Şimdi Ara

Anlam nedir? Nörobilimsel bir yaklaşım.

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
0
Favori
603
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Anlamın ne olduğunu öğrenmek için dışsal bir kaynağa başvurmaya ihtiyacımız yok. Sabah uyandığımız andan itibaren yaşadığımız tüm deneyimlerde bir anlamlılık duygusu yaşıyoruz.

    Bunların bir kısmı üstünde düşünmeden bildiğimiz klişe anlamlara sahip deneyimlerden ibaret. Sabah alarmın çalması, işe gitmek üzere kalkma zamanı geldiğini bildiriyor (alarmın çalması anlamlı). Sabah kalkınca banyoya gidiyoruz, zira kişisel bakıma ihtiyacımız var, gün boyu sürecek çalışmalarımız öncesinde temiz, bakımlı görünmeliyiz (anlamlı bir etkinlik) Sonra giyinip çıkıyoruz, araca biniyoruz, işe gidiyoruz vs.

    Peki alarm çaldığında birden uyandığınızı ve işe gitmeniz gerekmeyen bir gün olduğunu hatırladığınızı düşünün. Alarmın çalmasının anlamı ne diye düşüneceksiniz. Alarm bozuk mu? Alarmı yanlış mı kurdum? Yoksa yanılıyor muyum, bu gün varmıydı? Alarmı başka bir şey yapmam gerektiği için mi kurdum, hay allah ne yapacakltım bu sabah kalktığımda?

    İşte olaylar arasındaki bağıntı koptuğunda bilinç devreye giriyor ve bilinçdışı çalışan default anlam modundan çıkıp kendimizi yeni bir olgu karşısında bağlantıları yeniden kurma üzerine odaklandığımız bilinçli bir zihinsel süreç içerisinde buluyoruz.

    Sonuç: Bilinç, bilinçdışı verilen anlamlar içinde bulunduğumuz durumu açıklamadığında yeni anlamlar üretmek zorunluluğu ile ortaya çıkan bir fenomen (bilincin bir yönü tabi)

    Sonuç 2: Anlam içinde bulunulan durumda nesneler, olaylar arasındaki ilişkilerin-nesne olay örüntülerinin gösterildiği bir gösterge yahut zihinsel bir kod. Zihin bu kodu artık hangi yöntemle açıyorsa açıyor, okuyor, sıradan bir durumsa bilinci devreye sokmuyor.

    Sonuç 3: Anlam metafizik bir olay değil, bilişsel bir süreç. Bilgi-işlem ile ilgili bir olgu. Bildiğimiz bir anlam bildiğimiz olgu bağlamının, şeylerin özel bir konfigürayonunun nöral süreçlerle betimlenmesinden ibaret. Örüntü içerisinde, neden sonuç ilişkisini tamamlyacak yer alan eksik nesneler olsa bile örüntü tanınabiliyor. Bir olgu bağlamında sekiz tanımlayıcı varsa üçü-beşi olguyu anlamlandırmaya yetiyor. Zihin kendisi eksikleri tamamlıyor. Ama ciddi bir neden sonuç ilişkisi çelişkisi varsa tanımlanamayan ve yeni bir anlama kavuşturulması gereken bir olgu ile karşı karşıyayız demektir.

    Bunları nereden çıkartıyorum? Nörobilimsel araştırmalardan ve özellikle pek sevdiğim bir psikiyatr, zihin felsefesi ile ilgili yazıları ile tanıdığım Saffet Murat Tura’nın “Madde ve mana” isimli eserinden.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 1 Ekim 2020; 17:47:8 >







  • Anlamsızlık nasıl bir solucan için bir üzüntü kaynağı oluşturmuyorsa, insanların çoğu içinde asla bir üzüntü kaynağı sayılmaz. Ne var ki, bu üzüntüyü duyup bir anlam arayışına soyunan az sayıdaki kişiler insanlığın anlamını oluşturur (Herman Hesse)

    Anlam meselesinin ikinci boyutu hayatın anlamı sorusu ile açılıyor. Anlam yaşayan organizmalar için gerekli ve geçerli bir kavram olarak düşünülmeli. Neden sonuç bağlantıları kurabilen ve bunları kendi faydası yönünde kullanabilen sinir sistemleri geliştirmiş organizmalar için. Yoksa doğada, örneğin bir meteorun yeryüzüne düşmesinin kendinde ne gibi bir anlamı olabilir? Ama o meteor yeryüzünde bir şehrin bulunduğu alana düşecekse insanlar için çok anlamlı olabilir. Yağmurun yağmasının kendinde ne anlamı olabilir. Kör bir neden sonuç ilişkisinin onun tarafından etkilenen ve etkilendiğini fark edebilen bir canlı organizma olmadıkça hiçbir anlamı yoktur.

    Devam edelim…Hayatın ne anlamı olabilir insan için? Eğer hayatın tehlikedeyse hayat çok anlamlı olabilir, yaşamda kalabilmek adına atacağın her adım ve karşılaşacağın tehlikeler bilişsel ve duygusal kapasiteni olabildiğince meşgul edecektir.

    Ama yaşamında bir tehdit görmüyorsan, monoton, kendini tekrar eden bir düzen içinde hayatını idame ettiriyorsan bunun sonunun nereye gideceği sorusu ortaya çıkar. Kuşkusuz cevap “ölümdür.” Ölüm, neden sonuç ilişkileri içerisinde hayatını devam ettirebilme çabasını boşa çıkartan bir sondur. Böylece anlam yükleyecek bir son hayal edemeyecek duruma geliriz. Dinler bu evrede devreye girer. Yaşamın başka bir boyutta devam edebileceğini iddia ederek bu günkü çabaların gelecekte de bir karşılığı olacağı fantazisini sürdürmenize yardımcı olur.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Sailor64 -- 2 Ekim 2020; 16:43:56 >




  • Anlamak Nedir?

    Birisi bize bir şeyler söyler, soma da sorar: "Anladın mı?" Bu sofuyu

    kimi kez "evet,"anladım," kimi kez de "hayır, anlamadım," diye yanıtlarız.

    Şimdi düşünelim bakalun; "anladım," dediğiinizde bizde ne

    olmuştur ki "evet, anladım," demişizdir ya da "anlamadım," dediğimizde

    bizde gerçekleşmeyen nedir ki "hayır, anlamadım," diyoruz?

    "Anladım," dediğimizde bizde neyin olup bittiğini, "anlamadım,"

    dediğimizde de neyin gerçekleşmediğini kavramaya yoğunlaştığımızda.

    görüyoruz ki, karşımızdaki . kişinin konuşmalarını, ağzından çıkan

    sesleri gözümüzde birtakım görüntülere dönüştürebildiğimiz an "anladım," diyoruz; görüntüye dönüştüremediğimizdeyse "anlamadım,'' diyoruz.

     

    Kulağımıza iletilen çoğu sözcüklerin adı oldukları kimi nesneler

    vardır. Konuşma sırasında o sözcükler kulağımıza ulaştığında onların

    adı oldukları nesnelerin görüntüsü gözlerimizin önünden geçiyorsa

    "anladım," diyoruz; buna karşılık konuşma sırasında kulağımıza çarpan

    sözcüklerin adı oldukları nesnelerin görüntüsü, 9 sözcükleri duyduğumuz

    an gözlerimizin önünden geçmiyorsa "anlayamadım," diyoruz.

    Diyelim ki biri yanımıza sokulup bize, "atrodakite zinkoratılüsöxıf?"

    diye sordu. "Ne diyorsun, anlayamıyorum," deriz. Neden? Çünkü,

    birtakım sesler evet kulağımızdan girmiştir, fakat gözümüzün .

    önünden hiçbir görüntü geçmemiş; kulağımızdan giren sesler gözümüzde görtintüye dönüşememiştir. İşte bir konuşmayı anlayamamak. demek; o konuşmada geçen sözcükleri duymak fakat görüntüye  türememek demektir. Çünkü sözcükler, imgelemde görüntüler oluşturmanın araçlarıdır. Üretilmiş bir sözcük, öncelikle "ses dalgalarına dönüştürülmüş nesnel bir görüntü" demektir. Sonra bu ses dalgası kulak

    aracılığıyla algılanıp göz aracılığıyla yeniden ancak bu kez düşsel bir

    görüntüye dönüşür ve anlama edimi işte böyle gerçekleşir.

    "Bir kulağınd1\n girdi, öbür kulağından çıktı," deyimi, dilimizde

    y;ı,ygın olarak kullanılır. "Anlamadı," demektir. Sözcükler ses dalgalarıyla

    kişinin bir kulağından girmiştir, ancak görüntüye dönüşmeksizin

    öbür kulağından çıkıp gitmiştir. Anlama olgusu, sözcükleri (sesleri)

    gözde görüntüye dönüştürme edimi olduğu için, bu gerçekleşemediğinde, o sözcükler bir kulaktan girer, imgelemde işlem görmeksizin öbür kulaktan çıkarlar.

     

    Jean Paul Sartre; "Konuşmanın amacı gördünnektir," der. Bu. sözcükler

    kulağa gözde görüntüye dönüştürülsünler diye iletilir, demektir.

    Çünkü, sözcükler görüntü yüklenmiş ses dalgalarıdır.

    Konuşma edimimin amacının sesleri imgelemde görüntüye dönüŞ􀄔

    tünnek olduğu ilk kez Sartre'ın ortaya çıkardığı bir bulgu değildir. Bu

    ilişki üzerinde hiç inceleme yapmamış ya da bu konuda öğrenim görmemiş kişiler bile, bu ilişkiyi doğaçtan bilmektedirler. "Dinle, bak şimdi

    sana ne söyleyeceğim," diyen kişi "dinle, bak," demekle, "kulağına

    ilettiğim sözcükleri imgeleminde görüntüye dönüştür,'' demek istemektedir. "Senin dediklerine bakılırsa," dediğimizde anlatmak istediğimiz "senin kulağıma ilettiğin sözcükleri aktarıcısı oldukları görüntülere dönüştürüp bir bakarsam," dır. Kur'an'da da "işitmek'' yerine "görmek" diye çevrilen Arapça "rey" sözcüğünün kullanıldığı pek çok ayet

    vardır. İbrahim suresi, 24. ayetinde; "Gönnedin mi Tanrı nasıl bir örnek

    vermiştir? Özlü, soylu, sağlam bir söz, kökü yerleşik, dalları göğerik,

    özlü, soylu, sağlam bir ağaç gibidir," deniliyor. Burada sözcükler

    kullanılarak bir örnek veriliyor ve "duymadın mı" değil, "görmedin

    mi" diye soruluyor; sözlerle verilen bir örneğin imgelemde görüntüye

    çevrilip çevrilmediği soruluyor. Çoğu kez, "Bak, şimdi sana ne diyeceğim," deriz, "İşit, şimdi sana ne diyeceğim," demeyiz. Çünkü imgelemde görüntüye çevrilmeyen sözlerin salt kulakla işitilmesinin hiçbir anlamaya yol açmayacağını biliriz.





  • Anlama Ediminde Sözcükler Arasındaki

    Kök Türev İlişkisinin İşlevi

    Eğer sözcükler, kişinin imgeleminde oluşturmasını istediğimiz görüntülerin sese çevrilmiş, ses dalgalarına yüklenmiş biçimi iseler; ve

    sözcük dediğim iz sesler ancak imgelemde görüntüye dönüştürülerek

    anlaşılabiliyorsa; bir dildeki kök türev ilişkisi, "anlama" yani "sesleri

    imgelemde görüntüye çevirme" ediminde nasıl bir işlev görür?

    Dalı göğe, yani "soyuf'a yükselen her sözcüğün, kökü yerde, toprakta,

    nesnel yaşamda, "som ut' 'tadır. "Kökü yerde," demek, elle tutulur,

    gözle görülür, beş duyu organıyla somut olarak algılanır, demektir.

    Bir dildeki sözcüklerin yerli kökleri, "kök sözcükler'', hep somut nesnelere ad olur. Bir sözcüğün kökü, bize elle tutulur somut bir nesneyi

    gösterir. Türetilmiş bir sözcük ise, bir nesneyi gösteren köke eklenmiş

    türetme eklerinden oluşur. B ütün türetilmiş sözcükler, kendini doğuran

    kök sözcüğü kendi içlerinde korur. barın dırırlar. Örneğin, eski Türkçede

    "anğ" bir sözcük köküdür. Bu kökten "la"'+"mak" ekleriyle bir sözcük

    türetmişiz: "Anğlamak". Anğlamak sözcüğünün anlamının ne olduğunu

    anlamak için, yapı lacak ilk iş bu sözcüğün kökünü bulmak ve

    bu kökün hangi somut nesneyi gösterdiğini görmektir. Anğlamak sözcüğünün kökü "anğ'' dır ve bu, gerçekten de elle tutulur, gözle görülür, somut bir, nesnenin adıdır. Sürüler otlatılırken bir boyun hayvanları başka boyun hayvanlar arasına karışırsa kolay bulunsun ya da çalındığında kolayca saptanabilsin diye, hayvanların derileri üzerine kızdırılmış

    demirle onun hangi boyun hayvanı olduğunu gösteren özel çizgeler,

    desenler basıl ır ve bunlara "anğ" denirdi. Demek ki "anğlamak" resimlemek,

    görüntüye dönüştürmek, yani görselleştirmektir ve bugün

    "anlamak," diye seslendirdiğimiz sözcüğünün atası da budur. Az önce

    "anlama"nın "görüntüye dönüştürmek" olduğunu açıklamıştık. Anlamak

    sözcüğünün köküne inince, bu zaten kendiliğinden açığa çıkıyor.

    Demek ki, bir türemiş sözcüğün içinde bulunan kökün somut bir

    nesnenin adı olması, bizim o kökten türemiş soyut anlamlı bir sözcüğü

    gözümüzde düşleyebilmemizi, imgelemimizde görüntüye dönüştürebilmemizi,

    böylece anlamamızı sağlamaktadır. Bir türev sözcüğün kökünün

    ad olduğu nesne gözde düşlenmeksizin, o türev sözcüğün anlaşılması

    olanaksızdır.


    Dünden bu güne Türkler'de dil ve din Cengiz Özakıncı s.93

     





  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.