şarabım,kasem,sevgilim,bir de çimen; bırak bana bunları,al cenneti sen. cehennemmiş,cennetmiş kuru laf bunlar: kim gitmiş cehenneme,kim dönmüş cennetten?
o yakut dudakları kızıl kızıl yanan nerde? o güzelim kokusu cana can katan nerde? müslümanlara şarap haram edilmiş derler içmene bak,haram işlemeyen müslüman nerde?
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun; Bana da sapık, dinsiz der durursun. Peki, ben ne görünüyorsam oyum: Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?
Hayyam ve Matematik
Onun katkıda bulunduğu ilimlerin başında cebir gelir. 3. derecedendenklemler de dahil olmak üzere bir çok cebir denklemini sınıflandırmakiçin uğraşmıştır ve bunların bir kısmına çözüm de bulmuştur." Makalatfi el cebir ve el Mukabele" cebir üzrine bir başyapıttır ve cebiringelişmesinde büyük öneme sahiptir. On bölümden oluşan bu kitabın dörtbölümünde kübik denklemleri incelemiş ve bu denklemlerisınıflandırmıştır. Matematik tarihinde ilk kez bu sınıflandırmayı yapankişidir. O cebiri, “ sayısal ve geometrik bilinmeyenlerinbelirlenmesini amaçlayan bilim” olarak tanımlardı.Matematik bilgisi veyeteneği zamanın çok ötesinde olan ÖmerHayyam denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yapmıştir. Nitekim,Hayyam 13 farklı 3. dereceden denklem tanımlamıştır. Denklemleriçoğunlukla geometrik metod kullanarak çözmüştür ve bu çözümler zekiceseçilmiş konikler üzerine dayandırılmıştır. Bu kitabında iki koniğinarakesitini kullanarak 3. dereceden her denklem tipi için köklerin birgeometrik çizimi bulunduğunu belirtir ve bu köklerin varlık koşullarınıtartışır.
Bunun yanısıra Hayyam, binomaçılımını da bulmuştur. Aslında binom teoerimini ve bu açılımdakikatsayıları bulan ilk kişi olduğu düşünülmektedir. (Pascal üçgeni diyebildiğimiz şey aslında bir Hayyam üçgenidir ).
Geometri alanında Öklid'in çalışmaları üzerinde durmuş ve paralel doğrular teoremine katkıda bulunmuştur. Bir kitabında da Öklit'in aksiyomlarıyla ilgili çalışmalarıtoplayan Hayyam, Öklit'in paralellik aksiyomunu başka bir önermekümesiyle değiştirdi. Bunun sonucunda bugün öklit-dışı geometridekullanılan “geniş, dar ve dik açı hipotezleri” ile ilgili biçimlereulaştı. Öklit'in yapıtı üzerine yorumlarında, irrasyonel sayıların datıpkı rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini kanıtlaması matematiktarihinde bir dönüm noktası oluşturdu
*********************** Hayyam ve Şiir
Zamanında, bir bilgin olarak ün kazanan ÖmerHayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini sağlayan, sonraki yüzyılarda dadoğu islam dünyasının en büyük şairlerinden biri olarak anılmasınayolaçan Rubaiyat'ıdır (Dörtlükler).
ÖmerHayyam, iran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusu sayılır.Sonraları aralarına başkalarının eserleri de karışan bu rubailer ikiyüz kadardır. Hayyam, oldukça kolay anlaşılan, yumuşak, akıcı, açık veseçik bir dil kullanır. Şiirlerinde gerçekçidir. Yaşadıkları,gördüklerini, çevresinden, zamanın gidişinden aldığı izlenimleriyapmacığa kapılmaksızın, olduğu gibi dile getirir. Ona göre, gerçekolan yaşanandır, dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur. İnsan,yaşadıkça gerçektir, gerçek ise yaşanandır. En şaşmaz ölçü akıl vesağduyudur. İnsan bir akıl varlığıdır. Gerçeğe ancak akıl yolu ileulaşılabilir.
Şarabın anlamını bilmeyenler için okuduğum blogdan yazıyı kopyalıyorum.
Edebiyat bölümü öğrencilerinin derinlerine girdikçe farklı zevklere aşina olduğu bir alandır Klâsik Türk edebiyatı. Görünürde süslü ve anlamsız kelimelerden oluşan ve şarap gibi, kadın sevgisi gibi bir sürü saçma sapan konuları işleyen bir edebiyattır. Tabiî bu günümüz edebiyat anlayışının Klâsik Türk edebiyatına bakışını özetler. Ancak derinlerinde bir ömrün serencamını anlatan bu edebiyatımızdan ancak bilen kişilerin zevk alacağını söylemek istiyorum. O anlamını bilmediğimiz kelimelerin arkasından birazcık koşabilsek bizi ne diyarlara götürdüğüne hepimiz rahatlıkla şahit olabiliriz.
Klâsik Türk edebiyatı, imgelerin yani mazmunların edebiyatıdır. Sembollerle halleri tasvir etmenin edebiyatıdır. İşte “şarap” da bu sembollerden bir tanesidir. Günümüz insanının Klâsik Türk edebiyatındaki şarabı bugünkü şarap ile aynı zannetmeleri tamamen bu mazmunun anlamını bilmedikleri içindir. İşte Prof. Dr. Ahmet Kartal hocamızın Eski Türk Edebiyatı dersine ait ders notlarından aklımda kalanları sizlere aktarmak istiyorum.
Anadoluda benimsenen klasik tarz şiirin temelinde Horasan erenlerinin bir dünya görüşü ve hayat felsefesi olarak benimsedikleri melâmet, yani kendini insanlara hor gösterip kınandırma fikri yatar. Buna göre Allah’ı sevmek ve dindarlık asla bunu teşhir etmekle değil, gönülde yaşamakla olur. Bir kimse çevresinden dindarlığıyla taktir topladığı ve bundan zerre kadar da olsa hoşlandığı andan itibaren Allah’a değil, kendisini bu haliyle seven insanlara ibadet etme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Böyle bir duruma düşmemek için çıkar yol olarak insanların horlayacakları kıyafetlere bürünmek gibi dışı perişan gösteren ancak gönlü mamur etmeyi hedefleyen bir hayat tarzı seçildi. Kalenderilik, Bektaşilik, Mevlevilik gibi kaynaklar önemli ölçüde bu fikrin şiiri olup, eski şiirimiz kısaca böylece özetlenebilir.
Dışı harap gösterip, iç dünyayı mamur ederken gönülde oluşan olağanüstü manevî hallerin gelişebilmesinin bir şartı da bunların, ağyar yani bu duruma vakıf olmayan yabancılardan bir sır gibi saklanmasıydı. Bu yolu benimseyenler gerek içinde bulundukları halleri aynı yola girenlerle paylaşmak, gerekse de fikir ve görüşlerini yayabilmek için mutasavvıfların ve bir yandan gelişmekte olan mistik terminolojinin remiz ve sembollerinden yararlandılar. Bu sembollerden biri de gönülde oluşan ilahî sevgi ve coşkuyu en güzel şekilde remzedebilecek bir nesne olan “şarap” idi.
Bir meyvenin suyu iken mayalanan ve köpürmeye başlayan, kabına sığmayarak taşan, bulunan ve sonra da berrak bir halde durularak sükûna kavuşan, fakat asıl bu haliyle kendisine el uzatanları mest edip, kendinden geçiren bu sıvı gönülde oluşan ve insanın sükûn içinde sürüp giden hayatını alt üst eden, onu coşturup kendinden geçiren aşk haliyle büyük bir benzerlik arz ediyordu. Üstelik dinin haram kıldığı bir içeceğin adı olan böyle bir kelimenin kullanılması başkalarının bu halleri taktir etmesini ve dolayısıyla riyayı engellediği gibi kaba sofuların ve halkın kendisini kınamasına vesile olacaktı. Aynı mantıktan hareketle şaraba benzeyen bu ilahî aşkın varılacağı yere de meyhane denecekti. Nasıl meyhaneye giden bir kimsenin riya kirine bulaşma ihtimali yoksa Allah’a olan kulluğunu ve samimi sevgisini gönlünde gizleyerek başkalarına sezdirmeyen kimsenin hali de bundan farklı değildi.
quote:
Orjinalden alıntı: HeHeKa
Şarabın anlamını bilmeyenler için okuduğum blogdan yazıyı kopyalıyorum.
Edebiyat bölümü öğrencilerinin derinlerine girdikçe farklı zevklere aşina olduğu bir alandır Klâsik Türk edebiyatı. Görünürde süslü ve anlamsız kelimelerden oluşan ve şarap gibi, kadın sevgisi gibi bir sürü saçma sapan konuları işleyen bir edebiyattır. Tabiî bu günümüz edebiyat anlayışının Klâsik Türk edebiyatına bakışını özetler. Ancak derinlerinde bir ömrün serencamını anlatan bu edebiyatımızdan ancak bilen kişilerin zevk alacağını söylemek istiyorum. O anlamını bilmediğimiz kelimelerin arkasından birazcık koşabilsek bizi ne diyarlara götürdüğüne hepimiz rahatlıkla şahit olabiliriz.
Klâsik Türk edebiyatı, imgelerin yani mazmunların edebiyatıdır. Sembollerle halleri tasvir etmenin edebiyatıdır. İşte “şarap” da bu sembollerden bir tanesidir. Günümüz insanının Klâsik Türk edebiyatındaki şarabı bugünkü şarap ile aynı zannetmeleri tamamen bu mazmunun anlamını bilmedikleri içindir. İşte Prof. Dr. Ahmet Kartal hocamızın Eski Türk Edebiyatı dersine ait ders notlarından aklımda kalanları sizlere aktarmak istiyorum.
Anadoluda benimsenen klasik tarz şiirin temelinde Horasan erenlerinin bir dünya görüşü ve hayat felsefesi olarak benimsedikleri melâmet, yani kendini insanlara hor gösterip kınandırma fikri yatar. Buna göre Allah’ı sevmek ve dindarlık asla bunu teşhir etmekle değil, gönülde yaşamakla olur. Bir kimse çevresinden dindarlığıyla taktir topladığı ve bundan zerre kadar da olsa hoşlandığı andan itibaren Allah’a değil, kendisini bu haliyle seven insanlara ibadet etme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Böyle bir duruma düşmemek için çıkar yol olarak insanların horlayacakları kıyafetlere bürünmek gibi dışı perişan gösteren ancak gönlü mamur etmeyi hedefleyen bir hayat tarzı seçildi. Kalenderilik, Bektaşilik, Mevlevilik gibi kaynaklar önemli ölçüde bu fikrin şiiri olup, eski şiirimiz kısaca böylece özetlenebilir.
Dışı harap gösterip, iç dünyayı mamur ederken gönülde oluşan olağanüstü manevî hallerin gelişebilmesinin bir şartı da bunların, ağyar yani bu duruma vakıf olmayan yabancılardan bir sır gibi saklanmasıydı. Bu yolu benimseyenler gerek içinde bulundukları halleri aynı yola girenlerle paylaşmak, gerekse de fikir ve görüşlerini yayabilmek için mutasavvıfların ve bir yandan gelişmekte olan mistik terminolojinin remiz ve sembollerinden yararlandılar. Bu sembollerden biri de gönülde oluşan ilahî sevgi ve coşkuyu en güzel şekilde remzedebilecek bir nesne olan “şarap” idi.
Bir meyvenin suyu iken mayalanan ve köpürmeye başlayan, kabına sığmayarak taşan, bulunan ve sonra da berrak bir halde durularak sükûna kavuşan, fakat asıl bu haliyle kendisine el uzatanları mest edip, kendinden geçiren bu sıvı gönülde oluşan ve insanın sükûn içinde sürüp giden hayatını alt üst eden, onu coşturup kendinden geçiren aşk haliyle büyük bir benzerlik arz ediyordu. Üstelik dinin haram kıldığı bir içeceğin adı olan böyle bir kelimenin kullanılması başkalarının bu halleri taktir etmesini ve dolayısıyla riyayı engellediği gibi kaba sofuların ve halkın kendisini kınamasına vesile olacaktı. Aynı mantıktan hareketle şaraba benzeyen bu ilahî aşkın varılacağı yere de meyhane denecekti. Nasıl meyhaneye giden bir kimsenin riya kirine bulaşma ihtimali yoksa Allah’a olan kulluğunu ve samimi sevgisini gönlünde gizleyerek başkalarına sezdirmeyen kimsenin hali de bundan farklı değildi.
bravo arkadaşım ne güzel anlatmışsın ömer hayyamı.bu arada dikkatimi çekti bu konuya yazanların çoğu uzaklaştırılmiş forumdan.umarım uzaklaştırmalarının sebebi düşünceleri değildir.
Hayyam'dan
USTA
Yaşamanı akla uydurman gerekir, Ama bilmezsin akla uygun olan nedir; Bereket eli çabuktur Zaman Usta'nın, Başına vura vura sana da öğretir.
ADEM
Ezel avcısı bir yem koydu oltasına Bir canlı avladı Adem dedi adına İyi kötü ne varsa yapan kendisiyken Tutar suçu yükler kendinden başkasına.
PUT
Bir put demiş ki kendine tapana: Bilir misin niçin taparsın bana? Sen kendi güzelliğine vurgunsun: Ben ayna tutar gibiyim sana.
PERDE
Kimileri laf dünyasında şişinip durmuş; Kimi güzel ardında koşturmuş; Perdeler inince anlar her biri, ey Gerçek, Senden ne uzak, ne uzak yollara vurmuş.
HİÇBİR ŞEY
Epey şey öğrendim, diyordum kendi kendime, Çok az şey kaldı, diyordum, anlamadığım. Aklımı başıma alınca ne göreyim, Ömrüm yel gibi esmiş gitmiş, Hiçbir şey öğrenmeden kalakalmışım.
HİÇ DEĞİLSE
Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik; Ya da bu yolun ucunu görebilseydik: O umut da yok bu umut da; hiç değilse Otlar gibi kesilip yeniden sürebilseydik.
ÖZGÜRLÜK
Özgürlük yoluna girmezsen, bu yolda koşmazsan vargücünle, yıkamazsan yüzünü kanında yüreğinin, yarın avucunu yalarsın. Er dediğin kendini yok bilmedi mi, cayır cayır yanmadı mı yürek dediğin, hadi öyleyse, uğurlar olsun.
İKİLİK
Bu yolda yürümene bak, İkilik kalkıncaya dek. Sen dayanırsan ikilik kalkar. Öyle bir yere de varırsın ki, Senden senlik uçmuş gitmiş.
BİRLİK
Tanrı evrenin canı, evrense tek bir beden Melekler bu bedenin duyuları hep birden Yerde gökte canlı, cansız ne varsa birer uzuv: Budur Tanrı birliği, boştur başka her söylenen.
BİLEN YOK
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok; Öyle bir inci ki bu büyük sır, delen yok; Herkes aklına eseni söylemiş durmuş, İşin kaynağına giden yolu bulan yok.
DENİZE KAVUŞUNCA
Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece; Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde! Böyle diyen gönül denize kavuşunca Baktı kendinden başka şey yok görünürde.
YOK
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok. Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok. Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok. Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
YOKLUK SUYU
Yokluk suyuyla ekilmiş tohumum benim Gam ateşiyle tutuşmuş yanar yüreğim Alındığım toprağa verilmeden önce Dünyanın serseri yelleri önündeyim.
NEYDİM Kİ
Kendiliğinden var olmuş sanma beni; Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi; Bir gerçek varlık beni var etmiş olan; Yoksa kimdim ben, neredeydim, neydim ki.
AKIL VE MANTIK
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye? Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe? Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen Mantıkların, kıyasların sökmez senin bu işde.
KAİNAT
Tepemizde dönüp duran gökler Büyücünün fanusu gibidirler: Güneş bu fanus içinde lamba, Biz de gelip geçen görüntüler.
ERMEK
Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin Tekkede, manastırda eremezsin. Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada Cennetin, cehennemin üstündesin.
YOKTUK
Feleğin atı eğerlenip dizginlediği gün Göklerin yıldızlarla donatıldığı gün Bize bu nasibi verdi kader divanı Biz yoktuk kusur paylarımız dağıldığı gün.
YOKLUK OVASI
Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar; Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar. Yokluk ovasında başka ne var ki zaten: Daha gelmemişler var, gelip gitmişler var.
EVREN
Bu evren her gece ne gömlekler diker! Kimini gelen, kimini giden giyer. Her gün nice sevinçlerle dolar dünya, Nice dertler toprağa karışır gider.
NELER NELER VAR
Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar Gelir giderler, dünyayı bezer dururlar; Göklerin eteğinde, toprağın koynunda Doğdukça doğacak daha neler neler var.
NEREYE BAKSAM
Dünyada olan biteni ben de görmedeyim; Haksızlıkları hep baş köşelerde görmedeyim; Fesuphanallah! Nereye bakarsam bakayım Kendi mutsuzluğumu her yerde görmedeyim.
MUTLU KİŞİ
Bu ucsuz bucaksız dünya içinde, bil ki, Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi: Biri iyinin kötünün aslını bilir, Öteki ne dünyayı bilir ne kendini.
HOŞBEŞ
Akılla bir konuşmam oldu dün gece; Sana soracaklarım var, dedim; Sen ki her bilginin temelisin, Bana yol göstermelisin. Yaşamaktan bezdim, ne yapsam? Birkaç yıl daha katlan, dedi. Nedir; dedim bu yaşamak? Bir düş, dedi; birkaç görüntü. Evi barkı olmak nedir? dedim; Biraz keyfetmek için Yıllar yılı dert çekmek, dedi. Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim; Kurt, köpek, çakal, makal, dedi. Ne dersin bu adamlara, dedim; Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi. Benim bu deli gönlüm, dedim; Ne zaman akıllanacak? Biraz daha kulağı burkulunca, dedi. Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim; Dizmiş alt alta sözleri, Hoşbeş etmiş derim, dedi.
BEY GİBİ
Acılara, kaygılara kapılmak da ne? Hoş tut yüreğini, gününü gün et, eğlen, ama bu namussuz yolda namuslu yürü. Sahiden yokluksa bu gidişin sonu, sen kendini bugünden yok say, yaşa kendi buyruğunda bey gibi.
ÖLÜMDEN KORKMAM
Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan; Ölümden de korkmam, er geç ölür insan. Ölmemek elimizde değil ki bizim: İyi yaşamamak beni korkutan.
NİCELERİ
Senden benden önce kadın erkek niceleri Şenlendirip süslediler dünya denen yeri Senin tenin de toprağa karışacak yarın Senden beslenecek nice insan bedenleri.
BİR GÜN
Şu senin benim dediğimiz toprak neyimizdir Birkaç günlük cennetimiz cehennemizdir Bugün su içtiğin şu testi toprak olunca Mezarına atılır belki bir gün, kim bilir.
DAİMA
Senden benden önce de vardı bu gün bu gece Felek dönüp durmadaydı hep bu gördüğünce Usulca bas toptağa, çünkü bastığın yer Bir güzelin gözbebeğiydi beş on yıl önce.
ZAMAN
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri? Sana düşer azapların, tövbelerin beteri. Alçakları besler, yoksulları ezer durursun: Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.
HER SABAH
Her sabah yeni bir gün doğarken, Bir gün de eksilir ömürden; Her şafak bir hırsız gibidir Elinde bir fenerle gelen.
DÜNYA DEDİĞİN
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim; Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim; Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler, Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.
VAKTİ GELİNCE
Gözümü korkutan ne, yok olmak mı? Bu yarımdan daha güzel bana öbür yarım. Na şurda bir can var, şöyle böyle, iğreti, Vakti geldi mi, bas git, derim, oldu bitti.
ECEL
Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler Ecel çiğnedi hepsini birer birer Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.
BAŞKA
Tam yatmasın aklın hiç bir şeye. Neler çıkar karşına kimbilir yarın, Bu karanlıktan başka bir karanlık, Bu sabahtan başka bir sabah.
DEĞMEZ
Bütün bu çabalaman neden? Karnını doyurman içinse bir diyeceğim yok. Üstün başın, çoluğun çocuğun içinse gene yok. Ama çok paralı bir adam olmak içinse, kıyma güzel ömrüne, değmez.
GİDER
Gelip de eskiyenler, yeni gelenler, Hepsi gider bugün yarın, birer birer; Kimselere kalmamış bu eski dünya: Kimi gitti gider, kimi geldi gider.
İSTEYEN
İnciyi isteyen dalgıç olacak; Varı yoğu dosta verip dalacak. Canı avucunda, nefesi göğsünde: Ayağı baş olacak, başı ayak!
ÇİY TANESİ GİBİ
Her şeyi düzene koymuşun gibi yaşa, İçindeymişin gibi yemyeşil bir sevincin, Sanki geçimin falan yolunda, Çiy gibi oturdun say yeşillikte bir gececik, Kalkıp gidiyormuşun gibi sabahleyin.
ŞAŞMA
Şu olan biten var ya, boş ver ona. Taş yağsın isterse, çok sürmez. Dakka şaşma dakka, yaşamaya bak. Ne geçmişi düşün, ne gelecekten kork.
YAŞADIĞIN AN
Bu kubbe altındaki bin bir belayı gör; Dostlar gideli boşalan dünyayı gör; Tek soluk yitirme kendini bilmeden; Bırak yarını, dünü, yaşadığın anı gör.
GÜL VE BÜLBÜL
Gül der ki yüzüm yüzlerden güzelken Ezer suyumu çıkarırlar bilmem neden. Bülbül de şöyle der ona sanki içinden: Bir yıl dert çekmeden var mı bir gün sevinen?
DAHA VAR
Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka! Bir ışık daha var, ışıklardan başka. Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye: Bir şey daha var bütün yapıtlardan başka.
İYİLİK
Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna; O şatafatlar, altınlar, gümüşler boşuna; Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü: Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna.
OLDUĞU GİBİ
Bilge, yüce varlığın seyrine dalar; Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar. Deniz, deniz olduğu için dalgalanır, Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.
KUKLACI
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz: Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz. Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer; Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.
YA O YA BU
Tepeden tırnağa varlıksın, ey tanrı, ne yoklarla birsin, ne yok olacak şeylerle. Ne yerin var senin, ne yurdun var. Ama her yerdesin, olmadığın yer yok. Ey, yerden yuttan, yönlerden ayrı, uzak, Ya olduğun yeri de bana, ya olmadığın yeri de.
BENİM PAYIM
Düşe düşe sarhoşluk düştü benim payıma. İnsanlar, neden kınarsınız beni? Ya bütün haram şeyler sarhoş etseydi, ortada bir tek ayık zor görürdünüz.
DERDİMİN DERMANI
Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili Bir başkasına tutulmuş, o da dertli; Derdimin dermanı kendi derdinde: Hekim hasta olunca kime gitmeli?
AŞK ŞERBETİ
Seni sevdim diye kınarlarsa beni, kılım kıpırdamaz. Yürek ne, sevgi ne, onlar bilir mi ki? Bir kavgam bile yok benim onlarla; dolu tas er kişiye gerek, yaramaz aşk şerbeti er olmayana.
YANMAK
Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona? Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana. Bir gününü sevgisiz geçirdinse, yazık: En boş geçen günün o gündür, inan bana.
ÜÇ BEŞ
Dünya üç beş bilgisizin elinde; Onlarca her bilgi kendilerinde. Üzülme; eşek eşeği beğenir: Hayır var sana "kötü" demelerinde.
BOŞ!
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş! Bırak onu bunu da gönlünü tut hoş! Şu durmadan kurulup dağılan evrende Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
PERGEL
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz: İki başımız var, bir tek bedenimiz. Ne kadar dönersem döneyim çevrende: Er geç baş başa verecek değil miyiz?
YILDIZLAR
Şu sonsuz sayvanı donatan yıldızlar Akılların aklını durdururlar; Sen aklından şaşmamaya bak ve bil ki O tedbirli yıldızlar da yoldan çıkarlar.
DÜŞ
Gönül, bir düş madem dünya gerçeği Ne dertlenir, alçaltırsın kendini? Hoşgör kaderini, gününü gün et: Yazılan senin için bozulmaz ki.
BAŞIM DERTTE
Sevenlerinden yer yok ben garibe; Derdine düşenlerle başım dertte; Sarmışlar seni kum bulutu gibi Gül yüzünden ışık mı düşer bize.
ELİMDE DEĞİL
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil; Erdiğim sırları söylemek elimde değil; Aklım düşüncenin derin denizlerinden Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.
Gerçek aydınlığa erince can gözüm, İki dünyayı birden silinmiş gördüm. Eriyip gittim sanki engin denizlerde: Ter olup çıktı, denize döndü gönlüm.
DEĞMEZ
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez: Bunlar için didinmene bir şey denmez. Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış: Bu güzelim ömrünü satmaya değmez.
ÖLDÜK
Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik; Yüzlerce incimiz vardı delinmedik. Sersemliği yüzünden bilgisizlerin Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik.
BENİM BEN
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeğe, Altınları gümüşleriyle övünmeğe. Tam işleri dilediği düzene girer: Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.
GİZ
Bilgenin yüreğinde her dilek, Anka kuşu gibi gizli gerek. Damla nasıl inci olur denizde: Sedefler içinde gizlenerek.
GUGUK
Bu sarayın başı göklerdeydi bir zaman; Padişahlar girer çıkardı kapısından. Şimdi duvarında bir kumru: Guguk, diyor. Guguk, guguk, o şanlı günlerin ardından.
FARK
Şu serviyle süsen neden dillere destan? Neden hep onlara benzetilir hür insan? Birinin on dili var, boşboğazlık etmez, Ötekinin yüz eli var el açmaz, ondan!
HEPSİ BİR
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir; Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir; Ermiş ha çul giymiş, ha atlas; Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.
VEFA
Vefasız dünya diye yakınıp durma; Dünya elindeyken tadını çıkarsana! Herkese vefalı olsaydı dünya Sıra mı gelirdi senin yaşamana?
SOLUK
Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk; Düşle gerçeğin arası bir tek soluk. Aldığın her soluğun değerini bil Bütün yaşamak macerası bir tek soluk.
NEYLESEM
Neylesem bu benim iç kavgalarımla? Pişmanlığım, kendime düşmanlığımla? Sen bağışlasan da ben yerim kendimi: Neylesem bu yüzkaram, bu utancımla?
PERVİN
Gökte bir öküz varmış, adı Pervin; Bir öküz de altındaymış yerin. Sen asıl iki öküz arasında Tepişmesine bak şu eşeklerin!
ÖKÜZ
Bu çürük temelli kubbede neyiz ki biz? Tasta delik arayan karıncalar gibiyiz. Ne korku, ne umut kapılarını bilen Şaşkın, gözü bağlı, avanak öküzleriz.
SERMAYEDEN YEMEK
Duman değil mi dünya mutfağında payın? Öyleyse ha olmuşsun ha olmamışsın. Senin zorunsa sermayeden yememek: Bekle, bekle de başkası yesin yarın.
BU DA GEÇER
Yıllar günler gibi geçti gider; Nerde o eski dertler, sevinçler? Belaya aldırmaz aklı olan: Bu da her şey gibi geçer, der.
BİLGİ
Biliyorum varlığın, yokluğun dış yüzünü; Yükselmenin de alçalmanın da içyüzünü; Ne çıkar öte yanını da bilsem feleğin: Bezmişim bilgiden, atmışım her türlüsünü.
SEYRE DALMA
Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma; Çıkma kendinden dışarı, serseri olma; Kendi içine sefer et erenler gibi: Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma.
SAKIN HA
İyi yürekli mi, akıllı mı, yanaş korkma. Nobran mı, yetersiz mi, kaç bucak bucak. Akıllı insan zehir sunsa al, iç. Nobran bal şerbeti uzatsa, sakın ha!
SENSİN
Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin; Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün Kendi kendinle sevişmek bu seninki: Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin.
TANRI
Dün özledim de seni coştum birden bire; Çıktım senin yerin dedikleri göklere. Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan: Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!
YAŞA
Dert içinde sevinci bul da yaşa; Haksız düzende haklı ol da yaşa; Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın, Varından yoğundan kurtul da yaşa.
UYANIK GEREK
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek? Dünyada insanca yaşamanız mı gerek? Bırak öyleyse iki dünyayı birden: Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!
Arkadaşlar başlığı tekrar açıyorum. Yalnız başlığa mesaj yazacak herkesi şimdiden uyarıyorum. Paylaşacağınız şiirlerin din'i sataşmalar içermemesine dikkat ediniz. Bu tür içerikli şiirler silinecektir ve inatlaşılması durumunda ceza verilecektir. Aynı durum şair hakkında "dinsiz, ateistin tekiymiş" gibi yorumlar yapmak isteyen kişiler içinde geçerlidir.
Not: Konu içerisinde gözümden kaçmış dini sataşma içeren şiir veya dörtlük olabilir konuyu dağıtmayıp özel mesajla bildirebilir veya şikayet sistemini kullanabilirsiniz.
hasan sabbah la arkadaştı değilmi bunlar bu adamlarda beni onlara çeken bir şey var ama ne ?
Teşekkürler vasago.Bu konunun bilim-kültüre yapacağı fayda,noktadan daha önemli bence. Hiç olmazsa bu konuda bir insanın inancı ile ilgili spekülasyonlar olmuyor.
quote:
Orjinalden alıntı: F3dai
hasan sabbah la arkadaştı değilmi bunlar bu adamlarda beni onlara çeken bir şey var ama ne ?
evet hassan sabbahh ile dost idiler.Hayyam onunla ilk tanıştığında zekasına hayran kalmış aslında ikisi birlikte selçuklu devletinde çok büyük işler yapabilirlerdi zira nizamülmülk bunu görmüş ve yaptırdığı büyük eğitim medresesinde hayyam ı bu medresenin başına getirmek istemiş ancak hayyam reddederek sadece astronomi bölümüyle ilgilenmişti.hassan sabbah içinde çok uğraşmış nizamülmülk ama o içinde başka şeyler barındırıyordu.hassan sabbahın neler yaptıgınıda herkes bilir
Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten Daha güzeldir bir insanı sevindirmen Bin kulu azat edenden daha büyüktür Bir hür insanı iyilikle kul edebilen
içim açıldı elleriniz dert görmesin
ben de ömer hayyam hayranı biriyim.. ve bi teklifim var.. Dh üyelerinin çoğu -hepsi değil- saçma sapan klübler filan yaratıyorlar.. biz de bari hayatımızda belli bir değeri olan ömer hayyam için bir Dh klübü yaratalım diyorum.. ne dersiniz ? öncü olmak isteyen arkadaşlar foruma yazabilir veya pm atabilirler..uzun süre imzamda ömer hayyam rübaileri taşıdım ama o kadar yıl boyunca sadece bir üyenin dikkatini çekti o da türkçe çevirisini begenmediği yönünde yorumladı rubaileri..ben begeniyorum
Kimse emin değil ki şafaktan tekrar İste gelsin gül renkli şaraptan tekrar Sen altın değilsin ki hey aptal herif Gömüp de çıkarsınlar topraktan tekrar
Sabahattin Eyüboğlu'nun çevirileri çok iyidir, hakkını vermiştir bence. Ben de ustayı çok seviyorum.. Klübü olursa katılmaktan mutluluk duyarım.
quote:
Orjinalden alıntı: Nihonjin
quote:
Orjinalden alıntı: ist_eco
Aşk bir beladır Tanrı�dan gelme Halk neden karşı kor Tanrı emrine Bize herşeyi yaptıran kendi madem Kulu sorguya çekmenin alemi ne...
Burda bazı insanlar tarafından yanlış anlatılan kader kavramını mı iğneliyo, yoksa kendi böyle inanıyoda islamı mı eleştiriyo?
Bu SOruyu Burda Bende Sormuştum.... Malesef Din İçeriğinden Kapatıldı...
Cebri adındaki batıl mezhebi savunuyor.
Pek çok yerde olduğu gibi burda yazılan rubailerin de bir çoğu Hayyama ait değildir.
quote:
Orijinalden alıntı: Le petit prince
Pek çok yerde olduğu gibi burda yazılan rubailerin de bir çoğu Hayyama ait değildir.
aslında bunu sende bilmiyorsun ama neden biliyormuşsun gibi konuşuyorsun anlamadım