Elleri olmamıştı hiçbir zaman, kolları da. Dışarıdan gözükebilecek bir çift siyah gözü de yoktu. Yalnızca kalın, kahverengi, ıslak bir gövdesi vardı. Kolları yoktu ancak yüzlerce ayrımı vardı, kendisinden koparılsa, kendisinden bir suret oluşacak yüzlerce ayrımı... İnsanlar onlara 'dal' adını veriyordu, o ise 'çocuklarım' demeyi tercih ediyordu. Ne de olsa canlıların yetiştirdikleri, kendilerinin birer suretiydi. Belki aynısı olmayacaktı, ayrımlarının - çocuklarının - hiçbiri ancak yine de kendisinden birer parça değiller miydi?
Yalnız da değildi, kendisi yoktu bu uçsuz bucaksız, ötesini bir türlü göremediği yemyeşil; sıcak ve masmavi gökyüzüyle arkadaş ormanda. Yüzlercesi vardı, hepsi birer arkadaşıydı onun. Konuşamasalar da, dokunamasalar da birbirlerine hayvanların yaptığı gibi yine de onları arkadaşı olarak görüyordu. Yalnızlık çekmiyordu bu sayede, tek başına olsaydı kim bilir nasıl bir hale gelecekti? Hemen yanıbaşındaki ağaç olmasa, devasa bir ağaç haline dönüşecekti, kendi ağırlığını taşıyamayacak hale gelecek; sonra da eğilip bükülecekti belki de... Belki de gökyüzündekinin - ya da gökyüzündekilerin -aşağıya bıraktığı tükürükler, sadece kendisi olduğu vakit ona fazla gelecek; saydam ıslak tükürük yığınının içerisinde boğulup gidecekti.