Şimdi Ara

Pompei Duydunuzmu Fikriniz nedir?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
12
Cevap
0
Favori
807
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Yazmayı planladığım bir konuda "bizim vatandaşlar neler düşünüyor acaba" diye merak ederek internet’teki arama motorlarının biriyle "Pompei halkını" araştırdım. O da ne! Ben Pompei’nin bizim "Türk İnternet entelektüelleri" arasında bu kadar popüler olacağını aklımın ucundan bile geçirmezdim. Pompei’ye bir kaç masum bilgilendirici sayfanın dışında en büyük ilgiyi "maneviyatçı ve dini içerikli" İnternet siteleri göstermişlerdi.

    Bu sitelerin konu üzerinde durup vurguladıkları yön, Pompei halkı ile Lut kavminin kaderi arasında paralellikti. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam inancında ve kutsal kitaplarında bilhassa cinsel münasebetleri nedeniyle günahkarlık içinde yüzen Lut kavminin şehirleriyle birlikte (Sodom ve Gomorra ya da Gomore) "Tanrı tarafından" yangınlı büyük bir felaketle yok edilerek cezalandırıldıkları kabul edilir.

    İtalya’da Napoli yakınındaki Pompei de M.S. 79 yılında komşu şehir Herculaneum ile birlikte Vezüv Yanardağı’nın püskürttüğü kızgın kül ve taşçıklar ile bunlar üzerine gelen lavlar altında kalmışlardır. Sözü edilen İnternet sitelerinin ileri sürdüklerinin aksine, bu felaket sırasında her iki şehir halkının tamamı yok olmamış, patlama öncesindeki öncü deprem sarsıntıları nedeniyle ve daha önce 62 yılında meydana gelen büyük depremin verdiği tecrübeyle olsa gerek, nüfusun büyük bir bölümü şehirlerini terk edip kurtulmuşlardır. Mesela nüfusu yirmi binin üzerinde tahmin edilen Pompei’de yapılan arkeolojik kazılarda tespit edilen, felaketten dolayı ölmüş ve taşlaşarak günümüze ulaşmış insan kalıntısı miktarı iki bin dolayındadır; daha küçük bir sayfiye kasabası olan Herculaneum’da ise yaklaşık beş bin kişilik nüfustan şehir içinde 25, yakın zamanlarda ise deniz kenarındaki bir barınakta 300 civarında insan kalıntısına rastlanmıştır.

    "Dincilerin" çoğu yarım yamalak bilgilerle maden bulmuş gibi Pompei’nin yaşadığı felaketin üstüne atlamaları ve inançları doğrultusunda "alışıldık bir şekilde" insanlara "Allah korkusu salarak yola getirme" girişimleri kutsal kitaplardaki akıl yürütme yöntemiyle bir dereceye kadar uyumlu olduğu için çok şaşırtıcı değildir. Hatta bir kısım "inançlı vatandaş" yakın tarihimizde meydana gelen büyük deprem faciaları ve doğal afetler sırasında da bu tür dini göndermeler yapmaktan geri kalmamışlardır. Onlara göre doğal afetlerle gelen bu tür yıkımlar çoluk çocuk, zengin yoksul, kadın yaşlı, masumlar da etkilense de Allah’ın günahkarlara cezası ve insanlığa bir uyarısıdır.

    Dinci kesimde durum böyleyken, aydın ve ilerici, CHP’den politikaya atıldığına göre solcu olduğu şüphe götürmeyen entelektüelimiz Sayın Zülfü Livaneli de Pompei’yi, dahası bu şehrin "halkını" 24.12.2002 tarihli Vatan Gazetesi’ndeki bir yazısına konu etmiş. Yazının başlığı tam da benim aradığım kelimelerle örtüşüyor: "Pompei Halkı". Yazıyı okuyorum fakat içerikte anlatılan, yazarın deyimiyle "kendi halkına meydan okuyan, lümpen, görgüsüz, küstah ve dünya değerler sistemine ters düşen, az gelişmiş ülke burjuvazisini" yani bir kısım Türk burjuvasını anlatıyor ve eleştiriyor. Livaneli yazısının sonuna doğru da eşi görülmemiş bir yakıştırmayla "Ben bunlara 'Pompei halkı' diyorum..." diyor. Yazıda umduğumu bulamamıştım, Pompei halkıyla ilgili bir malumat ya da yorum yoktu, fakat bu halk Livaneli tarafından görgüsüz burjuvazinin sembolü olarak mahkum edilmişti. Livaneli’nin yazısı "İnternet camiasında" bayağı ilgi görmüş, değişik kişiler ve siteler tarafından olduğu gibi alınarak yeniden yayınlanmış ve destekleyici yönde tartışılmıştı.

    İlk olarak yaklaşık bir yıl önce okuduğum Livaneli’nin yazısında beni şaşkınlığa düşüren şey, bu işin uzmanı arkeolog ve tarihçilerin eserleri arasında daha önceki bilgilerim ve yazıdan sonra özellikle dikkat etmeme rağmen Pompei halkı hakkında böylesi ya da benzeri bir yakıştırmaya rastlamamış olmam. Zaten yazarımız da bir başkasına atıfta bulunmuyor, kendi keşfetmiş: "Ben bunlara 'Pompei halkı' diyorum", o kadar! Buradaki Pompei halkıyla kastedilen kendilerini kurtaranlar bir yana bırakılacak olursa, her halde özellikle felaket sırasında ölerek taşlaşan kalıntıları günümüze gelenler olsa gerek. Pompei halkını diğer felakete uğrayanlardan ayıran ve böyle bir yazıya konu edilmesini sağlayacak en önemli özellik budur. Peki kimlerdi bu taşlaşarak günümüze gelen ölüler? Acaba Livaneli bunu araştırdı mı bilmiyorum... Açık olan bir şey varsa Pompei ve Herculaneum’da yapılan kazılarla ve bunların tarihiyle ilgili batı dillerinde yazılmış kütüphaneler dolusu yayın var... bunlara bakıldığında Pompei’de felaket sırasında ölenlerin bir bölümü arenalarda ölümüne dövüştürülen köleler olan gladyatörlerdi. Bunlar normal zamanlarda da çoğunlukla kaçmalarını, ayaklanmalarını ya da herhangi bir durumda intihar etmelerini önlenmek için zincirlenmiş olarak tutuluyordu; felaket anında da öylece zincirleriyle kala kaldılar. Bunun dışında buluntular arasında hamile kadınlardan çocuklara, yaşlılara ve diğer kölelere, rastlanıyor. Ev, biraz mal mülk sahibi olup kaybetmekten korktuğu için ayrılmayan zengin insanlar veya terkedilen evlerde kalanları yağmalamak isteyen hırsızlar da bunlar arasında. Kimi de son anda kaçmaya çalışan sıradan vatandaşlardı. Herculaneum’da deniz kenarındaki balıkçı barınağında koyun koyuna bulunan 300 insan da muhtemelen balıkçı aileleri ve bu civarda yaşayan sıradan vatandaş ya da kölelerdi. Kuşkusuz Pompei’de ya da herhangi bir Roma şehrinde günümüz ahlak değerlerine uymayan, görgüsüzlüklerinin derecesini bilmeyiz fakat debdebeli bir hayat süren ayrıcalıklı bir tabaka vardı, fakat Pompei’deki kazılarda bulunanların dinciler tarafından Allah’ın cezalandırdığını ileri sürdüğü günahkarlara, Livaneli’nin ise bizim görgüsüz, lümpen burjuvazimize benzettiği insanlarla çok fazla alakası yok.

    Aslında hangisi olursa olsun, şehirlerin yıkıma uğradığı büyük insan kayıplarının olduğu deprem, sel, volkan patlaması, tsunami vb. doğal felaketlere bakıldığında kurbanların çoğu, zaten dincilerin günahkar saydığı debdebe içinde yaşama ve aşırlığa kaçma imkanı olmayan, Livaneli’nin verdiği örnekte havaalanlarının VIP salonlarına girip görgüsüzlük yapma imkanı bulunmayan sıradan insanlardır. Lut kavminin "yok edildiği" ya da Pompei’nin volkan felaketine uğradığı çağlarda da zengin–fakir, köle arasındaki dengeler nüfus oranı olarak öylesine bozuktu ki, belki de toplumun en fazla yüzde beşi refah içindeki zenginlerden oluşuyordu. Bu oran günümüzde görgüsüz burjuvazimiz açısından diyelim ki en fazla yüzde 10–15 olsun.

    Sonuçta dincileri kendi halinde bırakarak, Livaneli’ye sormadan edemiyorum, sizce Pompei halkı ve günahı nedir? Yazınızın bitiminde "Türkiye ise, şu anda bu görgüsüzlerin işgali altında. / Ben bunlara 'Pompei halkı' diyorum. / Bakalım bu meydan okuma nerede bitecek? / Çünkü; böylesine küstah ve dünya değerler sistemine ters düşen bir , 'yeni zengin' kitlesi uzun süre devam etmez, etmemeli!" derken nasıl bir temenni de bulunuyorsunuz? Sizce görgüsüz burjuvazimiz Pompei halkının başına gelene benzer bir felaketle hak ettiği dersi almalı mıdır?

    Böyle felaketlerde gariban halkın, Pompei’dekilerle aynı kaderi paylaştıklarını ve paylaşacaklarını görmek için büyük bir düşünür ya da aydın olmaya gerek var mı? Öte yandan din kitaplarının buyurduğu gibi, kurunun yanında bol miktarda yaşın da yandığı toplu cezalandırmalar, insanoğlunun ahlaki ve kültürel yozlaşmasıyla ilgili sorunlarının çözümünde kendisi "ahlaki ve adil" bir yöntem midir ya da gerçekten bir çözüm müdür?

    Milliyet blog tan bir alıntıdır BEN sadece okudum sizede okutmak fikrinizi almak istedim.üstüme gelmeyin ya



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi birumut -- 19 Temmuz 2007; 18:16:24 >







  • Vallahi ben Pompei i Pink floyd un LIve in de pompei albumundan biliyorum.
  • Yanardağ patladıktan sonra insanların kurumuş lav içinde bıraktıkları boşluğa alçı doldurarak heykellerinin yapıldığını biliodum sadece..
  • Pompei hakkında söylenen sözler (yanardağ patlamasının nedeni olarak ileri sürülen şeyler) zenginlik ve aşırılık değil "Eşcinsel İlişki Sapkınlığıdır" Lut(a.s.)'ın kavmi de aynı sapkınlığı yapıyordu, bunun için bizim inancımızda Lut(a.s.)'ın kavmi yok edilmiştir, öyle ki Lut(a.s.)'ın hanımı da aynı sapkınlığa düşmüş ve o da ölmüştür.

    ayrıca yazıdaki "Dinci kesimde böyleyken, aydın ve ilerici" sözüne çok gıcık kaptım, çok rencide edici bir söz, rahatsız olmakla birlikte çıkartılmasını talep ediyorum...
  • yukarıdaki yazılardan kölelerin bile bile ölüme gönderilmesinden çıkarılacak sonuç şudur memleketimizdeki benimde beğenmediğim yarı demokrasiye bile şükretmek lazım
  • quote:

    Orjinalden alıntı: 2000watts

    Vallahi ben Pompei i Pink floyd un LIve in de pompei albumundan biliyorum.


    bide E.S. Posthumus - Pompeii war haber bültenlerinde çokca duyarsın
  • quote:

    Orjinalden alıntı: 2000watts

    Vallahi ben Pompei i Pink floyd un LIve in de pompei albumundan biliyorum.

    echoes
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    POMPEİİ



    Roma İmparatorluğu'nun ihtişamını yansıtan Pompei şehrinin trajik sonunu bugün yeryüzünde bilmeyen hemen hemen yok gibi. Vezüv Yanardağı'nın eteklerinde kurulu olan Pompei ve Herculaneum, Roma'nın ‘‘zevk şehirleri’’ydi. Zengin ve asil Romalılar, genelevleriyle ünlü bu iki kentte hayatın tadını çıkarırdı. Pompei ve Herculaneum kentleri, milattan sonra 79 yılının 24-28 Ağustos tarihlerinde birdenbire faaliyete geçen Vezüv Yanardağı'nın külleri altında kalarak yok oldular.
    19'uncu yüzyılın ortalarında başlayan ve günümüzde de halen devam eden arkeolojik kazılar sonucu, Pompei'nin görkemli geçmişi parça parça gün ışığına çıkarıldı ve çıkarılmaya devam ediyor.
    Pompei, her türlü zevk ve sefahatın sunulduğu genelevleriyle ünlüydü. Genelevlerin duvarları, müşterilerin iştahını kabartacak erotik ve pornografik fresklerle süslüydü. Romalı ünlü fahişeler, duvarlara kendi özel yeteneklerini ve müşteriye sundukları ‘‘spesiyalite’’ lerini fresklerle yansıtıyorlardı.

    Pompei, Roma'da ahlaki dejenerasyonun sembolüydü. Pompei halkı cinsel sapkınlıklara yönelmiş, ahlaka aykırı bir yaşam tarzını tercih etmişti. Pompei'nin helakı, Vezüv Yanardağı'nın patlamasıyla gerçekleşmişti. Vezüv Yanardağı, İtalya'nın, özellikle de Napoli kentinin sembolüdür. Yaklaşık, 2000 yıldan beri suskun olan Vezüv "İbret Dağı" şeklinde adlandırılır. Ünlü Sodom ve Gomorra kentlerinin başına gelen felaketle, Pompei faciası birbirine çok benzemektedir. Vezüv'ün batı yamacında Napoli, doğu yamacında ise Pompei kenti yer alır. Yaklaşık 2000 yıl önce yaşanan bir lav ve kül felaketi, bu kentin insanlarını ani bir biçimde yakalamıştı. Felaket öylesine ani olmuştu ki, herşey 2000 yıl öncesinde olduğu gibi kaldı. Sanki zaman dondurulmuştu.




    Pompei'nin böyle bir felaketle yeryüzünden silinmesinde elbette çıkarılabilecek dersler vardı. Tarihi kayıtlar, şehrin yok olmadan önce tam bir sefahat ve sapkınlık merkezi olduğunu gösterir. Şehrin en belirgin özelliği, fuhuşun çok yaygın olmasıydı. Ancak Vezüv'ün lavları bir anda tüm kenti haritadan sildi. Olayın en ilginç yanı ise, kentin günlük yaşantısı içinde, Vezüv'ün korkunç patlamasına rağmen, kimsenin kaçamamış ve adeta olduğu yerde donakalıp felaketin farkına bile varamamış olmasıydı. Yemek yiyen bir aile, o andaki gibi aynen taşlaşmıştı. Sapıklıkları esnasında taşlaşmış pek çok çift bulunmuştu. Daha da önemlisi, bu çiftler arasında, aynı cinsten olanlar, küçük erkek ve kız çocuklar da vardı. Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetlerinin, bazılarının yüzleri hiç bozulmadan kalmıştı. Genel yüz ifadesi şaşkınlıktı.




    Bu resimlerde görülen bazı taşlaşmış insan görüntüleri şu şekilde elde edilmiştir ;

    Herculaneum'da insanlar sert lav kalıntılarının altında kaldıkları için bozulmadan çıkarılabilmiş ama Pompeii'de tam aksine yumuşak küller arasında kaldıklarından çıkarma esnasında toz gibi dağıldıkları için dayanabildikleri son seviyeye kadar temizlenmiş, sonrasında ise iç kısımlarına sıvı alçı dökülerek sertleşmesi beklenmiş ve ancak bu şekilde çıkarılabilmiştir.




    Napoli Körfezi kıyılarındaki sönmüş Vezüv yanardağının civarında yer alan beş şehirden birisiydi ve Roma İmparatorluğunun sefahat merkeziydi. Romalı aristokratlar, her türlü ahlaki kaygı ve kayıttan sıyrılmış olarak burada işret eder, oluk gibi para akıtırlardı. Onları eğlendiren fahişeler ve rahipler ise, keselerini doldurmaya bakarlardı. Ama ne kadar devam edecekti bu çılgınlık?..
    Günümüzden yaklaşık 1918 sene önce, imparator Caligula döneminde 23-24 Ağustos 79 günü Vezüv gürlemeye başladı ve Pompei'nin üzerine ölüm yağdırdı. Komşu dört şehir de bu felaketten nasiplerini alarak lavlar altında kalarak haritadan silinmişlerdi.
    Bugün, kalıntılarından anladığımız kadarıyla felaket günü şehirde normal hayat devam ediyordu. Akşam yaşanacak rezillikler için hazırlıklar sürdüren insanlar o gün havanın oldukça boğucu olduğunun farkındaydılar. Üstelik çok hafif olan bir yer sarsıntısını da hissetmişlerdi ama önemsememişlerdi. Saat 13.00 sularında hafif bir kül yağmuru başlar. İnsanlar, el darbeleriyle silkelenebilecek olan bu külü önemsemezler. Muhtemelen yaşlı Vezüv daha önceleri de böyle ufak tefek faaliyette bulunmuş olmalı ki halk; "birazdan geçer" düşüncesiyle aldırış etmemiştir.
    Ancak kül yağmurunu önce lapilli (küçük taşlar), sonra bir kaç kiloluk sünger taşlarının gelmesi takip edince tehlikenin büyüklüğü ortaya çıkar. Halk, birden paniğe kapılır, yükte hafif pahada ağır eşyalarını sırtlayarak limana doğru delicesine kaçışmaya başlarlar. Ne var ki iş işten geçmiştir artık.
    Evlerine sığınanlar, yoğun kükürt dumanından boğulmamak için kendilerini dışarı atmakta, bu defa da üzerlerine yağan taşlarla helak olmaktaydılar. Korkunç felaketten kimse kurtulamamıştır. 48 saat içerisinde 18 km. lik bir alan içerisindeki Pompei ve diğer şehirler lavlar altında kalmıştı. Bunlardan yalnız Pompei'de 16 bin kişi, nüfusun tahminen %80'i yok olmuştu. Vezüv öylesine kuvvetli püskürmüştü ki, kül bulutları, felaketi haber verircesine Anadolu, Suriye hatta Mısır'a kadar uçuşmuştu.
    1748 yılında ciddi bir şekilde kazılar başlatıldı. Dünyanın pek çok yerinden bilim adamları akın ederek şehir bugünkü görüntüsüne kavuşturuldu.
    Lavlar Pompei ve komşu şehirleri öylesine konserve etmişti ki; bugün o insanların günlük yaşayışlarını, yeni kurulmuş bir film seti gibi görebilmekteyiz. Ocaktan indirilmemiş bir domuz yavrusu, fırından çıkarılamamış ekmekler, sırtlarındaki mücevher çuvallarıyla sokak kapısını açmaya çalışırken yığılıveren kadınlar ve erkekler, şehir kapısı önünde üstüste yığılmış cesetler, bir zengin evinde cenaze şölenine katılan ve yerlerinden kalkmaya bile fırsat bulamayanlar, evler, İsis tapınağı, tiyatro... Hepsi de yaşadıkları son anları dondurulmuş bir şekilde duruyor. Yazıcı dükkanında balmumu tabletler, kitaplıktaki papirüs tomarları, hamamlarda kaşağılar, meyhane tezgahlarında kadehler ve son müşterilerin bıraktıkları paralar, ev ve dükkan kapılarında sahiplerinin isimleri, umumi tuvaletlerdeki pislik bulaşıkları bile aynen duruyor.
    Pompei'de sıra sıra sütunları, havuzları, heykelleri ve kütüphanesiyle, muazzam bir köşk, kelimenin gerçek anlamında bir saray keşfedilir. Kütüphanedeki yanmış ya da hiç zarar görmemiş kâğıt tomarları sonradan açılmış ve kısmen okunmuştur: burası, Piso köşküdür. Ama, ne yazık ki, yerin altından çıkan karbon dioksit, kazılardan vazgeçmeyi zorunlu kılar. Yeni bir kasabanın yoksul evlerinin altında duran bu yeraltı sarayı, hâlâ gün ışığına kavuşmayı bekliyor. Herculaneum'da, taş gibi sertleşmiş, kalın bir lav tabakasını delmek gerektiği halde, bu yerde sadece, temizlenmesi daha kolay olan donmuş küller vardır. İşte bundan dolayı kazıcılar, sonunda, çalışmalarını bu araziye yönelttiler; orada, anıtları gün ışığına çıkarmak için galeriler kazmaya gerek yoktu. Pompei, keşfedilmişti. Artık az çok sürekli bir şekilde devam edecek olan kazılar, her kazma vuruşta, her şeyi sona erdiren facianın yürekler parçalayıcı delillerini bulmak olanağını verir. Nihayet vücutlar, can verdikleri andaki duruşlarıyle, taş ya da iskelet haline gelmiş olarak aydınlığa kavuşurlar! Böylece, iki yüzyıllık çabalardan sonra, Pompei'de, eski bir şehir, yaşıyorken donmuş haliyle, gün ışığına çıkarılmıştır. Buna karşılık, Amedeo Maiuri'nin kazıları son derece bilimsel ve sistemli bir şekilde yürütmeğe başladığı 1911'de itibaren, Herculaneum'un daha küçük bir bölümü, çok büyük bir özenle açılmıştır.




    NASIL OLDU

    Venüz yanardağındaki püskürme iki gün sürdü. Pompei bu iki gün sonunda 6-7 metre derine gömülmüştü. Batık kentinin diğer kısımları da bölgeye bir su kanalı yapmak üzere gelen mimar Bomenico Fontana tarafından keşfedildi. İlk kazılar 1709’da Herculaneum’da başladı. Uzun çalışmalar sonucunda,kentin yedi kapısı, güneydoğu- kuzeybatı yönündeki ana caddesi ve diğer önemli caddeleri, çok sayıda ev ve casalar (yüksek sınıf evleri),kent duvarları ortaya çıkarıldı.

    Dünya bugüne kadar böyle bir felaketi ne duymuş ne de görmüştü. Dönemin en güzel evlerini, eşyalarını ve sanat eserlerini bünyesinde barındıran Pompei, dakikalara sığabilecek bir zaman diliminde yerle bir olmuştu. Akdeniz’in hafif deniz rüzgarlarını alan bu sevimli kent, karşısında bulunan Capri adası gibi cennetten bir köşeydi adeta. Roma’nın tüm zengin, aristokrat ve nüfuzlu insanları Pompei’ye yerleşmeye başlamışlardı. Pompei’nin birkaç binlik nufusu kısa zamanda oldukça artmıştı. Kent, güzelliğinin yanında bir ağlence ve kumar merkezi durumundaydı.
    Binlerce yıl öncesine dayanan yerleşim merkezlerinin kalıntıları ile dolu olan İtalya’da, MÖ. 1000 yılında yerli kabilelerin düzenli yerleşim bölgelerinde yaşadıkları belirlenmiştir. Bu kabileler arasında bugünkü Calabria yöresinde yaşayan İtali kabilesinin ülkeye adını verdiği söylenmektedir.
    İtalya (Apenin) yarımadasının Elen ve Etrüsk kontrolüne girdiği MÖ. 8. yüzyılda, Roma şehri yedi tepe üzerinde kurulmuştur. Zaman içinde güçlenen Roma krallığı egemenliğini tüm Akdeniz’e yaymıştır. Bir süre, cumhuriyetle de yönetilen Roma MÖ. 27-MS. 14 yılları arasında Augustus döneminde imparatorluğa dönüşmüştür.
    Romalılar şehre gelince Pompei’yi eşi benzeri görülmemiş bir eğlence merkezi haline getirdiler. Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre zenginliğin ve debdebenin akılalmaz boyutlara yükseldiği Pompei, günden güne gayri ahlaki bir duruma giriyor, şehrin her köşesinde fuhuş evleri boy gösteriyordu.

    Pompei’yi sekiz kapılı büyük bir duvar çeviriyordu. Şehir gece gündüz gelen tüccarlarla dolup taşıyordu. Her kapı iki kapı şeklinde inşaa ediliyor, insanların ve hayvanların gitmesi için ayrı merdiven ve kapılar bulunuyordu. Sokaklar daha önce ki patlamalarda şehrin dört bir yanına savrularak donmuş lav tabakalarıyla döşenmişti. Bu sokaklardaki araba tekerleklerinin izi bügün bile görülebilmektedir. Şehrin ortasındaki Forum’da her hafta ayrı bir eğlence düzenleniyor, düzenlenen eğlenceler kimi zaman bir kölenin başka bir köleyle veya bir arslanla ölümüne dövüşmesi şeklinde oluyordu. İnsanların ve hayvanların ölüm çığlıkları Pompei halkının gözünü daha da karartıyor alkış ve bağırışlarını daha da artırıyordu. Vahşetin her türlüsü Forum’da Pompeililer’e sergileniyor; Pompei’nin en önemli binaları bu yüzden Forum meydanına bakıyordu. Bunlar arasında iki tiyatro binası, bir gladyatör alanı, hamamlar, tapınaklar vardı. Şehrin ikliminin, manzaralarının güzelliği, birçok zengin Romalı’nın burada yerleşmesine, çok süslü evler, köşkler yaptırmasına yol açmıştı. Buranın başlıca gelirini ise şarap ve yağ ticareti oluşturuyordu.
    Forum, tapınaklar, tiyatrolar, amfiteatr’lar, bazilikalar caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, bu mahallelerin dükkanları ve küçük karanlık hamamları, meyhaneler, çamaşırhaneler, mısır öğütmek için kullanılan değirmenler, fırınlar, evlerin ve hamamların ısıtma sistemleri, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile fark edilebiliyor. Duvarlardaki seçim sloganları, tiyatro oyunlarının ilanları, kentin hemen dışındaki küçük hanlar, geceyi burada geçirenlerin duvarlara yazdığı yazılar ve çizdiği resimler de rahatlıkla görülebiliyor. Ve sonunda da, kenti baştanbaşa kaplayan lavlardan kaçmaya çalışan insan ve hayvanların vucütlarıyla yüzyüze geliniyor. Burada tarihin en trajik olaylarından birine tanık oluyorsunuz. Bir yanda soyluların görkemli villaları, diğer yanda hizmetçi ve kölelerin fakir evleri...

    VE KIYAMET KOPUYOR

    Vezüv yanardağı Ağustos ayında büyük bir gürültüyle patladı. Havadan, taşlar, kaya parçaları ve kızgın lavlar yağmaya başladı. Pompei halkı ne yapacağını şaşırdı. Panik esnasında hiç kimsenin aklına ihtiyarları, sakatları, hastaları kurtarmak gelmiyor, herkes sadece kendini düşünüyordu. Yer yer kalınlığı üç dört metreye varan küller, kükürtlü buharlar insanı hareket edemez hale getiriyordu. Şarap pazarında toplanan insanlar gerçekleşen çöküntü sonucu ağırlıkların altında kalıp öldüler. İki gün süren korkunç patlamalar sonunda şehir, kalınlığı yer yer sekiz metreyi bulan lavların altında kaldı.
    Etnograf Prof. Carlo Giardano, yetmiş dokuz yılının 24 Ağustos günü saat on üçte Pompei’de olup bitenleri bakın nasıl anlatıyor: ‘O gün öğle vakti volkanın ağzından ani olarak yükselen bir kül bulutu birkaç saat içerisinde bütün Pompei’yi kaplayıvermişti. Böylece şehir çok uzun bir sessizlik uykusuna girdi. Şehrin uykusu, taşları, eşyaları ve sanat eserlerini yeniden hayata kavuşturan kazılara kadar yüzyıllar boyu sürdü. Burada yaşayan binlerce insanın tehlikenin bu kadar yakınında oldukları halde gafil avlanmış olmaları o tarihlerde Vezüv’ün bambaşka bir manzara altında olmasından ileri gelmiştir. Yamaçları meşhur politikacıların villalarıyla süslü olan Vezüv, bağlar, bahçelerle çevrili ağaçlık bir yerdi. Napoli körfezine, Capri adasına baktığı için devamlı deniz kokulu esintiler altındaydı. Tepesindeki kalkerleşmiş taşlardan başka eski zamanların dramlarını hatırlatan herhangi bir hali yoktu. Oysa daha önceleri Vezüv’de yine bir püskürme olmuştu. Fakat o tarihlerde yeryüzünde hiçbir insan yaşamıyordu. Bu püskürmeyi çok sonra Yunan çoğrafyacısı Strabon, kraterleri incelemek suretiyle keşfetmişti. Ancak bundan bahsetmemeyi uygun bulmuştu. Hoş söyleseydi de ona kimse inanmazdı. Çünkü insanların gözü para ve zevkten başka bir şey görmüyordu. Zelzeleler de o kadar sık oluyordu ki artık Pompei halkı bunlara alışmış önemsememeye başlamıştı.

    YOK OLDUĞU GÜN

    İ.S. 79’da Vezüv yanardağından dumanlar yükselmeye başladı. Bir patlama olacağını anlayan halk limana doğru kaçmaya çabaladı. Gemilere binebilenler bir daha dönmemek üzere kentten uzaklaşmaya başladılar. Sarsıntılar başlayınca yirmi dakika kadar süren büyük bir şaşkınlık yaşandı. Halk paniğe kapıldı ve bir hareketle 600 metre uzakta olan Sarno nehrinin ağzındaki limana doğru atıldılar. Belki burada daha öncekiler gibi denize açılmak mümkün olabilecekti. Ne yazık ki bu düşünceye sahip olanların yollarını bir deniz kabarması kesti. Dev dalgalar bindikleri gemileri birer çöp gibi yukarıya kaldırıyor ve şehrin surlarının içindeki kızgın lav denizinin içine doğru fırlatıyordu. Zaten bu arada gökten iri kum taneleri büyüklüğünde çok kızgın küçük taşlar yağmaya başlamıştı. Hemen ardından da gaz yüklü kocaman siyah taşlar düşmeye koyuldu. Bu sonuncular yere değer değmez patlıyor ve ilk kayıpların verilmesine sebep oluyordu. Gökyüzü kararmış olduğundan şehirde görüş mesafesi sıfıra düşmüştü. Şehrin insanları rastgele sağa sola koşup duruyorlardı. İçlerinde farkında olmadan Vezüv’e doğru koşanlar bile vardı. Kurtuluşu evlerinde görenler volkandan çıkan müthiş sıcaklık yüzünden havadaki oksijenin kısmen gaz karbonik hale dönüşmesi neticesinde boğuluyorlardı; yahut da evlerinin volkandan fışkıran taşlarla diğer maddelerin ağırlığına dayanamayıp çökmesi neticesinde yok oluyorlardı. Yarılmış olan yerden çıkan ağır ve zehirli gazlar bu yarıklara düşmek ya da eğilmek şansızlığına uğrayanları ebedi uykularına yolluyordu. Sonra ardı ardına Pompei’nin üzerine kızgın küller yağmaya başladı. Ve ilk ölenlerin üstünü yorgan gibi örttü. Birkaç saat içinde güzel ve canlı Pompei büyük bir mezarlığa döndü. Binlerce insan bir anda yok oldu. Yaklaşık iki bin yıl o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler tapınaklar ve pazarlar dokunulmadan gömülü olarak kaldı. Arkeologlar kenti keşfettiklerinde son gün, pişmiş ekmeği bile fırında buldular. Pompei’nin üzerine düşen kızgın küller üç gün siyah bir kar gibi yağmaya devam etti. O andan itibaren de Pompei iyice sessizliğe gömüldü. Kazılardan anlaşıldığı kadarıyla Pompei halkı ardı ardına gelen öncü küçük patlamaları ciddiye almamıştı.
    Pompei’liler taş olarak çıkarıldıkları vakit ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular. Kimi başını ellerinin arasına alarak çaresiz bir şekilde lavların karşısına oturmuş, kimi şehrin fuhuş yuvalarında, kimi de çocuklarıyla çarşıda alışveriş yaparken lavların altında kalmışlardı. Bir duvarın üstünde ise bugün de görülebilecek olan Sodom ve Gomorrah yazısı bulunmaktadır. Tarihçilere göre Pompei de yaşayan yahudi köleler Pompei’nin bu durumunu görüp Sodom ve Gomorrah’ı hatırlamak için bu ibareyi yazmışlardı.

    TAŞLAŞMIŞ İNSANLAR

    1860’da İtalyan bilim adamı Giuseppe Fiovelli taşlaşan küllerin arasında bir boşluğa tesadüf edince buraya açılan delikten sıvı alçı döktürerek içerideki boşluğun kalıbını çıkardı. 19 yy’ın ikinci yarısında Giuseppe Fiovelli’nin başkalığında yapılan kazılarda ilk kez ilmi yöntemler uygulandı.
    Bununla beraber Pompei’de çalışan arkeologlar lavlar altında kalan insan ve hayvan vucutlarını ortaya çıkarmak için ilginç bir yöntem geliştirmişlerdi. Sert bir cisimle taşlamış lavla kaplı kabarık yerlere vuruyorlar altta boşluk olduğu zaman duyulan ses değişik olduğundan böyle bir yere rastlandığında küçük bir delik açıyorlardı.bu delikten içeriye sıvı alçı döküp donmasını bekliyorlar daha sonra üstteki taşlaşmış lav kaldırılıyor ve alçıyla biçimlenen vucut ortaya çıkmış oluyordu. Vezüv’ün lavlarından kurtulamayan soylular, köleler, çocuğuna sarılmış anneler, yaşlılar, gençler, köpekler ve atlar oldukları meydana çıkmışlardı. Taşlaşmış insan vucutları, duvar resimleri, mozaikler, mobilyalar ve mutfak eşyaları Napoli’nin ünlü müzesinde şu anda sergilenmektedir.




    GÖRGÜ TANIĞININ ANLATTIKLARI

    Hayatının son gününde Plinius Secundus yine her zamanki alışkanlığı ile bol bol güneşlenip Akdeniz'in serin sularına dalmıştı. Sonra dipdiri oturmuştu öğle yemeğine. Odasına geçip çalışmaya başlayacaktı ki, kızkardeşi arkasından yetişti: "Doğudan yükselen kara bir bulut var." Takvim 24 Ağustos 79'u gösteriyordu.
    Güneşli bir yaz gününde yerden yükselen alışılmadık bu devasa kara bulut, ilgisini çekti bu bilge kişinin. Daha iyi görebilmek için sandaletleriyle bir tepenin üstüne doğru koştu. Ne gördü dersiniz? Kendi yeğeni, o günün görgü tanığı ünlü Latin yazarı Plinius Caecilius şöyle yazar: "Vezüv Dağı olduğunu sonradan anladık. Bulutlar dev bir ağaç gövdesi gibi yükseliyor, gökyüzünde dallara ayrılıyordu..." Dil bilgisinden savaş sanatına kadar birçok konuda eser vermişti Plinius Secundus. Yalnızca "Tabiat Tarihi" adlı yapıtı ulaştı bize. İki bin eserin yoğun bir özetiydi ve 37 kitaptan oluşuyordu. Şövalye sınıfından olan Plinius zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, süvari subayı olmuştu. İspanya valiliği yaptı. Vezüv'ün patlamasından daha birkaç hafta önce İmparator Titus tercihen Roma donanmasının komutanlığına onu atamıştı. Amiraldi. Napoli Körfezi'ndeki Misena'da konuşlandırılmıştı donanma. Ne var ki Plinius Secundus 56 yaşında ve fazla kiloluydu. Uzun süreden beri de nefes darlığı çekiyordu. Misena iyi gelmişti ona. Keskin gözlü biri oradan baktığında Romalı zenginlerin oturduğu Herculaneum'daki yazlık villaları ve daha da güneydoğuda kalan Pompei'yi görebiliyordu.

    Uyarılarına aldıran yoktu

    Vezüv'den sadece 30 km. uzakta buharlaşan mağaralar vardı. Burada volkanik kaynaklar fokurduyor, ölüler ülkesinin tanrısı Hades eski çağlardan beri bu mağaraların kapılarını bekliyordu. Körfeze yakın yerlerde ise bilinmeyen derinliklerden gelen sıcak mineral kaynakları vardı. Ayrıca birtakım resmi tarihçilerin yanı sıra M.Ö. 1. yüzyılda Yunan coğrafyacı Strabon, dağın 2000 metre yüksekliğinde volkanik bir biçim olduğuna işaret etmişti. Ama kimse bu uyarılara ne aldırış etmiş, ne de buna göre bir önlem almıştı.
    Daha başka işaretler de vardı: 5 Şubat 62'de Herculaneum ve Pompei'de ağır bir deprem olmuş, ancak bunun nedenleri üzerinde durulacak yerde, insanlar zarar gören kentleri yeniden kurma girişimini öne almıştı. Fakat yapım çalışmaları yavaş gitmişti. Çılgın imparator Neron'un 64'te Roma'yı yakmasından sonra bütün güç Roma'nın yeniden yapımına harcanmış, buradaki kentler 79 Vezüv patlamasına dek yarım kalmıştı. Romalı ileri gelenler, Vezüv çevresinde oturmakla bir barut fıçısının üstünde yaşadıklarını bilmiyorlardı. Bugünün çağdaş yerbilimi bilgilerinden yoksundular. Bölge fay hattının üstündeydi. Afrika ile Avrupa yer levhalarının durmadadan birbirine çarptığını nereden bileceklerdi? İki yer levhasının birbirine olan devasa baskısıyla mağma yukarı çıkmaya çalışıyor, yerkürenin üst tabakasını eritiyor, bir yandan da içeride gazlar sıkışıyordu. Bu müthiş güç, sonunda 24 Ağustos 79'da patladı. Uzun zamandan beri dağın altında biriken mağma ve sıkışan gazlar dağın üstündeki süpabı binlerce metre yukarı fırlattı sanki. İnanılmaz bir patlamayla Vezüv fındık kabuğu gibi yarıldı. Kara bulutlarla birlikte kızgın taşlar, lavlar, maden köpükleri binlerce metre gökyüzüne savruldu.
    Misena'da çıktığı tepenin üstünden büyük bir doğal felaketle karşı karşıya olduklarını hemen anladı Plinius Secundus. Yeğenine kendisiyle birlikte oraya gidip gitmeyeceğini sordu. Gerisini yeğeni Plipius Caecilius'in kaleminden okuyalım: "Kendisi bana iş vermişti. Çalışmayı bitirmek istiyorum," dedim.
    "Plinius Secundus evden ayrılmadan az önce arkadaşının karısı Rectina'dan bir haber geldi. Çok acele biçimde dağın eteğindeki villadan kurtarılmalarını istiyordu. Ancak gemiyle varılabilirdi oraya. Derhal planını değiştirdi amiral. Donanmanın bir bölümünden büyükçe bir kurtarma birliği örgütledi. Doğrudan doğruya lavın yağdığı tehlikeli bölgeye hareket etti."
    Evde kaldı yeğen Plipius Caecilius. Çalışmasını sürdürdü. Akşam yemeğinden sonra uyumayı denedi ama beceremedi. Gece yarısına doğru annesiyle birlikte Misena'yı terk etmeye karar verdi. Başka insanlarla birlikte kıyı boyunca daha kuzeye çekilmeye başladılar. Yer levhaları birbiriyle çarpıştıkça daha şiddetli sesler duyuluyordu. "Patlama ve şimşeklenmeler dağın üstünde daha da arttı. Dumanla karışık alev dalgaları yükseliyordu. Yer sarsıntısı birden deniz suyunu geri çekti. Biraz sonra kara bulutlar yere inmeye başladı, denizin üstünü örttü," diye yazısına devam ediyor Plipius Caecilius.

    Yüksek rütbeli kurban

    Yazar Plipius Caecilius, dayısı kendisinden ayrıldıktan sonraki günün diğer yarısını görgü tanıklarından şöyle aktarıyor: "Donanmaya bağlı kurtarma gemileri kıyıya yaklaştıkça kızgın küllerin dökülüşü daha da sıklaştı. Alevle parçalanmış kızgın karataşlar, ponzataşları dolu gibi yağmaya başladı. Gemiler güçlükle kıyıya yanaştılar; ancak sahil çıkışlarını dağdan yuvarlanan kaya parçaları kapatmıştı. Dümenci geri dönmek zorunda olduklarını bildirdi, fakat dayım ikircim içindeydi. Sonunda karaya çıkmanın olanaksız olduğunu gördü ve Napoli Körfezi'ndeki Stabia'ye gitmek için buyruk verdi..."
    "O sırada her yanda panik yaşanıyordu. Amiral Plinius ise soğukkanlı bir biçimde Stabia'dan karaya çıkarak arkadaşı Pomponianus'un evini arıyordu. Buldu sonunda, akşam yemeğine oturdular. Dışarıdaki kıyamet sürüyordu. Adam yattı, sabaha karşı arkadaşı Pomponianus uyandırdı onu. Duvarların sallandığını, tabanın yarıldığını söyledi. Ne yapmaları gerektiğini konuştular. Evde kalsalar, her an üstlerine yıkılabilirdi. Dışarı gitseler, kızgın lavlar tepelerinden yağabilir, yanabilirlerdi. Kafalarına, göğüslerine yastıklar sararak dışarı çıkmaya karar verdiler sonunda. Dışarıda kıyamet öncesi yaşanıyordu sanki. Sabah olduğu halde ortalık kapkaranlıktı. Dalgalar gemileri top gibi oradan oraya savuruyordu. Şimşekler parçalıyordu gökyüzünü. Vezüv'ün üstünden alev dalgaları yükseliyor, kükürt kokusu havayı soluyamaz hale getiriyordu. Plinius Secundus soluk almakta güçlük çekmeye başladı. Birkaç kez su istedi, sonra aniden yığılıp kaldı."

    Lavların altında kaldılar

    Plinius Secundus ölümle kucaklaşırken Pompei ile Herculaneum da metrelerce lavların altına gömülmüştü artık. Bu sayfiye kentleriyle, o doğa bilimcisi, o çalışkan asker aynı kaderi paylaşmışlardı. Eğer rüzgar güneydoğu yönünde esmeseydi Pompei kurtulmuş olacaktı belki de. Halkın çoğu kaçtı kentten. Geriye kalanlar tehlikenin geçtiğini sandılar. Ama Vezüv kimseye fırsat vermek istemiyordu. 25 Ağustos sabahı iki kentin üstü tümüyle lavlarla kaplandı. Canlı adına ne varsa, hepsini birlikte gömüverdi. Evlerinde, tavernalarda, tapınaklarda, pazar yerinde kaldı cesetleri. Kimini de kaçarken yolda yakalayıp oracaktı kalıba soktu lavlar. 20 bin kişiden iki bini canlı lavlara gömüldü.
    İnsanoğlunun bilinci nankördür. Olanlar yazıya geçip kutsal kitaplar gibi tekrar tekrar okunmazsa, unutuluyor. Bir süre sonra Herculaneum ile Pompei de unutuldu. Hele Herculaneum'un - daha sonrakiler de dahil - tam 8 kez üstünden lavlar akmış, 18 metre derinlerde kalarak taşlaşmıştı. Ta ki bir köylü 1709 yılında bir su kuyusu kazıncaya dek. Su bulayım derken küreği Herculaneum'un antık tiyatrosunu buldu. O gün bugündür kazılar sürüyor. Pompei'nin üstü kolay açılıp, "açık hava müzesi" olarak adlandırılırken Herculaneum'a kolay kolay ulaşılamıyordu. 1980 yılında belediye işçileri rastlantı sonucu bir Romalı kadının iskeletini oturur halde buldular, yüzükleri bile parmaklarında duruyordu. O günden beri yüzlerce iskelete ulaşıldı ve sanıldığından da fazla insanın öldüğü anlaşıldı. Pompei'de lavların konserve haline getirdiği insanların üstünden lav kalıpları kaldırılarak yüzlerindeki acı izleri, giysilerindeki kırışıklıklar bile saptandı. Çünkü lavlar en ince yüz çizgisine bile yayılıp donmuştu. Aynı insanların aynı benzeri heykelleri yapıldı. Ayrıca heykellerle dolu bir villa ve 1800 yazı rulosu olan bir kitaplık ortaya çıkarıldı.

    Bugünkü film çekim ve gösterim cihazlarının doğup gelişmesinde katkısı bulunan ve Lantèrne Magique (Büyülü Fener) adı verilen cihazın kökenleri Firavunlar döneminin Mısır'ına kadar dayanmaktaydı. Hatta Vezüv yanardağının külleri altında kalan Pompei ve Herculaneum'da bu cihazın kalıntıları bulunmuştur.
    Yakın sayılabilecek bir tarihte yaşanan ve yapılan kazılarla yok olduğu ânı kare kare anlatan Pompeii olayı, basit bir yanardağ püskürmesi değildir. Felâketin sebebi olan Vezüv yanardağı, İtalya’nın, özellikle de Napoli kentinin sembolüdür. Yaklaşık ikibin yıldan beri suskun olan Vezüv, ‘İbret Dağı’ diye adlandırılır. Vezüv’ün bu şekilde tanımlanması boşuna değildir. Ünlü Sodom ve Gomorra kentlerinin başına gelen felâket ile Pompeii faciası birbirine çok benzemektedir. Vezüv’ün batı yamacında Napoli, doğu yamacında ise Pompeii kenti yer alır. Bu batık kent. ikibin yıl öncesindeki Roma medeniyeti hakkında bize önemli bilgiler sunmaktadır. Genel bir rezervuardan yeraltı boru hatlarıyla evlere kadar taşınan suları, mükemmel bahçe ve çevre düzenlemesi ile birlikte, Pompeii, felâketin olduğu M.S. 79 yılına kadar çok güzel bir şehirdi. O gün için hayli yüksek bir rakam olarak, yirmibin insan barındıran şehirde, zamanın en ileri teknolojisi kullanılıyordu. Öyle ki, insanlar, o güne göre büyük bir teknolojik buluş olarak, at arabalarına monte ettikleri tekerleğe bağlı ve kat edilen belli mesafelerde torbaya bir misket atan bir kilometre sayacını kullanıyorlardı. Pompeii, özel bir balık sosu ve rengârenk bahçeli villalarıyla da ünlüydü ayrıca.
    Ancak, esas ünü son derece çirkin bir fiil olan eşcinsellik ve fuhşun yaygınlığından geliyordu. Bu olayın ne kadar yaygın olduğunu belgeleyen tarihsel kayıtlar bir yana, şehrin kendisi, bunun ‘cansız kanıtları’nı barındırıyor hâlâ; ne olduğunu bile anlamadan bu fiil üzerine ölüp kızgın küllerin altında taşlaşmış cesetler o kadar çok ki... Çocukların bile bu rezalete karıştırıldığını belgeleyen birçok ceset bulunmuştur kazı alanında.

    Herculaneum ve Pompeii kalıntıları bugün Napoli Arkeoloji Müzesinde sergilenmekte olup. halka gösterilmesine izin verilmeyen bir çok ibretlik kalıntılar saklı tutulmaktadır. Yapılan kazılarda helak olan şehirlerin % 60'ı gün yüzüne çıkarılmışken, % 40'lık kısmı toprak altında bulunmaktadır.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi EatItPunk -- 19 Temmuz 2007; 17:13:50 >




  • Ayrica album degildir Live In Pompeii.
    Konser-belgesel tarzi birsey.
  • Bir yazı yazarken tarafsız olmayı ögrenemedikten sonra bizim fikirlerimizi alman sana bişey kazandırmayacak bu nedenle düşüncelerimi yazmıyacagım.İnsanları Dinci,Aydın,entel & dantel olarak ayıran ortayı bulma erdemini kazanmamış olan ve şuanda sagcı-solcu diye gerilememize neden olan insan modellerinden bi örnek olman dolayısıyla düşüncelerimi yazmayarak seni protesto etme yolunu seçiyorum.
  • 17 Ağustostan sonra yobaz hocalar o bölgedeki yapılan zinalar tarafından Allahın verdiği bir cez olarak söylenmişti zihniyete bakar mısınız..
  • NGC deki Roma belgeseli:

    "Roma çağının süper devleti idi. Ama aynı zamanda sapık bir kavimdi"
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.