Şimdi Ara

AYAK BAĞI SÜNNET (?) -2-

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
219
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • AYAK BAĞI SÜNNET (?)

    -2-


    Düşünmek: Hepimiz için ortak bir davet. Modası da tarihi de geçmeyen bir davet. Hayat, onsuz olmuyor elbette. Doğruya onsuz varılmıyor. Aksi durum, başımıza "pislik" yağdıracak kadar bir belayı ve karanlığı celbediyor.

    Sıkıntı şu ki: Kur'an'a çağıran kadar, karşı olan da aynı şeyi kullanıyor.
    "Akıl varken ne gerek!" diyor mesela. Sanıyorum burada kavramları kendi bağlamında ele almak gerekiyor. Meseleleri de öyle. Ayetleri de öyle. Eğip bükemeyiz yani. Allah'tan başka hakem yok çünkü. (En'am114)
    Bağlamından kopararak, keyfimize göre biçimlendirdiğimiz bir söz ya da fiille sadece "rics" (Yunus100) almakla kalmaz, hesabı da zorlaştırırız.

    Hem niye? Gerçeği sükûnetle, olduğu gibi kabul etmek varken eğip bükmek de niye? Her şeyi bağlamından koparmaya mecbur muyuz? Her şeyi ters yüz etmeye, çarpıtmaya mecbur muyuz gerçekten? Akıl dediğimiz şeyden kastımız Batının pozitivist aklı mıdır? Akıl diye diye aklı doğru kullanmış mı oluyoruz yoksa? Müslüman aklı nerede?


    Sünnet üzerinden koparılan fırtınada durum aynı. Ismarlama akılla ve ithal heveslerle yola çıkılmış ve böylece inananlar, temel kaynakları üzerinden kendi gerçekleriyle hesaplaşmaya sokulmuşlarsa şu ilahi uyarılar, sanıyorum onlara bir şeyler söyleyecektir:

    -"Allah ve Rasulü, bir şeye hükmettiği zaman inanan erkek ve kadına işlerinde artık başka yolu seçmek yaraşmaz." (Ahzab 36)

    -"Onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine elem verici bir azap isabet etmesinden sakınsınlar" (Nur 63)

    -“(Rasulüm!) De ki : Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ” (Âli-İmrân: 31)

    -"De ki : Allah’a ve Rasulüne itâat edin; yüz çevirecek olurlarsa, muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez” (Âli-İmrân: 32)

    -"Kim Rasûle itaat ederse Allaha itaat etmiş olur"(Nisa 80)

    -"Biz her Peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik." (Nisa 64)

    -"Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar” (Nisâ: 65)

    -“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr: 7).


    Durum bu! Buradaki mesaj ve ne istediği, gün gibi ortadayken; sonra bu gerçek, "güneşle gündüzün bütünleşmesi" kadar açıkken dostlar, dikkat etmemiz gereken şey belli değil mi?

    -"Dikkat edin bana bir kitap verildi. Onunla beraber bir benzeri daha verildi" (Ebû Dâvûd, Sünnet,6 (4604)

    -"Size iki şey bıraktım. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. "(Muvatta, Kader, 3)

    -"Yakındır, bir adama benim hadisim ulaşacak ve o koltuğuna kurularak şöyle diyecektir: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onun içinde helal olarak bulduğumuzu helal sayar; haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız. Oysa (O zavallı bilmiyor ki) Allah Rasülünün, haram kıldığı şey de Allah'ın haram kıldığı şey gibidir." (Tirmizî, İlim,10 (2664)

    Değerli Okurum! Görüldüğü gibi bugünün düşüncesizlik ve dertsizliğine asırlar öncesinden bir ilahi uyarıyla dokunuluyor olması çok düşündürücü!

    Bu, yeni bir hastalık değil elbette. Ancak bugün bu tezi işleyenler, düne göre çok daha ilkesiz ve sorumsuz.
    Bilirsiniz onları! Ne söylerseniz söyleyin dinlemezler. Aslandan korkup kaçanlar gibi gerçeği duymaktan ve hakikatle yüzleşmekten de alabildiğine kaçarlar. Görürsünüz onları! Kıyı köşe delil arar da zan ve vehimlerini Kur'an'a onaylatmayı ; şahsi kanaatlarini perçinlemek için İslam'ı konuş/tur/mayı pek severler. Sesleri de iştahları da bir hayli yüksektir.

    Bin dört yüz yıllık kültürün ne bulursa harcamaya hazır mirasyedisine "akıllı ol!" demekten daha akıllıca ne söyleyebilirim bilmiyorum.
    Koltuğuna kurulmuş haldeki o karnı tok öfkesi çok ağzı yüksek ekran malzemesi nifak makinesine gerçekten ne diyebilirim bilmiyorum.

    Şunu diyebilirim belki:

    Akıl zaviyesinden Efendimiz (sav) e biçilen rol insaflı görünmüyor.
    Ağzı bantlı bir insanın tahayyülü kadar bile değil O'na biçilen rol.
    O rolü peygamberlere biz vermiyoruz ki! Bu görev, Yüce Kitabında itaati peygamberine teşmil edene (Nisa 80); kendi öz sevgisini Peygamberine itaat şartına bağlayana (Âli-İmrân 31, 32); ismini ismiyle birlikte (Nisa 68 ) yazana râcîdir.


    Bu rol, terbiyesini alemlerin Rabbinden almış bir rahmet elçinin (Enbiya 107) çok yönlü, zorlu bir te'dib sürecidir.

    "Beni gördüğünüz gibi..." (Buhârî, Ezân, 18) şartı dahilinde.

    Kaldı ki peygamberlik, "tebliğin" yanında "tebyini" de (Nahl 44) kapsayan bir neticeye varmazsa tamamlanmış olmaz. Görev yapılmış olmaz.

    Nerede ve ne kadar?

    Açık ve net: Örneklik kadar...

    Son davetçi, "örnekliği üzere" neyi ne kadar verdiyse o kadar!

    Efendimiz (s.a.v.) in doğal insanî halleri ; delâil türünden hususiyetleri ; hususi tercih ve ictihadları da var olmakla beraber esas olan örnekliğidir. Bu en seçkin hayatta -masum ve mahfuzluğu üzere- örnekliğe konu olan bir yaşam biçimi ne kadarsa o kadar!

    Kaldı ki işin ucunda insanın inşası var. Hayat ve toplumun dizaynı var. Sadece yaşadığı güne, döneme değil ; çağlara, dünyaya, aleme, alemlere denk bir mesaj var ortada.

    Sadece ahirete ve ruhâniyete değil; dünyaya ahirete, bedene ruha, yere göğe, topyekün hayata söyleyecek sözü olan bir din var ortada.

    Hal böyleyken İslam'a... Bu son evrensel dine.. ve Onun Muazzez Peygamberine giydirilen bu dar, seküler, boğucu, iğrenç gömleği patlatarak diyeceğiz:
    Son davetçi, "örnekliği üzere" neyi ne kadar verdiyse o kadar!
    Alemlerin Rabbinden bir buyruk ve Kur'anî hakikat üzere Peygamber neyi verdiyse ve alınması gereken ne varsa o kadar!


    Dine konu olan her şeyde... Sadece namazda, imanda, ibadette değil her şeyde...
    Nefs terbiyesinden toplumların ıslahına ; ahlak yasalarından medeniyetlerin inkişafına kadar geniş bir yelpazede sünnet, bir yaşam biçimidir...
    Günübirlik tercihlerimizden çok daha fazlasını kapsayan bir yaşam biçimi.

    Aile hukuku, ceza hukuku, uluslararası hukuk da dahil olmak üzere; iş ahlakından savaş stratejisine, saç biçiminden şehir planlamasına kadar her noktadan kayda giren bir örnekliktir bu.

    "Şu küçük şeyler de mi?" Dediğimiz konular da dahil olmak üzere...Bir duruşla.. bir bakışla.. bir tutuşla.. bir tuşla her şeyin olabildiği bir dünyada..
    Deveyi hendeğe düşürenin "bir tutam ot" ; kaleyi ele geçirmenin "bir küçük gedik" olduğunun temkin ve teyakkuzunda, nefs batağına karşı... insanın ruh güzelliğine ve fıtraten iyiliğine ait bir ilahi biçim ve kontroldür sünnet.

    Kısaca sünnet, "doğumdan ölüme" her karenin kapsamında olduğu bir bilinç, diri duruş ve tazelenmeye mahsus bir biçimdir.


    Bu dediğimiz bir "yaşam biçimi" olmasaydı Allah elçisi -haşa- bir postacı gibi gelir, dinden imandan bir iki şey söyler giderdi. Bunu Yüce Allah (c.c.) bir melekle de tamamlayabilirdi. Davranışlarda "rol model" oluşuna, hayatın bütün boyutlarında örnekliğine (Ahzab 21) ihtiyaç kalmazdı.

    Yok eğer insan ve onun hayat gerçeğinden söz ediyorsak 63 yıllık bir pratiği göz ardı edemeyiz.


    devam edecek...







  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.