Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile Kıbrıs Türkleri ve Rumlar arasında 1959'da imzalanan Zürih ve Londra anlaşmalarıyla kuruldu. Anlaşmada imzası olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantör devletleri oldu. Uluslararası antlaşmalar uyarınca ve Türkler ve Rumlar arasındaki ortaklık temelinde, 1960'ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nda iki halka eşit siyasi hak ve statü verildi. Rum tarafı, Ortaklık Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla Kıbrıs Türklerini devlet kurumlarından uzaklaştırma, Ada'daki varlıklarını sonlandırma ve Ada'nın Yunanistan'a bağlanması (Enosis) yolunu açmaya yönelik faaliyetlerini sürdürdü. Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Rumların tek taraflı güç kullanımıyla Anayasa'yı feshetmelerinin ardından 1963'te fiilen son buldu. Rumlar, Enosis'e ulaşma hedefiyle silahlanarak, Yunanistan'ın da desteğiyle, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs Türklerine karşı baskı, zulüm ve ambargoyu durmaksızın devam ettirdi. Kıbrıs Türklerinin, ortaklık devletinin yönetiminden uzaklaştırılmalarının ardından Rumlar arasında fikir ayrılıkları başladı. Terör örgütü EOKA mensupları arasındaki görüş ayrılıkları, Türkiye'nin müdahalesinden endişe eden ve Kıbrıs Türklerini ekonomik yoldan bitirmeyi dileyen Rum lider Makarios ve daha hızlı sonuç alınmasını isteyen eski cuntacılardan oluşan EOKA-B mensuplarının karşı karşıya gelmesine sebep oldu. EOKA lideri Nikos Sampson, Yunan cuntasının desteğiyle 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak amacıyla Makarios'a karşı darbe yaptı ve iktidarı ele geçirdi. Yapılan darbeyle Kıbrıs'ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne kastedildi. Türkiye'den harekat öncesinde diplomasiyi seçti Türkiye, darbenin ardından 1960 Garanti Antlaşması uyarınca ilk aşamada diplomatik girişimleri önceledi. Bu hususta 17-18 Temmuz 1974'te Türkiye ile İngiltere arasında darbenin ardından yapılabilecek girişimlere ilişkin Londra'da görüşmeler de yapıldı. Görüşmelere garantör ülke olarak Yunanistan da davet edilirken Atina'daki cunta yönetimi görüşmelere katılmadı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile İngiltere Dışişleri Bakanı James Callaghan arasındaki görüşmelerde İngiltere'ye ortak müdahale teklifinde bulunuldu. Başbakan Ecevit ve Yardımcısı Necmettin Erbakan, İngiltere'nin olumsuz cevap vermesi üzerine, garantörlük hakkını kullanarak ve Ada'daki Türklerin güvenliğini de dikkate alarak 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs Barış Harekatı'nın başlaması kararını aldı. Harekat, dünyaya Ecevit'in yaptığı tarihi, "Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnızca Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada'ya gidiyoruz." sözleriyle duyuruldu. Barış harekatıyla Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakının önüne geçilirken Kıbrıs Türk halkının güvenliği ve varlığı güvence altına alındı. Türkiye, 20 Temmuz 1974'te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 353 sayılı kararı ile İngiltere ve Yunanistan'a "barışın yeniden tesisini sağlamak üzere müzakerelere başlama" çağrısında bulundu ve 22 Temmuz 1974'te harekatı durdurdu. Daha sonra garantör ülkeler bir araya gelerek Kıbrıs meselesinin çözümü için görüşmelere başladı. 25 Temmuz 1974'te toplanan 1. Cenevre Konferansı, 30 Temmuz 1974'te imzalanan Cenevre Deklarasyonu ile son buldu. Deklarasyonda, Yunanistan ve Rumlar tarafından işgal edilen Türk anklavlarının (bölgelerinin) acilen boşaltılması ile Ada'da barışın ve anayasal düzenin yeniden tesisini teminen dışişleri bakanları arasında müzakerelere devam edilmesi öngörüldü. Öte yandan deklarasyonla Ada'da Kıbrıs Türk toplumu ile Kıbrıs Rum toplumu olmak üzere iki özerk yönetimin mevcudiyeti ilkesel olarak tanındı. Harekatın ikinci aşaması "Ayşe tatile çıksın" parolasıyla başladı konferansın 8 Ağustos'ta başlayan ikinci aşamasında, Yunanistan, Ada'da yeni anayasal düzenin kurulmasına yönelik tüm teklifleri reddetti ve anayasaya ilişkin varılacak bir uzlaşma için Türk birliklerinin geri çekilmesini ön koşul olarak ileri sürdü. Ayrıca ikinci toplantıya kadar Rum ve Yunan askerlerinin Türklerin bulunduğu bölgeden çekilmeleri gerekiyordu ancak çekilmedikleri gibi saldırılar da sürdü. 2. Cenevre Konferansı görüşmelerinden de bir sonuç çıkmayınca 14 Ağustos’ta "Ayşe tatile çıksın" parolasıyla Kıbrıs Barış Harekatı'nın ikinci aşaması başladı ve 16 Ağustos'ta ateşkes ilan edildi. Türkiye'nin başlattığı harekat başarıyla sonuçlanırken Ada'da yaşayan Kıbrıs Türk halkının güvenliği de sağlandı ve Ada'ya barış hakim oldu. İkinci harekat sırasında geri çekilen Rum askerleri, geçtikleri Türk köylerini yakarak silahsız insanları katletti. Toplu katliamlar, katliam çukurları ve mezarlar, harekatın bitiminde ortaya çıkarıldı. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında, Türk ordusu 498 şehit verirken Kıbrıs Türk tarafı ise 70'i mücahit, 270 kişiyi kaybetti. Kıbrıs Türkleri genel olarak ise 1672 şehit verdi. Harekatın ardından Kıbrıs Türkleri kendi yönetimlerini kurdu Kıbrıs'ta mevcut sınırların çizilmesine olanak sağlayan harekatın hemen ertesine Kıbrıslı Türkler, 1 Ekim 1974'te Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi'ni kurdu. Ardından Kıbrıs Türklerinin devlet yapısını kökleştirme, anayasa yapma ve çok partili sisteme geçme gibi tecrübeler yaşadığı Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) 13 Şubat 1975'te ilan edildi. KTFD Meclisi, 15 Kasım 1983'te oy birliğiyle aldığı bir kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kurulduğunu ilan etti. |
Kıbrıs Harekâtının 50. yıl dönümü kutlu olsun..
-
-
Kazandığımız harika bir askeri başarı, ama masada kazanamadık, bizden başka KKTC'yi tanıyan tek bir devlet yok
Lafta soydaşımız, din kardeşimiz diye kabul edilen devletler bile bizim devletimizi tanımıyorlar
Başımızda ise ümmeti milletten önce tutan bir devlet var, arapların bağımsızlığı onlar için Türklerden daha önemli
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Dünya ne yazık ki bize "Kıbrıs Türklerini zulümden kurtardı" gözüyle bakmıyor. Rusya'nın Ukrayna'ya yaptıkları gibi "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuzeyini işgal etti ve ilhak etmek istiyor" gözüyle bakıyor.
Biz ne yaptıysak adada işgalci değil, garantör ülke olduğumuzu dünyaya anlatamadık. Yunanistan'ın Güney Kıbrıs'taki garantörlüğünü hak olarak kabul ettiğimiz halde dünyanın hiçbir ülkesi Kuzey Kıbrıs'taki garantörlüğümüzü hak olarak kabul etmedi.
Azerbaycan söz konusu olduğunda "bir millet iki devlet" demeyi biliyoruz. Peki, Kuzey Kıbrıs söz konusu olduğunda neden "bir millet üç devlet" diyemiyoruz? Kuzey Kıbrıs'ın kendi ekonomik bağımsızlığına kavuşması için neden hiçbir çaba göstermiyoruz?
Kuzey Kıbrıs Türkü'nün 50 yıldır yaşadığı sistematik izolasyonun nedeni olarak görülmek neden ağırımıza gitmiyor? Avrupa Birliği'nin Güney Kıbrıs vatandaşlığı karşılığında Kuzey Kıbrıs Türkü'nün ağzına çaldığı bir parmak balın aslında ne kadar zehirli olduğunu, içi boş olan birleşme ve federasyon hayallerinin 50 yıl öncesine kadarki zaman diliminde yaşandığı gibi zulüm ve etnik temizlikle sonuçlanacağını neden kabul ettiremiyoruz?
Kuzey Kıbrıs tüm dünyaca tanınırsa Avrupa Birliği'ne Türkiye'den daha önce tam üye olmasının yüksek olasılıklı olduğunu neden hiç kimse dile getirmiyor?
İki devletli çözüme ve kalıcı barışa yönelik her türlü iyi niyet girişimimizin Yunanistan ve Güney Kıbrıs cephesi tarafından ısrarla geri çevrilmesinin Kuzey Kıbrıs Türkü'nde neden olduğu haksızlığı ve adaletsizliği nasıl oluyor da dünyaya anlatamıyoruz?
Kafamda çok deli sorular...
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X