Şimdi Ara

Bir Agnostik Yahudi gözünden Muhammede inen ilk vahiy(İslam Tarihi)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
18
Cevap
2
Favori
795
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj


  • Lesley Hazleton
    https://tr.wikipedia.org/wiki/Lesley_Hazleton
     Bir Agnostik Yahudi gözünden Muhammede inen ilk vahiy(İslam Tarihi)

    Paylaştığım videodaki konuşmasının bir kısmının çevirisi. Tamamı için videoyu izleyebilirsiniz. Konuyla alakasız olduğu için tamamını paylaşmıyorum.

    ''...İslamın kritik dönemini dikkate alalım mesela, 610 yılında bir gece Muhammed'e olan şeyi, Mekke'nin hemen dışındaki bir dağda. Oraya gitmişti, ve görünen o ki belki de bir iç sükuneti umuduyla o haleti ruhiye içinde en son umduğu şey vahyin, ilhamın kör edici ağırlığıyla karşılaşmaktı. Yani o gecenin elimizdeki ilk rivayetlerinde beni vuran şey pek de orada ne olduğu değildi, orada neler olmadığıydı. Ne olmadı? Muhammed dağdan sevinçten havalara uçarak inmedi. ''Yaşasın, Allaha sonsuz şükür!'' diye bağırarak dağdan aşağı koşmadı, neşe ve nur saçmadı. Kendine eşlik eden melekler korosu ilahi müzik yoktu, çoşku yoktu, zevkten mest olma yoktu, altın bir hala sarmamıştı onu. Ve helen vahiy, Kuranın hepsi bile değildi. Sadece kısa beş ayet. Kısacası, kendisine tepki göstermeyi kolaylaştıracak hiçbir şey yapmadı. Bu vahiy tecrübesini, dünyevi kişisel hırslarını gizlemek için icat etmiş diye eleştirebileceğimiz hiçir şey yapmadı. Tam tersi, kendisine atfedilen kelimelerle söylersek, ilk başta, başına gelen şeyin gerçek olmadığına ikna olmuştu. En iyi ihtimalle, halusinasyon olduğunu düşündü, kendi zihninin kendine oyun oynadığını. En kötü ihtimalle de kötü bir cinin saldırısına uğradığını, belki bir ruhsal varlığın kendisini aldattığını, hatta içindeki hayatı ezdiğini. Aslına ilk aklına gelen, en yüksek uçurumlardan atlamak ve yaşadığı bu şeyin korkusundan kaçmaktı. Tüm bu tecrübeye bir son vermek. O gece işittiği kelimelerin kendi içindem mi yoksa dışarıdan mı geldiğine, hangisine inanırsanız inanın, görünen o ki, Muhammedin bu tecrübeyi yaşadığı kesinlikle çok açıktır. Ve bunu kendisini ve dünyadaki kendisini algılayış biçimini dönüştürecek bir güçle yaşadığı da açık...''

    -------------------------

    BENİ ÖRTÜNÜZ!

    İlâhî vahye muhatab olmanın verdiği heyecan ve haşyetle titreyen Allah Resûlü, mağaradan çıktı ve Mekke’ye doğru hareket etti.

    Yolda birçok gariplikle karşılaştı. Dağ, taş ve ağaçlar, “Esselamü Aleyke Yâ Re­sû­lal­lah!” diyerek onu selamlıyor ve yüksek vazifesinden dolayı tebrik edi­yorlardı.

    Evine varan Peygamber Efendimiz, karşılaştığı hadisenin azameti ve haş­yeti karşısında adeta konuşamaz hale gelmişti.

    Kendisini merak içinde karşılayan vefakâr zevcesi Hatice-i Kübra’ya sadece, “Beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi.(Buharî, Sahih, c. 1, s. 7.)


    “Hiçbir korku ve endişe duymana sebep yok. Hiç üzülme; Allah senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandırmaz. Ben biliyorum ki sen sözün doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akrabalarına yakın alâka gösterirsin. Kom­şularına nâzik ve müşfik davranır­sın. Fakirlere yardım elini uzatırsın. Garip­le­re evinin kapısını açıp onları misafir edersin. Uğradıkları felâket ve musibet­ler­de hal­ka yardım edersin! Ey Am­camoğlu! Sebat et! Vallahi, ben senin bu üm­me­tin peygamberi olacağını ümit ederim.” (Buharî, a.g.e., c. 1, s. 7.)

    VAHYİN TEKRAR GELMEYE BAŞLAMASI

    Kırk günlük bir aradan sonra, Peygamber Efendimize vahiy tekrar gelmeye başladı.

    Vahyin tekrar gelmeye başlaması hadisesini bizzat ken­di­leri şöy­le anlat­mışlardır:

    “Bir gün giderken, aniden gökyüzünde bir ses işittim. Başımı kaldırıp bak­tı­ğımda, Hira’da bana gelen meleği (Cebrail), yerle gök arasında bir kürsü üze­rinde oturmuş gördüm. Ürpererek yere çöktüm. Evime dönüp, ‘Beni örtünüz, beni örtünüz!’ dedim. Bunun üzerine Yüce Allah,

    Ey örtüye bürünen Peygamber! Kalk da sana iman etmeyenleri azapla kor­kut! Rabbinin büyüklüğünden bahset! Elbiseni temiz tut! Putperestlik pisliğini bırakmakta devam et!’ (Müddessir, 1-5)

    ayetlerini indirdi. Artık vahiy gelmeye başladı ve ardı arkası kesilmedi.” (Buharî, Sahih, c. 1, s. 7; Müslim, Sahih, c. 1, s. 98; Ahmed İbn Hanbel, Müsned (h. 2846); Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 592.)







  • Anlatici kim? Muhammed-cebrail diyalogunu sanki gozleriyle gormus gibi anlattigina gore allahin kendisi olmali.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Gercek agnostisizm bu değil

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Cinéma

    Anlatici kim? Muhammed-cebrail diyalogunu sanki gozleriyle gormus gibi anlattigina gore allahin kendisi olmali.

    Videoyu izlemediniz galiba veya İngilizce konusunda yeterli değilsiniz. Kendisi konuşmasında İslam ve Muhammed hakkında araştırmalar yaptığını ve rivayetlerin bu yönde bilgi sunduğundan bahsediyor. Gerçekten de o dönemde yaşayan hem Müslümanların hemde gayrimüslimlerin bu yönde bilgi verdiğini görüyoruz. Yani ilk vahiyden sonra korktuğunu, endişelendiğini, bunun heralde bir halusinasyon olduğundan bahsetmiş çevresindekilere. Hanımefendi de bundan bahsediyor. Zaten inanmadığı için de bunun vahiy mi yada başka bişey mi olduğundan emin olmamakla birlikte, peygamberimizin bişeyler yaşadığını kabul ediyor. ''Siyasi emeller veya birtakım menfaatler uğruna uydurdu'' şeklinde eleştiri yöneltemeyeceğimizden ve Muhammedin tam tersi davranışlar sergilediğinden bahsediyor. Ve bunu islam tarihine uygun biçimde anlatıyor, objektif bir bakış açısıyla, bir agnostik olarak. Olay bu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Mezquita_E -- 27 Eylül 2016; 1:03:39 >
    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mezquita_E

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cinéma

    Anlatici kim? Muhammed-cebrail diyalogunu sanki gozleriyle gormus gibi anlattigina gore allahin kendisi olmali.

    Videoyu izlemediniz galiba veya İngilizce konusunda yeterli değilsiniz. Kendisi konuşmasında İslam ve Muhammed hakkında araştırmalar yaptığını ve rivayetlerin bu yönde bilgi sunduğundan bahsediyor. Gerçekten de o dönemde yaşayan hem Müslümanların hemde gayrimüslimlerin bu yönde bilgi verdiğini görüyoruz. Yani ilk vahiyden sonra korktuğunu, endişelendiğini, bunun heralde bir halusinasyon olduğundan bahsetmiş çevresindekilere. Hanımefendi de bundan bahsediyor. Zaten inanmadığı için de bunun vahiy mi yada başka bişey mi olduğundan emin olmamakla birlikte, peygamberimizin bişeyler yaşadığını kabul ediyor. ''Siyasi emeller veya birtakım menfaatler uğruna uydurdu'' şeklinde eleştiri yöneltemeyeceğimizden ve Muhammedin tam tersi davranışlar sergilediğinden bahsediyor. Ve bunu islam tarihine uygun biçimde anlatıyor, objektif bir bakış açısıyla, bir agnostik olarak. Olay bu.

    Videoyu izlemedim cunku internet paketim cok az. O yuzden sadece videonun altinda yazanlara gore yorum yapiyorum.
    Benim elestirim islama veya muhammede degil. Isteyen istedigi dine inanabilir, bu beni ilgilendirmez. Elestirdigim nokta muhammedin ilk vahiy geldikten sonra yasadiklarini - edebiyat diliyle konusmak gerekirse- ilahi bakis acisiyla anlatmasi. Elbette esine o olayi nasil anlattigini bilebiliriz ama vahiyden hemen sonra dagdan inerken muhammedin ne gordugunu, dusundugunu bilemeyiz. Cebraille karsilasmasinin ayrintilarini, cebraili nasil gordugunu bilemeyiz. Bunlari sadece muhammed bilebilir. Biz de sadece onun anlattigi kadar bilebiliriz. Bu yuzden benim elestirim yazida kullanilan usluba ve dileydi.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Cinlere inanan agnostik

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Videoyu izlemedim. Vaktini ziyan eden varsa sonuyla ilgili spoiler verebilir mi? Sonunda ne oluyor, agnostik tövbe edip Müslüman mı oluyor.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Bir takım menfaatler için din uydurdu argümanından ibaret değil ki olay

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Cinéma


    quote:

    Orijinalden alıntı: Mezquita_E

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cinéma

    Anlatici kim? Muhammed-cebrail diyalogunu sanki gozleriyle gormus gibi anlattigina gore allahin kendisi olmali.

    Videoyu izlemediniz galiba veya İngilizce konusunda yeterli değilsiniz. Kendisi konuşmasında İslam ve Muhammed hakkında araştırmalar yaptığını ve rivayetlerin bu yönde bilgi sunduğundan bahsediyor. Gerçekten de o dönemde yaşayan hem Müslümanların hemde gayrimüslimlerin bu yönde bilgi verdiğini görüyoruz. Yani ilk vahiyden sonra korktuğunu, endişelendiğini, bunun heralde bir halusinasyon olduğundan bahsetmiş çevresindekilere. Hanımefendi de bundan bahsediyor. Zaten inanmadığı için de bunun vahiy mi yada başka bişey mi olduğundan emin olmamakla birlikte, peygamberimizin bişeyler yaşadığını kabul ediyor. ''Siyasi emeller veya birtakım menfaatler uğruna uydurdu'' şeklinde eleştiri yöneltemeyeceğimizden ve Muhammedin tam tersi davranışlar sergilediğinden bahsediyor. Ve bunu islam tarihine uygun biçimde anlatıyor, objektif bir bakış açısıyla, bir agnostik olarak. Olay bu.

    Videoyu izlemedim cunku internet paketim cok az. O yuzden sadece videonun altinda yazanlara gore yorum yapiyorum.
    Benim elestirim islama veya muhammede degil. Isteyen istedigi dine inanabilir, bu beni ilgilendirmez. Elestirdigim nokta muhammedin ilk vahiy geldikten sonra yasadiklarini - edebiyat diliyle konusmak gerekirse- ilahi bakis acisiyla anlatmasi. Elbette esine o olayi nasil anlattigini bilebiliriz ama vahiyden hemen sonra dagdan inerken muhammedin ne gordugunu, dusundugunu bilemeyiz. Cebraille karsilasmasinin ayrintilarini, cebraili nasil gordugunu bilemeyiz. Bunlari sadece muhammed bilebilir. Biz de sadece onun anlattigi kadar bilebiliriz. Bu yuzden benim elestirim yazida kullanilan usluba ve dileydi.

    Kısacası bir kaynağı kendisiyle açıklamaya çalışmak dışarıdan biri için manasızdır ve mantık hatalarına sebebiyet verir demek istemiş

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: danger-gddr

    Cinlere inanan agnostik

    İnanmıyor. Peygamberin şokun etkisiyle bunu bile düşündüğünü ifade ediyor nerenizle anlıyorsunuz merak ediyorum.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kartal Göz

    Videoyu izlemedim. Vaktini ziyan eden varsa sonuyla ilgili spoiler verebilir mi? Sonunda ne oluyor, agnostik tövbe edip Müslüman mı oluyor.

    Vaktiniz ziyan olmaz. İzlemenizi tavsiye ederim. Belki yüksek duvarlarla tahkim edilmiş o önyargınızı bir nebze yıkabilir diye umut ediyorum.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mezquita_E


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kartal Göz

    Videoyu izlemedim. Vaktini ziyan eden varsa sonuyla ilgili spoiler verebilir mi? Sonunda ne oluyor, agnostik tövbe edip Müslüman mı oluyor.

    Vaktiniz ziyan olmaz. İzlemenizi tavsiye ederim. Belki yüksek duvarlarla tahkim edilmiş o önyargınızı bir nebze yıkabilir diye umut ediyorum.



    Sen konuyu açan ve bunu paylaşan biri olarak zaten tavsiye edersin ben okuyucu ve izleyicilerin yorumlarını merak ettim. Neyse uzun değilse boş vaktimde bakarım. Öyle deme, önyargı çoğunlukla enerji ve zaman tasarrufu sağlar. O duvarları ören de yükselten de ben değilim maalesef. Zaten o yüksek duvarları aşmak için illa yıkmak gerekmez, başka yöntemler de olabilir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kartal Göz -- 27 Eylül 2016; 4:11:38 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mezquita_E


    quote:

    Orijinalden alıntı: danger-gddr

    Cinlere inanan agnostik

    İnanmıyor. Peygamberin şokun etkisiyle bunu bile düşündüğünü ifade ediyor nerenizle anlıyorsunuz merak ediyorum.

    Kadın diyorki "En kötü ihtimalle de kötü bir cinin saldırısına uğradığını"
    İnanmayan biri Muhammed'e cinlerin saldırması ihtimalini neden düşünür

    Muhammed'i Hira Dağında en yakınındakiler bile görmemişken kadın bunların hepsini görmüş gibi anlatıyor,kadın sallamış herşeyi

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • İlk vahyin inişiyle ilgili şunu da paylaşmak isterim. Biraz uzun ancak.Hakkı Yılmaz alıntısıdır. Seversin sevmezsin ayrı mevzu ancak okumanı tavsiye ederim.



    Ayetlerin İnişleriyle İlgili Meşhur Rivayet

    Peygamberimize ilk vahyin gelişiyle ilgili rivayet şöyledir:

    “Bize, Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbni Şihap, ona Urve b. Zübeyr, Urve de müminlerin annesi Ayşe’den tahdis etti. Müminlerin annesi Ayşe şöyle dedi:

    Rasülüllah’a ilk vahyin başlayışı, uykuda doğru rüya görmekle olmuştur. Her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı. Sonraları ona yalnızlık sevdirildi. Hıra dağındaki mağaraya yalnızlığa çekilir, belirli gecelerde ailesinin yanına gelinceye kadar ibadet ederdi. Tekrar yiyecek içecek alır, yine giderdi. Tekrar Hadice’nin yanına döner, yiyecek içecek tedarik edip yine giderdi. Ta ki vahiy gelene kadar…

    Birgün Hıra mağarasında iken melek ona geldi, “إقرأ oku” dedi. O da “ ما انا بقارئ Ben okuyucu değilim” dedi. Peygamber buyurdu ki: “O zaman melek beni alıp takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, “إقرأ oku” dedi. Ben de ona, “Ben okuyucu değilim” dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, “إقرأ oku” dedi. Ben yine, “Ben okuyucu değilim” dedim. Sonra beni üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra bırakıp:

    “Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı kan damlasınjjdan yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.”

    Bunun üzerine Rasulüllah, bu ayetlerle yüreği titreyerek Hadice’ye döndü. “زمّلونى زمّلونى Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!” dedi. Korkusu gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra, olanları Hadice’ye haber verdi. “Kendimden korktum” dedi. Hadice de:

    “Hayır, vallahi. Allah seni ebediyen rüsva etmez. Çünkü sen, yakınlarına sıla yaparsın, acizlerin işini görürsün, fakire yardım eder, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlarsın. Hak vekillerine yardımcı olursun” dedi. Ve hemen Peygamberi alıp amcasının oğlu Varaka’ya götürdü. Bu kişi cahiliye döneminde Hıristiyan olmuş bir kişi idi. İbranice yazı yazmasını bilir, İncil’den Allah’ın dilediği kadar bazı şeyleri İbranice yazardı. Ve kördü. Hadice, Varaka’ya:

    “Amcaoğlu dinle! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?” dedi. Varaka:

    “Ne var kardeşimin oğlu?” diye sorunca, Rasulüllah, gördüğü şeyleri ona haber verdi. Bunun üzerine Varaka:

    “O gördüğün, Allah’ın Musa’ya indirdiği Namus’tur. Ne olurdu, senin davetin günlerinde ben de genç olsaydım. Kavminin seni çıkaracakları/hicrete zorlayacakları zaman sağ olsaydım.” Bunun üzerine Rasulüllah:

    “Onlar beni çıkaracaklar mı?” diye sordu. O da:

    “Senin gibi bir şey getirmiş [vahiy tebliğ etmiş] bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine ulaşırsam sana son derecede yardım ederim” dedi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka öldü. Ve bir müddet vahy kesildi.”[1]

    Alak suresi şimdiye kadar bu rivayet doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmıştır. Oysa ayetleri anlamanın en iyi yolu, onları Kur’an’ın diğer ayetleriyle açıklama ilkesinden hareket ederek sureyi Kur’an’ın genel çerçevesi içinde anlamaya çalışmaktır. Bu ilke, öncelikle vahyin başlangıcını anlatan ve yukarıda özeti verilen meşhur rivayetin Kur’an ışığında dikkatle incelenmesini gerektirir.

    Bu incelemenin bizi ilk elde ulaştıracağı sonuçlar şunlardır:

    •İlk vahiylerin uyku esnasında inmediği Kur’an ile sabittir.

    (Necm/11-13) Rivayette iddia edildiği gibi ilk vahiyler rüyada inmiş ise, bunun Alak suresinden önce vuku bulmuş olması ve o rüyada inen vahye ait başka ayetlerin de bulunmuş olması gerekir. Böyle bir şeyin kabulü ise vahyin eksik toparlandığının kabulü olur ki, bu hem tarihî belgelere hem de Rabbimizin kitabını koruma vaadine ters düşer. Ayşe’den rivayet edilenler doğru ise, rivayette sözü edilen vahiyler ancak Ayşe’nin olayları hatırlayabileceği çağa ve peygamberimizin evine dâhil olduğu döneme ait olabilir.

    Rivayet, Ayşe’nin ağzıyla, sanki Ayşe olaylara tanık olmuş ve anlatmış gibi aktarılmış, geniş bilgi verilmemiştir. Hâlbuki herkes tarafından bilinmektedir ki, ilk vahiyler geldiğinde Ayşe küçük bir çocuktur.

    Peygamberimiz, kendisine ilk vahiy geldiğinde korkmamış, ürpermemiştir. (Necm/13-17) Varaka gaybı bilmez, bilemez. Bu rivayette Varaka, tahminin de ötesinde, kehânette bulunmaktadır. Rivayetin peygamberlerin öz yurtlarından çıkarılmasıyla ilgili bu bölümü İbrahim suresinin 13. ayetinden alınmış gibi görünmektedir. Böylece Rabbimizin değişmez ve şüphe götürmez beyanı Varaka’ya isnat edilmiştir.

    13,14.Ve kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenkimseler, elçilerine: “Ya sizi kesinlikle yurdumuzdan çıkaracağız, ya da kesinlikle bizim dinimize/ yaşam tarzımıza döneceksiniz!” dediler. Rableri de elçilerine: “Biz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları kesinlikle değişime/ yıkıma uğratacağız ve onlardan sonra sizi kesinlikle o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir” diye vahyetti. (İbrahim/ 13,14)

    88,89.Toplumundan büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden kesinlikle çıkarırız, ya da bizim dinimize/ yaşam tarzımıza dönersiniz!” Şu‘ayb, dedi ki: “İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize/yaşam tarzınıza dönersek, kesinlikle Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi dışında ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz bilgisi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a güvenip dayandık.” –Ey Rabbimiz! Bizimle toplumumuz arasında hak ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!– (A’raf/ 88, 89)

    86.Ve sen Kitab’ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/ yardımcı olma.(Kasas/86)

    Kur’an’a göre ilk vahiy Hıra Mağarası’nda değil, Mescid-i Aksa’da; Cennetu’l-Me’vâ denilen yerde gelmiştir. Hıra mağarası ile ilgi­li rivayetler, hem Peygamberimizi hem de vahyi rencide eder.

    Bu rivayet doğruysa, Kur’an’da tam üç tane “ikra” sözcüğünün eksik olduğunun kabul edilmesi gerekir.

    Eğer bu rivayet doğru sayılırsa, ilk mümin, ilk müslüman Peygamberimiz değil, En’âm/l4, l63 ve Zümer/12′nin hilâfına Hatice olur.

    Rivayetteki “bir müddet vahiy kesildi” ifadesi karşımıza bir de “fetret” problemini çıkarmaktadır. Sözlük anlamı olarak, “bir çeviklikten sonra gevşeme, sertlikten sonra yumuşama, güçlülükten sonra gelen zayıf­lık, aralık, boşluk” demek olan fetret,konumuz itibariyle “tebliğsiz dönem” anlamına gelir. Bu “tebliğsiz dönem”in ne kadar sürdüğü ri­vayetten rivayete değişmektedir; 12, 15, 25, 40 gün, hatta 3 sene sür­düğünü iddia eden rivayetler vardır. Bu rivayetler, Fetret’in sebepleri konusunda da birbirleriyle çelişkili bir çeşitlilik arz ederler. Fetret’e, yani vahyin kesildiğine ve bunun sebebine dair rivayetler güvenilir olmak­tan çok uzaktır.

    Fetretin nedenlerine dair Razî’nin naklettiği şu görüşler, konuyla ilgili rivayetlerin neden güvenilir olmadığını gösterecek niteliktedir:

    1- Ehl-i Beyt içinde tırnağı uzun olanlar varmış.

    2- Peygamberimiz bir savaşta ayağını taşa vurup kanatmış, bunun üzerine “Sen, kanayan ve karşılaştığı şey Allah yolunda sayılan bir parmak mısın?” diye sızlanmış. Allah da buna kızmış, vahyi kesmiş.

    Oysa bu olay, Sahih-i Buhari’de başka konular dolayısıyla yer alan ve ilk vahiylerin gelmesinden yıllar sonrasına ait bir olaydır.

    3- Peygamberimizin evinde, torunları Hasan ile Hüseyin’e ait köpek yavruları varmış. Bu nedenle, bir melek olan Cebrail peygamberimizin evine girememiş.

    Oysa peygamberimizin kızı Fatıma, Ehli Sünnet kaynaklarına göre vahyin başlangıcında henüz beş yaşlarında bir çocuktu. Şia kaynaklarına göre ise peygamberimizin nübüvvetle görevlendirilmesinden beş yıl sonra dünyaya gelmiştir. Eşi Ali ile evlenmesi ise hicretin ikinci yılında gerçekleşmiştir. İlk vahiyler sırasında çocuk oldukları iddia edilen Hasan ve Hüseyin, gerçekte hicretin ikinci yılından sonra dünyaya gelmişlerdir.

    4- Yahudiler peygamberimize Zülkarneyn ve Ashab-ı Kehf hakkında sorular sormuşlar, peygamberimiz de “yarın cevap vereyim” demiş fakat “İnşaallah” dememiş.

    Halbuki Zülkarneyn ve Ashab-ı Kehf’ten Kur’an’da ilk defa 69. sure olan Kehf suresinde söz edilmektedir. Alak suresi ile Kehf suresinin inişleri arasında en az on yıllık bir zaman farkı vardır.

    Gerçekte fetret denen böyle bir dönem yaşanmamış, vahiy kesintisiz olarak devam etmiştir. Aslında Duhâ/3 ayeti, fetret konusuna malze­me yapılmıştır. Birçok çevirmen ve yorumcu bu ayeti, Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı şeklinde anlamış ve ilk vahiyle bu ayet arasında bir fetret döneminin bulunduğu kanısına varmıştır. Oysa Duhâ suresi, iniş sırası olarak 11. suredir. Eğer bu kabulleri doğru olsaydı, ilk vahiyden sonra -bu ayete kadar- hiç vahiy gelmemiş ol­ması veya Duhâ suresi’nin 2. sure olması gerekirdi.

    Söz konusu ayetin doğru anlamı, Rabbin sana darılmayacak ve seni bırakmayacak (Duhâ/3) şeklindedir. Yani, bu ayetle Peygambe­rimiz ve misyonu kesin bir dille teminat altına alınmıştır. Bu ayet­teki ifadeler, ayetin içeriğine kesinlik kazandırmak [olacağın kesinli­ğini tembih] maksadıyla geçmiş zaman kipiyle gelmiştir. Kur’an’da bunun, -Ay’ın yarılması gibi- yüzlerce örneği vardır. Duhâ suresi’nin söz akı­şı da buna delâlet etmektedir.

    Bu surenin iniş sebebi, Rabbimizin rahmet ve hidayeti kendine yazmış [farz kılmış] olmasıdır. Daha sonraki ayetlerden öğreneceğiz ki Rabbimiz, Rahman ve Rahîm olmasının bir gereği olarak rahmeti kendi üzerine borç kılmıştır (En’âm/12, 54); hidayeti üzerine yazmıştır (Leyl/12, Nahl/9); her canlıya rızık vermeyi üzerine borç kılmıştır (Hûd/6).

    Yeryüzünde özgürlükler ortadan kaldırılarak insan onuru ayaklar altına alınıp birtakım ilâhlar, rabler oluşturulduğu, şirk, haksızlık, yanlış işler ve kargaşa yaygınlaştığı, doğadaki denge bozulduğu dönemlerde Allah, rahmeti gereği müdahale edip o toplumlara elçi gönderip kitap indirir. Allah, rahmeti üzerine borç kabul etmiştir. İşte Mekke’de bu koşullar altında Muhammed elçi seçilip vahye muhatap olmuştur.

    Bu işleri kendine farz kılan Rabbimiz, insanlara hidayet etme­yi [doğru yola kılavuzlamayı]; onlara akıl ve vicdan vermek, pey­gamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle yerine getirmiştir.

    Yüce Allah’ın hangi şartlarda toplumlara peygamber gönderdiği, Kur’an’ın birçok suresinde doğrudan ya da dolaylı olarak dile getirilmektedir.

    Allah’ın yozlaşmış toplumlara peygamberler göndermesi konusundaki ilahî sünneti gereği, tüm insanlık genel bir hidayet çağrısına muhtaç bir durumdaydı. O günün Mekke’sinde de dinî inanç yozlaşmış, bu yozlaşma ve bozulmalar sonucu yüzlerce tanrısı bulunan müşrik bir kitle oluşmuştu. Bu kitlenin giderek tâğûtî bir sistemle kaynaşması, doğrudan şirk inancının bir sonucuydu. Her tâğûtî sistemde olduğu gibi, orada da alt kesimdeki insanları hor ve hakir gören yeni firavunlar ve küstah asilzadeler türemişti. Bunlar kendi rabliklerinin ve kurdukları düzenlerin sarsılmaması için ihtirasla gayret göstermekteydiler.

    Böyle bir ortamda doğmuş ve büyümüş olan Muhammed b. Abdul­lah, o toplumdan biri olmasına rağmen farklı bir uygulamaya tâbi tutul­muş, Rabbinin özel nimetine mazhar olmuştu. Onun henüz peygamber ol­madan mazhar olduğu bu nimet, Allah’ın tektanrıcı bir müslüman olan İbrahim (as)’e de verdiği “doğruyu bulma yeteneği”nin ona da bah­şedilmiş olmasıydı (Enbiya/51).

    O, kendisine bahşedilen bu anlama ve kavrama yeteneği sa­yesinde dalâletten kurtulmuş, tevhîd mücadelesi veren, bu uğurda toplumuyla tersleşen bir kimliğe bürünmüştü. Artık onlardan biri de­ğildi, aksine onların şirkini ve tâğûtî düzenlerini protesto ediyordu.

    O tarihte Kâbe, Mekkelilerin halka açık parlamentosu, ibadet merkezi idi. Kâbe’de yaptıkları ibadetler; beytin çırılçıplak ta­vaf edilmesi, ıslık çalarak ve el çırparak gösterişle salat ikame edilmesi şeklindeki yozlaşmış ibadetlerdi (Enfâl/35). Kâbe’nin içi ve çevresi, sahte tanrıların yüzlerce heykeliyle doluydu. İdare ise yöresel firavunlar mesabesindeki Daru’n-Nedve üyelerinin kontrolündeydi. Ne var ki, artık aralarında onlara karşı koyacak kimse­siz bir adam vardı: Muhammed b. Abdullah.

    Kâbe’nin Arablar arasındaki işlevini de dikkate alarak, bir karşılaştırma ve tespit yapmak için önce o günün Mekke’sinin emiri, ke­rîmi Ebu Cehl’i, sonra da yine Mekke’de doğmuş-büyümüş Muham­med b. Abdullah’ı düşünmek gerekir.

    Bu hal ve şartlar içinde, Muhammed b. Abdullah bir gece Kabe’de salat etme; birin aydınlatma, sosyal destek sağlama girişiminde bulunmuş fakat bu arzusu Ebû Cehl tarafından engellenmişti. (Alak/9-10). Bakara/185′e göre Ramazan ayı içinde yer alan bu gece, Duhân/3′teki adıyla “Mübarek Gece”, Kadr suresi’ndeki adıyla “Kadr Gecesi”dir. Alak/9-10′da bahsedilen “kul”, ittifakla Muhammed b. Abdullah’tır.

    Bu tartışma ve salattan engelleme sonrasında Muhammed b. Abdullah, bulunduğu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürür. Nitekim bu olay İsrâ/1′de, “Yürüten… Allah tarafından yürütülen” ifadeleriyle anlatılır,

    Mescid-i Haram’ı biliyoruz, ama Mescid-i Aksa neresidir?

    Kur’an’da geçen Mescid-i Aksa, bugünkü bildiğimiz Kudüs’teki Mescid-i Aksa değildir. Kur’an’da geçen Mescid-i Aksa, Mekke’de; Haram bölgenin kenarında, Taif yolu üzerinde, Cirâne vadisinin yamacında eski bir mesciddir. İslâm’ın ilk yıllarında Kudüs’te bulunan -bu günkü Mescid-i Aksa’nın yerindeki- mescidin adı Beytü’l-Makdis’tir. Beytü’l-Makdis’in inşası Süleyman Peygambere dayanır. Abdülmelik b. Mervan, Beytü’l- Makdis’in yıkıntıları üzerine bugünkü mescidi yapmış ve adını da “Mescid-i Aksa” koymuştur. Kur’an’da adı geçen mescitle ilgisi bulunmamakla beraber Abdülmelik’in yaptırdığı bu mescid de aynı isimle meşhur olmuştur. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi inşaallah İsra suresi’nin tahlilinde ve­rilecektir.

    Muhammed b. Abdullah’ın geceleyin yürütülüşünün nedeni, İsrâil’den öğrendiğimize göre, Rabbimizin, ayetlerinden bir kısmını ona göstermeyi irade etmesidir:

    Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram’dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. (İsrâ/1)

    Orada neler oldu?

    6,7.Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufukta idi. 8,9.Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu. 10.Hemen de kuluna, 14.son kiraz ağacının yanında 15.–ki yanında oturmaya değer konaklama yeri vardır– vahyettiğini vahyetti. 16.O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu.11.Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. 12.Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz?/Onun gördüğü şey hakkında o’nunla mücâdele mi ediyorsunuz?

    13.Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü. 17Göz şaşmadı ve azmadı. 18Andolsun, Rabbinin alâmetlerinin/göstergelerinin en büyüğünü gördü. (Necm/7-18)

    Evet, en büyük ayeti gördü: Vahiy aldı, peygamber oldu. İlk aldığı vahiy “ikra!”dır.

    Muhammed b. Abdullah artık bir peygamberdir. Bundan sonra sadece Rabbi adına hareket edecektir.

    Musa (as) ve Muhammed (as)’in ilk vahiy alışları arasında benzer­lik vardır. Musa bir ateş görür, ateşten bir parça kor almak için ate­şe doğru yürür ve dağa çıkar. Orada bir ağaçtan tecelli [görüntü ve ses] etmesiyle vahye muhatap olur. Muhammed de Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürür ve orada son sidre ağacından bir tecelli ile vahye muhatap olur. (Kasas/30 ve Tâ-Hâ/9-24. ayetleri tetkik edi­niz.)

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: danger-gddr


    quote:

    Orijinalden alıntı: Mezquita_E


    quote:

    Orijinalden alıntı: danger-gddr

    Cinlere inanan agnostik

    İnanmıyor. Peygamberin şokun etkisiyle bunu bile düşündüğünü ifade ediyor nerenizle anlıyorsunuz merak ediyorum.

    Kadın diyorki "En kötü ihtimalle de kötü bir cinin saldırısına uğradığını"
    İnanmayan biri Muhammed'e cinlerin saldırması ihtimalini neden düşünür

    Muhammed'i Hira Dağında en yakınındakiler bile görmemişken kadın bunların hepsini görmüş gibi anlatıyor,kadın sallamış herşeyi


    Muhammedin böyle düşündüğünden bahsediyor kendisinin cinlere inandığı kanaatinde değilim. İngilizce bilmiyoruz deyin bizde anlamadığınız yerleri çevirelim bunu yapmak size zor olmasa gerek. Kaldi ki çeviriyi de oraya atmışım. Pkk sempatizanı bi kürde göre yine iyi anlamışsın çeviriyi nede olsa anadilin değil Türkçe

    Bastım bloğu trollerle hiç uğraşamam



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Mezquita_E -- 27 Eylül 2016; 20:59:39 >
    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >




  • eglon E kullanıcısına yanıt
    +9 Sözlükte kafirsavar arayan varsa buyursun, uygun fiyata. ciddi alıcılar pm atsınlar.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ülkücüadam

    +9 Sözlükte kafirsavar arayan varsa buyursun, uygun fiyata. ciddi alıcılar pm atsınlar.

    Neden bahsettiğinizi anladığımı söyleyemem maalesef.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.