Şimdi Ara

Şiirler,güzel sözler (28. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
5.334
Cevap
42
Favori
631.827
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 2627282930
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • acısız ölüm

    aşkı nereden bildin
    göğsüne acımadan iki harf kazıyan bıçağı
    ağacın sevdiği gibi mi sevdin
    yoksa yağmurlar kurşun gibi inerken
    ince boyunlu dağ lalesinin
    yağmuru sevdiği gibi mi
    sahi, aşkı nereden bildin

    hep sıcaktı köyünün türküleri
    belki de umut diye
    onları sevmiştin
    iki dağ arasında kıvrılan nazlı dereyi
    sevgilin bellemiştin

    sıkılınca hayatın başı boşluğundan
    sırf kabuslarınla yüzleşmek için
    erkenden uyumuştun
    saçını okşayan divane yastığı
    unutmuştun

    her gününe kadeh kadeh
    azap şerbeti dolduran sevgiliyi
    yorgun savaşçıya su veren
    eller gibi sevmiştin
    ve o eller gibi mi olsun istemiştin
    seni senden alıp huzura kavuşturacak olan
    şefkatli azrailin

    sahi, aşkı nereden bildin..


    Ben Yazdım
  • quote:

    Orjinalden alıntı: DesertRose

    BULAMAM

    Her ateş bir kül,bulur elbet kendine;
    Her yeşil bir dal,
    Her su bir damla,
    Her ateş bir kül,
    Her takvim bir yıl bulur elbet kendine!
    Her yangın bir duman,
    Her öğrenci bir okul,
    Her artı bir eksi,
    Her yol bir taşıt,
    Her soru bir yanıt,
    Her ressam bir tuval,
    Her kış bir ayaz,
    Her kitap bir okul,
    Her şarap bir adam bulur kendine;
    Yeter ki şarap, şarap olsun içen çıkar...
    Her deniz bir martı,
    Her ömür bir tufan,
    Her rüya bir uyku,
    Her nota bir şarkı,
    Her mezar bir ölüm,
    Her ağaç bir kök,
    Her dağ bir duman,
    Her güneş doğacak bir kuytuluk bulur ya kendine,
    Bulur ya; ben senden başka sen bulamam
    B u l a m a m !

    Yılmaz Odabaşı




    ÇOK GÜZEL BİR ŞİİRMİŞ.YAZDIĞIN İÇİN TEŞEKKÜRLER...
  • ****GÜLÜŞÜN KALIR BENDE****

    Gün biter gülüşün kalır bende
    Anılar gibi sürüklenir bulutlar
    Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
    Yarım kalan bir şiir belkide

    Aykırı anlamlar arayıp durma
    Güz biter sular köpürür de
    Kapanmaz gülüşünün açtığı yara
    Uçurum olur cellat olur her gece

    Her gece yeniden bir talan başlar
    Acı ses olur,
    Ses deli bir yağmur
    Eski bir eylüle gireriz böylece
    Gün biter gülüşün kalır bende

    ****AHMET TELLİ****
  • YAŞAMAYA DAİR

    1

    Yaşamak şakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
    bir sincap gibi mesela,
    yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
    yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

    Yaşamayı ciddiye alacaksın,
    yani o derecede, öylesine ki,
    mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
    yahut kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
    insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
    hem de en güzel en gerçek şeyin
    yaşamak olduğunu bildiğin halde.

    Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
    yaşamak yanı ağır bastığından.

    1947

    2

    Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
    yani, beyaz masadan,
    bir daha kalkmamak ihtimali de var.
    Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
    biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
    hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
    yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
    en son ajans haberlerini.

    Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
    diyelim ki, cephedeyiz.
    Daha orda ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

    Diyelim ki hapisteyiz,
    yaşımız da elliye yakın,
    daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
    Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
    insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

    Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
    hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

    1948

    3

    Bu dünya soğuyacak,
    yıldızların arasında bir yıldız,
    hem de en ufacıklarından,
    mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
    yani bu koskocaman dünyamız.

    Bu dünya soğuyacak günün birinde,
    hatta bir buz yığını
    yahut ölü bir bulut gibi de değil,
    boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
    zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

    Şimdiden çekilecek acısı bunun,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    Böylesine sevilecek bu dünya
    "Yaşadım" diyebilmen için...




    Nazım Hikmet
  • BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere...
    Kapandı bir pencere...
    AYRILDILAR...
  • BİR CEZAEVİNDE, TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI

    1

    Senin adını
    kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
    Malum ya, bulunduğum yerde
    ne sapı sedefli bir çakı var,
    (bizlere âlâtı-katıa verilmez),
    ne de başı bulutlarda bir çınar.
    Belki avluda bir ağaç bulunur ama
    gökyüzünü başımın üstünde görmek
    bana yasak...
    Burası benden başka kaç insanın evidir?
    Bilmiyorum.
    Ben bir başıma onlardan uzağım,
    hep birlikte onlar benden uzak.
    Bana kendimden başkasıyla konuşmak
    yasak.
    Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
    Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
    şarkı söylüyorum karıcığım.
    Hem, ne dersin,
    o berbat, ayarsız sesim
    öyle bir dokunuyor ki içime
    yüreğim parçalanıyor.
    Ve tıpkı o eski
    acıklı hikâyelerdeki
    yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
    mavi gözleri ıslak
    kırmızı, küçücük burnunu çekerek
    senin bağrına sokulmak istiyor.
    Yüzümü kızartmıyor benim
    onun bu an
    böyle zayıf
    böyle hodbin
    böyle sadece insan
    oluşu.

    Belki bu hâlin
    fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
    Belki de sebep buna
    bana aylardır
    kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
    bu demirli pencere
    bu toprak testi
    bu dört duvardır...

    Saat beş, karıcığım.
    Dışarda susuzluğu
    acayip fısıltısı
    toprak damı
    ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
    bir sakat ve sıska atıyla,
    yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
    dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
    ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

    Bugün de apansız gece olacaktır.
    Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
    Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
    bu ümitsiz tabiatın
    ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
    Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
    yani bugün de mükellef bir daüssıla için
    yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
    Ben,
    ben içerdeki adam
    yine mutad hünerimi göstereceğim
    ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
    suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
    yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
    seni böyle uzak,
    seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
    kafamın içinde duymak...

    2

    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
    Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
    taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
    dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
    Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
    suyu donmayan testi
    ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
    Güneş,
    artık o her gün öğle vaktine kadar,
    bana yakın, benden uzak,
    sönerek, ışıldayarak
    yürür...
    Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
    başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
    dışarda akşam olur,
    bulutsuz bir bahar akşamı...
    İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
    Velhasıl
    o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
    bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
    hürriyet denen ifrit...
    Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
    bittecrübe sabit...

    3

    Bugün pazar.
    Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
    Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
    bu kadar mavi
    bu kadar geniş olduğuna şaşarak
    kımıldanmadan durdum.
    Sonra saygıyla toprağa oturdum,
    dayadım sırtımı duvara.
    Bu anda ne düşmek dalgalara,
    bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
    Toprak, güneş ve ben...
    Bahtiyarım...






    ÇOK GÜZEL BİR ŞİİRDİR
  • quote:

    Orjinalden alıntı: form

    YAŞAMAYA DAİR

    1

    Yaşamak şakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
    bir sincap gibi mesela,
    yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
    yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

    Yaşamayı ciddiye alacaksın,
    yani o derecede, öylesine ki,
    mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
    yahut kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
    insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
    hem de en güzel en gerçek şeyin
    yaşamak olduğunu bildiğin halde.

    Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
    yaşamak yanı ağır bastığından.

    1947

    2

    Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
    yani, beyaz masadan,
    bir daha kalkmamak ihtimali de var.
    Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
    biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
    hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
    yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
    en son ajans haberlerini.

    Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
    diyelim ki, cephedeyiz.
    Daha orda ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

    Diyelim ki hapisteyiz,
    yaşımız da elliye yakın,
    daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
    Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
    insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

    Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
    hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

    1948

    3

    Bu dünya soğuyacak,
    yıldızların arasında bir yıldız,
    hem de en ufacıklarından,
    mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
    yani bu koskocaman dünyamız.

    Bu dünya soğuyacak günün birinde,
    hatta bir buz yığını
    yahut ölü bir bulut gibi de değil,
    boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
    zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

    Şimdiden çekilecek acısı bunun,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    Böylesine sevilecek bu dünya
    "Yaşadım" diyebilmen için...




    Nazım Hikmet




    TEŞEKKÜRLER FORM NAZIMI DA UNUTMADIĞIN İÇİN
  • quote:

    Orjinalden alıntı: little_pea

    Kan

    Kalbime girdin
    Koynuma girdin
    Kanıma girdin
    İşte öldüm
    Mezarıma da girsene

    Ümit Yaşar Oğuzcan



    Ümit Yaşar en beğendiğim şairdir ve bu şiiri bilmiyordum.Çok güzelmiş.Paylaşımnın için teşekkürler arkadaşım
  • Güllerin de ağladığı bir zaman vardır
    Ama bir gül var ki;onun gözlerinde
    Her zaman gözyaşı vardır
    Geceler onun gözyaşlarını kendine saklar
    Ama güzdüzün aydınlığında nemlenen gözleri
    Onun hüzünlerini fısıldar
    Denizler onun gözyaşları gibi ıslak
    Güneşler hüzünleri kadar sıcaktır
  • KALBİM

    Göğsümde 15 yara var!.
    Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..
    Kalbim yine çarpıyor,
    kalbim yine çarpacak!!!



    Göğsümde 15 yara var!
    Sarıldı 15 yarama
    kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!
    Karadeniz boğmak istiyor beni,
    boğmak istiyor beni,
    kanlı karanlık sular!!!

    Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.
    Kalbim yine çarpıyor,
    kalbim yine çarpacak!...



    Göğsümde 15 yara var!.
    Deldiler göğsümü 15 yerinden,
    sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
    Kalbim yine çarpıyor,
    kalbim yine çarpacak!!!

    Yandı 15 yaramdam 15 alev,
    kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..
    Kalbim
    kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,
    ÇAR-PA-CAK!!
  • KIZ ÇOCUĞU

    Kapıları çalan benim
    kapıları birer birer.
    Gözünüze görünemem
    göze görünmez ölüler.

    Hiroşima'da öleli
    oluyor bir on yıl kadar.
    Yedi yaşında bir kızım,
    büyümez ölü çocuklar.

    Saçlarım tutuştu önce,
    gözlerim yandı kavruldu.
    Bir avuç kül oluverdim,
    külüm havaya savruldu.

    Benim sizden kendim için
    hiçbir şey istediğim yok.
    Şeker bile yiyemez ki
    kâat gibi yanan çocuk.

    Çalıyorum kapınızı,
    teyze, amca, bir imza ver.
    Çocuklar öldürülmesin
    şeker de yiyebilsinler.
  • GECE



    falım yanlış çıktı. oysa ne güzel

    kapatmıştım fincanı, sakalımı kesmiştim dün

    tüysüz bir oğlan gibi en dipte

    siyah inciler dizmiştim kendime

    düşüm yanlış çıktı. sözünde durmadı periler

    kaldırıp yorganı üstümden, hem de kış vakti

    hem de lapa lapa kar yağarmış gibi hissederken ben

    her şehre geri dönerken, her şehri tutuştururken

    fırsatçı yangınlara geçit vermezken tenim

    tenim dediğim; pörsümüş bir kağıttan biraz kalınca

    kurumuş bir yaprak gibi salınan suda

    tenim dediğim; değerken sana ıslıklar çalan

    tenim dediğim; külliyen yalan!



    kış da geçti sonunda



    yeni bir fal kapatsam yaz gelir mi sılada

    şöyle gözlerini süzse bir kadın, boynunu uzun

    kollarını kısa tutsa sarılırken bana

    o anda bir yaprak düşse dalından

    kınından çekilse kılıç, eski bir çağda

    bir şövalye gibi dimdik dursam ayakta

    hayatın karşısında; öyle dimdik, öyle dik, silik

    sularda aksini görsem, masallarda olur ya

    eğilsem, su içerken mesela ya da yüzüme

    vururken avuç avuç o sıradan kanamayı

    aaaa, bir baksam yüzün senin, sulara bocalanmış

    geçmişe bulanmış, tarihe karışmış, aksak bir halkın

    toprağını sulayan nehirlere, çocuğunu emziren

    kanserli memesine, bulanık süte

    ota boka karışmış yüzün senin sulara



    yaz da geçti sonunda



    fincan yapıştı tabağa, dileğim tuttu

    bir çingene çift eliyle sarıldı hayata

    geçmişi unut! dedi, sokaklara çıkma

    herkes kendi karabasanına tutsak olur sonunda

    herkes bir dağın arkasına geçer

    herkes bir dağın arkasında vurulur

    her soytarı çetesini dağıtır sonunda





    çetemi yol tuttu, eğilip kustum kendi türkçe’mle

    saçımdan sürüklenmiş gibi, sanki eski

    bir falakaya yatırılmış gibi ayaklarım şişince

    akbabalar üşüşünce dilime, yaşlanınca dağılır ya dağlar

    eskiyince yüklüğe kaldırılır ya yorganlar

    kurşuna dizilir ya atlar, çingeneler asılır ya

    sararmış fotoğraflar bir bantla tutturulur duvara



    duvar taşımaz o yükü, eski bir sevgilinin

    yüzünü zaten kaldıramaz tuğla

    sıvası dökülen bir bedenin ruhu olmaz aslında

    geriye sarılır film, derine işler acı, aşkı

    herkes kendine biçer, eksik bir düğme gibi

    yalnız kalır iliğin ıstırabı



    falım yanlış çıktı. bir çocuk kurşuna dizildiyse doğu’da

    dağlar iteklendiyse, kenara çekildiyse bir nehir yatağına sırıtarak

    yüzün senin kaybolduysa sularda

    tenimi acıttıysa hava, bulutlar da suçluysa



    bahar falan yoktur buralarda



    mevsimsiz kaldık. kolumuz kırık

    kanadımız zaten yoktu periler aldattı bizi

    suçluysam yüzüme gül, suçluysam kendini

    as ruhunun tavanına, mumları devir

    pencereden bakıyorum; hiçbir mevsime uymuyor şehir

    pencerem de pencereye benzemiyor aslında

    sen mumları devir, nasıl olsa tutuşur perde

    ateş yalan söylemez, duman yayılır

    ölüm dediğin hep dar gelir bedene



    falım yanlış çıktı. bir fincanın içinde

    sıkıştı kaldı kendimi kovduğum gece
  • Gözler...

    Gözler ispiyoncu,
    kalp ondan şikayetkâr.
    suçu yok oysa...
    nasıl gizleyebilsin
    bir tutam alevi
    korlar kalbi yakıyorsa...

    Gözler yalancı,
    bir çocuk kadar.
    ben yapmadım diyen
    annesine...
    bir o kadar saf,
    cüretkar,
    çabuk kaçar
    bilmez mücadeleyi,
    sabretmeyi
    ki herşey
    o zaman başlar...

    haydi kapat gözlerini
    rüyanda görüşelim...
  • Arial">Gece, gül bahçesinde ararken seni,
    Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
    Seni anlatmaya başlayınca güle
    Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.

    Ömer HAYYAM
  • Damla damla yüreğim kanıyor
    Mesafeler sanki bir hançer
    Gönlümü delip geçiyor
    Kanayan yüreğim seni hala seviyor...
  • YAŞAYAN ÖLÜ



    Bir ölü gelecek evine yarın

    Gözlerinde yarım kalmış arzular

    Dalıp hayaline hatıraların

    Duracak kapında sabaha kadar



    Duyunca kapının çalındığını

    Korkulu gözlerle dışarı bakma

    Bütün odaların yak ışığını

    Bir benim kaldığım odayı yakma.



    Siyahlar giyin de pencereye çık

    Aç kapıyı korkma yabancı değil

    Bir ölü ki yaşıyor, gözleri açık



    Ölüm seni sevmekten acı değil

    Aradı bu ölü hayatı sende

    Öldü artık, sevsen de sevmesen de

    Ümit Yaşar Oğuzcan
  • Beyaz Güvercin


    Süzülüp mavi göklerden yere doğru
    Omuzuma bir beyaz güvercin kondu

    Aldım elime, usul usul okşadım
    Sevdim, gençliğimi yeniden yaşadım

    Bembeyazdı tüyleri,öyle parlaktı
    Açsam ellerimi birden uçacaktı

    Eğildim kulağına;dur,gitme dedim
    Hareli gözlerinden öpmek istedim

    Duydum;avuçlarımda sıcaklığını

    Ümit Yaşar Oğuzcan
  • en sondan geriye dönememek
    sana küfretmenin garip duygusu tadında
    rastlarsam bir yerde
    ağlamayacağım,susacağım....

    .
  • ÖTESİ YOK



    Aşk için yeryüzünde uzaktan ötesi yok

    En uzun gecelere şafaktan ötesi yok

    Yaklaşanlar tanrıya o gerçek aşıkladır

    Nehirlerce denize varmaktan ötesi yok

    Taş bir duvardır her gün dikilen karşımıza

    En ulu ağaçlara yapraktan ötesi yok

    Elverir bunca keder, yeter bunca ayrılık

    Tutuşmuş bir dal için ocaktan ötesi yok

    Ne çıkar bu son ateş isterse hiç sönmesin

    Yanan için çöllerde sıcaktan ötesi yok

    Elbette ömür biter, can gider ey sevgili

    Aşkı sende bulana topraktan ötesi yok
  • KURŞUN YARASI



    İstediğin zaman, rasladığın yerde

    Kıyasıya olmalı beni vuruşun

    Kanım günlerce akmalı caddelerde

    Tam kalbime değmeli attığın kurşun

    Ya kalbime ya alnımın ortasına

    En can alacak yerime nişan al

    Çare bulunmaz her kurşun yarasına

    Beni öldür ve açık gözlerime dal

    Bir eser olmasın içinde korkudan

    Tetiği kininle, garezinle çek

    Kurşun değil ölüm çıkmalı namludan

    Bırak benim kanım olsun dökülecek

    En son kurşunun da olsa namluya sür

    Nasıl olsa ölüm var, bari sen öldür
  • 
Sayfa: önceki 2627282930
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.