Şimdi Ara

Osmanlı'nın 250 sene boyunca matbaayı yasaklaması (8. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
168
Cevap
1
Favori
7.988
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
59 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Warlord384 kullanıcısına yanıt

    google'ı neden kullanmıyorsun?


    * %50'nin üzerinde ortodoks nüfusa sahip olan ülke, hangi ülke?

    * %85'in üzerinde ortodoks olan ülke, hangi ülke? (hatta anayasasında ülkenin dini hristiyanlık yazar)

    * rusya ile aynı safı tutamayan avrupa ülkeleri ve abd, türkiye ile mi aynı safta duracak?

    * müslümanlığı sorun olarak göstermen yanlış tespit. dünyada müslüman olan ülke, sadece türkiye değil. hıristiyan aleminin derdi, hilafet yani halifeliktir. halifeliğin son sahibi osmanlı, şimdi ise türkiye'dir. bizimle uğraşıyor olmaları ve bizden korkmaları normaldir. bir türk vatandaşı için sadece kendi topraklarımız güvenilirdir. böyle de olmalı.



    gelelim osmanlı'da matbaa konusuna. bu iş zaten ermenilerin elinde, genel olarak ta geri kalan yabancıların hakimiyetinde olan bir meslekti. şimdi bir çıkıp matbaayı ilk faaliyete alan yahudilerin elindeydi de diyebilir. dolayısıyla yasaklanmış değil, tam tersine matbaa faaliyetlerinde hakimiyet yabancılarda kalmış görünüyor. yasaklama diye bir şey olsaydı, bizde ve yabancıların tarih kitaplarında da bu yasaklama konusu kendine bir yer edinirdi. kaynak olarak bizden referans aldıkları gibi, matbaa yasaklanmamıştır dediklerini de görebiliyoruz. örnek:


    "The people who thinks that ottomans banned printing press, probably don't know how the things work in the ottoman empire. In ottoman empire, if something doesn't have a direct economic or political effect, the state doesn't care about it much. These kind of stuff needed to made by the private enterprises. Ottomans didn't ban the printing press, but also they didn't support it."



    son olarak, hıristiyan bir osmanlı hayalini, rüyanda belki görebilirsin. gerçek hayatta ise hıristiyan bir türk görsen bile o hıristiyan değildir. sadece kendisini kullandırtan ama bunun farkında olmayan biridir desek yeridir. kağıt gibi buruşturulup, her an çöpe atılmaya hazır biri.





  • Osmanlının en geniş topraklarında nüfusun yarısı hristiyandı. Türkten neden hristiyan olmasın? Türkler islamla mı türk oldu? Çok saçma birşey ya. Moldovadaki gagavuzlar türk ve hristiyan.


    Şu hilafet mevzusu da öyle. Hilafeti araplardan aldın 300 sene araplara ne kültürün ne devletin işlemedi. Savaş çıkınca hilafeti kullanmak istedin ingiliz geldi 5-10 adamla senin propagandanı yerin dibine soktu arapları yanına aldı. Gerçi bende arap olsam türk gelip bana halifelik yapamaz.


    Batılıların hilafetten korktuğunu yazan olmuş. Bu devirde zerre işlemez. Arapların yöneticileri zaten batı eğitimli. İngilizler orayı parsellemiş. Diğerleri pek giremiyor bile. Hilafet sende olsa bile iranlıya, araba işlemez. İranda mezhep farklı, araplarda para ve nüfus var seni takmaz. Kendi kendine dinin lideri bende dersin. Gider yine araplardan borç istersin.


    Osmanlı yıkılalı 100 sene oldu bazı bölgeler hariç o kadar yüzyıl halklara işlememiş bile. Arap yarımadasında tarihi birkaç eser dışında, balkanlarda bazı bölgeler hariç ne eseri ne kültürü kalmış. Anadoluyu bile bayındır edememiş hatta balkan savaşları öncesi nüfusun üçte biri hristiyan olan bir bölge. Rumlar, ermeniler milyonlarca nüfus bir de bunlara avrupalıları ekle izmir, istanbulda. Zaten anadolu o zaman kaç milyon ki?





  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Alıntı

    metni:
    Türkiye'nin AB üyesi olamamasında bu uygarlıksal veya kültürel argüman bilhassa da Avrupa'daki Hıristiyan demokrat ve sağ unsurların uygarlıkçı yaklaşımı dolayısıyla sıkça dillendirilir ama üye olması imkansızdır demek de 1999 Helsinki Zirvesi ve Türkiye'nin katılım sürecinin başlatılması ve Kopenhag Kriterleri gündemi göz önüne alınırsa pek de doğru olmaz. İmkansız olsaydı en başından böylesi bir girişim olmazdı çünkü. AB kolay kolay herkese böyle bir fırsat sunmazdı; Türkiye bir dereceye kadar bu fırsatın tepilmesinde rol oynamıştır. Başka faktörler de var. Avrupa Parlamentosu'nu Türkiye'nin büyük nüfusuyla domine edeceği, Avrupa'da ağır basan Fransız-Alman eksenini İtalyan-İspanyol vb veyahut Doğu Avrupa ekseni lehinde kırabileceği gibi kaygılar Paris ve Berlin'in gerek Konsey'de gerek Parlamento'da Türkiye kuşkularını ve Türkiye'nin tam üyeliğine yönelik gelişen aleyhtarlıklarını perçinlemiş, en azından Türkiye'yi almama konusunda bazı ilave teşvikler sunmuştur. Tabii temel ve popüler bir yorum Helsinki'de Türkiye'ye açılan fırsat kapısını Almanya'da Hıristiyan demokratlarla aynı katılıkta bir uygarlıksal görüşü paylaşmayan sosyal demokratların iktidara gelmesini bağlar. Sosyal demokratlar Hıristiyan muhafazakarların aksine olaya daha inşaacı bir açıdan bakıp belirli kriterlere uyulması halinde Türkiye gibi bir ülkenin Avrupa Birliği'ne üye olma konusunda prensipte bir sorun olmayacağına inanmışlardır. Yani birçok faktör devreye girip Türkiye'nin AB'ye katılımına engel olsa da AB'ye katılım hiç de imkansız değildi. Şu anda bile bence değil ama kısa hatta orta vadede rafa kalktı. Son olarak ne olursa olsun, AB'ye katılamamak kesinlikle dünyanın sonu değil.



    Hocam avrupa Türkiye'ye istediklerini yaptırmak, cıkarları doğrultusunda yönlendirmek icin kendi menfaatlerine uygun sekilde, AB üyeliğini havuc gibi kullandı.. Türkiye'yi de tavsan gibi oynattı.. Müslüman ve Kültürel acıdan bambaska olan bir ülkeyi AB'ye almazlardı yani sağ unsurlar buna direkt karsı cıkarken, söyledikleriniz havuc yöntemini benimsedi.. Zaten orada bir referandum yapsalar Türkiye AB'ye üye olsun mu diye sorsalar halk buna siddetle karsı cıkar.. Cünkü adamlar hıristiyan ve müslümanları kendilerinden görmezler..


    Ayrıca biz tarihsel olarak konusuyoruz.. Tarihten bu yana hıristiyan olarak gelmis bir Türk ülkesi burada olsaydı o isyanlar o savaslar zamanında yine cıkmıs olsaydı simdiki Türkiye simdiki gibi bir durumda olsaydı fakat din farklı olsaydı zaten ab'ye yine alınırdı ve simdiki durumundan yine cok daha iyi olurdu..


    Bu nüfusu domine etme falan gibi düsünceler de olabilir fakat bunun yine büyük oranda müslüman ülkeye gücü vermemek kaygısıyla böyle olduguna inanıyorum sahsen..


    Alıntı

    metni:
    Avrupa Birliği boyutu haricinde malum Rum mevzusuna gelirsek Ortodoks Hıristiyan olsaydık da Avrupa bizi millet tabanlı bakış açısıyla Rum'dan ziyade yine Türk olarak görecekti. Avrupa Grekçe konuşup yazan has Bizans Rumu'nun Romalılığını - istisnalar hariç büyük ölçüde - tanımamış, Türk'ün Roma/Rum olma iddiasını da tanımazdı. Ki Müslüman Türk'ün Rumluk iddiasını da tanımadı, padişahlar özellikle Fatih Sultan Mehmet'ten itibaren Müslüman jargonunda kayzer-i Rum, Rum jargonunda ise Rumların basileusları veya otokratları addedilmelerine rağmen. Ama ilginçtir, Avrupa'nın aksine İslam aleminde Rum'u Roma olarak tanımakta bir sakınca bulunmaz; adı üstünde zaten Rum-Roma. İslam alemi Bizans adını bilmez ve kullanmaz. O sebeple gerek Selçuklu olsun, gerek Osmanlı olsun; Küçük Asya Türkleri ve hükümdarları Müslüman aleminin geri kalanında "Rum" olarak bilinmiştir. Çünkü Küçük Asya Türkleri Müslüman alemine göre Rum ülkesi Romania'da (Diyar-ı Rum ya da Rum memleketinde) hakimiyet kurmuş Rumî Müslümanlardır. Modern Türkiye'nin Batı ve Orta taraflarıyla modern Trakya ve Yunanistan'ı kapsayan belirli bir alan orijinal tarihsel "Romanya'dır" yani "Roma ülkesi". Historyagrafyanın Bizans dediği tarihsel mekan, coğrafya vs.



    Simdi burada Osmanlının zaten kuvvet kullanan, yayılmacı ve güclü bir imparatorluk olma durumu var. Tabii ki buyrun gelin imparatorumuz siz olun diye seve seve itaat etmezlerdi fakat Müslümanlık avrupa'ya tamamen yabancı bir din yani kültür. Ortodoks bir osmanlıya karsı en azından balkanlarda o siddetli isyanlar cıkmazdı.. Sırp isyanları, Yunan isyanı Bulgar isyanları bunlar zaten osmanlının paramparca olmasının baslangıcı oldu bu isyanların en büyük sebebi de dindir.. Grekce konusup yazma olayında, mesela Macarların dili de farklı ve ural altay bir dil.. Finlandiya yine bu sekilde.. Bunlar hatta köken olarak geldikleri yer ve kabile bakımından Türk ya da akraba bile sayılırlar.. Fakat zamanla avrupalılarla karıstılar ve kültürel genetik ve din olarak onlarla aynı oldular..



    Burada avrupalıyı, avrupalı olmayandan ayıran sey, tabii ki yüzyıllık cercevede konusuyorum dindir.. Din aynı zamanda büyük oranda kültürdür de.. Yoksa simdi bile, Türkiye bir avrupa ülkesi sayılabilir.. istanbulun bir kısmı avrupa kıtasında, Türkler de zaten doğu illerindekiler haric büyük oranda Rumların fenotipine sahip.. Muhtemelen genetik olarak da aynı ya da cok yakınlar.. Türkleri avrupalı yapmayan sey gecmiste ve simdi Hıristiyan olmamalarıdır..



    Bunu da önemli bir not olarak ekleyeyim, Katolik papa, Istanbulu ele geciren osmanlı padisahını hıristiyanlığa davet etmistir..

    Alıntı

    metni:
    Bizans adı kullanışlı bir etiket olmanın ötesinde hatalı ve ideolojik bir adlandırmadır çünkü sadece Rum'un eski başkenti İstanbul'un adıdır. Bu şuna benzer: Türkiye Cumhuriyeti'nin günün birinde ortadan kaybolması ve bizim kendimize Türk dememizden memnun olmayan veya olmamış bir grup insanın cumhuriyetimizin tarihsel bağrı ve siyasi merkezi olan Ankara'dan yola çıkarak devletimize "Ankara Cumhuriyeti", hepimize de "Ankaralılar" demesine. İzmir, Antalya, Kayseri'den gelseniz de ve hayatınızda Ankara'yı görmemiş olsanız da birileri size Türk demek istemediği için "Ankaralı' ilan edilirsiniz. Benzer çerçevede pekala her Rum "Bizanslı" yani "İstanbullu" değildi. Günümüzde de değildir. Eski Rum bağlamında "Bizans" başkentlerinin (diğer isimleri kadar popüler olmayan) adlarından birisiydi. Onun için ünlü Bizantolog Anthony Kaldellis'in "Bizans Batılıların Rum'a yapıştırdığı ideolojik bir isimdir" argümanına katılmaktayım. Rum'un yani "Bizans'ın" ana kaynakları bu gerçeklere işaret etmektedir.




    Bu o kadar önemli değil hocam.. Siz istiyorsanız, doğu roma da diyebiliriz.. Fakat istanbul ele gecirildiginde zaten ülkenin sınırları yaklasık istanbul ve cevresinden olusuyordu.. Doğu roma imparatorlugu cok kücülmüstü ve en gücsüz ve savunmasız zamanlarındaydı.. Osmanlılar en savunmasız anı kollayıp sehri aldılar.. Yani bizans da desek önemli değil zaten ele gecirilen yer bizans oluyor..




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Warlord384 -- 12 Ocak 2023; 9:54:39 >




  • The souls migration kullanıcısına yanıt

    Sen google'ı bırak.. Google'da bilgi yok.. Seni Hıristiyan bir Türk olarak ISA Mesih hazretlerinin yoluna davet ediyorum.. Gel diz cök ISA Mesih'e iman et Hıristiyan ol..



    Osmanlı'nın 250 sene boyunca matbaayı yasaklaması 




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Warlord384 -- 12 Ocak 2023; 9:39:48 >
  • Warlord384 kullanıcısına yanıt

    Japonlar ya da G. Koreliler Anadolu da olsalar, şu medeniyet seviyeleriyle 40 kere şintoist olmalarina ragmen AB ye girerlerdi. Turklerin AB ye girememesinin Hristiyanlikla alakasi %30 u geçmez. Asıl sebep, bu milletin aynaya bakip kendini görememesidir. Avrupalilarin gozunden hem nufus olarak kontrolsuz hem de kör cahil, bagnaz adet ve geleneklerle, Arap şatafatı ile yaşayan bir halk olarak goruluyor. Mesleki ve kültürel bilgisizligi ile çok büyük bir nüfusu topraklarina kabul etmek istememesiyle alakalidir. Bulgarlar Ortodoks hatirlatirim. ( Ben de bir ortodoks olarak ) bir ortodoksu bir bati avrupali muslumandan daha kötü gözle görür. En azindan dinin etkisi son yillarda dunyanin globallesmesi ile biraz daha köreldi de, bakişlar yumuşadi. Bulgar, Yunan ortodoks olarak girebiliyorsa, Turk halki da girer.


    Adamlar bu kadar işe yaramaz insana, çalişma hakki verseler, Avrupa istila olur. 2000 yilda Romadan kazandiklari tüm haklari, tirnaklariyla bugune kadar getirdikleri, sanata, muzige, bilime ket vuracaklari insan modellemelerini ne yapsinlar? Turkiyenin kendi icerisinde yapilan cahilce tartismalari bu adamlar gormuyor, onlarin basinina yansimiyor saniyorsaniz hatalisiniz.

    Şu yuzyilda halen dini politikalarin dunya siyasetine hakim oldugunu dusunmeniz beni uzdu. Dinleirn elbette etkisi olacak, ancak mucibelerin galabesi, kültür, bilgi ve medeniyet sevoyesidir. Turkler her ne kadar kendine hakaret olarak kabul etse de, Avrupalilarin gözünde, gelişmemiş, cahil bir doğu medeniyeti olarak goruluyor. Oyle olmasa bir Sirp vatandasi inanç ve fikri dusunce anlaminda bir avrupalinin ve batilinin tam zitti ve hatta dusmani iken vizesiz seyahat hakki elde etmezdi. Ki pasaportu schengen bölgesinde bile degil. Farkindaysaniz, Turkler dunyanin en kotu pasaport gücüne sahip ulkelerinden, her yere vize ile gidiyorlar. Sebepleri bellidir. Nufusunun buyuk cogunlugu musluman olmasina ragmen Bosna H. ve Arnavutluğa ise AB den vize muafiyetesi vardir. Gelismiş halklar mi degiller ama cahil halklarinin ab de bir tehdit olusturabilecek nufusa sahip olmadiklarini biliyorlar.


    Turkiye bugun 15 milyon olsaydi, bu egitimsiz toplumuna ragmen vizesiz gezebilir, belki bir takim.politikalar geregi dogu ile arasinda bir karakol olmasi vazifesi dahilinde AB ye bile girebilirdi ama bu nufusla asla.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi krstarica -- 12 Ocak 2023; 13:14:53 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • krstarica kullanıcısına yanıt

    Alıntı

    metni:
    Şu yuzyilda halen dini politikalarin dunya siyasetine hakim oldugunu dusunmeniz beni uzdu.


    Hocam toplumun kültürünü olusturan sey zaten dindir. Yani bu cağda dinin önemi azalmıs olabilir ancak burada dinlerin hüküm sürdüğü ortacag tarihinden ve bunun üzerinden gelismis olan Türk kimliğinden bahsediyoruz. Yoksa günümüzde Avrupa'da zaten Ateist, Deist, Agnostik falan olmak, Hıristiyan olup kiliseye devam etmekten daha yaygın bir olay.. Fakat oradaki ateistler bile hıristiyan kültüründen geliyorlar.. Türkiye'de ki ateist Avrupalı bir ateistten kültür davranıs falan falan anlamında bile cok farklıdır.. Hıristiyanlık derken kültürel manada bahsediyorum yoksa dini tatbik etmek, kiliseye gitmek, ISA'ya iman etmek falan anlamında değil.. Türk kültürünü islam sekillendirdi ve Türkler avrupa tarihinde cok büyük yer isgal etmelerine rağmen avrupa kültürüne ve değerlerine sahip olamadılar..


    Siz ve diğer arkadasımız haklı olarak söyle bir gerceğe değiniyorsunuz, Avrupalılar, Doğu avrupalıları sevmiyorlar bu doğru evet onları ne yazık ki cingene olarak bile betimleyebilirler ve sevmezler bunlara ikinci sınıf avrupalı gözüyle bakarlar fakat yine de bunlar onların gözünde ikinci sınıf da olsa avrupalıdır fakat yine onların gözünden Türklerin avrupayla ilgisi alakası hic yoktur.. Bunlar barbar isgalciler ve müslümanlardırlar.. En azılı ve tarihi düsmandırlar.. Bunun böyle olmasının sebebi islamdır..



    Burada islamı kötülemeye calısmıyorum onların gözüyle bu olaya bakarsam bunun bu oldugunu söylemeye calısıyorum.. Eğer ki bu böyle olmasaydı AB üyeligi gerceklesirdi ayrıca bosna demissiniz bosnanın nüfusu kac ki.. Oranın nüfusu Türkiye kadar olsaydı onlara da vizesiz dolasım falan vermezlerdi..




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Warlord384 -- 12 Ocak 2023; 14:15:28 >




  • krstarica kullanıcısına yanıt

    Hocam japonlar da ırksal görünümleri yüzünden avrupalı sayılmazlardı.. Irkcılık avrupa'da hala cok ileri boyutta.. Yani göstererek olmasa da zihniyetlere yansıyor hep.. Türklerin de kökeni avrupalı değil fakat görünüs olarak cok aykırı değiller italyan yunan falan neyse onlar gibi görmezden gelinirlerdi büyük derecede kabul edilirlerdi..

  • Warlord384 kullanıcısına yanıt

    Ilk paragrafa katiliyorum, genel olarak benzer dusunceleri paylaşmisiz.


    Ancak ayrildigimiz nokta, dinin Turkiye gibi ulkeleri AB ye alma noktasinda "kesinkez-net" bir fenomen olmadigini ifade etmeye calismam. Yani Turkler 1000 yillik islam gelenegine ragmen, su son yuzyilda Ataturkun sundugu degerlerle yogrulmuş kabugunu kirmiş bir halka donusseydi ve bugun egitilmis bir nufusa sahip bir topluluk olunabilinseydi en azindan ortalama bir kafa yapisinda olunulsaydi durumun farkli olacagini dusunenlerdenim.


    Yani islam ve islamiyetin kulturu sekilllendirdigi gerçek. Bu adanlarin elbette islama olan bir menfii tutumu da gercektir, ancak unutmamaliyiz ki Ataturk Turkiyesinin ilk yillardaki Ataturkten mutevellit gosterdikleri saygi ve bakiş da bambaşkaydi. Churchill bahriye naziri iken, insanlari oldurmek savas sucudur ancak Turkler insan degildir demistir. O sozu yiyip, yutup, Adana ya gelmiş gelmeden once de, Ataturkle ilgili ve Turklerle ilgili sozleri 180 derece degistirmistir. Iste bu ve buna benzer tutumlar, bu gibi cografyalarda yasayan insanlarin ve onlari yoneten insanlarin gelismisligi, liderligi ile alakali oluyor. Ataturke olan saygi da zekasi ve bilgisinden kaynaklaniyordu tabi ki. Natoya da girmemiz bu sebeple oldu zaten. Oyle bakarsak Ab ilk kez demirçelik birligi olarak Fransizlarla Almanlarin arasinda temelleniyor ve Turkiyenin sonrasindaki sürecte katilimi ciddi ciddi dusunuluyor. Bu adamlar kati bir tutum gutseler bu kapiyi hiç açmazlardi. Ozellikle global düzende dunyanin tek bir ortak noktasi soz konusu o da para tabi ki. Parasal guç anlaminda bir irade ortaya koyabilseydik tabi ki bu arap sermayesi gibi yer alti kaynaklari ile degil, bilişsel güc ile bugun bu tutum bambaşka olurdu. Turklere karşi irkçilik yapanlar da menfaatleri geregi zamanla evrilmek durumunda kalirdi diye dusunuyorum.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi krstarica -- 12 Ocak 2023; 14:37:23 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Osmanlı denilince aklıma cahillik divanı geliyor.

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • Long Nightt kullanıcısına yanıt

    Bu yazı tam anlamıyla düşüncesini bağıntılı bir zincir üzerinde yoğunlaştırma yeteneğinden yoksun bilgisizliğin ürünüdür. Tarih üzerine çabalayıp kendini eğitmiş olmayan sağlam sağduyunun, kendini eksiksiz bir eşdeğer olarak onun yerine sunduğunun en güzel örneğidir.

     

    Osmanlı’da inşa edilmiş demiryolları farklı maksimlere dayanarak inşa edilmiştir. Rumeli Demiryolları, Kırım Harbi sonrasında iyice beliren Rus tehdidinden Avrupa ile bütünleşerek kaçınma amacıyla inşa edilmek istenmiştir. Ayrıca Rumeli demiryolları sayesinde tarım ürünlerinin taşınması kolaylaşmış bu sayede hem kalkınma hamlesinin atılması, hem aşarın artış göstermesi, hem de Balkanların merkezi hükümete bağlılığının sağlanması amaçlanmıştır. Hicaz Demiryolu’nun inşasındaki temel amaç hacıların güvenliğini ve Osmanlı hakimiyetini sağlamaktı. Hicaz Demiryolu’nun giderleri Müslümanların bağışlarıyla finanse ediliyordu. Başlangıçta projenin tamamen bağışlarla yapılması planlanmışsa da bu yeterli olmamış devlet, kaynaklarını devreye sokmak zorunda kalmıştır. Anadolu-Bağdat Demiryolu fikri, Bağdat valisi Mithat Paşa’nın Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla önemini yitiren bölgenin demiryollarıyla tekrar canlandırılmasına dair düşüncesine dayanıyordu. Anadolu’ya demiryolu yatırımı yapılmadığı tam anlamıyla bilgisizliğin sıcak cesaretinin örneğidir. İzmir-Aydın demiryolu hattı, Mudanya-Bursa demiryolu hattı, Mersin-Tarsus-Adana demiryolu hattı, Haydarpaşa-İzmir-Ankara demiryolu hattı, Eskişehir-Konya hattı vb. Osmanlı’nın Anadolu’ya inşa ettiği demiryollarının örnekleridir. Osmanlı Devleti 8000km civarında demiryolu inşa etmişti. Bunun yarısını Anadolu Demiryolları oluşturuyordu. Yani senin kafadan uydurduklarının aksine, Osmanlı demiryolu yatırımlarının yarısını Anadolu’ya yapmıştı. Osmanlı Devleti’nin Bandırma-Soma, Soma-Sivas-Erzurum, Giresun-Karahisar-ı Şarki ve Ankara-Sulusaray aralarına demiryolu inşa edilme planı da vardı fakat Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle bu plan rafa kaldırıldı.  

     

    Osmanlı devlet yetkililerinin akıllarına Doğuya demiryolu döşemek gelmemiş olacak ki yine her şeyden emin, her şeyi bilmiş tavırlarınla tarihçiliğe soyunmuşsun. Rusya’nın Osmanlı sınırına doğru demiryolları ve şose yollar inşa etmesi Erzurum-Trabzon üzerinden yapılan İran ticaretini Rusya’ya kaptırma anlamına geldiğinden dolayı, buna nasıl karşılık verileceğine dair araştırmalar zaten başlatılmıştı. Babıali, Dördüncü Ordu ile iletişimleri sonucu bölgeye şose yollar yapılması talimatını vermişti. Dördüncü Ordu’nun bulunduğu vilayetlerdeki valiler Ermeni maddesini öne sürerek yolların yapımını erteliyorlardı. Dahiliye Nezareti, Anadolu-Bağdat Demiryolu güzergahından Erzurum-Trabzon’a kadar bir hattın inşa edilmesi gerekliliğini sunmuştu. Fakat güzergah Zigana ve Kop dağ silsilesine denk geldiği için yapımının oldukça masraflı olacağı düşünüldü. 1900 İtilafnamesi’yle Osmanlı Devleti’nin Çarlık Rusya’ya uzanan bölgelere yabancı şirketlerin demiryolu inşa edemeyeceğine dair bir antlaşma yapılmıştı. Osmanlı Devleti’nde bunu karşılayacak kaynak yoktu. Devlet zaten demiryolları ihtiyacının %90’ını yabancı şirketlere verilen tavizlerle karşılamıştı. 1900 İtilafnamesi’nin süresinin 2. Meşrutiyetin başlarında dolmasıyla Doğu’ya demiryolunun inşa edilmesi tekrar tartışmaya açıldı. Nafia Nezareti en uygun maliyetle yapılacak bir demiryolu incelemesine girişti. Rize, Giresun, Tirebolu, Trabzon ve Ordu limanlarının rıhtımlardan mahrum olduğunu ve yük boşaltmayı güçleştiren rüzgarlara maruz kalan limanlardı. Nafia Nezareti buraya inşa edilecek demiryolu hattının İran ticaretinden gelen gelirleri karşılamayacağını düşünüyordu ve yerli şirketlerde projeye yanaşmıyordu. Yabancı şirketlere yönünü çeviren Osmanlı Devleti, J.G. White Şirketi’yle görüşmelere başladı. J.G. White Şirketi, Trabzon-Erzurum hattı yerine Sivas’tan başlayarak Süleymaniye’ye kadar ulaşan bir hat yapılmasını teklif etti. Bu teklif Mebusan Meclisi’ne sunuldu fakat başka şirketlerin projeye talip olmasıyla mukaveleden vazgeçildi. Başka yabancı sermayeyle defalarca müzakereler, incelemeler yapıldı ancak proje bir türlü gerçekleştirilemedi. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle proje rafa kaldırıldı.

     

    Buradan sonrası Sinan Meydan’ın yazılarının kopyalanmasından oluşuyor ama ben yine de bunlara da cevap vereceğim. Sinan Meydan da bunları çeşitli yerlerden kopyalıyor.


    Trahomla Cumhuriyet rejiminin sistematik olarak mücadele ettiği ve uzun süreçte başarı yakaladığı doğrudur. Trahomdan müzdarip 3 milyon insan olduğu iddiasıysa abartılı tahminlere dayanıyor. Bu kadar yaygın bir hastalığın mevcut olup, Osmanlı Devleti’nin buna göz yumması pek rasyonel bir değerlendirme olmaz. Çünkü, Osmanlı Devleti'nin salgın hastalıklarla mücadele etmediğini söylemek çok açık bir şekilde yanlıştır. Örneğin, 2. Abdülhamid'in kuduzla mücadele için Louis Pasteur'ü finanse ettiği ve Zoeros Paşa, Hüseyin Remzi Bey ve Veteriner Hekim Hüsnü Bey’den oluşan üç kişilik ekibin Pasteur’ün yanına gönderilerek eğitildiği ve daha sonra kurulacak İstanbul Da-ü'l Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi'nde kuduz aşının üretildiği biliniyor. İlk tifüs aşını Dr. Reşat Rıza Bey’in fikirlerine dayanarak Tevfik Salim Bey 1915 yılında üretmişti. Daha pek çok salgın hastalıkla Osmanlı Devleti de mücadele etmiştir. Bunları Cumhuriyet rejimine özgü uygulamalar olarak sunmak kötü niyetliliğin açık göstergesidir. Doktor ve diğer sağlık çalışanlarının oranının düşük gibi görünse de kişi başına düşen doktor sayısına bakıldığında dönem şartlarına göre durumun kötü olduğu söylenemez. O dönemlerde bundan çok daha düşük sayılarda doktor barından ülkeler vardı.  Bir de unutmamak gerekir ki bu veriler askeri doktor sayısını içermemektedir. Söz konusu verilere göz attığımda 1897’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'nin Askeri Tıp Fakültesi öğrenci sayısının 546, Mekteb-i Mülkiye-i Tıbbiye-i Şahane'de 338 olduğunu gördüm. Bunlar dönemine göre oldukça normal.

     

    Osmanlı Devleti 1840'lı yıllarda modern tarım eğitimi verecek olan Ziraat Mektebi'ni açmış fakat mali nedenlerle birkaç yıl sonra kapatılmıştır. Daha sonra bir Numune Çiftliği ve Meclis-i Ziraat kurulmuştur. Daha da sonra Halkalı Ziraat Mektebi kurulmuştur. Bu okul baytarlık eğitimi de veriyordu. Ayrıca 1842'de de bir baytarlık okulu kurulmuştu. Hayvanlarda görülen bulaşıcı hastalıkların serum ve aşı üretimi için Bakteriyolojihane-i Şahane, 1901 yılında ise hayvan hastalıklarının tespit ve tedavisi için Bakteriyoloji-i Baytari kurulmuştur. Serumların seri üretime geçirilmesiyle salgın hastalıklar belli bölgelerde büyük oranda kontrol altına alınmıştı. Ayrıca hükümet tarafından çıkarılan geçici bir kanunla hastalıklı hayvanların itlaf edilip, ücretinin devlet tarafından karşılanacağı bildirilmesine rağmen köylüler bunları yetkililere bildirmiyorlardı. Bu bazı bölgelerle ciddi hayvan kaybına sebep olmuştu. Olguları bütünsellik içerisinde tüm yönleri ile kavramayıp, oradan buradan kopyala-yapıştır yaparsan gerçeklere perde çekmiş olursun.

     

    Türkiye’de dahi telefon altyapısı 1970’lerden sonra gelişme göstermeye başladı. Videodaki kişinin söylediği gibi 70’lerde bile müracat ettikten 5 sene sonra telefona erişebiliyordun:


    Osmanlı'nın 250 sene boyunca matbaayı yasaklamasıTRT Haberyoutube
    "Birinci abone bağırıyor, ikinci abone bağırıyor, üçüncü aboneye biz bağırıyoruz." 1970'lerde Türkiye'de telefon #shorts
    https://www.youtube.com/watch?v=LeUF5EfzfDw



    Yine aynı şekilde ilk radyo yayını dahi 1906’da yapılmışken Osmanlı’da radyo yayını aramak pek akl-ı selim işler değil. Telgraf hatları tabii ki o dönem şartlarınca belli başlı şehirlerde var olacak. Bunun fayda-maliyet analizi var, çocuk oyuncağı değil.

     

    Dünyada elektrik santrallerinin kurulmasının başlangıcı bile 1881 yılıdır. Osmanlı’da da mevcut dinamikler ölçüsünde elektrik santralleri kurulmuştur. 1920’lerde Anadolu’yu komple elektrikle donatmak mümkün değildir. Zaten başlangıçta 2. Abdülhamid, kapitülasyonlar sebebiyle denetim konusunda sıkıntı yaşanacağını düşünüp elektriğin kamu hizmetleri dışında kullanımına olumlu bakmamıştır. Barajın olmadığını söylemek komiktir, bu suyun olmadığını söylemektir ki böyle olsaydı yaşam olmazdı. Hindiye Barajı, Topuz Bendi Barajı, gibi pek çok baraj mevcuttu. Buraya kadar yazarken bile sıkıldım, devamını getirmek istemiyorum. Hepsi kopyala-yapıştır, yanlış ve benim anlatmak istediklerimle alakası olmayan şeylerdi.

     





  • Yine demagoji üzerinden algı kasmaya çalışmışsın ama kendi kendini rezil etmişsin farkında değilsin.Rumeli ve Hicaz'a yapılan demiryollarını öne sürüp ardından

    Anadolu'da yapılan daha doğrusu emperyalist Batılıların tamamen kendi ekonomik çıkarları gereği inşa edilmiş demiryollarını ileri sürüp ''Bak,Osmanlılarda Anadolu'ya demiryolu yapmıştı'' demek bilgisizliğin başka bir şekilde tezahürü herhalde...


    Ama biz biraz Anadolu demiryollarından bahsedelim.Anadolu'da Osmanlı döneminde yapılan tüm demiryolları halk için işlevsiz ama Batılı emperyalistler için ekonomik işlevliği olan yollardı.Bunu bizzat kendin paylaştığın Anadolu demiryollarının güzergahlarında açıkça görürsün ama ideolojik olarak körleştiğin için bunu görememen normal.Bak bakalım bu yollar normal demiryollarına mı benziyor yoksa Anadolu'yu daha rahat sömürmek için tamamen Batılıların ekonomik çıkarlarına hizmet etmek amacıyla özel güzergahlar belirlenip üstelik bir yığın imtiyazlar verilerek inşa edilen yollara mı benziyor;İzmir-Aydın demiryolu hattı,Mudanya-Bursa demiryolu hattı,Mersin-Tarsus-Adana demiryolu hattı,Haydarpaşa-İzmir-Ankara demiryolu hattı,Eskişehir-Konya hattı vb.Üstelik bu yolların teki bile Osmanlı'nın kontrolünde değil tamamı yabancı devletlerin kontrolünde olan yollardı.Buyur haritayıda paylaşıyorum;


    Osmanlı'nın 250 sene boyunca matbaayı yasaklaması

    Bir de gelmişsin ''Osmanlı demiryolu yatırımlarının çoğunu Anadolu'ya yapmıştır'' deyip iyice sıvıyorsun...Haritada ne kadar yatırım yaptığı ortada...Üstelik bu yatırımlar defalarca söylediğim gibi tamamen Batılı emperyalistlerin ekonomik çıkarlarına hizmet etmek maksadıyla üstüne onlara bir yığın imtiyaz hakkı tanınarak ve onların denetimine bırakılan demiryollarıydı.


    Mesela senin de örnek verdiğin İzmir-Aydın demiryolu hattına biraz eğilelim mi?Bu hat 1857-1866 yılları arasında İngilizlere imtiyazlar verilerek yaptırılmış bir hattır.İngilizler bu hattı yapabilmek için ihtiyaç duyulan malzemeleri gümrük vergisi ödenmeden ülkeye sokabilecek,demiryolu yapımı sırasında devlete ait madenleri ve ormanları 'beş para' vermeden kullanabilecek ve demiryolu kullanıma açıldığı andan itibaren hat boyunca 45 kilometre genişliğindeki alanda bulunan madenleri çok az bir vergi ödeyerek işletme hakkına sahip olacaktı.Üstelik Osmanlı devleti İngilizlere 50 yıl boyunca %6 oranında kâr vermeyi kabul etmiş ve eğer bu oran karşılanmazsa bizzat devlet hazinesinden bunu ödemeyi kabul etmişti.Tüm bunlar yetmezmiş gibi Osmanlı hattı inşa eden İngiliz şirketinin demiryolu üzerinde izleyeceği politikaya karışmayacağına ve bölgede bu demiryolu ile rekabet edebilecek başka demiryollarının inşa edilmesine engel olacağına dair güvence de vermişti.


    Peki İngilizler neden bu hattı yapmaya istekliydi?Zira 1838 Balta Limanı ticaret anlaşması gereği Anadolu'da rahat ticaret yapabilme imkanına kavuşmuşlardı.1866'da da yabancıların taşınmaz mal edinme hakkı elde etmesi üzerine Ege bölgesinin verimli tarım arazileri İngilizler tarafından satın alınmaya başlandı.Bu arazilerde gelişmiş tarım teknikleri kullanarak müslüman Türklerden daha fazla ürün elde etmeye başladılar.Kendilerine tanınmış adli ve mali kapitülasyonları da unutmamak gerekiyor.Üstelik 1868'e gelindiğinde İzmir'in yakınındaki tarım arazilerinin üçte biri İngilizlerin tapulu malı haline gelmişti.1878'de bölgedeki verimli toprakların %41'i İngiliz vatandaşların eline geçmişti.Kısaca anlayacağın üzere bu demiryolu müslüman Türklerden daha ziyade İngilizlere ve İngiliz şirketinin dolayısıyla İngiltere'nin işine yaramıştı.Öyle ki İngiltere dış borçları dahil İngilizlerin Anadolu'ya yaptıkları tüm yatırımların %43'ünü sadece bu demiryolu güzergahında elde edilen gelir sayesiyle 1866-1913 yılları arasında geri alabilmiştir.


    İşte demagoji yaparak ''Osmanlı demiryolu yatırımlarının çoğunu Anadolu'ya yapmıştır'' şeklinde sıvadığın demiryollarının bir tanesinin içeriği...Yüzün kızarır mı?Hiç sanmıyorum...


    Bundan başka bir de D.Anadolu'ya demiryolu yapılamamasını bir çok nedene bağlamışsın ama asıl nedeni hiç söylememişsin.O da Rus Çarlığıdır.Rus Çarlığı Osmanlı'nın imtiyazlı dahi olsa D.Anadolu bölgesine demiryolu döşemesine şiddetle muhalefet etmiştir.Bunun nedeni demiryolu aracılığıyla bölgeye askeri nakillerin kolayca yapılabileceği gerçeğidir.Örneğin inşa etme hakkı Almanlara verilen Bağdat Demiryolu hattı'nın (ki bu hatta Almanlara bir yığın yüz kızartıcı imtiyazlarla verilmiştir) ilk güzergahı İstanbul-Ankara-Sivas-Diyarbakır-Bağdat şeklindeyken Rusya'nın sert muhalefeti karşılığında bu hattın güzergahı İstanbul-Eskişehir-Konya-Adana-Halep-Bağdat olarak değişmek zorunda kalmıştı.Göreceğin üzere Osmanlının D.Anadolu'ya imtiyazlı dahi olsa demiryolu yapamamasının altında yatan asıl neden Rusya korkusudur.Rusya böylece Osmanlı'nın askeri alanda D.Anadolu'ya daha kolayca ve hızlı birşekilde ulaşabilmesinin önünü kesmiştir.Ama tabii bunu söylemek işine gelmemiş olacak ki ''Ya aslında yabancılarla da görüşmeler yapıldı ama işte masrafı fazlaydı,Ermeni sorunu vardı,I.Dünya Savaşı çıktı'' gibi tamamen 'zırva' bahanelerin arkasına saklanmışsın...Sanki Osmanlı zamanında Anadolu'da yapılan demiryolları Osmanlı devletine ve Türk milletinin çıkarlarına tamamen uygundu da bir D.Anadolu'ya yabancıların yapacağı demiryolları uygun gelmiyordu...


    Ama biz biraz da tek parti döneminde inşa edilen yollara bakalım..Mesela 1923-1950 yılları arasında inşa edilen demiryolları şu şekilde;Ankara-Sivas hattı,Samsun-Sivas kalın hattı,Kütahya-Balıkesir hattı,Ulukışla-Kayseri hattı,Feyzi paşa-Diyarbakır hattı,Filyos-Irmak hattı,Yolçatı-Elazığ hattı,Afyon-Karasuyu hattı,Baladız-Burdur hattı,Bozanönü-Isparta hattı,Sivas-Erzurum hattı,Malatya-Çetinkaya hattı,Diyarbakır-Kurtalan hattı,Elazığ-Genç hattı,Köprü ağzı-Maraş hattı,Narlı-Antep-Karkamış hattı,Filyos-Zonguldak-Kozlu hattı,Hadımköy-Kuru kavak hattı,İstasyon-Malatya hattı,Erzurum-Hasan kale hattı,Tavşanlı-Tunç bilek hattı vb.


    Üstelik bu yollar Osmanlı dönemindeki gibi yabancıların Türk milletini sömürmek amacıyla inşa ettikleri yollar değil tamamen milli hazineden karşılanarak ve tamamen Türk devletinin kontrolünde ve çıkarlarına hizmet etmek amacıyla yapılan yollardır.Ama aradaki bariz farkı anlayabileceğini hiç sanmıyorum..İdeolojik hezeyanlar içinde olan birisine ne anlatsak boş...Zaten hemen başlamışsın yok 'ezbere bilgiler',yok 'sinan meydan lafları'' vs demeye...Sana tavsiyem maraş dondurmacısı ve derinlerdeki çukur seviyesinde tarihçilik yaptıklarını sanan tipleri daha az takip etmen üzerine olacaktır.


    Gelelim diğer meselelere...İlk kuduz aşısı Osmanlı zamanında yapıldı,ilk tifüs aşısı,salgınlarla mücadele vs...Uzun uzun bunları tartışacak değilim kaldı ki bunları inkar eden de yok..Meseleyi hala daha anlamamışsın ya da anlamak işine gelmiyor..Mesele Anadolu'nun harap bir halde olmasıdır.Osmanlı yüzlerce yıl Anadolu'yu imar edemediği ancak bu imarı Cumhuriyet rejiminin yaptığını söylüyoruz.Neyin tatavası bu?Yeni devletin nasıl bir miras üzerine inşa edildiğini söylüyoruz işine gelmediği için geçiştiriyorsun.Osmanlıda kız mektep yok muydu?Vardı...Osmanlıda kütüphane yok muydu?Vardı...Osmanlıda fabrika yok muydu?Vardı...Lakin tüm bunlar İstanbul gibi belli başlı birkaç şehirde sınırlıydı.Mesela baytarlar Anadolu'nun içlerinde var mıydı?Doktorlar Anadolu içinde var mıydı?Okullar,sağlık ocakları,hastaneler,tiyatrolar,kütüphaneler vs belli başlı büyük Anadolu şehirleri dışında (İstanbul,İzmir,Bursa,Trabzon vs) var mıydı?Yahu Cumhuriyet idaresi kuruluncaya kadar Anadolu dağları eşkiyalardan geçilmiyordu.Anadolu'yu eşkiyalardan temizleyen,devlet otoritesini bütün ülkeye yayan,Anadolu'yu baştan aşağıya imar eden ve 20.yüzyıla dahil eden rejim Cumhuriyet idaresidir diyoruz sen ise kalkıp alakasız konulara atlıyorsun..Yani demagojinin kitabını yazıyorsun.Anadolu 1823-1923 yılları arasında doğru düzgün gelişememişken bu gelişme 1923-2023 yılları arasında yaşandıysa ortada tartışılacak bir mesele yoktur demektir.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 15 Ocak 2023; 15:57:0 >




  • Osmanlı'nın önem verdiği 2 bölge vardı. 1. Rumeli Beylerbeyliği 2. Anadolu Beylerbeyliği.



    Osmanlı'nın 250 sene boyunca matbaayı yasaklaması


    Osmanlı'nın 250 sene boyunca matbaayı yasaklaması

    Bu 2 bölge dışındakiler divanda bile temsil edilmezlerdi. Osmanlı asıl yatırımı da bu bölgelere yapmıştır. Çünkü buralar Osmanlı'nın merkez toprakları olarak gördüğü yerlerdir. Diğer yerlerden vergisini toplar savaşlarda da askeri kuvvet yardımı alırdı. Araplar Osmanlı'nın kendilerini adam yerine koymadığını geri bıraktıklarını söylerler. Osmanlı'ya Arapçı diyenler var ama Osmanlı'da doğru dürüst Arap Paşa veya devlet adamı bulamazsın.





  • Türkçü Kayı kullanıcısına yanıt

    Divanda temsil edilmek eyaletlere özel birşey değil ki. Bir kere hicazdan vergi ve asker alınmazdı. Madem rumeli en üst eyalet neden asker ve vergi veriyor? Hicaz resmen ayrıcalıklı. Sonra osmanlı sisteminde araplar diye bir ayrım mı var?

    Senin bahsettiğin olay rumeli kazaskerinni anadolu kazaskerinden üst olması.


    Hadi rumelini anladık orada osmanlının yatırımı var ama anadolu eyaletinde ki başı kütahya olan yerde osmanlının yatırımı ne?

  • The souls migration kullanıcısına yanıt

    Oğuzların 24 boyundan olan Peçenekler neydi peki bizans safında yer tutan Hristiyan Türkler değilmiydi azınlık da değildi peçenekler bizansın ayrı bir ordusuydu Türk kavmi olarak

  • Long Nightt kullanıcısına yanıt

    Bu sana bu konudaki son mesajım. Birini put ilan edince olmuyor. Okuduğunu anlayamıyor, nüansları kavrayamıyorsun. Üstelik cumhuriyet rejimini eleştirdiğim için hemen bana İslamcı damgasını yapıştırmışsın. Ben Müslüman değilim. Sadece gerçekleri anlatıyorum. Sen ise putunu yüceltmek için ne idüğü belirsiz sitelerden, sözlük yazarlarından, oradan buradan kopyala yapıştır yapıp yazdıklarımı görmezden geliyorsun. Senin iddian Osmanlı’nın Rumeli’ye demiryolları yaptığı, Anadolu’ya yapmadığıydı. Şimdi kıvırmak için internetten alıp, üstüne düşünmediğin bilgilerle “ama onları yabancı sermaye yaptı” gibi saçma sapan bir argümana yaslanıyorsun. Benim yukarıda gösterdiğim gibi Osmanlı’nın Anadolu’ya 4000 km’lik demiryolu yaptırmış olması senin iddianın yanlışlanması için yeterlidir. Rumeli demiryollarını yabancı şirketler yapmadı sanki. Ben zaten önceki mesajımda Hicaz Demiryolu dışındaki tüm demiryollarının yabancı şirketlere verilen tavizler sonucu inşa edildiğini belirtmiştim:



    "Devlet zaten demiryolları ihtiyacının %90’ını yabancı şirketlere verilen tavizlerle karşılamıştı."


    "Nafia Nezareti buraya inşa edilecek demiryolu hattının İran ticaretinden gelen gelirleri karşılamayacağını düşünüyordu ve yerli şirketlerde projeye yanaşmıyordu. Yabancı şirketlere yönünü çeviren Osmanlı Devleti, J.G. White Şirketi’yle görüşmelere başladı. J.G. White Şirketi, Trabzon-Erzurum hattı yerine Sivas’tan başlayarak Süleymaniye’ye kadar ulaşan bir hat yapılmasını teklif etti. Bu teklif Mebusan Meclisi’ne sunuldu fakat başka şirketlerin projeye talip olmasıyla mukaveleden vazgeçildi. Başka yabancı sermayeyle defalarca müzakereler, incelemeler yapıldı ancak proje bir türlü gerçekleştirilemedi. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle proje rafa kaldırıldı."


     

    Gümrük vergilerinin kaldırılması, İzmir-Aydın demiryolunu yapacak yabancı sermayeye verilmiş bir imtiyaz değildi. Bu, 1838 yılında imzalanan Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nın sonucudur. Şirkete %6 kar garantisi, demiryolu inşasında kaynak ve madenlerin ücretsiz kullanımı ve demiryolu açılışından itibaren kaynakların ve madenlerin düşük bir vergiyle işletme hakkının verileceği doğrudur. Yalnız bunlar üzerinden varmaya çalıştığın sonuç ironik. Şirket demiryolunu babasının hayrına yapmıyor, kar elde etme amacı var. Şirket ortaya 1,2 milyon Sterlin değerinde sermaye koymuş, demiryolu hattı üzerinde telgraf hattı da inşa edip devlete devredeceğini belirtmiş, 4 yılda bu hattı bitireceğine ve 4 yılda bu hat bitirilmediği takdirde sermayesinin bir kısmını kefaret olarak Osmanlı hazinesine ödeyeceğine dair taahhüt vermiş. Üstelik 1,2 milyon Sterlin bu iş için yetersiz kalmış, sonucunda şirket kar yerine zarar etmiş. Bu kadar masraflı bir proje için şartları piyasaya oldukça uygun bir sözleşmedir bu. Ne bekliyorsun?  Serbest piyasa ekonomisi böyle işliyor zaten, bunu idrak edemiyorsan, önce ekonomiye giriş kitabı oku. Moratoryumunu ilan etmiş bir devletin kendi sermayesiyle demiryolu yapmasına zaten imkan yoktur, bunu beklemek en ufak tabirle deliliktir.


     

    Şirketin bunu, Baltalimanı Ticaret Antlaşmasının getirdiği avantajlar ve kar elde amacıyla yaptığının herkes farkında, Einstein. Bunu sen akıl etmedin, merak etme. Kapitülasyonlardan yararlandıklarını söylemek doğru olmayacaktır. Zira çıkarılan yasa taşınmaz mal sahibi ecnebilerin kapitülasyonlardan yararlanamama ve Osmanlı kanunlarına tabi olma şartını ön koşuyordu. Bir diğer mühim etken de Anadolu’da taşra nüfusunun azalması ve terk edilmiş köylerin artmasının önüne bu şekilde geçilmeye çalışılmasıdır. Bu demiryolu İngiliz Şirketi’ne dolayısıyla da İngiltere’ye yarar sağlamamıştı. Aksine şirket başlangıçta kar elde edemediği için hattı Afyon yahut Konya’ya kadar uzatmak istemiş, Osmanlı Devleti bunu reddetmiştir. İngiliz Şirket, İngiliz hükümetinden bu konuda Osmanlı Devleti’ni ikna etmesini istemiş, fakat İngiliz hükümeti Afyon yahut Konya’ya uzanacak demiryolunun İngilizlerin, Hindistan ticaretini olumsuz etkileyeceğini düşünerek bu yardım talebini geri çevirmiştir. Diğer mesajımda da söylediğim gibi olguları bütünsellik içerisinde ele almayıp, tek bir ezber anlayıştan besleniyorsun. Üstelik bunlar üstüne düşünme zahmetini de göstermiyorsun, yazık. Sanki feodal İngilizler gelmeden önce, Karaosmanoğlulları sülalesi gibi Türk feodal ağaları yoktu. Sanki madenleri yalnızca yabancı sermaye işletiyordu. Sanki Halil Ağa gibi kükürt madenlerini işleten Türk sermayedarlar yoktu. Sermayenin milliyeti yoktur.


     

    Çarlık Rusya 1721’de lağvedilmişti, o Rus İmparatorluğu olacak. Ve söylediğini tam aksine bu konuya uzunca değinmiştim. Rusya’nın Erzurum-Trabzon demiryolunun yapılması istememesinin ardında askeri amaçlar değil, İran ticaretini tekrardan Osmanlı’ya kaptırmamak istemesi yatıyordu. Aynı şekilde Bağdat Demiryolu hattındaki çekincelerin sebebi de İran ticaretini tekrardan Osmanlı’ya kaptırma korkusuydu.  Osmanlı, Sarıkamış’a yapılacak olan ikmali Bahr-i Ahmer, Bezm-i Alem ve Mithatpaşa gemileriyle yapmak istemişti. Fakat Alman Amiral Wilhelm Souchon’un filosunun gemilerden bir gün sonra Karadeniz’e açılması ve Rusların istihbaratları sonucu bu üç gemi batırılmıştı. Demiryolları askeri nakliyat için önemli olsa da Sarıkamış’a gemilerle giden bu kadar yükü, askeri taşımak güçtür, uçaklar hiç taşınamaz. Ki Birinci Dünya Savaşı patlak verince askeri amaçla dar bir demiryolu hattının yapımına savaş sırasında başlanılmıştı zaten.


     

    Cumhuriyet rejiminin demiryollarını milli sermayeyle yaptığı tamamen propagandadır. Cumhuriyet rejimi de demiryollarını yabancı sermayeye yaptırmıştı. Bunlardan ilki daha önce Osmanlı’da da gündeme gelmiş Chester Projesi’ydi. TBMM bunu kabul ederek yabancı sermayeye 40 km’lik alan içerisindeki petrol, diğer madenleri ve doğal kaynakları kullanıp işletme imtiyazı da verdi. Şirket vergiden de muaf tutuldu. Fakat Lozan’da Musul ve Kerkük’ü alınamayınca amacı Irak petrollerine erişmek olan şirket projeyi uygulamak istemedi. Mustafa Kemal’in Amerikan sermayesine olan övgülerinden bahsetmeye hiç gerek duymuyorum. Zaten Chester Projesinin bir diğer amacı da Lozan’da İngiltere ve Fransa’ya karşı ABD desteğini almaktı.



    Dahası da var. Cumhuriyet rejiminin Osmanlı’dan kalan demiryollarını satın alıp millileştirdiği de büyük bir propagandadır. Bunların bir kısmı zarardan bir kısmı zarar ettiği için satın alınmıştı. Örneğin, Mudanya-Bursa hattını elinde tutan şirket otomobil ve kamyonlarla rekabet edemediği için zaten zarar ediyordu, şirket bizzat kendi isteğiyle hükümetin satın almasını istedi. Bazı demiryollarının da imtiyaz süresi dolmuştu. Bazıları da hazineye yüklenilerek millileştirilmişti. 1927 yılında İsveçli Nidquist Holm ve Alman Julius Berger şirketleriyle Kütahya-Balıkesir ve Kayseri-Ulukışla demiryolu hattının yapımı için anlaşılmıştı. İstasyon binalarının yapımını da bir Amerikan şirkete devredilmişti. Milli sermayeyle yaptık dedikleri demiryolları da diğer bayındırlık yatırımları es geçilerek ağırlıklı bütçenin buraya akıtılması ve aslında büyük oranda alınan borçlarla inşa edilmişti.



    Aslında sadece demiryolları üzerinden gitmek doğru değildir. Cumhuriyet rejiminin fabrikalar açtık diye propagandası da yabancı sermayenin ürünüdür. En ironik olanıysa 1920 yılında İtalya’yla savaşta olmamıza rağmen, Celaleddin Arif’in %10 hisse alarak İtalyanların elinde bulundurduğu Ereğli kömür madenlerinin imtiyazını uzatmasıdır. Mustafa Kemal’in yönettiği oturumda bu satış ticari bir antlaşma olarak görülmüştür. Ama cumhuriyet rejimi emperyalistlere, yabancı sermayeye karşıydı tabi. Tabi tabi, yersen.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-0792EAEAE -- 26 Ocak 2023; 16:57:3 >




  • Seni islamcı ilan ettiğim falan yok.Tüm bu demagojik iddialarını en çok dile getiren ve ortalığa saçanlar o kesim..O kesimden beslenmen seni islamcı yapmaz sadece demagoji çukuruna götürür.Takip ettiğin tiplerin ideolojik ve demagojik zırvalarını buraya getirirsen insanlarda elbette beslendiğin kaynağı yüzüne vurur.Neden zoruna gidiyor ki?İşine gelmeyen her şeyi sağdan solda toplama bilgiler,ezbere bilgiler diyerek damgalıyorsun,geçiştiriyorsun ama başkası senin beslendiğin kaynakları yüzüne vurunca zoruna gidiyor,sayın Einstein?


    Gelelim yazdıklarına...Önceki tüm yorumlarında olduğu gibi yine demagojiye işi vurarak kendini haklı çıkarmaya çalışmışsın ama yine kendi kendini rezil etmişsin..Önceki yorumlarımda defalarca belirttiğim gibi (yine belirteyim) bu konuda hiçbir zaman X padişah dönemi ve Mustafa Kemal Atatürk dönemi tartışılmadı.Tartışılan ve karşılaştırma yapılan ana konu Osmanlı rejimi ve Cumhuriyet rejimi idi.Daha özelde ise Anadolu'nun Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki durumlarıydı.Ama sen damdan düşer gibi ortalığa atlayıp ''Mustafa Kemal Paşa döneminde daha mı iyiydi' diyerek aklınca algı kasmaya çalıştın.Bunu da beceremeyip kendini bir güzel rezil ettin.Kısaca baştan beri niyetiniz konuyu dağıtmak,laf ebeliği yapmak,demagoji üzerinden ideolojik hezeyanlar saçmaktı.


    Bu nedenle kendinizi objektif olarak göstermeye çalışmanız tam evlere şenlik bir durum...


    Öte yandan burada hiç kimse Cumhuriyet rejiminin ilk yıllarında herşeyin dört dörtlük olduğunu iddia etmedi.Osmanlıdan kalan yıkık miras üzerine devletin ve Türk milletinin küllerinden doğduğu anlatıldı.100 yıl içinde de Anadolu'nun Osmanlıda dahi görülmemiş ölçüde imar edildiğini,modern Dünya'ya katılım başarısı gösterdiği söylendi.Siz ise hiç bunlara değinmeden ideolojik saplantınız olan Mustafa Kemal Paşa düşmanlığı üzerinden algı kasmaya devam ettiniz.Bunun üzerine gereken cevabı alıp rezil olunca ''Ezbere bilgiler' deyip sızlanmaya,dövünmeye,tepinmeye,kıvırmaya başladınız...


    Dahası hala daha demiryolları üzerinden algı kasmaya çalışmanız komedilik.Yani konuştukça batıyorsun ama farkında bile değilsin.Osmanlı'nın Anadolu'ya yaptığı demiryollarının tamamen emperyalist ülkelerin çıkarlarına uygun olduğunu anlatmamıza rağmen kalkıp ''Yav kardeşim işte yapmış mı yapmış ne millilik arıyorsun?Ha Türk halkı bu yollardan faydalanmış ha faydalanmamış...Serbest piyasa kardeşim'' kafasına gelmen ve hala daha ''Yav D.Anadolu'ya demiryolu tamamen ekonomik çıkarlar nedeniyle yapılamamıştır' diyerek hala daha sıvaman takdire şayan bir başarı...Özellikle D.Anadolu'ya demiryollarının yapılamamasını Rusya faktörü dışında her faktöre bağlayabilmen dahası Bağdat demiryolu güzergahının bile Rusya'nın baskısıyla değiştirildiği gerçeğini hasır altına itelemen gerçekten ibret verici bir durum.Demagojide sınır tanımıyorsunuz,tebrik ederim...


    Ayrıca yabancı sermaye'ye Cumhuriyet rejimi hiçbir zaman ve hiçbir dönem karşı çıkmamıştır.Bunu senin gibiler ortaya atar daha sonra ortaya attığınız bu gülünç iddiaya sahiplenir ve ardından kendinizin ortaya attığı bu gülünç iddiayı çürüterek gizli bir tarihi hakikati ortaya çıkardığınızı sanırsınız.Mesela ''Atatürk,Samsun'a Vahdettin'in izniyle gitti'' demek gibi...Bilinen birşeyi alıp sanki gizleniyormuş gibi anlatıp ardından gizlenen bir gerçeği ortaya çıkardığını sanmak sizlerde çok sık görülen bir durum..Halbu ki daha 11 Eylül 1919'da ilan edilen Sivas Kongreleri kararları içerisinde;


     ''Devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, altıncı maddede yazılı sınırlar içinde, milliyet esaslarına saygılı olan ve memleketimize karşı istila emeli gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sınaî, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız.''


    maddesi var iken;


    4 Şubat 1923 tarihinde ilan edilen İzmir İktisat Kongresi kararları içerisinde;


    ''Türk, dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına düşman olamayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. Ancak kendi yurduna kendi lisanına ve kanununa uymayan müesseselerle münasebette bulunmaz. Türk, ilim ve sanat yeniliklerini nerede olursa olsun doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt istemez.''


    şeklinde bir madde var iken;


    Dahası ideolojik olarak saplantılı kaldığın Mustafa Kemal Paşa'nın 4 Şubat 1923'te İzmir İktisat Kongresinde yaptığı konuşmada yabancı yatırımlar hakkında söylediği şu sözleri;

    “Efendiler, iktisadiyat sahasında düşünürken ve konuşurken zannolunmasın ki, biz ecnebi sermayesine hasım bulunuyoruz, Hayır, bizim memleketimiz vâsidir. Çok sây ve sermayeye ihtiyacımız vardır. Binaenaleyh kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız.Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin.Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye malikti, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka birşey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.” 


    ortadayken kalkıp ''Cumhuriyet rejimi yabancı sermaye'ye karşıydı yav he he'' demek rezil olmakla eş değerdir..


    İşte arkadaş ''onlar ezbere bilgiler'' deyip daha Sivas kongresi ve İzmir İktisat kongreleri kararlarından insan habersiz olunca böyle rezil oluveriyor tabi..


    Göreceğin üzere Cumhuriyet'in ilk yıllarında özellikle takıntılı hale getirdiğin Mustafa Kemal Atatürk döneminde yabancı sermaye düşmanlığı yapılmamıştır.Yabancı sermayeden istenilen T.C. kanunlarına uyması,Türk hükümetine bağlı kalması ve Osmanlıdaki gibi 'süresiz' mali ve adli ayrıcalıklar talep etmemesiydi.Ama senin gibiler için aynı Atatürk'ün söylediği gibi yabancı sermayenin Jandarmalığını yapmak yeterli geliyor olabilir.Atatürk'ün ve ilk Cumhuriyet hükümetlerinin temel hedefi T.C. kanunlarına uyacak ve Türk milleti ile devletinin çıkarlarına öncelik edecek yabancı sermayeyi kabul etmek diğer sermayeleri ise red etmek üzerinedir.Onlar yabancı sermaye ile ülkenin kalkınmasını hedeflerken Osmanlıdaki yabancı sermaye önce yabancı sermayeyi getirenleri zenginleştirmeyi ve yabancı sermayenin ait olduğu yabancı devletin Osmanlı ekonomisi üzerinde söz sahibi olmasını sağlıyordu.İki devir arasında böyle bir fark var.


    1920-1930 yılları arasında kurulan 201 Türk Anonim şirketinden 66 tanesi yabancı sermaye ortaklıdır.Bütün Anonim şirketlerin ödenen sermayelerinin toplamı 73 milyondur.Bu toplamın 31,5 milyonu yani yaklaşık %43'ü yabancı sermayeli Türk anonim şirketlerine aittir.Anlayacağın toplam şirketlerin yaklaşık %32'sini oluşturan yabancı sermayeli şirket sayısına karşılık toplam sermaye daha yüksek olmuştur.Kısaca bu 10 yılda ekonomide yabancı sermayeli şirketler daha ağırlıklı olmuştur ancak bunların Osmanlıdan farkı bu şirketlerin Türk devletinin kanunlarına bağlı olması ve Osmanlıdaki gibi Türk ekonomisinin ve Türk sanayisinin gelişmesine mani olacak 'süresiz' ayrıcalıklara sahip olmamasıdır.


    Mesela 1929 ekonomik buhranından sonra her ülkede olduğu gibi devlet ekonomiyi ele almak zorunda kalmıştır.Türkiye'de faaliyet gösteren çoğu yabancı sermaye'ye sahip bazı işletmelerde ekonomik krizde daralmaya gittikleri için işletmelerini devlete satmakta zorluk çıkarmamıştır.Buna rağmen 1930-1938 yıllarında yabancı sermayenin Türkiye'ye gelebilmesi için çabalar devam etmiştir.1930-1933 yılları arasında 7.3 milyon tutarında yabancı yatırımlar Türkiye'ye yapılmıştır.1934-1938 yılları arasında 32 tane yeni yabancı şirket Türkiye'de faaliyet göstermeye başlamıştır.1938'e gelindiğinde Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı şirket sayısı 103'e çıkmıştır. 1931'de dönemin Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu Amerika'ya giderek Türkiye'ye yabancı 50 ile 100 milyon arası Amerikan özel sermayesinin gelmesi için temaslarda bulunmuş ama başarısız olmuştur.


    1931'de Kayseri Uçak Fabrikası bir Amerikan şirketine inşa ettirilmiştir.Karabük Demir-Çelik Fabrikası ise İngiliz H.A. Brassert and London şirketine borç karşılığında yaptırılmıştır.Ayrıca İngiliz Alexander and Partners şirketi İstanbul liman inşaatını üstlenmiş,Diyarbakır-İran sınırı arasında kalan demiryolu hattı ölçümü ile Anadolu'da sulama tesislerinin kurulması işlerine de katılmıştır.


    1929 yılında da ünlü otomobil üreticisi İngiliz Ford şirketine Türkiye'de fabrika kurma ve işletme imtiyazı verilmiştir.Bu imtiyaz 25 sene mühletlidir ve Ford'un kuracağı fabrikanın 400 metre yakınına aynı amaçla başka fabrikaların kurulamayacağı taahhütü vardır.Bu durum mecliste gündeme gelince dönemin Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu bu imtiyazın sürekli olmadığını,şirketin Türk kanunlarına bağlı çalışacağını,çalışanlarının %75'nin Türk olma zorunluluğu olduğunu ve bu fabrika sayesiyle Türk çocuklarının otomobil ve motor işini öğreneceklerini belirtmiştir.Ancak aynı yıl çıkan Dünya ekonomik krizi yüzünden fabrka istenen verimi verememiş ve 1930'ların ortasında kapanmıştır.


    Hatta Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türkiye'de madencilik ve maden çıkartma konusunda tecrübesizlik olmasından ötürü Türk madenlerinin işletilmesi amacıyla yabancı şirketlere maden işletme ruhsatları ve imtiyazları da verilmiştir.Ancak tüm bunlarda Türk devletinin kanunlarına bağlı kalmışlardır.Üstüne 14 Haziran 1935'te kurulan Maden Teknik ve Arama Müdürlüğü ile aynı tarihte yerli madenciliği teşvik etmek amacıyla kurulan Eti bank sayesiyle yabancıların madenlerimiz üzerinden ruhsat ve işletme imtiyazları almaları azalmış,yerli teşebbüslere öncelik verilir olmuştur.


    Velhasıl kelam bu örnekler daha da çoğaltılabilir.Göreceğin üzere Cumhuriyet'in ilk yıllarında yabancı sermaye düşmanlığı yapılmamış sadece Osmanlı'da ki gibi Türk ekonomisini ve sanayisini köreltecek kısacası ülkeyi sömürgeleştirecek ayrıcalıklara,imtiyazlara karşı çıkılmıştır.Yabancılara verilen tüm imtiyazlar bile süresiz olmamış,karşılılık fesh etme yetkisi devletin elinde olmuştur.Nitekim 1930'da Kibrit ve Çakmak üretiminin tekeli Türkiye'ye %6,5 yıllık faizle 10 milyon kredi vermesi karşılığında 25 yıllığına bir Amerikalı şirkete verilmiş ancak bu tekel 1943 yılında şirketten geri alınmıştır.


    Kısacası sömürülme nedir,sömürge nedir,egemen devlet nedir ilk önce bunları öğren ondan sonra Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki yabancı sermaye yatırımlarını konuş.


    Ayrıca Chester projesi ile aklınca bir açık yakaladığını sanmışsın ama orada da sıvamışsın.Zira Chester projesi Lozan'da İngiltere ve Amerika arasında ikilik yaratmak amacıyla ortaya atılan bir projeydi.Hiçbir zaman ciddi bir seviyeye gelmemiştir.Zaten Amerikalılarda İngilizlerle ters düşmemek için bu projeye sıcak yaklaşmamıştır.TBMM'de Lozan anlaşması imzalandıktan sonra 18 Aralık 1923'te anlaşmayı tek taraflı olarak fesh etmiştir. 1926 Ankara Anlaşması ile Musul ve Kerkük'te Türkiye dışında kalınca bu proje daha hayata geçemeden tamamen tarihe gömülmüştür.Öte yandan 1920'de Milli Mücadele yılları arasında İtilaf devletleri arasında ki birliği bozmak için İtalyanlara yönelik bir girişim olmuşsa da bu girişim 1923 Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.1923 Lozan anlaşması ile adli ve mali tüm kapitülasyonlardan arındırılmış bir devlet kurulmuştur.Sen kabul etsen de etmesen de bu devlet Osmanlı'dan daha iyi birşekilde Anadolu'yu imar etmiştir..Sırf sen bunu beğenmiyorsun diye tarihi bir hakikat değişecek değil..




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 27 Ocak 2023; 0:45:27 >




  • Konunun seviyesi öyle bir yükselmiş ki troller terk etmiş.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Long Nightt kullanıcısına yanıt

    İşi gücü biraktim sadece yorumlarini okuyorum. Gayet guzel ve anlasilir yazmissiniz tebrikler..

  • Şu an matbaa var da ne oluyor. Filip incilinde Habil ile Kabilin yılanın soyundan geldiği yazıyor. Ekrem sarıkçıoğlu prof bu adam yılanı yıllar diye çeviriyor.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yusuf has Hacip Kutadgu bilig kitabında birçok Türkçe isimler geçerken

    Sonra aniden birşey olmuş herkes Arapça isim koymaya başlamış

    Sebebi nedir ne olmuş?

    < Bu ileti iOS uygulamasından atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.