mütarekesi, Türk İstiklal Savaşı’nın Türk zaferiyle sonuçlandığını gösteren ilk diplomatik ve siyasi belge olması bakımından fevkalade önemlidir. Mütareke yurt içinde büyük coşku ile karşılanmıştır. Mudanya konferansına Yunanistan katılmamıştır.
    İstiklal Savaşının Lojistik Kaynakları :
    Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri vasıtasıyla yardımlar toplanıyordu. Oktruva (kontrol) vergisi getirildi. Men’-i müskirat, Men’-i israfat kanunları ile keyif ve israfın önüne geçilerek tasarruf yapılmaya çalışıldı.
    23 Nisan 1920 günü TBMM açıldı. Sinop Milletvekili Şerif Bey, Büyük Millet Meclisi ifadesini kullandı. 11 kişiden oluşan İcra Vekilleri kuruldu. Hükümete de İcra Vekilleri Heyeti adı verildi. Böylece İmparatorluk’tan Millî Devlet’e geçişi sağlayacak icra organı oluşturulmuş oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir de Teflkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) yaparak kurulacak devletin dayanacağı temel ilkeleri belirledi. Temel düşünce halkcılık. Meclisin adının “Meclis-i Kebir” veya “Meclis-i Kebir-i Milli”, Türk Ocağı yanlıları “Kurultay” Osmanlıcılar ise “Meclis-i Mebusan” olmasını istiyordu. Milliyetçi ve inkilâpçı milletvekilleri ise Meclisin adının “Büyük Millet Meclisi” olmasını istiyorlardı. Şerif Bey de Meclisi açış konuşmasında “Büyük Millet Meclisini aç›yorum” cümlesini kullanmıştı. TBMM nin en belirgin özelliği İhtilalcı olmasıdır.
    Yeşil ordu: İslamcı sosyalizmi savunmuşlardır. Nizamnameyi yayınlamışlardır. III. Enternasyonale başvurmuş fakat olumlu-olumsuz yant alamamıştır. Daha sonra hükümetce kurulan Türkiye Komünist Fırkasına kaydolmuşlardır.
    Halk Zümresi : Halkçılık. amacı; ülkede kayıtsız koşulsuz halkı egemen kılmak, çağın koşullarına ve halkın ihtiyaçlarına göre gerekli olan yenilikleri yapmak ve gerekli kurumları oluşturmak, İslamiyet’in kutsal esaslarına dayanarak halkı asrısaadetteki mutluluğa ulaştırmaktı.
    Islahat grubu: egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesini, halkın kendi işlerini doğrudan doğruya kendisinin yürütmesini amaçlamaktadır. Vergilerin azaltılmasını, tutumluluk gösterilmesini, bütçenin denk olmasını, herkesin okur yazar olmasını, her ilde öğretmen okulu açılmasını, köylere öğretmen gönderilmesini istiyorlardı.
    İstiklal grubu : Atatürk e hayranlık duyan 30-40 vekil kurdu. Kurdular. Mecliste “Terakkiperver- Milliyetperver” akımı temsil edeceklerini açıkladır.
    Tesanüd Grubu: Mutedil milliyetperver” milletvekilleri tarafından kurulmuştu. Amaçları›; adı›ndan da anlaşılacağı gibi mecliste milletvekilleri arasında dayanışmayı sağlamayı amaçlamıştı. Mecliste en örgütlü grup olarak tanınmış, partileşmeyi düşünmemiştir. Bu nedenle de siyasi program yapmamışlardır.

    Müdafaa-i Hukuk Grupları :
    Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu (Birinci Grup); (İkinci Grup)
    siyasal partiler Amerikan Bağımsızlık Savaşndan sonra ortaya çıkmış, Fransız İhtilali’nden sonra yaygınlım kazanmıştır.
    Osmanlı Ahrar Fırkası Türk tarihinde parti adıyla kurulan ilk siyasal parti.
    Türkiye Kominist Fırkası : Mustafa Kemal Paşa, partiyi kuran kişileri “en kıymetli, en namuslu, en vatanperver” kimseler olarak nitelemişti.
    Cumhuriyet Halk Fırkası : 9 Eylül 1923 te kuruldu. Halk Partisi (Fırkası), 10 Kas›m 1924’te alınan grup kararı doğrultusunda adının başına Cumhuriyeti ekleyerek Cumhuriyet Halk Partisi adını aldı. 1927 Kongresi’nde Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik ilkelerini benimsediği dikkati çekmektedir. Daha sonra Devletçilik ve İnkılâpçılık da eklenmiştir. Nutuk burda okunmuştur. Atatürk Ebedi Başkan, İsmet İnönü de Değişmez Genel Başkan olmuştur.
    Büyük Millet Meclisinin yaptığı ilk anayasa :Teflkilat-ı Esasiye Kanunu. Temelinde Mustafa Kemal Paşa’nın hazırladığı halkçılık programı. 1921
    TC nin ilk partisi : Halk Fırkası. ||| bolşevizme yönelen ilk grup : Yeşil Ordu.
    Azınlıklardan Sehak Efendi : 1859; İlm-i Tedbiri Tenzil. Padişah Abdülmecide vermiştir.
    1879 yılında Ahmet Mithat , Ekonomik Politik kitabını yayınlamış. Osmanl› ekonomisinin nasıl yağma edildiğini anlatmış.
    Osmanlı Devleti’nde ilk iktisat kitabının yazılması ve basılması 1881’de Ohannes Efendi tarafından gerçekleştirildi. (Adam Smithin görüşlerini tekrarladı) Sanayileşmeyi kaynak israfı sayıyorlardı.
    Avrupa da kişi başına gelir =170 $ , Osmanlıda ortalama =44$ ; İstanbulda =66 $, Irakta =35$ dı.
    1914 yılı sonuna göre başl›ca büyük kentlerin nüfusları Şöyledir: İstanbul 1.122.000, İzmir 198.000, Bursa 76.000, Adana 64.000, Konya 49.000 ve Ankara 27.000. Görülüyor ki İmparatorluk’un bugünkü anlamda tek büyük kenti vardı oda İstanbul idi.
    Küçük sanayi teşvik ve yerli malını koruma amacıyla 1913’de “Geçici Sanayi Kanunu” çıkarıldı. Ancak bu yasadan çoğunlukla azınlıklar ve yabancılar yararlanmıştır.
    1913-1915 sanayi sayımına göre tüm işyerlerinin % 50 den fazlası İstanbul’da toplanmıştı.
    İlk elektrik enerjisi istasyonu 1902’de Adana’da kuruldu. Cumhuriyet Dönemi’nde ilk elektrik santrali 1948’de Etibank kurdu
    19.7.1920 tarihinde Ankara Hükûmeti’nce bir İşletme Umum Müdürlüğü kurulmuştur.
    Türkiye’de 1000 civarında otomobil vardı. Bunların 800 tanesi İstanbul’daydı.
    Galata Köprüsü = 1878 , II. Abdülhamit zamanında yapıldı. ||| Düzenli Posta teşkilatı = 1840 da kuruldu.
    Dış ticarette İngiltere ve Fransanın payları düşerken; Almahya , Avusturya – Macaristan , İtalyanın payları artmıştır.
    Osmanlı-Alman ticari ilişkilerinde dönüm noktası sayılacak olay, 1898 sonbaharında II. Wilhelm’in II. Abdülhamid’i İstanbul’da ziyaret etmesidir. Almanya İmparatoru, Alman mallarının tercih edilmesini istemiştir.
    Osmanlılarda ilk para 1327’de Orhan Beyde kestirilen, gümüş akçedir. Sonra FSM 1479 da ilk Osmanlı altın lirasın olan Sultani'leri bastırdı. 1809 yılında “Beşlik” , “Altılık” diye yeni paralar çıkmıştır. İlk kağıt para =1915 te tedavüle çıktı.
    Osmanl› Devleti’nde ilk kâğıt para uygulaması, yani “Kaime”, 1840 yılında gerçekleşti. Devletin piyasaya sunduğu bu Kaimeler geri ödemeli ve %8 faizliydi. kötü para iyi parayı kovar” kuralına uygun olarak Akçe’ler piyasadan çekildi yerine “Kaime’ler egemen oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun para sistemi üç farklı para biriminden oluşuyordu. Altın ve gümüş sikkeler ile konvertibl banknotlar dolaşımdaydı.
    İlk Banka Bank-ı Osmani (Ottoman Bank) . İkinci yabancı banka = Kredi Lyone. Deutsche Orient Bank ve Deutsche Bank da ülkeye geldiler. Yerli sermayeyle açılan ilk banka = İtibari Milli Bankası = 1917
    Devletin temel gelir kaynağı şeri vergilerdir.
    Osmanlı maliyesi 1881 yılında yürürlüğe giren “Muharrem Kararnamesi’ ile Düyun-u Umumiye İdaresinin denetimine gird. 1876-1909 yılları arasında Osmanlı Devleti’ni yöneten II. Abdülhamid’in bu kararnameyi imzalamasıyla ülke resmen yarı sömürge oldu.
    1920 yılı Bütçe gelirlerinin dağılımı; %30 Aşar, %23 gümrük, %11 ağnam, %9 tuz vb. vergi gelirleri biçimindeydi.
    17 fiubat - 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan kararlara uygun olarak, hükûmet ilk ulusal ticaret bankamız olan Türkiye İş Bankas›’nın 1924’te faaliyete geçmesini sağlamıştı›r. Ardından sanayi alanında kredi vermek üzere 1925 y›l›nda Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştu. Aşar vergisi kaldırıldı. 1927 de Teşviki Sanayi Kanunu getirildi.
    Nüfusun %80-85 i tarımda çalışmaktaydı. Türkler ekonomik faaliyetlerde II. Meşrutiyetten sonra ilgilenmeye çalıştılar. Hristiyanlar askere alınmaz, bedel ödellerdi.
    Niş Valiliğinde Memleket Sandığı ile Ziraat Bankasının temeli atıldı. 1888 de Ziraat bankası açıldı. 1868 İstanbul Emniyet Sandığı.
    “tekalif-i milliye emirleri” = İstisnasız her evin gücü ölçüsünde katkı sağlayacağı emirlerdir.
    Ülke içinde gümrük birliği = 1873
    İlk demir yolu imtiyazı 1856’da İ‹ngiltere’ye İzmir-Aydın hattı için verildi.

    Lozan Konferansı : Türk tarafının isteği üzerine Boğazlar konusunu görüşmek için Rusya, Ukrayna , Gürcistan davet edildi. Müttefik devletler, Türkler arasında ikilik çıkartmak için Hem Ankara Hükümetini, hemde İstanbul Hükümetini çağırdılar. İstanbul Hükümeti de (Tevfik Paşa) , TBMM ye gönderdiği mektupla konferansa birlikte katılma talebinde bulundu. Bu teklif TBMM de şiddetle tartışmalara sebep oldu ve 1 Kasım 1922 de Saltanat kaldırıldı. Böylece başka devletler, İstanbulda muhatap alacağı hiçbir makam ve merci bulunmayacaktı. Son Osmanlı Hükümeti de topluca istifa edince, dayanacak bir gücü kalmayan Vahidettin, 1922 de İngilizlerin Malaya zırhlısı ile İngilterenin himayesine geçmiştir. Lozan'a da Mudanya ya katılan İsmet Paşa katıldı. Lozan Konferansı’nda meseleleri incelemek üzere üç komisyon kurulmuştur. I. Komisyon, topraklara, askerliğe, boğazlara; II. Komisyon Türkiye’de yabancıların tabi olacağı rejime; III. Komisyon ise iktisadi ve mali meselelere ait konulara bakacaktı. 8 ay sürmüş ve anlaşmayı Türk Heyeti imzalamamış, Türkiyeye dönmüştür.
    İtalyaya 12 ada verilmiştir. Konferans 23 Nisan 1923 de yeniden başlamıştır. Türkiyeyi yine İsmet Paşa temsil etmiştir. Musul sorunu çözülememiş, ileriye bırakılmıştır(daha sonra Ankara Ant. İle 1926 Irak a bırakılacaktır). Boğazlar konusunda boğazların sınırı ve Marmara denizindeki adalar silahsızlandırılacaktı, bu da Türkiye nin egemenlik hakkını sınırlandırıyordu. Bu durumu istemeyen Türkiye 1936 yılında Montreux Boğazlar sözleşmesi ile boğazlar meselesini isteği doğrultusunda çözülecektir. Azınlıklar konusu Türk tarafının istedi doğrultusunda halledilmişti (genel af yok, ermeniler için ulusal yurt ifadesi kabul edilmemiş, azınlıkları askerlikten muaf tutmayı reddetmiştir). Lozan 23 Ağustos 1923 de de imzalanmış, 1924 de yürürlüğe girmiştir. Türk Milleti bağımsızlığını tüm dünyaya ilan etmişti.
    İstanbulun kurtuluşu : 6 Ekim 1923. ||| Ankaranın başkent olması : 13 Ekim 1923
    Saltanatın Kaldırılması : 1 Kasım 1922




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • bi uplayım. belki birinin işine yarar..
  • rezerve alayım, lazım olur belki.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ – BAHAR DÖNEMİ - VİZE
    31 Temmuz 1959’de bu hareketin en önemli örgütlenmesi olan Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET, bugünkü adıyla Avrupa Birliği’ne) başvurmuştur. AET, İlk akdi ilişkini yunanistanla kurmuştur.(Yunanistan Ortaklık Anlaşması örnek alındı)
    Türkiye-AET Ortaklık Konseyi, “Gümrük Birliğinin Son Döneminin Uygulamaya Konmasına” İlişkin 1/95 sayılı Karar”ı 6 Mart 1995’de Brüksel’de gerçekleştirilen 36. dönem toplantısında, kabul edildi.
    Başvuru sebepleri : Batılılaşma ve çağdaşlaşma çabalarını sürdürme, • Soğuk Savaş döneminde siyasi ve ekonomik izolasyondan ve Sovyetler Birliğ i’nin baskısından kurtulma, • Batı Bloğundaki yerini ekonomik entegrasyonla destekleme, • ABD karşısında denge arayışı, • Avrupa Ekonomik Topluluğunun yardımlarından yararlanma ve Avrupa Ekonomik Topluluğu üye devletlerindeki mevcut pazar payını koruma, • Avrupa’da Yunanistan’ın aleyhteki girişimlerine engel olma.
    Topluluk tarafından Türkiye’nin başvurusuna olumlu yaklaşılmasının en önemli nedeni ise üye devletlerin Soğuk Savaş döneminde yaşadıkları güvenlik kaygıları dır. Topluluk üye devletleri, Türkiye’nin Doğu Bloğu ülkelerine yakınlaşmasını engelleyerek Doğu Akdeniz’in kendi kontrolleri altında kalmasını sağlamak istemişlerdir. Yeni kurulan Topluluğun kendini uluslararası alanda tanıtma ve özellikle de Avrupa’da kendisine alternatif bir oluşum olarak çıkan EFTA karşısındaki konumunu güçlendirme isteği de başvuruya olumlu yaklaşılmasının diğer bir nedeni olmuştur.
    EFTA (European Free Trade Association): Avusturya, Birleşik Krallık, Danimarka, isveç, isviçre, Norveç ve Portekiz tarafından 4 Ocak 1960’da Stokholm’de imzalanan antlaşma ile kurulan Avrupa Serbest Ticaret Birliğidir.
    Avrupa (Ekonomik) Topluluğunu Kuran Antlaşma: Avrupa (Ekonomik) Topluluğunun kurucu antlaşmasıdır. Antlaşma, 25 Mart 1957’de Roma’da imzalanıp 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmiştir.O tarihten beri yürürlüktedir. Lizbon Antlaşması’yla adı “Avrupa Birliği’nin işleyişine Dair Antlaşma olarak değiştirilmiştir.
    Ortaklık: Topluluk (Birlik) ile devletler veya uluslararası örgütler arasında özel amaçlar güden ve karşılıklı hak ve yükümlülükler ve ortak tutum ve özel usuller içeren bir akdi ilişkidir.
    Protokol: Devletler veya uluslararası örgütler arasında bir toplantı, oturum, görüşme sonunda imzalanan akdi belgedir.
    Bildiri: Resmî bir makam, kurum veya resmî olmayan bir örgüt, topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan yazı, tebliğ, deklarasyon, manifestodur.
    Resmî adı “Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında Bir Ortaklık Kuran Anlaşma” olan işbu Anlaşma, Ankara’da imzalanmış olması nedeniyle Türkçe literatürde yaygın şekilde “Ankara Anlaşması” olarak da ifade edilmektedir. Bu adlandırma literatüre paralel olarak bu ünite kapsamında da kullanılmıştır.
    1963 TARİHLİ ANKARA ANLAŞMASI : Anlaşma’nın amacı, Türkiye’nin Topluluğa entegrasyonunu sağlamaktır. Bu çerçevede Anlaşma’nın ekonomik amacı, Türkiye ekonomisinin hızlandırılmış kalkınmasını ve Türk halkının istihdam seviyesinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini sağlama gereğini tümü ile göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmektir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için bir “gümrük birliği”nin gittikçe gelişen şekilde kurulması öngörülmüştür.
    (Gümrük Birliği: Taraflar arasındaki ticarette mevcutgümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla her türlü eş etkili tedbirin kaldırıldığı ve ayrıca birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak da ortak gümrük tarifesinin uygulandığı bir ekonomik entegrasyon modelidir)
    Anlaşma’nın siyasi amacı ise Anlaşma’nın giriş bölümünde “Türk halkı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde bir araya gelmiş halklar arasında gittikçe daha sıkılaşan bağlar kurmak” olarak açıklanmıştır.
    Ankara Anlaşması’nın temel ve nihai amacı Türkiye’nin Topluluğa (Birliğe) tam üyeliğidir.
    Bu bağlamda Anlaşma, öncelikle Türkiye’nin tam üyeliğin getireceği ekonomik, sosyal ve hukuki düzeydeki yükümlülüklerini yerine getirmesini ve belli bir ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaşmasını “katılmanın ön koşulu” olarak hükme bağlamıştır. Bu yüzden Anlaşma, “tam üyeliğe götüren ortaklık anlaşması” olarak nitelendirilmektedir. Ortaklık ilişkisi, Türkiye’yi Topluluk (Birlik) üyeliğine hazı rlama işlevi görecektir.
    (Tam Üyeliğe Götüren Ortaklık Anlaşması: Avrupa Birliği uygulamasında böyle bir anlaşma Türkiye ve Yunanistan dışında hiçbir ülkeyle imzalanmamıştır)
    Anlaşmanın dönemleri : Hazırlık Dönemi. Geçiş Dönemi. Son Dönem.
    ** HAZIRLIK DÖNEMİ : Türk ekonomisinin taraflar arasında kurulacak olan gümrük birliğine hazırlanacağı dönemdir. 1 aralık 1964 tarihi itibariyle başlamıştır. Süresi 5 yıldır, Türkiyenin talebi halinde 10 yıla kadar uzayabilir. Dönemin asıl amacı, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişimini sağlamaktır. Onun için Türkiye, bu dönemde hiçbir yükümlülük altına girmemiştir. Aksine kendisine bazı ekonomik yardım ve imtiyazlar verilmiştir.
    **GEÇİŞ DÖNEMİ : ayrı bir prokolle düzenlenmesi gerekmekteydi. 12 yıl sürecek ve âkit tarafların karşılıklı ve dengeli yükümlülükleri esasına dayanacaktır.
    ** SON DÖNEM : ümrük birliğine dayanacak ve âkit tarafların ekonomik ve sosyal politikaları arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesini sağlayacaktır.son dönemin uzunluğu da açık bırakılmıştır. son dönemin, “ortaklık”tan “tam üyeliğe” geçişi hazırlama işlevini görecek olması sebebiyle esasen Türkiye’nin tam üyeliğinin gerçekleşmesine kadar devam edeceği söylenebilir.
    Anlaşma’nın Genel Mahiyeti ve İçeriği: Anlaşma, “karma sözleşme” olarak Topluluk üye devletlerinin katılımı altında akdedilmişir.ortaklık ilişkisinde Türkiye’nin asıl muhatabı Topluluk üyesi devletler değil Topluluğun (Birliğin) kendisidir. Çünkü Anlaşma’nın 1. maddesi gereğ ince ortaklık Türkiye ile Topluluk arasında kurulmuştur.
    (Karma Sözleşme: iki taraflı (bilateral) ve çok taraflı (multilateral) anlaşmaların özelliklerini taşıyan anlaşmalara denir.)
    Anlaşma, içerik olarak AET-Yunanistan Ortaklık Anlaşması örnek alınarak hazırlanmıştır. Anlaşma, mahiyeti itibarıyla bir “çerçeve anlaşma” niteliği taşımaktadır.
    (AET-Yunanistan Ortaklık Anlaşması: 9 Temmuz 1961’de AET ile Yunanistan arasında imzalanan ortaklık anlaşmasıdır. Anlaşma, Yunanistan’ın 1981 yılında Avrupa Topluluklarına katılmasıyla sona ermiştir.)
    ORTAKLIK REJiMiNiN UYGULANMASI:
    Hazırlık Dönemi (1964-1973): belli kotalarda gümrük indirimi uygulamışlardır. 175 milyon ECU tutarında Topluluk kredisi verilmiştir. ECU: (European Currency Unit): Avrupa Para Birimi anlamına gelir. Kaydi paradır. 1998 yılı sonuna kadar kullanılan ECU, Euronun 1 Ocak 1999 tarihinden itibaren kullanılmaya başlanmasıyla yürürlükten kalkmıştır.) Türkiye’nin isteği doğrultusunda 6 şubat 1969’da görüşmelere başlanmıştır. Görüşmeler, 23 Kasım 1970’de Katma Protokolün imzalanmasıyla noktalanmıştır. Hazırlık dönemi, Katma Protokolün yürürlüğe girmesine kadar devam etmiştir.
    Katma Protokol ve Geçiş Dönemi (1973-1996): IV. Mali Protokol'un uygulanması mümkün olmamıştır.
    Katma Protokol: Brüksel’de imzalanmış, GATT izninin alınması süreçlerinin ardından 1 Ocak 1973’te yürürlüğe girmiştir.Böylece hazırlık dönemi sona ermiş ve geçiş dönemi başlamıştır.
    (Ortak Gümrük Tarifesi: Aralarında gümrük birliği kuran ülkelerin birlik dışındaki ülkelere uyguladıkları ortak vergi tarifesidir.)
    Katma Protokolde, Topluluk ile Türkiye arasında Gümrük Birliğini aşan bir ekonomik bütünleşme öngörülmüştür. Bu nedenle tarım ürünleri, işçilerin serbest dolaşı mı, yerleşme hakkı, hizmetlerin serbest dolaşımı, ulaştırma, rekabet, devlet yardı mları, ekonomik politikaların ve mevzuatın yakınlaştırılması konularında da hükümler konulmuştur. Fakat bu hükümler Gümrük Birliği hükümleri gibi “doğrudan etki”ye sahip değildir. Bunların uygulanabilmesi için Ortaklık Konseyi kararları gereklidir
    (Doğrudan Etki: Bireylerin, ek uygulama işlemlerinin yapılmasına ihtiyaç göstermeyen, yeterince açık ve koşulsuz olan hukuk kurallarını mahkemelerde veya idari kurumlarda diğer bir gerçek veya tüzel kişiye ya da devlete karşı ileri sürebilme hakkını ifade eden kavramdır.)
    İkinci Mali Protokol, 23 Kasım 1970 de imzalandı. Protokol, 1971-1977 dönemini kapsamıştır. Türkiye, bu Protokol ile yalnız Topluluk bütçesinden verilen kredilerden değil, Avrupa Yatırım Bankasının (AYB) öz kaynaklarından verilen kredilerden de yararlanma imkânı bulmuştur. 220 Milyon ECU kredi kullanılmıştır.
    Üçüncü Mali Protokol, 12 Mayıs 1977’de imzalanmıştır. 31 Ekim 1981’e kadar uygulanması öngörülmüş ancak daha sonra süre uzatılmıştır. 310 milyon ECU tutarında bir kredi verilmiştir.
    Son Dönem (1996-) 6 Mart 1995’de Brüksel’de gerçekleştirilen 36. dönem Ortaklık Konseyi toplantısında, ortaklığın (Gümrük Birliğinin) son döneminin 1 Ocak 1996 tarihinden geçerli olmak üzere uygulamaya konulması kararlaştırılmış ve “Gümrük Birliğinin Son Döneminin Uygulamaya Konmasına” ilişkin 1/95 sayılı Karar kabul edilmiştir. Bu Karar’ın 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmesiyle birlikte ortaklığın (gümrük birliğine) geçiş dönemi sona ermiş ve son dönemi başlamıştır.
    Tercihli Ticaret Rejimi: Anlaşmaya taraf ülkelerin tek yanlı veya karşılıklı dlarak belirli mallar üzerindeki gümrük tarifelerinde indirimde bulunmalarına dayanan endar kapsamlı iktisadi bütünleşme aşamalarından biri çerçevesinde uygulanan rejimdir.
    Serbest Ticaret Anlaşması: taraflar arasında ticareti kısıtlayan veya engelleyen gümrük vergileri ve tarife dışı engellerin kaldırılarak bir serbest ticaret alanı oluşturulmasını sağlayan, ancak üçüncü ülkelere ortak bir tarife uygulama yükümlülüğünü içermeyen bir anlaşmadır.
    Avrupa Topluluğu/Birliği iç Pazarı: Avrupa Topluluğu’nun/Birliği’niniçerisinde malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaşabildiği, iç sınırları olmayan bir alanını ifade eder.
    Damping: ihracatçı firmanın malını dış piyasada iç piyasada sattığından daha düşük fiyatla satmasıdır.
    Sübvansiyon (Destekleme), devletin kişi ya da kurumlara mal, para veya hizmet biçiminde yaptığı karşılıksız yardımları ifade eder. Dahilde işleme Rejimi: ihracata yönelik önemli mevzuatlardan biri olup, ihraç ürünleri üretmek için gerekli olan ve dışarıdan ithal edilen, bu yüzden de ithali gümrük vergisine tabi ara mallara ya da girdilere gümrük muafiyeti getiren bir ihracatı teşvik sistemidir.
    Hariçte işleme Rejimi: Serbest dolaşımdaki eşyanın hariçte işleme faaliyetlerine tabi tutulmak üzere Türkiye Gümrük Bölgesinden geçici olarak ihracı ve bu faaliyetler sonucunda elde edilen ürünlerin ithal vergilerinden tam ve kısmi muafiyet suretiyle yeniden serbest dolaşıma girişine ilişkin hükümlerin uygulandığı rejimdir
    Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi: Gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelerden ithal ettikleri sanayi mamullerine belli sınırlar içinde gümrük tarifesi uygulamalarını ya da düşük oranlı tarifeler uygulamalarını öngören sistemdir.
    (Türkiye’nin Gümrük Birliği çerçevesinde uygulanan ithalat rejimi, Gümrük Birliği kapsamı ndaki yükümlülüklerin yanı sıra Dünya Ticaret Örgütü taahhütleri ve üçüncü ülkelerle imzalanan Serbest Ticaret Anlaşmalarının hükümleri dikkate alınarak hazırlanmıştır. )
    Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik Süreci: 12 - 13 Aralık 1997 tarihlerinde gerçekleşen Lüksemburg Zirvesi’nde ise Türkiye, tam üyeliğe ehil olduğu teyit edilmiş olsa da aday ülkeler arasında zikredilmemiştir. Böylece Türkiye, Avrupa Birliği’nin mevcut genişleme sürecinin dışında bırakılmıştır.
    (Avrupa Konferansı: AB üyesi ülkelerle aday ülkeleri bir araya getirmek ve gelecek birkaç yıl süresince genişleme sürecinin çerçevesini belirlemek amacıyla 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde oluşturulan konferanstır.)
    Kopenhag Kriterleri: Haziran 1993 tarihli Kopenhag Zirvesi’nde kararlaştırılan ve aday ülkelerin Birliğe üye olabilmek için yerine getirmeleri gereken kriterlerdir. Bu kriterler şunlardır: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ile azınlık haklarını gözetecek ve koruyacak kurumların varlığı ve istikrarlı işleyişi; pazar ekonomisinin varlığı ve Birlik içi rekabet baskısına ve pazar güçlerine dayanabilme yeteneği; siyasi, ekonomik ve parasal birlik hedeşeri de dahil olmak üzere, üyelik yükümlülüklerini yerine getirebilme gücü.
    Katılım Ortaklığı Belgesi: Avrupa Birliği’ne aday ülkeler için, AB Komisyonu tarafından hazırlanan ve AB Konseyi tarafından kabul edilen, her bir aday ülkenin AB’ye katılım yönünde gelişme kaydetmesi öngörülen öncelikli alanların değerlendirildiği belgedir. Katılım Ortaklığı Belgesi, aday ülkenin Kopenhag kriterleri’ne uyum sağlama doğrultusundaki yükümlülükleri kapsamında kısa ve orta vadeli önceliklere ilişkin bir takvim içerir. Ulusal Program: Avrupa Birliği’ne aday ülkeler tarafından hazırlanarak Birliğe sunulan ve Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan önceliklerin ne şekilde yerine getirileceğine ilişkin belgedir.
    Zirve: Avrupa Birliği üyesi ülkelerin devlet ve hükûmet başkanlarının belirli aralıklarla bir araya geldiği toplantılardır. Üye devlet liderlerinin 1974 yılında Paris’te yapılan zirve toplantısında aldıkları karar uyarınca 1975 yılından itibaren Avrupa Konseyi adı altında düzenli olarak yapılan bu toplantılar, 1986 yılında imzalanan Avrupa Tek Senedi’nde yer alan bir hüküm ile hukuki temel kazanmıştır. Avrupa Birliği Antlaşması ile bugünkü hâlini alan söz konusu hüküm; zirvenin, Birliğin gelişimi için gerekli ivmeyi kazandırmak ve genel siyasi hedeşeri belirlemekle görevli olduğunu ve yılda en az iki kez toplanmasını öngörmektedir.
    17 Ağustos Marmara depremi, Yunanistanı Türkiye konusunda yumuşatmıştır. 1999 Helsinki Zirvesi’nde alınan kararlar uyarınca olumlu gelişmeler yaşanmış ve 3 Ekim 2005 tarihiyle tam üyelik müzakerelerine başlanmıştır.
    ÜNİTE 2 - TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ GÜMRÜK BİRLİĞİ: İÇERİK VE UYGULAMA
    Türkiye - Avrupa Birliği Gümrük Birliği
    Uluslararası Ekonomik Bütünleşme Kuramı Çerçevesinde Gümrük Birliği
    Uluslararası Ekonomik Bütünleşme, farklı ülkelerin bir bölgesel ekonomik grup oluşturacak şekilde bir araya gelmeleridir. Bela Balassa Uluslararası Ekonomik bütünleşmeyi, “bir süreç olarak, farklı ulusal devletlere ait ekonomik birimler arasındaki ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik önlemler alınması; bir durum olarak ise ulusal ekonomiler arasında ayrımcılığın olmaması” şeklinde tanımlamaktadır.
    Balassa’ya göre ekonomik bütünleşme farklı ekonomilerin gönüllü olarak karşılıklı bağımlılıklarını arttırdıkları bir süreçtir. Bu süreçte bütünleşmeler, en düşük dereceden en yüksek dereceye kadar, ticaretin serbestleştirilmesinden (ticaretin bütünleşmesi) başlayarak, üretim faktörlerinin dolaşımının serbestleştirilmesi (faktör bütünleşmesi), ulusal ekonomi politikalarının uyumlaştırılması (politika bütünleşmesi) ve bütün bu politikaların tamamen tekdüzeleştirilmesine (tam bütünleşme) kadar gidebilmektedir.
    Ülkeler arasında oluşturulan ekonomik bütünleşmeler beş grupta toplanmaktadır. Bunlar;
    Serbest Ticaret Bölgeleri, Gümrük Birliği, Ortak Pazar, Ekonomik Birlik Tam Ekonomik Bütünleşmedir.
    Bunlardan ikinci aşama olan Gümrük Birliği (GB) kuramını ilk ortaya atan, 1950’de yayımladığı “Gümrük Birliği Meselesi” adlı eseri ile Jacop Viner olmuştur.
    Gümrük Birliğinin Ekonomik Etkileri
    Gümrük Birliği (GB), üye ülkeler arasındaki ticari engellerin kaldırılması, dünya ticaretinin serbestleşmesi ve küreselleşme yolunda atılan önemli bir adımdır. Gümrük Birliğinin üye ülke ekonomisi üzerindeki etkileri kısa dönemli (statik) etkiler ile orta ve uzun dönemli (dinamik) etkiler olarak incelenir.
    Gümrük Birliğinin Kısa Dönemli Etkileri: Statik Etkiler Ticaret Yaratıcı Etki
    Ticaret yaratıcı etki, yüksek maliyetli yerli üretimin azalmasından (üretim kazancı) ve düşük Fiyattan tüketici rantındaki artıştan (tüketim kazancı) oluşur.
    *Ticaret Saptırıcı Etki *Tüketim Etkisi * Diğer Statik Etkiler * Ticaret Hadlerine Etkisi * Kamu Gelirleri Etkisi *İşlem Maliyetleri Etkisi
    Ticaret Saptırıcı Etki
    Ticaret saptırıcı etki, pahalı üretim yapan sektörlere kaynak aktarımına neden olur ve refahı azaltır. Ticareti Birlik dışından Birlik içine kaydırdığı için Birlik dışında kalan ülkelerle yapılan ticaret hacminde daralma olur.
    Tüketim Etkisi
    Kaynak dağılımının yarattığı diğer bir etki ise tüketim etkisidir. GB sonucu Birlik içinde pahalıya üreten üye ülkeden ve Ortak Gümrük Tarifesi sonucu ürünleri pahalı hâle gelen Birlik dışı ülkelerden yapılan ithalat ve buna bağlı üretim ve tüketim azalırken, Birlik içinde ucuza üreten ülkenin vatandaşlarının satın alma güçleri artacağından Birlik içi tüketim ve ithalat artacaktır.
    Diğer Statik Etkiler
    Ticaret Hadlerine Etkisi
    Ticaret hadleri ihracat Fiyatları ile ithalat Fiyatlarının birbirine oranıdır. Ticaret hadleri, Birliğe üye ülkeler arasındaki iş bölümünün doğuracağı refah artışından her ülkenin alacağı payı belirler. GB sonucu Birlik içinde ucuza üreten üye ülkenin üretim ve geliri artarken pahalıya üreten ülkenin üretim ve geliri de azalmaktadır. Dolayısıyla gelir bir yandan Birlik dışından Birlik içine, diğer yandan pahalıya üreten ülkeden ucuza üreten ülkeye yeniden dağılırken, Birlik içi ticaretin serbestleşmesiyle ihracata çalışan sektörlerin geliri nispi olarak artmaktadır.
    Kamu Gelirleri Etkisi
    Birliğe üye ülkeler arasında tarifelerin sıfırlanması üye ülkelerin gümrük vergisi kaybını doğurur. Ayrıca üçüncü ülkelere karşı uygulanan ortak tarife de Birliğe üye olunmadan önceki tarifeden genelde küçük olur, bu durumda da vergi kaybı ortaya çıkar.
    İşlem Maliyetleri Etkisi
    Gümrüklerin birleşmesinden sonra tarife ve kotaların uygulanmaması nedeniyle bürokratik engeller, gümrüklerde çalışan personel sayısı ve gümrükleme giderleri azalacaktır. Bu gelişmeye bağlı olarak dış ticaret işlemleri daha kısa sürede gerçekleşecek ve dış ticaretle uğraşmanın zaman maliyeti de düşecektir.

    Gümrük Birliğinin Orta ve Uzun Dönemli Etkileri: Dinamik Etkiler - Teknolojik İlerleme Etkisi- Ölçek Ekonomileri Etkisi- Dışsal Ekonomiler Etkisi- Yatırımları Özendirici Etki- Teknolojik İlerleme Etkisi
    GB ile birlikte tarifelerin kaldırılması üye ülkeler için geniş bir pazar yaratır, yerli üreticileri Birlik içi rekabete açmış olur, geniş bir piyasa büyük işletmelerin kurulmasına yol açar. Bu ise bir yandan yurt dışından ileri teknolojilerin aktarılmasına, öte yandan da işletmelerin büyümesinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerine daha büyük fonlar ayrılmasına olanak vererek teknolojik ilerleme etkisi yaratır.

    Ölçek Ekonomileri Etkisi
    Firmaların GB sonrası daha büyük bir pazara yönelmesi sonucu büyümeleri, faktör maliyetlerinin düşmesi, verimlilik ve üretimin artması sonucu ortaya çıkar. Firma sayısı arttıkça ortaya çıkan rekabet, daha etkin üretim yöntemleri kullanılmasına yol açarak maliyetlerde düşüşlerle birlikte üretimi artırır, ürün kalitesinde iyileşme sağlar ve refah ve gelir düzeyinde olumlu etki yaratır.
    Dışsal Ekonomiler Etkisi
    Bir üreticinin kendi faaliyetlerinin dışında herhangi bir maliyete katlanmadan başka ekonomik faaliyetler sonucu birtakım yararlar sağlamasına dışsal ekonomiler adı verilmektedir. GB sonrası piyasanın büyümesi; faktör arzının genişlemesi, nitelikli iş gücünün sağlanması, teknolojinin gelişimi ve yaygınlaşması sonucu ortaya çıkan dışsal ekonomiler etkisi, tüm Firma ve sanayilerin yararlanabileceği olumlu bir ortam sağlayabilecektir
    Yatırımları Özendirici Etki
    Ölçek ekonomilerinden yararlanılması, belirsizliklerin azalması ve yoğunlaşan rekabet, verimliliği artıracak ve yatırımları özendirici etki yaratacaktır. Birlik içi pazarın büyümesi, sermayenin daha verimli olan üye ülkelere yönelmesine neden olurken Birlik dışı sermayeyi de Birlik içine yönlendirir.
    Avrupa Bütünleşmesi ve Gümrük Birliği
    İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa ülkeleri arasında öncelikle ekonomik, daha sonra da politik ve savunma alanlarında işbirliğine gitme gereksinimi görülmüştür. İlk olarak 1951 Paris Sözleşmesiyle Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg arasında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuştur. Bu deneme başka alanlarda da ekonomik bütünleşmeyi yönlendirmiş ve 25 Mart 1957 tarihinde imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve atom enerjisinin barışçıl amaçlarla kullanımını öngören EURATOM kurulmuştur. 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşması üye ülkeler arasında tek pazarı hedeflemiş ve bunu gerçekleştirmek için de ilk adım olarak gümrük birliğini öngörmüştür. Bu öncelik, gümrük ve eş etkili vergilerin kaldırılması, dış dünyaya ortak bir gümrük tarifesi uygulayarak üye ülkeler arasında ticareti engelleyen her türlü sınırlamanın kaldırılması ve Ortak Dış Ticaret Politikasının belirli bir takvim içinde gerçekleşmesini gerektirmiştir. Topluluğun OGT uygulaması başlangıçta tüm üyelerin dışa karşı uyguladıkları gümrük tarifelerinin aritmetik ortalamalarının alınarak birbirine yakınlaştırılmasına dayanmıştır.
    1 Temmuz 1968’de Gümrük Birliği yürürlüğe girmiştir.
    Dünyadan Gümrük Birliği Örnekleri
    Andean Topluluğu 1988, Doğu Afrika Topluluğu 2005, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Rusya Gümrük Birliği 2010, AB-Andora 1991, AB-San Marino 2002, AB - Türkiye 1996, Güney Afrika Gümrük Birliği 1910, İsviçre-Lihtenştayn 1924.
    Türkiye - Avrupa Birliği İlişkileri Çerçevesinde Gümrük Birliği
    1959 yılında AET’ye katılmak için başvuran Türkiye ile AET arasında Türkiye’yi AET’ye “ortak üye” yapan, taraflar arasında bir gümrük birliğine dayanan ve ileride tam üyeliği öngören Ortaklık Anlaşması 12 Eylül 1963 yılında Ankara’da imzalanmıştır. Antlaşma hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönem olmak üzere üç dönemi öngörmüştür. 5 yıl olarak öngörülen hazırlık döneminde taraflar arasındaki ekonomik farklılıkların azaltılması amaçlanmıştır. Geçiş Dönemi’nin amacı ise karşılıklı ve dengeli yükümlülükler üstlenerek gümrük birliğini sağlamak ve Türkiye’nin ekonomi politikalarını Topluluğun ekonomi politikalarına yaklaştırmaktır. Geçiş Dönemi’nin tamamlanmasını izleyen dönem “Son Dönem”dir. Ankara Anlaşması, son dönem ile ilgili bir süre saptamamış, bunu madde 28 ile taraflara bırakmıştır.
    Katma Protokol’ün 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmesiyle toplam 22 yıl sürecek olan “Geçiş Dönemi”, diğer bir ifadeyle Gümrük Birliği süreci başlamıştır. AB Geçiş Dönemi’nin hukuken yürürlüğe girmesinden önce, 1971 yılından itibaren, tek taraşı olarak, bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye’den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını olarak sıfırlamıştır. Türkiye’nin AB kaynaklı sanayi ürünlerinde gümrük vergilerini 12 ve 22 yıllık listeler dâhilinde kademeli olarak azaltarak sıfırlaması ve Topluluğun Ortak Gümrük Tarifesi’ne uyum sağlaması öngörülmüş ve böylece Gümrük Birliği’nin Şilen yürürlüğe girmesi için 22 yıllık bir süre tanınmıştır.
    Miktar Kısıtlamalarının Kaldırılması
    Türkiye ile Topluluk arasında tam bir gümrük birliğinin kurulabilmesi için gümrük vergileri gibi miktar kısıtlamalarının da kaldırılması gereklidir. Türkiye Katma Protokol ile Topluluktan yapacağı sanayi malları ithalatı üzerindeki kota veya eş etkili tedbir şeklindeki miktar kısıtlamalarının 22 yıllık geçiş dönemi sonuna kadar tedricen kaldırmayı üstlenmiştir. Bu yükümlülük, Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihte, 1967 yılında Topluluktan yaptığı ithalatın ancak %35’i için geçerli olacak ve konsolide liberasyon oranı 1976, 1981, 1986 ve 1991 yılında sırasıyla %40, 45, 60 ve 80’e yükseltilecek, 1995 yılında da Topluluk çıkışlı ithalata %100 liberasyon uygulanacaktı. Topluluk ise Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesinden önce ipek böceği kozası ve ham ipek dışında Türk sanayi ürünlerine uyguladığı bütün kotaları kaldırmıştır.
    Türkiye Yükümlülüklerini Neden Yerine Getiremedi?
    Geçiş dönemi takvimi, iki petrol krizi ve 1970’li yılların ortalarında gerçekleşen küresel durgunluk sebebiyle alt üst olmuştu. İlk hayal kırıklığı, Petrol Krizinden hemen sonra Avrupa’da artan işsizlik oranlarının Türkiye’den yapılan işçi alımını etkilemesi ile yaşanmıştır. Ayrıca, Topluluğun diğer gelişmekte olan ülkelere verdiği ticari imtiyazların genişletilmesi Türkiye’ye verilmiş olan imtiyazları aşındırmıştır. Türkiye’nin tekstil ürünleri ihracatına konulan kotalar da ilişkileri gerginleştiren bir başka faktör olmuştur. Petrol krizleri sonrası ödemeler dengesi sorunu ile boğuşan Türkiye Ortaklık Anlaşması hükümlerinin gözden geçirilmesi için bir plan sunarak, ekonomisini canlandırmak için bir yardım paketi istemiştir. Birlikten olumlu bir yanıt alamaması üzerine Katma Protokol’ün 60. maddesine dayanarak 25 Aralık 1976’da tek yanlı bir kararla tüm yükümlülüklerini dondurmuştur. 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından ilişkiler 22 Ocak 1982 tarihinde Birlik tarafından da resmen askı ya alınmıştır.
    Gümrük Birliği: 6 Mart 1995 Kararı
    AB ile 1996 yılından itibaren yürürlüğe giren Gümrük Birliği’nin hukuki temelleri Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’e dayanmaktadır. Ortaklık Konseyinin 6 Mart 1995 tarihinde yapılan 36. toplantısında alınan “Gümrük Birliği Kararı” Gümrük Birliğinin son döneminin uygulamaya konulmasına ilişkin koşulları belirlemektedir. Avrupa Parlamentosu da 23 Kasım 1995’te 1/95 Sayılı AT-Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’nı onaylayarak GB’ nin yolunu açmıştır.
    Gümrük Birliğinin Kapsamı
    Türkiye-AB Gümrük Birliği, sanayi ürünlerini ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsamaktadır. İşlenmiş tarım ürünlerinde gümrük vergileri tespit edilirken, tarım payı ile sanayi payı ayrılmakta ve sadece sanayi payı vergi muafiyetine tabi tutulmaktadır. Türkiye üçüncü ülkelere karşı ise AB’nin sanayi payını uygularken tarım payını ise kendi mevcut koruması ve temel ürünün dünya Fiyatı ile iç piyasa Fiyatı arasındaki farkı esas alarak hesaplama yapacaktır. Türkiye, AB’den gelen sanayi ürünlerine yönelik tüm gümrük vergilerini ve eş etkili tedbirlerini ortadan kaldırmış, miktar kısıtlamalarına da son verilmiştir. Üçüncü ülkelerden ithal edilen ürünler için ise AB’nin Ortak Dış Tarifesi uygulamaya başlanmış, hassas olarak nitelendirilen ürünler konusunda 5 yıllık bir geçiş dönemi öngörmüştür. Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi uygulamaları da kademeli biçimde üstlenilmektedir.
    Türkiye ile AKÇT arasında “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu Kuran Anlaşma’nın Yetki Alanına Giren Ürünlerin Ticareti ile ilgili Anlaşma” 25 Temmuz 1996 tarihinde imzalanmış ve 1 Ağustos 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

    Ticaret Politikası ve Ortak Gümrük Tarifesi
    GB ile Türkiye ile AB arasında sanayi ürünleri ticaretinde gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili tedbirler kaldırılmış, Türkiye üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) uygulamaya başlamıştır. Türkiye’ye tek taraşı olarak Ortak Gümrük Tarifesi’ni geçici olmak şartıyla değiştirme ve askıya alma hakkı tanınmışsa da bu durum GB Ortak Komitesine danışılarak alınacak karara bağlıdır.
    Topluluğun Tercihli Rejimlerinin Türkiye Tarafından Üstlenilmesi
    Bu kapsamda, Türkiye’nin, Kararın yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde Topluluğun otonom ya da tercihli gümrük rejimine ilişkin anlaşmalarına, üçüncü ülkelerle karşılıklı yarar temelinde yapacağı müzakereler sonucunda aşamalı olarak uyum sağlaması öngörülmüştür. Topluluğa üçüncü ülkelerden tercihli rejimle giren ürünlerin Türkiye’ye ithalatında, bu mallarla ilgili önemli bir trafik sapması gözlenmişse ve Türkiye’de ödenecek vergi Toplulukta uygulanan vergiden en az yüzde 5 puan daha fazlaysa, Topluluk telafi edici vergi uygulayacaktır.
    Türkiye - Ab Gümrük Birliğinin Organları
    Gümrük İşbirliği Komitesi
    İlk toplantısını 28.10.1979 tarihinde gerçekleştiren ve 12.11.1982 tarihinde yaptığı 9’uncu toplantısından sonra 10 yıl süre ile toplanamayan Komite, 3 Aralık 1992 tarihinde gerçekleştirdiği 10’uncu toplantısından itibaren düzenli işlemiş ve gümrük birliğinin tamamlanması sürecinde gümrüklerle ilgili teknik hususları ele alarak Ortaklık Konseyine önemli ölçüde yardım sağlamıştır.
    Gümrük Birliği Ortak Komitesi
    Ortaklık Konseyi, gümrük birliğinin işleyişiyle doğrudan ilgili alanlarda (ortak ticaret politikası, ortak rekabet politikası, gümrük mevzuatı vb.), Türk mevzuatının Topluluk mevzuatıyla sürekli uyumu ilkesini getirmiş ve bu ilkeyi hayata geçirmek için de “Gümrük Birliği Ortak Komitesi” adı altında yeni bir organ tesis etmiştir. Akit tarafların temsilcilerinden oluşan Komite, bilgi ve görüş alışverişini yönlendirir, Ortaklık Konseyine tavsiyelerde bulunur ve gümrük birliğinin doğru işleyişini sağlamak amacıyla görüş bildirir. Komite bazı konularla sınırlı olmak üzere yeni bir mevzuat yaratmayacak ve Topluluk mevzuatında değişiklik oluşturmayacak teknik nitelikli kararlar alabilir.
    Gümrük Birliği Öncesi ve Sonrası Mali İşbirliği
    GB’ nin yol açacağı yeni rekabet ortamına Türk sanayi sektörünün uyum sağlaması, Türkiye ve AB pazarı arasında altyapı bağlantısının geliştirilmesi ve taraflar arasındaki gelişmişlik farkının azaltılması amacıyla Topluluk Türkiye’ye 5 yıllık süre içinde 2 milyar 246 milyon Euro mali yardım sağlamayı üstlenmiştir. Görüleceği gibi GB öncesi ve sonrası AB tarafından verilen
    taahhütlerin uygulama oranı çok düşük kalmıştır. Adaylık süreci ile birlikte bu tablo değişmiştir. Aşağıdaki tablo, GB öncesi ve sonrasına ait kredi ve hibelerin uygulama oranlarını vermektedir.
    Gümrük Birliğinin Türkiye Ekonomisine Etkileri
    Gümrük Birliğinin Statik Etkileri: Dış Ticaret Üzerindeki Etki
    Ankara Antlaşması öncesi 1963 yılında Türkiye’nin Toplulukla olan ticareti toplam ihracatının % 38’ini ve toplam ithalatının % 28,5’ini oluşturmaktadır. 1995 yılında ise AB’nin ithalat içindeki payı % 47,2 iken ihracat içindeki payı % 51,2 olmuştur. Ticaret hacmi 1963 yılında 336 milyon $ iken 1995 yılında 28 milyar $’a yükselmiştir. Bu rakamlar, Türkiye’nin GB öncesinde de en önemli dış ticaret ortağının AB olduğunu göstermektedir.
    Ortak Ticaret Politikası ile Uyumun Yarattığı Etkiler
    Türkiye GB ile Avrupa Birliği’nin Ortak Gümrük Tarifesini ve Ticaret Politikasını da benimsemekle yükümlüdür. Bu uygulama, üçüncü ülkelerden yapılan ithalata yönelik uygulanan tarifelerin azaltılmasını gerektirmiştir. Türkiye’nin, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere AB’nin uyguladığı otonom tarife tavizlerini içeren Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’ne (GTS) uyumu da GB kapsamındaki ürünler itibarıyla 1 Ocak 2008 tarihinde tamamlanmıştır. Üçüncü ülkelerden yapılan ithalatı düzenleme ve sınırlamaya ilişkin kurallara dair uyum çalışmaları kapsamında, 1 Ocak 1996 tarihi itibarıyla Türkiye tekstil ve hazır giyim ürünlerinde AB’nin uyguladığı miktar kısıtlamaları ve gözetim önlemlerine benzer önlemler almaya başlamış, önlemlerin çoğu AB ile paralel olarak 2005 yılında kaldırılmıştır.
    Doğrudan Yabancı Yatırım Etkisi
    GB’yi takip eden süreç içinde yabancı sermayeyi olumlu etkileyecek bazı değişiklikler olmuştur. 2001 yılında yürürlüğe koyulan Uluslararası Tahkim Yasası ve 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ile Türkiye’de yabancı sermaye için daha güvenli bir ortam yaratılmıştır. Yeni yasanın, yabancı yatırımcıların ulusal yatırımcılarla aynı muameleye tabi tutulmasını garanti ediyor olması dış yatırımcıları rahatlatmıştır.
    Kamu Gelirleri Etkisi
    GB öncesi Türkiye’de ithalattan alınan gümrük vergisi ve Toplu Konut Fonu, GB ile kaldırılmış ve üçüncü ülkelere karşı ortak tarife uygulanmıştır.
    İşlem Maliyetine Etkisi
    Gümrük Birliğinin işlem maliyetlerini azaltıcı etkisi vardır. Türkiye’de bu durum görülmüşse de rakamsal bir hesaplamaya rastlanmamıştır.
    Gümrük Birliğinin Dinamik Etkileri: Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etki
    GB’ nin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi ancak uzun dönemde ölçülür. 1990’lı yılların ikinci yarısında Türk ekonomisinin büyümesindeki dalgalanmalar GB’ nin etkisinden ziyade, Türkiye’nin ve küresel sistemin yaşadığı makroekonomik ve Finansal krizlerle ilgiliydi. GB’ nin yürürlüğe girdiği 1996 yılında GSMH artış hızı %7,1 gerçekleşmiştir. Ancak bu hızlı büyüme performansı ilerleyen yıllarda devam ettirilememiş, 1998’de % 3,9’a gerilemiş; 1999 yılında deprem, 2001 yılında da kriz nedeniyle önemli ölçüde küçülme yaşanmıştır. 2002 sonrasında ise ekonominin istikrarına yönelik reform programı nedeniyle büyüme rakamı genelde pozitif seyretmiştir.






    ÜNİTE 3 - TÜRKİYE-AB ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN KURUMSAL YAPISI
    Giriş
    Avrupa Birliği (AB) diğer ülkelerle kurduğu ilişkileri dayandırdığı uluslararası anlaşmalar bulunmaktadır. AB’nin imzaladığı bazı ortaklık anlaşmaları, ortaklık ilişkisi kurma yoluyla ülkeleri
    AB üyeliğine hazırlamak amacıyla yapılmıştır.
    AB’nin ortaklık anlaşmalarının temel özellikleri şunlardır:
    Roma Anlaşması’nın 238. maddesine dayanır, (Maastricht Antlaşması 310, Lizbon Antlaşması 188N)
    Yakın bir ekonomik ve siyasi işbirliği niyeti taşır,
    Ortaklık ilişkisini yöneten, tarafların temsil edildiği organlar yaratır,
    En çok kayrılan ülke uygulaması yaratır,
    Taraf olan ülke ile AB arasında ayrıcalıklı bir ilişki yaratır,
    Özellikle 1994 yılından itibaren insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlere saygı koşullarını içerir,
    Taraflar arasında işbirliği anlaşmalarının ötesinde bir ortaklık kurmayı hedeflemektedir.
    AB’nin ortaklık ilişkisi kurduğu ülkeler AB’nin kurumsal yapısı içinde temsil edilmemekte, Birlik’in karar alma süreçlerinde yer almamaktadır. Ancak Ortaklık Anlaşmaları, ortaklık ilişkisini yönetmek üzere bir kurumsal yapıyı oluşturmaya izin vermektedir. Böylece taraflar arasında ortaklık ilişkisinin yürütme ve yargı fonksiyonlarını yerine getirecek organlar kurulmaktadır. Ortaklık anlaşmalarını temel alarak kurulan organlarda taraflar eşit şekilde temsil edilmektedir. Bir tarafta AB ve AB üyesi ülkeler, diğer tarafta da ortaklık ilişkisi kurulan ülke veya ülkeler bulunmaktadır. Ortaklık anlaşmasına dayanarak kurulan ortaklık organlarının yönetiminde kararlar her iki tarafın da onayı ile alınmaktadır. Bu nedenle ortaklık ilişkisinin organları “karşılıklılık (bilateralism)” ilkesine uygun olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Taraflar, kolektif organlar aracılığıyla birlikte faaliyette bulunmaktadır. Ortaklık ilişkisinde temel nokta AB ve AB üyesi ülkelerin ilişki kurduğu ülkenin bir “üye ülke” olmamasıdır.

    Ortaklık İlişkisinin Temel Organı: Ortaklık Konseyi
    Türkiye, AET ile bir ortaklık anlaşması yapma teklifini 11 Temmuz 1959’da sunmuştur. Bakanlar Konseyi’nin Komisyonu ortaklık anlaşmasını hazırlamak için görevlendirmesinin ardından 20 Haziran 1963 tarihinde taraflar ortaklık anlaşması ile ilgili tüm konularda uzlaşma sağlamışlardır. Türkiye ile AET Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Bu nedenle Ankara Anlaşması olarak anılmaktadır. İmzalanan Anlaşma Avrupa Toplulukları, üye ülkeler ve TBMM’nin onay sürecinden geçerek 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    Türkiye Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Almanya Federal Dışişleri Bakanı Walter Scheel, Avrupa Komisyonu Başkanı Franco Maria Malfatti ve Belçika Dışişleri Bakanı Pierre Harmel, Anlaşma’yı imzaladılar.

    Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında Ankara Anlaşması ile kurulan ortaklık ilişkisinin yürütülmesi ve geliştirilmesi amacıyla bir kurumsal yapı getirilmiştir. Bu kurumsal yapının hukuki temelini Ankara Anlaşması oluşturur. Ortaklık ilişkisinin birincil hukuk kaynakları şu unsurlardan oluşur:
    Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık yaratan Anlaşma (Ankara Anlaşması) ve Ekleri (Geçici Anlaşma, Malî Protokol, Son Senet ve imza sırasında teati edilen iki mektuptan oluşur.)
    Katma Protokol ve Ekleri
    Tamamlayıcı/Uyum Protokolleri
    Bu nedenle kurumsal yapı işleyişinde ortaklık hukukunun birincil yazılı kaynakları na uygun hareket etmek durumundadır. Bu ilişkide ikincil hukuk kaynağı olarak da asli organ olan Ortaklık Konseyinin almış olduğu kararlar gösterilebilir. Ankara Anlaşması’nda ifade edilen asıl organ Ortaklık Konseyi’dir. Ankara Anlaşması’ nın 24. maddesi Ortaklık Konseyine faaliyetlerinde yardımcı olması amacıyla “yardımcı organlar” kurma yetkisi tanınmıştır.
    Ortaklık Konseyi
    Ankara Anlaşması’nın 6. maddesinde, Türkiye ile AT arasındaki ortaklık rejiminin uygulanması ve geliştirilmesini sağlamak üzere tarafların bir Ortaklık Konseyi oluşturmaları öngörülmüştür. Anlaşma’nın 23 ve 24. Maddeleri Ortaklık Konseyinin yapısı ve işleyişi hakkında hükümler içermektedir. Buna göre;
    Ortaklık Konseyini, bir yandan Türkiye Cumhuriyeti Hükümet’inden üyeler, öte yandan Topluluk üyesi Devletler Hükûmetleri’nden, Konseyi’nden ve Komisyonu’ndan üyeler meydana getirir.
    Ortaklık Konseyi İç tüzüğünü yapar.
    Ortaklık Konseyi üyeleri, İç tüzüğün öngördüğü şartlarla kendilerini temsil ettirebilirler.
    Ortaklık Konseyi, kararlarını oy birliği ile alır.
    Ortaklık Konseyi başkanlığı, altışar aylık süreler için Türkiye ile Topluluk temsilcilerinden biri tarafından, sıra ile yapılır. İlk başkanlık süresi Ortaklık Konseyi kararı ile kısaltılabilir.
    Ortaklık Konseyi, görevlerinde kendisine yardım edebilecek her komiteyi ve özellikle Anlaşma’nın iyi yürütülmesi için gerekli işbirliği devamlılığını sağlayacak bir komite kurmaya karar verebilir.
    Ortaklık Konseyi bu komitelerin görev ve yetkilerini belirtir.
    Ortaklık Konseyi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümet’ini temsil eden üyeler, AB üyesi devletlerin hükûmetlerini temsil eden üyeler ve Bakanlar Konseyi ve Avrupa Komisyonu’ndan katılan üyelerden oluşmaktadır. Bu çerçevede Ortaklık Konseyinde, AB tarafından Bakanlar Konseyi Dönem Başkanlığı görevini yüklenen üye ülkenin Dışişleri Bakanı ile Komisyonun Genişlemeden Sorumlu Üyesi ve Türkiye’den de Dışişleri Bakanı ile Devlet Bakanı ve Başmüzakereci bir araya gelmektedir.
    Ortaklık Konseyi’nin çalışma yöntemi ve koşulları Brüksel’de 1 Aralık 1964 tarihinde gerçekleşen toplantıda kabul edilen İç Tüzük ile belirlenmiştir. İç Tüzüğe göre Ortaklık Konseyi, en az altı ayda bir Bakanlar düzeyinde toplanmakta ve dönem başkanlığı altı aylık sürelerle, bir AB temsilcisi ve bir Türk temsilci tarafından sırayla yapılmaktadır. Ortaklık Konseyi’nde Türkiye’nin bir oyu ve AB tarafının bir oyu vardır. Kararlar oybirliği ile alınır. Ortaklık Konseyi’nde, her iki tarafın olumlu oyu olmadan hiçbir kararın alınmasına imkân yoktur.
    Ortaklık Konseyinin aldığı kararlar, taraflar için bağlayıcıdır. Ancak bu bağlayıcılık Ortaklık Konseyinin uluslarüstü (supranational) yetkisi olmadığı için, tarafların kendi iç hukuk düzenleri içinde kararları uygulayabilmesi için gerekli önlemleri almasıyla başlar. Ankara Anlaşması’nın 22. maddesinde “... İki taraftan her biri, verilmiş kararların yerine getirilmesinin gerektirdiği tedbirleri almakla yükümlüdür” hükmü yer almaktadır.
    Karar alma yetkisine sahip olan Ortaklık Konseyi, Anlaşma’nın hedeflerini göz önünde bulundurarak ortak rejimin sonucunu belirli aralıklarla inceler. Ortaklık Konseyinin özerk bir bütçesi yoktur. İç Tüzüğün 15. maddesi tarafların kendi masraflarını karşılamasını, Türkçe dışındaki dillere yapılacak tercüme ve
    toplantının organizasyon masraflarının ise Avrupa Komisyonu tarafından karşılanacağını belirtmektedir.
    Ortaklık Konseyi’nin Görev ve Yetkileri
    Ortaklık Konseyi, Ankara Anlaşması’nın uygulanması için karar alır ve uygulanmasını sağlar. Bu nedenle yetkilerinden ilki karar yetkisidir. Ortaklık Konseyinin yetkilerinin sınırı ise Ankara Anlaşması ve eki niteliğindeki protokollerle çizilmiştir. Ankara Anlaşması’nın 22. maddesi;
    Anlaşma ile belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için, Anlaşma’nın öngördüğü hâllerde Ortaklık Konseyinin karar yetkisi vardır. İki taraftan her biri, verilmiş kararların yerine getirilmesinin gerektirdiği tedbirleri almakla yükümlüdür. Ortaklık Konseyi yararlı tavsiyelerde de bulunabilir.
    Ortaklık Konseyi, Anlaşma’nın hedeflerini göz önünde tutarak, ortaklık rejimi sonuçlarını belli aralıklarla inceler. Bununla beraber, hazırlık dönemi boyunca bu incelemeler bir görüş teatisi sınırları içinde kalır.
    Geçiş döneminin başlaması ile ortaklık rejiminin gerçekleşmesi yolunda, Anlaşma amaçlarından birine ulaşmak için, Akit Tarafların bir ortak davranışı gerekli görüldüğü takdirde, Anlaşma bunun için gerekli davranış yetkisini öngörmese bile, Ortaklık Konseyi uygun kararları alır.
    Ankara Anlaşması’nın 22/2 maddesi Ortaklık Konseyine inceleme yetkisi vermiştir. Bu yetki ile Ortaklık Konseyi, ortaklık rejimi sonuçlarını belirli aralıklarla inceleyerek, gerekmesi hâlinde tavsiye kararları alabilecek ve bu kararların gerektirdiği önlemlerin uygulanmasını sağlayabilecektir.
    Son olarak Ortaklık Konseyi taraflar arasında uyuşmazlıkların çözümü bakımından da Ankara Anlaşması’nda yetkili kılınmıştır. Dolayısıyla Ortaklık Konseyi’nin yargı yetkileri ile donatıldığı söylenebilir. Anlaşma’nın taraflarınca Ortaklık Konseyine getirilen ve Anlaşma’nın uygulanması ve yorumlanması ile ilgili olarak Türkiye’yi, AB’yi veya AB üyesi bir devleti ilgilendiren her uyuşmazlık hakkında Ortaklık Konseyi kendisi karar verebilir veya uyuşmazlığı AB Adalet Divanı (ABAD) veya başka bir yargı merciine götürmeyi kararlaştırabilir.
    Ortaklık İlişkisinin Yardımcı Organları
    Ortaklık Komitesi
    Ortaklık Komitesi, Ortaklık Konseyinin, Ankara Anlaşması’nın 24’üncü maddesinin verdiği yetkiyle, 3/64 sayılı kararıyla, 1964 yılında kurduğu yardımcı bir organdır. Ortaklık Komitesinin karar alma yetkisi yoktur. Kuruluş amacı Ortaklık Konseyine görevlerini düzenli ve sürekli biçimde yerine getirmesinde yardımcı olmak, Ortaklık Konseyi toplantılarının gündemini hazırlamak ve Ortaklık Konseyinin vereceği talimatlara uygun olarak, ortaklık ilişkisiyle ilgili teknik sorunlar üzerinde incelemeler yapmaktır. Komitenin hazırladığı raporlar oylama yapılmaksızın doğrudan Ortaklık Konseyine sunulur.
    11-12 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye “aday ülke” olarak kabul edilmesiyle diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanması amacıyla Komisyon görevlendirilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Bakanlar Konseyi tarafından onaylanmıştır. Yine Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde Türkiye’nin mevzuatının ve uygulamasının AB müktesebatı ile uyumlulaşmasını yoğunlaştırmak üzere, Komisyon, müktesebatın analitik tarzda incelenmesine yönelik bir süreç (tarama-screening) hazırlamaya davet edilmiştir. Bu nedenle Ortaklık
    Konseyi 11 Nisan 2000 tarihinde aldığı 3/2000 sayılı karar ile AB müktesebatının analitik incelemesini gerçekleştirmek üzere Ortaklık Komitesine bağlı 8 alt komite kurulmuştur.
    Alt komiteler, görev alanına giren konularda, öncelikle AB müktesebatı ile Türkiye mevzuatının karşılaştırılmasını yapar. Alt komiteler ayrıca Katılım Ortaklığı Belgesi’nin ortaya koyduğu önceliklere bağlı olarak yasal uyum, uygulama ve yürütme ile ilgili ilerlemeyi değerlendirir. Alt komiteler, belirlenen sektörlerdeki ortaya çıkabilecek her sorunu gözden geçirir ve atılabilecek olası adımlara ilişkin önerilerde bulunur.
    8 alt komitenin koordinasyonu Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından sağlanmaktadır. Genelde yılda 1-2 defa yapılan Komite toplantılarına, Türkiye’den ilgili kamu kurum ve kuruluşlarındaki sektör uzmanları, AB tarafından ise Komisyon’un ilgili sektör uzmanları katılmaktadır.
    Alt Komite çalışmaları sayesinde Türkiye’deki kurumlar AB müktesebatı hakkında doğrudan bilgiye ulaşabilmektedir. Bu ilişki Avrupa Komisyonu ile birlikte çalışmaya ve Komisyonun teknik desteğini almaya imkân sağlamaktadır. Bu nedenle Alt Komite çalışmaları Türkiye’nin AB müktesebatına uyumu konusunda müzakere sürecinde önemli görevler yüklenmiştir.
    Karma Parlamento Komisyonu
    Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Ankara Anlaşması’nın 27. maddesine dayanarak, 1/65 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile 17 Eylül 1965 tarihinde kurulmuştur. KPK’ nın İç Tüzüğü, Avrupa Parlamentosu tarafından 1966 yılında, TBMM ve Cumhuriyet Senatosu tarafından ise 1967 yılında kabul edilmiştir. Ortaklık Konseyi Kararında TBMM ve Avrupa Parlamentosundan seçilecek 15’er parlamenterden oluşmasına karar verilmiş olsa da günümüzde taraflar KPK’nda 25’er parlamenter ile temsil edilmektedir.
    KPK, Türkiye-AB ortaklığının “demokratik denetim organı” olarak oluşturulmuştur. Ortaklık Konseyi tarafından, Avrupa Parlamentosu ve TBMM arasında Ankara Anlaşması çerçevesinde geliştirilen işbirliği ve temasları kolaylaştırmak ve AB-Türkiye ilişkilerini siyasi yönden incelemek/desteklemek amacıyla kurulmuştur. Bu nedenle Ankara Anlaşması’nın belirlediği hedeflerin yanında 03 Ekim 2005 tarihinde başlayan katılım müzakereleri sürecinin analizi ve değerlendirilmesiyle de görevlidir.
    KPK; Ortaklık Anlaşması’nın uygulanması çerçevesinde danışma ve demokratik denetim görevini yerine getirir. Ortaklık Konseyinin kendisine sunduğu yıllık faaliyet raporunu inceler. Ayrıca TBMM ve Avrupa Parlamentosu tarafından verilen yetki dahilinde her konuyu inceleyebilir. TBMM’ye ve Avrupa Parlamentosuna tavsiye kararları sunabilir.
    KPK, eş başkanlık esasına göre yönetilir. TBMM ve Avrupa Parlamentosu tarafları kendi başkanlarını seçerler. Her iki tarafın başkanları ve ikişer başkan yardımcıları ile birlikte başkanlık divanını oluştururlar. KPK Başkanlık Divanı toplantı gündemini ve yayınlanması tasarlanan ortak bildirileri hazırlar. KPK toplantılarına ulusal hükûmet temsilcileri, Bakanlar Konseyi veya Komisyon temsilcileri ancak KPK’ nın onayıyla katılabilirler. KPK toplantılarında kararlar oy çokluğuyla alınmaktadır.




    Ortak Danışma Komitesi
    Ankara Anlaşması’nın 27. maddesine dayanarak Ortak Danışma Komitesi (Karma İstişare Komitesi), 16 Kasım 1995 tarihinde Avrupa Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından oluşturulmuştur. AB-Türkiye Ortak Danışma Komitesi, Avrupa Ekonomik Sosyal Komite (EESC)’den 18 üye ile Türkiye’deki örgütlü sivil toplumu temsil eden 18 üyeden oluşur. Komite üyeleri işçi örgütleri, sendikalar ile tüketici örgütleri, çiftçi örgütleri, akademik çevreler, sivil toplum örgütleri gibi çeşitli çıkar gruplarını temsil etmektedir.
    Türkiye ile AB arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi ve sosyal ve ekonomik diyalogun kurumsallaşması amacını taşımaktadır. Komite’nin Türkiye kanadı sekretaryası Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) tarafından yürütülmektedir. Türkiye tarafından Komiteye katkı TOBB, TİSK, Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen, TZOB, TESK tarafından sağlanmaktadır. AB ve Türkiye tarafının belirlediği 2 Eş Başkan Komiteye başkanlık eder. Üyelerin görev süresi 2 yıldır.

    Gümrük İşbirliği Komitesi
    Gümrük İşbirliği Komitesi, Ankara Anlaşması’nın, Ortaklık Konseyini, görevlerinde kendisine yardımcı olabilecek her Komiteyi kurmaya yetkili kılan 24’üncü maddesine dayanarak 15 Aralık 1969 tarihli 2/69 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile kurulmuştur. Görev alanı Ankara Anlaşması’nın gümrüklerle ilgili kısmıyla sınırlandırılmış olan, “teknik” bir komitedir. Gümrük İşbirliği Komitesi, Gümrük Birliğinin tamamlanması sürecinde gümrüklerle ilgili teknik hususları ele alarak Ortaklık Konseyine önemli ölçüde yardım sağlamış, Gümrük Birliğinin tamamlanmasından sonra ise görev alanı çerçevesinde karşılaşılan teknik sorunların ele alınıp çözümler aranmasında önemli rol oynamıştır.
    Gümrük Birliği Ortak Komitesi
    Türkiye ile AB arasında kurulan Gümrük Birliğinin uygulama koşulları 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararında belirtilmiştir. Bilindiği gibi Gümrük Birliği kapsamında taraflar dış ticarette gümrük vergisi ile eş etkili vergi ve resimleri tamamen kaldırmış ve AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi’ne uyum sağlamıştır. Böylece Türkiye AB’nin
    Ortak Ticaret Politikasına uyum sağlamanın yanında;
    Fikrî, Sınai ve Ticari mülkiyetin korunması,
    Rekabet,
    Devlet yardımları ve kamu tekelleri,
    Ticari korunma araçları,
    Kamu ihaleleri gibi alanlarda da AB mevzuatına uyum yükümlülüğü altına girmiştir.

    Bu nedenle Türkiye mevzuatının yukarıda belirtilen alanlarda AB mevzuatıyla sürekli uyumlaştırılması amacıyla Gümrük Birliği Ortak Komitesi (GBOK) adında yeni bir yardımcı organ kurulmuştur.
    1/95 Sayılı OKK ile kurulan Komite, taraflar arasında bilgi ve görüş alışverişini yürütür, Ortaklık Konseyine tavsiye kararları hazırlar, Gümrük Birliğinin düzgün işlemesini sağlamak amacıyla görüş bildirir, kendi iç tüzüğünü hazırlar ve görevlerini yerine getirmede kendisine yardımcı olacak alt komiteler veya çalışma grupları kurabilir. Gümrük Birliği Ortak Komitesi; Anlaşma taraflarının temsilcilerinden meydana gelir. Bürokratik düzeyde toplanır. Başkanlık, altı aylık sürelerle, dönüşümlü olarak Türkiye ve Birliği temsilen Avrupa Komisyonu tarafından yürütülür.
    Gümrük Birliği İlişkisinde Türkiye Tarafının Temsili
    Türkiye, AB üyesi olmadan Gümrük Birliğini gerçekleştirdiği için AB’nin Ortak Ticaret Politikasının belirlendiği karar alma süreçlerinde temsil edilememektedir. Üstelik gümrük birliğinin işleyişiyle doğrudan ilgili alanlarda Türkiye mevzuatını AB mevzuatı ile uyumlu hâle getirme yükümlülüğü altındadır. Türkiye AB ülkeleriyle birlikte Avrupa Gümrük Alanı içinde yer almaktadır. Bu nedenle, AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA), Türkiye’nin de içinde yer aldığı gümrük alanını ve AB’yi kapsamaktadır. Türkiye’nin AB üyesi olmaması nedeniyle bu ticari anlaşmalarının karar mekanizmalarında yer almaması ve süreçlere dahil edilmemesi önemli bir çelişkidir. İmzalanan STA’ları sonucunda, üçüncü ülkelere uygulanan gümrüklerin kaldırılmasıyla, üçüncü ülkenin malları AB pazarına girdiği gibi Türkiye’ye de gümrüksüz girerek ticaret sapmasına neden olabilmektedir.
    Diğer Kurumlar
    Türkiye İdari Yapısı İçinde AB ile İlgili Yapılanma
    Türkiye’nin 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile AET ile kurduğu ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Hükümet’ini yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlar nezdinde temsil yetkisine sahip olan, Dışişleri Bakanlığı temsil etmiş ve uzun yıllar oldukça önemli görevler yüklenmiştir. Dışişleri Bakanlığının ülke içindeki koordinasyon görevi 15 Aralık 1982’de çıkarılan 8/3987 sayılı kararname ile Devlet Planlama Teşkilatına verilmiştir. 16 Eylül 1986’da 6 yıllık bir aradan sonra, Türkiye - AET Ortaklık Konseyi toplantısının ardından canlanan Türkiye-Topluluk ilişkileri Türkiye’de 17 Ekim 1986 tarihinde, AET ile ilişkilerin izlenmesi ve koordinasyonundan sorumlu bir Devlet Bakanlığının kurulmasına neden olmuştur. Böylece 1959’dan bu yana Türkiye-Topluluk ilişkileri, ilk defa bir Devlet Bakanlığı düzeyinde ele alınmıştır. Bu düzenlemenin ardından ilgili bakanlık ve kuruluşların kendi bünyelerinde AET birimleri oluşturmalarını zorunlu kılınmıştır.
    1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylık statüsünün kabulü ile ilişkilerde başlayan yeni dönem Türkiye’de idari düzenleme yapılmasına neden olmuştur. 27 Haziran 2000 tarihli 4587 numaralı “Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun” ile Başbakanlığa bağlı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) kurulmuştur. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Dışişleri Bakanlığınca yürütülen dış ilişkilerin koordinasyonu ve katılım müzakereleri dahil tüm dış temas ve müzakereler çerçevesinde aşağıda belirtilen görevleri yürütmüştür:
    Kamu kurum ve kuruluşlarınca yürütülecek iç uyum çalışmalarında plan ve programlara uygun olarak koordinasyonu sağlamak.
    Türkiye’nin AB üyeliğine hazırlanması amacıyla oluşturulacak kurul ve komitelerin sekretarya hizmetlerini yürütmek ve bu kurul ve komiteler tarafından alınan kararların uygulanmasını yönlendirmek.
    Hükümetin ve oluşturulacak kurul ve komitelerin kararları doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemeleri yapmak.
    Görev alanına giren konularda sözleşme ile yurt içi veya yurt dışında gerçek ve tüzel kişilere araştırma, etüt ve tercüme işleri yaptırmak.
    Yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetlere ilişkin olarak yönetmelik, tebliğ, genelge ve benzeri düzenleyici işlemleri Başbakanlık vasıtasıyla yapmak.




    Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, İç Koordinasyon ve Uyum Komitesi ile Genel Sekreterliğe bağlı 7 daire başkanlığından oluşur. Avrupa Birliği Genel Sekreteri, büyükelçi düzeyindeki Dışişleri Bakanlığı memurları arasından atanmaktadır. AB müktesebatına uyum çalışmalarının ve tam üyelik müzakerelerinin yürütülmesi ile müzakerelerin ve uygulamanın koordinasyonu amacıyla kurulan İç Koordinasyon ve Uyum Komitesi’nin görevleri şunlardır:
    Kamu kurum ve kuruluşlarının görevleri çerçevesindeki AB mevzuatına uyum çalışmaları ile ilgili her türlü çalışmayı izlemek, değerlendirmek ve gerekli koordinasyonu sağlamak.
    Kamu kurum ve kuruluşlarının, AB mevzuatına uyum çalışmaları ile ilgili olarak görev alanlarına giren konulardaki önerilerini incelemek ve değerlendirmek, gerektiğinde ilgili kurul ve komitelere sunmak.
    Özel sektör, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve akademik çevrelerin AB mevzuatına uyum çalışmaları ile ilgili önerilerini incelemek ve değerlendirmek, gerektiğinde ilgili kurul ve komitelere sunmak.
    AB’ye uyum için gerekli mevzuat değişikliğine ilişkin öncelikleri belirlemek ve çalışmaları yönlendirmek.
    Mevzuat değişikliği önerileri hazırlayıp ilgili kurul ve komitelere sunmak.
    Her aday ülke Katılım Ortaklığı Belgesi’nde belirtilen önceliklerin yerine getirilmesi ve AB müktesebatına uyumun sağlanması için detaylı bir Ulusal Program hazırlamaktadır. 2008 yılında güncellenen Katılım Ortaklığı Belgesi’ne bağlı olarak Türkiye 2008 Yılı Ulusal Programı’nı sunmuştur. Ulusal Program’ın hazırlanmasından ve güncellenmesinden sorumlu idari yapı ABGS olmuştur. Son olarak 3 Haziran 2011 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile ABGS görevlerini Avrupa Birliği Bakanlığına devretmiştir. AB Bakanlığının görevi, Türkiye’nin AB üyeliğine hazırlanmasına yönelik yapılacak çalışmaların yönlendirilmesi, izlenmesi ve koordinasyonu ile üyelik sonrası çalışmaların koordinasyonunu yürütmektir.
    2012 yılında Türkiye Cumhuriyeti AB Bakanı aynı zamanda Başmüzakerecilik görevini yürütmektedir. Büyükelçilik unvanı da tanınan Bakanlık Müsteşarı aynı zamanda Ulusal Mali Yardım Koordinatörü’dür.
    Ulusal Mali Yardım Koordinatörü’nün başlıca görevleri arasında aşağıdakiler yer almaktadır:
    AB mali yardımlarının katılım süreci ile ilişkilendirilmesi ve fonların sadece bu amaç için kullanılması amacıyla gerekli koordinasyonun sağlanması,
    Mali İşbirliği kapsamında değerlendirilecek projelerin Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Program’da yer alan öncelikler doğrultusunda yönlendirilmesi, seçilmesi, uygulanması ve izlenmesinin sağlanması,
    Yıllık Finansman Protokollerinin, Ulusal Yetkilendirme Görevlisi ve ilgili Bakanlıklar ile bağlantılı olarak hazırlanması ve koordine edilmesi,
    Programların izlenmesi ve değerlendirilmesinin koordinasyonunun sağlanması
    Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu
    Ankara Anlaşması’nın uygulamaya girmesinden sonra 9 yıl süren hazırlık döneminde Topluluk-Türkiye ilişkilerinde Avrupa Komisyonunun Türkiye’de açtığı ilk ofis Basın ve Enformasyon Bürosu olmuştur. Bu oŞs Katma Protokolün yürürlüğe girmesinden hemen sonra, 1974 yılında Ankara’da açılmıştır. 1986 yılında gerçekleşen Ortaklık Konseyi toplantısından sonra Toplulukla ilişkiler canlanmış, Türkiye’de Devlet Bakanlığı düzeyinde yeniden yapılanan idari yapıya karşılık Avrupa Komisyonu da Basın ve Enformasyon Bürosu’nu diplomatik seviyede Delegasyon olarak dönüştürmüştür. Brüksel’de 4 Şubat 1987 tarihinde imzalanan ve 4 Haziran 1987 tarihli ve 19477 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan “Avrupa Toplulukları Komisyonu’nun Türkiye Delegasyonu’nun kurulması ve onun dokunulmazlık ve İmtiyazları Hakkında Anlaşma” temelinde tam diplomatik statü tanınmış olan “Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği” kurulmuştur. Haziran 2004’te alınan bir karar ile Avrupa Komisyonu Türkiye Temciliği’nin adı, “Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu” olarak değişmiştir.
    1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması çerçevesinde Avrupa Dış İlişkiler Servisi kurulmuştur.
    AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği faaliyetlerine destek olmak amacıyla gerçekleştirilen yeniden yapılanma çerçevesinde Avrupa Dış İlişkiler Servisi, 130 ülkede faaliyet gösteren Delegasyonlar ağını kurmuştur. Bu kapsamda Kasım 2009 tarihinde alınan bir kararla da Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu’nun adı “Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu” olarak değiştirilmiştir.
    Avrupa Birliği Delegasyonu’nun dört temel görevi vardır:
    Dış ilişkiler alanında Türkiye’nin dış politikasına ilişkin rapor hazırlamak ve AB’yi diplomatik düzeyde temsil etmek.
    Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliğine ilişkin olarak, Türkiye’deki ekonomik, mali ve ticari gelişmelerin yanı sıra Gümrük Birliği hükümlerinin uygulanmasını izlemek.
    AB’ye katılım müzakereleri çerçevesinde, siyasi kriterler ve müktesebata uyum konusunda Türkiye’nin kaydettiği ilerlemeyi izlemek ve müzakerelerin açılmasına yardımcı olmak. Delegasyon, Komisyonun her yıl yayınladığı İlerleme Raporu’nun hazırlanmasında gerekli bilgileri günlük bazda Merkez’e rapor eder.
    Katılım öncesi Yardım Programları’na ilişkin olarak Delegasyon, merkezî olmayan işbirliği prosedürlerinin uygulanmasından sorumlu Türk kurumlarına destek verir ve projelerin etkin şekilde uygulanmasını takip eder.
    Diplomatik misyon olarak Avrupa Birliği Delegasyonu, Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde faaliyet gösterir ve büyükelçi unvanıyla Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’
    na akredite olan bir Delegasyon Başkanı tarafından yönetilir. Delegasyon, AB’ye üye ülkelerin Türkiye’ye akredite büyükelçilikleri ile yakın temas ve koordinasyon hâlindedir.
    Delegasyon aynı zamanda kamu kurumları, siyasi partiler, iş çevreleri, akademik çevre ve düşünce kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve kültür alanında faaliyet gösteren aktörlerle de çok çeşitli şekillerde irtibat hâlindedir. Bunların yanı sıra Delegasyon, AB’nin görünürlüğünü arttırmak ve Birliğin temel değerleri ve Türkiye’deki faaliyetleri hakkında bilgilerin yaygınlaştırılmasını amaçlayan kapsamlı bir bilgilendirme ve iletişim programını da uygulamaktadır. Delegasyon faaliyetleri dışında Türkiye’de günümüzde çeşitli üniversite ve sivil toplum örgütleri bünyesinde faaliyet gösteren yaklaşık 17 adet AB Dokümantasyon Merkezleri ve 18 ilde yer alan AB Bilgi Merkezleri ile bir ağ oluşturmuştur.




    ÜNİTE 4 - 2004 BRÜKSEL ZİRVESİ SONRASI TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
    Brüksel Zirvesi (2004) ve Müzakere Sürecinin Başlaması
    Türkiye’nin adaylığı 1999 Helsinki Zirvesi’nde ilan edilmiş, 2004 Brüksel Zirvesi’nde ise Türkiye’nin 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlayacağı ilan edilmiştir. Bu nedenlerle Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde 1999 Helsinki ve 2004 Brüksel zirveleri önem taşır.
    Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesi ve Türkiye - AB İlişkileri
    16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesinde liderlerin gündemindeki konular genişleme, terörizm, 2007-2013 mali çerçevesi, AB Uyuşturucu Stratejisi ve Dış İlişkiler olmuştur. Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılamış olduğu belirtilmiş ve müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlayacağı ilan edilmiştir. Hırvatistan’ın da Nisan 2005’te katılım müzakerelerine başlayacağı belirtilmiştir. 1999 Helsinki Zirvesi ile bir anlamda yeniden başlayan adaylık sürecinde bir sonraki aşama olan müzakere sürecine girilmiştir. Müzakere süreci üyelik öncesi son aşamadır ve bugüne kadar olan genişlemelerde müzakereye başlayıp da üyeliğe hak kazanamayan bir ülke olmamıştır. Türkiye için bu bildirgede geçen ucu açık müzakereler ifadesi, üyelik sürecinin sonuyla ilgili belirsizlikten ötürü Türkiye’nin beklentilerini karşılamamıştır. AB kurumları ise bu durumun sadece Türkiye için değil diğer yeni aday Hırvatistan ve potansiyel aday olan Batı Balkan Ülkeleri (Arnavutluk, Bosna Hersek, Karadağ, Kosova, Makedonya, Sırbistan) için de günü geldiğinde geçerli olacağının altını çizmişlerdir. Bildirgede müzakere süreci ile ilgili diğer husus ise birliğin “İçerme Kapasitesi”ne yaptığı atıftır.
    AB ye 2004 yılında 10 ve 2007 yılında iki yeni üyenin de dahil olması ile üye sayısı 27 ye çıkmıştır
    Müktesebat ve Müzakere Fasılları
    Müktesebat AB’nin kuruluşundan itibaren geçirdiği değişim ve gelişim boyunca kabul edilen ve tüm üye ülkeleri bağlayan ortak hukuki metinlerin tümüne verilen addır.
    Müktesebatı şu ana başlıklar altında toplayabiliriz:
    AB’nin kurucu antlaşmaları,
    Bu antlaşmalara göre kabul edilen mevzuat ve kararlar ile Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) içtihadı,
    Ortak dış politika ve güvenlik politikası ile ilgili ortak hareket planları, ortak pozisyon kararları, deklarasyonlar, sonuçlar ve diğer kararlar,
    Adalet ve İçişleri çerçevesinde kabul edilen ortak hareket planları, ortak pozisyon kararları, imzalanan konvansiyonlar, kararlar, açıklamalar ve diğer kanunlar,
    Birlik tarafından, Birlik tarafından ve üye devletlerce kendi aralarında Birlik faaliyetlerine ilişkin olarak imzalanan anlaşmalardan oluşur.
    Katılım müzakereleri 35 fasıl altında toplanmıştır, son iki fasıl diğer fasıllarda müzakereler tamamlandığında müzakere edilmeden sonuçlandırılır. Fasıllar ve kısa içerik tarifleri aşağıdaki gibidir:
    AB Müktesebatı fasıl başlıkları şunlardır: 1) Malların Serbest Dolaşımı 2) İşçilerin Serbest Dolaşımı 3) İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi 4) Sermayenin Serbest Dolaşımı 5) Kamu Alımları 6) Şirketler Hukuku 7) Fikri Mülkiyet Hukuku 8) Rekabet Politikası 9) Mali Hizmetler 10) Bilgi Toplumu ve Medya 11) Tarım ve Kırsal Kalkınma 12) Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı
    13) Balıkçılık 14) Taşımacılık Politikası 15) Enerji 16) Vergilendirme 17) Ekonomik ve Parasal Politika 18) İstatistik 19) Sosyal Politika ve İstihdam 20) İşletmeler ve Sanayi Politikası 21) Trans-Avrupa Şebekeleri 22) Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu 23) Yargı ve Temel Haklar 24) Adalet, Özgürlük ve Güvenlik 25) Bilim ve Araştırma 26) Eğitim ve Kültür 27) Çevre 28) Tüketicinin ve Sağlığın Korunması 29) Gümrük Birliği 30) Dış İlişkiler 31) Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları 32) Mali Kontrol 33) Mali ve Bütçesel Hükümler 34) Kurumlar 35) Diğer Konular
    Müzakerelerde Önemli Belgeler
    Müzakere Çerçeve Belgesi
    İlerleme Raporları
    İlerleme Raporları AB’nin aday ülkenin genel olarak siyasi ve ekonomik kriterlerde ve özel olarak her müktesebat faslında bir yıl içinde kat ettiği yolu değerlendirdiği belgedir. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve her yılın sonbaharında ilan edilen İlerleme Raporu Türkiye için ilk olarak 1998 yılından yayınlanmıştır ve o tarihten itibaren her yıl düzenli olarak yayınlanmaktadır.
    Katılım Ortaklığı
    Katılım Ortaklığı Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Konsey tarafından onaylandıktan sonra AB Resmî Gazetesi’nde yayımlanan ve müzakerelerin AB tarafınca belirlenen yol haritasıdır.
    İlerleme Raporlarından farklı olarak bir kaç senede bir yenilenen Katılım Ortaklıklarında siyasi ve ekonomik kriterler açısından aday ülkenin kısa ve orta vadede yapması gerekenler, ayrıca müzakere fasıllarındaki kısa ve orta vadeli hedefler belirtilir. Kısa vadeli hedeflerin 1-2 yıl içerisinde, orta vadeli hedeflerin 3-4 yıl içerisinde yerine getirilmesi beklenir. Yerine getirilen ve getirilmeyen hedefler doğrultusunda Katılım Ortaklığı güncellenir, ulaşılan hedefler çıkarılır, getirilmeyenlerin takvimi yenilenir. 1999 yılında adaylığı ilan edildikten sonra Türkiye için ilk Katılım Ortaklığı 2001’de kabul edilmiş akabinde 2003, 2006 ve 2008 yıllarında güncellenmiştir.
    Ulusal Program
    Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı, kısa adıyla Ulusal Program’da aday ülke Türkiye Katılım Ortaklığında belirlenen hedeflerin nasıl bir takvimle yerine getireceğini, hangi kurumların hangi hedeften sorumlu olacağını ve mali kaynakların kullanımını detaylı olarak açıklar. Her aday ülke gibi Türkiye’nin de Ulusal Program’ında Katılım Ortaklığı’nda önerilen takvime uyması esastır. Ulusal Program ilk kez 2001’de hazırlanmış, 2003 ve 2008’de güncellenmiştir.
    Müzakereleri Yürüten Kurumlar
    Türkiye’de Kurumsal Yapı
    Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Baş müzakerecilik ve AB Bakanlığı
    2000 yılında Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) kurularak Türkiye’nin müzakereleri yürütürken ihtiyacı olan kurumsal kapasite güçlendirilmiştir.
    Türkiye’nin 2004 yılı Aralık ayında müzakerelere başlayacağı ilan edildikten sonra 2005 yılının Haziran ayında devlet bakanı seviyesinde bir baş müzakereci atanmıştır. Daha sonra bir süreliğine baş müzakerecilik görevi Dışişleri Bakanı tarafından sürdürülmüştür. 2009 yılının Ocak ayında baş müzakerecilik görevinin de ayrı bir bakan tarafından yürütüldüğü yeni bir devlet bakanlığı oluşturulmuştur.
    Son olarak Temmuz 2011 genel seçimlerinden sonra kurulan 61. Hükûmette devlet bakanlığı AB Bakanlığına yükseltilmiş, Bakan baş müzakerecilik görevini üstlenmiş, ABGS de yeni bakanlığın bürokrasisini oluşturmuştur.
    ABGS, müzakere sürecinde siyasi engellerin reformları engellemesini önlemek ve kamuoyunun farkındalığını ve desteğini sağlamak amacı ile 4 Ocak 2010 tarihinde “Türkiye’nin Katılım Süreci İçin Avrupa Birliği Stratejisi”ni uygulamaya başlamıştır.
    Avrupa Birliği Stratejisi’nin yanı sıra yine Ocak 2010’da ABGS’ nin öncülük ettiği “Avrupa Birliği İletişim Stratejisi” oluşturulmuştur. Bu iletişim stratejisi çerçevesinde AB’ye üye ülkelerde Türkiye’nin üyeliği konusunda oluşmuş olan önyargılarla mücadele edilirken Türkiye’de de AB ile ilgili yanlış bilinenler düzeltilemeye, kamuoyunun AB projesini tanıyarak sahiplenmesine çalışılmaktadır. Bu iki strateji doğrultusunda 2010-2011 Eylem Planı da 15 Mart 2010 tarihinde Bakanlar Kurulu’nda kabul edilmiştir.
    Müzakere sisteminin ana yapısını “İzleme ve Yönlendirme Komitesi” oluşturur. Komite Baş müzakerecinin başkanlığında müzakereleri yönetmektedir. Komite, AB Bakanlığı’na ilaveten Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve AB nezdindeki Daimi Temsilciliğimizden oluşmaktadır. Ayrıca Komiteye her bakanlık ve müsteşarlıkta AB ile uyumdan sorumlu birimlerin temsilcileri katılmaktadır. Bu birimlerde görevli olan bürokratlar müzakerelerin gereklerini yerine getirmek için yapılan teknik uyum çalışmalarını yürütmektedirler. AB Bakanlığının başmüzakereci görevi de tüm bu birimlerin çalışmalarının eşgüdümünün sağlanmasıdır.
    Diğer yapılara gelince, Reform İzleme Grubu (RİG) AB, Adalet, Dışişleri ve İçişleri Bakanlarından oluşan üst mekanizmadır. RİG’in sekretaryası ABGS tarafından yerine getirilmektedir. RİG bünyesinde ilgili kurum ve kuruluşların üst düzey temsilcilerinin AB Bakanlığı eş güdümünde toplanan bir “Siyasi İşler Alt Komitesi” (SİYAK) vardır. Ayrıca Aralık 2009’dan bu yana 81 vilayette AB Daimi Temas Noktası görevini yürüten bir Vali Yardımcısı mevcuttur.
    AB’de Kurumsal Yapı
    1-Komisyon ve Genişleme Genel Müdürlüğü
    Avrupa Komisyonunu AB’nin hükümeti gibi düşünebiliriz. Her hükûmette olduğu gibi Komisyonda da bakanlık düzeyinde birimler bulunur. Ancak bu birimlere bakanlık değil Genel Müdürlük denir. Gerek Türkiye’nin gerek diğer aday ülkelerin adaylığı konusunda en önemli rolü oynayan kurum Genişleme Genel Müdürlüğüdür.
    Aynı Türkiye’deki AB Bakanlığı gibi Genişleme Genel Müdürlüğü de diğer genel müdürlüklerin Türkiye’nin ve diğer aday ülkelerin üyelikleriyle ilgili yaptıkları çalışmaların eş güdümünü sağlar. Komisyon’un Türkiye ve diğer aday ülkelerin üyelik müzakerelerindeki diğer bir görevi her yıl her aday ülke için bir ilerleme raporunun yazılmasıdır.Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu
    Türkiye’nin müzakerelerde kaydettiği ilerlemeyi yerinde takip etmek üzere Komisyon’un diğer aday ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de bulunan temsilciliğidir. Bu kurumun başında büyükelçi statüsünde bir diplomat bulunur.
    2-Diğer AB Kurumlarının Müzakerelerdeki Görev ve Yetkileri
    Avrupa Parlamentosu özellikle Dış İlişkiler Komisyonu vasıtasıyla müzakere sürecini denetler. Her aday ülke için tayin edilen bir Avrupa vekili raportör ülkenin performansıyla ilgili yıllık bir rapor yazar. Parlamento ayrıca AB bütçesini onayladığı için aday ülkelere verilen katılım öncesi mali yardımın da dolaylı denetçisidir. Aday ülkenin üye olabilmesi için Katılım Antlaşması’nın önce Avrupa Parlamentosu’nda oy çokluğu ile parlamenterler tarafından onaylanması gerekmektedir.
    Konsey ise Genişleme Politikası’nın nihai karar vericisidir. Konsey ayrıca müzakere sürecinde Komisyonun hazırladığı ilerleme raporlarını kabul eder.
    Müzakere Döneminin Önemli Aşamaları
    ** Müzakere Çerçeve Belgesi’nin Yayınlanması
    Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi 29 Haziran 2005’te yayımlanmıştır. Müzakere Çerçeve Belgesi yukarıda bahsedildiği gibi müzakerelerin nasıl yürütüleceğine ışık tutar.
    ** Katılım Konferansı (3 Ekim 2005, Lüksemburg)
    Müzakerelerin başlaması ile ilgili kararın alınmasını takiben her aday ülke için bir Hükümetler arası Konferans (HAK) düzenlenir. Türkiye için yapılan Katılım Konferansı 3 Ekim 2005 tarihinde İngiltere dönem başkanlığında Lüksemburg’da yapılmıştır. Ayrıca her faslın müzakereye açılması münasebetiyle bir Hükûmetler arası Konferans toplanır.
    ** Tarama Süreci (Screening)
    Müzakerelerin ilk ayağını tarama süreci oluşturur. Tarama süreci aday ülkenin müzakereler başlamadan önce ulusal mevzuatının bulunduğu durumun tespitidir. Türkiye’de tarama süreci 20 Ekim 2005 tarihinde başlamış ve Komisyon peyderpey AB’nin Ortak Pozisyon Belgesi’nin özünü oluşturan tarama sonu raporlarını Konsey’e yollamaya başlamıştır.
    ** Tarama Sonu Raporları
    Komisyon her fasıl için ayrı bir rapor hazırladıktan sonra bu raporu üye ülkelerin onayına sunmaktadır. Her tarama raporunda o müzakere faslı ile ilgili Genel Düşünceler, Müktesebatın Üstlenilmesi, Uygulama Kapasitesi, Yorumlar ve Öneriler olmak üzere dört ana başlık vardır. Komisyon eğer ilgili fasılda müzakerelerin vakit geçirmeden başlaması için gerekli asgari yeterlilik sağlanmadığını düşünüyorsa bu fasıl için açılış kriterlerini (benchmark) belirler. Söz konusu fasılla ilgili açılış kriterleri tarama raporunun Yorumlar ve Öneriler bölümünde yer alır. Komisyon tarafından Konseye gelen rapor önce Konsey’in Genişleme Çalışma Grubu’na gider ve bu alt gruptaki uzmanlar tarafından incelenir. Daha sonra rapor üye ülkelerin onayı için her üye ülkenin AB nezdindeki büyükelçilerinden oluşan Daimi Temsilciler Komitesi’ne (COREPER) gönderilir. Aday ülke için hazırlanan tarama sonu raporunun AB Konseyi onayı için üye ülkelerin oy birliği gerekmektedir.
    Açılış kriteri (opening benchmark): Müzakere fasıllarının her birinde tarama sürecinin sonunda Komisyon bir “tarama sonu raporu” sunmaktadır. Komisyon bir fasılda aday ülkenin müzakereye hazır olduğunu düşünüyorsa raporda bu şekilde belirtilir ancak Komisyon aday ülkenin müzakereye tam anlamıyla hazır olmadığını düşünüyorsa bu faslın açılışı için belirli ön koşulların yerine getirilmesini teklif eder. Bu önkoşullara açılış kriterleri denir. Komisyonun sunduğu raporun Konseyde onaylanmasını takiben aday ülkenin faslın müzakereye açılabilmesi için bu kriterleri tamamlaması gerekir. Keza belli fasıllarda Komisyon fasılların kapanabilmesi için o faslın içeriğinin aday ülkede uygulanmasına dönük kapanış kriterleri (closing benchmark) de teklif edebilir. Bu kriterler ilk kez Hırvatistan ve Türkiye’ye uygulanmıştır ve daha önceki müzakere süreçlerinden edinilen tecrübenin sonuçlarıdırlar.
    Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER): Daimi Temsilciler Komitesi her üye ülkenin AB nezdindeki temsilcisi olan büyükelçilerden oluşan bir AB kurumudur. Üye ülke büyükelçilerinden oluştuğu için bu komitede Komisyondan farklı olarak üye ülkelerin ulusal çıkarları ön plandadır. Üye ülkelerin ulusal çıkarlarını gözeterek AB için ortak karar aldığı bu komite, AB karar alma mekanizmasının işleyişi için büyük önem arz etmektedir
    --Karşılıklı Müzakere Pozisyonlarının Hazırlanması
    Aday ülke açılan her müzakere faslı için hazırladığı kendi müzakere pozisyon belgesini AB Konseyi Dönem Başkanlığına sunar. Sunulan belgeler üye ülkelere ve Komisyona iletilir. Aday ülkenin sunduğu belgelere karşılık ve tarama sonu raporu ışığında Komisyon’un Genişleme Genel Müdürlüğü AB tarafı için Ortak Pozisyon Belgesi Taslağı hazırlar ve Konseye iletir. Konseyde Genişleme Çalışma Grubu ve üye ülkelerin görüşleri alınarak belgeye son şekli verilir ve Daimi Temsilciler Komitesinde (COREPER) oybirliği ile kabulünden sonra o müzakere faslında AB Ortak Pozisyonu oluşmuş olur.
    --Fiili Müzakerelerin Başlaması ve Gidişatı 3 Ekim 2005’te müzakerelerin başlamasını takiben Avusturya dönem başkanlığında 12 Haziran 2006’da açılış kriteri olmaksızın müzakereye açılan ilk fasıl Bilim ve Araştırma olmuş ve Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirdiği belirtilerek fasıl geçici olarak kapatılmıştır.
    --Müzakere Sürecinde Duraklama
    Türkiye müzakerelere fiilen başlayabilmek için Brüksel Zirvesi’nde AB tarafına iki taahhütte bulunmuştu. İlki yeni ceza yasasının yürürlüğe girmesi, ikincisi gümrük birliğini AB’nin 10 yeni üye ülkesine de uygulanacağını belirten bir ek protokolün imzalanması ve daha ileri bir tarihte onaylanmasıydı. 2005 yılı içinde bu iki taahhüt yerine getirilmiş ve müzakereler bu sayede başlamıştı. Ancak müzakerelerin fiilen başlamasının ardından Türkiye, ek protokolün TBMM’de onay sürecini Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetini tanımıyor olmasını ve KKTC üzerindeki izolasyonların sürmesini öne sürerek gerçekleştirmedi. Bunun üzerine 11 Aralık 2006’da AB Dışişleri Bakanlarından oluşan Genel İşler Konseyi toplantısında Türkiye ek protokole ilişkin taahhütlerini yerine getirene kadar gümrük birliğini ilgilendiren 8 müzakere faslının açılmayacağı ve hiçbir faslın geçici olarak dahi kapatılmayacağı kararlaştırıldı.
    Bu 8 fasıl şunlardır:
    Malların Serbest Dolaşımı
    Balıkçılık Politikası
    İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunma Serbestîsi
    Taşımacılık Politikası
    Mali Hizmetler
    Gümrük Birliği
    Tarım ve Kırsal Kalkınma
    Dış İlişkiler
    Kıbrıs bağlantılı olarak açılması bloke edilen 8 fasla ilaveten Fransa’da 2007 yılı ilkbaharında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Nicolas Sarkozy Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan politikasını uygulamaya koyarak 5 müzakere faslının kendisi yönetimde olduğu sürece açılmayacağını Türkiye’ye resmen bildirmiştir.
    Tarım ve Kırsal Kalkınma
    Ekonomik ve Parasal Politika
    Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu
    Mali ve Bütçesel Hükümler
    Kurumlar

    Müzakereye Açılan Fasıllar
    18 müzakere faslının açılmasının bloke edilmesi esnasında ve ardından, müzakereler tamamen durmamış ve 2010 yılı Haziran ayı sonuna kadar 13 fasılda müzakere başlamıştır. Açılış sırasıyla bu fasıllar şunlardır:
    Bilim ve Araştırma
    Fikri Mülkiyet Hukuku
    İşletme ve Sanayi Politikaları
    Sermayenin Serbest Dolaşımı
    İstatistikler
    Bilgi Toplumu ve Medya
    Mali Kontrol
    Vergilendirme,
    Tüketicinin ve Sağlığın Korunması
    Çevre
    Trans-Avrupa Ağları
    Gıda Güvenliği Veterinerlik ve Bitki Sağlığı
    Şirketler Hukuku,

    Bu fasılların 12’sinde müzakere sürmekte, 1 fasıl ise geçici olarak kapanmış durumdadır. Ancak bloke edilen 18 fasıl, açık olan 12 fasıl ve geçici olarak kapanmış olan 1 fasıl dışında kalan 3 fasılda Haziran 2010’dan bu yana hiçbir gelişme olmamıştır. Açılabilir durumda olup teknik nedenlerden açılamayan bu 3 fasıl şunlardır:
    Kamu İhaleleri, Rekabet Politikası Sosyal Politika İstihdam

    *** Müzakere Döneminde Mali Yardımlar
    -Adaylık Öncesi Mali Yardımlar
    1963 yılında Ankara Anlaşması’nın imzalanmasından 1995 yılında AB ile Türkiye arasında Gümrük Birliği kararına kadar Türkiye mali protokoller aracılığı ile çoğu kredi niteliğinde olmak üzere yaklaşık 1 milyar avro destek almıştır. Bu destek Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği uygulamasına geçişini kolaylaştırmak amacıyla verilmiştir.
    -Adaylık Döneminde Mali Yardımlar
    1999-2006 Dönemi
    AB bütçesi 7 yıllık dönemler için hazırlanmaktadır. Türkiye 1999 yılı Aralık ayında aday olmuş ancak 1999 - 2006 bütçe döneminin hazırlığı daha önceden Türkiye dahil edilmeden yapıldığı için yararlanamamış,
    MEDA II döneminde Türkiye’nin aldığı mali destek bir önceki döneme göre iki kat artmıştır.
    2007-2013 Dönemi
    Daha önce PHARE, ISPA, SAPARD araçları ile yapılan yardım 2007-2013 bütçe döneminde tek bir mali araç altında toplanmıştır: Katılım Öncesi Yardım Aracı ya da IPA. IPA’ nın 2007-2013 dönemi bütçesi 11,5 milyar avrodur ve Türkiye, Hırvatistan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Kosova’yı kapsamaktadır. IPA fonları geri dönüşsüz hibelerdir ve aday ülkenin resmî kurum ve kuruluşları vasıtasıyla dağıtılırlar. AB’nin katılım öncesi kaynakları adem-i merkeziyet ilkesi çerçevesinde aday ülkeden yönetilir
    2014-2020 Dönemi
    Komisyon 2014-2020 bütçe döneminde müzakere eden aday ülkeler için 14,1 milyar avroluk bir IPA yardımı teklif getirmiştir.

    Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) : Avrupa Birliği’ne aday olan ülkelere yapılan mali desteğe verilen genel addır. IPA’ nın beş bileşeni vardır: Kurumsal Kapasite Geliştirme, Bölgesel ve Sınır Ötesi İşbirliği, Bölgesel Kalkınma, İnsan Kaynaklarının Gelişimi, Kırsal Kalkınma




  • ÇALIŞMA EKONOMİSİ//////////// 1.ÜNİTE////////////////

    Çalışma ekonomisi: Emek arz ve talebinin karşılaştığı ve emeğin fiyatı olan ücretin belirlendiği emek piyasalarının işleyişi ve bu piyasalarda ortaya çıkan sorunlarla uğraşan bir disiplindir.
    Emeğin sahip olduğu boyutlar
    *Emek bir üretim faktörüdür,
    *Emek bir insan kaynağıdır
    *Emek temel bir gelir kaynağıdır
    Çalışma ekonomisinin cevabını aradığı sorular
    *Endüstri toplumlarının çoğunda, geçtiğimiz yüzyıl boyunca, neden kadınların işgücüne katılımı sürekli bir artış göstermiştir?
    *Göçün yerel işgücünün ücret ve istihdamı üzerine etkisi nedir?
    * Asgari ücretler nitelik düzeyi düşük çalışanların işsizlik oranını arttırır mı?
    *İş sağlığı ve güvenliği düzenlemelerinin istihdam ve gelirlere etkisi nedir?
    * insan sermayesine yapılan sübvansiyonlar, dezavantajlı çalışanların ekonomik refahının arttırılmasında etkin bir yöntem midir?
    *Sendikaların üyeleri ve ekonomi üzerindeki ekonomik etkileri nelerdir?
    *Cömert bir işsizlik sigortası işsizlik süresini uzatır mı?
    *Avrupa’daki işsizlik oranı niçin Amerika Birleşik Devletleri’nden daha yüksektir?
    Arz ve talep kanunlarının geçerli olduğu bir yeri anlatan “piyasa” kavramı; Emek piyasaları söz konusu olduğunda emek arz ve talebinin karşılaştığı, ücret ve diğer çalışma koşullarının belirlendiği bir ortamıdır.

    ***Emek piyasası kavramı bir soyutlamadır; emeğini arz edenlerle emek talep edenlerin bir araya geldikleri ortamı tanımlamak üzere kullanılan analitik bir kurgudur..
    ***İşçinin kişiliğinin ayrılmaz bir parçası olan emek, satılamaz ya da satın alınamaz
    Firmalar açısından faaliyet gösterilmesi zorunluluğu olan 3 yaşamsal piyasa: Emek piyasası, ürün ve sermaye piyasalarıdır.
    Emek piyasalarını diğer piyasalardan ayıran farklı özellikleri
    *İstihdamının çalışan ve çalıştıran arasında kişisel bir ilişkiyi ifade etmesi, emek piyasasını mal ve diğer piyasalardan ayıran belki de en önemli özelliktir.
    *Pek çok piyasada ürünler standart bir yapıya sahipken yani çoğu birbiriyle benzerlik gösterirken; emek piyasasına arz edilen emek büyük ölçüde heterojendir.
    *Emek piyasası hakkında genellikle hem işveren hem de işçi bakımından bir bilgi eksikliği söz konusudur.
    *Pek çok sayıda emek piyasasının var olması emek piyasalarının bir diğer özelliğidir
    *Emek piyasalarında grup ilişkilerini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır.Bu piyasalardaki karar alıcı birimlerin başında gelen sendikaların davranışlarını belirleyen sosyal, siyasal ve ideolojik bazı etkenler mal piyasalarında yer alan firmaların davranışlarını etkileyen faktörlerden farklıdır.
    *Genellikle iş arayanların sayısı açık işlerin sayısından daha fazladır. Bunun doğal sonucu emek piyasasında işçinin pazarlık gücünün nispi olarak düşük olmasıdır.
    *Emek talebinin türetilmiş bir talep olması emek piyasalarını da farklı kılmaktadır. Emek talebi mal ve hizmet talebine bağlı olduğundan, ekonominin genişleme dönemlerinde emek talebi artarken, daralma dönemlerinde ise azalan mal ve hizmet talebine paralel olarak emek talebi de azalmaktadır.
    ***Türkiye emek piyasası,Orta Doğu emek piyasası, Akdeniz bölgesi emek piyasası da coğrafi alan göz önüne alınarak yapılan sınıflandırmadır.
    Standart tanımlar oluşturmanın ve bu tanımları kullanarak analiz yapmanın iki tür zorluğundan söz edilebilir.
    1. Bu tanımların yansız, objektif ve evrensel kılınmalarının nasıl mümkün olabileceği meselesi
    2.Tanımların ideolojik içeriklerinin ya da teorik dayanaklarının yarattığı sınırlayıcılığın farkında olup olmama sorunu
    Çalışma Çağındaki Nüfus: Alt sınırı, zorunlu temel eğitimin bitişini ifade ederken; üst sınırıda emeklilik yaşına karşılık gelmektedir.
    ***Ülkeler arasında yaygın olan yaş sınırları 15-64 yaşları arasıdır.
    Çalışma çağındaki nüfusu: 15- 64
    Aktif Nüfus: Aktif ya da faal nüfus, çalışma çağında yani 15 ve daha yukarı yaş grubunda olup kurumsallaşmamış nüfustan oluşmaktadır.
    Aynı zamanda, kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus Kurumsallaşmamış nüfus, Türkiye istatistik Kurumu’na göre; “okul, yurt, otel, çocuk yuvası, huzurevi, özel nitelikli hastane,hapishane, kışla ve orduevi gibi yerlerde ikamet edenlerle yabancı uyruklular dışındaki nüfustur”.

    ***Aktif nüfus, “Belirli bir referans dönemi boyunca, Birleşmiş Milletler Millî Gelir,Muhasebe ve Denge Sistemleri tarafından tanımlanmış iktisadi mal ve hizmetlerin üretimi için gerekli olan işgücü arzını besleyen kadın ve erkeklerdir”
    Aktif Nüfus = işgücü + işgücüne dahil olmayanlar
    İşgücü :
    * işgücü bir ülkedeki emek arzını insan sayısı yönünden ifade eden bir kavramdır.
    * Bir ülkedeki nüfusun üretici durumda bulunan yani ekonomik faaliyete katılan kısmıdır
    ***Bazı kişiler de çalışma çağı dışında oldukları hâlde çalışma yaşamı içinde yer alırlar. 15 yaşın altındaki çocuk işçiler ya da 64 yaşın üzerinde olduğu hâlde çalışmaya devam edenler gibi.
    ***işsiz kalan ve çalışmak istediği hâlde iş bulamadığı için iş aramaktan vazgeçen kişiler de işgücü içinde sayılmazlar. Bunlara, “cesareti kırılmış işçiler” adı verilir
    işgücü = istihdam edilenler + işsizler
    ***Türkiye istatistik Kurumu’na göre, işgücüne dahil olmayanlar, işsiz veya istihdamda bulunmayan kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfustur.
    İşgücüne dahil olmayanlar:
    *iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar: Çeşitli nedenlerle bir iş aramayan ancak 2 hafta içinde işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.
    *iş bulma ümidi olmayanlar: Daha önce iş aradığı hâlde bulamayan veya kendi vasıflarına uygun bir iş bulabileceğine inanmadığı için iş aramayan ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.
    *Diğer: Mevsimlik çalışma, ev kadını olma, öğrencilik, irad sahibi olma, emeklilik ve çalışamaz hâlde olma gibi nedenlerle iş aramayıp ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.
    *Mevsimlik çalışanlar: Mevsimlik çalışması nedeniyle iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kşilerdir.
    *Ev işleriyle meşgul: Kendi evinde ev işleriyle meşgul olması nedeniyle iş aramayan ve iş başı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.
    *Öğrenci: Bir öğrenim kurumuna devam etmesi nedeniyle iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.
    *Emekli: Bir sosyal güvenlik kuruluşundan emekli olduğu için iş aramayan ve iş başı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.
    *Çalışamaz hâlde: Bedensel özür, hastalık veya yaşlılık nedeniyle iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.
    *Diğer: Ailevi ve kişisel nedenler ve bunun dışındaki diğer nedenler ile iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerdir.
    işgücünü; birincil ve ikincil işgü-cü olarak ikiye ayırabiliriz
    Birincil işgücü : Emek piyasasında tam ve sürekli çalışanları kapsar. Hanehalkı reisleri gibi.
    ikincil işgücü: Bir işe bağımlılıkları esas sorumlulukları olarak görülmeyen kişilerden oluşur. Evli kadınlar, okul çağındaki çocuklar ve gençler ikincil işgücü olarak nitelendirilir
    İstihdam :
    *Geniş anlamda üretim faktörlerinin üretim sürecinde kullanılmasını ifade eder.
    *Dar anlamda istihdam ise emek faktörünün üretim sürecinde birgirdi olarak kullanılmasıdır.
    “İstihdam” ile “çalışma” kavramları arasındaki farkı:
    *İstihdam, belirli bir bedel (ücret, kar gibi) karşılığı olarak piyasa ile olan ilişkiyi tanımlarken, çalışma kavramı daha genel bir kavramdır.
    ***Bir ev kadınının evdeki faaliyetleri ya da bir öğrencinin dersi ile ilgili faaliyetleri hep çalışmadır ve bu tür faaliyetlerin hemen hepsinin parasal bir karşılığı yoktur.
    Türkiye istatistik Kurumu’na göre, istihdam; işbaşında olanlar ve işbaşında olmayanlar grubuna dahil olan kurumsal olmayan çalışma çağındaki tüm nüfus istihdam edilen nüfustur
    İşbaşında olanlar: Yevmiyeli, ücretli, maaşlı, kendi hesabına, işveren ya da ücretsiz aile işçisi olarak referans dönemi içinde en az bir saat bir iktisadi faaliyette bulunan kişilerdir.
    İşbaşında olmayanlar: işi ile bağlantısı devam ettiği hâlde, referans haftası içinde çeşitli nedenlerle işinin başında olmayan kendi hesabına ve işverenler istihdamda kabul edilmektedir.
    ***Ücretli ve maaşlı çalışan ve çeşitli nedenlerle referans döneminde işlerinin başında bulunmayan fertler; ancak 3 ay içinde işlerinin başına geri döneceklerse veya işten uzak kaldıkları süre zarfında maaş veya ücretlerinin en az % 50 ve daha fazlasını almaya devam ediyorlarsa istihdamda kabul edilmektedir.
    ***Üretici kooperatifi üyeleri, bir iş ya da meslekte bilgi veya beceri kazanmak amacıyla belirli bir menfaat (ayni ya da nakdi gelir, sosyal güvence, yol parası, cep harçlığı vb.) karşılığında çalışan çıraklar ve stajyer öğrenciler de istihdam hâlinde olanlar kapsamına dahil edilmektedirler
    ***Emek piyasalarının temel göstergelerinden birisi olan istidam oranı, aktif nüfus içersinde istihdam edilenlerin görece ağırlığını gösterir
    istihdam Oranı: istihdamın, kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus içindeki oranıdır.
    İstihdam Oranı = İstihdam edilenler / Aktif nüfus × 100 --- işsizlik Oranı : işsiz nüfusun işgücü içindeki oranıdır.
    Emek piyasalarının temel göstergelerinden biri: Toplam işgücü içersinde işsizlerin görece ağırlığını gösteren işsizlik oranıdır.
    işsizlik Oranı = işsizler / İşgücü × 100 ( İşsizler = işgücü – istihdam Edilenler)
    Eksik istihdam *İşgücü kategorileri, istihdamdakiler ve işsizler, eksik istihdamdır.
    *Eksik istihdam, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, geçmişten bugüne, hayatın önemli bir gerçeği olmuştur.
    *Eksik istihdam, istihdamın sektörel dağılımı içinde tarımın ağırlıkta olduğu, ücretsiz aile işçilerinin yoğun olarak bulunduğu ve işsizlik sigortası uygulamasının bulunmadığı ülkelerde, işgücünün gereği gibi de¤erlendirilememesinden kaynaklanan önemli bir sorundur.
    ***Eksik istihdam tanımlanırken, genellikle “düşük”, “daha az”, “yetersiz” gibi kavramlar kullanılarak istihdamın düşük nitelikli bir türü biçiminde ifade edilir.
    ***Livingstone’a göre, eksik istihdam kişinin yaptığı işle sahip olduğu eğitim arasındaki uyumsuzluğun bir sonucudur.
    *** Livingstone’a göre bu boşluk, işle ilgili bilgi ve bu bilgiyi kullanma fırsatları arasındaki uyumsuzluktan doğmaktadı.r
    *** 1960’dan beri ABD ve Kanada’da işgücünün niteliği işlerin niteliğinden daha hızlı artmıştır.
    *** Livingstone ABD ve Kanada’da işgücünün yaklaşık olarak %20’sinin bu anlamda eksik istihdamda olduğunu hesaplamış ve son 20 yıldır da bunun sürekli bir artış içinde olduğunu ortaya Koymuştur.
    Eksik istihdamın boyutları:
    • Kişi, işin gerektirdiğinden daha fazla formel eğitime sahiptir.
    • Kişi, formel eğitimi dışındaki bir alanda gönülsüz olarak çalışmaktadır.
    • Kişi, işin gerektirdiğinden daha fazla iş deneyimine ve niteliğe sahiptir.
    • Kişi, gönülsüz olarak yarı zamanlı, geçici veya kesintili istihdamdadır.
    • Kişi, bir önceki işinden %20 veya daha az kazanmaktadır.
    *** Eksik istihdamın hem objektif hem de sübjektif olarak belirlendiği söylenebilir.
    ***Uluslararası Çalışma istatistikçileri Konferansı’nın (ICLS) 1982 yılında yapılan 13. toplantısında eksik istihdam, görülebilir ve görülemeyen eksik istihdam olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
    Görülebilir eksik istihdam (visible underemployment) temelde istatistiksel bir kavram olup doğrudan iş miktarındaki bir yetersizliği ifade eden işgücü istatistikleriyle ölçülebilir.
    Görülemeyen eksik istihdam (unvisible underemployment): işgücü kaynağının yanlış kullanımını veya işgücü ve diğer üretim faktörleri arasında temel bir dengesizliği yansıtan analitik bir kavramdır.
    Temel belirtileri: Düşük gelir, düşük verimlilik ve işgücünün sahip olduğu niteliklerden yeterince yararlanamama’dır.
    ** Eksik istihdamın istatistiksel olarak ölçülmesi,genellikle görülebilir eksik istihdamla sınırlıdır
    ***Eksik istihdam, zamana dayalı eksik istihdam (time-related underemployment) ve yetersiz istihdam (inadequate employment) olarak ikiye ayrılmıştır.
    Zamana dayalı eksik istihdam: Çalışma süresinin yetersizliği nedeniyle ilave bir iş arayan ve bu işte çalışmaya müsait olanların durumunu ifade eder.
    Zamana dayalı eksik istihdamı tanımlamak için bu durumun referans döneminde uyması gereken kriterler;
    *ilave çalışmaya istekli olma,
    *ilave çalışmaya müsait olma,
    *Normal çalışma süresinden az çalışma.
    Yetersiz istihdam : Görülemeyen eksik istihdamdan daha geniş bir alanı içine alır. Tanımı görülemeyen eksik istihdama göre hem daha objektif hem de daha pratiktir.
    Yetersiz istihdam şu üç durumda söz konusu olmaktadır:
    *Niteliğe dayalı yetersiz istihdam durumu (skill-related inadequate employment): işçinin sahip olduğu niteliğin, işin gerektirdiğinden çok daha fazla olmasıdır
    *Gelire dayalı yetersiz istihdam durumu (income-related inadequate employment): Normal çalışma süresinin altında çalışmamakla birlikte elde edilen gelirin çok düşük olması durumudur.
    *Aşırı çalışmaya dayalı yetersiz istihdam (inadequate employment related to excessive hours): Aşırı istihdam olarak da isimlendirilebilecek bu durumda kişilerin gelirlerinin azalmasına rağmen referans dönemindekinden daha az sürelerle çalışmak istemeleri
    Yetersiz istihdam, her ülkenin içinde bulunduğu duruma göre farklı sebepleri:
     Mesleki niteliklerin yetersiz ve yanlış kullanılması
     Mevcut işlerdeki gelirin yetersizliği
     Aşırı çalışma süreleri
     İşin yapılmasında gerekli olan alet, ekipman ve eğitimin yetersizliği
     Sosyal hizmetlerin yetersizliğidir.
    Eksik istihdamı ölçmenin temel amacı: “İstihdam sorununu daha iyi analiz ederek, kısa ve uzun dönem politikaların değerlendirilmesine ve oluşturulmasına, verimli ve özgürce seçilen istihdamı arttırmaya yönelik önlemlere yardımcı olmaktır”
    işgücüne Katılma Oranı: İstihdam edilenlerle işsiz olup aktif olarak iş arayanların toplamının oluşturduğu işgücünün aktif nüfusa oranıdır.
    İşgücüne Katılma Oranı = Çalışanlar + işsizler / Aktif Nüfus × 100
    ***Ekonomi politikalarının belirlenmesinde ve uygulanmasında önemli bir rol oynayan işgücüne katılma oranı, “ekonomik faaliyet oranı”
    *** İşgücüne katılma oranını etkileyen faktörler genellikle, bireysel emek arzını belirleyen faktörlerle özdeştir
    Bağımlılık Oranı: Çalışma çağındaki kişilere bağımlı olan nüfusun kaba bir ölçüsüdür.
    Bağımlılık Oranı = Çalışma çağı dışındaki nüfus / Çalışma çağındaki nüfus × 100
    Bağımlılık oranının iki farklı bileşeni : Çocuk bağımlılık oranı ve yaşlı bağımlılık oranıdır.
    Çocuk bağımlılık oranı: 15 yaşın altındaki çocuk sayısının çalışma çağındaki nüfusa, yani 15-64 yaş grubundaki nüfusa oranıdır.
    Çocuk Bağımlılık Oranı = 15 yaşın altındaki nüfus / Çalışma çağındaki nüfus × 100
    Yaşlı bağımlılık oranı: 65 ve üstü yaş grubunun 15-64 yaş grubuna oranıdır.
    Yaşlı Bağımlılık Oranı = 64 yaşın üstündeki nüfus / Çalışma çağındaki nüfus × 100
    ***Doğurganlık oranlarının yüksek olduğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde,çocuk bağımlılık oranı gelişmiş ülkelere göre daha yüksektir.
    Emek Verimliliği : Üretim sürecine katılan üretim faktörleriyle elde edilen üretim arasındakiilişkiyi ifade eden verimlilik, toplumların ekonomik refah düzeylerinin temel belirleyicisi olarak kabul edilen bir kavramıdır.
    *Eğer üretim miktarı, üretimde kullanılan toplam faktör miktarına bölünüyorsa “toplam verimlilik”
    *Üretim faktörlerinden sadece birisine oranlanıyorsa “kısmi verimlilik”
    *** “Emek verimliliği”, “sermaye verimliliği” ya da “müteşebbis verimliliği” gibi verimlilik türlerinden bahsedilebilir.
    *** “Emek verimliliği, belirli bir dönemde bir firmanın, iş kolunun veya ülkenin ürettiği toplam reel üretim miktarının, bu üretimin elde edilmesi için kullanılan toplam emek-saat miktarına bölünmesiyle elde edilir”.
    Emek verimliliği = Toplam ürün / Çalışılan süre
    *** Emek verimliliğini belirleyen unsurların başında, üretimde kullanılan emeğin kalitesi gelmektedir.
    *** İyi eğitilmiş, vasıf düzeyi yüksek işçilerin verimlilik düzeyi de yüksek olacaktır.
    *** Eğitimin yanında, sağlık ve beslenme koşulları gibi yaşam şartları da emeğin kalitesi üzerinde etkili olmaktadır.
    *** Emeğin verimliliğini belirleyen bir başka unsur, birim emek başına düşen sermaye malı miktarıdır.
    *** Sanayide kullanılan makine sayısındaki artışlar işçi başına daha fazla sermaye malı düşmesine neden olmuş, bu da verimliliği yükseltmiştir.
    *** Teknolojik gelişmeler, uzmanlaşma, emek hareketliliği, toplumdaki verimlilik
    kültürü ve kamu politikaları da emek verimliliğini etkileyen unsurlar arasında sayılabilir
    ________________________o_________________________ ____

    ///////////// 2.ÜNİTE////////////////
    ZAMAN KULLANIMINDA ALTERNATiFLER
    ***İnsanın miktarını arttıramayacağı şeylerin başında “zaman” gelir..
    *** iktisatçılar, emek arzını analiz ederlerken kolaylık sağlamak amacıyla bu faaliyetleri iki genel başlık altında toplar. Bunlar “çalışmak” ve “boş zaman kullanmak”tır.
    BOŞ ZAMAN TERCİHİ VE FARKSIZLIK EĞRİLERİ
    ***Tercihler, bir malın diğer mal ve hizmetlere göre arzu edilebilirliği hakkındaki kişilerin psikolojik hisleri ve sezgileridir.
    ***Tercihler doğuştan subjektiftirler (kişisel) ve kişinin etnik yapısı, sosyoekonomik sınıfı,mesleği ve kişiliği ile ilgili faktörler tarafından potansiyel olarak etkilenirler.
    ***Bireyin buradaki amacı zamanı söz konusu iki alternatif arasında kendisine en yüksek faydayı sağlayacak şekilde paylaşmaktır.
    Farksızlık Eğrisi: Üzerindeki her noktada farklı gelir ve boş zaman kombinasyonları ile aynı fayda düzeyini gösteren eğridir.
    ***insanların kullanabilecekleri zaman miktarı sabit olduğundan, insanların daha fazla çalışıp para kazanmaları durumunda, doğal olaraktüketebilecekleri boş zaman miktarı azalacaktır. Eğri bu nedenle negatif eğimlidir.Kesişmezler.
    ***Üzerindeki her noktada fayda düzeyi aynıdır.
    ***Orijine yaklaştıkça boş zaman miktarı gittikçe azalır.
    ***İktisatın temel konularından olan Nedret (kıtlık) Kanunu’na göre miktarı azalan şey değerlenecektir. Bu durum farksızlık eğrilerinin konveks(dış bükey) olmalarına neden olur.
    ***Farksızlık eğrileri ayrıca orijinden uzaklaştıkça daha yüksek fayda düzeyini göstermek (I2 nin fayda düzeyi > I1 ‘nin fayda düzeyi) ve kesişmemek özelliklerinede sahiptirler
    FAYDA MAKSiMiZASYONUNUN iKiNCi UNSURU:TÜKETiM iMKÂNLARI
    Bütçe Kısıtı: Ücret oranı ve ücret dışı gelir veri iken bireyin elde edebileceği bütün gelir ve çalışma süresi kombinasyonlarını gösteren eğridir.
    ***Boş zaman miktarı orijinde “0” (çalışma süresi 100 saat) iken A noktasına doğru gidildikçe artmakta (çalışma süresi azalmakta)dır.
    ***Bütçe kısıtı kişinin piyasada kazanacağı ücret oranı veri iken mümkün olabilen bütün farklı gelir ve çalışma süresi kombinasyonlarını gösteren doğrudur.
    ***Ekonomik açıdan doğrusal bütçe kısıtı, ücret oranının sabit olduğu ve çalışılan süre ile birlikte değişmeyeceği anlamına gelir.
    ***Çalışılan süre arttıkça eğim artacaktır.
    Bütçe kıstın özellikleri
    *Negatif eğilimli olması boş zaman miktarı arttıkça gelirin azalacağını ifade eder.
    *Bütçe kısıtının eğiminin ücret oranına eşit olması
    *Ücretlerde ve ücret dışı gelirdeki değişmeleri bütçe kısıtı ile göstermek mümkündür
    BiREYiN FAYDASINI ENÇOKLAYAN ZAMAN KULLANIM TERCiHi
    Faydasını maksimize etmek (azamileştirmek) isteyen birey;
    * Mümkün olabilen en uzaktaki farksızlık eğrisinin üzerinde bulunmak isteyecek
    * Bütçe kısıtının ötesine geçemeyecek
    Fayda En çoklaması ve Çalışmama Kararı
    ***Emek piyasasında bulunmakla elde edilecek fayda çalışmanın kişiye yükleyeceği maliyetin üstünde ise emek piyasasında bulunmak birey açısından kârlıdır.
    ***Farksızlık eğrisinin bütçe kısıtını köşe noktasından kesmesi “köşe çözümü” (corner solution)
    ***Farksızlık eğrisinin muntazam bir şekilde kavisli olmak yerine daha dik çizilmesinin temel sebebi; “bireyin boş zamanının değerli olması” dır.
    Kavisli bir farksızlık eğrisinde; Belirli bir miktar çalışma süresi artışı için daha az gelir artışı
    Dik bir farksızlık eğrisinde; Aynı miktar çalışma süresi artışı için bireye daha fazla gelir artışı
    ÜCRET ORANINDAKİ DEĞİMELER VE GELiR VE iKAME ETKİLERİ
    Gelir Etkisi: Ücret sabitken gelir değişimine bağlı olarak çalışma süresinin nasıl değişeceğini gösteren etkidir.
    ***Boş zaman, gelir arttığında talebi artan normal bir mal olduğundan, bu durumda birey daha fazla boş zaman satın alarak çalıştığı süreyi azaltır.
    İkame Etkisi: Gelir sabitken ücret değişimine bağlı olarak çalışma süresinin nasıl değişeceğini gösteren etkidir.
    ***Ücret oranının düşük seviyelerinde artışların,ikame etkisinin daha baskın olması nedeniyle çalışma süresini artar.
    ***Ücret oranının ve çalışma sürelerinin yeterince yüksek olduğu durumda ise ücret artışlarının gelir etkisinin daha kuvvetli olmasına neden olması, çalışma süresini azaltır.
    Bireysel Emek Arz Eğrisi
    *Geriye Kıvrımlı Bireysel Emek Arz Eğrisi: Düşükücret düzeylerinde ikameetkisi sebebiyle pozitif,yüksek ücret düzeylerindeise gelir etkisi sebebiylenegatif eğimli arz eğrisidir.
    ***İkame etkisi baskın olduğu için ücret arttığında çalışma süresi de artar
    ***Gelir etkisi daha kuvvetli kabul edildiğinden, ücret artışlar› çalışma sürelerinin azalmasına neden olur.
    Piyasa Emek Arz Eğrisi
    Piyasa Emek Arz Eğrisi: Emek piyasasında çeşitliücret düzeyleri ile çalışmasüreleri arasındaki ilişkiyigösteren eğridir.
    ***Piyasa kişilerden oluştuğuna göre, çeşitli ücret düzeylerinde piyasadaki şahısların tek tek çalışma sürelerini toplarsak o ücret düzeyinde piyasadaki toplam emek arz miktarı bulunur.
    *** Piyasanın genelinde ikame etkisinin daha baskın olması, piyasa emek arz pozitif eğimli olmasını sağlamaktadır.
    ***Ücret oranı yükseldikçe giderek daha çok sayıda insan gelir etkisi altına girebileceğinden, eğrinin artış hızı yavaşlayacak, bir başka deyişle eğri dikleşmeye başlayacaktır.
    EMEK ARZ KARARI VE ÜCRET ORANLARI
    Emek arz eğrisi çizilirken dikey eksen de olmasının nedenleri
    *Ücretler ölçülebilir nitelikte iken mesleğin diğer özellikleri böyle değildir.
    *Her ne kadar bazı kimseler için emek arz kararında ücret dışı unsurlar etkili olabilse de pek çok kişi bu kararı ücret oranlarına bakarak vermektedir
    *Ücret oranı bir mesleğin daha esnek özelliklerindendir.
    ***Bir mesleğin zorluğu/kolaylığı, çalışma koşulları, kökleri derinde olan ve yavaş değişen özellikleridir.
    ***Ücret oranı aydan aya değişebilir.
    EMEK ARZINI ETKiLEYEN ÜCRET DIŞ UNSURLAR
    _Diğer Ücret Oranları:
    * Bireyler, emek arzı ile ilgili kararlarını verirlerken sadece çalıştıkları işte aldıkları ücretlerle ilgilenmezler.
    *** Arz eğrisinin sola kayması “arz azalması” olarak adlandırılır.
    Ücret Dışı Gelir: Emek arz eğrisinin sağa doğru kayması arz artışı olarak adlandırılır.
    Bireylerin Boş Zamanı Tercih Etmeleri : İşlerin ücretlerinde bir değişme olmadığı hâlde, bireylerin boş zamanlarının çeşitli nedenlerle daha değerli/değersiz oluşu emek arzını etkileyecektir.,
    *** Ücrette bir değişme olmasa emek arzı artacak, arz eğrisi sağa doğru kayacaktır.
    *** Bireyler boş zamanı tercih ederlerse emek arzı azalacak, emek arz eğrisi sola doğru kayacaktır.
    işlerin Ücret Dışı Yönleri : Ücretler değişmemiş bile olsa çalışma koşulları bozulan işlerde eskisine oranla daha az işçi çalışmak isteyecek, emek arzı azalarak arz eğrisi sola doğru kayacaktır.
    işçi Sayısının Artması :Bir emek piyasasında işçi sayısının artması iki unsura bağlıdır. 1. Doğum oranının ölüm oranından fazla olmasıdır.2. Emek göçü
    ***Zaman içinde tıp teknolojisinde; ulaştırma, su ve arıtma sistemlerinde sağlanan gelişmeler ölüm oranlarını azaltmış, nüfusun artmasını sağlamıştır.

    //////////// // 3. ÜNİTE ////////////////
    TEK DEĞİŞKEN FAKTÖRÜN EMEK OLMASI DURUMUNDA EMEK TALEBİ
    *** Emek piyasasının en belirgin özelliği emek talebinin “türetilmiş” bir talep olmasıdır.
    *** İnsanlar mallar ve hizmetleri bizatihi onlardan sağladıkları fayda sebebiyle talep ederlerken emek, işverenler tarafından “bir şey üretmek amacıyla” talep edilir.
    Herhangi bir tür emeğe olan talep iki şeye bağlıdır:(1)Ürünün üretilmesinde emeğin ne derece verimli olduğu, (2) O ürünün piyasa değeri,
    Kısa dönem emek talebi incelenirken kullanılacak yaklaşım ile emek talebi iki unsur : (emek verimliliği ve ürün fiyatı)
    Üretimde iki temel dönem :
    Kısa dönem: Firmanın üretimde kullandığı girdilerden bazılarını (örneğin emek ve ham madde) arttırabildiği ancak sermaye miktarını ve üretim kapasitesini değiştiremediği zaman dilimini
    Uzun dönemi: Firmanın bütün üretim faktörlerini değiştirebildiği, yeni makineler satın alıp yeni binalar inşa edebildiği zaman dilimini göstermektedir.
    Üretim Fonksiyonu: Veri faktör miktarlarında ve teknoloji düzeyinde üretilebilecek çıktı miktarını gösteren matematiksel bir eşitliktir.
    *** Q üretimi, K sermayeyi, L emek faktörünü ve T üretim için gerekli olan teknik bilgiyi gösterir.
    Marjinal Karar alma Kuralı
    • Firmalar kâr maksimizasyoncusudur.
    • Firmalar üretim için sadece emek ve sermaye kullanırlar
    • Firmaların bulunduklar› ürün ve emek piyasaları tam rekabetçidir (yani ürün fiyatı ve ücretler veridir).
    • Emek maliyeti ücretten oluşur ve işgücü tamamen homojendir.
    Toplam, Marjinal ve Ortalama Ürün Eğrileri ile Üretim ve istihdam Kararı
    Toplam Ürün (TP): Firmanın kısa dönemde sermaye miktarı sabitken farklı düzeylerde işgücü istihdam ederek elde ettiği üretim miktarıdır.
    Emeğin Ortalama Ürünü(APL): işgücü başına düşenüretim miktarıdır. Toplamürünün emek miktarınabölünmesi ile bulunur.
    ***Marjinal ürün geometrik olarak her istihdam düzeyinde toplam ürün eğrisine çizilen teğetlerin eğimidir
    *** Ortalama ürün ise geometrik olarak toplam ürün eğrisinin her noktasını orijinle birleştiren doğruların yatay eksenle yaptığı açılara göre çizilir. Emeğin Marjinal Ürünü (MPL): Sermaye sabitken emek girdisinin bir birimarttırılması sonucundatoplam üründe meydanagelen değişikliktir.

    Azalan Verimler Kanunu: Üretim faktörlerinden birisisabit tutulurken diğerfaktörün miktarı
    arttırıldığında toplam üründeki artışın bir noktadan sonra azalacağını ifade eden iktisat kanunudur.
    Emeğin Marjinal Ürün Geliri(MRPL): Son işe alınanişçinin toplam üründesağladığı artışın parasalkarşılığıdır.
    Kısa Dönemde Denge istihdam Düzeyinin Belirlenmesi
    ***Kârını azamileştirmek isteyen işveren işe alacağı son işçinin firmaya sağladığı parasal getiri (MRPL) maliyetinden (W) büyük olduğu müddetçe istihdamı arttıracak, MRPL=W olduğunda ise istihdamda durma noktasına ulaşılacaktır.
    Firmaya kârını azamileştirme imkânı sağlayan denge istihdam kuralı
    W = MRPL veya W = MPL x MR
    Rekabetçi bir firma için MR = P (Fiyat) : W = P x MPL veya W/P = MPL
    Kısa Dönem Emek Talep Eğrisi: Sermaye ve diğerbütün faktörler sabitkenücret oranı ile firmanınemek talep miktarıarasındaki ilişkiyi göstereneğridir.
    Eğrinin pozitif eğimli kısmının dikkate alınmamasının sebebi : o bölgede artan verimlilikler söz konusu olduğu için istihdamı arttırmanın firma açısından daha kârlı olmasıdır.
    Piyasa Emek Talep Eğrisi: Piyasanın tamamının emek talebi ise piyasadaki bütün firmaların taleplerinin yatay toplamı ile elde edilir.
    ***Malın fiyatı düştüğü zaman her işçinin marjinal ürün geliri düşer. Bu ise firmaların emek talep eğrilerinin sol içe doğru kaymasına sebep olur.
    ÜRETiM FAKTÖRLERiNiN TAMAMININ DEĞİŞKEN OLMASI DURUMUNDA EMEK TALEBİ
    ***Firma uzun dönemde hem sermaye hem de emek miktarlarını değiştirme imkânına sahiptir.
    __Faktörler Arası ikame: Eş Ürün Eğrileri :Bir firmanın belirli bir miktarda üretimi sağlayabilmesi için kullanabileceği çeşitli emek ve sermaye kombinasyonlarını gösteren eğridir.
    Eş Ürün Eğrilerinin Özellikleri
    *Negatif eğimli olmaları
    *Orijinden bakıldığında dış bükey olmaları
    * Orijinden uzaklaştıkça daha yüksek üretim düzeyini göstermesi
    Marjinal Teknik ikame Oranı: Üretim miktarısabitken sermayenin emekyerine kullanılabileceği(ikame edeceği) orandır.
    __Faktör Fiyatları: Eş Maliyet Doğruları: Sermayenin maliyeti ve ücret oranı veri iken bir firmanın belirli bir miktardaki parasıyla (üretim bütçesi) satın alabileceği bütün farklı sermaye ve emek kombinasyonlarını gösteren eğridir.
    Eş Maliyet Doğrularının Özellikleri
    *Negatif eğimli olmaları
    *Eğiminin sabit ve faktör fiyatlarının birbirine oranına (w/r) eşit olması
    *Üretim bütçesindeki değişikliklerin eş maliyet doğruları ile gösterilebilmesi
    *Faktör fiyatlarındaki değişikliklerin eş maliyet doğruları ile gösterilebilmesi
    Eş Ürün Eğrisinin Kavisliği ve Faktörler Arası ikame : Faktörlerin birbirlerini hiç ikame etmedikleri” ve “faktörlerin birbirlerini mükemmele oldukça yakın bir şekilde ikame ettikleri”
    ***Eğrinin kavislik derecesi arttıkça faktörler arası ikame kolay, kavislik derecesi azalıp eğri “L” formunda olduğu gibi köşeli hâle yaklaştıkça faktörler arası ikame zordur.
    Ölçek Etkisi: Ücret artışı veya azalışı sonucunda firmanın optimal üretim düzeyinin değişmesine bağlı olarak emek talebinde meydana gelen değişmedir.
    ikame Etkisi: Ücret oranındaki bir değişmeye bağlı olarak sermayenin emek yerine kullanılması nedeniyle emek talebinde meydana gelen değişmedir.
    KISA VE UZUN DÖNEM TALEP EĞRİLERİ
    Uzun Dönem Emek Talep Eğrisi: Hem emek hem desermaye faktörleri değişkenolduğunda ücret oranı ilefirmanın istihdam düzeyiarasındaki ilişkiyi göstereneğridir.
    İki talep eğrisi arasındaki temel fark :
    *Kısa dönem emek talep eğrisinin ücret değişimine daha az duyarlı (daha az esnek-inelastik), uzun dönem emek talep eğrisinin ise daha duyarlı (daha esnek-elastik) olmasıdır.
    *Kısa dönemde emek talebi sadece ölçek etkisi sebebiyle azalırken, uzun dönemde ikame etkisi de emek talebinin daha fazla artmasına sebep olmaktadır.



    EMEK TALEBiNi ETKiLEYEN ÜCRET DIŞI UNSURLAR
    *Ürün Talebindeki Değişmeler : “Emek talep artışı” olarak isimlendirilen bu değişme, talep eğrisinin bütün olarak sağa kayması ile gösterilir.
    *Verimlilik Değişmesi: Emek verimliliğindeki bir artışı-ürün fiyatlarındaki düşme ile tümüyle giderilmediği taktirde- marjinal ürün gelirini de arttıracaktır.
    *işveren Sayısı: Piyasaya yeni işverenler girerse emek talebi de buna bağlı olarak artacak, emek talep eğrisi sağa kayacaktır.
    *Diğer Üretim Faktörlerinin Fiyatları:
    _Sermaye, toprak ve ham madde fiyatlarındaki değişmeler emek talep eğrisini sağaveya sola kaydırabilir.
    _Emeğin fiyatı sabitken sermayenin fiyatındaki bir artış sermaye kullanımını azaltıp emek kullanımını arttıracaktır.
    _Emeğin ücreti sabitken-sermaye fiyatında meydana gelen bir düşüş emek talebini arttırırken, sermayenin fiyatının yükselmesi emek talebini azaltacaktır.

    /////////////// 4.ÜNİTE////////////////
    ::::::::::::::EMEK PİYASASI DENGESİ ::::::::::::::::::::
    REKABETÇİ PİYASALARDA EMEK PİYASASI DENGESİ
    Tam Rekabet Piyasasında Tek Ücret Kanunu
    Tam Rekabetçi Emek Piyasası: İşlerin veişgücünün homojen ve çoksayıda olduğu, şeffaflık veemek hareketliliğinin tamolduğu, sendikaların olmadığı bir emek piyasasıdır. Tam rekabetçi bir emek piyasası için aşağıdaki varsayımlar kabul edilmektedir:
    • Firmalar kârlarını, işçiler ise faydalarını azamileştirme şeklindedirler.
    • Piyasa şeffaftır.
    • Firmalar ve işçiler piyasadaki işler ve ücretler hakkında tam bilgiye sahiptirler.
    • Piyasada homojenite vardır. İşçiler beceri ve verimlilik bakımından, işler ise ücret dışı gelirler ve çalışma şartları bakımından homojendirler (birbirinin aynı özelliklere sahip).
    • iş piyasasında çok sayıda işçi ve işveren vardır, sendikalar yoktur.
    • Piyasadaki bütün işler işçilerin rekabetine açıktır. İşçinin bir işten diğerine geçişini engelleyen kıdem şartı veya firma içinden elemanların işe alınması gibi kurumsal engeller yoktur. Mobilite (emek hareketliliği) maliyetsizdir.
    Denge Ücreti: Emek arz ve talebini eşitleyen ücrettir. İşsizliğin olmadığı bu ücret düzeyine piyasayı temizleyen ücret de denilir.
    Tam rekabet piyasasında denge kararlı bir dengedir.
    Emek miktarı=L ; Ücret oranı=W
    Denge ücretinde (WTR) emek arzı emek talebine eşit olup işsizlik olmadığından, buna piyasayı temizleyen ücret oranı da (market clearing wage rate) denilir.
    EMEK TALEP ESNEKLİK TÜRLERİ 1) Ed =0 * tam inelastik talep : ücret oranındaki artış emek talebini hiç etkilemiyorsa emek talebi 0 dır
    2) Ed =1à birim esnek talep : emek talebindeki yüzde değişim ücretteki yüzde değişime eşittir. Emek talep eğrisi hiperbol şeklindedir.
    3) Ed = 8 à tam esnek talep : eğer firma cari ücret düzeyinde bütün işçileri istihdam etmeye istekli fakat bu ücretin üzerinde hiçbir işçi istihdam etmeyecekse tam esnek söz konusudur
    4) 0< Ed< 1 à esnek olmayan talep : ücret oranındaki yükselme veya düşüşler istihdamda oransal olarak daha düşük değişmelere neden olur. 5) 1< Ed <8 à esnek talep : emek talebindeki yüzde değişim ücret oranındaki yüzde değişimden büyüktür.
    Emeğin fiyatı olan ücretin temel belirleyicileri emek arzı ve talebidir.
    Emek talep esnekliğini etkileyen unsurlar : Emek talebinin esnekliğini belirleyen faktörler alfred Marshall ve john R. Hicks tarafından özetlenmiştir.
    Marshall – Hicks türetilmiş talep kanunları :
    1) Ürün talep esnekliği : - ürün talebinin fiyat esnekliği ne kadar yüksekse emek talebi de o ölçüde esnektir. – Nihai ürün talebinin fiyat esnekliği yüksekse, fiyat artışının yol açacağı satış ve üretim azalışı büyük olur. – Ürün talebi esnek değil ise , ücret artışı nedeniyle maliyetlerde oluşan artış fiyat yoluyla tüketiciye yansıtılabilir. Ürün talebiyle tğretilmiş talep kanunun 2 özelliği vardır.
    *a) Diğer şeyler sabitken firmanın faaliyet gösterdiği ürün piyasası ne kadar rekabetçi ise, o firmanın emek talep eğrisi o ölçüde esnektir
    *b) Piyasanın tümü için emek talep eğrisi tek bir firmanın emek talep eğrisine göre daha az esnektir. (daha dik )
    2) Emek maliyetinin toplam maliyet içindeki payı toplam maliyet içinde emek maliyetinin payı ne kadar fazla ise emek talebi o kadar esnektir.
    Emek maliyetinin toplam maliyet içindeki payının düşük olması, emek talebini ücret artışlarına karşı duyarsız hale getirir ve işçilere avantaj sağlar. Bu özelliğe önemsiz olmanın önemi adı verilir.
    3) Diğer üretim faktörlerinin ikame edilebilirliği-üretimde emeği diğer faktörlerle ikame edebilmek ne kadar kolaysa emek talebi o kadar esnektir
    4) Diğer üretim faktörlerinin arz esnekliği
    - Diğer üretim faktörlerinin arz esnekliği ne kadar büyükse emek talebi o kadar esnektir.
    Tam Rekabetçi Alt Piyasalarda Dengelenme
    Tam rekabetçi bir emek piyasasının kararlı denge hâlinde olduğunu, denge ücretinden sapmalar olsa da piyasanın zaman içinde tekrar denge ücretine döneceğini incelemiştik. Bu duruma tam rekabette tek ücret kanunu denilir.
    Tam rekabetçi iki piyasa arasında ücret farklılıkları olabilse de bu durum uzun dönemde geçerli olmayacak ve ücretler eşitlenecektir.
    Tek Ücret Kanunu: Tam rekabet piyasalarında kısa dönemde denge ücretinden sapmalar olabilse de uzun dönemde arz ve talep güçlerinin piyasayı tekrar denge ücretine getireceğini ifade eden kuraldır.
    Tam rekabetçi bir emek piyasasının özellikleri geçerli ise iki alt piyasada (örneğin aynı mesleğin iki farklı şehirdeki piyasası) ücret farklılıkları kalıcı olmayacak, ücretler zaman içinde eşitlenecektir.
    Tek ücret kanunu piyasan›n geneli (o mesleğin ülke genelindeki arz ve talebi) için geçerli olduğu kadar, bütünü oluşturan alt piyasalar arasında da geçerli olacaktır.
    Piyasa Dengesinde Değişmeler İş piyasalarının başlıca görevi, işgücünün etkin dağılımını gerçekleştirmektir.
    Piyasanın gerek arz gerekse talep yönünün oldukça dinamik olduğu göz önünde bulundurulursa bu gerçekleştirilmesi bir hayli zor bir görevdir.
    Talep Fazlası Bir piyasada talep fazlası ya emek arzı sabitken emek talebinin artması ya da emek talebi sabitken emek arzının azalması nedeniyle olabilir.
    Talep Fazlası: Emek arz veya talep eğrilerindeki kaymaya bağlı olarak veri ücret düzeyinde emek talep miktarının emek arz miktarından fazla olması durumudur
    Arz Fazlası Emek piyasalarında piyasa dengesinin bozulmasına neden olan bir başka durum arz fazlasıdır.
    Arz Fazlası: Emek arz veya talep eğrilerindeki kaymaya bağlı olarak veri ücret düzeyinde emek arz miktarının emek talep miktarından fazla olması durumudur.
    Arz fazlası ya talepte bir değişme yokken emek arz eğrisinin sağa kayması ile ya da arzda bir değişme yokken emek talep eğrisinin sola kayması ile meydana gelebilir.
    Ücret Rijitliği (Katılığı ) Durumunda Dengelenme
    Ücret Katılığı: Parasal ücretlerin; sendikalar, toplu sözleşme düzeni veya işverenlerden kaynaklanan sebeplerle azalamaması hâlidir.
    Tam Rekabetçi Bir Firma İçin Ücret ve İstihdam Düzeylerinin Belirlenmesi
    Emek arz eğrisinin sonsuz esneklikte olması veri ücret düzeyinde firmanın ücreti değiştirmeksizin dilediği kadar işçi çalıştırabileceğini göstermektedir.
    Emek talebi ile ilgili ürün piyasasında tam rekabetçi bir firmanın marjinal ürün geliri eğrisinin (MRPL) aynı zamanda emek talep eğrisine (DL) eşit olduğu bulunmuştu.Tam rekabet piyasasında bu eğri aynı zamanda marjinal ürün değerine de (VMP) eşittir
    Marjinal Ürün Değeri: İlave işçinin istihdam edilmesi ile para birimi cinsinden toplumun sağladığı ekstra üretimi gösterir. Son işçinin verimliliği ürün fiyatı ile çarpılarak bulunur.
    Ürün piyasasında tam rekabetçi bir firma için emek talebi (DL) aynı zamanda marjinal ürün gelirine ve marjinal ürün değerine de eşit olacaktır.
    Emek piyasasında tam rekabetçi olan bir firma için ücret zaten piyasada belirlendiğinden, burada belirlenecek tek şey vardır: istihdam düzeyi.
    *TEKELCİ BİR FİRMA İÇİN PİYASA DENGESİ
    Tekelci bir ilaç firmasının sekreter istihdamı buna örnek olarak verilebilir. Sekreterler hemen
    hemen bütün firmalarda çalıştırıldıkları için emek piyasasının bu durumda tam rekabete yakın olduğu düşünülebilir.
    Ürün piyasasında tam rekabetçi bir firma, fiyat alıcısı konumunda olduğundan ürettiği bütün malları piyasada oluşan fiyata göre satmak durumundadır. Firma bütün satışlarını aynı fiyattan yapacağı için, sattığı sonuncu birim maldan elde ettiği gelir (marjinal gelir) aynı zamanda malın fiyatına eşit olmaktadır.
    Tekelci bir firma daha çok mal satabilmek için fiyatı düşürmek zorundadır.
    *OLİGOPOLCÜ BİR FİRMA İÇİN PİYASA DENGESİ
    Oligopol piyasası, bildiğiniz gibi endüstrideki üretimin büyük bir kısmının az sayıda firma taraf›ndan yapıldığı bir piyasa türüdür. Oligopol piyasasında firmaların üretim, satış , yatırım ve reklam planlarında karşılıklı bağımlılık söz konusudur.
    Bir firmanın bu değişkenlerle ilgili bir manüpülasyonu diğer firmaların buna misillemede bulunmalarına neden olmaktadır. Bu tür piyasalarda işkolundaki toplam üretimin büyük bir kısmını gerçekleştiren az sayıda büyük firma emek piyasasında da etkilidir
    ÜCRET BELİRLEMESİNDE MARJİNAL VERİM TEORİSİNE İKİ ALTERNATİF MODEL
    Etkin Ücret Teorileri
    Neoklasik teorinin kabuletmediği ücret artışlarınınişgücü verimliliğiniarttıracağını savunan teoridir.

    Etkin Ücret Teorisinde Ücret-Verimlilik Bağlantısı: Etkin Ücret Modelleri
    1-Beslenme modelleri
    2-Kaytarma modeli
    3-İşçi devri modeli
    4-Seçim modelleri
    5-Sosyolojik model

    Etkin Ücret Modelleri: Etkin ücret teorisi açısından ücret artışlarının verimliliği hangi mekanizmalarla arttıracağını açıklayan beş farklı modeldir.
    Beslenme Modelleri: Ücret artışlarının işgücünün daha iyi beslenmesini sağlayacağını bunun ise işgücünü daha sağlıklı ve güçlü kılarak daha verimli çalışmasını sağlayacağını ileri süren modellerdir.

    Yüksek ücret alan işçiler daha iyi beslenirler ve fiziksel açıdan daha güçlü olurlar. Bu model özellikle az gelişmiş ülkeler için geçerlidir.

    Kaytarma Modeli: İşgücünün denetlenmedi¤i durumlarda kaytarma eğiliminde olduğunu savunan modellerdir. Buna göre işçilere piyasa ücretinin üstünde ücret verilmesi işten çıkarılmasının fırsat maliyetini arttıracağı için işçiler kaytarmamayı tercih edeceklerdir

    İşçi Devri Modeli: işgücüne piyasa denge ücretinin üstünde ücret ödenmesinin işçi devrini düşürerek verimliliği arttıracağını savunan etkin ücret modelidir. Bir firmanın maliyetlerini arttıran faktörlerin başında yüksek işçi devri girer.

    Seçim Modelleri : Piyasa ortalamasının üstünde ücret vermek firmayı işgücü piyasasında “cazibe merkezi” hâline getirebilir. Piyasadaki işçilerin büyük çoğunluğu yüksek ücret veren firmada çalışmak isteyeceğinden firma açık pozisyon ilan ettiğinde çok sayıda başvuru ile karşı karşıya kalacaktır.

    Sosyolojik Modeller: işçi işveren ilişkisini karşılıklı hediye değişimi olarak açıklayan etkin ücret modelleridir. Buna göre işveren işçiye hediye olarak ücret verirse işçiden buna karşılık yüksek çalışma gayreti alır. işverenin işçiye verebileceği en önemli hediye yüksek ücret ve iyi çalışma koşullarıdır. Buna karşılık işçinin işverene sunabileceği hediye “yüksek çalışma gayreti” dir.

    ücret teorilerinden çıkarılacak sonuç şudur. Marjinal verim teorisini savunanların “ücretler yükseldiğinde işgücü verimliliği değişmez” varsayımı çeşitli durumlarda söz konusu olmayabilir ve ücret yükselmelerinin verimliliği de arttırması için önemli gerekçeler mevcuttur.
    Bu durumda piyasada oluşan denge ücret düzeyi kârını maksimize etmek isteyen işverenin asla ayrılamayacağı ücret düzeyi olmaktan çıkabilmektedir.


    İÇSEL EMEK PİYASALARI

    Neoklasik teoriye göre emek piyasası;

    - işçilerin işler için sürekli ve açık bir şekilde rekabete girdikleri,
    -benzeri şekilde işverenlerin de işçileri cezbetmek ve işgücü sağlamak amacıyla fiyat arttırma konusunda rekabette bulundukları “dengede olan bir piyasadır.

    İçsel emek piyasalarında firmadaki istihdam süreçleri basamaklandırılmıştır.

    Bu firmalar sadece başlangıç düzeyi için dışarıdan (piyasadan) işçi alırlar; bunun dışındaki eleman ihtiyaçları bir alt basamaktaki işgücünü terfi ettirmek suretiyle karşılanır.
    Bu sistem firmada çalışan işçileri dışarıdaki işçilerin rekabetinden de korumaktadır




  • KAMU YÖNETİMİNDE ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR

    3.Sınıf Bahar Dönemi - Ara sınav -
    Yeni kamu yönetimi 20.YY ikinci yarısından itibaren etkisini hissettirmiştir.Önemli bir paradigma değişimidir.
    YKY, ilk olarak ABD’de kırsal isyanlarla, ırkçılığa karşı müdahalelerde ve Güneydoğu Asya’da yaşanan öldürücü savaşlar ve işaslar karşısında gündeme gelmiştir.
    Kamu sektörü, dağıtıcı politikaların belirlenmesinde de önemli rol oynamaktadır. Yeniden dağıtım politikaları daha çok gelir transferlerinin yönetimi ile ilgilidir. Düzenleyici faaliyetler ise klasik kamu yönetiminin fonksiyonudur.
    Devletin sosyoekonomik fonksiyonlarının erozyonu ve küçültülmesi, yolsuzlukları n önemli ölçüde azalmasını sağlayacaktır. Ancak bu öngörü gerçekleşmemiş ve son yıllarda yolsuzluklar beklenmeyen bir şekilde artmıştır.
    kamu hizmetlerinin yönetimi= “public administration” = kamu kesimi için kullanılmakta ve kaynakların etkili kullanımına ikincil derecede önem vermektedir.
    kamu işletme yönetimi = “public management” = örgütsel karar vermede rasyonel yaklaşımı ifade ederken geleneksel olarak özel sektörle ilişkili olarak değerlendirilmektedir.
    Genel olarak YKY’nin ortaya çıkışında iki süreçten bahsedilmektedir. Birincisi rekabete ve kullanıcı tercihlerine, açıklığa, şeffaşığa ve motivasyona vurgu yapan kurumsal ekonomi düşüncesidir.
    İkinci süreç olarak ise kamu sektöründe özel sektör modelli ekonomik yönetim modelinin uygulanması kabul edilmektedir.
    YKY’yi Oluşturan Teoriler:
    Kamu Tercihi Teorisi: James BUCHANAN. 1957 Virginia Üniversitesi Politik İktisat Araştırma Merkezinde teori ile ilgili ilk kuramsal çalışmaları yapmıştır. kamu tercihi teorisinin kurucuları olarak, ABD’de James Madison ve Alexis de Tocqueville’i gösterilebilir.
    Sorumluluk Teorisi : insanın akılcıl bir yaratık olduğu ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği öngörüsü ile ortaya çıkmıştır. Sorumluluk teorisi belli bir zaman diliminde en az iki kişi arasında (bunlardan birisi temsilci) yapılan anlaşmayı belirtmektedir.
    Söz konusu bu ilişki türü genelde doktorlar ve avukatlar arasında yoğun olarak görülmektedir. Her iki taraf da kendi çıkarının peşinde koşmaktadır.
    İşlem Maliyeti Teorisi : Temel odak noktası, işlemler ve bunlardan doğan maliyetlerdir. İşlem, alıcı ile satıcı arasındaki değişimi ifade etmektedir. İşlem maliyetleri ise değişim sürecinde doğan maliyetleri tanımlamaktadır. örgütsel ekonomiye daha fazla ağırlık verir.
    Yönetim İdeolojisi Teorisi : Yönetim ideolojisi teorisi (managerialism) işletme yönetimi tekniklerinin kamu kesimi yönetimine ithali olarak tanımlanmaktadır. kamu müşeriye, kamu yöneticisi iş yöneticine dönüşmek durumundadır. Buna ek olarak bizzat kamu tarafından üretilip müşteriye sunulan hizmetler için de müşterinin tercihi ve tatmini gibi piyasa normları esas alınmaya başlanmaktadır.
    YKY’nin Özellikleri: Profesyonel yönetimi oluşturmak, Standartları belirginleştirmek ve performansı ölçmek , Çıktı kontrolüne önem vermek, ,Ayrışmaya vurgu yapmak, Müşteri odaklılık, Rekabete vurgu yapmak, Özel sektör yöntemlerine vurgu yapmak , Merkezileşme , Ademimerkezileşme.
    YKY’nin İlkeleri : Klasik kamu yönetimi; “mevcut kaynaklarla nasıl daha fazla ve daha iyi hizmetler sunulabilir?” sorusuna “verimlilik az para harcayarak nasıl hizmetin kalite ve miktar düzeyi korunabilir?” sorusuna da ekonomiklik cevabını vermiştir. Son dönemde gündeme gelen YKY düşüncesi ise buna üçüncü bir soru olarak “kamu hizmetlerinde sosyal eşitlik sağlanabilir mi?” sorusunu eklemiştir. Küçülmek, Yönetim ideolojisi teorisini (managerialism) kamu yönetimine uyarlamak; Girişimci yönetimler mantığını kamu yönetimine aktarmak, Yerelleşmek, Bürokrasiyi azaltmak, Özelleştirmek
    YKY’YI UYGULAYAN ÜLKELERDEN ÖRNEKLER: Hareket öncelikle İngiltere’de başlamış(19. yüzyılın ikinci yarısında), daha sonra ABD’de yaygınlık kazanmış(1920-1930) , oradan da Avustralya ve Yeni Zelanda’ya taşınmıştır.
    KRİZ, birdenbire meydana gelen kötüye gidiş, gelişme, buhran; tehlikeli an; büyük sıkıntıdır.
    Krizde 3 evresi: krizin oluşması, gelişmesi ve sona ermesi Krizin Özellikleri : Tehdit, zaman baskısı ve Sürpriz.
    Kriz Etmenleri ve Nedenleri : çevresel değişimlere zamanında ve gereğince uyum sağlayamama, bilgisizlik ve iletişimsizlik durumları, yetersiz ve hatalı eğitim faaliyetleri, yetersiz haberleşme ve koordinasyonsuzluk.
    Uluslararası çevre faktörünün örgütler için önemli bir potansiyel kriz kaynağı olmasına neden olan küreselleşmedir.
    Kriz kavramının farklı tanımlarında ayırdedici üç unsur öne çıkmaktadır; ciddi, geniş kapsamlı ve beklenmeyen bir tehdit; yüksek oranda belirsizlik; acil karar verme gerekliliği.
    Bu çerçevede bir olayın kriz olarak nitelendirilebilmesi için sahip olması gereken özellikler şöyle sıralanabilir; i) istenmeyen, beklenmeyen, tahmin edilemeyen, yönetilemeyen, geniş ölçüde belirsizliğe neden olan bir durumdur; ii) krizler, örgütlerin gündelik yaşamında her an karşılaştıkları olaylar değiller, normal örgütsel davranışlardan farklı, olağan dışı olaylardır ve örgütün varlığını/temel amaçlarını tehdit ederler; iii) kriz dönemlerinde karşılaşılan güçlükler o kadar çeşitli, yoğun ve anidir ki örgüt sahip olduğu yapı, görüş ve yetenekle bu sorunların üstesinden gelemez, radikal değişiklikler yapmak zorunda kalır; iv) kriz dönemlerinde, örgütsel kararlarda merkezileşme eğilimleri artar, v) üst yönetimin yetki ve sorumluluk alanı genişler, çalışanlar arasında korku ve huzursuzluk artar, örgüt iklimi bozulur; vi) zaman baskısı ve çok sayıda işle aynı anda ilgilenme zorunluluğu karar vericilerde strese neden olur, yöneticilerin düşünceleri ve uygulamalarını etkiler, kararların niteliği bozulur, vii) kriz durumlarında yöneticiler zaman baskısı yanında hem nitelik hem de nicelik itibarıyla sınırlı bilgiyle en iyi kararı vermek zorundadırlar. Özellikle krizin ilk günlerinde çok sayıda söylenti ve dedikodu ile de mücadele etmek zorundadırlar ve belirsizlik altında karar vermek durumundadırlar.
    Krize neden olan olaylar çeşitlidir. Krizler, doğal veya insan kaynaklı afetlerden, uluslararası çatışmalardan, ekonomik belirsizlik ve dalgalanmalardan, hızlı çevresel değişme/bozulmadan, bilgi kaynaklarının, haberleşme ve koordinasyonun yetersiz olmasından, örgütsel çatışmadan, örgütün çevresi ile etkileşiminin kopmasından, teknolojik gelşmelerden, sosyokültürel yapıdaki değişmelerden, yasal ve siyasal düzenlemeler ve uluslararası ilişkiler alanında meydana gelen değişmelerden kaynaklanabilir. Etkilediği örgüte ve krizin türüne göre etkileri ve boyutları farklılaşmakla beraber, örgütsel krize yol açan bu olaylar iki grup halinde de toplanabilir; iç ve dış çevre faktörleri.
    Kriz yönetimi: Örgütün temel süreç ve hizmetlerine, üretim sürecine, iş gören ve yöneticilerine, dış çevresini önemli biçimde tehlikeye sokacak krizler konusunda gerçekleştirilecek bir dizi değerlendirme ve denetim faaliyetidir.
    kriz yönetimi sürecinin beş temel aşaması vardır; krizin ilk belirtilerinin alınmaya başlanması, krize hazırlık ve önleme, krizin yarattığı zararın sınırlandırılması,iyileştirme, öğrenme ve değerlendirme.
    Örgütün içyapısı (örgüt kültürü, teknolojik donanım, değerler sistemi, insan kaynakları), dış çevrede ilişkide bulunduğu gruplar (rakipler, müşteriler, halk, medya, sivil toplum örgütleri, siyasi karar organları) ve krizin türüne göre kriz yönetim planlarında yer alır.
    Kriz Yönetim Merkezi kriz sürecini yönlendiren temel birimdir.Krizi yönetmek için, gerekli tüm yetkiler, kaynak ve olanaklarla donatılmıştır.
    Afet ve İlişkili Kavramlar:
    Afet: Doğal kaynaklı veya insanların neden olduğu, bir toplumun normal işleyişini etkileyen, toplumun yalnızca kendi kaynaklarını kullanarak önleme yetisinin ötesindeki, geniş boyutlu insan, materyal, çevresel kayıplara yol açarak bozan, felaket derecesindeki olay.
    Herhangi bir doğa olayının afet olarak kabul edilebilmesi için, insan yerleşimlerinde meydana gelmesi gerekmektedir. Örneğin, insanların yerleşmediği bir alanda faaliyet gösteren bir volkan sadece doğal bir tehlikedir.
    Doğal afetler deprem, sel, volkan patlamaları, tsunami, heyelan, erozyon, çığ, kaya düşmesi iken; insanların neden olduğu yangın, büyük kazalar, patlamalar, kontrol edilemeyen nükleer etkinlikler ve savaşlar da insan kaynaklı afetler olarak kabul edilmektedir.
    Tehlike: Farklı yerleri, farklı zamanlarda tek başına veya diğer afetlerle birlikte etkileyebilen doğa olaylarıdır.
    Hasargörebilirlik: Bir kişinin veya belli bir insan topluğunun, bir doğal afetin etkileri ile baş edebilme, doğal afete karşı direnebilme ve afetin ardından normal duruma geri dönebilme kapasitesini etkileyen durumlardır.
    Risk: Bir tehlikenin tahmin edilebilme derecesi sonucunda ortaya çıkması beklenen muhtemel kayıpların miktarıdır
    Risk = tehlike × hasar görebilirlik
    AFET YÖNETİMİ : Afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması, afetlere karşı hazırlıklı olunması ve afet anında hızlı ve etkili kurtarma, ilk yardım, geçici barındırma ve yeniden inşa faaliyetlerinin yürütülebilmesi için toplumun tüm imkan ve kaynaklarının afet öncesi ve afet sonrasında yönlendirilmesi, rasyonel kullanımını gerektiren geniş bir kavramdır.
    -Afet Öncesi aşaması(birinci aşama) : (i) Afetin olma ihtimalini veya zararını azaltacak olan düzenlemeleri yapmak, (ii) Afetin etkilerini azaltmaya yönelik tasarımlar yapmak (Depreme dayanıklı yapılar inşa etmek, yangın karşısında dayanıksız malzemelerin kullanımından kaçınmak gibi), (iii) Afetin neden olacağı maliyetlerin ve etkilerin dağıtılmasını sağlayan düzenlemeler yapmak (Geniş kapsamlı sigorta projelerini hayata geçirmek, ülke ve yerel yönetimler seviyesinde afet planları geliştirmek).
    -Afet anı ve hemen sonrası (ikinci aşama): Afetin olduğu andan itibaren ilk saatleri ve ilk birkaç günü kapsar.
    Bu süreçte yapılan başlıca faaliyetler şunlardır; afetin ilk döneminde yapılacak olan kurtarma ve ilkyardım çalışlmaları; mümkün olan en kısa sürede çok sayıda insanın hayatını kurtarmak, yaralıların tedavisini sağlamak ve açıkta kalanların su, yiyecek, giyecek, ısınma, barınma, korunma gibi hayati ihtiyaçlarını en kısa sürede ve en uygun yöntemlerle karşılamak; yangın gibi ikincil tehlikelerin önlenmesi amacıyla elektrik, gaz, akaryakıt depolama sistemlerinde gerekli önlemleri almak; yeniden inşa aşaması için temel oluşturacak hazırlıkları yapmak (Hasar tespitlerinin yapılması, kriz merkezlerinin oluşturulması gibi). Bunun dışında en kısa sürede bölgeyle ulaşımı ve haberleşmeyi sağlayacak olan kanallarının oluşturulması, ihtiyaçların belirlenmesi,arama ve kurtarma, ilkyardım, tedavi, tahliye, geçici iskân, çevre sağlığı ve koruyucu hekimlik, tehlikeli yıkıntıların kaldırılması da bu aşamada yapılan işlerdendir. Bu faaliyetler kapsamında süreç, kendi içinde kurtarma, ilk yardım ve geçici barınma aşamalarından oluşmaktadır.
    -Yeniden inşa aşaması (Üçüncü aşama) : Afetin hemen ardından acil müdahaleyi takip ederek afete uğrayan bölgenin normal hayata geri dönmesine kadar geçen süredeki çalışmaları kapsar.Bu aşamada yapılan çalışmalarla kısa dönemde topluluğun geçici barınma ihtiyacının karşılanması, uzun dönemde ise ekonomik ve sosyal açıdan bozulan düzenin yeniden kurulması ve afetten önceki normal duruma geri dönülmesi ve gelecek afetler karşısında güvenli, yaşanabilir yerleşim yerlerinin oluşturulması amaçlanır.
    Türkiye’de Doğal Afetler: Türkiye de son 70 yılda afetlerde 100bin kişi ölmüş, 600bin konut hasar görmüş. Depremle hasar görmüş konut 500bindir. Ortalama heryıl 1000 kişi depremde ölmüştür, 2100 kişi yaralanmış, 7000 yapı hasar görmüştür.
    Ülkemizde hasarlar %66 deprem, %15 sel, %10 toprak kayması, %7 kaya düşmesi, %2 meteorolojik olaylandandır.
    1955-1997 yılları arasındaki kayıtlara göre ülkemizde yaşanan büyük sellerden bazıları şöyledir; 1957-Ankara seli (185 kişi hayatını kaybetmiş), 1995-Senirkent Isparta seli (74 kişi), 1995- İzmir-Karşıyaka seli (63 kişii ölmüş, 322 bina yıkılmış, on bin bina hasar görmüştür). 1998’de yılında seller nedeniyle 57 kişi ve 2002 yılında 27 kişi hayatını kaybetmiştir. 3-4 Temmuz 2012 tarihinde Samsun’da meydana gelen selde ise 11 kişi yaşamını yitirmiştir.
    Tunceli, Bitlis, Artvin ve Giresun çığı olaylarının en sık yaşandığı kentlerimizdendir.Bunlar içinde en etkili olanı, 1991 kışında Şırnak’ta 163 kişinin hayatını kaybettiği olaydır. 1992 yılında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da meydana gelen çığ olaylarında 281 kişi hayatını kaybetmiştir.
    Türkiye’de diğer doğal afetlere göre en sık meydana gelenler ve etkileri itibarıyla en yıkıcı olanlar depremlerdir. Son 70 yılın istatistiklerine ve depreme ilişkin kayıtlara göre, depremlerin yol açtığı kayıpların yıllık ortalaması, millî gelirin %0,8’ini oluştururken tüm diğer afetlerin payı %0,2’dir.
    1990 nüfus sayımından elde edilen verilere göre, Türkiye nüfusunun %44’ü, birinci derece, %26’sı ikinci derece, %15’i üçüncü derece, %13’ü dördüncü derece ve %2’si beşinci derece deprem bölgesinde yaşamaktadır.
    Türkiye de en büyük depremler : 1509, 1754 ve 1766 depremleri.
    Türkiye de afet yönetim sistemi : 1982 Anayasasının 119, 120, 121 ve 122. maddeleri başta olmak üzere diğer kanun ve yasal düzenlemelerle şekillenmektedir. Sistemin örgütlenme boyutunda esas kurum Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığıdır.
    Bunların yanında yerel yönetimler bazında vali ve kaymakamlar da afetlerle ilgili görevlendirilmişlerdir.
    Afetin en kritik ve en önemli aşaması müdahaledir.
    Sistem içinde yer alan önemli yapılardan biri de Doğal Afet Sigortaları Kurumudur (DASK). 587 sayılı “Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” ye dayalı olarak kurulan DASK ile Eylül 2000 tarihinden itibaren kapsamdaki meskenler için deprem sigortası yaptırmak zorunlu hâle getirilmiştir.
    Strateji: önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol anlamına gelir. Harp idare bilgisi de denir.
    Askerî kökenli strateji kavramı 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren(1980) işletme ve yönetim alanında da kullanılmaya başlanmıştır.
    Strateji, planlama ufku uzun kararlar dizisidir. • Strateji, örgütün nereye ve nasıl gitmesinin istendiğine karar vermektir. • Strateji, gelecekteki planlanan gelişmelerin ışığı altında, bugünkü kararların kalitesini artırmaktır. • Strateji, örgütün iç kaynakları ve kabiliyetleriyle dış çevrenin fırsat ve tehditleri arasında uyum sağlayacak faaliyetlerdir. • Strateji, örgütün hangi işi yaptığını veya yapmak istediğini, ne tür bir örgüt olduğunu veya olmak istediğini tanımlayan amaç, hedef ve görevlerin tümü ve bunları gerçekleştirmek için gerekli yöntemlere verilen addır.
    Askerî anlamdaki strateji ile yönetim alanındaki strateji arasında fark yoktur.
    Stratejik planlama, stratejik plan hazırlama sürecidir. Bu sürecin sonunda stratejik planlar ortaya çıkar. Kısaca, stratejik planlama sürecinin çıktısı stratejik plandır. Stratejik plan ise örgütleri bulundukları noktadan daha ileriye taşıyacak uzun dönemli bir plandır.
    Stratejik planlama örgüt misyonunun açıkça ifade edilmesi”, “paydaşlarının belirlenmesi ve görüşlerinin alınması”, “örgütün 3-5 yılı kapsayan stratejik amaç ve hedeflerinin belirlenmesi” ve “bunlara ulaşmak için stratejilerin geliştirilmesinden oluşan süreçtir.
    stratejik yönetim: Şimdi neredeyiz?”, “Nereye gitmek istiyoruz?”, “Oraya nasıl gidebiliriz?” ve “Başarımızı nasıl değerlendiririz?” biçimindeki dört temel sorunun cevabı stratejik yönetimin kapsamını oluşturmaktadır.
    Kamu yönetiminde stratejik planlama kavramını tercih eden ülkeler arasında ABD, İngiltere, İrlanda, İsveç, Fransa, Avustralya, Yeni Zelanda bulunmaktadır.Ülkemizde de kamu yönetiminde, stratejik yönetim yerine stratejik planlama kavramı kullanılmaktadır.
    Stratejik planlama” ve “stratejik yönetim” arasındaki fark bir kez daha vurgulanacak olursa; öncelikle stratejik planlamanın stratejik yönetim sürecinin ilk aşamasını oluşturduğu söylenebilir. Ancak stratejik yönetim stratejik planlamadan ibaret değildir ve stratejik planlamadan daha kapsamlı bir süreçtir. Stratejik yönetim, plan hazırlama, hazırlanan planların uygulanabilmesi için gerekli kaynak yönetimi, örgüt yapısı, yönetim biçimi, örgüt kültürü, yaratıcılık, liderlik, uygulamaları izleme, sonuçları değerlendirme ve kontrol etme faaliyetlerinden oluşur. Bir başka ifadeyle stratejik yönetim, stratejik planlamayı da kapsar ancak onunla sınırlı değildir. Bu bağlamda stratejik planlama, stratejik yönetimin ana unsuru olarak kabul edilebilir ancak sadece planlama faaliyetinden ibarettir ve kaynak dağıtımı ve bütçe, bilgi yönetimi, değerlendirme, kontrol ve performans yönetimi gibi yönetim faaliyetlerini kapsamaz. Stratejik yönetim ise örgütün uzun dönemli ve stratejik bakış açısıyla yönetilmesiyle ilgilidir ve sayılan faaliyetlerin tümünü kapsar.
    Ülkemizde kamu yönetiminde yeniden yapılanma çalışmaları süreci 2003 yılından itibaren başlatılmış, “stratejik planlama” da temel bir araç olarak benimsenmiştir. Bu bağlamda 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (KMYKK) ile stratejik planlama, kamu kurumları için zorunlu hâle getirilmiştir. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu uyarınca yerel yönetimlerin önemli aktörlerinden biri olan belediyeler de stratejik plan hazırlamak zorundadırlar. Ancak bu zorunluluk nüfusu 50.000’in üzerinde olan belediyeler için geçerlidir. Kalkınma Bakanlığı verilerine göre ülkemizde bu nitelikte 251 belediye bulunmaktadır. Stratejik planların beş yıllık olarak hazırlanması öngörülmüştür.
    5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu • 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu • 5302 sayılı İl Özel idaresi Kanunu • 5393 sayılı Belediye Kanunu • Kamu İdarelerince Hazırlanacak Faaliyet Raporları Hakkında Yönetmelik • Kamu idarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik • Kamu idarelerince Hazırlanacak Performans Programları Hakkında Yönetmelik
    YEREL YÖNETİMLER İÇiN ÖNGÖRÜLEN STRATEJiK PLANLAMA MODELi:
    1. Stratejik plan, 2. Performans programı ve 3. Faaliyet raporudur.
    Stratejik plan modelin planlama boyutunu, performans programı uygulama ve bütçe boyutunu, faaliyet raporu ise denetim boyutunu oluşturmaktadır.
    Kalkınma Bakanlığının kamu idareleri için hazırladığı Stratejik Planlama Kılavuzu incelendiğinde ise sürecin benzer biçimde aşağıdaki dört temel soru kapsamında değerlendirildiği görülmektedir: 1. Neredeyiz? (Durum analizi) 2. Nereye gitmek istiyoruz? (Misyon, vizyon, temel değerler, amaçlar ve hedefler) 3. Gitmek istediğimiz yere nasıl ulaşabiliriz? (Stratejiler, faaliyetler ve projeler) 4. Başarımızı nasıl izler ve değerlendiririz? (İzleme, performans ölçme ve değerlendirme)
    SWOT analizi İngilizce güçlü (streength), zayıf (weakness), fırsat (opportunity) ve tehdit (threat) kelimelerinin baş harşerinden oluşmuştur.
    Güçlü ve zayıf yanların belirlenmesi iç analiz, fırsat ve tehditlerin belirlenmesi ise dış analiz olarak adlandırılır.
    Misyon: Stratejik plan hazırlama aşamasında ilk önce il özel idaresi/belediyenin misyonunun belirlenmesi gerekmektedir. Misyon örgütün varoluş nedenidir. İl özel idaresinin/belediyenin amaç ve hedeflerinin özlü ve açık biçimde ifadesidir.
    Misyon “varoluş nedenimiz nedir?”sorusuna cevap verir.
    Vizyon “nereye gitmek ya da nerede olmak istiyoruz?” sorusuna cevap verir.(işletmenin ideal geleceğini sembolize eder)
    Temel değerler, “çalışmalarımıza temel oluşturan ilkeler nelerdir?” sorusuna cevap verir.
    Amaçlar “vizyonumuza ulaşmak için neler yapmalıyız?” sorusuna cevap verir.
    İç ve dış analiz yapma: “Neredeyiz?” sorusuna cevap bulur.
    Hedefler “amaçlarımıza ulaşmak için somut ve ölçülebilir olarak neleri yapmalıyız? ve ne zaman yapmalıyız?” sorularına cevap verir.
    Hedefin özellikleri : Ölçülebilir, zaman sınırı belli, ulaşılabilir, tam
    Stratejiler “amaç ve hedeflerimize nasıl ulaşacağız?” sorusuna cevap verir.
    Performans programı, beş yıllık olarak hazırlanan stratejik planların yıllık uygulama dilimlerini oluşturmaktadır.
    Stratejik lider; geleceği görebilme, vizyon yaratabilme, esnek olabilme ve diğer kişileri güçlendirebilme yetenekleri aracılığıyla gerektiği zamanlarda stratejik değişimleri yapabilen kişlidir.
    yerel yönetimler için öngörülen stratejik planlama modeli : Stratejik plan, performans programı, faaliyet raporu
    Örgütsel Faktörlere İlişkin Boyut : Örgüt yapısı, sistemler, yönetim biçimi , personel, yetenekler, örgüt kültürü
    Sratejik planlama sürecinin aşamaları: Stratejik analiz, uygulama, hazırlık , denetim.
    Stratejik Planın Denetim aşaması : izleme ve değerlendirme, raporlama,
    KAMU PERFORMANS YÖNETİMİ KAVRAMI
    Finlandiya’daki söz konusu 6 kamu kuruluşu (statüsü değiştirilerek, 1989-1990 arasında %10’luk bir kamu personeli kadrosu iptal edilmiştir.): Posta ve Telekomünikasyon Kurumu, Devlet Demiryolları, Ulusal Matbaa Kurumu, Ulusal Coğrafya Enstitüsü, Kamu Yemek Hizmeti Kurumu, Ulusal Veri İşleme Merkezidir.
    Performans= fransızca Performance. çaba sonucu başarmak , dikkatle hazırlanmış planı uygulamak , planlanan ve organize edilen bir işi yapmak, bir işi nasıl ve ne şekilde yapılacağını önceden belirlemek ve düzenlemek, bir işin başarıyla sonuçlandırılması.
    Performans = Türkçe “başarım”
    performans yönetimi, şu girişimlerin daha etkili hâle getirilmesi ve geliştirilmesi sürecidir. : Kuruluştaki bölüm, takım ve bireysel amaçların uyumu, • Performans değerleme sistemi, • Ödüllendirme stratejisi ve çerçevesi, • Hizmet içi eğitim, • Gelişme stratejisi ve planları, • İletişim, • Yönlendirme ve yol gösterme, • Geri bildirim, • Bireysel kariyer planlama.
    Bireysel kariyer planlama, insan kaynaklarının işe ilişkin eğitim, deneyim, bilgi ve becerileri ile başarılı çalışmalarını gelecek hedeflerine göre yönlendirmesidir.
    Kamusal kaynaklar kullanılan ve tüketilen kaynaklar olmak üzere iki gruptur. Kullanılan ama tüketilmeyen kamusal kaynaklar girişim, yerleşke (bina vb.), teknoloji (makine-araç-gereç), kurumsal hafıza (arşiv) ve insan kaynakları- personeldir.



    bir kamu kuruluşu için hedeflenen kamu hizmeti miktarı, halkın beklentilerinin % 100’üne ulaşmaksa, performansı, % 60 ve üstü değerlerdeki kamu hizmetlerinin başarılı sunumu olarak algılamak gerekir. Bu oranın altındaki değerleri ise, başarı anlamında performans olarak görmek mümkün değildir. Bu değerler sadece sonuç olup, hedeflenen başarı sayı lmamalıdır. Performans Tablosu’nda görüleceği üzere, % 60 altındaki iş/hizmet miktarı % 50’ye kadar ortalama; % 50 altındaki iş/hizmet miktarı % 30’a kadar düşük; % 30’un altındaki iş/hizmet miktarına ise yetersiz demek gerekir.
    Performans yönetimi anlayışı açısından baktığımızda aşağıdaki sorulara yanıt aramamı z gerekmektedir : • Kamu kuruluşu amacına yönelik olarak işini yapıyor mu? • Kamu kuruluşu istenmeyen etki yaratıyor mu? • Kamu kuruluşu halka karşı kendini sorumlu hissediyor mu? • Kamu kuruluşu yetkili olduğu alan dışına çıkıyor mu? • Kamu kuruluşu herkese mi yoksa belli gruplara mı hizmet ediyor? • Kamu kuruluşları verimli çalışıyor mu?
    Bu sorulara yanıt arayan bir kamu yöneticisi veya siyasal karar verici ise kuruluşun performansını geliştirmek için ya da performans yönetimi için en azından şu sekiz farklı noktada istekli olmalıdır• Örgütünü devamlı geliştirmeli veya gelişme stratejileri izlemelidir; • Örgütün kaynaklarını yeniden gözden geçirmelidir; • Örgüt için gereken ya da gerektiği tahmin edilen yeni kaynakların arayışına gitmelidir; • Performansı artırıcı ölçülebilir hedefler koymalıdır; • iş yükünün çok fazla veya çok az olmamasına dikkat etmelidir; • Performans hedeflerine ilişkin sonuçları sürekli ölçmelidir; • Performans yönetimi için örgüt kapasitesini bilinçli biçimde artırmalıdır; • Performans yönetimi için insan kaynakları yönetimi anlayışına önem vermelidir.
    ABD’de, 1993 yılında çıkarılan “The Government Performance and Results Act” adlı reform yasa, kamu yönetiminde yeniden yapılandırma amaçlanmıştır.
    ingiltere’de ise 1982 yılında “Financial Management Act” la başlayan çalışmalar, 1988 yılında “Next Step Initiative” ve 1999 yılında “The Modernising Government White Paper”la sürmüş, 2006 yılında “Birleşik Krallık Kamu Hizmeti Reformu”nun uygulamaya geçirilmesiyle etkisini devam ettirmiştir
    Başbakanlık Strateji Birimince hazırlanan ve herkes için daha iyi kamu hizmetini hedefleyen bu son reformla, “Yukarıdan Aşağı Kamu Performans Yönetim Modeli” getirilmiştir (Prime Minister’s Strateji Unit, 2006). Model, Dünya ölçeğinde bir kamu hizmeti, mükemmellik ve adil yönetimi amaçlamakta ve şu aşamaları içermektedi. : Sonuç odaklılık ve iddialı sonuç hedeflerin belirlenmesi, • Ölçütlerin ve buna uygun göstergelerin belirlenmesi, • Çok boyutlu performans değerlendirmesi, • Doğrudan müdahalede bulunulması, • Piyasa teşviklerinin oluşturulması, • Hizmetleri, halkın biçimlendirmesi, • Yeterlilik ve kapasite gelişiminin sağlanması.
    Kamuda söz konusu performans artırıcı önlemler şunlardır : • Kamusal kaynakların etkin kullanımı, • Bütçe açıklarının ve kamu kökenli borçlanmanın azaltılması, • Kamu hizmetlerinde kalitenin artırılması, • Kamu yönetimi üzerindeki yasama ve yürütme güçlerinin sorumluluklarının artırılması, • Karar ve uygulamalarda saydamlığın ve hesap verebilirliğin artırılması.
    KPSS = 1999 yılında merkezileştirilmiştir.
    1999/12647 sayılı “Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği” çıkarılarak, kamu personelinin yükselmesi için 75 saat eğitim alması ve sınavda başarılı olması (%70) şartı getirilmiştir.
    devleti devlet yapan asli kamu hizmetleri “adalet, iç işleri, dış işleri, savunma, içgüvenlik ve maliye” ile modern devlet hizmetleri içinde sayılan ve sosyal devlet hizmetleri olarak bilinen karşılıksız yardım ve çevre sorunlarına yönelik hizmetlerin dışında kalan diğer kamu hizmetlerinin yönetiminden oluşmaktadır.
    Kamu Performans Yönetimi İlkeleri
    ekonomiklik, verimlilik ve etkililik olarak sıralamak mümkün olmakla birlikte, kalite, etkenlik (effectiveness), müşteri memnuniyeti veya kamu yararı (public profitability), stratejik yönetim ve yenileşim (innovation) gibi özellikleri de, performans özellikleri olarak sayabiliriz.
    Türk Dil Kurumu’nun ‘yenileşim’ diye adlandırdığı ‘innovation’, performansı artırıcı küçük-büyük, basit karmaşık her türlü yeni fikir ve uygulamalardır.
    En uygun hizmet alım ihalesi yapmak, kariyer ve liyakata göre personeli seçmek ekonomikliktir
    Üretim girdilerinin, üretilen mal ve hizmetlerin kamuya yararına oranı verimliliktir. (en doğru üretim)
    Hizmet edilen halktan şikayet ve eleştiri yerine, istek ve destek alan kamu idaresi etkin/etkili olmuş demektir.
    Açıklık ilkesinin uygulamaya etkin yansıması, Bilgi Edinme Hakkı Yasasının çıkmasıyla olmuştur.
    Kanunsuz Emir, amirlerin emir verme ve takdir yetkisinin görev ve yapılan işle sınırlandırılmasıdır.
    kamu kurum ve kuruluşlarınca yönetilmesi gereken performans, şu üç noktada odaklanmaktadır: • Kurumsal performans, • Takım performansı • Bireysel performans.





    Kurumsal Performans Yönetimi : Kurumsal performans yönetimi, bir taraftan hesap verebilirliğin ve saydamlığın sağlanması için, diğer taraftan da kurumun verimlilik ilkelerine göre yönetilmeleri için en uygun araçtır. Kurumsal Performans yönetiminde kullanılan bazı ölçütler, aynı zamanda kamu hizmetlerinde rekabet unsurları olarak görülebilmektedir. Buna göre, rekabetin 6 boyutunu da oluşturan performans ölçütleri ve önem dereceleri, yapılan bir araştırmaya göre Tablo 4.2’de verilmiştir
    Takım Performans Yönetimi : Takım performans yönetimi ise takımın, ulaştığı iş miktarına göre yönetilmesidir. Takımı, ekip, grup, küme ve hatta bazen “team” gibi kullanımları olan, belli bir amaca yönelik olarak farklı bakış, bilgi, beceri, yetenek ve deneyime sahip insan kaynaklarının, önderle bir arada oluşu biçiminde tanımlayabiliriz. Takım performansı, takımın, kendisini oluşturan bireylerden farklı olarak etkileşimle ortaya çıkan sinerjik performansıdır. Bu durum, önderin üyelere yansıttığı takım ruhu ve özendirmesiyle daha da belirginleşebilir. Takımın performansı- nın belirlenmesinde ise performansı doğrudan ortaya koyan şu üç faktöre bakmak gerekir : 1-Takım kurulmasını gerektiren proje hedeflerin öngördüğü performansın varlığı; 2- Söz konusu projenin öngörülen sürede bitirilip, bitirilmediği; 3- Projenin baştan belirlenmiş olan bütçe ile tamamlanıp, tamamlanmadığı.
    (Sinerjik performans, takımın sonuç performansının, takım üyelerinin belli bir amaç için iş birliği ve özellikle etkileşimde bulunmaları sonucu, üyelerin ayrı ayrı bireysel performansları toplamından daha fazla çıkabilmesidir.)
    Bireysel Performans Yönetimi : Bireysel performans, kamu performans yönetimine yönelik ele alınması gereken bir başka performans çeşididir. Ancak, performans değerlendirmesi ile karıştırıldığından, kamu performans yönetiminde planlanması, yöneltilmesi, denetlenmesi ve geliştirilmesi gereken en önemli parçasıdır. Çünkü, objektif bir bireysel performans yönetimi, gerek kamu kurum ve kuruluşlarının yönetiminin performans hedeflerini ve standartlarını belirleme ve yönetsel başarısı açısından, gerekse insan kaynağının motivasyonuna ilişkin alınması gereken yönetsel karar ve önlemler açısından büyük bir öneme sahiptir.
    (Kurum kültürü, kurumun kurulduğu tarihten bu güne oluşan tüm değerler, gelenekler ve davranış kalıpları olurken; kurum iklimi, bu kültürün belli bir zaman dilimindeki hâlidir. Kurum vatandaşlığı ise kurum insan kaynaklarının kurumlarını dışarıda savunmaları ile içeride kurumsal amaç ve kurallara sahip çıkmaları demektir.)
    Yöneticinin Performans Sorumluluğu (Koçluk ve Liderlik):
    Günlük hayatımızda yaşam koçluğu ve aile koçluğu örneklerine rastladığımız koçluğun, çalışma hayatı uygulamasında üst yöneticilere liderlik için “üst yönetim koçluğu”, işe ilgi ve verimlilik artışı için “performans koçluğu”, işe yeni başlayanlar için “kariyer koçluğu” yapılabileceği gibi, iş heyecanını yitirmiş, bıkkın ve kararsız kişiler için “girişimci koçluğu” söz konusudur.Türk Kamu Yönetiminde müfettişlerin, müfettiş yardımcılarıyla olan iş ilişkileri; uzmanların, uzman yardımcılarıyla olan iş ilişkileri; kaymakamların, kaymakam yardımcılarıyla olan iş ilişkileri koçluğun çok belirgin örnekleri olmaktadır. Aday memurlukta ise beraber çalıştığı deneyimli diğer memur veya amirlerinin koçluk rolü olduğu söylenebilir. personelin şu yedi adımda performans olgunlaşmasını gerçekleştirebilmek mümkündür: : 1. Adım: Personel aktif hale getirilmeli, 2. Adım: işine ilgisi artırılmalı, 3. Adım: işine çok yönlü bakması sağlanmalı, 4. Adım: Bilgi ve yeteneklerini kullanması sağlanmalı, 5. Adım: Kendine güvenini artırılmalı, 6. Adım: Bağımsız düşünmesi sağlanmalı, 7. Adım: Yenilikçi ve katılımcı olması desteklenmelidir.
    Personelin Performans Sorumluluğu (Sadık Personel)
    Çalıştığı kurumu dışa karşı savunan ve sadığım diyen, kurumunu yuvası gibi gören işsever ve sadık %29’luk guruptandır. Bu nedenle kurum için en gerekli insan kaynağıdır. Kriz dönemlerinde “kritik durumlarda performans değerlemesi” en yüksek çıkan personeldir.
    Personelin Performans Rehberliği (Mentorluk):
    Performans rehberliğindeki lider ve izleyici etkileşiminin bir benzeri olan performans danışmanlığı mentorlukta, koçluk yapan liderin rehberliğindeki izleyicilik yerine, personelin karşılıklı bilgi, deneyim ve düşüncelerin paylaşımı anlamında bir danışmanlık söz konusudur. Mentorun, diğer bir deyişle daha deneyimli ve daha bilgili olan personelin iş ortamında iletişimi geliştirmesi ve karşılıklı güven duygusunu güçlendirmesi sonucu performansı artırması açısından, yararlı bir akıl hocalığı rolü bulunmaktadır.
    KAMU PERFORMANS YÖNETiMi SÜRECi :
    1 - Araştırma Planlama aşaması 2- uygulama aşaması 3- izleme-değerlendirme aşa. 4- gelişme aşaması
    1- Araştırma Planlama aşaması : Kuruluş Amaçları ve Yönetim Stratejisi – birimlerim amaçları – takım amaçları – bireysel amaçlar.
    Bu amaçların sayılabilir performans hedefleri olmasına özen gösterilmelidir




  • TÜRK SİYASAL HAYATI BAHAR DÖNEMİ – VİZE

    Kanun-i Esasi’yi 1876 *** Mebusan Meclisini 1877
    1889 yılında ittihad-ı Osmanî Cemiyeti kuruldu. bir grup Askeri Tıbbiye Mektebi öğrencisi kurdu. Üyelerin 1895 yılında, Ahmet Rıza Bey’in liderliğinde PARİS te oluşan bir muhalif grupla temas kurması sonucunda Cemiyet, “Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti” adını aldı.
    Cemiyetin amacı II. Abdülhamit’i tahttan indirmek ve anayasayı yeniden getirmekti.II. Abdülhamit, çok dinli ve çok milletli bir imparatorlukta anayasa ve meclisin ülkeyi parçalayı p dağıtacağına inanmıştı. Ahmet Rıza’nın başını çektiği Paris merkezli grup, imparatorluğ un kurtuluşu için güçlü merkeziyetçi bir idare biçimini ve korumacı ekonomi modeline dayanan millî iktisat politikasını benimsedi. Mizancı Murat’ın liderliğ indeki Cenevre grubu ise daha islamcı bir çizgideydi ve II. Abdülhamit’in Ermeni politikasını destekliyordu. Cemiyetin içindeki üçüncü grup ise Prens Sabahattin liderliğinde toplanmıştı. Prens Sabahattin, siyasal alanda ademimerkeziyetçi/federalist bir yönetimi, iktisadi alanda ise özel teşebbüsü savunuyordu.
    1902 yılında Osmanlı Liberalleri Kongresi düzenlendi. kongreye Jön Türk gruplarının yanı sıra Ermeni, Bulgar ve Rum örgütleriyle Arnavut ve Yahudi temsilciler de katıldı.Kongre’ye katılan gruplar, imparatorluk içinde yaşayan tüm etnik ve dinî unsurların anayasal ve parlamenter bir siyasal düzen içinde eşitliğini savunan Osmanlıcılık ideolojisini paylaşıyorlardı. Ancak Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin grupları arasındaki farklar Kongre’de keskinleşti. Cemiyetin bir süre sonra ikiye bölünmesiyle Ahmet Rıza, ittihat ve Terakki Cemiyetini, Prens Sabahattin ise önce Osmanlı Liberalleri Cemiyetini, 1906’da da Teşebbüs-ü şahsî ve Adem-i Merkeziyet cemiyetini kurdu.
    Mehmet Talat Bey ve arkadaşları 1906 yılında Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyetini kurdular. Ahmet Rıza grubunun merkeziyetçi ve milliyetçi şkirlerini kendilerine yakın bulan Cemiyet üyeleri, 1907 yılında Ahmet Rıza grubuyla birleşerek ittihat ve Terakki Cemiyeti (iTC) adını aldı. Bu birleşmeden sonra örgütün Paris merkezi daha çok bir şkir hareketi olarak kalırken Selanik merkezî devrimi gerçekleştiren asıl eylemci güç oldu.
    iTC’nin Selanik’te tutunmasının nedenlerinden biri, şehrin 18. yüzyıldan beri Osmanlı imparatorluğu’nun önde gelen ticaret merkezlerinden biri olmasıydı.TC’nin Selanik’te en yakın mütteşkleri Yahudi cemaatiydi. iTC üyelerinin de mason localarıyla yakın ilişkileri vardı. iTC’nin kısa sürede Makedonya’da yayılmasının en önemli nedenlerinden biri bölgenin Yunan, Bulgar, Makedon ve Sırp milliyetçiliklerinin merkezî olmasıydı.Müslüman Türk toplulukların yükselen milliyetçi hareketler karşısında kendilerini tehdit altında hissetmeleri, iTC’nin Makedonya’da örgütlenmesini hızlandırdı. iTC’nin örgütlenme modeli ve eylem biçimi, akedonya’daki milliyetçi hareketlerden büyük ölçüde etkilendi. Örgütün karar merkezîni “Merkez-i Umumi” adında bir çekirdek kadro oluşturuyordu. Örgüt, devletin varlığını korumayı her şeyin üzerinde tutuyordu. Başlıca kaygıları Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumaktı. Bu nedenle kendilerini vatansever olarak görüyorlardı. Fransız Devrimi’nin eşitlik, kardeşlik, özgürlük sloganlarından etkilenmekle birlikte, örgütün ideolojisi alttan alta gelişen bir Türk milliyetçiliğiydi.
    iTC’nin Manastır şubesi sarayın cevabını beklemeden, 23 Temmuz 1908’de anayasanın yeniden yürürlüğe girdiğini ilan etti. isyanı bastıramayacağını anlayan II. Abdülhamit, 24 Temmuz’da istanbul gazetelerinde anayasayı yürürlüğe koyduğunu ve meclisi yeniden açacağını duyurdu.
    “Hürriyetin ilanı” olarak adlandırılan bu olay, özellikle Rumeli vilayetleri ve istanbul’da büyük coşkuyla karşılandı. Müslüman, Hristiyan, Yahudi gruplar ortak gösterilerle meşrutiyete geçişi kutladılar. Hürriyet, Müsavat (Eşitlik), Uhuvvet (Kardeşlik) ve Adalet, yeni düzenin sloganlar oldu.
    Anayasanın ilanından sonra ilk iş Mebusan Meclisi seçimleriydi.
    1908 seçimleri Türkiyenin ilk çok partili seçimleri oldu.1908 seçimlerinde oy vermek için erkek olmak, 25 yaşında olmak ve az çok vergi ödemek gerekiyordu.
    Seçimlere iTC ve Prens Sabahattin’in şkirlerine dayanan Ahrar Fırkası katıldı.Seçimleri ezici çoğunlukla iTC kazandı.
    31 Mart isyanı : 12 Nisan 1909 tarihinde istanbul’daki bazı askerî birliklerin ani bir biçimde ayaklanması üzerine, eski takvime göre 31 Mart isyanı olarak adlandırılan ayaklanma başladı.
    27 Nisan’da ise II. Abdülhamit tahttan indirildi ve yerine küçük kardeşi Mehmet Reşat Efendi padişah ilan edildi.
    21 Kasım 1911 tarihinde Hürriyet ve itilaf Fırkası kuruldu.
    “Sopalı Seçimler” : 1912 yılında yapılan yeni seçimler, İTC’nin baskı yollarına başvurarak kendi adaylarını seçtirmesidir.
    Babıâli Baskını : 23 Ocak 1913’te aralarında Enver, Talat ve Cemal Beyler de olmak üzere ittihatçı bir grup subay Babı âli’ye yürüdü. Toplantı hâlindeki kabineyi basan ittihatçılar, Sadrazam Kamil Paşa’yı istifaya zorladıkları gibi, Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürdüler. Ocak 1913 darbesinden sonra iTC, iç siyasete tamamen hakim oldu.
    Birinci Dünya Savaşı süresince tüm otoriteyi elinde tutan bu üç kişilik idareye Enver, Talat ve Cemal triumvirası denir.
    Osmanlıcılığa en önemli darbeyi Balkan Savaşları vurdu. Balkan topraklarının kaybı, Avrupa’da kalan topraklarının %83’nü kaybetti. Bundan böyle Osmanlı bir Avrupa ülkesi olmaktan çıkıp Anadolu merkezli bir devlet oldu.
    iTC’nin ideologu Ziya Gökalp’tir.Gökalp’in Türk milliyetçiliğine ilişkin şkirleri en olgun ifadesini “Türkleşmek, islamlaşmak, Muasırlaşmak” ve “Türkçülüğün Esasları” adlı iki eserinde bulur.
    Bu dönemin bir başka milliyetçi projesi de Pantürkizmdir. Yusuf Akçura, 1904’te yayımladığı Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde, Türk etnik kimliğini öne çıkaran, ırk ve kültür temeline dayalı Türk dünyası formülüyle Pantürkizmin ilk tutarlı ifadesini yazmıştır
    1. dünya savaşı : 28 haziran 1914 de başladı. Gizli Alman-Türk ittifakı 2 Ağustos 1914 tarihinde imzalandı. 1918 yılında savaş ittifak Devletleri’nin yenilgisiyle sonuçlanınca, Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’te Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı.
    30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Anlaşmanın 1. maddesiyle Karadeniz’e geçiş güvenliğini sağlamak üzere, Boğazların kontrolü itilaf Devletleri’nin eline geçiyordu. 5. maddeyle, güvenlik amacıyla tutulanaz sayıda asker dışında, Osmanlı ordusu tümüyle terhis edilecekti. Anlaşmanın 7. ve 24. maddeleri ise Anadolu’nun işgaline zemin hazırlıyordu. 7. maddeye göre itilaf Devletleri güvenliklerine yönelik herhangi bir tehdit durumunda istedikleri stratejik noktaları ele geçirebileceklerdi. 24. maddeye göre ise Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Diyarbakır ve Sivas vilayetlerinde karışıklık çıkması durumunda bu bölgelerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdi. itilaf Devletleri donanması, 13 Kasım 1918’de istanbul limanına gelerek işgali başlattı.
    Mustafa Kemal, 23 Temmuz-7 Ağustos arasında gerçekleşen Erzurum Kongresi, 10 maddelik bir bildirinin yayımlanmasıyla son buldu. Bildiride millî sınırlar içinde bulunan bütün vatan topraklarının bir bütün olduğu, birbirinden ayrılamayacağı ve her türlü işgale karşı koyulacağı belirtiliyordu.Mustafa Kemal Paşa, tüm direniş hareketlerini birleştirmek amacıyla Sivas’ta bir kongre düzenlemeye karar verdi. 4-11 Eylül tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi’nde ülke genelindeki bütün MHC’lerin birleştirilmesi yolunda önemli adımlar atıldı. Kongre’de alınan en önemli karar, bütün MHC’lerin merkezî bir yapı altında toplamasıydı. Bu amaçla yürürlükteki Cemiyetler Kanunu’na uygun olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) adıyla bir cemiyet kuruldu.
    A-RMHC tüzüğü 1. maddesiyle, Misak-ı Milli’nin özünü oluşturuyordu. Misak-ı Milli 28 Ocak 1920’de kabul edildi.
    (TBMM) toplanması, yerel örgütlerin A-RMHC çatısı altında toplanmasını hızlandırdı. TBMM’nin açılmasıyla meclisin tüm üyeleri A-RMHC’nin temsilcisi sayıldılar. Heyet-i Temsiliye’nin yerini ise Büyük Millet Meclisi Başkanlığı aldı. 23 nisan 1920
    A-RMHC’nin, tüzüğünün 4. maddesi gereği ülke yönetimini üstlenmesinin sebebi İstanbul’un işgal edilmesi ve meclisin dağılmasıdır.
    29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edildi. 11 Eylül l920’de, “şrariler Hakkında Kanun”la istiklal Mahkemeleri’ni kurdu.
    TBMM’nin en önemli yasama faaliyetlerinden biri, hiç kuşkusuz Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’dur. 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, rejimin temellerini halk egemenliği ve meclis üstünlüğü üzerinden tanımlayan ilk anayasadır.
    sevr : 10 Ağustos 1920.antlaşma ngiltere, Fransa ve Yunanistan arasında paylaştırıyordu. Sevr Antlaşması Osmanlı hükûmeti tarafından imzalanmasına karşın, 16 Mart 1920’den itibaren istanbul’un yapmış olduğu bütün antlaşmaları geçersiz sayan Kanun uyarınca Ankara hükûmeti tarafından geçersiz sayıldı.
    5 Ağustos 1921’de Başkumandanlık Kanunu kabul edildi.
    11 Ekim 1922’de Mudanya’da ateşkes antlaşması imzalandı.
    saltanat 1 Kasım 1922’de oy birliğiyle kaldırılarak Osmanlı Devleti hukuken sona erdirildi.
    Dokuz Umde 8 Nisan 1923’te, yayınlandı. Halk Fırkası’nın kuruluşu : 23 Ekim 1923
    ******************İKİNCİ ÜNİTE***********
    Dokuz Umde: Birinci ilkede ulusal egemenliğe bağlılık, ikinci ilkede saltanatın kaldırılması kararının değiştirilemeyeceği, üçüncü ilkede iç güvenlik ve asayişin sağlanması, dördüncü ilkede mahkemelerin hızlı işlemesi, beşinci ilkede alınacak ekonomik ve toplumsal önlemler, altıncı ilkede zorunlu askerlik süresinin kısaltılması, yedinci ilkede yedek subaylara, malul gazilere, emekli, dul ve yetimlere yardım edilmesi, sekizinci ilkede bürokrasinin düzeltilmesi ve dokuzuncu ilkede bayındırlık işleri için ortaklıklar kurulması vurgulandı.
    3 Mart 1924’te halifelik makamı kaldırıldı. 3 Mart 1924’te Diyanet işleri Reisliği kuruldu. 3 Mart 1924’te Vakışar Umum Müdürlüğü kuruldu. 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı.
    1924 Anayasası’nın öngördüğü sistem, güçler birliği ile güçler ayrılığı arasında bir karma sistem olarak nitelendirilebilir.
    10 Kasım 1924 te Halk Fırkası nın adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirildi.
    Şeyh Sait Ayaklanması ve Takrir-i Sükûn Kanunu
    13 şubat 1925 Bingöl - Genç’in Piran köyünde çıkan olaylarla başladı. 4 mart 1925 te Takriri Sukun kanunu çıkarıldı. Hükûmet, bu Yasa’yla, huzur ve sükûnu bozmaya yönelik her türlü girişim, örgüt ve yayını yasaklama yetkileriyle donatıldı. şark istiklal Mahkemesine verdiği idam cezalarını uygulama yetkisi de verildi. Şeyh sait 28 Haziran’da ölüm cezasına çarptırıldı, 1 gün sonrada uygulandı.
    halkçılık ve milliyetçilik 1923te.1927’de cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri. Devletçilik ve inkılapçılık ise 1931’de eklendi.
    Nutuk un ilk cildi Atatürkün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasından, birinci meclisin açılmasına kadar olan dönemi kapsar.
    Nutuk un ikinci cildi :birinci meclisin açılışından 1927’ye kadar olan dönem değerlendirilir.
    Nutuk un üçüncü cildi de ilk iki ciltte yorumu yapılan olaylarla ilgili belgelere ayrılmıştır.
    Nutuk’un esas olarak, Mustafa Kemal Paşa’nın gözünden, Millî Mücadele döneminin askerî, siyasi ve diplomatik bir tarihi olduğu söylenebilir.
    Mustafa Kemal Paşa, Nutuk ta “devrimimizin incelenmesinde tarihe kolaylık sağlamak” olduğunu sık sık tekrarlamıştır.
    Nutuk :1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım diye başlar, Türk Gençliğine Hitabe” ile sona erer.
    İlk Muhalefet partisi 12 Ağustos 1920’de Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu.(SCF). Başkanı Ali Fethi Bey. 17 Kasım 1930’da parti kapatıldı.
    19 şubat 1932’de, Türk Ocaklarının yerini halkevleri aldı. Halkevleri Demokrat Parti döneminde,11 Ağustos 1951’de kapatıldı.
    10 Mayıs 1935 te Türk Kadınlar Birliği kapatıldı. 10 Ekim 1935’te de Türk Mason Locaları kapatıldı.
    1936 yılı içinde de Talebe Birliği kapatıldı. 31 Mayıs 1933’te istanbul Darülfünunun kapatıldı.(1933 Üniversite Reformu)
    5 şubat 1937’de yapılan Anayasa değişikliğiyle 6 Ok anayasal olarak da devletin ilkeleri hâline getirildi
    25 Ekim 1937’de İsmet inönü istifa etti ve görev asaleten Celal Bayar’a geçti. 11 Kasım 1938’de İsmet İnönü Cumhurbaşknı oldu.
    1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılması da inönü döneminde yaşanan önemli bir gelişme oldu.
    1940 ilkbaharı nda köy enstitüleri kuruldu.
    1950 genel seçimlerinin ardından, CHP’nin iktidarı Demokrat Partiye devretmesiyle kapandı.
    Dörtlü Takrir : 7 Haziran 1945’de CHP’li Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Reşk Koraltan tarafından CHP Meclis Grubu’na verilen önergedir.
    7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kuruldu.Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Reşk Koraltan kurdu.(Dörtlü Takrirci). tüzükte Ekonomik alanda ise özel girişim ve sermayenin esas tutulduğu bir liberalleşme amaçlanı yordu.
    26 Mayıs 1946 seçimlerine DP katılmadı.
    Türkiye’nin siyasal tarihindeki en şaibeli seçim : 1946 seçimi.
    1935 kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.
    Türkiyenin dininin islam olduğu hükmünün anayasadan çıkarılmasıyla 5 şubat 1937’de laikliğin bir ilke olarak anayasaya girdi
    3 mart 1924’te Şeriye ve Evkaf Vekâletinin kaldırdı yerine diyanet kuruldu.
    25 Kasım 1925 şapka kanunu. 30 Kasım 1925 tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı.
    Türkçe Kuran ilk olarak 23 Ocak 1932’de istanbul’da Yerebatan Camiinde okundu.
    “Tanrı uludur” şeklinde başlayan Türkçe ezanı ilk kez 30 Ocak günü Fatih Camiinde Hafız Rıfat Bey okudu.
    3 şubat 1932’deki Kadir gecesinde Ayasofya Camiinde Türkçe ezan ve Kuran okundu.
    16 Haziran 1950’ de TBMM’nin bu yasağı kaldırmasıyla son verildi ve ezan yeniden Arapça okunmaya başlandı
    21 Haziran 1934’te Soyadı Kanunu. 24 Kasım 1934’te Mustafa Kemal Paşa’ya, Atatürk soyadını verildi.
    26 Aralık 1925’te saat ve takvim, 20 Mayıs 1928’de rakamlar değiştirildi. Kasım 1928’de Alfabe değişti.
    27 Mayıs 1935 haftasonları değişti.
    17 fiubat 1926 tarihli Medeni Kanun (isviçre) , 1 Mart 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu(italya) , 22 Nisan 1926 tarihli Borçlar Kanunu(isviçre) ve 29 Mayıs 1926 tarihli Türk Ticaret Kanunu (Almanya ve italya)’ dur
    Beyaz ihtilal : 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimi. Seçimi DP kazandı.
    27 MAYIS ASKERİ YÖNETİMİ : 27 Mayıs 1960’ta Milli Birlik Komitesi Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koydu. DP yöneticileri 14 Ekim’de de istanbul Yassıada’da Yüksek Adalet Divanında yargılanmaya başlandı. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idama mahkum oldu. Zorlu ve Polatkan 16 Eylül 1961’de imralı adasın idam edildi. Menderes ise bir gün sonra asıldı. Bayarın cezası ömür boyu hapis cezasına dönüştürüldü.
    15 Ekim 1961 darbeden sonraki ilk seçim. İlk koalisyon.
    Süleyman Demirel 27 Kasım 1964’te AP Genel Başkanlığı’na seçildi.
    En çok partinin seçime girdiği seçim : 12 Ekim 1969’da yapılan genel seçim.
    CHP, Ecevit simgesi altında “halkın tek umudu” olduğunu vurguladığı seçim : 5 Haziran 1977 seçimi.azınlık hükûmetidir
    Cumhurbaşkanı Evren 7 Aralık 1983’te yeni hükûmeti kurma görevini ANAP genel başkanı Turgut Özal’a verdi



    *****************************4. ÜNİTE ********************************
    1787 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Anayasası ilk yazılı anayasa olarak kabul edilir.
    Osmanlıda ilk belge anayasal belge 1808 tarihli Sened-i ittifak. padişah II. Mahmut
    1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu (Tanzimat Fermanı)
    1856 tarihli Islahat Fermanı
    ilk anayasa Kanun-i Esasi Tersane Konferansında ilan edildi. 23 Aralık 1876
    Kanun-i Esasi’ye göre, ülkesiyle bölünmez bütün olan Osmanlı Devleti’nin resmî dili Türkçe, başkenti istanbul’dur. Saltanat ve hilafet hakkının Osmanoğulları soyuna ait olduğu devletin dini islam’dır. Yürütme organı padişah ve Heyet-i Vükeladan (Bakanlar Kurulu) oluşur.
    ilk Osmanlı parlamentosu 19 Mart 1877 günü açılmıştır.
    Meclis 17 Aralık 1908 günü padişah tarafından açılmıştır. ilk güven oylaması, ilk güvensizlik oyu bildiren karar, hükûmet programını meclisin güvenine sunan ilk hükûmet...
    Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 20 Ocak 1921
    1924 ANAYASASI: 20 Nisan 1924’te kabul edilen Anayasası Türkiye Devleti’nin cumhuriyet ile yönetildiğine ilişkin hükmün yer aldığını ve bu maddenin değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ilkesinin kabul edildiği görülmektedir.
    1937 yılında yapılan değişiklikle de devletin laik yapısı anayasa hükmü hâline getirilmiştir.
    1961 ANAYASASI
    Temsilciler Meclisine basından 12 kişi katılacaktır. üniversiteleri temsilen 12 kişi yer alacaktır.
    1961 Anayasası devlet karşısında bireyi ön planda tutmuştur.Daha önceki anayasalarda da büyük oranda yer alan klasik hak ve özgürlükler ayrıntılı olarak düzenlenmiş ve bu hakların öznesi “Türkler” değil “herkes” olarak belirlenmiştir. Siyasal hakların da ayrıntılı bir biçimde düzenlendiği 1961 Anayasası’nın en önemli katkı- larından biri ise sosyal devlet ve sosyal adalet ilkelerinin yanı sıra sosyal haklara da yer vermiş olmasıdır. Temel hak listesi bakımından evrensel standartları yakalamış olan Anayasanın, temel hak ve özgürlüklerin korunması yönünde de özgürlükçü bir yaklaşım benimsediği görülmektedir.
    1982 ANAYASASI
    12 Eylül 1980 sonrası..
    1982 Anayasası’nın temel özelliklerine bakıldığında otorite-özgürlük dengesinde otoriteden yana olduğu, devlet organları arasında yürütmeyi, yürütme içinde de cumhurbaşkanını güçlendiren ve 1961 Anayasası’na göre daha az katılımcı bir demokrasi modelinin benimsenmiş olduğu görülür Yasama tek meclise indirilerek kanun yapım süreci hızlandırılmıştır.
    12 Eylül rejiminin izlerinin silinmesi doğrultusunda 1982 Anayasası 18 kez değiştirilmiştir. Anayasanın başlangıç kısmı dahil pek çok hükmünde köklü değişiklikler yapılmıştır. Bunlar arasında, katılımcı demokrasinin önünü açan 1995 değişiklikleri, temel hak ve özgürlükler rejimini değiştiren 2001 değişikliği, cumhurbaşkanı seçimini değiştiren 2007 değişikliği ve Anayasa Mahkemesi ile HSYK’nin yapısını ve yetkilerini değiştiren 2010 değişikliği dikkat çekmektedir.
    Anayasa Değişiklikleri
    1987-1993-1995-1999 Değişiklikleri




  • TÜRKİYE EKONOMİSİ – BAHAR DÖNEMİ – VİZE

    Türkiye’nin yüzölçümü 783.577 km2, izdüşüm alanı ise 779.452 km2’dir. Göller ve adalar da dahil edildiğinde, toplam yüzölçümü 814.578 km2’ye, izdüşüm alanı ise 783,562 km2’ye yükselmektedir
    yüzölçüme göre dünyanın 37. büyük ülkesidir. Ülke topraklarının yaklaşık %97’si Asya, %3’ü ise Avrupa kıtasındadır.
    35° - 42° kuzey paralelleri (enlemleri) ile 25° - 44° doğu meridyenleri (boylamları) arasında yer alır.
    en doğusu ile en batısı arasındaki uzaklık 1.660 km iken, kuzey ile güney arasındaki mesafe 650 km’dir.
    Türkiye doğuda Gürcistan (276 km), Ermenistan (328 km), Nahçıvan (Azerbaycan) (18 km) ve iran (560 km), batıda Yunanistan (203 km) ve Bulgaristan (269 km), güneyde Irak (384 km) ve Suriye (911 km) ile komşudur. Ülkenin toplam sınır uzunluğu 10.765 km’dir. Bunun 2.949 km’si kara, 7.816 km’si ise deniz sınırıdır.
    Türkiye dünyada toplam maden üretiminde 28’inci, üretilen maden çeşitliliği açısından da 10’uncu sırada yer almaktadır
    Türkiye toplam 3 milyar ton rezerv miktarı ile dünya toplam bor rezervi sıralamasında %72’lik pay ile ilk sıradadır.
    Bor madenlerinin yaklaşık %97’si ihraç edilmektedir.
    Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye’den doğup Basra Körfezi’ne, Aras ve Kura nehirleri ise Hazar Denizi’ne dökülür. Yurt içinden denize dökülen en uzun nehir Kızılırmak’tır
    Ülkemizde küçük göllerle birlikte 120’den fazla doğal göl vardır. Türkiye’nin en büyük gölü 3.712 km2 alan ile Van Gölü’dür.
    Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m3 civarındadır.
    Demografik Yatırımlar: Eğitim, sağlık, beslenme, barınma (konut) gibi alanlar için yapılan harcamalardır.
    Osmanlı imparatorluğu’nda ilk nüfus sayımı II. Mahmut döneminde 1830-1831 arasında yapılmıştır. Amaç, devletin asker potansiyelini ve vergi kaynaklarını tespit etmektir. Osmanlıda modern anlamda ilk nüfus sayımı 1882-1890 döneminde gerçekleştirilmiştir. Bu sayımda ülkedeki kadın nüfusu da tespit edilmiştir. Osmanlı’da son nüfus sayımı 1903-1907 yılları arasında yapılmıştır. Son sayımında imparatorluğun toplam nüfusu 20,8 milyon kişidir.
    TC de ilk sayım 1927 yılında yapılmıştır, 13,7 milyon kişidir. ikinci nüfus sayımı 1935 yılında yapılmış.
    25 Nisan 2006’da çıkarılan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne (ADNKS) geçilmiştir. ADNKS’ye dayalı ilk nüfus sayım sonuçları 2007 yılına ilişkindir. 2011 nüfusu : 74.724 milyon.
    1927 nüfus sayımına göre nüfusun sadece %10,6’sı okuryazar idi. r. 1935’te yaklaşık %19 olan okuryazar oranı 1965’te yaklaşık %49’a 1990’da %80,5’e ve 2010’da %94’e yükselse de toplam nüfusun hâlâ %6’lık kısmı okuryazar değildir. Bu oran kadınlarda yaklaşık %10’dur
    insani Gelişme Endeksi (Human Development Index): UNDP tarafından yayımlanan insani Gelişme Raporu’nda kullanılan endekstir. insani Gelişme Endeksi (iGE) Pakistanlı iktisatçı ve maliye bakanı Mahbub ul Haq ve Nobel ödüllü Hintli iktisatçı Amartya Sen liderliğindeki ekip tarafından geliştirilmiştir. Endeksin en düşük değeri 0 iken, en yüksek değeri 1’dir. UNDP, insani Gelişme Endeksi’nde insani gelişmeyi, ekonomik göstergelerin (gelir) yanı sıra ekonomik olmayan göstergeleri de dikkate alarak ölçmektedir. Zaman içinde endekste değişkenlerin yanısıra değişkenlerin ağırlıkları da değişebilmektedir. 2010 yılına kadarki iGE’lerde ekonomik olmayan temel göstergeler sağlık ve eğitim şeklinde iken, 2010 yılı ile birlikte bu göstergeler bilgi ve sağlık şeklinde değiştirilmiştir. Ayrıca 2010 yılından önceki ekonomik göstergelerde satın alma paritesine göre kişi başına GSMH yer almakta iken, 2010 yılından sonra satın alma paritesine göre kişi başına GSYH esas alınmaktadır. insani Gelişme Raporu (Human Development Report: HDR): Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 1990 yılından bu yana yayınlamaktadır. ilk rapor Pakistanlı iktisatçı ve maliye bakanı Mahbub ul Haq liderliğindeki bir ekip tarafından hazırlanmıştır. Raporda ülkelerin gelişmişlik (kalkınma) düzeyleri karşılaştırılırken, insani kalkınma açısından önemli olan eğitim, sağlık gibi pek çok ekonomik olmayan gösterge de dikkate alınmakta ve bu alanlara yönelik politikalar değerlendirilmektedir.
    Rapor ülkeleri 4 gruba ayırmaktadır. Bunlar; çok yüksek insani gelişme, yüksek insani gelişme, orta insani gelişme ve düşük insani gelişme şeklindedir.
    UNDP’nin 2011 yılı insani Gelişme Raporu’nda Türkiye 187 ülke arasında 92’nci sıradadır. Türkiye yüksek insani gelişmişliğe sahip ülkeler arasında yer almasına karşılık, içinde bulunduğu grubun iGE ortalamasından(0,741) daha düşük bir değere sahiptir.
    2011 yılı insani Gelişme Raporu’nda iGE değerleri açısından ilk beşte yer alan ülkeler, Norveç (0,943), Avustralya (0,929), Hollanda (0,910), ABD (0,910) ve Yeni Zelanda’dır (0,908).
    2011 yılı insani Gelişme Raporu’nda Türkiye iGE değeri 0,699’dur. Bu değer ile Türkiye 187 ülke arasında 92’nci sırada yer almaktadır. Türkiye’nin komşularından Yunanistan (0,861) 26’ncı, Bulgaristan (0,771) 55’inci, Rusya (0,748) 66’ncı, Ermenistan (0,716) 86’ncı ve Azerbaycan (0,700) 91’inci sıralarda yer almaktadır. Komşu ülkelerden sadece Suriye (0,632-119’uncu sırada) ve Irak (0,573- 132’nci sırada) Türkiye’nin gerisinde kalmıştır..
    Kişi başına milli gelir sıralamasında 65’inci olan Türkiye, gelir dışı insani gelişmişlik endeksi sıralamasında 116’ncı sırada yer almaktadır. Diğer yandan, Türkiye doğumda beklenen ortalama yaşam süresinde (73,9 yıl) 187 ülke arasında 76’ncı, ortalama okullaşma süresinde (6,5 yıl) 122’nci, beklenen okullaşma süresinde (11,8 yıl) 119’ncu ve kişibaşına milli gelirde (12.246 dolar- sabit fiyatlarla satınalma gücü paritesine göre) 66’ncı sırada yer almıştır.
    Aktif Nüfus: Ülke nüfusunun üretici konumunda olan kesimi, 15-64 yaş arası bireylerden oluşmaktadır. Hastalar, yaşlılar, sakatlar, askerler ve mahkumların yanı sıra üniversite yurtları ve yetiştirme yurtlarında kalanlar, üretim sürecine katılma imkânı olmadıkları için aktif nüfus içinde yeralmazlar.
    işgücüne Katılma Oranı (iKO): Nüfusun işgücü olan kısmının kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusa (15 ve üstü yaş grubuna) oranıdır. Ülkede işgücüne katılım oranı artıkça, bağımlılık oranı azalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yaşlı bağımlılık oranı ciddi bir sorun iken, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde genç bağımlılık oranı önemli sorun teşkil etmektedir.
    istihdam, çalışmak istek ve yeteneğinde bulunan bireylerin (kişilerin) üretim sürecinde kullanılmasıdır.
    işsiz ise çalışma istek ve yeteneğinde olduğu hâlde geçerli (cari) ücret ve çalışma şartlarında iş bulamayan bireylere denir
    Bağımlılık oranı ise ülkede çalışan (15-64 yaş arası) her 100 kişinin, bakmakla yükümlü olduğu çalışmayan (0-14 ile 65+) kişi sayısı ile ölçülmektedir.
    “Sosyal Güvenlik” kavramı 20.yy’de ilk olarak 1935’te Amerikan Sosyal Güvenlik Kanunu’nda (Social Security Act) yer almıştır. Kavram, daha sonra Atlantik Paktı Sözleşmesi (14 Ağustos 1941) ardından Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Philedelphia Deklerasyonu’nda (10 Mayıs 1944) kullanılmıştır. Ayrıca insan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin (18 Aralık 1948) 22’nci ve 25’inci maddelerinde sosyal güvenlik, temel insan hakları arasında sayılmaktadır. ILO tarafından hazırlanan Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkındaki 102 Sayılı Sözleşme’de sosyal güvenlik kavramına geniş şekilde yer verilmiş ve bu alandaki temel düzenlemelerle ilgili olarak ulusal hükümetlere yol gösterilmiştir.
    Osmanlı da 1866’da kurulan Askeri Tekaüt Sandığı ve 1881’deki Sivil Memurlar Emekli Sandığı ; Maden Nizamnamesi (1863), Dilaver Paşa Nizamnamesi (1865) ve Maadin Nizamnamesi’dir (1869) sosyal güvenlik düzenlemeleri.
    TC de 1921’deki 151 sayılı Ereğli Havzai Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun (4. Madde) ile kurulan Amele Birliğidir. İlktir ve üyeliği zorunludur.
    TC de modern anlamda sosyal güvenlik sistemi 2. dünya savaşından sonra oluşmuştur.
    4772 sayılı iş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu’dur (1945). 4772 sayılı Kanun’a paralel olarak 4792 sayılı işçi Sigortaları Kurumu Kanunu (1945) çıkarılmıştır. 4792 sayılı Kanun’un 1 Ocak 1946’da yürürlüğe girmiştir.
    Türk Sosyal Güvenlik Sistemi’nin ilk kurumu 1946’da oluşturulan işçi Sigortaları Kurumu’dur. Bu kurum 1965’te Sosyal Sigortalar Kurumu’na (SSK’ya) dönüştürülmüştür. 1950’de 11 farklı emekli sandığı birleştirilerek Emekli Sandığı kurulmuştur. Bağ- Kur ise 1972 yılında kurulmuştur. Üç sosyal güvenlik kurumu arasında sosyal sigortalar alanında birçok konuda norm ve standart birliği olmadığından 2006 yılında yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. 5502 sayılı Kanun ile Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çatısı altında toplanmıştır.
    Emekli sandığı 8 haziran 1949 – 5434 sayılı..
    Sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında birleştirilmesi fikrine ilk kez Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1963-1967) yer verilmiştir.
    1965’te işçi Sigortaları Kurumu, Sosyal Sigortalar Kurumu’na (SSK’ya) dönüştürülmüştür.
    1479 sayılı Kanun (1971) ile 1972 yılında Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsı z Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (Bağ-Kur) kurulmuştur
    Mayıs 2006’da kabul edilen 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK), Emekli Sandığı ve Bağ-Kur, tek çatı altında toplanarak Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) oluşturulmuştur.
    Yoksullukla mücadele etme noktasında sosyal güvenlik sistemi önemli role sahiptir. 1942 ingiltere’de hazırlanan Beveridge Raporu “yoksulluğu” “çağdaş toplumun yüz karası” olarak nitelemekte, yoksullukla mücadele için etkin bir sosyal güvenlik sistemine ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir.
    GAP dışındaki bölge planlarını Zonguldak- Bartın-Karabük (ZBK), Doğu Karadeniz Projesi (DOKAP), Doğu Anadolu Projesi (DAP) ve Yeşilırmak Havzası Projesi (YHGP) şeklinde sıralayabiliriz.
    Türkiye AB Müktesebatı’na uyum kapsamında Birliğin (AB’nin) bölgesel politikasının önemli bir unsuru olan yeni bölge tanımlamasına geçmiştir. Bu bölge sisteminin adı istatistiki Bölge Birimleri Sınışandırması’dır (iBBS: NUTS tur)
    Türkiye’de Düzey 1’e (NUTS 1) göre 12, Düzey 2’ye (NUTS 2) göre 26 ve Düzey 3’e (NUTS 3) göre 81 bölge oluşturulmuştur.
    Düzey 1’e göre oluşturulan 12 bölge; istanbul (TR1), Batı Marmara (TR2), Ege (TR3), Doğu Marmara (TR4), Batı Anadolu (TR5), Akdeniz (TR6), Orta Anadolu (TR7), Batı Karadeniz (TR8), Doğu Karadeniz (TR9), Kuzeydoğu Anadolu (TRA), Ortadoğu Anadolu (TRB) ve Güneydoğu Anadolu (TRC) şeklindedir.
    Kişi başına gelir açısından bakıldığında 12 bölge (Düzey 1’e göre) arasında en yüksek ortalama gelir 14.873 TL ile istanbul (TR 1) bölgesinde, en düşük ise 5.418 TL ile Güneydoğu Anadolu (TRC) bölgesindedir. İstanbul’da en zengin %20’lik kesimin ortalama geliri 33.549 TL iken, Güneydoğu Anadolu’da 12.545 Türk Lirası’dır. istanbul’daki en yoksul %20’lik kesimin ortalama geliri 5.348 TL iken, Güneydoğu Anadolu’da 1.676 TL’dir. Türkiye’de bölgelerin gayri safi katma değere (GSKD) katkılarına bakıldığında (2010 verilerine göre) en yüksek paya %27,7 ile istanbul, en düşük paya %1,5 ile Kuzeydoğu Anadolu bölgesi sahiptir.
    TC 2002-2011 döneminde ortalama %6,5 oranında büyümüştür. 2011 yılında Türkiye, G-20 ülkeleri arasında Çin (%9,3) ve Arjantin’in (%8,9) ardından %8,5 büyüme oranı ile en hızlı büyüyen üçüncü ekonomi olmuştur.
    nüfus bakımından dünyanın en kalabalık 19’uncudur.
    Ünite 2 :
    Kayıtdışı ekonomi üç temel başlık altında incelenmektedir: a) Yasadışı üretim, b) Yeraltı ekonomisi (saklı ekonomi), c) Enformel sektör ve hanehalkının kendi nihai kullanımı için gerçekleştirdiği üretim.
    Üretim yöntemine göre Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH), bir ekonomide yerleşik olan üretici birimlerin belli bir dönemde, yurtiçi faaliyetleri sonucu yaratmış oldukları tüm mal ve hizmetlerin değerleri toplamından bu mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan girdiler toplamının düşülmesi sonucu elde edilen değerdir.
    Net Dış Alem Faktör Gelirleri= Dış Ülkelerden Elde Edilen Faktör Gelirleri- Dış Ülkelere Yapılan Faktör Geliri Ödemeleri (kâr, faiz, ödemeleri)
    Gerçek kişisel tüketim, tüketicilerin satın aldığı mal ve hizmetlerin yanında devlet tarafından veya kâr amacı gütmeyen kuruluşlarca sağlanan eğitim, sağlık, vb. Hizmetleri de kapsamaktadır.
    37 ülke arasında yapılan karşılaştırmalarda kişi başına GSYH hacim endeksi en yüksek ülke 274 ile Lüksemburg, en düşük ülke ise 29 ile Bosna Hersek’tir. Türkiye’nin 2011 yılı için kişi başına GSYH hacim endeksi 52’dir.
    insani Gelişme Endeksi :uzun ve sağlıklı yaşama, eğitilmiş olma , saygın/iyi şekilde yaşam standardına sahip olma.
    Ekonominin reel üretim düzeyinde gözlemlenen iniş ve çıkışlar konjonktür olarak adlandırılır.
    Reel GSYH’daki azalmalar daralma ve dip; artışlar da genişleme ve tepe dönemleri olarak adlandırılır.
    BÜYÜME: Pozitif (+) büyüme. Nüfus artış hızından fazla olması istenir.
    DURGUNLUK: Büyümenin yatay seyretmesidir. Büyüme hızı birkaç çeyrek dönem veya birkaç yıl üst üste % 1 ile 3 arası gerçekleşmişse ekonomide durgunluk söz konusudur.
    RESESYON: Sıfır (0) veya negatif (-) büyümedir. KRiZ: Büyüme hızında ani düşüştür.
    STAGFLASYON: Durgunluk + Enflasyon + işsizlik oranlarında yükselme
    1923-1929 döneminde ekonomide temel sektör tarımdır. Bu dönemde vatan savunması = iktisadi bağımsızlık = sanayileşme anlayışı hakimdir.
    1925 yılında Aşar Vergisi’nin kaldırılması, 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu yeniden düzenlenmesi..
    1930-1939 dönemini Türkiye’nin ilk sanayileşme dönemidir. Bu dönemde sanayinin yakaladığı %11,6’lık büyüme hızı tarihimizde rekordur.
    4 Ağustos 1958 devalüasyonunu takiben IMF istikrar Programı uygulanmaya başlanmıştır.
    Planlı Kalkınma Dönemi : 1960 dan sonra başlar. 1963 yılında uygulanmaya başlanan beş yıllık kalkınma planları kamunun ithal ikameci sanayileşme stratejisini uygulamasına aracılık etmiştir.
    ithal ikameci Sanayileşme: Bir malın yurtdışından ithal edilmesi yerine yurtiçinde üretilmesini öngören, böylece döviz tasarrufu sağlayan sanayileşme stratejisidir.
    Dönemle itibarıyla bakıldığında Türkiye ekonomisinin büyüme performansı 1923-1929 (%10,8) ile 1946-1953 (%11,5) dönemlerinde en yüksek olmuştur. 1940-1946 ortalama büyümesi : -6,6 dır.
    1923’ten günümüze Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızı yaklaşık %5 seviyesindedir.
    Türkiye GSYH büyüklüğü bakımından 1980 yılında dünyanın 25. büyük ekonomisi iken 2010 yılında 17. büyük ekonomi konumuna gelmiştir.
    Dünya Bankası’nın yaptığı sınışandırmaya göre Türkiye “üst-orta gelir grubu”nda yer almaktadır.
    Fonksiyonel (sınıfsal) gelir eşitsizliği, gelirin sosyoekonomik gruplar, sosyal sınışar arasındaki dağılımını gösterir.
    Kişisel (bireysel) gelir eşitsizliği, gelirin bireyler ya da haneler arasındaki dağılımını ve eşitsizliğini ele alan bir türdür
    Hanehalkı ya da fert açısından gelir, üretime yapılan katkı karşılığında belirli bir sürede elde edilen değerlerin toplamı olarak tanımlanabilir. Bu gelirler faaliyet gelirleri (maaş, ücret, yevmiye ve müteşebbis gelirlerini) veya faaliyet dışı gelirleri (gayrimenkul (kira geliri), mülk geliri, sosyal transferler ve haneler arası karşılıksız transferler) kapsamaktadır
    TÜiK gelir dağılımı eşitsizlik ölçüsü olarak Gini katsayısı, yüzdelik gelir dilimleri, yüzde payları (P80/P20) ve Lorenz eğrisini yayımlamaktadır.Yüzde payları göstergesi (P80/P20), yüzde 20’lik hanehalkı dilimlerinde 5. yüzdelik dilimin toplam gelirden aldığı payın, en düşük gelir diliminin toplam gelirden aldığı paya bölünmesi ile elde edilmektedir.
    Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade etmektedir.
    Lorenz Eğrisi: Milli gelirin nüfusa dağılımındaki eşitsizliği göstermekte kullanılan grafiktir. Eğri, bir karenin köşegenini uç noktalarda keser. Karenin dikey kenarında gelirin birikimli payları, yatay kenarında ise nüfusun birikimli payları yüzde olarak gösterilir. Köşegen doğru, gelirin nüfus arasında eşit dağılımını (mutlak eşitlik) gösterir. Lorenz eğrisi köşegenden uzaklaştıkça gelir dağılımındaki eşitsizlik artmaktadır.
    Mutlak Eşitlik Doğrusu: Yaratılan milli gelirin fertler (bireyler) arasında eşit dağılımını gösteren 450’lik doğrudur. Bir ekonomide gelirler bireyler arasında eşit olarak dağılmışsa Lorenz eğrisi mutlak eşitlik doğrusu ile çakışarak 45°’lik bir doğru biçimini alacaktır.
    Gini katsayısının en düşük olduğu bölgeler Doğu Marmara, Doğu ve Batı Karadeniz olmuştur. istanbul Bölgesi geliri en yüksek olan bölge durumundadır.En düşük ortalama gelire sahip bölge ise 5.418 TL ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir.
    Dünya Bankası, mutlak yoksulluk sınırını az gelişmiş ülkeler için kişi başına günde 1$, Latin Amerika ve Karayipler için 2,15$, gelişmekte olan ülkeler için 4$, gelişmiş ekonomiler için 14,40$ olarak kabul etmektedir.
    Mutlak yoksulluk, hanehalkı veya bireyin yaflamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması durumudur.
    Göreli (nispi) yoksulluk; bireylerin, toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranının altında olması durumudur.
    2009 yılı için Türkiye’de yoksul fert oranının %18,08 dir.
    Medyan gelirin %50’si göreli yoksulluk sınırı olarak kabul edildiğinde yoksulluk oranı 2011 yılında %16,1’dir.
    ÜNİTE 3
    Tam Kamusal Mal: Bireylerden herhangi birisinin tüketimi nedeniyle, diğerlerinin aynı malı tüketme olanağı da herhangi bir azalışın olmadığı, birlikte ve eşit biçimde tüketilen mal ve hizmetlerdir. Yarı Kamusal Mal: Tüketimleri sonucu topluma yoğun dışsal faydalar sağlarken, kişilere de ayrıca özel ayda sağlayan mal ve hizmetlerdir.
    kamu kesiminin büyüklüğünü ölçmek:Kamu kesiminin büyüklüğü ve ölçülmesi kamu ekonomisinin nalizi açısından önemlidir. Kamu harcamalarının ya da bu harcamaların finansmanını sağlayan kamu gelirlerinin Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla’ya (GSYH’ya) oranlamak.
    Kamu kesiminin büyüklüğünü dar anlamda kamu bütçesi içinde görebiliriz. Geniş anlamda kamu kesimi ise yerel yönetimleri (mahalli idarileri), kamu iktisadi kuruluşlarını, fonları, sosyal güvenlik kuruluşları ve döner sermayeli kuruluşları da kapsamaktadır.
    Sosyal harcamaların yüksek olduğu ingiltere’de kamu gelirlerinin GSYH içindeki payı diğer ülkelerden ve dünya ortalamasıdan yüksek olurken, Hindistan kamu gelirlerinin miktarında en sondadır. Kamu gelirlerinin GSYH’ya oranı ilgili dönemde (2006-2009) dünya ortalamasında %24,43 ile %25,55 arasında değişmektedir. türkiye ortalamanın altındadır. AB üyesi ülkelerden ingiltere ve Yunanistan’da bu oranlar %38’ler civarındadır.ABD ve Hindistan’da ise kamu gelirlerinin GSYH’ya oranı %20’lerin altındadır
    Kamu Açığı: Toplam kamu harcamalarının toplam kamu gelirlerini aşan kısmı
    ikinci Dünya Savaşı döneminde kamu harcamalarının GSYH’ya oranı giderek düşmüştür.
    kamu harcamaları idari (kurumsal), işlevsel (fonksiyonel) ve ekonomik sınışandırmalara tabi tutulur. Türkiye’de kamu harcamalarında 1950’lere kadar sadece idari sınışandırma yapılmıştır. Bu tarihten sonra ekonomik sınışandırma mevcuttur
    idari (kurumsal) sınışama ekonomik analizlere uygun bir sınışama değildir. Bu sınışama harcamayı yapan yönetim birimlerini esas almaktadır.
    fonksiyonel (işlevsel) sınışama ise ekonomik kaynakların kullanımını belirlemek açısından daha belirleyici olmaktadır. Harcamalarla ulaşılmak istenen hedeşer birleştirilmektedir.
    işlevsel sınışandırmada savunma, sağlık, eğitim gibi hizmetler, o hizmetleri hangi kuruluşların yaptığı dikkate alınmaksızın harcamaların hangi amaçları gerçekleştirdiğine bakılır.
    ekonomik sınışandırılması, devlet hizmetlerinin ekonomik faaliyet düzeyi üzerindeki etkilerini ölçmeye yardımcı olur
    Cari harcamalar: Kısa dönemde doğrudan üretimi artırıcı etkisi olmayan ve faydası bir dönemle sınırlı olan harcamalardır.
    bütçede en yüksek paya sahip olan personel harcamaları en yüksek olma oranını korumakla birlikte 1975 yılında %38 iken, bu oran 2010 yılında %25,9’a düşmüştür.
    Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (5018 sayılı Kanun) ile performans esaslı bütçelemeye geçilmiş ve bütçedeki sınışandırma sistemi de yeniden yapılandırılmıştır. Yeni yapılandırılan ekonomik sınışandırma bize uluslararası karşılaştırmalara imkan vermesi ve diğer ülkelerle aynı yöntemleri kullanma açısından yararlar getirmektedir.
    Kamu bütçesinde harcamaların finansmanında kullanılan kamu gelirlerinin en önemlisi vergi gelirleridir. Bunun dışındaki gelirler vergi dışı normal gelirler, özel gelirler ve fon gelirleri, diğer gelirler ve katma bütçe gelirleri olarak sınışandırılmaktadır. Bu, dar anlamda kamu gelirlerini oluşturur. Geniş anlamda kamu gelirleri ise devlet, il özel idareleri, belediyeler ve sosyal güvenlik kuruluşlarının gelirlerinden oluşur.
    Kamu gelirleri, vergi gelirleri ve vergi dışı gelirler ikiye ayrılmaktadır. Vergi dışı gelirleri içinde teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, faiz, pay, ceza gelirleri, sermaye gelirleri yer almaktadır.
    Türk Vergi Sisteminde dolaysız vergileri payı düşerken, dolaylı vergilerin payı artmıştır. Bu, bizi gelir dağılımı tartışmalarına götürecektir.
    Fon: Belirli bir amacın veya birbirine yakın amaçlar grubunun gerçekleştirilmesi için belirli kaynakların toplandığı ve harcandığı, bütçe içi veya bütünüyle bütçe dışı kamusal nitelikli özel bir hesaptır.
    Devletin dolaylı vergilere yönelmesinin en önemli sebepleri bu vergilere karşı tepkinin düşük olması, vergi maliyetinin düşük olması ndan kaynaklanmaktadır.
    Bireysel Vergi Yükü: Bireyin ödediği vergilerin bireyin gelirine oranıdır (Bireyin ödediği tüm vergiler/Bireyin geliri)
    Net Vergi Yükü:Ödenen vergi ile gelir arasındaki oranı ifade eder. (Ödenen tüm vergiler-Kamu hizmetlerinden sağlanan yarar)/Gelir
    Toplam Vergi Yükü: Ödenen vergilerin toplum gelirine (milli gelire) oranıdır (ödenen vergiler/milli gelir).
    Vergilemede adalet ve eşitlik kavramı temel vergi prensiplerindendir.
    ikinci Dünya Savaşı döneminde ilk defa bütçe açıklarının finansmanı için iç borçlanmaya gidilmiştir.
    Türkiye’de kamu borçlanmasından sorumlu olan birim Hazine Müsteşarlığı’dır.
    Borç yönetiminin birincil amacı borç yükünün azaltılmasıdır.
    2001-2010 döneminde borç yükündeki azalmada faiz harcamalarındaki düşüş birincil etkendir.
    2001 yılında Hazinenin iç borçlanmasında faiz oranı yüzde 100 civarında iken, bu oran 2011 yılı borçlanmasında yüzde 9 olarak gerçekleşmiştir.
    Kamu açığını ölçme yöntemlerine göre geleneksel bütçe açığı, birincil açık, işlemsel açık, yarı mali açık, nakit açığı, nominal-reel bütçe açığı gibi adlarla adlandırılır.
    Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG): Kamunun toplam nakdi harcamamaları ile toplam nakdi gelirleri arasındaki farktır.
    KKBG en kapsamlı açık ölçüm yöntemi olup, kamu kesimini oluşturan birimlerin tamamını kapsamaktadır
    Kamu kesiminin fazla verdiği yıllarda KKBG tanımı, “Kamu Sektörü Borç Geri Ödemesi” adını alır. 5018 sayılı Kanun’a göre ise “Genel Yönetim Bütçe Fazlası” denilmektedir.
    Türkiye’de kamu mali yönetimine ilişkin ilk düzenleme 1927 yılında çıkarılan 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu’dur. Bu kanun 2006 yılına kadar uygulanmış ve 2006 yılından itibaren bütçeler 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na göre hazırlanmaktadır.
    5018 sayılı Yasa (Kanun) çerçevesinde 2006 yılından itibaren bütçenin kapsamı genişletilmiş ve konsolide bütçeden merkezi yönetim bütçesine geçilmiştir.
    Yeni mali yapı ile bütçe birliği, mali saydamlık ve hesap verebilirlik, kamu kaynaklarının kullanımında etkinlik, ekonomiklik ve verimlilik öne çıkmaktadır.
    Yeni kamu mali yönetimi ile girdi odaklı geleneksel bütçeleme anlayışından, çıktı-sonuç odaklı bütçeleme anlayışına geçilmiştir.
    saydamlık ve hesap verme sorumluluğu getirilen önemli yenilikler arasındadır.
    5018 sayılı Kanun’dan önce yıllık bütçeler yapılmakta idi. Buna karşın 5018 sayılı Kanun orta vadeli yaklaşım adı altında üç yıllık bütçe uygulamalarını zorunlu hale getirmiştir.
    Orta vadeli harcama sistemi, öngörülen bütçe yılı ile onu takip eden iki veya daha fazla yılı kapsadığı için geleceğe yönelik sağlıklı projeksiyon yapma imkânını arttırmakta ve harcamaları disiplin altına almaktadır
    5018 sayılı Kanun ile bütçe türleri yenilenmiş, 2006 yılında “konsolide bütçe” yerine “merkezi yönetim bütçesi” kavramı kullanılmaya başlanmıştır.
    Genel Yönetim Bütçesi; Merkezi Yönetim Bütçesi, Mahalli idareler Bütçesi ve Sosyal Güvenlik Kurumları Bütçesi
    Cumhuriyetin kuruluş döneminde denk bütçe ve istikrarlı para ilkesi esas alınmıştır.
    ÖZELLEŞTİRME : Özelleştirme ile ilgili dar ve geniş anlamda iki tanım söz konusudur. Dar anlamda özelleştirme kamu mülkiyetindeki ekonomik kuruluşların (KiT’lerin) yönetim ve mülkiyetinin özel sektöre devredilmesidir. Burada KiT’lerin sermayesinin en az %51’inin özel sektöre devri gerekmektedir.
    Özelleştirmede ilk şart mülkiyet devrinin gerçekleşmesidir. Çünkü bu sayede söz konusu kuruluş devlet kontrolünden çıkmakta ve bütçe üzerindeki yükü (varsa) azalmaktadır. Yönetim devride özelleştirmenin ikinci koşuludur.
    Geniş anlamda özelleştirme,devletin ekonomik faaliyetlerinin azaltılması amacıyla kamu sektörünün denetimi altındaki kuruluşların özel sektöre devredilmesidir.
    Kamu iktisadi Teşebbüsü (KiT): 233 sayılı KHK’ya göre iktisadi Devlet Teşekkülü (iDT) ile Kamu iktisadi Kuruluşuna (KiK) verilen addır.
    iktisadi Devlet Teşekkülü (iDT): Sermayesinin tamamı devlete ait olup ticari esaslara göre mal ve hizmet üreten KİTTİR.
    Kamu iktisadi Kuruluşu (KiK): Sermayesinin tamamı devlete ait olup, tekel niteliğindeki mal ve hizmetleri kamu yararı gözeterek üretmek ve pazarlamak üzere kurulan ve bu nedenle imtiyazlı sayılan kamu iktisadi teşebbüsüdür.
    iştirak: KiT’leri düzenleyen 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre iktisadi devlet teşekküllerinin veya kamu iktisadi kuruluşlarının veya bağlı ortaklıklarının, sermayelerinin en az %15’ine, en çok %50’sine sahip bulundukları anonim şirketlerdir.
    Regülasyon: Devletin ekonomiye doğrudan müdahale ettiği çeşitli iktisat politikası araçlarını kapsamaktadır.
    Deregülasyon (Kurumsal Serbestleşme): Devletin özel sektörün karar alanını daraltan regülasyonları azaltması veya kaldırması, kamu gücünün özel sektöre ve sermayeye devredilmesi yönünde yapmış olduğu yasal düzenlemelerdir.
    Özelleştirme 1950 de ingiltere. 1960 almanyada başladı. 1970 Augusto Pinochet = şili de. 1980 de ingiltere’de Margaret Thatcher yine 1980 de ABD’de Ronald Reagan.. TC de 1980 sonrasında.
    özelleştirmede amaç özellikle rekâbet düzeyini artırmak ve kamudaki savurganlığı azaltmaktadır.
    24 Ocak 1980 Kararları teşebbüslerin piyasa ekonomisine entegrasyonunu sağlamaya yardımcı olmuştur.
    Özelleştirme çalışmaları 1983 seçimleri sonrasında Anavatan Partisi’nin (ANAP) iktidara gelmesi ile başlamıştır. 1984 yılında 2983 sayılı Kanun (Tasarruşarın Teşviki Ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması Hakkında Kanun) ile yapılan düzenleme ile gelir ortaklığı senedi, hisse senedi çıkarılması ve işletme hakkı devredilmesi öngörülmüştür. Bunlar geniş anlamda özelleştirmenin ilk adımlarını oluşturmuştur.
    Türkiye’de özelleştirmeye ilişkin kapsamlı düzenlemeler 1994 tarihinde 4046 sayı lı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun ile yapılmıştır. Bu kanunla Özelleştirme Yüksek Kurulu, Özelleştirme idaresi Başkanlığı ve Özelleştirme Fonu kurulmuştur. 2005 yılındaki 5398 sayılı Kanun ile 4046 sayılı Kanun’un adı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun olarak değiştirilmiştir.
    1986’da özelleştirme çalışmalarını yürütmek üzere Morgan Guaranty Trust Company ile anlaşma imzalanmıştır. özelleştirme çalışmalarını Morgan Guaranty Bank ile birlikte Türkiye Sınai Kalkı nma Bankası, Sınai Yatırım ve Kredi Bankası, Yatırım Finansman A.Ş. ve Price Waterhouse firmaları yürütmüştür.
    Özelleştirme ile devletin ekonomideki ticari faaliyetlerinin en aza indirilmesi hedeşenmektedir.
    Türkiye’de özelleştirme işlemlerini yürütmekle görevli olan kuruluş Özelleştirme idaresi Başkanlığı’dır (ÖiB). Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) ise Türkiye’de özelleştirmenin genel stratejisini belirlemekte, hangi kuruluşların özelleştirme kapsamına alınacağına ve bu kuruluşların hangi süreçler izlenerek ve hangi yöntemle özelleştirileceğine karar vermektedir. ÖiB ise ÖYK kararlarını uygulamaktadır.
    Türkiye’de özelleştirme çeşitli yöntemlerle uygulanmıştır. Bu yöntemler satış, kiralama,işletme hakkı devri, mülkiyetin gayri ayni haklar tesisi ile gelir ortaklığı ve sair hukuki tasarruf beş gruba ayrılmaktadır.
    1985-2000 döneminde Türkiye’de 4.6 milyar dolar, 1986-2004 döneminde ise 9.5 milyar dolar özelleştirme geliri elde edilmiştir.
    Bu özelleştirmeler içinde KARDEMiR sembolik bir rakam (1 TL) ile yöre halkı, sanayici ve çalışanlara devir edilmesi bakımından önemlidir. Bu sembolik devir ile kamu gider tasarrufunda bulunmuştur.
    Türk Telekom’da bulunan yüzde 55 oranındaki hissesi 2005 yılında 6.5 milyar dolar bedelle özelleştirilmiştir ve bu işlem şimdiye kadar ülkemizde tek kalemde yapılan en büyük özelleştirme uygulaması olmuştur.
    Mahalli idare bütçelerinin %90’ı belediyeler tarafından gerçekleştirilmektedir.
    ÜNİTE 4
    Tarımsal faaliyet, ana yapı olarak bitkisel ve hayvansal üretimle balıkçılık faaliyetlerinden ibarettir
    iktisat literatüründe üç temel sektör arasında “tarım” birincil, “sanayi” ikincil, “hizmetler” ise üçüncül sektör olarak tanımlanır.
    Fizyokrasi’nin kurucusu Fransız iktisatçı Quesnay’e göre, bir ekonomide tarım sektörü gelişmeden diğer üretim unsurlarının gelişmesi mümkün değildir.
    Dar anlamda tarım; ekim, dikim, bakım ve yetiştirme yoluyla bitki ve bitkisel ürünler, hayvan ve hayvansal ürünler üretilmesi veya bunların üreticileri tarafından işlenip değerlendirilmesi faaliyetlerini kapsar. Geniş anlamda tarım ise bitkisel ve hayvansal ürün üretiminin yanı sıra, bu ürünlerin yetiştiricileri tarafından işlenmesini, ormancı lık ve balıkçılık faaliyetlerini, tarımsal ürünlerin taşınmasını ve saklanmasını, üreticiler tarafından satılmasını ve tarım alet ve makinelerinin üretim faaliyetlerinde bir bedel karşılığında kullandırılmasını kapsar.
    Tarımın Sektörünün işlevleri : insanların besin gereksinimlerini karşılamak: Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasına yardımcı olmak. Sanayi sektörüne hammadde sağlamak.Tarım dışı sektörlere istihdam sağlamak. Tarım dışı sektörlerde üretilen mal ve hizmetlere talep yaratmak. Çevre sağlığı ve toplumun ruhsal dengesini korumak.
    Tarım Sektörünün Genel Özellikleri: Tarımsal üretim iklim şartlarına bağlıdır. Tarımsal üretim mevsimlerin ritmine bağlıdır:Tarım kesiminde üretim tekniklerini geliştirebilme imkânları sınırlıdır. Tarımsal mallar talebinin gelir esnekliği düşüktür. Tarım sektöründe üretim alanları dağınıktır. Tarımsal işletmelerin içerisinde bulundukları piyasa koşulları farklılık arz eder.Tarım sektöründe “azalan verimler kanunu” geçerlidir.Tarımsal ürün fiyatları istikrarsızdır.
    Tarımsal üretim iki büyük alt sektörden oluşur; bunlar bitkisel ve hayvansal üretimdir.
    Türkiye’de tarımsal üretime uygun olan alanın yaklaşık olarak %35’i orman arazisidir
    Ekilen toplam tarım arazilerinin her yıl yaklaşık dörtte biri nadasa bırakılmaktadır.
    Türkiye’de tarım arazileriyle ilgili en önemli sorun, çoğunlukla arazilerin oldukça küçük birimlerden oluşması ve aşırı parçalılık durumudur.
    Türk tarım sektörünün en büyük sorunlarından biri de tarım işletmelerinin küçük geleneksel aile işletmeleri şeklinde olmasıdır.
    Türkiye’de toplam tarı msal üretim değerinin %48’i bitkisel üretime, kalan %52’si ise hayvansal züretime aittir.
    Türkiye de en çok üretilen baklagil = nohut. İkinci = mercimek , üçüncü= kuru fasülye.
    Türkiye mercimekte dünyanın en büyük ikinci (dünya üretiminin %8,4’ü), nohut (%5,8) ve kuru fasulyede (%3,5) ise üçüncü üreticisi konumundadır.
    Türkiye’de şeker pancarı üretimi tamamen endüstriyel pazara yönelik olarak yapılmaktadır. Türkiye dünya şekerpancarı üretiminde %7,5’lik pay ile sıralamada beşinci ülke konumundadır.
    salatalık (%3) ve biber (%7) üretiminde dünya üçüncüsü, domates (%7) ve ıspanak (%2) üretiminde dünya dördüncüsü, patlıcan üretiminde (%2) ise dünya beşincisi konumundadır.
    en fazla üretilen sebzeler ise sırasıyla domates, karpuz, biber, soğan, hıyar, kavun, patlıcan, lahana, fasulye ve maruldur.
    Meyvesi için Yetiştirilen Sebzeler %81,6. Yumru ve Kök Sebzeler % 12,0. Diğer Sebzeler % 6,4.
    dünya ticari tohumculuk da türkiye %0,9’una karşılık gelmektedir.
    FAO verilerine göre, 2009 yılında tarım sektörü Dünya GSYH’sının %3’ünü oluşturmakta, hayvancılık sektörü ise tarımsal GSYH’nın %37’sini oluşturmaktadır. Bu oran AB ülkelerinde %48, ABD’de %44 iken gelişmekte olan ülkelerde %30 civarındadır.
    Dünyada ortalama yıllık kişi başına et tüketimi 40 kg olup; bunun 15,1 kg’ı domuz eti, 12,6 kg’ı kanatlı hayvan eti, 9,6 kg’ı sığır eti, 1,9 kg’ı koyun ve 0,8 kg’ı diğer etlerden temin edilmektedir.
    Bir ekonomik faaliyette (örneğin tarımda) çalışanların sayısı azaldığı hâlde üretimde belirgin bir düşüş olmuyorsa, bu faaliyet kolunda gizli işsizlik söz konusudur. Bunun sebebi işgücünün marjinal verimliliğinin sıfıra yakın, sıfır veya negatif olmasıdır.
    Kalkınma planlarındaki hedeşere göre uygulanan tarım politikalarının temel hedefi, kaynakları etkin bir biçimde kullanarak ekonomik, sosyal, çevresel ve uluslararası gelişmeler boyutunu bütün olarak ele alan örgütlü, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir bir tarım sektörü oluşturmaktır.
    Ülkeler, tarım sektöründe faaliyet gösteren üretici ve tüketicileri fiyat istikrarsızlı klarından korumak, bunlar arasındaki gelirin adil dağılımını gerçekleştirmek, tarımsal-kırsal kalkınmayı hızlandırmak, tarımda üretimi çeşitlendirmek, tarım ürünleri ticaretini özendirmek ve ülke tarımının dünya piyasasından daha büyük bir pay almasını sağlamak gibi amaçlarla tarım sektörünü desteklerler.
    Ülkeler, tarım sektöründe faaliyet gösteren üretici ve tüketicileri fiyat istikrarsızlıklarından korumak, bunlar arasındaki gelirin adil dağılımını gerçekleştirmek, tarımsal-kırsal kalkınmayı hızlandırmak, tarımda üretimi çeşitlendirmek, tarım ürünleri ticaretini özendirmek ve ülke tarımının dünya piyasasından daha büyük bir pay almasını sağlamak gibi amaçlarla tarım sektörünü desteklerler parçalıdır ve dağınıktır, dolayısıyla üretimde ölçek dezavantajı vardır; iii) tarımsal ürünlerin arz ve talep esneklikleri genel olarak düşüktür; iv) tarımsal ürünlerin saklanması ve pazarlanması hem daha zor hem de daha maliyetlidir.
    Tarım sektörüne uygulanan destekler fiyat, gelir ve diğer destekler olarak üç temel kategoriye ayrılır. Gelir destekleri, kendi içerisinde dolaylı ve doğrudan gelir desteği olarak ikiye ayrılmaktadır. Fiyat destekleri içerisinde teşvikler, primler, kota ve tarifeler, vergiler ve ihracat iadeleri sayılabilir. Doğal afetler karşılığında yapılan bitkisel ve hayvansal zarar ödemeleri doğrudan gelir desteği kapsamında yer alırken, tarımsal hammadde alımı, tarımsal üretim kredileri, hayvan sigortası ve depolama gibi üretim maliyetlerini azaltan destekler dolaylı gelir destekleri içerisinde sayılabilir. Son destek kalemi olan diğer destekler içerisinde ise eğitim, araştırma-geliştirme (AR-GE), pazarlama, dağıtım ve yayım gibi destekler bulunmaktadır.
    Türkiye’de toplam 9 alanda tarımsal destek sağlanmaktadır ve bunların kendi içinde alt destek türleri bulunmaktadır. Türkiye’de 2010 yılında tarım sektörüne verilen desteklerin %88’i üç grup destek üzerinden kullandırılmaktadır. Buna göre, en fazla destek yaklaşık 2,1 milyar TL ile Fark Ödemesi Destekleri, 1,9 milyar TL ile Alan Bazlı Tarımsal Destekler ve Doğrudan Gelir Desteği, 1,2 milyar TL ile de Hayvancılık Destekleri başlıkları altındaki kalemler üzerinden yapılmaktadır.
    Avrupa Birliği (AB) Ortak Tarım Politikası’nın (OTP) temelleri 1958 yılında atılmış ve Birliğin ilk ortak politikası olmuştur. Üye ülkelerin tarım politikalarını siyasal ve ekonomik anlamda bütünleştirmek olan bu politika demetinin amaçları aşağıdaki gibi sıralanabilir : • Üretim standartlarını ve tarım teknolojisini geliştirmek, • Tarımsal üretim araçlarının etkili kullanımını sağlamak, • Avrupa’daki tarımsal üretimin verimliliğini artırmak, • Piyasalarda istikrarı sağlamak, •Ürün arzının güvenliğini sağlamak, • işgücünün optimum kullanımını sağlamak, • Gelir artışı sağlamak, • Fiyata dayalı haksız rekabetin önüne geçmek.
    Bununla birlikte OTP üç temel ilke üzerine inşa edilmiştir. Bu ilkeler ve ilkelerin kapsamı ise şu şekilde özetlenebilir : • Tek tarım pazarı ilkesi: Bunun anlamı, AB’ye üye ülkeler arasında tarım ürünlerinin serbest dolaşımı önündeki tüm engellerin kaldırılması ve tarımsal ürünlerin piyasa koşulları içerisinde alınıp satılabileceği tek bir pazarın oluşturulmasıdır. • Topluluk tercihi ilkesi: Bu ilke ile ithal ikameci bir anlayış içerisinde, öncelikle AB’ye üye ülkelerin tarım ürünlerinin tüketilmesi ve söz konusu yerli ürünlerin ithalata karşı korunmasını sağlayarak AB tarım ürünleri ihracatının geliştirilmesi hedeşenmektedir. • Ortak mali sorumluluk ilkesi: Bu ilke doğrultusunda AB’de OTP’ye ilişkin tüm harcamalar, üye ülkeler tarafından ortaklaşa karşılanacaktır. Bu amaçla, 1962 yılında AB bütçesi içerisinde Tarımsal Garanti ve Yön Verme Fonu (FEOGA) oluşturulmuştur.




  • Bu sene Kamu Yönetimi -3 devam edeceğim. Ben de her zaman kendi notlarımı çıkarsamda bu notlarıda kullanırım. Teşekür ederim.
    Acaba bunları word veya pdf olarak almak mümkün değilmi? Tek tek kopyalayıp düzenlemekle uğraşmamak açısından. Daha kolay faydalanılabilir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi iRoNMaSTeR -- 4 Temmuz 2014; 10:44:52 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: iRoNMaSTeR

    Bu sene Kamu Yönetimi -3 devam edeceğim. Ben de her zaman kendi notlarımı çıkarsamda bu notlarıda kullanırım. Teşekür ederim.
    Acaba bunları word veya pdf olarak almak mümkün değilmi? Tek tek kopyalayıp düzenlemekle uğraşmamak açısından. Daha kolay faydalanılabilir.

    ben bu notlara çalışarak aa ile geçtim derslerimi. kendi özetlerimdir. notları word de hazırladım, kopyala yapıştır ile buraya attım.
    şirket veya memuriyette çalışan kişilerin bilgisayarları download yapmaya izin vermediği için de metin olarak buraya attım. kolaylık olsun diye.

    ders ders c/p yapıp word e atarsan yazım sıkıntısı çıkmayacaktır, yinede istersen word olarak upload yapabilirim.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: lethe_57

    quote:

    Orijinalden alıntı: iRoNMaSTeR

    Bu sene Kamu Yönetimi -3 devam edeceğim. Ben de her zaman kendi notlarımı çıkarsamda bu notlarıda kullanırım. Teşekür ederim.
    Acaba bunları word veya pdf olarak almak mümkün değilmi? Tek tek kopyalayıp düzenlemekle uğraşmamak açısından. Daha kolay faydalanılabilir.

    ben bu notlara çalışarak aa ile geçtim derslerimi. kendi özetlerimdir. notları word de hazırladım, kopyala yapıştır ile buraya attım.
    şirket veya memuriyette çalışan kişilerin bilgisayarları download yapmaya izin vermediği için de metin olarak buraya attım. kolaylık olsun diye.

    ders ders c/p yapıp word e atarsan yazım sıkıntısı çıkmayacaktır, yinede istersen word olarak upload yapabilirim.

    Ben özelden iletişime geçeyim en azından mail olarak alayım.




  • Merhabar, word olarak yada pdf uzantılı olarak şahsıma gönderirseniz çok memnun olurum.TEŞEKKÜRLER
  • ÇEVRE SORUNLARI VE POLİTİKALARI – GÜZ DÖNEMİ – ARA SINAV.
    “ekoloji bilimi” ilk kez 1866 yılında Alman Biyoloğu Ersnt Haeckel
    Eski Yunanca’da yaşanan yer/yurt = oikos ile bilim, söylem veya söz söyleme sanatı anlamına gelen “logia” sözcüklerinin bir arada kullanımından “ekoloji” sözcüğünü türetmiştir.
    Bugün genel kabul olarak, ekoloji biliminin yıllar içinde yarattığı değerler ve kavramların izinde “çevre”, insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziksel, biyolojik, toplumsal, ekonomik ve kültürel ortam olarak tanımlanmaktadır.
    Prof. Dr. Ruşen Keleş, Çevre Politikası isimli kitabında : insanla birlikte tüm canlı varlıklar ; cansız varlıklar ; Canlı varlıkların eylemlerini etkileyen ya da etkileyebilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik, toplumsal nitelikteki tüm etkenler.
    çevre, nitelik yönünden ele alındığında; fiziksel çevre ve toplumsal çevre olarak iki ayrı tanım yapılabilir. Mekân açısından bakıldığında ise yerel, bölgesel, ulusal ya da uluslararası bağlamda tanımlanabilir.
    * Fiziksel Çevre: insanın yaşadığı, varlığını ve diğer canlı ve cansız türlerle ilişkilerini algıladığı ortama fiziksel çevre adı verilmektedir. Fiziksel çevre de oluşum bakımından ikiye ayrılır:
    Doğal Çevre; yer kürede, insanın oluşumuna katkı yapmadığı, doğal gelişim ve değişimlerle oluşmuş yaşam ortamıdır.
    Yapay Çevre; insanın çeşitli kaynakları, bilim ve teknolojiyi kullanarak oluşturduğu, belli bir gelişmişliğin ürünü olan ve tamamen insan elinden çıkmış yaşam ortamlarıdır.
    • Toplumsal Çevre: insanın, belirli bir dönemde bulunduğu fiziksel çevre içinde oluşturduğu toplumsal, siyasal ve ekonomik ilişkilerin tümü toplumsal çevre olarak tanımlanır.
    Ekoloji (Fr. Ecologie <Yun.): Canlı varlıkları, yaşadıkları tabii çevre ile ve birbirleriyle olan ilişkileri bakımından inceleyen bilim dalı, çevre bilimi
    Çevrenin canlı (biyotik) unsurları, insanlar, hayvanlar, bitki örtüsü ve mikroorganizmalar olarak tanımlanabilecek canlı varlıklardan ve bunların yaşam süreçlerinden oluşur. Canlı türlerinin nitelik ve nicelikleri, tüm bu canlıların birbirleri ve fiziksel çevre ile ilişkileri, çevrenin cansız (abiyotik) unsurlarının durumu (iklim, hava, su), yaşam döngüsü olarak adlandırılan ortamı, bir başka deyişle çevreyi ya da doğal yaşam ortamını yani ekosistemi oluşturmaktadır.
    Cansız doğal çevre ile bu çevre içinde yaşamlarını sürdüren canlılar arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri inceleyen bilim dalına ekoloji adı verilir.
    Dünyamızın ve doğal yaşam ortamlarımızın karşı karşıya kaldığı başlıca sorunlar şu şekilde özetlenebilir:
    Doğal varlıkların (su, hava, orman, toprak) hızla kirletilmesi,yok edilmesi
    Çarpık ve düzensiz kentleşme
    • Çevre dostu olmayan teknolojiler kullanan sanayiden kaynaklanan sorunlar
    • Sanayileşme, enerji ve madencilik alanlarında uygulanan yanlış politikalar
    • Sanayi yer seçimi, enerji üretimi ve madenlerin işletiminde, doğal varlıkların
    ve yaşamın göz ardı edilmesi
    • Doğal kaynaklar (yer altı ve yer üstü zenginlikleri, madenler, petrol, vb.)
    üzerindeki baskının artması, bu kaynakların hızla tüketilmesi ve söz konusu
    kaynakların yönetimi sürecinde oluşan çevresel sorunlar
    • Küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi, iklim değişikliği
    • Atık sorunu; çöplerin gerek içerik (tehlikeli atıklar, hastane atıkları, radyoaktif
    atıklar) gerekse de miktar olarak büyük sorun oluşturması
    • Çevresel sorunlara bağlı ve yaşam kalitesinin bozulmasından kaynaklanan
    sağlık sorunları, kanser ve benzeri hastalıkların artması
    * Çevresel sorunlara ilginin başlangıcı 1960’ların başlarına kadar gitmektedir. Ancak, sorunun resmen kabulü için 1970’leri beklemek gerekmiştir.
    * “Büyümenin Sınırları” adıyla açıklanan ve Roma Kulubü Raporudur.
    * Rapora göre, “...doğal kaynaklar nüfusun hızlı artışına yetmeyecek ve içinde yaşadığımız çevre, 150 yıla varmadan yaşanabilir niteliğini yitirecektir. Bu nedenle çevreyi korumak ve geliştirmek amaç ise, gelişme hızı yavaşlatılmamalı, hemen durdurulmalıdır. Çünkü mevcut gelişme seyri, insanlığı acı bir sona doğru yaklaştı
    rmaktadır.” “Sıfır Büyüme” anlamındaki Rapor, gelişmiş sanayi ülkelerinden yoğun eleştiri alırken, az gelişmiş ülkeler açısından da bu ülkelerin kalkınma girişimlerini önleme yolunda bir “komplo” olarak değerlendirilmiştir.
    * 1983 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu” oluşturulmuştur.
    ilgili komisyon tarafından 1987 yılında yayınlanan Ortak Geleceğimiz başlıklı raporda(Komisyon Başkanı Gro Harlem Brundtland’ın ismi ile Brundtland Raporu olarak da bilinir) çevre sorunları yoksulluk-eşitsizlik ekseninde ele alınmıştır. “Yoksulluğun ve eşitsizliğin olduğu bir dünya her zaman için ekolojik ve diğer krizlere eğilimli olacaktır.” ifadesinin yer aldığı Rapor’da ekoloji ve ekonomi arasındaki uyuma dayanan sürdürülebilir kalkınma; en genel anlamıyla “gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilecek kalkınma” olarak tanımlanmaktadır.
    *Biyoteknoloji: Bitki, hayvan veya mikroorganizmaların tamamı ya da bir parçası kullanılarak yeni bir organizma (bitki, hayvan ya da mikroorganizma) elde etmek veya var olan bir organizmanın genetik yapısında arzu edilen yönde değişiklikler gerçekleştirmek amacı ile kullanılan yöntemlerin tamamını içeren bilim dalıdır. Biyoteknoloji, bir anlamda modern
    teknolojinin doğa bilimlerine uygulanması olarak da tanımlanabilir. Kanser, AIDS gibi birçok hastalığın tedavisi ve önlenmesinde kullanılan genetik ürünler, büyüme geriliği gibi sorunlara çare olacak ya da bulaşıcı hastalıklara karşı
    koyacak proteinlerin üretimi, organik atıkları yaşamsal süreçlerinde kullanacak bakterilerin elde edilmesi biyoteknoloji uygulamalarına verilebilecek örneklerdir.
    * 2007 yılında Dünya tarihinde ilk kez kentlerde yaşayan nüfus kırsal alanlarda yaşayan nüfusu geçmiştir.
    *Nüfus artışının, var olan ekonomik sistemlerin ve üretim ilişkilerinin yarattığı en çarpıcı sorunlar üç ana başlıkta toplanabilir: Açlık, Barınma , Yoksulluk
    * Birleşmiş Milletler iklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMiDÇS): 3-14 Haziran 1992 tarihinde toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansında (BMÇKK) imzaya açılmıştır. Sözleşmenin amacı; atmosferdeki sera gazı birikimlerinin insan ve çevre sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirerek sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın
    gerçekleşmesine zemin yaratmaktır. Sözleşmede iklim değişikliğinde tarihsel sorumluluğu bulunan ülkeler ile o tarihteki OECD’ye üye ülkeler gelişmişlik düzeylerine göre iki gruba (Ek-1 ve Ek-2 ülkeleri) ayrılmışlardır.
    * Kyoto Protokolü: 1997 yılında Japonya’da gerçekleştirilen BMiDÇS taraşarı 3. Konferansı’nda imzalanan protokol. Bu
    protokole göre, gelişmiş ülkeler (ABD hariç) 2008- 2012 yılları arasında sera gazı salım miktarlarını 1990 seviyesinin yüzde 5’i kadar azaltacaklarını taahhüt etmişler. BMiDÇS’nin EK-1 ülkeleri, Kyoto Protokolünün EK-A’da belirtilen sera gazlarını, EK-B’de taahhüt ettikleri miktarlarda sınırlamayı kabul etmişlerdir.
    * Türkiye Birleşmiş Milletler iklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin EK-1 listesinde yer
    almasına karşın, Kyoto Protokolü’nün devreye girdiği 2005 yılında protokolü imzalamadı-
    ğı için 2008-2012 arasında karbon salımlarını azaltma konusunda herhangi bir yükümlülük
    üstlenmemiştir.
    * Fosil yakıtlar : elektrik enerjisi üretim seçeneği değildir.
    * ülkeleri çevre sorunlarının etkilerini azaltmak ve hatta ortadan kaldırmak için Birleşmiş Milletler, Avrupa BirliĞi, Ekonomik işbirliĞi ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar bünyesinde çevre ile ilgili birimler ve bölümler oluşturmuşlardır.
    *Çevre sorunları ilk kez 1869 yılında Massachusetts (ABD) halk saĞlıĞı kurumunca ele alınmış ve ilk bildiri aynı yıl yayınlanmıştır.
    *Çevre sorunlarının oluşmasındaki en önemli etken hızlı nüfus artışıdır.
    * Nüfus, son otuz yıldır Türkiye’nin temel sorununu oluşturmaktadır.
    * ÇEVRE SORUNLARININ NEDENLERi : Nüfus Artışı , Plansız Kentleşme , Plansız Sanayileşme
    SONUÇLAR :
    SU KİRLİLİĞİ = Bakteriler, virüsler ve diĞer hastalık yapıcı organizmalar, Organik maddeler, Sanayi atıkları, YaĞlar ve benzeri maddeler, Yapay temizlik malzemeleri (deterjanlar) , Radyoaktişik (Işın EtkinliĞi), Pestisitler , Yapay organik kimyasal maddeler , Yapay ve doĞal tarımsal gübreler , Atık ısı
    [Ötrofikasyon: Su kaynaklarında azot ve fosfor artışına baĞlı olarak, bunları besin maddesi olarak kullanan alglerin (mikroskobik yosunların) hızla çoĞalması ve bu bitkilerin ölmesiyle oluşan organik atıkların sudaki mikro canlı faaliyetlerini arttırması olayıdır.]
    [Pestisitler Özellikle tarımda verimliliĞi arttırmak amacıyla, zararlı böcek, mantar, yabani ot gibi canlıları öldürmek veya kontrol altına almak için kullanılan (insektisit, herbisit gibi) kimyasal maddeler, yer altı ve yüzey su kaynaklarını ve topraĞı kirletmektedir]
    TOPRAK KİRLİLİĞİ : ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra bol miktarda kullanılan DDT gibi kimyasal ilaçlar, Çernobil faciası gibi kaynaklardan ortaya çıkan nükleer sızıntı ve serpintiler, atom bombası denemeleri, atık piller, bazı atıkların gelişigüzel depolanması gibi sorunlar toprakta kirliliĞe neden olmaktadır.
    HAVA KİRLİLİĞİ : Hava kirliliĞi kaynakları, doĞal ve yapay kaynaklar olmak üzere iki genel grupta toplanabilir. DoĞal kaynaklar, volkan faaliyetleri, orman yangınları, hayvan ölüleri ve bitki artıklarının açık alanlarda bozulması gibi süreçleri kapsar. Yapay kaynaklar ise, hammaddelerin insanların kullanımına sunulabilmesi için uygulanan süreçlerdir. Yapay kaynaklar “Sabit Kaynaklar” ve “Hareketli Kaynaklar” olmak üzere ikiye ayrılır. Sabit kaynaklar, atmosfere kirleticilerin salımına neden olan katı, sıvı, gaz yakıtların yakıldıĞı ve/veya herhangi bir ürünün üretildiĞi süreçlerdir. Hareketli kaynaklar ise, kara, deniz, hava taşıtlarının egzozlarıdır. Kara, deniz ve hava taşıtlarında mazot, benzin veya jet yakıtı gibi yakıtlar tüketilmekte ve taşıtları n egzozlarından, katı, sıvı ve gaz yakıtların yakılmasıyla oluşan yanma ürünlerinin benzerleri atmosfere verilmektedir.
    Hava KirliliĞine neden olan bazı önemli sanayi dallarını şu şekilde sıralamak mümkündür: • Petrol Rafinerileri • Petrokimya Entegre Tesisleri • Kimya Sanayi ve Tarımsal ilaç Üretimi • Enerji Üretimi (Termik Santraller) • Selüloz ve KaĞıt Sanayi • Demir-Çelik Sanayi • Çimento Sanayi • Gübre Sanayi • şeker Sanayi • Deri Sanayi • Taş-Toprak Sanayi • Tekstil Sanayi • Lastik Sanayi vb.
    [Smog: Genelde kentlerin üzerinde sanayi kaynaklı kirleticilerden oluşan ve insanlarda bronş hastalıklarına nedenolabilen sis+duman kümeleridir.] [Korozyon: Metallerin bulundukları ortamla tepkimeye girip aşınmaları durumudur.] [Aerosol: Herhangi bir sıvı ya da katının gaz ortam içinde daĞılmasıyla oluşur.] [Derişim: Belirli miktar çözeltide veya çözücüde çözünmüş olarak bulunan madde miktarıdır.]
    GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ:Gürültü istenmeyen ve dinleyene bir anlam ifade etmeyen ses olarak tanımlanmaktadır
    Gürültü Kirliliği yaratan etmenler; • Trafik • Sanayi Kuruluşları • inşaatlar • Eğlence Merkezleri• Yerleşim Alanları
    • Hava Alanları olarak sıralanmaktadır.
    KÜRESEL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ:
    Sediment yükü: Akarsuların içerdiği katı madde miktarı.
    Başlıca sera gazları; su buharı, karbondioksit, metan, klorlu şorlu karbon bileşikleri, ozon ve azot oksitleridir.
    Bilim insanları, küresel ısınmada en etkili etmenin, son yıllarda “sera gazları”nın atmosferde hızla artması olduğu üzerinde fikir birliğine varmışlardır. Başlıca sera gazları; su buharı, karbondioksit, metan, klorlu şorlu karbon bileşikleri, ozon ve azot oksitleridir. Bunlar içinde karbondioksit %50’lik oranı ile en etkili sera gazı olarak bilinmektedir.
    Ozon: Üç oksijen atomundan oluşan ve yeryüzünde güçlü yükseltgeme özelliğiyle insan sağlığını tehdit eden zehirli bir kirletici olan ozon, stratosfer tabakasında yaşamsal önem taşımakta ve zararlı ışınların canlı yaşamı olumsuz etkilemesini engellemektedir.
    *Montreal protokolü Eylül 1987’de kabul edilmiş ve 2007 yılında tekrar düzenlenmiştir. Bu
    protokol ile ozon tabakasını incelten maddelerin kullanımının ve üretiminin kontrolü sağ-
    lanmaktadır. Klorlu şorlu karbon gazları nın kullanımı Montreal protokolü ile kontrol altına alınmış ve 2050 yılına kadar
    atmosferdeki CFC düzeylerinin giderek azalacağı ve normal düzeylere ineceği öngörülmüştür.
    EROZYON : Erozyon (toprak aşınımı), bitki örtüsünün yok edilmesi sonucu koruyucu örtüden yoksun kalan toprağın su ve rüzgarın etkisiyle aşınması ve taşınması olayıdır.
    ATIKLAR: Evsel Atıklar , Tıbbi Atıklar (Enfeksiyöz atıklar , Patolojik atıklar, Kesici delici atıklar) , Bitkisel Atık Yağlar , Atık piller ve akümülatörler (Atık yönetiminde öncelik sırası; • Önleme, • Kaynakta Azaltma, • Yeniden Kullanım, • Geri Kazanım/Geri Dönüşüm, • Ön işlem (yakma dahil), • Bertaraf olarak sıralanabilir.
    Çevre Sorunlarının Nedenlerine Yönelik Politik Yaklaşımlar:
    Çevre politikalarının küresel düzeyde ele alınmasının temelleri, 1972 yılında Stockholm Konferansı ile atılmıştır.
    1992 yılında kabul edilen BMiDÇS (Birleşmiş Milletler iklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi), iklim değişikliğiyle mücadelede ileriye dönük temel bir adım oluşturmuştur.
    Kyoto Protokolü kapsamına alınmış ve Protokol ile ilk etapta 6 sera gazının toplam salımına sınırlama getirilmiştir. Bu gazlar:
    • Karbon dioksit (CO2) • Metan (CH4) • Diazot monoksit (N2O) • Kükürt hekzaşorür (SF6) • Perşorokarbonlar (PFCs) • Hidroşorokarbonlar (HFCs)’dır.

    KİRLİLİK TÜRLERİ : Nükleer, Katı Atık, Su, Hava, Toprak , Gürültü, Elektromanyetik
    Atmosfer tabakaları:
    Troposfer : yeryüzüne en yakın, içinde yaşadığımız tabakadır.
    Stratosfer : atmosferin 11-50 km’leri arasında yer alır ve atmosferdeki gazların % 19’u ile çok az miktarda su buharı içerir. 20 – 5 0’inci km’ler arasında güneşin zararlı ışınlarını tutan ozon gazı tabakası bulunur.
    Mezosfer: atmosferin en soğuk katmanıdır. gelen gök taşlarını yavaşlatı p yakacak kadar kalındır.
    Termosfer : en dış tabaka.
    Hava kirliliği yaratan kirleticiler başlıca beş gruba ayrılır:
    1. Azot oksitler (Nox) = taşıtlar, fabrikalar, fırınlar ve yangınlar. Nitrik asit ise asit yağmurlarının oluşumunu etkiler.
    2. Hidrokarbonlar (HC)= solunum yolu hastalıklarına yol açarlar. Kanser yapıcıdır.en çok da motorlu taşıt egzozlarından salınır.
    3. Karbon monoksit (CO)=en yaygın ve en zararlı hava kirletici gazdır.renksiz ve kokusuzdur.
    4.Kükürt oksitler(SOx)=Renksiz,boğucu kokulu,asit özellikli.endüstriyel süreçler.ısınmak için kullanılan yakıt,termik santraller.
    5. Tanecikler (partikül maddeler) = Tanecikler sis ya da pus, duman, toz ve is şeklinde cansız olduğu gibi bakteriler, mantarlar, mayalar ve yosunlar gibi canlılar da olabilir. Taneciklerin atmosferde bulunması sonucu atmosferin bulanıklığı artarak görüş uzaklığı düşer, akciğerlere inerek ve soğurduğu diğer kirleticileri de akciğere taşıyarak katlanan etkiyle hastalıklara neden olur.
    SU KİRLİLİĞİ : Dünyada kabul edilen ölçütlere göre kişi başına su varlığı 1000 m3’ten az olan ülkeler “Su Fakiri” olarak kabul edilmektedir. Yılda kişi başına kullanılabilir su miktarı 2000 m3’ten daha az olan ülkeler “Su Azlığı” olan ve yılda kişi başına kullanılabilir su miktarı 8000-10.000 m3’ten daha fazla olan ülkeler “Su Zengini” ülkeler şeklinde sınışandırılmaktadır.
    *Türkiye’nin nüfusu 2030’da 100 milyona ulaşacak ve Türkiye “su fakiri” bir ülke olacaktır.
    Nükleer Kirlilik: Nükleer enerji ağır ışınetkin (uranyum gibi) atomların bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi (fizyon) veya hafif ışınetkin atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması (füzyon) sonucu ortaya çıkan büyük miktardaki enejidir. Füzyon tepkimesinde açığa çıkan enerji fizyona göre çok daha büyüktür. Güneşte gerçekleşen tepkimeler füzyon tepkimeleridir.
    Nükleer kazalar : Three Mile Island (1979), Çernobil (1986) ve Fukuşima(2011) kazaları yerel ve küresel hasarlara yol açmıştır.
    *Canlı ve cansız kaynakların karşılıklı etkileşimi ile oluşan devingen yapıya da “ekosistem” denilmektedir
    *atmosferin kalınlığı = 120 Km.
    *Radyoaktişik (Işınetkinliği) = Kararsız atom çekirdeklerinin kendiliğinden parçalanı p ışınım yayarak başka atom çekirdeklerine dönüşebilme yetisi
    Küresel Çevre Sorunları
    Geçmişten günümüze küresel çevre sorunları aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
    • Küresel Isınma ve iklim Değişikliği • Atıklar ve Doğal Kaynakların Korunması • Ozon Tabakasının incelmesi • Asit Yağmurları •Ormansızlaşma • Radyasyon (Işınım)
    * İnsanoğlu tarafından atmosfere salınan bazı gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma denmektedir.
    * yanardağ patlamaları sonucunda ortaya çıkan yoğun kül bulutlarının atmosfere yayı lması, soğutucu bir etki göstermektedir.
    * Mikrobiyotik: mikroskopta görülebilen canlılardır, zooplankton; suda bulunan, hareket yeteneği akıntıya bağımlı olan hayvanlara verilen genel addır.
    *Mercan resifi: Yaşamlarını sıcak denizlerde sürdüren ve mercan adı verilen deniz hayvanlarının iskelet artıklarının yığılması ile oluşan birikimdir.
    *Küresel çevre sorunları : küresel ısınma ve iklim değişikliği, atıklar ve doğal kaynakların tükenmesi, ozon tabakası nın incelmesi, asit yağmurları, ormansızlaşma, ışıma şeklinde sıralanabilir.




  • MALİYE POLİTİKASI – 1 bu konuda rakamla yazılmış yerler var ve o yerlerin alt tarafları boştur. o yerlere aöf kitabındaki şekiller gelecektir. Word e aktaramadığım için boş bıraktığım ve çıktı alınca elimle çizmiştim.
    1. Dönem: mikro ekonominin temelinin atıldığı dönem. Klasik ve neoklasik dönemdir.mikro ve makro amaçtır.maliye politikası pasif kabul edilmiştir.
    2. Dönemi : 1929 buhranını izleyen, keynesyen teorisi üzerine kuruldu. Devlet müdahalesi benimsenmiş, lamiye politikası iradi müdahale aracı olarak görülmüştür
    3.Dönem: küreselleşme dönemi. Ekonomik krizler sonlanmıştır. Maliye politikası önemini yitirmiştir.
    4.Dönem: 2008 kapitalis krizi ile başlar. Devlet müdahalesi ve maliye politikasına geri dönüş yapıldı.

    -Dar anlamda maliye politikası: Devletin yaptığı harcama artışının milli gelir ve istihdam üzerindeki yükseltici etkisidir.
    -Geniş anlamda maliye politikası : devletin tüm vergi, harcama araçları ve kamu teşebbüsleri ile giriştiği ekonomik faaliyetlerdir.
    * Klasik yaklaşım : (A.Smith ve D. Ricardo)
    sistemin işleyişi otomatik dengeye dayalıdır. Devlet müdahalesi gereksizdir. Piyasalar tam rekabette, ekonomi tam istihdamdadır. İşsizlik ciddi sorun değildir. Devlet bekçi devlet Ya da jandarma devlet olarak tanımlanmıştır. Borçlanma ilkesi reddedilir.
    * Keynesyen yaklaşım (John maynord keynes) (keynes = istihdam, para ve faizin genel teorizi eseri)
    işsizlik önemli sorundur. - aktif müdahale. Toplam talep kamu müdahalesi ile arttırılmalıdır. Fiyatlar ve ücretler esnek değildir. Serttir ve yapışkandır.
    *Monotarist yaklaşım (Milton Friedman)
    Aktif Müdahaleyi reddederek, ekonominin kendi dengesini sağlaması fikrini savunur. Kilit rolü işçi ve işveren arasındaki asimetrik beklenti oluşturur. Phillips eğrisi negatif eğimlidir. Enflasyon ve işsizlik arasındaki ters yönlü ilişkiyi tanımlayan eğridir.
    SON DÖNEM YAKLAŞIMLAR:
    *Yeni Klasik Akım (lucas, miskin, prescott) fiyatlar ve ücretler tam esnektir. Rasyonel beklentiler (lucas ve sergent) : kişilerin ekonomik değişkene ilişkin tüm bilgiyi kullanarak yaptığı beklentilerdir.
    *Yeni Keynesyen Akım(Mankiw, Yellen, Akerlof, Carlton, Stiglitz) Temel dayanağı ücret ve fiyat katılığıdır.
    *Post Keynesyen akım
    ekonomik dalgalanmaları ücret – kar dengesizliği ile açıklar.
    Ekonomik dengesizliğin nedeni :
    John Robinsona göre : gelir dağılımı mücadelesi.
    Michal Kalechi ye göre : tasarrf – yatırım dağılımı.
    Sidney Weitraub a göre : yüksek ücretlere bağlı sürekli enflasyon.
    *Neo-liberal akım (herbert stain)
    arz yanlı görüşlerdir. Özel kesim kamu kesiminden daha verimlidir. Vergiler üretim faktörü arzını olumsuz etkiler ve üretimi kısar.
    MALİYE POLİTİKASININ AMAÇLARI:
    *İç ekonomik denge amaçları:
    1-Statik iç denge amaçları = fiyat istikraır ve istihdamdır.
    2-Dinamik iç denge amaçları=gelişmekte olan ülkelerde kalkınma; gelişmiş ülkelerde büyüme amacıdır.
    *Dış ekonomik denge amacı: cari dengesinin sağlanmasıdır.
    MALİYE POLİTİKASININ ARAÇLARI:
    Maliye politikası devlet bütçesi eliyle yürütülür. Bütçe dengesi, enflasyonist değildir ancak etkisi yinede genişletiricidir. Bütçe açığının ekonomi üstünde genişletici, bütçe fazlasının ise daraltıcı etkisi sözkonusudur.
    Kamu Gelir Sistemi Araçları: vergiler ve borçlanmadır.
    Vergiler : ekonomi üstünde 2 temel etki yaratırlar. Bunlan Gelir etkisi ve ikame etkisidir.
    Gelir etkisi: verginin üretim faktörü arzını yükseltme yönündeki etkisidir.
    İkame etkisi: üretim faktörlerinin sektörler arasındaki dağılımını değiştirmesi ve faktör arzını azaltmasıdır.
    Kamu Harcama Sistemi Araçları : Çoğunlukla KİT ler aracılığı ile yapılan yatırım harcamalarını kapsar.
    Kamu harcamalarındaki artış şu sebeplere yol açar: Toplam talebi yükseltir. Tam istihdamı sağlayacak efektif talep yaratır. Bölgesel dengesizliklerin giderilmesine yardımcı olur. Özel sektörü teşvik edicidir.
    MALİYE POLİTİKASININ ETKİNLİĞİ
    Tam İstihdam Bütçe Fazlası: Tam istihdam koşullarında otomatik oluşan bütçe fazladır. TİBF formünü 1956 yılında Cary Brown geliştirmiştir. Buna göre TİBF:
    TİBF = T-G-TR veya TİBF = tY*- G – TR
    Tam istihdam bütçesi fazla ise devlet politikaları daraltıcı, tam istihdam bütçesi açık ise devlet politikalarının genişletici etki yapar..
    Bütçe devresel bileşkesi (BDB): Tam istihdam bütçe fazlası ile olağan dönem bütçe fazlası arasındaki farktır.
    TİBF – BF = t(Y*-Y) [t(Y*-Y) = bütçe devresel bileşkesi]
    Mali Sürüklenme: bütçe devresel bileşkesinde görülen fazlanın ekonomide gelir artışını otomatik frenlemesidir.
    KEYNESYEN MAKROEKONOMİ VE MAL PİYASASINDA DENGE
    Makro ekonomi büyük ölçüde Keynes in çalışmalarına dayalıdır.
    Keynesyen yaklaşımına göre toplam talebin temel unsurlarından biri, mal ve hizmet alımına yönelen kamu harcamalarıdır.
    --Basit Keynesyen milli gelir modelinde gayri safi milli hasılanın parasal değeri (Y), ekonomideki toplam mal ve hizmet talebinin parasal değerine eşittir. Bu aşamada ekonomi dışa kapalı kabul edilmiştir.
    Y = C + I0 + G0 Y = GSMH nin parasal değeri
    C = Tüketim harcamaları
    I0 = Otonom yatırım harcamaları
    G0 = Otonom Kamu harcamaları
    C = C0 + cYD = Tüketim fonksiyonu. c = marjinal tüketim eğilimi; YD = kullanılabilir gelir. Yd = Y – T0
    Marjinal Tüketim eğilimi : 0-1 arasında değer alır. Kamu Harcamaları çarpanı : 1/1-c formulü ile gösterilir.
    Dışa kapalı ve otonom vergilerin olduğu bir ekonomide kamu harcamalarının milli gelire etkisi.
    1

    Tranfer harcamaları çarpanı: Dışa kapalı ve otonom vergilerin olduğu bir ekonomide transfer harcamaların milli gelire etkisi
    2

    Otonom vergiler ve vergi çarpanı: Vergilerde meydana gelen değişikliğin gelir düzeyinde yarattığı değişikliği gösteren katsayıdır.
    (-c/1-c) formulü ile hesaplanır.
    Vergi çarpanı negatif işaretlidir. Çünkü vergiler kullanılabilir geliri azaltarak toplam talebi düşürür.
    Denk Bütçe çarpanı: (1-c / 1-c ) formulüyle ifade edilir ve sonucu herzaman 1 e eşittir.
    Kamu harcamalarının tamamının mal ve hizmet alımına yönelmiş olması gereklidir.
    Kamu harcamalarındaki artış özel kesim yatırımlarını etkilememelidir. Faizler değişmemelidir.
    Gelire Bağlı Vergiler : T = T0 + tY ||| T=toplam vergi geliri; T0 = otonom vergiler; t = nispi vergi oranı ; Y= gelir düzeyi
    Kamu Harcamalarının milli gelire etkisi :
    3

    Transfer harcamalarının mille gelire etkisi :
    4

    Dışa Açık Ekonomi : Y=C+I+G+ (X0-M) ||| X0=İhracat ; M=ithalat ; M=mL=ithalat fonk. ; m= marjinal ithalat eğilimi
    dışa açık ekonomide çarpanın değeri değişir ve [1/1-c (1-t)+m] olarak ifade edilir.
    MAL VE PARA PİYASALARINDAKİ EŞANLI DENGE : IS-LM EĞRİLERİ
    IS eğrisi (Mal piyasasında denge) :IS, negatif eğilimledir.bunun nedeni faiz ile yatırım talebi(gelir düzeyi)arasındaki ters yönlü ilişkidir.
    Genişletici maliye politikası = IS eğrisini sağa kaydırır.
    Daraltıcı Maliye Politikası = Is eğrisini sola kaydırır.
    Çarpanın değeri değişirse = IS eğrisini eğimi değişir.
    5



    LM eğrisi (para arzı ve para piyasası)
    LM eğrisi, para arzı ile para talebinin eşit olduğu denge noktalarında gelir ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösteren eğridir.
    LM eğrisi fozitif eğimlidir. Para talebi ise gelirin ve faiz oranının bir fonksiyonudur. Gelir ile doğru, faiz ile ters yönlü ilişkidir.
    Genişletici para politikası = LM eğrisi sağa kaydırır.
    Daraltıcı para politikası = LM eğrisi sola kayar.
    6



    IS ve LM nin eşanlı dengesi
    bu noktada hem mal hem para hem de tahvil piyasaları dengededir.
    7




    TOPLAM TALEP – TOPLAM ARZ MODELİ
    Toplam Talep Eğrisi (AD)
    toplam talep eğrisi, piyasa talep eğrisi gibi negatif eğilimli bir eğridir. Bu eğrinin negatif eğimini açıklayan 3 etki söz konusudur.
    Refah etkisi :fiyatların düşmesi ile para ve diğer varlıkları ellerinde tutanlar kendilerini zengin hissederek harcamalarını arttırırlar. Gelir düzeyi yükselir.
    Uluslararası etki:fiyat düzeyinin düşmesi ile yurtiçi mallar ucuzlar ve bu durumda ihracat artar,ithalat ise azalır. Gelir düzeyi yükselir.
    Faiz Etkisi :Fiyat düzeyinin düşmesi halinde reel para arzı ve faizler düşer.faizdeki düşüş yatırım harcamalarını dolayısıyla toplam talebi ve gelir düzeyini arttırır.
    8




    Genişletici maliye politikası : IS eğrisini ve AD yi sağa kaydırır.
    Otonom harcamalardaki artış ; Genişletici para politikası ve kredi kartının yaygınlaşması : LM eğrisini ve AD yi sağa kaydırır.
    Daraltıcı Maliye politikası ve otonom harcamalardaki azalma: IS ve AD yi sola kaydırır.
    Daraltıcı para politikası ve kredi kullanımlarının azalması : LM ve AD yi sola kaydırır.
    Toplam Arz Eğrisi (AS): Firmaların verili her fiyat düzeyinde arz etmek istedikleri toplam çıktı miktarını gösteren eğridir. Normal bir ekonomik işleyişte toplam arz eğrisi pozitif eğilimlidir. Ancak ekonominin üretim ve istihdam ve düzeyine göre 3 farklı eğri çizilebilir.
    Keynesyen Toplam Arz Eğrisi : ||| Klasik Toplam Arz Eğrisi:
    Yatay eksene paraleldir. Ekonomi ciddi durgunluk içindeyken.. Yatay eksene diktir. Fiyat ne olursa olsun aynı miktarda mal üretileceğini gösterir.
    9 10





    Toplam Arz Eğrisinin orta alanı: |||| EKONOMİK DENGE: Bir ekonomide denge toplam arz ve toplam talep
    Pozitif eğimlidir. Fiyatlarla üretilen mal miktarı arasındaki eğrilerinin kesiştiği yani toplam arzın toplam talebi eşit olduğu düzeyde gerçekleşir.
    fozitif bir ilişki olduğunu gösterir. Denge durumunda ekonomide satılmayan mal Ya da karşılanmayan talep kalmaz.
    11 – 12 13




    Beklentiler ve toplam arz eğrisi:
    -enflasyon beklentisi sabit ise, toplam arz eğrisi YATAY konuma yakındır.
    -Beklenen enflasyonla gerçekleşen enflasyon birbirine eşitse (uzun dönemde); toplam arz eğrisi DİKEY dir.
    -Ücret ve fiyatların esnek olmadığını savunan Çağdaş Keynesyen yaklaşıma göre;toplam arz eğrisi POZİTİF EĞİMLİDİR.
    -Friedman'ın uyumlu beklentiler görüşüne göre; toplam arz eğrisi POZİTİF EĞİMLİDİR.
    -Rasyonel beklentiler durumunda; toplam arz eğrisi DİKEY dir.
    -Gerçek hayattaki deneyimler toplam arz eğrisinin kısa dönemde POZİTİF EĞİMLİ, uzun dönemde ise DİKEY olduğunu göstermektedir.

    Global Kamusal zarar: Etkisi global ölçekte herkes tarafından hissedilen, ancak veriği zarar bireyler arasında bölünemeyen bir durumu ifade eder.
    KAPALI BİR EKONOMİDE MALİYE VE PARA POLİTİKALARININ NİSPİ ETKİNLİĞİ
    Yatırım talebinin faiz ensekliği IS eğrsinin, spekülasyon amacıyla para talebinin faiz esnekliği ise LM eğimini belirler.
    Keynesyenlere göre : yatırım faiz esnekliği sıfır (yani IS eğrisi dik), spekülasyon amacıyla para talebinin faiz esnekliği ise sonsuzdur(yani LM yataydır)
    14 15




    Monetaristlere göre ise: yatırım talebinin faiz esnekliği sonsuz (yani IS yatık), spekülasyon amaçlı para talebinin faiz esnekliği ise sıfır Ya da sıfıra çok yakındır (yani LM diktir).
    16 17




    Para ve maliye politikasının birlikte etkin olduğu durumlar:
    18




    -- açık bir ekonomide maliye ve para politikalarının hispi etkinliği Mundel-Fleming yani IS-LM-BP modeli ile açıklanır.
    Dışa açık ekonomide mal piyasası denge koşulu yani IS eğrisi : S+T+M = I+G+X eşitliği ile gösterilir.
    X ihracat, M ithalat.
    X > M toplam talebe ticaret yapılan ülkelerin katkısı (Net ihracat)
    X < M ticaret yapılan ülkelerin toplam talebine yapıyan katkıdır. (Net ithalat)
    -açık ekonomide para piyasası denge koşulu yani LM eğrisi aynı kapalı ekonomideki gibidir. Ms=Md |||| Ms =para arzı; Mp para talebi
    -Dış ödemeler dengesinin nasıl sağlandığı ülkenin benimsediği döviz kuruna göre değişir.
    BP Eğrisi : Sermaya hareketliliği tam değilse; yerli ve yabancı varlıklar arası ikame tam değilse = pozitif eğimlidir.
    Sermaye hareketliliği tam ise; yerli ve yabancı varlıklar tam ikame ise; iç ve dış faizler eşitlenmişse = yataydır.
    İradi Maliye Politikaları : bir ekonomide talebi yönlendirmek veya istikrar sağlamak amacıyla siyasal otoritenin iradi kararlar almasıdır. Bu kararlar bazen yasama, bazen yürütme organı tarafından alınır.
    İradi Maliye Politakasının Başarısını Etkileyen Faktörler: iki temel faktör vardır.
    -Ekonomik tahminlerin doğruluğu: tahminlerin doğruluğuna ve konulan teşhislerin çerçevesine bağlıdır. Ekonometrik ve bilgisayar proglamalarındaki gelişmeler daha doğru ve daha kısa sürede tahmin yapılmasını sağlamaktadır. Ama yine de sapmalar olabilir.
    -Gecikme Sorunu : doğru tahminler durumunda bile zamanında uygulanmayan politikalar yeterli sonuç vermez. 3 aşamada ortaya çıkar :
    1-tanıma gecikmesi : sorunun ortaya çıkışı ile harekete geçme kararı arasındaki gecikmedir.
    2-Uygulama gecikmesi : harekete geçme anı ile uygulanmaya başlanması arasındaki gecikmedir. Çoğunlukla yasal ve idari gecikmeleri kapsar.
    3-Tepki gecikmesi : maliye politikası işleminin uygulanmaya konulması ile beklenen sonucu vermesi arasındaki gecikmedir.
    OTOMATİK İSTİKRAR SAĞLAYICILAR :
    Hiçbir idari karara gerek kalmadan durgunluk döneminde bütçe açığı veya enflasyon döneminde bütçe fazlası yaratarak ekonomide istikrar sağlayan mekanizmalara Otomatik İstikrar Sağlayıcılar denir. En önemli yararı, iradi tedbirlerin yol açtığı tahminlerde yanılma ve gecikme sorunlarını ortadan kaldırmasıdır.
    OTOMATİK İSTİKRAR GÜCÜNÜN ÖLÇÜLMESİ:
    Kamu harcamaları ve vergilerin otomatik istikrar gücü, otomatik istikrar sağlayıcı mekanizmaların varlığı ve yokluğu halinde etkilerinin karşılaştırılması yoluyla ölçülür. Otomatik istikrar gücünü (OG) ölçebilmek için şu formul kullanılır :
    19




    KAMU HARCAMALARININ OTOMATİK İSTİKRAR SAĞLAMA İŞLEVİ:
    Otomatik istikrar işlevi en güçlü olan kamu harcaması işsizlik tazminatıdır. (2002 den beri uygulanıyor).
    Tarım kesimine sağlanan destekler de kamu harcamaları içinde otomatik istikrar gücüne sahiptir. Bu tür destekler siyasal kararlarla yapılmaktadır.
    Milli savunma, adalet, diplomasi gibi alanlara yapılan kamu harcamalarının ise OG si hemen hemen hiç yoktur.
    Vergilerin Otomatik İstikrar Sağlayıcı İşlevi :
    Vergilerin otomatik istikrar sağlama işlevinin olabilmesi için esnek bir vergi sisteminin olması gerekir.
    20 T: dönem başı vergi hasılatı ; !T=vergi hasılatında değişme; Y = Dönem başı gelir düzeyi
    !Y = gelir düzeyindeki değişme.


    e=0 ise vergilerde bir değişme gelirde değişiklik yaratmamıştır.
    e=1 ise vergilerdeki artış gelirde eşit düzeyde değişme yaratmıştır.
    e>1 ise vergi sistemi esnektir.
    Oransal tarifeli vergilerin esnekliği : vergi matrahının GMSH deki değişikliklere karşı duyarlılığına bağlıdır.
    Tek oranlı vergilerde : vergi matrahının esnekliği vergi hasılatının otomatik esnekliğini belirler
    Artan Oranlı vergilerde: vergi matrahının esnekliğinin yanında vergi oranı esnekliği de etkilidir.
    Sabit tarifeli vergiler : en düşük ensekliği sahiptirler. (baş vergisi gibi)

    Esnekliklerine Göre Vergi Sıralaması:
    Kişisel gelir vergisi : esnekliği en yüksek vergilerdir. Bunun en önemli nedeni artan oranlı tarife ile düzenlenmesidir. Esnekliğini etkileyen sebepler:
    -her çeşit kazancı vergilendiren genel bir vergi olup olmadığı
    -artan oranlılık derecesi
    -vergi kaçaklığının ne kadar yaygın olduğu
    -verginin tahsil edilme şekli
    Kurumlar vergisi : otomatik istikrar gücü(kişisel gelir vergisi kadar olmasa da)yüksektir. Bunun en önemli nedeni kurumsal kazançların gelir değişimlerini yakından takip etmesidir.
    Tüketim Vergisi : gelir ve kurumlar vergisine göre daha az esnektir.
    Servet Vergisi : Otomatik istikrar sağlayıcı olarak herhangi bir etkiye sahip değildir.çünkü esneklikleri çok düşüktür.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi lethe_57 -- 12 Şubat 2015; 13:49:10 >




  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.