Şimdi Ara

Bir 'Kitap Yazıyorum!' konusu daha. (yeni edit geldi.)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
11
Cevap
0
Favori
431
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Arkadaşlar uzun bir süredir üzerinde çalıştığım romanın ilk bölümünü paylaşmaya karar verdim. Öncelikle paylaşma sebebinden başlamak istiyorum... Kitabımı arkadaşlarıma okutturuyorum ancak verimli eleştiri alamıyorum. Ya darılmamdan korkuyorlar yada önemsemeyerek kestirip atıyorlar. Buradaki arkadaşlarımız sağ olsunlar tam tersi eleştirme konusunda gaddar oldukları için benim yararıma olacağını düşünüyorum. İşte bu yüzden paylaşıyorum...

    Edit: Arkadaşlar, gelen eleştiriler sonrası bilgi yoğunluğunu azaltıp bazı düzenlemeler yaptım. Bütün yazıyı yeniden editlemiş bulunmaktayım.

    Paragraflar forumda belli olmadığı için buradan okumak zor oluyor diyenler buyursunlar:http://dosya.co/qku9ax80y065/Yeni_Zengin_Metin_Belgesi.rtf.html


    Farklı insanların yaşadığı farklı bir dünyaydı, burası. Sadece insanlar da değil; hayvanlar, golemler, cinler, deseraseler, ughtyler ve daha niceleri... Ancak insanlar hepsinin üstündeydi; daha akıllı, daha kurnaz, daha yetenekli ve dahası... Hayvanlar ise hepsinin altındaydı; sadece içgüdüleriyle yaşarlardı, bir çoğunun görevi ise diğerlerine kurban olmak yada hizmet etmekti.
    Hepsinin kendince ayrı bir şekli, dili, özelliği mevcuttu. Ancak bunların arasında hepsinden farklı olanlar vardı; onlar cinlerdi. İstedikleri zaman görünür; istedikleri zaman, istedikleri insanlarla konuşurlar; istedikleri yerlere, istedikleri zamanda giderlerdi. Elbette sebepsizce oradan oraya gitmiyorlardı. Hepsinin ayrı bir adı olduğu gibi hepsinin ayrı ayrı kendilerini adadıkları birer görevi vardı. Hepsinin ortak gayesi, dünyadaki güç dengesini korumaktı.
    Bu hikaye aslında bir cinin göreviyle ilgiliydi. Bu görev bir insana göz kulak olmaktı. Onun doğru kararlar vermesini, gerçekleşebilecek kötü şeylere karşı uyarmak ve en önemlisi onun ölmemesini sağlamaktı...
    Hikayenin başladığı nokta 5 insan ırkının yaşadığı 5 büyük şehrin tam göbeğindeki yem yeşil bir ormandı. Her şey İrys adındaki güzel mi güzel bir o kadar da bilge bir büyücünün, o ormanda Tasirus adındaki bir bebeği bulmasıyla başladı. İrys, onu bir yolculuğundan döndüğü sırada ormanın derinliklerinde; kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde sepetin içinde ağlarken buldu. Onu bu halde görünce her kadın gibi içi kan ağlamış, sepetin içinden alarak bağrına basmıştı. Bu sırada sepetin içinde bulduğu ufak bir kağıtta; 'Bebeğimin adını Tasirus koymanız beni ziyadesiyle mutlu eder. Ona iyi bakın.' yazıyordu.
    Onu evine getirdikten sonra ne yapacağını uzun süre düşündü. Kimi zaman onu gerçek bir anneye vermeyi -çünkü o henüz 15 yaşında genç bir kızdı.- kimi zaman da onu kendisinin büyütmesinin gerektiğini düşünürdü. Uzun süre bu konu hakkında kafa yormuştu. Bu süre içerisinde ona iyice alıştı. Artık onu başka bir insana veremezdi, vermek de istemiyordu. Henüz kendisi bir çocuk olmasına rağmen bebeği büyütmeye karar vermişti.
    İrys, Tasirus'ı kendi yaşadığı yer olan Syyle adasında yani dünyanın tam ortasında bulunan ve sayılı kimsenin girip çıktığı saklı bir cennette büyüttü. Bu yer o kadar heybetli, o kadar şaşaalı bir yerdi ki, insanlar burayı gördüklerinde, 'bu güzelliği ancak binlerce tanrı bir araya gelerek yaratabilir.' derlerdi. Muhafız Dağları adındaki yüksek dağlar, bu yeri çevrelerdi. Bu yüksek, geçit vermez dağlar sayesinde Syyle adasına yürüyerek girmek imkansızdı, zaten bu yüzden ona ada deniliyordu. Adaya girişler gizli tünel ve mağaralardan sağlanırdı. Herkes tarafından bilinen tek girişi ise doğudaki Kutsal Kapı'ydı. Bu kapıyı sadece sihirli sözleri bilenler açabiliyordu. Sadece ejderhaların ve kuşların girebildiği bu yer dünyanın en güvenli yerlerinden biri sayılırdı. Çünkü diğer şehirlerde olduğu gibi yıkılabilen taş duvarları yoktu...
    İrys ve Tasirus adanın batısında -yalnızlığı seven insanlar gibi- diğer evlerden uzakta bir yerde; tahtadan yapılmış mütevazi tek gözlü eski bir evde yaşıyorlardı. Sarmaşıklar evin etrafını sarmış, ev âdeta yerden bitmiş ve hep oradaymış gibiydi. Bakımsızlıktan kuruyan çiçeklerle süslenmiş kahverengi bir kapısı, kirden buzlu cam gibi gözüken camı olan bir penceresi vardı. Kapısındaki o evden de eski olan tokmağa vuranların içeriye girdiklerinde ev kadar eski bir masa ve yerdeki gıcırtılı tahta döşemeler yolcuları buyur ederken onun hemen arkasında kendi başına ihtişamlığıyla duran o eski koltuk, 'Yolcu! Buranın sahibi var.' diyordu. Sağ tarafta mutfak bulunurdu; mutfak dediysek de sadece 2 dolaptan ibaret. Hemen solunda o ihtişamlı koltuğun önünde neredeyse bütün duvarı kaplayan büyük bir şömine, onun yanında köşeye sıkışmış kütüphaneler, kendilerini ateşten saklıyorlardı. Diğer tarafta ise yatakları vardı. Evin dışı gibi içi de bakımsızdı, sanki içeride hiçbir kadın yaşamıyormuş gibiydi...
    Bu evin bu kadar bakımsız bir halde oluşunun elbette bir sebebi vardı: İrys gezgin bir büyücüydü, hem de en iyilerinden biri. -Çok genç olmasına rağmen birçok macerada adının geçmesini sağlayacak nitelikte beceriler göstermiş; nice yerleri gezmiş, görmüştü.- Dolayısıyla evine hiç uğramazdı, neredeyse yılın 300 günü seyahatte olurdu. -Tabi ki Tasirus'ın büyümesi için 8 yıl boyunca gezginliğe ara vermişti. O sekiz yaşına bastıktan sonra eski hayatı olan gezginliğe geri dönmüştü.- Tasirus gelmek istediğinde ise sanki kendisi çocukken gezgin olmamış gibi, 'Sen daha küçüksün. Zamanı geldiğinde benimle geleceksin.' diyerek onu geçiştirirdi. Oysaki; İrys daha küçücük yaşta gezgin olmuş, küçük yaşlarda kimsenin gidemediği yerlere gitmişti. İrys, Tasirus'ı öz oğlu gibi sevdiği için tehlikelere atılmasını istememiş o yüzden onu hep kendi yaşantısından uzak tutmuştu.
    Tasirus, Syyle adasından hiç ayrılmadığı için çoğu insan gibi normal bir yaşantı içerisindeydi. Ancak arkadaş edinemiyordu. Elbette bu onun iletişimsiz yada geçimsiz birisi olduğu için değildi. Arkadaş edinemiyordu çünkü gündüzleri bir anda gözünün önüne gelen imgelerden dolayı zaman zaman krizlere girerdi. Bu krizler arkadaşlarını korkuttuğu için teker teker hepsi ondan uzaklaşmıştı. İmgeleri sadece gündüzleri de görmezdi. Geceleri rüyalarına giren imgeler onu sessiz ve kendi haline yaşayan bir çocuğa çevirmişti. İrys bu imgeler için çeşitli kitaplara ve alimle danışmış ancak bir çözüm bulamamıştı. 20 yıl boyunca süren bu kabus Tasirus'ın 20 yaşını basmasıyla son bulmuştu...


    Tasirus küçüklüğünden beridir, gece gündüz kılıcıyla dövdüğü kütüğü yine dövüyorken İrys çıkageldi. Tasirus, yediği darbelerden küçücük kalan kütüğe var olan gücüyle vurduktan sonra kılıcını orada bırakıp hemen İrys'in yanına koşar adımlarla gitti. Ona sarıldıktan sonra hemen omuzundaki uzun askılı, kırmızı, kitap dolu bez çantayı aldı. -İrys yolculuklarında kitap okur; yeni büyüler ve bilgiler öğrenirdi.- Tasirus, İrys'in hal ve hatırını sormadan direk konuya girdi. “Yolculuğun sırasında neler yaşadın hemen öğrenmek istiyorum!” dedi, sesi heyecanlı ve coşkuluydu.
    İrys gülümseyerek peleriniyle birleşik olan kırmızı şapkasını kafasından sıyırdı ve, “İlk önce hal ve hatır sormayı öğrenmelisin. Artık çocuk değilsin 20 yaşına geldin böyle şeyleri biliyor olman lazım.” dedi.
    Tasirus omuz silkerek “Hemen gitmeyeceksin değil mi?” diye sordu.
    “Şu sıralar buralardayım. Bu yolculuk fazlasıyla yordu, dinlenmek istiyorum.” dedi, İrys. Yüzündeki ifade bunu kanıtlar nitelikteydi.
    İrys içeri geçtikten sonra yolculuğunda özlediği kutsal sudan kana kana içti. -Kutsal su Büyük Muhafız Dağının eteğindeki kutsal Syylt ağacının altından çıkıyordu. Bu su ömrü uzattığı gibi birçok zehre panzehirken birçok hastalığa da şifaydı. O kadar şeffaf ve temizdi ki suyun varlığı bile belli olmuyordu neredeyse.- İrys, Kutsal Syylt ağacından yapılan ve bir ucundan diğer ucuna kadar devam eden şekilli, kendi saç rengi gibi kırmızı bir yazıyla süslenmiş asasını, evin tam ortasındaki masaya koydu. Ardından atalarından kalan o eski ihtişamlı sandalyesine oturdu. Bir süre oturduktan sonra Tasirus'ın hal ve hatırını sordu.
    “Ben senin gibi her gün başka bir maceraya atılmıyorum. Evde kütük dövüp geyik avlamaktan başka bir şey yapamıyorum. Tabi geyiği kaçırmazsam.” Tasirus iğneleyici sözleri gibi yüzü de sert ve acımasızdı.
    Ancak bu sözler İrys için klasikleşmişti. Çünkü her yolculuğunun ardına bu sözleri işitiyordu. İrys gamzeleri belirmeyecek kadar ufak bir gülümsemeyle, “Tekrar soruyorum nasılsın, neler yaptın?” diye sordu.
    Tasirus bu sorulardan kaçamayacağını anladıktan sonra, “İyiyim. Pek bir şey yapmadım. Zaten gelen giden de olmuyor hiç. Bazen dayım gelip gidiyor o kadar.” diye yanıtladı.
    İrys, “Arkadaşların hala seninle konuşmuyorlar mı?” diye soru yöneltti. Bu soruyu Tasirus'ın sevmeyeceğini biliyordu fakat sorması gerektiğini hissetti.
    Tasirus umutsuz bakışlarıyla sadece 'hayır' diyebildi.
    İrys, Tasirus'ın bu haline fazlasıyla üzülüyordu. Yüzündeki o ufak gülümseme de 'hayır' kelimesiyle birlikte sönmüştü. “Geçen geldiğimde imgelerin artık kaybolduğunu söylemiştin. O zamandan beri herhangi bir imge yada rüya gördün mü?”
    “İmgeler 20 yaşımı bastığımdan beri hiç görmedim. Değişen bir şey yok. Ama...” diyerek duraksadı. İrys ne olduğunu sorarak üsteledi. Anlatmasını istedi.
    “En son gördüğüm rüyayı hatırlar gibi oluyorum. Bazen gözümün önüne geliyor. Aslında bütün rüyalarım bazen gözümün önünde beliriyor. Sanki bana bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar gibi. Bir şeyleri daha önceden yaşamış hissi uyandırıyor...” dedi, Tasirus.
    İrys'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Ne gibi şeyler görüyorsun?” demekle yetindi. Daha fazla ayrıntıyı öğrenmeliydi...
    Tasirus ayağa kalkıp biraz yürüdü ardına kütüphanenin yanına giderek kitaplardan birine elini uzattı. “Bu bir tarih kitabı mı?” diye sordu.
    İrys 'evet' yanıtını verdi.
    Tasirus kitabı aldıktan sonra İrys'e uzattı. “Bu kitabı daha önce hiç elime almadım. Zaten üstündeki tozlardan yıllardır dokunulmadığı belli.” dedi.
    İrys kafasıyla tasdikledikten sonra, 'eee?' dedi.
    Tasirus yavaşça sandalyeye oturduktan sonra, “Bir sayfa aç ve rastgele bir cümle oku. Ama! Tarihi bir olayın anlatımı olsun.” dedi.
    İrys hiçbir şey anlamamıştı. Tasirus'ın istediği şeyi yapmak üzere kitabı araladı. Orta sayfalardan bir cümleyi okumaya başladı. “Kral Psyra ordusunu topladıktan sonra Jrustle şehrine...” Tasirus, İrys'in sözünü kesmişti. “Jrustle şehrine doğru yola çıktı. Ordusuyla birlikte süren 2 günlük yolculuğun ardına Jrustle şehrine vardılar. Ordu önceden belirlenen yerlerine hızlı bir şekilde yerleştiklerinde güneş tam tepeye çıkmıştı. Havadaki bulutlar zaman zaman güneşin önünü...” Tasirus bunları söylerken İrys elindeki kitaptan onu takip ediyordu. Aslında sadece gözleri takip ediyordu, aklı çoktan düşünceler içinde yüzmeye başlamıştı bile. Kitaptaki kelimelerden farklı kelimelerle anlatsa da aynı şeyi anlattığı kesindi. Ancak daha önce duymadığı bir hikayeyi nasıl olur da bilebilirdi. Başta bunun bir şaka olduğunu düşünse de açtığı sayfayı kendisi seçmişti. Böyle bir şey olmasına imkan yoktu. Düşüncelerine bir son verip Tasirus'a bakarak, “Nasıl?” diye sordu. Gözlerini açmış pür dikkat ona bakıyordu.
    Tasirus sakin ama belirsiz bir yüz ifadesiyle, “Bilmiyorum...” dedi.
    İrys tekrar üsteledi...
    Tasirus kafasını ileri doğru götürüp ellerini iki yana açarak, “Gerçekten bilmiyorum. Öylece oluveriyor.” dedi.
    İrys, “Nasıl öylece oluveriyor? İmge mi görüyorsun ilk önce? Nasıl daha önceden okumadığın ve bilmediğin bir hikayeyi öylece anlatabiliyorsun?” diye sordu.
    Tasirus, “Aslında o olayları gerçekten yaşamış gibi hissediyorum. Sanki oradaymışım gibi yani.” dedi.
    İrys, “Sadece tarihi olaylarda mı oluyor bu? Yoksa geleceği falan da görebiliyor musun?” dedi ve elindeki kitabı masanın üstüne koydu.
    “Hayır. Sadece geçmiş ve şimdiki zaman için geçerli. Gelecek ile ilgili bir şey bilmiyorum. Geçenlerde bir tavşana ok atacağım zaman hissettim. Sanki milyonlarca ok atmışım gibi büyük bir ustalıkla tavşanı vurdum. Gözlerimin görebileceği en uzak mesafedeydi. Onlarca ağacın arasından geçti ok. Nasıl vurduğumu bilmiyorum ama öylece oluverdi. Bir anlık his gibiydi! Sanki usta bir okçu gibiydim!”
    İrys, “Her zaman...” Tasirus anında sözünü kesmişti. Bu sorunun geleceğini biliyor gibiydi. “Hayır. Her zaman olmuyor. Hatta o kadar çok az oluyor ki...” dedi, Tasirus.
    “Kaç defa oldu?” dedi, İrys.
    “Tavşandaki gibi sadece bir defa. Ancak tarihi bir olayı bilmek defalarca oldu. Az önce senin okutturduğun kitaptaki bir rastlantıydı. Belki de devamını getiremeyebilirdim ancak bunu sana başka türlü nasıl anlatabilirdim, bilemiyorum... Sadece şansımı denedim.” Tasirus yüzünü buruşturup yerdeki bir karıncaya bakarken gözleri dalmıştı.
    İrys onun üzgün halini gördükten sonra bu konuyu daha sonra araştırmak üzere kapatmak istedi. Onun keyfini yerine getirecek bir şeyler anlatmasının gerekliliğini hissetti. Ancak gezdiği yerlerdeki hikayeler onun moralini düzeltebilecek cinsten değildi. Bu yüzden kendi tarihleriyle ilgili ve onun çok merak ettiği bir konuyu anlatmak istedi. Coşkulu bir ses ile, “Sanırım artık hikaye vakti geldi!” dedi.
    Tasirus bir anda heyecanlandı. Her şeyi unutmuş gibiydi. “Sonunda!” dedi coşkulu bir tonda.
    İrys hemen anlatmaya başladı. “Bu sefer yolculukta olanları değil de asırlar öncesi olmuş olayları... Sugy'yi anlatacağım.” dedi.
    Tasirus bu sözleri duyduktan sonra heyecanlandı. “Nihayet şu ünlü Sugy'nin kim olduğunu öğrenebileceğim.” dedi.
    İrys hemen anlatmaya başladı. “Biliyorsun ki; 5 ırkın oluşturduğu konseye ırk liderleri geliyor ve birçok kararı burada beraber alıyorlar.”
    Tasirus bildiğini tasdiklemek için kafasını salladı.
    “İşte bundan asırlar öncesi...” Duraksayıp bir süre düşündükten sonra devam etti. “...416 yılında oldu bu anlatacağım olay.
    Konseyde Sugy adında çok mu çok yaşlı, bir o kadar da bilge bir büyücü 6. kişi olarak konseye liderlik edermiş. Zaman Sugy'i alıp götürürken, Bilgelerin bilgesi Sugy'yi ölüm korkusu sarmış, bütün ilmini ölümsüzlüğü bulmak için kullanıyormuş. Yıllarca süren uğraşının sonunda kara büyü ile tanışan Sugy, ölümsüzlük iksirini kara büyü yardımıyla yapmayı başarmış. Kara büyü onu tamamen esir almadan önce her zaman yaptığı gibi iyilik yapmak istemiş. Bu yüzden iksiri konsey ile paylaşıp herkesin kullanmasını istemiş. Fakat konsey o hataya düşmeyerek kara büyüden gelen ölümsüzlüğü reddetmiş ve Sugy'i konseyden men edip sürgüne zorlamış. Sugy bu olaydan sonra tamamen kara büyünün etkisine kapılmış. İçi; kin, nefret, öfke ve daha nicesiyle dolmuş, tâ ki; bir şeytana dönüşene dek...
    Konsey Sugy'nin güneydoğuya yerleşip ordu kurmaya başladığını öğrendikten sonra onun bilgeliğine ne kadar inandıysalar, onun düşmanlığından da o kadar korkmuşlar. Bu korkuları onlara 5 adet silah yapmaya zorlamış. Ancak bu silahlar öyle sıradan silahlar değillermiş. Dünyadaki en iyi kimyacılar, dünyadaki en güçlü materyalleri bir araya getirmişler. Dünyadaki en iyi silah ustaları ise bu materyallerle, dünyadaki en kusursuz silahları üretmişler. Ancak bu silahlar o kadar ağır olmuş ki; 3 kişi bir silahı zor taşıyormuş. Daha sonra dünyanın birçok yerinden gelen büyücülerin de yardımıyla bu silahlar büyülerle hafifletilmiş. Konsey bir süre sonra bu silahların çalınacağı şüphesiyle silahları, sahiplerinin kanıyla mühürlemişler. Böylece kan bağı olmayan hiç kimse bu silahları kullanamadı.” dedi.
    Tasirus, “Her şeyi anladım da Sugy'nin silahları almasını anlayamadım. Neden silahları ele geçirmek istiyor? Ele geçirse bile kan bağı yok ki nasıl kullanacak?” diye sordu.
    İrys, “Silahları bir araya getirdiğinde kan bağı mührünü ortadan kaldırabiliyorsun. Tabi ki bu mühür öylece kaldırılamıyor. Birtakım büyüler yapılmalı. Bu büyüleri Sugy bildiğinden dolayı yaratık liderleriyle anlaşma yaptı. Silahları onlara vereceğini, onların da ona yardım etmesi gerektiği konusunda uzlaştılar. Böylece sadece 5 ırka değil bütün dünyaya hükmedebilecek. Sugy...” İrys'in sözünü kapıdaki ufak tokmaktan gelen ses kesmişti.
    Tasirus coşkuyla, “Crys Dayım gelmiş olmalı!” diyerek hemen kapıya koştu. İrys bu sırada içinden, 'Crys gelmiş olamaz şu anda konsey toplantısı var, umarım kötü bir haber değildir.' diye geçiriyordu.
    Tasirus kapıyı açtıktan sonra karşısında; beyaz bir entari giyen kafasını eğmekten hafifçe kamburu çıkmış, çelimsiz birini gördü. Onu tanıyordu, o Baş büyücünün yaveriydi. Onu yalnız görünce şaşırdı. -Baş büyücü, İrys'in abisi yani Tasirus'ın dayısı Crys'di.- Tasirus, “Dayım nerede?” diye sordu.
    Yaver Tasirus'ın sorusuna yanıt vermeden sanki savaş çıkmışcasına hızlı ve telaşlı bir şekilde İrys'e yaklaşarak, “Hemen gelecekmişsiniz. Baş büyücü sizi çağırıyor.” dedi. Sesi görüntüsünden daha güçlü çıkmıştı.
    İrys konseyle ilgili bir şey olduğunu bildiği için sorgulamadan hemen asasını alıp yola koyulmak üzere kapıdan çıktı ve Tasirus'a dönerek, “Belki gelemeyebilirim. Beni bek...”
    Yaver İrys'in sözünü kesti. “Efendim! Baş büyücü Tasirus'ı da çağırmamı emretti. O da bizimle gelecek.” dedi. İrys şaşırdı. “Nasıl yani? Abim şu an konsey toplantısında değil mi?”
    “Evet. Konsey toplantısındalar şu anda. Bir bilgim olmadığı için size başka bir şey söyleyemiyorum. Yalnızca, ikinizin de gelmesini emretti, bunu biliyorum.” dedi, yaver.
    İrys'in merakı artarken bir taraftan da hafif bir korku sarmaya başlamıştı, bütün bedenini. Neden Tasirus'ı çağırdığı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.
    Yaver İrys'in düşüncelere dalıp gittiğini görünce hemen, “Hanımefendi hemen gitmeliyiz. Baş büyücümüz 'çabuk gelsinler' diye özellikle belirtti.” dedi.
    İrys kendini sendeledikten sonra, “Gidelim.” dedi.
    Evin kapısından başlayarak ormana doğru giden taşla döşenmiş dar bir yoldan hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Ağaçların birbirine yakın olmasına rağmen yol dümdüz ilerliyordu. İrys merakına yenik düşerek, “Abim neden çağırdığıyla ilgili hiçbir şey söylemedi mi? Öylece 'hemen gelsinler' mi dedi yani?” dedi.
    Yaver yüzünü buruşturduktan sonra, “Daha önceden de söylediğim gibi. Herhangi bir bilgim yok, hanımefendi.” dedi. Yaver içinden bildiği bütün küfürleri ettikten sonra, 'Alt tarafı bir yaverim bana bir şey söylemezler, üstüne üstelik hep daha fazlasını isterler.' diye mırıldandı.
    Tasirus, “Hikayenin yarım kaldığına üzülmeliyim miyim yoksa konsey toplantısına katılacağıma sevinmeli miyim? Ne hissedeceğim bilemiyorum.” dedi.
    Orman bittikten sonra büyük bir şehre adım attılar, burası Syyle adasının merkeziydi. Batmaya yüz tutmuş güneşin hafif turuncumsu ışığı, dağların arasından, ihtişamla yükselen büyük büyülü evlere vuruyordu. Ara ara serpiştirilmiş güneş gibi parıldayan evlerin arasındaki dar yolların neredeyse hiçbiri, diğerine çıkmıyordu. Uzunca bir yolun ardına büyük Muhafız Dağı evlerin arkasından kendini göstermeye başlamıştı. Bir süre sonra evlerin arasından sıyrılıp tekrar ormana girdiklerinde o güzelce döşenmiş taşlı yola tekrar girmişlerdi. Artık bütün ihtişamıyla Büyük Muhafız Dağı gözüküyordu.
    Bir süre sonra dağın eteğindeki kutsal Syylt Ağacı'nın yanına geldiler. Ağaç o büyük gövdesini ve binlerce dalını 4 mevsim kırmızı yapraklarla örterdi. Kimileri yaprakların rengini Syyle büyücülerinin ateş renginden aldığını söylerdi. Topraktan taşan kökleri birer koltuk gibi şekil almışlardı. Konsey bu köklerin üzerinde oturuyorlardı. Kökler konsey başkanının yani baş büyücünün koltuğunu usta bir marangozun titizliğinde ihtişamlı bir taht gibi hazırlamıştı.
    Syylt ağacının altından gelen Shyy ırmağı ikiye bölünerek konseyin etrafından akıyordu. Konsey toplantısının yapıldığı yerdeki sesler bu sudan öteye geçemezdi. Dışarıda duran biri sadece su sesini duyabiliyordu. Böylece konseyde konuşulan şeyler konseyde kalıyordu; casuslar Syyle adasına girseler bile konseyde konuşulan bilgileri sızdıramayacaklardı.
    Sugy konseyden atıldığından beridir; konseye sadece ırk liderleri yada temsilcileri geliyordu. Ancak bu sefer Ewy ırkından hiç kimse gelmemişti. 20 yıl önceki savaştan beri diğer ırklarla bağlarını koparmışlardı. Bu yüzden konsey bomboş gözüküyordu.
    İrys en önden hemen konsey toplantısına daldı. Tasirus bir süre dışarıda dikilip içeridekileri süzdükten sonra girdi. Yaver ise görevini bitirdiği için geride kalmış, baş büyücünün işaretiyle vereceği emirleri kaçırmamak için onu izliyordu.
    İrys ara sıra konseye uğrasa da bir fiil kimseyle tanışmamıştı. Bu yüzden Crys kardeşiyle selamlaştıktan sonra hemen konseye kardeşini tanıttı. “İrys bildiğiniz üzere benim kardeşimdir. Gezgin bir büyücü olduğu için tartıştığımız konuda benden daha bilgili olacağına inanıyorum. Gerçi biz kararımızı verdik fakat onu dinlemenin bir sakıncası olmayacaktır.” Daha sonra konseye Tasirus'ı tanıttı.
    Ardına konseydekiler sırayla isimlerini zikrettiler. Cyrs'in yani baş büyücünün hemen sağında oturan ve sırtındaki yay ile dikkat çeken adam, “Yuiji.” dedi ve sustu. Arkasına Crys'in solunda oturan iri yarı bir adam gür sesiyle, “Eyse!” dedi. Sanki bağırıyormuş gibi konuşuyordu. En başta tek koltukta oturan ikizler ardı ardına isimlerini söylediler, “Pelk!”, “Phelk!”
    Herkes isimlerini söyledikten sonra İrys hiç vakit kaybetmeden neden Tasirus'ın konsey toplantısına geldiğini öğrenmek istedi. Abisinin, 'kararımızı verdik...' sözlerinden yola çıkarak “Hangi konuda karar aldınız?” dedi. Cyrs tam konuşacağı sırada İrys, “Ayrıca Tasirus neden burada?” sözünü araya sıkıştırdı.
    Crys ak ve uzun sakalını sıvazladıktan sonra ufak bir gülümsemeyle Yuiji'ye işaret ederek, “Yuiji sana özet geçsin. Tasirus meselesini daha sonra konuşuruz. Zaten neler döndüğünü hemen anlayacaksın benim zeki kardeşim...” dedi.
    Bu sırada Eyse; Pelk ve Phelk'e doğru eğilerek fısıltıyla, “Kız benim baştan söyleyeyim. Siz çocukla ne yapacaksanız yapın. Gerçi siz benim rakibim olamazsınız ama Yuiji'ye ilk benim söylediğimi söylersiniz.” dedi. Baston yaptığı büyük baltasını iki eliyle ileri iterek gerildi ve yanındakilerin duyabileceği şekilde bir 'ah' çekti.
    Yuiji zaman zaman gözüne gelen kahverengi saçlarını kafasıyla geri attıktan sonra İrys'e döndü. “Owy'ler bir bilgi edinmişler. Doğuda Presy dağlarının son halkasındaki dağda eski bir ipek yolu bulunuyormuş. Bu yolun üzerindeki çok eski bir tapınakta Ejderhaların ürediği bir yer varmış. Ewy'lerin Kutsal Kılıcı oradaymış. Fazla korunaklı bir yer değil. Sadece Ejderhalar ve...”
    İrys sözünü kesti. Sert ve küçümseyici tavrını yüzüne takındı. “Ejderhaları küçümseyecek kadar kendinizi nasıl üstün görürsünüz?” dedikten sonra Yuiji'ye dönerek ona hitaben, “Bu güvenin; kendini ejderha avcısı olarak gördüğünden mi yoksa arkandaki yaydan mı?...” dedi.
    Eyse ikizlerin yanına doğru eğilerek, “Tamamdır söylemenize gerek kalmadı. Kız, benim... Yuiji daha şimdiden oyundan düştü.” Kendi kabuğunda kıs kıs sırıtıp garip sesler çıkarıyordu.
    İrys sesini daha da yükseltti. Konseydeki herkesi süzerek, “Ayrıca Sugy'e saldırmak hiç akıl kârı bir şey değil. Koskoca konsey kalkıp böyle bir karar al...”
    “Önce!..” Crys elbiseleri gibi beyaz asasını yerdeki taş zemine sertçe vurdu. “Sükunet ile dinlemeyi öğren, küçük kardeşim...” İrys bir müddet öylece durdu. Ardına Yuiji'nin yanındaki boş koltuğa yavaşça oturdu.
    Yuiji sırtındaki yayını çıkarttı. “Evet, bu yay, dünyadaki en güçlü yay, konsey tarafından atalarıma bahşedilmiş olabilir. Yine evet, bir ejderha öldürdüm. Ancak bana böylesi bir atıfta bulunamazsın! Kendime bir güvenim varsa o da bu konseydeki 4 ırkın temsilcisi olan bu 4 müthiş insanın verdiği karara olan güvenimden kaynaklıdır, bunu aklına sokmalısın!” sözlerini bitirdikten sonra turkuaz rengi kristal yayı sırtına taktı. -Bu yay, sonsuzluk yayıydı; konseyin sugy'e karşı ürettiği silahlardan biri...-
    Eyse yine fısıldayarak ikizlere, “Bu sefer de ben oyundan düştüm. Adam sağlam lafladı ha!” dedi. Pelk ve Phelk kendilerini gülmemek için zor tuttular.
    Yuiji kısa bir süre rahatlayıp kendine geldikten sonra asıl anlatması gereken şeyleri anlatmak üzere harekete geçti. “Asıl konumuza gelecek olursak... Biz Sugy'ye saldırmaya gitmiyoruz. Özellikle de bir ordu ile gitmiyoruz.” dedi.
    İrys şaşkın ifadelerle, “Nasıl?” sözünü cümle arasına attı.
    Yuiji, “Biliyorsun ki; ne Konyxler ne de owyler konseyin aldığı kararlara sıcak bakmıyorlar. Konseyin eskisi gibi etkinliği kalmadı. Biz de bu konu hakkındaki fikirlerimizi buna göre değerlendirdik.”
    İrys, “Sonuç olarak?” diye ekledi.
    Yuiji, “Sonuç olarak; konsey olarak gizli bir plan üzerinde çalıştık. Bu gizli plandan güvendiğimiz insanlar dışında kimse tarafından bilinmeyecek. Bu da yaklaşık olarak hiç kimse oluyor.” dedi.
    Pelk ince ve zarif sesiyle, “Kısacası sadece bir ekip ile Presy dağlarını aşıp o kılıcı alacağız ve evimize getireceğiz.” dedi.
    İrys, “Ama!” diyebildi.
    Phelk baş parmağını yukarı kaldırarak bilmiş bilmiş, “Ama evimize getirmeyeceğiz. Tabi ki Ewylere götüreceğiz.” dedi. Phelk bu sözlerinden sonra kardeşinden dirsek darbesi yedi. Önce nefesi kesildiği için ses bile çıkaramadı. Daha sonra acı içinde 'ah' çekti ve çocuksu elleriyle karnını tutup üçgen yapılı yüzünü iki dizinin arasına aldı. Bir süre öylece acının geçmesini bekledikten sonra doğruldu. Doğrulurken bozulduğunu düşündüğü kızıla yakın kahve saçlarını, elleriyle dimdik hale getirdi. Aynı renkteki keçi sakallarını da düzeltmek için elleriyle taradı. Tombul küçük yanakları kıpkırmızı olmuştu. Kendine gelip yerlere düşen karizmasını nasıl toplayacağını düşünmeye başladı.
    Pelk, “Kardeşim o tepki ona değildi.” dedi ve devam etti. “Çok zor bir şey olduğunu düşünüyorsun değil mi?” dedi.
    İrys konseyin bu soğuk kanlılığı karşısında hayretlere düşmüştü. Sesini yükselterek, “Zor mu? Bu imkansız! Bu dahilik değil, cehalet! Bu akıllılık değil, delilik! Bu bir çılgınlık!” dedi.
    Cyrs tekrar asasını yere vurduktan sonra uyarıcı bir tonla, “Kardeşim...” dedi.
    İrys, “Abi bu konuyu tartışmalıyız. Beni uyarmayı bırak.” dedi.
    Cyrs sakince, “Üslubuna biraz olsun dikkat etmelisin. Kızınca neler yapabileceğini bildiğim için ben ön uyarımı yapıyorum.” dedi.
    İrys kafasıyla abisini tasdikledikten sonra, “O zaman bu çılgınlığı bana mantıklı hale getirin. Asırlardır Sugy'ye karşı yaptığımız çetin savaşlarda bir kere bile lehimize bir şey olmamışken, düşmanımızın kucağına 1 avuç adamla gitmek gerçekten mantık dışı.” dedi.
    Eyse yine ikizlere fısıldayarak, “Gerçekten bu hatun, has hatun. Bu yolculuğun şimdiden keyifli olacağı netleşti.” dedi.
    Pelk hemen söze girdi. “Açıklamadığımız bir nokta olduğundan böyle bir mantıksızlık hissetmen normal. Şu an değişen bir şey varsa o da Sugy ve adamları arasında geçen bir münakaşanın varlığıdır. Bu münakaşanın sebebi ise silahlardır.” dedi.
    İrys, “Nasıl bir münakaşa?” diye sordu.
    Pelk devam etti. “Sugy'nin adamları silahların onlara verilmesinde ısrarcı davranmışlar, silahları vermek istemediğinde ise aralarındaki anlaşmayı bozmak istemişler. Tabi ki Sugy aralarındaki anlaşmanın bozulmamasını istediği için bir süre sonra kabul etmek zorunda kalmış ve silahları adamlarına dağıtmış. Adamları ise silahları kendi bölgelerindeki güvenli gördükleri yerlere yerleştirmişler.” dedi.
    İrys, “'güvenli gördükleri yerlere' dedin.” dedi.
    Pelk, “Evet, öyle. Ancak şu var ki; Sugy ile aralarındaki husumetten dolayı ordular dağılmış. Gerçek bir kargaşa mevcut. Bize yardım edecek ve bize cesaret veren şey de bu.” dedi.
    İrys, “Bütün planınız bu kargaşadan dolayı mı ortaya çıktı?” dedi.
    Crys, “Evet, kardeşim. Aslında Sugy bize çoktan saldırmış olması gerekiyordu. Ama bu kargaşa sayesinde zaman kazandık. Savaşı ertelediler. Şimdi aralarında soğuk bir savaş var.” dedi.
    İrys, “O zaman bırakalım da birbirlerini kesip biçsinler!” dedi.
    Crys, “Kardeşim!” dedi uyarıcı bir tonda. “Aklını ver. Bu aralarındaki olan curcuna elbet son bulup Sugy bize saldıracaktır. Gerçekten bu bizim son umudumuz olabilir. Düşmanımızın zayıflığını lehimize çevirmek zorundayız.” dedi.
    Baş büyücü konuşmasını bitirir bitirmez Yuiji konuşmaya başladı. “Bu kargaşa Sugy fiilen durdurmuş gibi gösterse de aslında durduğu yok. Keza Sugy'nin ordusu her geçen dakika daha da güçleniyor. En son ordusuna Yüzenölüleri de kattığını öğrendik. Denizden saldıracak ordusu da hazır olduğuna göre yakın zamanda Jrustle Şehrinin surlarına dayanacaktır. -Jrust ırkının şehrinin adı.- O kristal surlar bile Sugy'nin ordusunu durdurmaya yeterli değil. Özellikle de Ewy'ler olmadan. Eğer ki kılıcı alırsak Ewy'ler ile süren diplomatik problemlerimizi düzeltebilir, bütün ırklar aynı safta savaşabiliriz.” dedi.
    Pelk, “Ayrıca silahı almamızla birlikte Sugy ve adamları arasındaki gerginlik artacaktır. Bu da bize ekstradan bir avantaj sağlayacaktır. En azından bir umut...” diye ekledi.
    Eyse alaycı bir tavırla boğazından 'haa' dedi ve devam etti. “Ewylerden gelecek yardım hiç gelmesin daha iyi!”
    Tasirus her ne kadar Ewy'lerle tanışmamış olsa da Ewy soyundan geldiği için savunmaya geçti. “Ewy'ler dünyadaki en iyi savaşçılardır. Sözünü geri almalısın!”
    Eyse tekrar alaycı bir ifadeyle, “Konseye ne zamandan beri dünyadan habersiz sübyanları davet ediyorsunuz!” dedi ve yere tükürdü.
    Tasirus öfkelendi. Atalarına ve kendisine yapılan hareketler karşısında kayıtsız kalmak istemiyordu. Bir an ileri atılmak istedi fakat konseyde olduğunun farkına vardı, durdu. Fakat Eyse'e içinden bildiği bütün küfürleri çoktan saymıştı bile.
    İrys, “Ewyler savaşa gelmiyorsa başka ırklardan yardım isteyelim. Dünyada onlarca belki de yüzlerce şehir, ırk var. Birinden biri mutlaka yardım edecektir. Özellikle de doğa büyücüleri. -Doğa büyücüleri: ağaçlarla, hayvanlarla ilgili büyüler yaparlar ve hayvanlarla konuşabilirler.- Ayrıca korsanlara yeteri kadar servet verirsek mutlaka onlar da katılacaklardır savaşa. Daha aklıma gelmeyen birçok insan var, yardım edebilecek.” dedi.
    Crys, “Ciddi olamazsın kardeşim. Konseyden önce atalarımız bütün şehirleri yakıp kavurdular. Bu yüzden kirli bir üne sahibiz. Ayrıca bu katliamı yaparlarken doğaya da çok büyük zarar verdiler. O zamandan beri doğa büyücüleri de bize düşman, yardım edeceklerini hiç sanmıyorum. Ayrıca korsanlara güven olmaz ölümü gördüklerinde kaçacaklardır. Senin aklına gelmeyen birçok şehir ve ırk benim aklıma geldi, fakat hiçbirinin bize yardım edeceğini sanmıyorum. Sugy ile olan savaşımızda tamamen yalnızız, kardeşim. Dünyayı gezen sensin bunları bizden daha iyi biliyor olmalısın. İnsanlar arkamızdan sürekli konuşuyorlar. Bizi çocuklarına öcü gibi tanıtıyorlar. Haritalarından siliyorlar.” dedi.
    İrys bunları her ne kadar unutmaya çalışsa da sürekli karşısına çıkıyordu. Bütün dünya onlardan nefret ediyor, gittiği yerlerde iyi ağırlanmıyor, düşman gözleriyle onu süzüyorlardı. Bunları hatırlayınca yüzünü ekşitti fakat önündeki konu şu an her şeyden daha çok önemliydi. “Sanırım her şey karara bağlanmış gibi gözüküyor. Her ne kadar ben bunun bir tuzak olduğunu düşünsem de...” sözünü yarıda kesti. Herkesin içten içe korktuğu fakat belli etmediği acı bir gerçek olabilirdi, bu.
    Konseydeki hararetli tartışma ansızın durağan hale gelmişti. Tartışma yarıda bitmiş gibi gözüküyor, kimse bu konuyu tartışmak istemiyordu. Çünkü hepsi biliyordu ki bu yapacakları şeyin hiçbir mantığı yoktu. Sadece bu olacak olaylara kayıtsız kalmak istemiyorlardı. Ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazırlardı. Bir müddet süren sükûnetten sonra İrys söze girdi. “Son olarak bizden isteğiniz nedir? Tasirus neden burada? Umarım onu da bu göreve davet etmek için çağırmamışsınızdır.”
    Crys gülümseyerek, “Tabi ki sizin de bu göreve dahil olmanızı istiyorum.” yüzündeki gülümseme bir anda kaybolup yerine ciddi bir ifade gelmişti. “Konsey dışında, sizden başka hiç kimseye güvenemem. Bu plan mümkün olduğunca gizli kalmalı. Sugy'nin her yerde gözcüleri ve casusları dolanıyor. Dikkatli olmalısınız. Eğer ki Sugy'nin kulağına giderse sonunuz ölüm olur. Yuiji de gideceğinden kutsal silah olan Sonsuzluk Yayı da Sugy'nin eline geçmiş olacak. Sonrasını söylememe gerek yok sanırım. Çıkacak savaşı hiçbir ırk, hiçbir savaşçı durduramaz. Hepimiz düşeriz.” dedi.
    Cyrs bu açıklamayı yaparken Eyse; Pelk ve Phelk'e doğru eğilerek fısıltıyla, “Her şey iyi güzel de bu kadın gelirse nasıl erkek muhabbeti yapacağız. Şimdi bu kadın küfür bile ettirmez bize. Hazır burada fısıltıyla konuşurken son kez küfür edeyim. Şu kutsal dedikleri ağaçtaki bütün dallar size girsin.” dedi ve bir süre düşündükten sonra, “Pek de küfür olmadı aslında. Ben daha çok ana avrat kaymak istemiştim.” dedi, yüzünü buruşturdu.
    İrys, Crys'in ilk cümlesinden sonraki söylediklerinin hiçbirini dinlememişti. Tasirus'ı yıllardır Syyle adasında saklamasının bir sebebi vardı; onu korumak. Şimdi ise abisi onu ölüme götürmekten bahsediyordu. “Böyle bir şey mümkün değil. Buna hayatta olduğum sürece izin vermem! O daha bir çocuk. Henüz bir tane bile Saygl görmedi. Hatta onların neye benzediğini bile bilmiyor. Sen kalkmışsın dönemeyeceğimiz bir yolculuğa 'onu da götür.' diyorsun.” Sinirinden asasını elini acıtacak derecede sıktı. Canının acıdığını siniri geçince fark etti.
    Crys tam beklediği cevabı almıştı. Bunun için konuşmayı aklında tasarlamıştı. “Haklısın onu çok zorlu bir yolculuğa yolluyorum fakat o bir çocuk değil. İnsanlar 20 yaşında komutan olup ordular yönetiyor. Tasirus orduyu yönetmesini geçelim henüz bir ordu bile görmedi. Surlar, şehirler, yaratıklar... vesaire hiçbir şey görmedi. Sence de artık adadan ayrılmasının vakti gelmedi mi? Gerçek bir erkek olma vakti gelmedi mi? Kozasından çıkma vakti gelmedi mi?”
    Eyse her zaman ki gibi garip sesler çıkarttıktan sonra, “Ondan erkek olursa dünyada kadın kalmaz.” dedi.
    Yuiji, “Kılıç kullanan ve güvenebileceğimiz tek kişi Tasirus. Pek fazla tercihimiz olduğunu sanmıyorum. İster çocuk deyin, ister kadın deyin; o bizimle gelmeli!” dedi.
    İrys hiddetlenmişti. “Benim büyüttüğüm çocuğun hayatına bırakın da ben karar vereyim!” dedi.
    Herkes Tasirus hakkında kararlar verip onun hakkında konuşurken kimseyi dinlemeyip bir köşede kendisiyle müzakere ediyordu. Açıkça herkesin kendisi hakkında kararlar vermesine sinirlenmişti. Sanki 10 yaşındaki bir çocukmuş gibi davranan insanlara kendisinin artık bir çocuk olmadığını göstermek istiyordu. Sırf bu sebep bile bu yolculuğa katılmasının gerektirdiğini düşünüyordu. Uzunca düşündükten sonra bir anda, “Geliyorum!” diye bağırdı.
    Konseye sessizlik çöktü, Tasirus'ın sözünden sonra. İrys başta olmak üzere herkesin ağzı açık kalmıştı. Bu sefer kendisiyle müzakere eden İrys oldu. Ona karşı fazlasıyla duygusal davrandığını ve düşüncelerini değiştirmesinin gerektiğini anlamıştı fakat içten içe bu yolculuğa onu götürmek istemiyordu.
    Crys konuyu tekrar toparlamak ve konseyi sonlandırmak istedi. Yaverine binekleri getirmesi için işaret ettikten sonra, “Sanırım şu anlık her konu sonuca ulaştığına göre birbirinizle tanışıp yol haritanızı çizmeniz için sizi baş başa bırakmanın vakti geldi. Gerçi bir çoğunuz birbirinizi tanıyorsunuz fakat yolculukta tek beyin, tek yürek olmalısınız ki bu yolculuktan sağ dönebilesiniz. Ben hepinize güveniyorum. Eminim bu yolculuktan sağ salim döneceksiniz. Yolunuz açık olsun!” dedi. Ayağa kalkıp tam gidecekti ki, “Ha! Güneş batmak üzere bugün İrys'in evinde konaklarsınız. Yarın yola koyulursunuz. Evi küçüktür fakat bir günlük idare ediniz. Birlikte vakit geçirmeniz çok önemli.” dedi.
    Crys konseyden ayrılmak üzereyken İrys arkasından bağırdı. “Eğer Tasirus'a bir şey olursa seni asla affetmem!” Crys biraz tökezlese de istifini bozmadan hızla konseyi terk etti.
    İrys abisinin böyle davranmasına bozuldu. Onu kâle almamış gibiydi, sanki Tasirus onun için değersiz bir askerdi. Her ne kadar kızsa da bir şey diyemedi ancak Tasirus'a bir şey olursa onu affetmeyeceğinden emindi. Konseyden çıkarken aklına bir anda dank etmişti; kutsal sudan almalıydılar. Arkasını dönerek, “Hazır buradayken biraz kutsal su alın, yolculukta gerekli olacaktır.” dedi.
    Herkes kutsal sularını aldıktan sonra yaverin getirdiği bineklerine bindiler. Kısa sürede İrys'in evine gelmişlerdi. İrys eve buyur etmişti fakat evin küçüklüğünden ve dağınıklığından dolayı biraz çekiniyordu. Misafir ağırlamayı bu yüzden hiç sevmezdi, abisine bir kez daha kızdı.
    Masanın etrafına oturduklarında Pelk ve Phelk için yalnızca bir sandalye kaldı. İkiz kardeşler bir anda kendilerini sandalye kapma yarışında buldular. İkisi de başta bir hırsız gibi ayaklarının ucunda yavaş yavaş giderlerken bir süre sonra hızlanıp koşarcasına gitmeye başladılar. Eşit hızda koştukları için sandalyenin yarısına biri, yarısına diğeri oturdu.
    İrys evde yiyecek bir şey olmadığı için misafirlerine sadece meyve ikramında bulundu. Daha sonra sandalyesine oturdu. “Sanırım bugün yeterince yoruldunuz. Yarın gideceğimiz güzergahı belirler ve yola çıkarız.” dedi.
    Yuiji, “Yarın yola koyulmalıyız. Uzun bir yolculuk olacaktır, vakit kaybetmemeliyiz.” dedi.
    Phelk hemen söze atladı, “En iyisi yolu da konuşmayalım hiç vakit kaybetmemiş oluruz. Nasıl olsa gideceğimiz yol belli.” dedi.
    Yuiji, “Nasıl belli?” diye sordu, hayrete düşmüştü.
    Phelk, “Syyle adasından çıktıktan sonra zaten Tigur Ormanına gireceğiz. Ardına Presy dağları önümüze çıkacak. Gideceğimiz yer zaten Presy Dağlarının sonu. Ha! Yolumuzu uzatmak istiyorsanız orası ayrı.” dedi.
    İrys bu konuşmalardan sonra bu görevden uzaklaşmak istedi fakat buna imkan yoktu. Yuiji belki mantıklı konuşuyordu fakat bu cüce Owy 5 yaşındaki bir çocuk kadar beyinsizdi. Kendi kendine 'buna alışmalıyım.' dedi. Kendi içinde sakinleştikten sonra, “Kendin kadar beynin de küçük olmalı. Presy Dağlarının eteğinde birçok Ughty, Saygl köyü var. Bir Owy olarak bunları bilmen gerekirdi. Özellikle Derfuc ve ordusu o bölgeden kuş uçurmuyorlar. Gerekirse yolumuzu uzatacağız.” dedi.
    Tasirus merak içerisinde, “Derfuc da kim?” dedi.
    İrys, “Ejderhaların bakıcısı... Sugy'nin anlaştığı yaratıklardan biri... Buzdan oluşmuş kanatları ve boynuzlarıyla ölümsüz bir...”
    Pelk, İrys'in sözünü kesti. “O kadar güzel bir kadınmış ki insan olmadığı halde insanlar ona aşık olabilirmiş. Özellikle de gözleriyle insanları etkilediği söylenir. Her öldüğünde kanatları yok olur ve yeni bir kanat ile tekrar doğar. Ömrünün 10 asır olduğu söyleniyor. Bundan önce ateş saçan kırmızı kanatları varmış, onun öncesinde ise zehir saçan yeşil kanatları varmış.” Tasirus'ın gözlerinin içi parlıyordu, heyecandan.
    İrys devam etti, “Eğer kılıç gerçekten de Presy dağlarındaysa büyük ihtimal ile Zenginlik Kılıcı Derfuc'dadır.” dedi.
    Pelk, “Siz benim kardeşimin sözlerine fazla takılmayın fakat söyledikleri şeyler doğru.” dedi.
    İrys, “Nasıl bir doğru bu?” diye sordu.
    Pelk devam etti: “Gizlilik önemli diyoruz. Yani karşımıza ne çıkacağı, ne olacağı meçhul. Bir köylü çıksa bile yolumuzu değiştirmek zorundayız. Bu yüzden ne plan yaparsak yapalım aynısını tutmasına imkan yok...” dedi.
    İrys cevap bile veremedi. O bunu hiç böyle düşünmemişti. Bu orman Sugy ile 5 ırk arasında sınır görevi görüyordu. Karşılarına onları yollarından saptıracak düşman da çıkabilirdi, bir köylü de...
    Yuiji, “Sanırım haklısın... hele şuradan adımımızı dışarı atalım daha sonra rüzgar bizi nereye savuracak bakarız.” dedi.
    Herkes birbirini yeni yeni tanıdığı için pek fazla konuşma olmamıştı. Sükunet içerisinde bir müddet içeride oturduktan sonra uyumak için teker teker dışarı döküldüler.. En başta da Pelk ve Phelk çıkıp uyumuşlardı. Yuiji ve Eyse ise kamp ateşi kurup bir süre ateşin etrafında oturmuşlardı.
    Yuiji biraz umutlu biraz da tedirgin bir şekle bürünmüştü: “Ne düşünüyorsun? Sence şansımız var mı?” diye sordu.
    Eyse, “Bir çömez ile en büyük düşmanımızın topraklarına gidiyoruz. Şanstan fazlasına ihtiyacımız var.” dedikten sonra homurdandı.
    Yuiji, “Tasirus ne kadar çömez ise İrys o kadar tecrübeli gibi gözüküyor. Baş büyücü önerdiyse vardır bir bildiği diye düşünüyorum.” dedi. Önündeki ufak odun parçalarını ateşe atıyordu; birer birer...
    Eyse, “hıh! Kadın büyücüleri hiçbir zaman sevmemişimdir. Haa! Hatun taş gibi ona lafım yok!” dedi.
    Yuiji, “Kadın Syyle büyücülerinin namını duymamışsın demek. Erkeklerine göre daha çok ve daha güçlü büyü yapabiliyorlar. Ayrıca bu kadın bir gezgin. Gezgin insanlar bu tür görevlerde çok tecrübeli oluyorlar.” dedi.
    Eyse küçümseyici tavırlarına devam ediyordu. “Umarım kendi gibi büyüleri de güzeldir. Yoksa bir çömez, bir kadın, bir de ikizlerle olacak iş değil bu.”
    Yuiji biraz umutsuzluğa kapılmıştı, Eyse'in bu sözlerinden sonra. “Belki de haklısındır, belki de bir kişiyi daha yanımıza almalıyız. Ama güvenebileceğimiz iyi bir savaşçı tanımıyorum.” dedi.
    Eyse, “Hıh! Ewy soyundan gelmiş biri varken zaten güvenden bahsedemeyiz!” dedi ve kalkanını toprağın üzerine koydu ve yastık yaptı. Konuşmayı öylece kesiverdi. Kafasını koyar koymaz çoktan uykuya dalmıştı bile.


    Ertesi sabah Eyse erkenden uyanıp bir geyik avlamıştı. Ateşte pişen geyiğin kokusu herkesi uyandırmaya yetmişti. Kokuyu alan Pelk ve Phelk hemen geyiğin etrafına üşüştüler. İrys ve Tasirus bugün güne farklı uyanmışlardı. Evden çıktıklarında gördükleri geyik onları ziyadesiyle sevindirmişti.
    Phelk ve Pelk kimseyi beklemeden ufak bir çocuk gibi yemeye başlamışlardı. Eyse kapıda İrys ve Tasirus'ı görünce onları buyur etti. “Evinizmiş gibi... Buyurun.” dedi, sırıtarak...
    Yuiji etten bir ısırık aldıktan sonra, “Etin güzelliğinden mi yoksa senin pişirmenden mi bilmiyorum fakat çok leziz.” dedi.
    Eyse her zamanki gibi homurdanmıştı, kibirli bir şekilde. Daha sonra aldığı büyük bir budu kemirmeye başlamıştı.
    Tasirus, “Umarım bu yiyeceğimiz son geyik olmaz.” dedi.
    Eyse, “Hı! Daha kapıdan çıkmadan başladı korkak!” diyerek sıyırdığı kemiği ateşin üzerine atıverdi.
    Tasirus, “Benimki korku değil, sadece basit bir dua.” dedi.
    Eyse, “Korkaklar dua ederler.” dedi.
    Tasirus, “yaşam için gerekçesi olanlar dua eder. Anlaşılan beynin vücudun kadar gelişmemiş.” dedi. Eyse boğazından garip bir ses çıkarttıktan sonra sustu. Tartışma büyümeden son bulmuştu. Bu konuşmaların geçtiği sırada Phelk ve Pelk sıyırdıkları kemiklerle Osylerini doyurmaya çalışıyorlardı. -Osy: Owy'lerin kutup tilkisine benzeyen binekleriydi. Owyler atlara binecek kadar uzun boylu olmadıklarından böylesi bir hayvan tercih ediyorlardı. Attan 2 kat küçük olmalarına karşın 2 kat daha hızlılardı.-
    Yuiji, Tasirus'a bakarak, “Kılıç kullanan birinin Syyle adasında işi ne?” diye sordu. -Syyle adasındaki herkes büyücü olduğu için kılıç kullanan kimse yoktu.-
    Yuiji'nin sorusundan sonra Tasirus dışındaki herkes bir anda yemek yemeyi bırakmış öylece ona bakıyorlardı. Bu soruya İrys yanıt vermek istedi. Duygu yüklü bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Tasirus'ı 20 yıl önce Jrustle kalesinden gelirken buldum. Çok uzaktan bir kadının elindeki sepeti bırakıp kaçtığını gördüm. Başta korkmuştum, henüz 15 yaşındaydım. Biraz yaklaştıktan sonra bir ağlama sesi duydum. Sepetin içinden geliyordu. Hemen koşarak yanına gittim ve bebeğin öylece annesinin arkasından ağladığını anladım. Öylece terk edilmişti.”
    Yuiji, “Huh! Bu biraz garip oldu. Açmamam gereken bir konuyu açmışa benziyorum.” dedi.
    İrys, “Büyük bir olay değil. Birbirimizi yakından tanımamız bizim yararımıza olacaktır. Uzun bir yolculuğa atılıyoruz, bir nevi aile olacağız.” dedi.
    Phelk, “Ben Phelk. Owy'im, boyum 130 cm, kilom 55 kg. Yaşım 28. Kardeşimden beni ayırt etmeniz görünüş bakımından imkansızdır fakat ben ondan daha akıllıyımdır ve daha iyi dövüşürüm. Son olarak evliliklere ya da tek gecelik ilişkilere...” sözünü tamamlayamamıştı. Pelk, Phelk'in kafasına sertçe vurdu. “Yeter bu kadar zırvaladığın. Şu an kimin zeki, kimin aptal olduğunu herkese kanıtladın. Bunun için ayrıca teşekkür ederim, kardeşim!”
    Eyse koluyla ağzını sildikten sonra, “Böyle saçma bir espriyi tekrar yapmaya kalkarsan görsel olarak da kardeşinden ayrılacaksın!” dedi.
    Pelk merakına yenik düşerek, “Kağıtta ne yazdığını söylemedin?” diye üsteledi.
    İrys, “Sadece adını Tasirus koymamı söyleyen bir nottu.” dedi.
    ...Herkes yemeklerini bitirdi. 6 yoldaş yola çıkmak için hazırdı. En önde beyaz atıyla İrys gidiyordu. Arkada ise Tasirus ve Yuiji gidiyordu. Tasirus'da kahverengi at varken, Yuiji'de Jrust'ların bineği olan İbyr vardı. -Beyaz renkte bir ayı olan İbyr'in ayakları, kafaları ve göğüsleri zırhlarla korunurdu. Jrustların yakın mesafedeki zayıflıklarını kapatırlardı.- Onların arkasında ise Pelk ve Phelk ortalarında ise Eyse vardı. Phelk ve Pelk Osy'lerine biniyorlardı.
    Phelk ve Pelk ellerine aldıkları buğday saplarıyla Eyse'in ayaklarına sürtüp gıdıklamaya çalışıyorlardı. Eyse neredeyse hiç hissetmiyordu fakat onlara bir ders vermek istedi. Bir süre bekledikten sonra sırtındaki baltayı alarak arkasıyla önce Pelk'e sonra Phelk'e vurdu. İki kardeş geriye doğru fırlamışlardı. İkizler havada süzülürlerken bile gülüyorlardı...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Yûiji -- 17 Mayıs 2014; 22:47:13 >







  • Girişi kötü olmuş. Ayrıca tüm bu anlatılanları birden verirsen okuyucu unutur gider. Önemli kısımları verip diğer bilgileri kitabın aralarına serpiştirmen çok daha iyi olacaktır.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Böyle okumak sıkıcı geldi keşke bölüm bölüm koysaydınız.
  • Zaten 1. bölüm bu kadar. Kitabı eline almayıp böyle bilgisayardan okumak zor oluyor farkındayım ama yapabileceğimiz bir şey yok.

    @Dark7 Üstat başta da dediğim gibi; bilgileri olabildiğince az tuttum ancak bunlar mecbur anlatılması gereken şeyler. Şöyle düşünün Tasirus karakteri okuyucu gibi. 20 yaşına kadar adadan çıkmamış ve arkadaşları olmadığı için hikayeler duymamış yani hayalimdeki dünyayı bilmiyor; neler oldu, neler oluyor... Kitabı yazarken hep bunu düşündüm. Mesela bu bölümde konsey toplanıyor ve düşmanları hakkında bir karar alıyorlar. Okuyucu bununla ilgili bilgi edinmesi için Tasirus'ın bilgisizliğini kullandım. Düşmanları kim, neden düşman yada konsey ne, kimler geliyor... gibi şeyleri öğrenmesi gerekiyordu, bunları aktardım. Demem o dur ki; sizin dediğiniz gibi bilgileri serpiştiremem. Sadece karakter tasvirlerini bir kez daha ele alacağım için onları serpiştirmeyi planlıyorum. Ayrıca okuyucunun benden daha zeki olduğu için bu bilgileri kaldırabileceklerini düşünüyorum.




  • Daha girişte çok fazla bilgi vermişsiniz hocam.
  • Emeğinizin karşılığını alırsınız umarım. Ama şunu söyleyeyim sonuçta adınız Tolkien değil ve üstelik Türk'sünüz. Bu durumda okuyucunun bakışı farklı olur.Kitabın başını okuyup sıkılma ihtimalleri var. Sizi anlıyorum ama ben yerinizde olsam kitabın başına bilgileri arka planda verebileceğim küçük kurgular eklerdim. Biraz da tarz meselesi sanırım. Umarım başarılı olursunuz amacınızdan vazgeçmeyin.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Dark7 D kullanıcısına yanıt
    Böyle söylediğinizde mantıklı geldi. Önerinizi aklımda bulunduracağım. Belki bir anda aklıma güzel bir fikir gelir ve dediğiniz gibi ara bölüm/olay tarzı bir şey yapabilirim. Ancak pek umutlu değilim. Bu giriş bölümünü defalarca yazıp sildim. İlk yazdığımda da aynı sorunu söyleyen bir arkadaşım olmuştu. Ne yaparsam yapayım bu düzelmiyor. Şöyle bir şey var: yeni bir evrene giriyorsunuz, farklı ırklar, farklı yerler var. Haliyle bunları tasvirlemek gerekiyor, bilgiler vermek gerekiyor.

    Neyse tekrardan teşekkür ederim yardımınız için...
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Merhaba,

    herkesin ağız birliği yapmış gibi, "Çok bilgi vermişsin." demesine anlam veremedim. Sonuç olarak çok fantastik bir kurgunun içine giriyorsunuz, hop diye. Yeni bir dünya, yeni kavramlar, yeni canlılar yani... Doğal olarak bunların bir şekilde aktarılması gerekiyor, bence gayet güzel aşılanmış. Tek fazlalık belki de bir ya da iki kez dağ, ırmak vs isimlerinin özel olarak verilmesi, parçanın dikta görülmesi bu yüzden.

    Fantastik sevdiğimden midir, nedir bilmiyorum ama ben çok sevdim, sıkılmadım hiç. Betimlemeleri çok başarılı buldum, diyaloglar oldukça iyi ve akıcı. Bazen kulağı tırmalıyor ama o da akıcı hikâyede unutulup gidiyor. Yani misal, üstün ve gösterişli bir dil varken birden sıradanlaşabiliyor konuşmalar. Öte yandan dil bilinciniz çok hoşuma gitti. Noktalamalarda en ufak ayrıntıya varana değin özen göstermişsiniz, tebrikler! Bu yüzden olsa gerek birtakım hatalar mevcut. Parçanın sonunda onları belirteceğim müsadenizle, sonra da bitireceğim yazımı.

    - Bağ fiillerden sonra virgül kullanmışsınız. Bağ fiil zaten virgül görevi görüyor, bu hatalı olmuş. Misal: "gelİP," - " vurUP,"
    - Oysaki kelimesini yazarken, "Oysa ki" olarak kullanmışsınız. Buradaki -ki bağlacı bitişik olmalı.
    - Birtakım kelimesini belirtis mahiyetten bir takım olarak yazmışsınız, orası da hatalı.
    - İki cümle vardı, durun alıntı yapayım: "Tartışma yarıda bitmiş gibi gözüküyor. Kimse bu konuyu tartışmak istemiyordu" Burada ilk cümleden sonra virgül koyup ikinciye bağlamalı yahut ilk cümlenin yüklemini di-li geçmiş zaman olarak çekimlemeliydiniz.
    - Birçok kelimesini bir çok olarak kullanmışsınız.
    - İkileme arasında virgül görmüştüm yanlış hatırlamıyorsam: " .... birer, birer... "
    - Sonlara doğru bir cümle geçiyor, herkesin birbirini yeni tanıdığından söz etmişsiniz. Oysaki herkesin birbirini yeni tanıması gibi bir durum söz konusu değil, sadece büyücü kadın ve onun çocuğuyla yeni tanışıyor konsey üyeleri. O yüzden sağlam olmamış orası.
    - Son olarak Sugy'nin silahları alma konusu... Kadın büyücü çocuğuna anlatırken söylenti gibi bahsetmişti bu durumu. Fakat ilerleyen bölümlerde Sugy'nin silahları aldığından herkes emin konuşmaya başladı. Orada da kurgusal bir gedik var ya da benim gözümden kaçan bir yer oldu, bilemiyorum.

    Fantastik bir yazı olmasına rağmen dili oldukça akışkan buldum ben, gerçekten çok sevdim. Mutlaka bitirin çünkü devamını okumak istiyorum. Yukarıda belirttiğim hataların da hiçbir olumsuz yönünün olmadığını, gözden kaçtığını tahmin ediyorum. Bir başlangıç daha ne kadar dinamik ve merak uyandırıcı olabilir ki? Ha bir de ayrıntılar ve uzunluk hikâye olamayacak kadar fazla, bunun kesinlikle romana dönüşmesi gerekir diye düşünmekteyim.
    Kaleminize sağlık. Devam!




  • GencYazar G kullanıcısına yanıt
    Hocam tam da istediğim gibi bir yorum. Çok ama çok teşekkür ederim. Hepsine tek tek dikkat edeceğim. Gerçekten sevindim böyle güzel ve ayrıntılı bir eleştiri görünce. İnanır mısın 2 gündür bir kelime bile yazmadım. Bu yazınızdan sonra yarın sayfalarca yazı yazabilirim. Tabi ki şu hatalarımı gözden geçirdikten sonra... Ne diyeceğimi bilemedim gerçekten mutlu oldum hocam...

    Son paragrafta roman olmalı falan demişsiniz; zaten ben roman yazıyorum. Şu an 170 sayfayı geride bıraktım. Bu sizin okuduğunuz onun 20 sayfası yani ilk bölüm.

    Şunu da açıklığa kavuşturayım. 5 adet silah var. Bunlardan 2'si Sugy'de kesin olarak biliniyor. Zaten savaşarak aldı bu 2 silahı. Diğer 2'si zaten kendi sahiplerinde. Son silah ise kayıp. Kimse tarafından bilinmiyor. Büyücünün çocuğa anlatırken söylenti olarak bahsettiği şey bu. Kimisi Sugy'de diyor, kimisi kayboldu diyor...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Yûiji -- 23 Mart 2014; 23:54:32 >




  • Ben teşekkür ederim, böyle yetkin bir roman girişi yaptığınız için. Eleştiri elbette iyidir, pişirir ama daha yolun başında bombardımana tutulmak heves kırıcı olur; kendimden biliyorum. O yüzden elimden geldiğince objektif ve yapıcı yaklaşmaya çalıştım. Bitirdiğiniz zaman yayımlamak isterseniz yardımcı olabilirim size.

    //

    - Zaman Sugy'i alıp götürürken, Bilgelerin bilgesi Sugy'yi ölüm korkusu sarmış, bütün ilmini ölümsüzlüğü bulmak için kullanıyormuştu. " Madem söylediklerimi önemsediniz şu cümlenin yüklemine de bakın, hikâye ve rivayet birlikte olmuş(:
  • GencYazar G kullanıcısına yanıt
    Deli gibi eleştiri aldım. Hala daha alıyorum. En başta da dediğim gibi dünyanın en kötü romanı olsa da bunu yazıp bitireceğim. Hevesim bu zamana kadar kırılmadıysa bundan sonra da kırılmaz. Heves kırıcı eleştiriler beni sadece yavaşlatıyorlar.

    Bu arada söylediğiniz bütün hatalarımı düzelttim. -Ki eki ile ilgili problemlerim varmış bunu fark ettim. Ayrıca 'birçok' kelimesini her yerde 'bir çok' diye yazmışım. Yanlış biliyormuşum demek ki. Sayenizde 1. bölümde hiç imla hatası kalmadı. Tabi göremediğimiz varsa orası ayrı.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.