aşkı nereden bildin göğsüne acımadan iki harf kazıyan bıçağı ağacın sevdiği gibi mi sevdin yoksa yağmurlar kurşun gibi inerken ince boyunlu dağ lalesinin yağmuru sevdiği gibi mi sahi, aşkı nereden bildin
hep sıcaktı köyünün türküleri belki de umut diye onları sevmiştin iki dağ arasında kıvrılan nazlı dereyi sevgilin bellemiştin
sıkılınca hayatın başı boşluğundan sırf kabuslarınla yüzleşmek için erkenden uyumuştun saçını okşayan divane yastığı unutmuştun
her gününe kadeh kadeh azap şerbeti dolduran sevgiliyi yorgun savaşçıya su veren eller gibi sevmiştin ve o eller gibi mi olsun istemiştin seni senden alıp huzura kavuşturacak olan şefkatli azrailin
sahi, aşkı nereden bildin..
Ben Yazdım
quote:
Orjinalden alıntı: DesertRose
BULAMAM
Her ateş bir kül,bulur elbet kendine; Her yeşil bir dal, Her su bir damla, Her ateş bir kül, Her takvim bir yıl bulur elbet kendine! Her yangın bir duman, Her öğrenci bir okul, Her artı bir eksi, Her yol bir taşıt, Her soru bir yanıt, Her ressam bir tuval, Her kış bir ayaz, Her kitap bir okul, Her şarap bir adam bulur kendine; Yeter ki şarap, şarap olsun içen çıkar... Her deniz bir martı, Her ömür bir tufan, Her rüya bir uyku, Her nota bir şarkı, Her mezar bir ölüm, Her ağaç bir kök, Her dağ bir duman, Her güneş doğacak bir kuytuluk bulur ya kendine, Bulur ya; ben senden başka sen bulamam B u l a m a m !
Yılmaz Odabaşı
ÇOK GÜZEL BİR ŞİİRMİŞ.YAZDIĞIN İÇİN TEŞEKKÜRLER...
****GÜLÜŞÜN KALIR BENDE****
Gün biter gülüşün kalır bende Anılar gibi sürüklenir bulutlar Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır Yarım kalan bir şiir belkide
Aykırı anlamlar arayıp durma Güz biter sular köpürür de Kapanmaz gülüşünün açtığı yara Uçurum olur cellat olur her gece
Her gece yeniden bir talan başlar Acı ses olur, Ses deli bir yağmur Eski bir eylüle gireriz böylece Gün biter gülüşün kalır bende
****AHMET TELLİ****
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "Yaşadım" diyebilmen için...
Nazım Hikmet
BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...
BİR CEZAEVİNDE, TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI
1
Senin adını kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var, (bizlere âlâtı-katıa verilmez), ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak. Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi şarkı söylüyorum karıcığım. Hem, ne dersin, o berbat, ayarsız sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüreğim parçalanıyor. Ve tıpkı o eski acıklı hikâyelerdeki yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek, mavi gözleri ıslak kırmızı, küçücük burnunu çekerek senin bağrına sokulmak istiyor. Yüzümü kızartmıyor benim onun bu an böyle zayıf böyle hodbin böyle sadece insan oluşu.
Belki bu hâlin fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır. Belki de sebep buna bana aylardır kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere bu toprak testi bu dört duvardır...
Saat beş, karıcığım. Dışarda susuzluğu acayip fısıltısı toprak damı ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran bir sakat ve sıska atıyla, yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
Bugün de apansız gece olacaktır. Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın. Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan bu ümitsiz tabiatın ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. Yine o malum sonuna erdik demektir işin, yani bugün de mükellef bir daüssıla için yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam. Ben, ben içerdeki adam yine mutad hünerimi göstereceğim ve çocukluk günlerimin ince sazıyla suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı seni böyle uzak, seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi kafamın içinde duymak...
2
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire... Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar, dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet, suyu donmayan testi ve sabahları çimentonun üstünde güneş... Güneş, artık o her gün öğle vaktine kadar, bana yakın, benden uzak, sönerek, ışıldayarak yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara, başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı : dışarda akşam olur, bulutsuz bir bahar akşamı... İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl. Velhasıl o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, karıcığım, bittecrübe sabit...
3
Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
ÇOK GÜZEL BİR ŞİİRDİR
quote:
Orjinalden alıntı: form
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "Yaşadım" diyebilmen için...
Ümit Yaşar en beğendiğim şairdir ve bu şiiri bilmiyordum.Çok güzelmiş.Paylaşımnın için teşekkürler arkadaşım
Güllerin de ağladığı bir zaman vardır Ama bir gül var ki;onun gözlerinde Her zaman gözyaşı vardır Geceler onun gözyaşlarını kendine saklar Ama güzdüzün aydınlığında nemlenen gözleri Onun hüzünlerini fısıldar Denizler onun gözyaşları gibi ıslak Güneşler hüzünleri kadar sıcaktır
KALBİM
Göğsümde 15 yara var!. Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!.. Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak!!!
•
Göğsümde 15 yara var! Sarıldı 15 yarama kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular! Karadeniz boğmak istiyor beni, boğmak istiyor beni, kanlı karanlık sular!!!
Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak. Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak!...
•
Göğsümde 15 yara var!. Deldiler göğsümü 15 yerinden, sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden! Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak!!!
Yandı 15 yaramdam 15 alev, kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak.. Kalbim kanlı bir bayrak gibi çarpıyor, ÇAR-PA-CAK!!
KIZ ÇOCUĞU
Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.
GECE
falım yanlış çıktı. oysa ne güzel
kapatmıştım fincanı, sakalımı kesmiştim dün
tüysüz bir oğlan gibi en dipte
siyah inciler dizmiştim kendime
düşüm yanlış çıktı. sözünde durmadı periler
kaldırıp yorganı üstümden, hem de kış vakti
hem de lapa lapa kar yağarmış gibi hissederken ben
her şehre geri dönerken, her şehri tutuştururken
fırsatçı yangınlara geçit vermezken tenim
tenim dediğim; pörsümüş bir kağıttan biraz kalınca
kurumuş bir yaprak gibi salınan suda
tenim dediğim; değerken sana ıslıklar çalan
tenim dediğim; külliyen yalan!
kış da geçti sonunda
yeni bir fal kapatsam yaz gelir mi sılada
şöyle gözlerini süzse bir kadın, boynunu uzun
kollarını kısa tutsa sarılırken bana
o anda bir yaprak düşse dalından
kınından çekilse kılıç, eski bir çağda
bir şövalye gibi dimdik dursam ayakta
hayatın karşısında; öyle dimdik, öyle dik, silik
sularda aksini görsem, masallarda olur ya
eğilsem, su içerken mesela ya da yüzüme
vururken avuç avuç o sıradan kanamayı
aaaa, bir baksam yüzün senin, sulara bocalanmış
geçmişe bulanmış, tarihe karışmış, aksak bir halkın
toprağını sulayan nehirlere, çocuğunu emziren
kanserli memesine, bulanık süte
ota boka karışmış yüzün senin sulara
yaz da geçti sonunda
fincan yapıştı tabağa, dileğim tuttu
bir çingene çift eliyle sarıldı hayata
geçmişi unut! dedi, sokaklara çıkma
herkes kendi karabasanına tutsak olur sonunda
herkes bir dağın arkasına geçer
herkes bir dağın arkasında vurulur
her soytarı çetesini dağıtır sonunda
çetemi yol tuttu, eğilip kustum kendi türkçe’mle
saçımdan sürüklenmiş gibi, sanki eski
bir falakaya yatırılmış gibi ayaklarım şişince
akbabalar üşüşünce dilime, yaşlanınca dağılır ya dağlar
eskiyince yüklüğe kaldırılır ya yorganlar
kurşuna dizilir ya atlar, çingeneler asılır ya
sararmış fotoğraflar bir bantla tutturulur duvara
duvar taşımaz o yükü, eski bir sevgilinin
yüzünü zaten kaldıramaz tuğla
sıvası dökülen bir bedenin ruhu olmaz aslında
geriye sarılır film, derine işler acı, aşkı
herkes kendine biçer, eksik bir düğme gibi
yalnız kalır iliğin ıstırabı
falım yanlış çıktı. bir çocuk kurşuna dizildiyse doğu’da
dağlar iteklendiyse, kenara çekildiyse bir nehir yatağına sırıtarak
yüzün senin kaybolduysa sularda
tenimi acıttıysa hava, bulutlar da suçluysa
bahar falan yoktur buralarda
mevsimsiz kaldık. kolumuz kırık
kanadımız zaten yoktu periler aldattı bizi
suçluysam yüzüme gül, suçluysam kendini
as ruhunun tavanına, mumları devir
pencereden bakıyorum; hiçbir mevsime uymuyor şehir
pencerem de pencereye benzemiyor aslında
sen mumları devir, nasıl olsa tutuşur perde
ateş yalan söylemez, duman yayılır
ölüm dediğin hep dar gelir bedene
falım yanlış çıktı. bir fincanın içinde
sıkıştı kaldı kendimi kovduğum gece
Gözler...
Gözler ispiyoncu, kalp ondan şikayetkâr. suçu yok oysa... nasıl gizleyebilsin bir tutam alevi korlar kalbi yakıyorsa...
Gözler yalancı, bir çocuk kadar. ben yapmadım diyen annesine... bir o kadar saf, cüretkar, çabuk kaçar bilmez mücadeleyi, sabretmeyi ki herşey o zaman başlar...
haydi kapat gözlerini rüyanda görüşelim...
Arial">Gece, gül bahçesinde ararken seni, Gülden gelen kokun sarhoş etti beni; Seni anlatmaya başlayınca güle Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi. Ömer HAYYAM
Damla damla yüreğim kanıyor Mesafeler sanki bir hançer Gönlümü delip geçiyor Kanayan yüreğim seni hala seviyor...
YAŞAYAN ÖLÜ
Bir ölü gelecek evine yarın
Gözlerinde yarım kalmış arzular
Dalıp hayaline hatıraların
Duracak kapında sabaha kadar
Duyunca kapının çalındığını
Korkulu gözlerle dışarı bakma
Bütün odaların yak ışığını
Bir benim kaldığım odayı yakma.
Siyahlar giyin de pencereye çık
Aç kapıyı korkma yabancı değil
Bir ölü ki yaşıyor, gözleri açık
Ölüm seni sevmekten acı değil
Aradı bu ölü hayatı sende
Öldü artık, sevsen de sevmesen de
Ümit Yaşar Oğuzcan
Beyaz Güvercin
Süzülüp mavi göklerden yere doğru Omuzuma bir beyaz güvercin kondu
Aldım elime, usul usul okşadım Sevdim, gençliğimi yeniden yaşadım
Bembeyazdı tüyleri,öyle parlaktı Açsam ellerimi birden uçacaktı