arkadaşlar mikhail bakunin ve anarşizm üzerine düşünceleriniz neler?bence bakunin ve anarşizm bilimsel ve sanatsal düşüncenin üzerine egemenlik kurmamış tek siyasi düşüncedir.diğer düşünceler bilim ve sanatın özgür gelişmesinin engeller.ayrıca anarşizm bireyin mutlak özgürlüğünü ve mutlak adaleti öngörür.
hayatı: Bakunin Moskova’nın Kuzeybatısı'nda, Torzok ve Kuvşinovo arasındaki Piramukhino köyündeki aristokrat bir ailenin çocuğudur. 14 yaşındayken Topçuluk Üniversitesinde askerî eğitim aldığı St. Petersburg’a gitti. Eğitimi 1832 yılında tamamlandı ve Rusya İmparatorluk Muhafız Alayı’na düşük rütbeli bir subay olarak atandı ve Minsk’e, Gardinas’a, Litvanya’ya (artık Belarus) gönderildi. Babası Bakunin’in askerî veya sivil göreve devam etmesini istiyorduysa da, o 1835 yılında ikisini de terk ederek, felsefe okumayı umut ettiği Moskova’ya geçti.
Bakunin Moskova’da eski üniversitelilerden oluşan bir grupla arkadaşlık kurdu ve ardından sistematik bir idealist felsefe çalışmasına başladı. Özellikle de Schelling, Fichte ve Hegel’e yoğunlaştı. Başından beri o ve arkadaşları çalışmalarını, o dönem modern bilimin başkenti sayılan Berlin’e bir seyahat yaparak tamamlamak istiyorlardı. Bakunin’in âilesi bu yolculuğun masraflarını karşılamayı reddetti; ama sonunda yumuşadılar ve 1840 yılında yolculuğa çıktı.
O sıralar Bakunin’in plânı üniversitede profesör olmaktı (arkadaşlarının deyimiyle “doğruluğun râhibi”). Fakat daha sonra “Sol Hegelciler” adı verilen radikal öğrencilerle karşılaştı ve onlara katıldı. Berlin’deki sosyalist harekete dâhil oldu. Buradan Proudhon ve George Sand’le karşılaşacağı, Polonyalı sürgünlerin lideriyle tanıştırılacağı Paris’e geçti. Paris’ten İsviçre’ye seyahat etti. Burada bir süre kalarak sosyalist hareketlerde faâl olarak bulundu.
İsviçre’deyken, Bakunin Rusya hükûmeti tarafından Rusya’ya çağrıldı ve çağrıyı reddetmesi üzerine mallarına el konuldu. 1848 yılında Paris’e döndüğünde, Rusya’ya karşı ateşli bir saldırı başlattı ve bu Bakunin’in Fransa’dan sürülmesine neden oldu. 1848’in devrimci hareketleri kendisine demokratik ajitasyon yapan köktenci bir kampanyaya katılma fırsatını verdi ve 1849 Mayısındaki Dresden ayaklanmasına katılması nedeniyle tutuklandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. Bununla birlikte idam hükmü ömür boyu hapse çevrildi ve Rus yetkililere teslim edildi. Hapsedildi ve 1855 yılında doğu Sibirya’ya gönderildi.
Bakunin Amur bölgesine gitmek için izin talep etti ve buradan kaçmayı başararak Japonya’ya, ardından da 1861 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nden İngiltere’ye geçti. Geri kalan yaşamını batı Avrupa’da, özellikle de İsviçre’de sürgünde geçirdi. 1869 yılında Sosyal Demokratik Birliği kurdu. Bununla birlikte Birinci Enternasyonal’in uluslar arası bir organizasyon olduğu ve yalnızca ulusal organizasyonların üyeliğe kabûl edildiği bahanesiyle Bakunin’in kurduğu birlik Birinci Enternasyonal’e alınmadı. Oluşturulduğu yıl dağılan bu birliği oluşturan çeşitli gruplar daha sonra Enternasyonal’e ayrı ayrı katıldılar.
1870 yılında Bakunin Lyons’taki başarısız bir ayaklanmaya önderlik etti. Ayaklanma daha sonra Paris Komünü için örnek teşkil etti. Karl Marx ve Friedrich Engels daha sonra bu komünü onayladılar ve onu proletarya diktatörlüğünün bir örneği olarak tanımladılar; bununla birlikte Marx Lyons’taki ayaklanmanın erken ve maceracı bir ayaklanma olduğu görüşündeydi. Çünkü başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Aynı zamanda da Bakunin'in önderliğinde olması böyle bir değerlendirmeyi getirebilirdi.
Bakunin’in 1872’deki Lahey Kongresi’nde Marx’ın üstün gelmesiyle Enternasyonal’den tasfiye edilmesi, Marksist düşüncenin devletin nihâî çözülmesinden önce kurulmasını öngördüğü işçi devleti görüşü ile Bakunin’in böyle bir ara basamağa gerek olmadığına dâir görüşü arasındaki uyuşmazlığın açık bir temsili oldu. Marx’ın (dehâsını kabûl ederek) yaptığı sınıf çözümlemesini ve kapitalizme ilişkin öne sürdüğü ekonomik teorilerini kabûl etmekle birlikte, Devlet ve Otorite hakkındaki görüşlerini de son derece âciz, yetersiz buluyordu. Marx’ın küstah ve kibirli olduğunu ve yöntemlerinin komünist devrimi tehlikeye atacağını düşünüyordu. "Bakunin Yahudi kökenli olduğu için Marx’a saldırarak anti-semitist olduğunu da açığa vurdu" diyenler de vardır. Fakat ilginç olan Marx'ın redaktörlüğünü yaptığı Neue Rheinische Zeitung'da Bakunin'in Rus ajanı olduğunu iddia eden bir haberin ciddi imiş gibi yayınlanması ve Avrupa'da tüm burjuva basınının ve bunlara hâkim Yahudi kökenlilerin bu sözde haberi sık sık tekrarlamaları karşısında Bakunin anti-semitist sayılabilecek ifâdeler de kullanmıştır. Bu haber özellikle Marx'a çok yakın Utin (daha sonra Çar'dan özür dilemiş ve Rusya'da yaşamasına izin verilmiştir) tarafından sürekli gündemde tutulmuştur.
Bakunin 1873 yılında Lugano’da bir köşeye çekildi ve 13 Haziran 1876’da Bern’de öldü.
II. Tanrı kültünü insanlık sevgisi ve saygısıyla değiştirerek, gerçeğin tek ölçütü olarak insan aklını; adaletin temeli olarak insan bilincini; toplumdaki düzenin tek kaynağı olarak bireysel ve ortaklaşmacı özgürlüğü öneriyoruz. III. Eylemleri için kendi bilinçleri ve kendi akıllarından başka hiçbir onay arayışına girmeme, öncelikle kendilerine ve daha sonra gönüllü olarak kabul ettikleri topluma sorumlu olma özgürlüğü, her erişkin kadının ve erkeğin mutlak hakkıdır. IV. Bir insanın özgürlüğünün bir başka insanın özgürlüğüyle sınırlandığı doğru değildir. İnsan, tümüyle hemcinslerinin serbest rızasıyla akseden ve tanınan kendi özgürlüğünce gerçekten özgürdür, onların özgürlüğünde doğrulama ve genişleme bulur. İnsan yalnızca eşitçe özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür; bir tek insanın bile köleliği tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir. V. Herkesin özgürlüğü bu nedenle yalnızca herkesin eşitliği halinde gerçekleşebilir. Özgürlüğün eşitlikle gerçekleşmesi, hem ilkece hem de gerçekte, adalettir. VI. Eğer insan ahlağının bir temel ilkesi varsa, o da özgürlüktür. Hemcinslerinin özgürlüğüne saygı duymak görevdir, onları sevmek, onlara yardım etmek, hizmet etmek ise erdemdir. VII. Devletin çıkarı için özgürlüğü feda eden de dahil tüm yetkelerin mutlak reddi. İlkel toplumun hiçbir özgürlük kavrayışı yoktu; ve toplum geliştikçe, insan, akılcılığının ve özgürlüğünün tam uyanışından önce, insani ve kutsal yetke tarafından denetlenen bir evreden geçti. Toplumun siyasi ve ekonomik yapısı şimdi özgürlük temelinde yeniden örgütlenmelidir. Bundan böyle, toplum düzeni toplumsal örgütlenmedeki tüm katmanların özgürlüğü denli bireysel özgürlüğün en büyük olası gerçekleşmesinden doğmalıdır. VIII. Toplumsal yaşamın siyasi ve ekonomik örgütlenmesi, mevcut durumda olduğu gibi tepeden -merkezden, zorunlu merkezileşmeyle birliğin empoze edilmesiyle yönetilmemelidir. Tersine, tabandan tepeye doğru –çevreden merkeze doğru- özgür birlik ve federasyon ilkeleri uyarınca yeniden örgütlenmelidir. IX. Siyasi örgütlenme. Her ulusun siyasi örgütlenmesi ve iç gelişimi için somut, evrensel ve bağlayıcı bir norm belirlemek olanaksızdır. Her ulusun yaşamı hepsi için eşit derecede geçerli bir örgütlenme modeli kurmayı olanaksızlaştıracak ölçüde farklı tarihsel, coğrafi ve ekonomik koşullar kalabalağına bağlıdır. Böylesi herhangi bir girişim kesinlikle uygunsuzdur. Bu, yaşamın yalnızca sonsuz farklılık altında yeşeren zenginliğini ve kendiliğindenliğini boğar ve, dahası, özgürlüğün en kökten ilkeleriyle çelişir. Bununla birlikte, kimi tümüyle gerekli koşullar olmaksızın özgürlüğün kılgısal gerçekleşmesi sonsuza dek olanaksız kalacaktır. Bu koşullar şunlardır: A. Devlet yardımıyla desteklenenler veya kısmen kurulanlar dahil tüm devlet dinlerinin ve tüm ayrıcalıklı kiliselerin yürürlükten kaldırılması. Her dinin kendi tanrıları için tapınaklar inşa etme, rahiplerini koruma ve onlara ödeme yapma kesin özgürlüğü. B. Dini şirketler olarak kabul edilen kiliseler asla üretici birliklere göre ayarlanmış siyasi haklardan yararlanamamalılar; ne de çocukların eğitimi onlara bırakılabilir çünkü onlar sadece ahlakı ve özgürlüğü yadsımak için ve tatlı para getiren büyücülük pratiğinden kâr sağlamak için vardırlar. C. Monarşinin yürürlükten kaldırılması, cumhuriyetin kurulması. D. Sınıfların, cephelerin ve ayrıcalıkların yürürlükten kaldırılması; tüm kadınlar ve erkekler için kesin siyasi hak eşitliği, evrensel oy kullanma hakkı. E. Tümüyle yaygınlaşan, sürüleştiren, merkezi Devletin, Kilisenin alter egosunun,ve benzeri, yoksullaştırmanın, vahşileştirmenin, kalabalıkların esir edilmesinin sürekli nedenlerinin yürürlükten kaldırılması, bozuma uğratılması, ve ahlaki, siyasi ve ekonomik yönden paramparça edilmesi. Bunu doğallıkla şunlar izler: tüm devlet üniversitelerinin kaldırılması: kamu eğitimi yalnızca komünler ve özgür birliklerce verilmelidir. Devlet hukukunun kaldırılması: tüm yargıçlar halk tarafından seçilmelidir. Şimdi Avrupa’dan yönetilen tüm kriminal, sivil ve yasal kodların kaldırılması: çünkü özgürlüğün kodu yalnızca özgürlük tarafından yaratılabilir. Bankaların ve tüm devlet kredisi kurumlarının kaldırılması. Tüm merkezi yönetimin, bürokrasinin, tüm sürekli orduların ve devlet polisinin kaldırılması. F. Tüm hukuksal ve sivil görevlilerin ve temsilcilerin (ulusal, yöresel ve komünal delegelerin) her iki cinsin de evrensel oy hakkıyla doğrudan seçilmesi. G. Her ülkenin bireylerin mutlak özgürlüğü, üretim birlikleri ve komünler temelinde kendi yeniden örgütlenmeleri. Ayrılma hakkının tanınmasının gerekliliği: her birey, her birlik, her komün, her bölge, her ulus mutlak özbelirlenim hakkına sahiptir, birleşmek ya da birleşmemek, kiminle isterlerse onunla ortaklık kurmak ve tarihsel haklar denilen şeye [yasal emsallerce kutsanan haklar] ya da komşularıyla uyumluluğuna bakmaksızın ittifakları reddetmek. Bir kere ayrılma hakkı kuruldu mu, ayrılma bir daha gerekli olmayacaktır. Şiddetle empoze edilen bir “birliğin” çözülmesinden sonra, toplumun birimleri karşılıklı yardımlaşmanın güçlü albenisiyle ve doğal gerekliliklerle birleşeceklerdir. Özgürlükle kutsanmış olarak, bu yeni komünler, iller, bölgeler ve uluslar federasyonları gerçekten güçlü, üretici, ve çözülmez olacaklardır. H. Bireysel haklar.
1. Her erkeğin ve kadının doğumundan erişkinliğine kadarki hakkı, tam bakım, giysiler, beslenme, korunma, ilgi, savunma, tüm giderler toplumca karşılanmak üzere eğitim(kamu okulları, ilk, orta ve yüksek eğitim, sanatsal, endüstriyel ve bilimsel eğitim). 2. Ergenlerin, özgürce kariyerlerini seçerken, yardım görmek ve toplum tarafından olası en uç noktaya dek desteklenmek eşit hakkı. Bundan sonra, toplum kendi üzerindeki kendi özgürlüklerine ve haklarına saygı duymak ve gerektiğinde savunmak dışında hiçbir yetkeye veya denetime pabuç bırakmayacaktır. 3. Her iki cinsten erişkinlerin özgürlüğü mutlak ve tam olmalıdır, gelme ve gitme özgürlüğü, tüm görüşleri seslendirebilme, tembel veya etkin olma, ahlaklı veya ahlaksız, kısaca, kişinin birinin egemenliğinden veya egemenliklerden kimseye bağlı olmaksızın kurtulması. Dürüstçe söylendikte, kişinin, hatta birisinin sömürülmesine bile bile göz yuman bireyler pahasına kendi emeğiyle yaşama hakkı. 4. Kamuoyunun doğal geliştirici gücü dışında hiçbir dizginleyici güce yer verilmeksizin sınırsız propaganda, konuşma, basın, kamusal veya özel toplantı özgürlüğü. Ahlakdışı amaçlar da iddia edenler dahil hatta bireysel ve kamusal özgürlükleri çökertme (ya da yıkma) yandaşı birlikler kurma da dahil olmak üzere mutlak örgütlenme özgürlüğü. 5. Özgürlük yalnızca özgürlükle savunulabilir ve yalnızca özgürlükle savunulmalıdır: savunulmasını bahane ederek özgürlüğü sınırlandırma yandaşı kesilmek tehlikeli bir yanılsamadır. Ahlağın başka hiçbir kaynağı olmadığından, başka hiçbir nesnesi, özgürlükten başka bir uyarıcısı olmadığından ahlakı korumak için düzenlenen tüm özgürlük kısıtlamaları ahlâkın zararınadır. Psikoloji, istatistik, ve tüm tarih kanıtlar ki bireysel ve toplumsal ahlâksızlık yanlış bir bireysel ve kamusal eğitimin, kamusal ahlakın dejenerasyonunun ve kamuoyunun yozlaşmasının, ve hepsinden öte toplumun gaddarca örgütlenmesinin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Ünlü bir Belçikalı istatistikçi [Quetelet] toplumun daha sonra suçlular tarafından işlenen suçlara giden yolu açtığına işaret eder. Bunu, sert yasalar aracılığıyla yapılan ve bireysel özgürlüğü kısıtlayan tüm toplumsal ahlaksızlıklarla mücadele etme girişimlerinin başarısızlığı izler. Deneyim, tersine, baskıcı ve yetkeci bir sistemin engellemek bir yana sadece suçu azdırdığını gösteriyor; kamusal ve özel ahlak bireysel özgürlüğün sınırlanması yada genişletilmesi oranında yükseliyor ya da düşüyor. Demek ki toplumu yeniden kurmak için, biz öncelikle eşitsizlik, ayrımcılık, ve insanlığı küçümseme temelinde kurulmuş olan bu siyasi ve toplumsal sistemi tümüyle kökünden sökmeliyiz. Toplumu eksiksiz bir özgürlük, eşitlik, ve adalet -herkes için iş ve insana saygıdan esinlenmiş aydınlanmış bir eğitimi saymaya gerek yok- temelinde yeniden kurduktan sonra kamuoyu yeni insanlığı yansıtacak ve en mutlak özgürlüğün doğal koruyucusu haline gelecektir. 6. Bununla birlikte toplum, kendini kötü amaçlı ve parazit bireylere karşı tümüyle savunmasız bırakamaz. Çalışmak tüm siyasi hakların temeli olmalıdır. Toplumun birimleri, herbiri kendi yargılama yetkisi içinde (yaşlı, hasta ve bireysel ya da kamusal desteğe bağımlı olanlar hariç) tüm benzeri topluma zararlı erişkinleri siyasi haklardan yoksun tutabilir ve kendi emekleriyle yaşamaya başlar başlamaz siyasi haklarını yeniden kazanırlar. 7. Her insanın özgürlüğü vazgeçilemezdir ve toplum hiçbir zaman hiçbir bireyden kendi özgürlüğünü sınırlamasını ya da başka bireylerle tümüyle eşitlik ve karşılıklılık temelinde olanlar dışında sözleşmeler imzalamasını istemeyecektir. Toplum, kişisel saygınlıktan yoksun olarak kendini başka bir bireye gönüllü hizmet eden bir konuma yerleştiren hiçbir kadını ya da erkeği zor kullanarak engelleyemez. 8. Siyasi haklarını yitiren kişiler çocuklarına bakma hakkını da yitirirler. Gönüllü anlaşmaları çiğneyenler, çalanlar, bedensel yaralara yol açanlar, hepsinden ötesi, herhangi bir bireyin özgürlüğünü sınırlayanlar, ister yerli ister yabancı olsun, toplumun kendi yasalarına göre cezalandırılacaktır. . . . 10. Herhangi bir birliğin (komün, il, bölge, ya da ulus) yasalarınca mahkûm edilen bireyler bu birlikten ayrılmak istediklerini ilan ederek cezadan kurtulma haklarını korurlar. Ancak bu durumda, birliğin de eşit derecede onu kovma ve birlik savunması ve korunması dışına attıklarını ilan etme hakkı vardır. I. Birlik hakları [federalizm]. İşçi birlikleri tarihte yeni bir olgudur. Şu anda, geleceğin yeni siyasal yavan toplumsal koşullarında kuşkusuz gösterecekleri uçsuz bucaksız gelişmeleri hakkında biz sadece fikir yürütebiliriz ama saptama yapamayız. Birgün kasabaların, eyaletlerin ve hatta devletlerin sınırlarını aşmaları son derece olasıdır. Toplumu tümden yeniden kurabilirler, onu uluslara değil ama farklı endüstriyel gruplara bölerek, siyasetin gereklerine göre değil üretimin gereklerine göre örgütlenerek. Ancak bu geleceğe ait bir durum. Biz yine de şimdiden şu temel ilkeyi ilan edebiliriz: işlevleri ve amaçları bir yana bırakılmak üzere tüm birlikler, tüm bireyler gibi, mutlak özgürlüğü yaşamalıdırlar. Ne toplum, ne de toplumun herhangi bir parçası –komün, il ya da ulus— özgür bireyleri herhangi bir amaçla; siyasi, dini, bilimsel, sanatsal,ya da hatta ergin olmayan çocuklar olmadıkları sürece bönlerin veya alkoliklerin sömürülmesi ve yozlaştırılması amacıyla özgürce birleşmekten alıkoyamaz. Şarlatanlarla ve zararlı birliklerle mücadele etmek kamuoyunun özel meselesidir. Fakat toplum temel insan adaleti ilkelerini sınırlamayı amaçlayan herhangi bir birliğin ya da ortaklaşmacılığın uygarlık haklarını korumayı reddetmek zorunda kalır. Bireyler salt böyle tanınmayan topluluklara ait oldukları için tam siyasi ve toplumsal haklarını yitirmezler ve cezalandırılmazlar. Tanınan ve tanınmayan birlikler arasındaki farklılık şu olacaktır: hukuken tanınan birlikler gönüllü yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddeden tanınan gruplar veya bireylerden topluluğun korunması hakkına sahip olacaklardır. Hukuken tanınmayan birlikler topluluk tarafından böyle bir korunma hakkı talep edemeyeceklerdir ve onların yaptığı hiçbir anlaşma bağlayıcı kabul edilmeyecektir. J. Fransa’da olduğu gibi, bir ülkenin bölgelerle, illerle, yörelerle ve komünlerle bölünmesi doğallıkla geleneklere, özgül koşullara, ve her ülkenin kendi özgün doğasına dayanacaktır. Biz burada sadece ciddi biçimde özgür bir toplum örgütlemeye çalışan herhangi bir ülkenin gözönüne alması gereken temel ve vazgeçilmez ilkeleri imleyebiliriz. Birincisi: tüm örgütlenmeler tabandan tavana doğru, komünden ülkenin veya ulusun koordine birliğine doğru federasyonlar şeklinde oluşmallıdır. İkincisi: komünle ülke, bölge ya da il arasında en azından bir özerk ara gövde bulunmalıdır. Böyle bir özerk ara gövde olmaksızın (terimin tam anlamıyla) komün çok fazla yalıtılmış ve kaçınılmaz olarak (Fransa’da iki kez olduğu gibi) despotik monarşik bir rejimi yeniden iktidara getirecek Devletin merkezi baskısına karşı direnmek için çok zayıf olacaktır. Despotizm kendi kaynağını kralların despotik doğasından çok Devletin merkezi örgütlenmesinde bulur. K. Her ülkedeki tüm siyasi örgütlenmelerin temel birimi her iki cinsten tüm erişkinlerin çoğunluğunun oylarıyla kurulmuş tümüyle özerk komün olmalıdır. Hiç kimsenin komünün iç yaşamına karışma hakkı veya iktidarı olmamalıdır. Komün tüm görevlileri, yasakoyucuları ve yargıçları seçer. Komünal iyeliği ve mali durumu kendi yönetir. Her komün kendi anayasasını ve yasamasını üstlerinden gelecek herhangi bir onayı beklemeksizin yaratma hakkına su götürmez biçimde sahip olmalıdır. Ancak il federasyonuna katılmak ve onun bir parçası olmak için, kendi özel kuruluş ilkelerini il anayasasının temel ilkelerine uydurmak ve il parlementosunca kabul edilmek zorundadır. Komün ayrıca il mahkemesinin yargılarını ve il hükümetince düzenlenen ölçütleri kabul etmek zorundadır. (İl hükümetince düzenlenecek tüm ölçütler il parlementosunca kararlaştırılmalıdır.) İl yasalarını kabul etmeyi reddeden komünler onun avantajlarından yararlanma hakkını yitirirler. L. İl, özerk komünlerin özgür federasyonundan başka hiçbir şey olmamalıdır. İl parlamentosu ya her komünden temsilcilerin yer aldığı tek bir meclisten oluşur ya da diğerinde komünlerden bağımsız olarak il nufusunun temsil edildiği iki meclisten oluşur. İl parlamentosu, komünlerin iç tartışmalarına hiçbir şekilde müdahele etmeksizin (bu El Kitabındaki ilkelere dayanan) il anayasasını formüle eder. Bu anayasa il parlamentosuna katılmak isteyen tüm komünlerce kabul edilmelidir. İl parlamentosu il federasyonuyla ilişki halindeki bireylerin, komünlerin, ve birliklerin haklarını ve yükümlülüklerini, ve kendi yasalarının çiğnenmesiyle ilgili cezaları tanımlayan yasalar çıkartır. Yine de, temel noktalarda olmasa da, ikincil noktalardaki anlaşmazlıklar yüzünden komünlerin il federasyonundan ayrılma hakkı saklı kalır. İl parlamentosu, Komünler Federasyonu Beyannamesiyle tam bir uyum içinde, komünler, parlamento, hukuk mahkemeleri, ve il yönetimi arasındaki mevcut hakları ve yükümlülükleri tanımlar. Tüm ili etkileyen bütün yasaları, ilin ve komünün özerkliğini, yine de, sınırlamaksızın, ulusal parlementonun kanunlarından ve önergelerinden geçirerek çıkartacaktır. Komünlerin iç yönetimine burnunu sokmaksızın, il çapında veya ulusal girdiden payı olan ödeneği her komüne dağıtır ve komün tarafından üyelerinin kararlaştırdığı gibi kullanılır. İl parlementosu, elbette, evrensel oy kullanma hakkı ile seçilmiş olan il yönetiminin siyasetlerini ve kanunlarını imzalayacak veya reddedecektir. (Gene evrensel oy kullanma hakkı ile seçilmiş olan) il mahkemesi komünlerle komünler, komünlerle bireyler, ve komünlerle il yönetimi yada parlamento arasındaki tüm anlaşmazlıkları temyiz olmaksızın karara bağlayacaktır. [Bu düzenlemeler böylece] donuk, cansız bir tektipliliğe değil, gerçek bir yaşam birliğine, komünal yaşamın zenginliğine varır. Komünlerin isteklerini ve gereksinimlerini yansıtan bir birlik yaratılacaktır; kısaca, bireysel ve kollektif özgürlüğümüz olacak. Bu birlik il iktidarının baskısıyla ya da şiddetiyle başarılamaz, çünkü doğruluk ve adalet bile zorbalıkla empoze edildiklerinde yalancılığa ve ahlaksızlığa yol açarlar. M. Ulus, özerk iller federasyonundan başka birşey olmamalıdır. N. Uluslararası Federasyonun İlkeleri. Uluslararası federasyonu oluşturan uluslar birliği, yukarıda altıçizilen ilkeler üzerinde temellenecektir. Halk Devrimi saati tekrar çaldığında bütün ulusların kardeşçe bir dayanışma içinde biraraya gelmesi ve gerici uluslar koalisyonuna karşı kırılmaz bir müttefiklik oluşturmaları olasıdır, ve aynı zamanda kuvvetlice arzulanır. Bu müttefiklik geleceğin tüm dünyayı kucaklayacak Evrensel Halklar Federasyonu’nun başlangıcı olacaktır. Devrimci halkların Uluslararası Federasyonu, bir parlamento, bir mahkeme, ve bir uluslarası icra komitesiyle, doğal olarak devrimin ilkelerine dayanacaktır. Uluslararası siyasete uyarlandıkta bu ilkeler şunlardır; 1. Her ülke, her ulus, her halk, büyük ya da küçük, zayıf ya da güçlü, her bölge, il ve komün mutlak özyönetim, devletlerin siyasi, ticari veya stratejik hırslarına ve sözde tarihsel haklarına bakılmaksızın dilediği gibi ortaklıklar, birlikler kurma, yada ayrılma hakkına sahiptir. Toplumun öğelerinin birliği, hakiki, uzun ömürlü ve verimli olabilmek için tümüyle özgür olmalıdır: o sadece toplumun kendi birimlerinin iç gereksinimlerinden ve karşılıklı yardımlaşmanın albenisinden doğabilir. 2. İddia edilen tarihsel hakların ve korkunç fetih hakkının ortadan kaldırılması. 3. Devletin gücünün ve şanının değerlerini yükseltme siyasetlerinin mutlak reddi. Çünkü bu her ülkeyi kendi yaptıkları bir büyük kalenin içine hapseden, insanlığın geri kalanına kapılarını kapatan, kendini kapalı bir dünya içinde örgütleyen, tüm insanlık dayanışmasından ayrışmış, kendi şanını ve gönencini başka ülkelere yapabildiği kötülüklerde gören bir siyaset biçimidir. Fetih üzerine kurulmuş bir toplum mutlaka içten içe köleleşmiş bir toplumdur. 4. Bir ulusun şanı ve görkemi yalnızca kendi insanlığını geliştirme derecesinde yatar. Sağlamlığı ve iç diriliği özgürlüğünün derecesiyle ölçülür. 5. Bireylerin olduğu denli ulusların saadeti ve özgürlüğü de çözülmez bağlarla içiçe örülerek birbirlerine bağlanmıştır. Bu nedenle, tüm federe ülkeler arasında serbest ticaret, alışveriş, ve iletişim olmalıdır, ve pasaportlar, sınırlar, gümrük tarifeleri kaldırılmalıdır. Federe bir ülkenin her yurttaşı aynı uygarlık haklarından yararlanabilmelidir ve aynı federasyonda yeralan diğer ülkelerdeki siyasi haklardan yararlanmak ve yurttaşlık elde etmek onun için kolay olmalıdır. Eğer özgürlük başlangıç fikri olursa mutlaka birliğe varır. Ancak birlikten özgürlük fikrine gitmek olanaksız değilse de zordur, eğer olası olsaydı bile sadece kuvvetle baskı kuran bir düzmece “birliği” yıkmakla gerçekleşebilirdi… . . . 7. Hiçbir federe ülke bir sürekli ordu ya da askerleri sivillerden ayıran herhangi bir kurum kurmayacaktır. Sürekli ordular yalnızca kendi ülkelerini karışıklık içine itmekle, vahşileştirmekle, ve finansal harap oluşa sürüklemekle yetinmezler, ayrıca diğer ulusların saadetine ve bağımsızlığına yönelik birer başbelası da kesilirler. Tüm bedensel olarak uygun yurttaşlar, eğer gerekliyse, kendi yaşadıkları yeri ve kendi özgürlüklerini korumak için silahlanmalıdır. Her ülkenin askeri savunması ve donanımı komün tarafından yöresel olarak, ya da, bir şekilde İsviçre’deki ve Amerika Birleşik Devletler’indeki [yaklaşık 1860-7] askeri yapılar gibi eyaletler bazında örgütlenmelidir. 8. Uluslar ve onların kendi illeri arasındaki anlaşmazlıkları temyiz olmaksızın çözmek Uluslararası Mahkeme’nin tek işlevidir. İki federe ülke arasındaki anlaşmazlıklar, temyiz olmaksızın, sadece Uluslararası Parlemento tarafından karara bağlanır. Uluslararası Parlemento ayrıca, tüm devrimci federasyon adına, ortak siyaseti belirler, ve kaçınılmazsa, gerici koalisyona karşı savaş ilan etme kararı alır. 9. Hiçbir federe ulus bir başka federe ülkeye karşı savaş açmamalıdır. Eğer bir savaş varsa ve Uluslararası Mahkeme kararını açıkladıysa, saldırgan ülke teslim olmalıdır. Teslim olmaması halinde, diğer federe uluslar onunla ilişkilerini keserler ve saldırgan ülkenin harekete geçmesi üzerine, saldırıyı geri püskürtmek için birleşirler. 10. Federasyon dışından bir devlete karşı başlayan onaylanmış bir savaşta devrimci federasyonun tüm üyeleri etkin bir biçimde yeralmalıdır. Eğer bir federe ulus dışardan bir devlete karşı Uluslararası Mahkemenin öğütlerine uymayarak haksız savaş ilan ederse bunu tek başına sürdürmesi gerektiği ilan edilir. 11. Federe devletlerin yabancı ülkelerde ayrı ayrı diplomatik temsilcilikler bulundurmanın pahalı lüksünden sonunda vazgeçmeleri ve tüm federe Devletler adına konuşacak temsilciler ayarlamaları umulur. 12. Yalnızca bu el kitabında belirtilen ilkeleri kabul eden halklar veya uluslar federasyona kabul edileceklerdir. X. Toplumsal Örgütlenme. Siyasal eşitlik olmadan hiçbir gerçek siyasal özgürlük olamaz, ama siyasi eşitlik sadece toplumsal ve ekonomik eşitlik durumunda söz konusudur. A. Eşitlik bireysel farklılıkları aynı hizaya çekmek anlamına gelmez, ne de bireyler bedenen, ahlaksal olarak, ya da zihinsel olarak aynı olmak zorundadır. Kapasitelerdeki ve güçteki farklılıklar -ırklar, uluslar, cinsler, yaşlar, ve kişiler arasındaki şu farklılıklar toplumsal bir kötülük olmaktan çok uzakta, tersine, yoğun insanlığı kurarlar. Ekonomik ve toplumsal eşitlik, kişisel zenginliklerin eşitlenmesi demektir, ama insanın kendi öz yeteneklerinden, üretici enerjisinden ve tutumundan kazandıklarını sınırlayarak değil. B. Eşitlik ve adalet için sadece her bir tek insana –doğumundan ergenliğine ve olgunluğuna dek—, önce bakım ve eğitimle, daha sonra, tüm doğal yeteneklerinin ve kapasitelerinin geliştirilmesinde eşit bir şekilde yaklaşacak denli iyi örgütlenmiş bir toplum gerekir. Bu herkes için doğumdan ölüme adalet miras hakkı varolmayı sürdürdükçe olanaksız olacaktır. . . . D. Miras hakkının ortadan kaldırılması. Toplumsal eşitsizlik --sınıfların eşitsizliği, ayrımcılıklar, sağlık-- olgusu, miras hakkı ortadan kaldırılmadığı sürece varolmayı sürdürecektir. Edimsel eşitsizliğin hiç aksatmaksızın haklarda eşitsizlik üretmesi doğal bir toplumsal yasadır. Ve -bizim anladığımız, gerçek, evrensel, ve özgürlükçü anlamında- siyasi eşitlik olmaksızın toplum her zaman iki eşit olmayan parçaya bölünmüş olarak kalacaktır. Birinciler, insan soyunun büyük çoğunluğunu oluşturan halk kitleleri, ayrıcalıklı sömürgen azınlık tarafından ezileceklerdir. Miras hakkı özgürlük ilkesini sınırlar ve kaldırılmalıdır. . . . G. Miras hakkından kaynaklanan eşitsizlik ortadan kaldırıldıktan sonra da, bireylerin sahip oldukları farklı farklı enerji miktarları ve yeteneklere bağlı eşitsizlikler kalacaktır. Bu eşitsizlikler asla tümüyle yok olmazlar, ama eğitimin ve eşitlikçi bir toplumsal örgütlenmenin etkisiyle sürekli, daha ve daha küçültülürler, ayrıca miras yükü de yetişen kuşakların sırtından kalkmış olacaktır. H. Varlığın tek kaynağı emek olmakla beraber, herkes açlıktan ölmekte, ya da vahşi hayvanlar arasında ormanlarda veya çöllerde yaşamakta serbesttir, fakat toplumda yaşamak isteyen herkes yaşamını kendi emeğiyle kazanmalıdır, aksi takdirde başkalarının emeğiyle geçinen bir parazit muamelesi görür. I. Emek insan saygınlığının ve ahlakının bir buluşudur. Ancak serbest ve zihinsel emekle insan, kendi hayvanlığının üstesinden gelerek, kendi insanlığına ve adalet duygusuna erişmiş, çevresini değiştirmiş, ve uygar dünyayı yaratmıştır. Feodal dünyada olduğu denli antik dünyada da emeğe ilişmiş olan ve “emeğin saygınlığı” ile ilgili tüm ikiyüzlü laflara karşın büyük oranda günümüzde de geçerli olan lekenin, bu aptalca önyargının iki kaynağı vardır: birincisi antik dünya için son derece karakteristik olan mahkumiyettir, öyle ki toplumun bir kesimine bilimle, sanatlarla, felsefeyle, ve insan haklarından yararlanmayla kendini insanlaştırma fırsatı sunarken, doğal olarak daha kalabalık olan toplumun diğer kesimi, köleler olarak çalışmaya zorlanmalıydılar. Antik uygarlığın bu temel kurumu çöküşünün de nedeni oldu. Kent, bir tarafta ayrıcalıklı yurttaşlarının aylaklığının ellerinde yozlaşır ve çözülürken, ve öte yanda mirastan mahkûm edilmiş, köleliklerine karşın, ortak emek aracılığıyla bir karşılıklı yardım ve baskıya karşı dayanışma geliştirmiş olan köleler dünyasının hissedilmeyen ama amansız etkinliğiyle baltalanırken, barbar halkların bir üflemesiyle çöktü. Hıristiyanlık, kölelerin dini, daha sonra antik kölelik biçimlerini yeni bir kölelik biçimi yaratmak için yıktı. Eşitsizliğe ve fetih hakkına dayanan ve tanrısal lütufla kutsanan ayrıcalık toplumu yeniden iki zıt kampa böldü: “ayaktakımı” ve soylular sınıfı, serfler ve efendiler. İkinciler için asil ordu ve hükümet görevleri ayrılmıştı, serfler için de zorunlu emeğin laneti. Aynı nedenler aynı etkileri bırakmak için biraraya geldiler; asalet, ahlaksız aylaklıkla demoralize oldu ve zayıfladı, 1789’da devrimci serflerin ve işçilerin rüzgarıyla devrildi. [Fransız] Devrim emeğin saygınlığını ilan etti ve emekle ilgili hakları yasaya geçirdi. Ancak bu yasada kaldı, gerçekte emek köleleşmiş olarak kaldı. Emeğin küçük düşürülmesinin ilk kaynağı, ismen söylendikte, insanların siyasi eşitsizliği doğması, Büyük Devrim tarafından yıkılmıştı. Küçük düşürme yine de halen varolan el emeğiyle zihinsel emek arasındaki ayrımdan başka birşey olmayan, antik eşitsizliği yeni bir biçimde yeniden üreten ve dünyayı yasayla değil ama sermayeyle ayrışan ayrıcalıklı azınlık, ve artık yasaların tutsağı olmayan ama açlığın tutsağı olan işçilerin çoğunluğu şeklinde iki kampa bölen ikinci bir kaynağa atfedilmeliydi. Emeğin saygınlığı bugün kuramsal olarak tanınıyor, ve kamuoyu çalışmadan yaşamayı küçük düşürücü buluyor. Ama bu sorunun kalbine gitmiyor. İnsan emeği, genelde, hâlâ iki kapalı ulama ayrılmış durumda: birincisi –tümüyle yönetimsel ve entellektüel- biliminsanlarını, sanatçıları, mühendisleri, mucitleri, muhasebecileri, eğitimcileri, resmi görevlileri, ve onların emeği disiplin altında tutan alt seçkinlerini içerir. İkinci grupsa büyük işçi kitlelerinden, ve yaratıcı fikirlerden ve zihinsel etkinlikten uzak tutulmuş ve entellektüel yönetici seçkinlerin emirlerini körlemesine ve mekanik olarak taşıyan halktan oluşur. Emeğin bu ekonomik ve toplumsal bölünmesinin ayrıcalıklı sınıfın üyeleri için, halk kitleleri için ve bir bütün olarak toplumun gönenci, ahlaki ve zihinsel gelişimi için çok zararlı sonuçları olmuştur. Ayrıcalıklı sınıflar için lüks bir aylaklık içinde geçen yaşam ahlaki ve zihinsel yozlaşmaya yolaçar. İnsanın sanatsal, bilimsel ve ussal gelişiminde belirli miktarda boş zamanın mutlaka gerekli olduğu tümüyle doğrudur; yaratıcı boş zamanı kolay kazanılan, toplumsal olarak bireysel kapasitelere ve tercihlere göre herkese sağlanan ve ücreti tatminkâr olan sağlıklı günlük emek egzersizi izler.İnsan doğası öyledir ki kötüye olan eğilim her zaman dış koşullarca yoğunlaştırılır, ve bireyin ahlakı kendi istencinden çok içinde yaşadığı çevrenin ve varoluşunun koşullarına bağlıdır. Bu anlamda, aynı diğerlerinde olduğu gibi, toplumsal dayanışma kuralı esastır: mutlak eşitlik içindeki özgürlük denli toplumun ve bireyin ahlağını düzeltici birşey olamaz. En samimi demokratı alın ve tahta oturtun: eğer hiç zaman yitirmeden adımını aşağı atmazsa kuşkusuz bir alçağa dönüşecektir. Bir doğuştan aristokrat (eğer o, bir mutlu kaza sonucu, aristokratik soyundan ve doğuştan itiberen sahip olduğu ayrıcalıklardan utanıyorsa) geçmiş zaferlere özlem duyacak, şimdiki zamanda gereksizleşecek, ve geleceğin ilerlemelerine tutkuyla karşı çıkacaktır. Aynısı burjuva için de geçerlidir:bu aylaklığın ve sermayenin sevgili çocuğu boş zamanlarını dürüstlükten uzaklaşma, yozlaşma ve sefahatla harcar ya da hak ettiği cezayı vermek üzere 1793’den de korkunç biçimde üzerine gelecek olan işçi sınıfını köleleştirmek için acımasız bir kuvvet olarak hizmet eder. Emeğin bölünmesiyle işçinin maruz kaldığı kötülükleri belirlemek çok daha kolaydır: başkaları için çalışmak zorundadır çünkü yoksulluk ve ıstırap içine doğmuştur, tüm ussal yetiştirilme ve eğitimden yoksun bırakılmış, dini baskılarla ahlaken köleleştirilmiştir. Yaşamın içine fırlatılıp atılmıştır, savunmasız, kendi istenci dışında ve inisiyatifsizdir. Sefaletle içine düştüğü umutsuzluktan, bazen kalkıp doğrularak ayaklanır, işçi yoldaşlarıyla birlikten ve iktidarın bağlı olduğu aydınlanmış düşünceden yoksun olarak sık sık ihanete uğrar ve liderleri tarafından satılır, ve neredeyse hiçbir zaman acılarından kimin veya neyin sorumlu olduğunu anlayamaz. Sonuçsuz mücadelelerle yorgun düşmüş olarak, tekrar eski köleliğin içine düşer. Bu kölelik işçilerin ortak eylemiyle kapitalizm devrilene dek sürecektir. Eğitim ayrıcalıklı sınıfın doğuştan özel hakkı olduğu sürece (ki özgür bir toplumda herkese eşit olacaktır); bu ayrıcalıklı azınlık bilimsel ve yönetimsel işleri tekeli altında tuttuğu sürece sömürülme devam eder ve –makine veya yük hayvanı statüsüne indirilmiş olan—halk sömürücüleri tarafından onlara ayrılan adi görevleri üstlenmek zorunda kalırlar. İnsan emeğinin bu küçük düşürülüşü, toplumun zihinsel ve siyasi kurumlarını, ahlakı kirleten uçsuz bucaksız bir kötülüktür. Tarih gösteriyor ki doğal zihinsel gelişimleri bastırılmış, boşu boşuna herhangi bir aydınlık arayışına giren, günlük ağır çalışmanın mekanik monotonluğuyla vahşileştirilmiş, eğitimsiz bir çoğunluk toplumun kendi varoluşunu tehdit eden körlemesine sertliğiyle akılsız gürültücü bir kalabalık kurar. El ve kafa emeğinin yapay olarak ayrılması yeni bir toplumsal bireşime yol açacaktır. Bilim insanları el emeği sergilediğinde ve elle çalışanlar zihinsel emek sergilediklerinde özgür zihinsel çalışma insanlığın görkeminin, saygınlığının ve haklarının kaynağı olacaktır. K. Özgür ve zihinsel emek mutlaka ortaklaşa emek olmalıdır. Herkes, elbette, tek başına veya topluca çalışmak konusunda özgür olacaktır. Fakat hiç kuşku yoktur ki (en iyi bireysel olarak gerçekleştirilen işler hariç) endüstriyel ve hatta bilimsel ya da sanatsal girişimlerde, ortaklaşa emek herkesce yeğlenecektir. Birlik her işçinin üretim kapasitesini müthiş arttırır; bu nedenle, bir üretici birliğin ortak üyesi daha az zamanda daha çok şey öğrenecektir. (Emek örgütleri ve kooperatif üyelerini de içeren) özgür üretim birlikleri gereksinimlerine ve özel yeteneklerine göre gönüllü olarak örgütlenirler, daha sonra tüm ulusal sınırları aşarlar ve dünya çapında uçsuz bucaksız bir ekonomik federasyon oluştururlar. Buna bir endüstriyel parlamento da dahildir, birlikler tarafından küresel boyutta tam ve ayrıntılı istatistiklerle sağlanan; mevcut stoğu ve talepleri gözönünde bulundurarak dünya endüstriyel üretimini çeşitli ülkelere dağıtır ve paylaştırır. Ticari ve endüstriyel krizler, durgunluklar (işsizlik), sermaye yitimi, vs., bundan sonra insanlığın başına bela olmayacaktır; insan emeğinin özgürleşmesi dünyayı yeniden kuracaktır. L. Toprak, ve tüm doğal kaynaklar, herkesin ortak varlığıdır, ancak yalnızca kendi emeğiyle onu ekip biçenlerce kullanılacaktır. Kamulaştırma olmaksızın, sadece işçi birliklerinin güçlü baskısıyla, sermaye ve üretim araçları serveti kendi emekleriyle üretenlere geçecektir. M. Eşit siyasi, toplumsal, ve ekonomik haklar, kadınlara eşit yükümlülükler. N. Doğal ailenin değil ama yasa ve mülkiyetle kurulan yasal ailenin ortadan kaldırılması. Resmi ve dini evlilik özgür evlilikle yerdeğiştirir. Erişkin erkeklerin ve kadınların diledikleri gibi birleşme ve ayrılma hakları vardır, toplum onların birleşme haklarını engelleyemez ya da onları birleşmeye zorlayamaz. Miras hakkının ortadan kaldırılmasıyla ve çocukların eğitimi toplum tarafından sağlandıkça evliliğin geri dönülemezliğiyle ilgili tüm gerekçeler geçersizleşecektir. Ahlaki içtenlik için özgür seçim vazgeçilmez bir koşul olduğundan, bir kadınla bir erkeğin birliği özgür olmalıdır. Evlilikte, hem kadın hem erkek mutlak özgürlükle yaşamalıdır. Ne şiddet, ne tutku ne de geçmişten gelen haklar birinin diğerinin özgürlüğünü çiğnemesini haklı gösteremez, ve her böylesi hak çiğneme bir suç kabul edilir. O. Gebelikten doğuma dek, kadın ve çocuğu komünal örgütlenmeyle desteklenmelidirler. Çocuğunu emzirmek veya sütten kesmek isteyen kadınlar da ayrıca desteklenir. P. Anababaların çocuklarına bakma ve eğitimlerine rehberlik etme hakları vardır, ancak istemeden veya bilerek çocuklarının fiziki ve zihinsel gelişimini engelleyen, gaddarca davranan, onları ahlaksızlaştıran anababalardan çocukları alma hakkına ve yükümlülüğüne sahip olan komünün son kontrolü altında. Q. Çocuklar ne ailelerine ne de topluma aittir. Kendi kendilerine ve kendi özgür geleceklerine aittirler. Kendilerine bakabilecek yaşa gelene dek, büyüklerin yardımlarıyla büyütülmelidirler. Anababaların çocukların doğal özel öğretmenleri oldukları doğrudur, ancak komünün kendi geleceği çocuklara vereceği düşünsel ve ahlaki eğitime bağlı olduğu için, çocukların özel öğretmeni yine komün olmalıdır. Erişkinlerin özgürlüğü sadece özgür toplum küçük çocukların bakımını üstlendiğinde olasıdır. R. Laik okul Kilisenin yerini almalıdır, şu farkla ki dini fikir aşılama batıl inançları ve tanrısal yetkeyi korurken laik kamu eğitiminin tek amacı çocukların aşamalı ve ilerleyen adımlarla fiziki dayanıklılıklarını, zihinlerini ve istençlerini üç katına çıkartarak özgürlüğe taşınmasıdır. Us, gerçek, adalet, yoldaşlarına saygı, diğerlerinin saygınlığından ayrılmaz olan kişisel saygınlık duygusu, kişisel özgürlüğe ve tüm diğerlerinin özgürlüğüne sevgi, çalışmanın hakların temeli ve koşulu olduğu kanısı –bunlar tüm kamusal eğitimin ana ilkeleri olmalıdır. Hepsinden öte, eğitim insanı oluşturmalı insanlık değerlerini aşılamalıdır önce, daha sonra uzmanlaşmış işçileri eğitebilir. Çocuk büyüdükçe, yetke gitgide daha çok yerini özgürlüğe bırakır, öyle ki erişkinliğe vardığında tümüyle özgür olacaktır ve çocukluğunda nasıl yetkeye bağlı yaşadığını unutacaktır. İnsanlık değerlerine saygı, özgürlüğün başlangıç noktası, çocuklara uygulanan sıkı disiplinin bir parçası olmalıdır. Tüm ahlaki eğitimin özü şudur: Çocuklara insanlığa saygıyı aşılayın, iyi insanlar olacaklardır. S. Erişkinlik yaşına ulaştığında en iyi saydığı biçimde eylemek konusunda özerkliği ve özgürlüğü ilan edilir. Buna karşılık, toplum ondan şu üç yükümlülüğü yerine getirmesini bekler: özgür kalmak, kendi emeğiyle yaşamak, ve diğerlerinin özgürlüğüne saygı göstermek. Mevcut topluma kötülük toplumunun örgütlenmesine bağlı suç ve ahlaksızlık bulaşırken; us, adalet ve özgürlük temeline dayanan bir toplumda insanlığa saygıyla ve tam eşitlikle iyi üstün gelecek ve aydınlanmış ve insanlaşmış bir kamuoyunun yaygın etkisi altında gitgide daha da azalacak olan kötülük iğrenç bir istisna olacaktır. T. Yaşlılar, hastalar ve zayıf düşenler tüm siyasi ve toplumsal haklardan yararlanırlar ve giderleri toplum tarafından cömertçe karşılanır. XI. Devrimci siyaset. Tüm ulusların özgürlüğü bölünmez olduğu için ulusal devrimlerin uluslararasılaşmak zorunda oluşu bizim derine yayılmış bir kanımızdır. Nasıl Avrupa ve dünya gericilikleri birleşikse, bundan sonra da yalıtılmış devrimler olmamalıdır, fakat bir evrensel, dünya devrimine varılmalıdır. Bu nedenle, tüm özel ilgiler, kibirler, gösterişler, kıskançlıklar, uluslar arasındaki düşmanlıklar şimdi tek başına her ulusun özgürlüğünü ve bağımsızlığını tümünün dayanışmasıyla garanti edebilecek olan devrimin birleşik, ortak ve evrensel çıkarlarına çevrilmelidir. Ayrıca inanıyoruz ki dünya karşıdevriminin kutsal ittifakı ve dev bütçelere, sürekli ordulara, korkunç bürokrasilere dayanan ve modern merkezi devletin tüm devasa aygıtlarıyla donanmış kralların, ruhban sınıfının, soyluların, ve burjuvazinin komplosu, ezici bir kuvvet kurar; gerçekten de, bu ürkütücü gerici koalisyon sadece eşzamanlı devrimci ittifakın daha büyük gücüyle ve tüm uygar dünya halklarının eylemiyle yıkılabilir, bu gericiliğe karşı yalıtılmış bir tek halkın devrimi asla başarıya ulaşamayacaktır. Böylesi bir devrim bir akılsızlık, yalıtılmış ülke için bir yıkım olacaktır, ve sonuçta, tüm diğer uluslara karşı bir suça dönüşür. Bir tek halkın ayaklanışı yalnızca kendini değil fakat tüm dünyayı gözönünde bulundurmalıdır. Bu, tüm dünyanın çıkarları denli büyük, derin, gerçek, insancıl, ve kısaca genel bir dünya çapında program gerektirir. Ve Avrupadaki, ulusuna bakılmaksızın, tüm halk kitlelerinin tutkularını harekete geçirmek için, bu program toplumsal ve demokratik devrimin tek programı olabilir. Kısaca konuldukta, toplumsal ve demokratik devrimin amaçları şunlardır: Siyasi olarak: devletin tarihsel haklarının, fetih hakkının ve diplomatik hakların ortadan kaldırılması. O tüm bireylerin ve birliklerin insani ve tanrısal köleliklerden tam kurtuluşunu, ve tüm zorunlu birliklerin ve tüm eyaletleştirilmiş komünlerin ve Devlet tarafından fethedilmiş ülkelerin mutlak yıkımını amaçlar. Son olarak, askeri, bürokratik, hükümetle ilgili, yönetimsel, hukuksal ve yasama kurumlarıyla merkezi, saldırgan, yetkeci devletin radikalce çözülmesini gerektirir. Devrim kısaca, şu amacı taşır: herkes için özgürlük, kollektif heyetlerin, birliklerin, komünlerin, illerin, bölgelerin, ve ulusların olduğu denli bireylerin de özgürlüğü, ve bu özgürlüğün federasyon tarafından karşılıklı garanti edilmesi. Toplumsal olarak: siyasi eşitliğin ekonomik eşitlikle sağlama alınmasını amaçlar. Bu, doğal bireysel farklılıkların ortadan kaldırılması değildir, ama her bireyin doğuştan itibaren eşit toplumsal haklarla yaşamasıdır; kız ya da erkek, olgunlaşana dek her çocuk için eşit geçim koşulları, destek, eğitim ve fırsat, ve yetişkinlikte de kendi varlığını kendi emeğiyle yaratması için eşit kaynaklar ve olanaklar.