Şimdi Ara

Küreselcilik ve ulus devletler (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
60
Cevap
0
Favori
2.101
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Lacrima

    ulusçuluk ve küreselleşme arasında bahis oynayacak olsam banko küreselleşmeye yatırırım. dünya ekonomisi küreselleşme trendinde yani meyil o yönde, ulusallaşma ek çaba, ek külfet gerektiriyor, bu yüzden ek çaba, ek külfet gerektiren her ideoloji gibi tarihteki yerini alacaktır muhtemelen.

    ki ilerde kültürsel niteliklerin sadece turizm ve vitrin amaçlı olarka kullanılacağını düşünüyorum.



    küresel dünya mı? küresel imparatorluk mu?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: driver
    küresel dünya mı? küresel imparatorluk mu?


    imparator kim?

    imparatorluk ya da dünya , neticede çindeki fakir sayısı azalıyor mu azalmıyor mu?

    ya da 30 sene önce 10 memur maaşı ile alınabilen buzdolabının bugün 1 maaş ile alınabilmesi...

    bu bolluk (1 liraya oyuncak...) nereden geliyor bir düşünün.


    ha bir de komplo teorileri eğlenceli, ben de severim.

    ama fazla da kaptırmamak gerekiyor.
  • http://kadin.bianet.org/2003/04/09_k/12929.htm şimdilik bunu buldum inandırıcı gelmezse yine bakarım.

    "Oysa son otuz yılda dünyanın zenginliği 5 kat arttı. Ama son otuz yılda dünyanın en zengin % 20'si ile en yoksul % 20'si arasındaki uçurum ikiye katlandı. En zengin ülkelerin geliri, en fakir ülkelerin gelirinin 59 katına ulaştı.Bu oran 1960'lı yıllarda 30 kattı."
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    http://kadin.bianet.org/2003/04/09_k/12929.htm şimdilik bunu buldum inandırıcı gelmezse yine bakarım.

    "Oysa son otuz yılda dünyanın zenginliği 5 kat arttı. Ama son otuz yılda dünyanın en zengin % 20'si ile en yoksul % 20'si arasındaki uçurum ikiye katlandı. En zengin ülkelerin geliri, en fakir ülkelerin gelirinin 59 katına ulaştı.Bu oran 1960'lı yıllarda 30 kattı."


    rakamlar doğru gibi, soğuk savaş döneminin sonuçlarını yansıtıyor. (1960-1990)

    ki bu rakamlara baktığımızda bile en fakir %20 nin gelirinin 2.5 kat arttığını görüyoruz.

    bir diğer nokta da ben gelir dağılımının düzelmesinden ziyade küresel sisteme katılan fakir ülkelerin zenginleştiğini söyledim. buna bir itirazınız var mı?




  • http://www.kozmopolit.net/haberler/9381

    http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/Yeldan36_31Agu05

    http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=16963

    şahsen ben öyle olduğunu düşünmüyorum. yukarda dediğim gibi parçalar endonezyada üretildiğinde abd de 3000 dolar alan işçi yerine 50 dolara çalışıyorlar. burada yine abd deki firma zenginleşir bana zorarsanız.


    ama işçi ücretleri arasındaki uçurumu dibe doğru çekerek (tüm ücretleri azaltarak) azalttığını söyleyebiliriz.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: vese

    kuzey-güney (zengin-fakir) arasındaki fark da kapanıyor.



    bunu sorgulamak gerekir diyorum.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    şahsen ben öyle olduğunu düşünmüyorum. yukarda dediğim gibi parçalar endonezyada üretildiğinde abd de 3000 dolar alan işçi yerine 50 dolara çalışıyorlar. burada yine abd deki firma zenginleşir bana zorarsanız.


    peki bu işçilere 50 dolarlık iş imkanı da olmasaydı ne olacaktı?

    bir de bu işler yavaş yavaş olur, endonezya zenginleştikçe işçi ücretleri de artacak, sonra da küresel sermaye başka bir ucuz işci cenneti bulacak. ama zenginleşebilmesi için önce 50 dolara çalışması lazım. sizin sihirli bir formülünüz mü var? yoksa endonezya'da da mı bor madeni var

    uzun vadeli bakınca bunların olumlu olduğunu görmelisiniz.

    bir de size şu yazıyı tavsiye edeyim :http://www.sabah.com.tr/2007/01/09/yaz09-40-104.html




  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq
    quote:

    Orjinalden alıntı: vese
    kuzey-güney (zengin-fakir) arasındaki fark da kapanıyor.

    bunu sorgulamak gerekir diyorum.


    tabi sorgulayın çekinmeyin

    şu teze itirazınız var mı:

    >>küresel sisteme katılan fakir ülke zenginleşir

    katılana örnek : çin , endonezya, malezya

    katılmayana örnek : kuzey kore


    ben yatıyorum, iyi geceler herkese...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vese -- 13 Ocak 2007; 1:39:01 >
  • amerikan şirketlerini güney amerikadan yada güney asyadan çıkartırsanız muhtemelen halk başka bi geçim kaynağı bulamayacak. aylık 50 dolar az olabilir, ama o da olmazsa halkın başka bi gelir kaynağı kalmıycak.
  • @vese verdiğin yazının konuyla ilgisini çözemedim.

    neyse sorun şu ki çin in zenginleştiği falan yok. zenginleşen devlet aygıtı ve onu yönlendiren bi avuç elit. afrikada da aynı. burada ahaliye kırıntılar düşmekte. 50 dolar almakatan bahsediyorsunuz ,
    zengin fakir arasındaki gelir uçurumunun artması ne demek. böyle bi durum var.

    bir de yoksulluğu hissetme düzeyi farklı. orta sınıf yazarlarımız olduğu için ahalinin durumunun 30 yıl öncesine oranla daha iyi olduğunu savunanlar ücretler ve alım gücünü bi 50 yıl önceyle karşılaştırsın bakalım. sonuçları da üşenmezlerse bize aktarsın.

    kıssadan hisse ücretler küresel anlamda düşme eğlimindedir. zaengin daha zengin olmaktadır. yoksul sınıf büyümektedir. orta sınıf ,küçük burjuvazi ,ayrıcalıklı stratejik sektör işçileri (demir,çelik ,petrol sektörü üretim araçları üretenler vs.) küçülüp eriyecektir. yani alta kayacaktır.
    bu da gelir uçurumunu iyice artıracaktır.
    benim iddiam budur.




  • dünyadaki capita nın 2000 yıllık grafiği.

     Küreselcilik ve ulus devletler



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Lacrima -- 13 Ocak 2007; 6:27:09 >
  • Küreselleşme, halkları devletlerin değil büyük şirketlerin yönetmesi gibi geliyor bana.
    İş adamlarının siyasetle bu kadar haşır neşir olmaya başlaması bunun yüzündendir.

    Sorarım; erken seçim tartışmaları son sürat devam ederken, Tusiad'ın yaptığı açıklama sonucu erken seçim isteyenler süt dökmüş kediye dönmediler mi?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    neyse sorun şu ki çin in zenginleştiği falan yok. zenginleşen devlet aygıtı ve onu yönlendiren bi avuç elit. afrikada da aynı. burada ahaliye kırıntılar düşmekte.



    bunun sebebi çindeki komünist yönetim.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: vese

    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    neyse sorun şu ki çin in zenginleştiği falan yok. zenginleşen devlet aygıtı ve onu yönlendiren bi avuç elit. afrikada da aynı. burada ahaliye kırıntılar düşmekte.



    bunun sebebi çindeki komünist yönetim.


    mesela nijerya sahillerinde petrol bulununca halk açısından pek bişey farketmedi. hatta çıkan iç kavgalardan zarar gördüler. tüm petrol payını elitler aldı. bunun nedeni hükümetlerdeki corruption. sonuçta norveç de açık sulardaki petrol ile şu andaki zenginliğine kavuşmuş bir ülke ancak kişi başı gelir $40000. demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi tam olarak oturtulmazsa hükümette corruption olmasa bile petrol veya yer altı zenginlikleri HDI indeksinde ilerlemeye yardım etmiyor. örn suudi arabistan.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: vese

    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    neyse sorun şu ki çin in zenginleştiği falan yok. zenginleşen devlet aygıtı ve onu yönlendiren bi avuç elit. afrikada da aynı. burada ahaliye kırıntılar düşmekte.



    bunun sebebi çindeki komünist yönetim.



    ironinin farkındamısın. komunist diyorsun ama ahali fakir. demek ki komunist değil. bildiğin vahşi kapitalist.

    serbest piyasa ekonomisinin olduğu yerde yoksulluk eksik olmaz. dediğin ülkelerde de aynı.

    daha önce de konuştuk. fransa da yüzbinlerce abd de yine yüzbinlerce evsiz var. ama abd ırak ta 400milyar dolar harcayabiliyor.

    bunlar hep serbest piyasa işte. şimdi yine eski tartışmalara dönmeden,

    türkiye çin gibi olursa zenginleşir ,yani kapitalizmi , sol ya da sağ radikal ideolojiyle bulamaç edip , "angarya kapitalizmi ya da çıplak diktatörlük " gibi yöntemlerle , ahaliyi inim inim inleterek zenginleşebilir. bunun adına
    da ulus devlet ya da milli devlet ya da islami devlet vs. diyebilir.

    yani iş öyle ya da böyle "kapitalist" yönetimlerin farklı ritüellerle süslenmesi ,düntyanın para güç ilişkileri üzerinden döndüğünü , bu anlamda

    küresel sermaye izin verdiği kadar ulus devlet olunacağını düşünmekteyim.




  • arkadaşlar Ortadoğuda durum çok farklı. Eğer olayı bu kadar net kontrol ediyorlarsa, olay sadece petrolse burada İsraili neden destekliyorlar? Eğer İsrail olmasa yönetimlerin tümü zaten ellerinde değilmi? O zaman ne çatışma olur nede vs al glüm ver gülüm. Bakın Amerika'da Suudi Dış işleri bakanının Amerikayı eleştiren konuşması sonrası hemen bakanlıktan alınıp yerine 22 senelik Amerikadaki Suudi elçisi atanıyor. Zaten Amerika bu bölgede ne isterse o oluyor? peki neden İsraili bu kadar destekleyip elindeki bu kontrol güünden olmaktan çekinmiyor?
    Altında ne var acaba? sadece petrol ve petrol yollarını kontrol olsa bu kadar zorlamaya ihtiyacı yok bir tanesine diğerini saldırtır ve önce birine sonra da diğerine silah satar fabrikalarını çalıştırır, orada oluşan kapitali toplar. Mesela Suudi arabistan 15 milyar dolarlık silah alıyor, bnları yine amerikalılar kullanıyor şimdi bununla hangi ülkenin çıkarları korunacak sizce? Suudların mı?
    Bence burada birazda geçmişe dönmek ve kimler tarafından alınan kararların şu anda uygulandığınada bakmak lazım.
    ...geçtiğimiz günlerde Pulitzer ödüllü Amerikalı Gazeteci Seymour Hersh'ün yazdığı bir makalede tekrar gündeme getirildi. Bu yazıda da İsrail'in, ABD'nin yenileceğini anlayınca Kürt grupları bağımsız devlet kurmaları için kışkırtmaya başladığının üzerinde durulması son derece ilgi çekiciydi.

    quote:

    Haçlı seferlerinin tarihsel tecrübesi ve "Hıttin Korkusu", bu noktada bir kez daha Yahudi Devleti'ne yol gösterdi. Haçlılar, Ortadoğu'daki Müslümanlar birbirleri ile çekiştikleri, parçalanmış olarak kaldıkları sürece varlıklarını korumuşlar, Müslümanlar Selahaddin Eyyubi önderliğinde birleştiklerinde ise bozguna uğramışlardı. Dolayısıyla Yahudi Devleti, muhtemel bir "Hıttin"den sakınmak için, kendisini çevreleyen Müslüman-Arap dünyasının birleşmesini kesinlikle engellemeliydi. Dahası, Pax Ottomana'nın sonundan beridir bölünmüş halde olan o dünyayı, mümkün olduğunca daha da bölmeli, daha da küçük parçalara ayırmalıydı. Arap ülkeleri, bir tür İslami ya da PanArabik bir "Enternasyonal" altında birleşmek bir yana, kendi mevcut "ulusal" birliklerini bile koruyamamalı, daha küçük parçalar oluşturacak şekilde dağılmalı, "atomize" olmalıydılar.
    Kısacası, siyaset sanatının en eski yöntemlerinden biri olan divide et impera (böl ve yönet) düsturunun, Ortadoğu'ya uyarlanması gerekiyordu. Bu, Ortadoğu'yu Yahudi Devleti açısından güvelikli kılabilecek olan yegane uzun vadeli düzenlemeydi.


    Beka için Parçalamak
    İsrail'in beka stratejisinin parçalarından biri olan çevre stratejisi, açık açık ilan edilmiş bir politikaydı. Yahudi Devleti, kendisine stratejik olarak ya¬kın gördüğü ülkelerle yakınlaşmak istemişti ve bunu gizli tutmak için de bir gerek yoktu.
    Oysa beka stratejisinin daha da önemli olan bir diğer parçası, bu denli rahat ve açık bir biçimde ifade edilebilecek bir içeriğe sahip değildi. Çünkü bu parça, İsrail'in Arap devletlerini nasıl parçalayabileceği sorusuna cevap arıyordu ve böyle bir planı diplomatik alanda ifade etmesi kuşkusuz büyük bir skandal olurdu. Bu nedenle, beka stratejisinin bu parçası, gizlice tasarlandı ve uygulamaya kondu.
    Ancak siyasette zaman zaman görüldüğü gibi, bu konuda da bazı "sızıntı"lar oldu ve beka stratejisinin bu gizli parçası ile ilgili bazı bilgiler, dolaylı da olsa İsrail Devlet aygıtının dışına çıkıp dış dünyaya ulaşabildi. İsrail Dışişlerinde eski bir görevli olan Oded Yinon'un, 1982 yılında Dünya Siyonist Örgütü'ne bağlı Enformasyon Dairesi'nin İbranice yayın organı Kivunim'de yazdığı bir rapor, işte bu "sızıntı"ların en önemlisiydi. "1980'lerde İsrail İçin Strateji" başlığını taşıyan yazı, İsrail'in tüm Ortadoğu'yu kendi beka stratejisi uyarınca düzenlemeyi, tüm bir bölgeyi "hayat sahası" haline getirmeyi hedeflediğini gösteriyordu çünkü.
    Yinon'un raporu, Ortadoğu ülkelerinin demografik yapısını kendine temel alıyordu. Bu demografik yapının özeti şuydu: Ortadoğu ülkelerinin hiç biri, homojen birer "ulus-devlet" değildirler, aksine, yapay biçimde birbirine tutturulmuş birer zoraki mozayiktirler. Bu durum, Ortadoğu'yu 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde sömürgeleştiren Avrupalı güçlerin yaptığı bölgesel bir düzenlemenin sonucudur. Sömürgeciler, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün gibi Ortadoğu ülkelerini nüfus ya da mezhep temeline göre değil, kendi idari bölüşümlerine göre oluşturmuşlar, sınırları da masa üzerinde cetvelle çizmişlerdir. Dolayısıyla bu ülkelerin hiç biri, sosyolojik bir "ulusa" sahip olmayan, yapay ve dolayısıyla da kolaylıkla çözülüp dağılabilecek devletlerdir. Suriye ya da Irak vardır, ama "Suriye milleti" ya da "Irak milleti" gibi sosyolojik bir gerçek yoktur, dahası, bu devletlerin sınırları içinde birbirlerine pek de dostça bakmayan farklı dini ve etnik gruplar vardır. Bu yüzden Oded Yinon, bu devletleri iskambil kağıdından yapılmış evlere benzeterek şöyle der:
    Müslüman Arap alemi, buralarda yaşayan insanların dilek ve arzuları hiç dikkate alınmadan yabancılar tarafından bir araya getirilmiş, iskambil kağıtlarından yapılma geçici bir ev gibidir. Keyfi olarak 19 devlete bölünmüştür. Herbiri birbirine düşman azınlıklardan ve etnik gruplardan oluşturulmuştur. Dolayısıyla bugün her Müslüman Arap devleti, içten etnik toplumsal çöküntü tehdidi altındadır; bazılarında iç savaş başlamıştır bile.

    Peki böylesine karışık bir Ortadoğu'da İsrail'in beka stratejisi ne olacaktır? Cevap basittir; divide et impera, yani bu yapay devletlerin parçalanıp çözülmelerini sağlamak. Yinon, her Arap ülkesine sırayla değinir ve nasıl parçalanabilecekleri konusunda fikir yürütür. İlk olarak, 1975'ten bu yana İsrail'in büyük katkılarıyla süren iç savaş nedeniyle zaten fiili olarak parçalanmış olan Lübnan'a değinir: "Lübnan zaten fiilen var olan beş bölgeye bölünecektir. Bu bölgeler, bir Maruni-Hıristiyan bölgeyi, bir Müslüman bölgesini, bir Dürzi bölgesini ve bir Şii bölgesiyle Haddad'ın milisleri aracılığıyla İsrail'in denetimi altındaki bölgeyi içerecektir."
    Yinon, Lübnan'ı kendisine model alarak, diğer Arap ülkelerinin nasıl parçalanabileceği konusunda şunları yazar:

    Lübnan'ın beş bölgeye bölünmesi, Mısır, Suriye, Irak ve Arap yarımadası dahil bütün Arap alemi için emsaldir ve o yolda da ilerlenmektedir. Sonradan Suriye ve Irak'ın da Lübnan'da olduğu gibi etnik ve dini bakımdan ayrı ayrı bölgelere bölünmesi İsrail'in uzun vadede doğu cephesindeki birinci hedefidir. Kısa vadedeki hedefi ise bu devletlerin askeri gücünün zayıflatılmasıdır.
    Yinon, Suriye hakkındaki öngörüsünü şöyle detaylandırır:
    Suriye etnik yapısına uygun olarak, bugünkü Lübnan'da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrılacaktır. Böylece kıyıda bir Şii Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam'da buna düşman bir başka Sünni devleti, ve Havran, kuzey Ürdün ve belki bizim Golan'da bir Dürzi devleti. Böyle bir devletleşme uzun vadede bölgede barış ve güvenliğin garantisi olacaktır ve bu hedef bugün artık erişebileceğimiz kadar yakındır.
    Yinon, Suriye'nin parçalanmasının bölgede "barış ve güvenliğin garantisi" olacağını söylemekle, kuşkusuz İsrail'in "Hıttin Korkusu"ndan kurtuluşunu kastetmektedir. Yahudi Devleti'nin bekası, bir başka deyişle bölgenin onun için "barış ve güvenlik"le dolu olması, ancak Arap devletlerinin çözülüp parçalanması ile mümkün olabilmektedir çünkü. (Rapordan, İsrail'in zamanı geldiğinde Golan Tepeleri'ndeki işgalini sona erdirebileceği de anlaşılmaktadır. Yinon'un "bizim" diye tanımladığı Golan, birleşik bir Suriye'ye olmasa da, parçalanmış bir Suriye'nin "bakiye"lerinden birine verilebilir.)
    Yinon, Suriye'nin bu tür bir çözülmeye nasıl sürüklenebileceği konusunda fikir yürütürken, ülkedeki Alevi azınlık iktidarının yarattığı gerilime dikkat çeker:
    Bugün Suriye ordusunun büyük bölümü Sünnidir, ama başlarında Alevi subaylar vardır. Irak ordusu ise ağırlıklı olarak Şiidir, ama subayları Sünnidir. Bunun uzun vadedeki önemi büyüktür ve bunun içindir ki, ordunun sadakati uzun ömürlü olamaz... İktidardaki güçlü askeri rejim (Hafız Esad rejimi) dışında, Suriye'nin temelde Lübnan'dan hiç bir farkı yoktur. Nitekim bugün Sünni çoğunluk ile iktidardaki Alevi azınlık (nüfusun yalnızca % 15'i) arasında sürmekte olan gerçek iç savaş içteki sorunun vahimliğini gözler önüne sermektedir.
    Ve, aslında Suriye'den de öncelikli olan bir hedef vardır Yahudi Devleti'nin önünde; Irak'ın parçalanması. Yinon, henüz 1982 yılında1991'deki Körfez Savaşı'nın ardından fiili olarak gerçekleşecek olan"Irak'ın parçalanması" senaryosunu şöyle çizmektedir:
    Irak bir yandan petrol bakımından zengin, öte yandan da içte bölük pörçük bir ülke olarak, İsrail İçin sağlam bir hedef olmaya adaydır. Irak'ın bölünmesi bizim için Suriye'nin bölünmesinden çok daha önemlidir... Irak, çoğunluğun Şii, yönetici azınlığın ise Sünni olmasına karşın özde komşularından farklı olmayan bir ülkedir. Nüfusun % 65'nin iktidara hiçbir siyasi katılımı yoktur. İktidar, % 20'lik bir seçkin tabakanın elindedir. Ayrıca, kuzeyde büyük bir Kürt azınlık vardır. İktidardaki rejimin elinden petrol gelirleri ve ordu alındığında Irak'ın gelecekteki durumu, Lübnan'ın geçmişteki durumundan farklı olmayacaktır.... Irak etnik ve mezhebi temeller üzerine bölünecektir; kuzeyde bir Kürt Devleti; ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti.

    Raporda, "batı cephesi"nin en önemli unsuru olan Mısır'a da değinilir. Mısır, sözkonusu raporun yazılmasından üç yıl önce imzalamış olduğu Camp David Anlaşması ile İsrail'in Arap dünyasındaki yegane müttefiki haline gelmiş görünümündedir. Oysa çok ilginçtir, raporda Mısır'a hiç bir "dostane" yaklaşım yoktur. Mısır da, Suriye ya da Irak gibi, "parçalanacaklar" listesindedir. İsrail'in Mısır'ı parçalamakla ulaşması öngörülen başlıca hedef ise, Mısır'ı "67 sonrası sınırlara itmek", yani tüm Sina yarımadasını alıp Nil nehrine kadar varmaktır. Tüm bunlar, Camp David'in gerçek bir barış değil, zaman kazanmak için kullanılan geçici bir "ateşkes" olduğunu göstermektedir. Yinon şöyle yazar:
    Bugünkü iç siyasal görünümüyle Mısır tam bir ölüdür; hele hele, Müslüman ve Hıristiyan alemleri arasındaki gitgide derinleşen uçurumu da göz önüne alırsak, bu daha da doğrudur. Mısır'ı farklı coğrafi bölgelere ayırmak, İsrail'in 1980'lerde batı cephesinde güttüğü başlıca siyasi hedeftir... İsrail uzun vadede, ekonomik açıdan olsun, enerji rezervi olarak olsun, stratejik öneme sahip olan Sina üzerinde denetimi yeniden sağlamak için doğrudan veya dolaylı harekete geçmek zorunda kalacaktır. Mısır içteki sorunları nedeniyle askeri stratejik bir sorun yaratmamaktadır. Dolayısıyla, 1967 Savaşı sonrasındaki yerine itilebilir.
    Yinon, raporunun devamında Mısır'ın nasıl bölüneceğini anlatırken, bu olayın gerçekleşmesinin Kuzey Afrika'da bir domino etkisi yaratacağını belirtir. Özellikle de Mısır'ın güneyindeki Sudan, İsrail'in "beka için parçalama" planında önemli bir yer tutmaktadır:
    Mısır birden çok iktidar odağına bölünmüştür. Eğer Mısır parçalanırsa, Libya, Sudan ve hatta daha uzaktaki devletler de bugünkü biçimleriyle varlıklarını sürdürmeyip Mısır'ı izleyeceklerdir. Yukarı Mısır'da, çok sınırlı güce sahip ve merkezi hükümetten yoksun bir takım zayıf devletlerin yanıbaşında kurulacak bir Hıristiyan Kopt Devleti tasarısı, ancak barış antlaşması ile ertelenebilen, fakat uzun vadede kaçınılmaz görünen bir tarihsel gelişmenin anahtarıdır.
    Bugün Müslüman Arap dünyasındaki en parçalanmış devlet olan Sudan, birbirine düşman dört gruptan oluşur. Arap olmayan Afrikalılar, paganlar, Hıristiyanlar ve bunların oluşturduğu çoğunluk üzerinde bir azınlık egemenliği kurmuş olan Sünni Müslüman Araplar. Öte yandan Mısır'da ülke genelinde çoğunluğu oluşturan Sünni Müslüman Araplar'a karşılık Yukarı Mısır'da yedi milyonluk güçlü bir Hıristiyan azınlık yaşamaktadır. Bunların hepsi kendi devletlerini kurmak isteyeceklerdir ve bu da Mısır'da ikinci bir "Hıristiyan Lübnan" yaratacaktır.
    Yinon, Mısır hakkındaki bu tehlikeli kehanetlerinin ardından, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn gibi petrol zengini ülkelerin de son derece istikrarsız ve zayıf bir yapıya sahip olduklarını, İsrail'in de katkılarıyla kolayca kaosa sürüklenebileceklerini ve dolayısıyla İsrail için engel oluşturma gibi bir şanslarının olmadığını söyler. Ürdün'den söz ederken de, ülke içindeki Filistinlilerin potansiyel bir istikrarsızlık unsuru olduğuna dikkat çeker ve şöyle der: "Ürdün, uzun vadede değil ama, kısa vadede yakın bir stratejik hedeftir. Ürdün'ün bugünkü yapısıyla uzun süre var olabilmesi mümkün değildir ve İsrail'in politikası da, savaşta ve barışta Ürdün'ün bugünkü rejiminin tasfiye edilip, iktidarın Filistinli çoğunluğa devredilmesine yönelik olarak işletilmelidir." Çünkü Ürdün'deki Filistinliler'in iktidara tırmanmaları, ülkeyi tam bir kaosa sürükleyecektir. Kuşkusuz böyle bir durumda "Lübnan örneği" yeniden tekrarlanabilir, ülke İsrail işgaline maruz kalabilir.
    Oded Yinon'un 1982 yılında "İsrail İçin Strateji" başlığı altında yazdığı tüm bu senaryoya baktığımızda, çok ciddi, kapsamlı ve uzun vadeli bir "Ortadoğu stratejisi" ortaya çıkmaktadır. Bu, aynı zamanda İsrail'in beka stratejisidir. Yahudi Devleti'nin, Ortadoğu'da baki kalabilmek, Haçlıların kaderinden kurtulabilmek, asla bir "Hıttin" yaşamamak için, tüm Ortadoğu'yu yeniden düzenlemesi öngörülmektedir. Ortadoğu'nun, Yahudi Devleti'ni çevreleyen "düşman denizi" olmaktan çıkarılıp, Yahudi Devleti'ne güvenlik ve istikrar sağlayacak bir "hinterland", bir tür pasif "hayat sahası" haline gelmesi hedeflenmektedir.

    Ancak bu noktada kuşkusuz önemli bir soru ortaya çıkar: Yinon'un yazdıkları, acaba İsrail devlet aygıtının gerçek ve geçerli stratejisi midir, yoksa kendi hayalgücünün mü ürünüdür?
    Bu soru, konuyla ilgili önemli isimler tarafından ele alınmıştır ve hemen hepsi de Yinon'un yazdıklarının İsrail'deki "derin devlet"in gerçek stratejisi olduğu konusunda hemfikirdir. Kudüs İbrani Üniversitesi profesörü Israel Shahak, Yinon'un raporunu temel alarak yazdığı The Zionist Plan for the Middle East adlı çalışmasında, raporda yazılanların İsrail'in uzun vadeli stratejisinin bir özeti olduğunu vurgular. Rapor üzerine eğilen bir diğer ünlü isim, Yahudi asıllı Amerikalı dilbilim profesörü ve siyaset yorumcusu Noam Chomsky de aynı görüştedir. Bertrand Russel Barış Vakfı eski genel sekreteri Ralph Schoenman ise, Oded Yinon'un sözkonusu raporunun sıradan bir belge olmadığını, "İsrail'de gerek ordu, gerekse haberalma örgütünün üst kademelerine egemen olan düşünce yapısını" sergilediğini söylemektedir.
    İşçi Partisi'nin ve özellikle de "Yeni Ortadoğu" vizyonuyla tanınan "güvercin" Şimon Peres'in söylemine alışık olanlar, bu durumu anlamakta zorluk çekebilirler belki. Oded Yinon'un raporundaki görüşlerin "İsrailli aşırı sağcı/dinci gruplara" ait olduğu ve "demokratik" bir ülke olan İsrail'in bu denli mütecaviz bir strateji peşinde koşmasının mümkün olmadığı gibi bir yorum yapabilirler. Oysa İsrail'deki "derin devlet", o çok sözü edilen "aşırı sağcı/dinci" gruplara aittir zaten; bizim "aşırı sağ" dediğimiz şey, İsrail'de "devlet"in ta kendisidir.
    Bu "beka için parçalama" stratejisi, dışarıya Oded Yinon'un 1982'de yazdığı raporu ile sızmıştır belki, ama gerçekte 1950'lerin ortalarından beri Yahudi Devleti'nin gündemindedir ve zaman zaman fiili bir politikaya dönüşme imkanı da bulmuştur. İsrail'in Arap ülkelerindeki ayaklanma ve iç savaşlarda oynadığı gizli rol, bunu göstermektedir.

    Bu alıntı Irak Türkmen Cephesi tarafından Irak'ta Arapçaya çevirilip yüzbinlerce ücretsiz dağıtılması sağlanan, harun Yahya'nın İsrailin Kürt kartı kitabından alınmıştır. Ayrıca geçtiğimiz günlerde Pulitzer ödüllü Amerikalı Gazeteci Seymour Hersh'ün yazdığı bir makalede tekrar gündeme getirildi. Bu yazıda da İsrail'in, ABD'nin yenileceğini anlayınca Kürt grupları bağımsız devlet kurmaları için kışkırtmaya başladığının üzerinde durulması son derece ilgi çekiciydi. Hatta dün İsrailli yetkililerin kuzey Irağa yüzlerle ifade edilen yerden havaya füze ve bireysel kullanıma uygun yerden havaya ve yerden yere füzelr aktadığını SKYTURK te İbrahim Karagül aktardı. Acaba kime karşı (tamda kuzey IRAKa operasyon için sıkıştırdığımız esnada) kime destek için bu füzeler buraya yerleştiriliyor?




  • boğaziçili arkadaşım şu yazdığın yazıdan bişey anladıysam odtülü olayım. açarmısın biraz biz de itiraz edebilelim.
  • Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi ortadoğu etnik ve dini kimliklere göre bölünmek isteniyor. Bunda petrol çok anlam ifade etmiyor. Bakın neden Kuzeye el attıklarını ve buraya devlet olarak bir çıban başı sokmaya çalıştıklarını anlamak istiyorsanız bu kitabı okuyun. Ha neden ITC vurgulaması yaptığımı anlamak isterseniz bazı resmi belgeleri okuyun, ITC nin ne olduğunu anlarsınız. Son MIT raporuda bu yazının ne kadar doğru olduğunu sanırım tekrar vurgulamama yardımcı olacaktır.
    Burada oynanan oyunun Türkiye ile ilgili kısmı belirtilmemiş ama ben anlamakta ve son zamanlarda milliyetçi çıkışlar yapan bazı belediye başkanları ile içimizdeki milliyetçilerin tepkilerinde Türkiye ayağınında böyle olacağını anlıyorum.

    Ayrıca bunun içinde gerekli ön çalışmalar yapılmıyor değil. Mesela Basın yayına olan yoğun talep ve özellikle Neocon ekibin. Sermaye piyasasının baş aktörlerinin yabancıların eline geçiyor olması, vs... gibi.
    Bakın bugün Zamanda bir makale okudum Alev Alatlı'nın şöyle diyor "... Askeri müdahalelerin -başta denetim dışı medyanın varlığı olmak üzere- çok sayıda kısıtlamanın var olduğu kaotik bir istikrarsızlık ortamında gerçekleşiyor olması, silâhlı kuvvetlerin sorunlarını arttırmaktadır. Oysa, hızlı oldukları kadar da birbirine bağımlı teknolojik ve jeopolitik gelişmelerin sürebilmesi, uluslararası hukuk düzeninin istikrarına bağlıdır. Bunu sağlayacak olan, silâhlı kuvvetler olup, silâhlı kuvvetlerin yeni rollerini başarıyla gerçekleştirmeleri gerekmektedir." Öte yandan, Kaos Çağı'nın cephaneliği, "Information Weapons" dedikleri, öldürmeyen "Bilgi Silâhları" ve bunların 'anti'leri, yani bu "silâhları defedici silâhlar"dan oluşuyorlar, ki, bunlar aslında birtakım "yöntemler"dir. ..."
    Anlayacağınız burada çok ince oyunlar söz konusu ve hedef çarpıtılmaya çalışılıyor, ve biz bu hedef kitlenin en önünde geliyoruz.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Bbeyi -- 13 Ocak 2007; 15:50:12 >




  • karagül benim yazdıklarımla çelişen bişey söylemez. ben de okurum onu.
    yalnız diğer arkadaşın söyledikleri palavra. yerinde olsam dünyaya onun gözlükleriyle bakmazdım. din savaşı yoktur.

    eğer din bugün olduğu gibi , bir gücün çıkarlarına ters düşüyorsa ,o engel ılımlı hale getirilir ya da ezilip pörsütülür. dini etkisizleştirmek enerji savaşında bir stratejik bir araçtır.

    neoconların ya da yahudilerin tüm derdi de ,yahudiliği yaymak ya da hristiyanılığı yaymaktır dersek bence komik oluruz.
  • Burada kısaca İsrailli bir think thankin, ki bu ekibin MOSSAD Ve İsrail gizli devletinin sözcüsü olduğunu makalenin sonunda bazı yazarlar belirtiyor, İsrailin ortadoğuyu böl yönetle parçalayıp sonra buralarda kurulacak devletçikleri zamanla kontrolü altına alacağını ve daha sonrada asıl hedefi olan ve bayrağında da ifadeettiği iki nehir arasında vadedilen topraklarda kurulacak devlete kitlendiği anlatılıyor. Burada en önemli unsur 1982 de yazıldığı şekli ile ileride Irağın üçe bölüneceği ve bunun koşulları. Ve sene 2007 bu gerçekleşti. Daha başka söze ne gerek! Ha diye bilirsiniz ki İsrail'in buolayla ilgisi ne? ilgisi şu şu anda 50,000kadar Irak göçmeni Yahudi Irak'a geri döndü ve Kuzey Irakın inşaatına milyarlarca dolar ayıran KUDO firmasının kapital desteği tamamen Amerikadaki yahudi cemaatlerinden sağlanıyor. tüm alt yapılar bunların desteği ile yapılıyor.
    ITC ise Türkyiyedenen çok destek alan Kuzey Iraktaki Sünni ağırlıklı cemiyet. türkiye sadece bunları tanıyor. Ve bu kitap bunlar araılığı ile galiba 2000 de burada Arapçaya çevrilip dağıtılıyor. Kim mi istiyor dağıtılmasını?!!! Acaba kim istiyor sizce?




  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.