Şimdi Ara

'Dürüst olalım... İyi üniversite hangisi?'

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
21
Cevap
4
Favori
2.589
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Dürüst olalım... İyi üniversite hangisi?

    Vakıf üniversiteleri kanal kanal dolaşıp kendilerini pazarlıyorlar.
    Böylece toplumdaki üniversite algısı da piyasalaşıyor, tezgaha düşüyor.
    Geçen gün, adı lazım değil, bir üniversitenin temsilcisi aynen şöyle diyordu: "Psikoloji bölümümüzde dans terapisi dersleri de var. İlerde çok tutulacak bir meslek. Özellikle iş hayatının stresi nedeniyle insanlar böyle şeylere ihtiyaç duyuyor!" Ardından da "anladınız siz beni!" manasında kıkırdaşmalar geldi.
    Bu ucuz pazarlama dilinin bu kadar rahat kullanılmasından, dinlerken ben utandım!
    Dünyanın her yerinde bir "kariyer geliştirme kursu" veya üniversitede bölüm semineri olabilecek bir şey bizde üniversitenin temel karakteristiği gibi sunuluyordu. Psikoloji bilimi nedir, tedavi neye denir, üniversite ne yapar, bütün bu soruların cevapları bir anda çöpe gidivermişti.
    Belki de kızmamak gerek!
    Neden mi? Çünkü aklını "çocuğum ne okursa para kazanır, yırtar!"la bozmuş veliler ile üniversiteyi meslek kursu gibi pazarlamaktan utanmayan akademisyenler arasında zımni bir anlaşma var.

    ***

    Her yıl bu dönemde oturur, şöyle yazarım...
    Çayı kahvesi iyi olan, sosyal etkinlikleri fazla, muhabbet ortamı hoş üniversiteyi seçin!
    Böyle yazınca da bazıları dalga geçtiğimi sanır.
    Hayır! Ciddiyim. Çünkü üniversite çağının keyfi varsa, ilk önce bunlardandır. Bir öğrenci için lisede bulamadığı ve daha ilerde iş yaşamında koştururken de pek yakalayamayacağı şeylerdir bunlar.
    Yoksa meslek edinip piyasada iyi bir start noktası edinmekse bütün mesele...
    Sadece birkaç üniversite var. Bir elin parmakları kadar belki.
    Oralara gidenler yırtar, geri kalanların işi şansa kalmıştır.
    Gerçek budur maalesef! Bu kadar çıplaktır. Kimse söylemez, ben söyleyeyim.

    ***

    Ha! "Ben en köklü anlamıyla bir üniversite eğitimi görmek istiyorum" diyen öğrenciler de olabilir...
    Ki alınlarından öperim.
    Sonra onlara derim ki...
    Otur çalış, ilkokuldan beri sana ezberletilenleri unut, ilgilendiğin alandaki akademisyenleri ve özelliklerini öğren, geniş ufuklu hocaların bulunduğu okulları araştır!
    Bulduğunda da, kafanı "mezun olunca ne olacağım?" sorusuna takma, o okula yazıl ve tadını çıkar!
    Dünyayı takip eden, ufku olan, derslerini sohbet kıvamına sokan tek bir hocaya sahip olmak bile üniversite hayatını şenlendirir, zihnini açar, geleceğini en güzel şekilde inşa eder.

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2013/07/15/durust-olalim-iyi-universite-hangisi

    İyi üniversite

    Üniversite tercihleri için son günler ya...Yine aynı şey oluyor. Eğitim uzmanlarının yazılarını okudukça; tv'ye çıkan vakıf üniversiteleri temsilcilerini izledikçe buruk bir gülümseme yerleşiyor yüzüme.
    Bilimden söz ediyorlar.
    Uluslararası eğitim programlarından söz ediyorlar.
    "Seçeceğiniz üniversitenin iyi bir akademik kadrosu olup olmadığına bakmalısınız" diyorlar.
    Ama öğrencilerin ve ailelerinin şu tercih aşamasında kafalarından geçen temel soruları cevaplamıyorlar.
    Ben gerçeği dümdüz söyleyeyim...
    Cevaplayamazlar!

    ***

    Üniversite kapısına dayanan gençlerin beklentileriyle üniversitelerin hedefleri arasında uçurum var ve bu uçurumun kapanması için daha uzun yıllar geçmesi gerekecek.
    Bir kere...
    Ne bilimi Allah aşkına!..
    İlk ve ortaöğretimi tümüyle resmi tarih ve demode fen bilgilerinin ezberiyle geçiren çocukların üniversiteye bilim için geleceğini mi sanıyorsunuz?
    Bu çocuklar bir an önce hayata atılıp "yırtmak" istiyorlar. Üstelik aileleri tarafından sürekli "bilim yapmaya kalkarsa aç kalacağı" konusunda uyarılıyorlar.
    Ama hayal bu ya, diyelim ki bilim heveslisi gençlerin sayısı azımsanmayacak oranda...
    Peki o üniversiteler nerede?
    Dünyadaki 19 bin üniversite arasından seçilen en iyi 500 üniversite arasına bizden sadece ODTÜ girdi. Hepi topu o kadar!

    ***

    Neden popüler kültürün gerçekleriyle sağlam bir hesaplaşmadan kaçınıyoruz? Üniversite adayları için bugün "iyi üniversite" demek, mezun olduğunda işe girerken hiç değilse "havasını atıp" öncelik elde edebileceğin okul demek...
    Hatta mezuniyetten sonra çalışmayacağı baştan belli genç kızlar var (yokmuş gibi tavır takınıp kızmayın, varlar!), onlar bile kayınvalidelerinin kendileri üzerinden "hava" yapacağı üniversitelerde okumak istiyorlar. Yalan mı?

    ***

    Gerçek şu ki...
    "İyi üniversite" kavramının bir eğitim ve bilim kurumu olarak üniversiteyle doğrudan bağını kurmakta hâlâ zorlanıyoruz.
    Bir üniversite iş ve işçi bulma kurumu gibi çalışıyor olsa mesela, hiç kuşkunuz olmasın ki, çoğunluk tarafından "en iyi üniversite" seçilecektir!
    Mezunlarında bir kulübe bağlılık duygusu uyandıran ama eğitimi vasatın üzerine çıkamayan üniversiteleri de "iyi üniversite" sayıyoruz.
    Ah bir de, kimi köklü devlet üniversitelerimiz var ki!
    "Yüksek lise" olmaktan öteye gidemiyorlar.
    Bütün becerileri bir metni "giriş, serim, sonuç" olarak yazabilmekten ibaret olan, yabancı dil bilmeyen, dünyayı izlemeyen öğretim üyeleriyle dolular.
    Çok değerli hocalar yok mu? Hâlâ varlar!
    Ama onların değerini bilecek öğrenciler nerede?..

    ***

    Sonuç olarak...
    Yıllardır sürekli yazıp çizdiğimden şaşmam. "İyi üniversite"yi oluşturan temel yapı taşlarından biri de öğrencidir. Öğrencinin hedefleri ve azmidir.
    Bir bilseniz...
    Akademik kadrosu ve havası suyuyla pek vasat bir üniversitede zihni açık ve çalışkan bir öğrenciyle değerli bir hocanın el ele vermesi bazen ne çok şeyi değiştirir!

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2011/08/01/iyi-universite

    Üniversite yalanları!

    Üniversite tercih günlerinde... Çevremdeki üniversite adayı gençleri ve ailelerini dinlerim; doğru tercih konusunda gençlere yardımcı olmaya çalışan tv programlarını izlerim.
    Ve her seferinde içim burkulur!
    Neden mi?
    Çünkü bu dönemde...
    Hayaller yüksekten uçar ve en az sözü edilen şey gerçeklerdir!
    Üstelik çok önemli bir tercihin eşiğindeki çocukların aslında yıllar boyu sınavlara hazırlanmaktan hayata hiç hazırlanamadıkları ortaya çıkar.
    Anne babalar deseniz...
    Tablonun belki en hüzünlendirici yanı orasıdır.
    Neredeyse hepsi çocuklarının üzerinden kendilerine bir gelecek hazırlama telaşı içindedir. Kendi hedeflerini yakalamaya, kendi sıkıntılarını aşmaya çalışırlar.
    Çocuklarının ne istediğini, neye eğilimli olduğunu hesaba katan anne baba ne kadar azdır!

    ***

    Dün bir gazetede "seçeceğiniz üniversitenin iyi akademik kadrosu var mı, ona bakmalısınız" gibi pek havalı laflar eden hocalar gördüm.
    Vakıf üniversitelerinin "gel gel" çağrısından başka bir şey değil bu!
    Yoksa söyleyin bana...
    "İyi bir akademik kadro"nun ne anlama geldiğini bu ülkede kaç aile, kaç çocuk biliyor?
    Çocuklar ancak girdikleri üniversitede derslerin "yüksek lise" seviyesinde sürdüğünü görünce kavrıyorlar acı gerçeği...
    Üniversitelerde akademik kadronun yarısı işini otomatiğe bağlamış durumda...
    Derslerden müthiş sıkılıyorlar.
    Soru soran öğrencilerine "üstüne vazife olmayan konulara bulaşma" diye fırça atacak kadar olaydan kopmuşlar!
    TV'deki uzman "hocaların bilimsel yayınlarının çok olup olmadığına bakın" diyor. Gülüyorum.
    Bilimsel yayını fazla fakat öğrencilerinin suratına bile bakmayan, hatta derslere girmeyen hocaları ne yapacağız?

    ***

    Ve tabii bir de o hassas konu var. Mezun olunca iş bulunup bulunmayacağı konusu!
    Geçen gün bir kafede otururken yanımdaki masadan bir anne tatlı tatlı takıldı: "Haşmet Bey oğlum iletişim fakültesine gidecek... Elinden tutarsanız meslektaşınız olacak inşallah!"
    "İnşallah" dedim yutkunarak. Sonra sustum.
    Şimdi gelin de bu anneye anlatın!..
    Türkiye'de 33 iletişim fakültesi var.
    Anlamı şu...
    Pek yakında 60 binden fazla öğrenci bu sektörde iş bulmak için yarışa girecek!
    Peki sektör bu yıl kaç kişiyi işe alır, dersiniz!
    200 kişiyi geçer mi, acaba! Sanmam!
    Şimdi soruyorum: Gençlerimizi üniversiteye odaklı sistemin cenderesinden kurtarmaz ve bu aldatmacayı sürdürürsek...
    Toplumca nereye kadar gidebiliriz?

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2010/07/23/universite_yalanlari

    Günümüz okullarının "merak" duygusuyla en küçük bir alışverişi yok!
    Düşünce ortamı da yok!
    Var olan şey, yıkıcı rekabet atmosferi, üst üste yığılan bilgi parçacıkları ve berbat test mantığı...
    Söyleyin; bir çocuk bunları gerçekten sevebilir mi? Seviyorsa, asıl tam da burada bir terslik bulmak gerekir ama sakın, bu "cısss" konulardandır.
    Bilişsel ilke açıktır: İnsan doğası merak üzerine kuruludur. Fakat merak kendi başına "düşünmek" demek değildir. İnsan, koşullar uygun değilse, düşünmeyi savsaklar.
    Willingham diyor ki, müfredat ve öğretmenler çocukları düşünmeye özendirmiyorsa, bir süre sonra merak duygusu ölür, ortama kayıtsızlık egemen olur.
    Nitekim günümüzde olan şey budur. Geriye standart testlerin gerektirdiği ezberler kalmıştır.
    O ezberlerin çocuklara özgü neşeyle, heyecanla, katılımla ne ilgisi olabilir!
    Şimdi durup biz yetişkinleri bütün bunları biraz daha derinden düşünmeye çağırıyorum.
    Sonra devam edeceğim.

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2013/09/23/okul-cocukluksuz-cocuklar

    Bir müdür bir mühür

    Bu işi Süleyman Demirel başlattı. Siyasi gayeler uğruna kuş uçmaz-kervan geçmez köylere, kasabalara ortaokul, lise açtı. Açsın. Kötü mü? İrfan ordusunun yılmaz savaşçıları oralara da gitsin, memleket evlatlarına bilimin ışığını götürsün.

    İyi, güzel de bu öğretmen nerede kalacak? Lojman yok, kiralık ev yok, otel yok, lokanta bile yok. Bu durumda ne yapsın çocuk; gitmeden, işe başlamadan "Ben buradan nasıl kaçarım" diye plan yapmaya başladı.

    Zavallı müdürün elinde o toprakların çocuğu bir iki öğretmen vardı. Açığı kapatmak için kasabalarda kaymakamı, savcıyı, sağlık ocağının varsa doktorunu yalvar-yakar derse davet etti. Köylerde bu imkan bile yoktu.

    Ben o ıssız dağların çocuğuyum. O bölgelerde öğretmenlik yaptım. Bu yazı masa başında yazılmıyor.

    Küçük vilayette çalışırken bize köy ortaokullarından mezun talebeler gelirdi, liseye kayıt yaptırmak için. Not tablosuna baktığımızda genellikle şu manzara görünürdü. İngilizce: çizgi, Fizik: çizgi, Matematik: çizgi. Yani bu dersleri hoca yokluğundan görmemiş.

    Bu çocuk liseyi bitirdiğinde bir dilekçe yazamazdı. Temel zayıf olunca üst katlar sıva tutmaz. O gün, bu gün Milli Eğitim tepe üstü aşağı doğru gidiyor. Niceliğin egemenliği, niteliği sıfırladı. Her gelen Milli Eğitim Bakanı elbette bir deha olduğundan yeni bir sistem denedi. Maarif deneme tahtası oldu. Hani nerede "Kredili Sistem"?

    Oysa bir ülkenin maarifi en az 25-30 yıl süreklilik gösterecek bir sisteme oturmalı, yenilikleri bu sistem içinde gerçekleştirmeli, ders kitapları zırt-pırt değişmemelidir. Artık bilgisayar devrindeyiz, doğru; ama internette gördüğünüz malumattır, bilgi değil.

    Binayı bulursun, okulu açarsın, iyi de hoca nerede? Bir berber çırağının eline beş yıl sonra ustura verirler, hoca olmak kolay mı?

    Yaz gelince İstanbul öğretim üyeleri ile dolar. Bunlar Anadolu'dan gelirler. Kütüphaneler, arşivler İstanbul'dadır. Hoca'nın Anadolu'da literatürü takip etme imkanı yoktur. İzin süresince bir kaç kitaba bakabilirse ne âlâ. Bu hoca kendi dertleri ile boğuşmaktadır, talebeye istese de faydalı olamaz. Evini geçindirmekte zorlanır, doğru-dürüst kitap alamaz. Size traji komik bir hikâye anlatayım. Hikâye dedikse uydurma değil, ayniyle vaki.

    Bir taşra şehrinde, oranın televizyonunda çalışan acar bir muhabir elinde mikrofon sokak röportajına çıktı. Bu röportaj önce televizyonlarda sonra basında yer aldı. Galiba referandum öncesi idi. Çocuk sokakta rastladığı üniversite öğrencilerine mikrofonu uzatıyor ve şu soruyu soruyordu:

    -İsmet İnönü referandumda hayır diyecekmiş. Kendisi açıkladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

    Üniversiteli çocuklar hiç bozuntuya vermeden şu cevabı yapıştırıyor: "Efendim bu ülke demokratik bir ülkedir. Referandumda herkes istediği tercihte bulunabilir. İnönü'nün seçimini normal buluyorum". Aşağı yukarı 13-15 talebe aynı cevabı verdi. Bunlar Paşa'nın öldüğünü, hatta oğlunun dahi hayatta olmadığını bilmiyorlar. Dünyadan bihaberler.

    Ama çocukların kabahati yok. Dahi Milli Eğitim Bakanlarımızın uygulamaları ile orta öğretimde bir ara sekiz zayıfı olan çocuk sınıf geçiyordu. Pes yani, pes.

    Bir memleket nesli ile bu kadar oynanır. Bir ülkenin temelini teşkil eden Maarif sistemi bu kadar mı çöker?

    Zamanla iş orta okul, lise meselesi olmaktan çıktı. Zaten yazının başında bahsettiğim o köy okulları talebe bulamadıkları için kapandılar. Çünkü köyden şehre göçün en hızlı dönemi idi. Yöneticiler bunu nasıl göremedi? O kadar yatırım boşa gitti. Bir müdür bir mühür iflas etti.

    Binaları ihtiyaca binaen sağlık ocağı, karakol falan yaptılar ama onlar da tutmadı. Artık o köylerde ihtiyarlardan başka kimse kalmamıştı. Bazıları ahır olarak kullanıldı, çürük inşa edilenler kendiliğinden yıkıldı.

    Şimdi her il kendine bir üniversite istiyor.

    Ve bunlar peş peşe açılıyor.

    Kervan yolda düzülür.

    Bir kere bir ilde üniversite açacaksanız o ilin veya o üniversitenin çok mükemmel bir kütüphanesi olması lazımdır.

    Bizim illerin çoğunda bırakın mükemmel kütüphaneyi sinema salonu, tiyatro vb. dahi yoktur.

    Bir üniversiteyi besleyecek kütüphane kurmak fermana mahsustur, çok zaman alır. Kaldı ki yeni açılan üniversitelerimizin rektörleri bir yandan kadro sorunu ile uğraşırken, bir yandan akan çatıları, çalışmayan kalorifer sistemini, ikide bir patlayan pis su borularını halletmekle meşguldürler.

    Evet yedi üniversitemiz az zamanda 177'ye çıktı.

    Bununla övünelim mi?

    İsteyen övünsün.

    Bir örnek vereyim de ondan sonra övünsün. Tarih hocası olan oğlum öğretmen odasında otururken yanında yeni mezun bir bayan tarihçi bilmece çözüyormuş. Bir ara oğluma dönüp "Hocam affedersiniz" "muhasara" ne demek? diye sormuş.

    Bunu soran yeni mezun bir tarihçi.

    Sekiz zayıf ile sınıf geçenlerden olmalı. Mutlaka dizüstü bilgisayarı da vardır.

    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=21.09.2011&y=MustafaKutlu

    Dünyanın neresinde 70 ilde 70 üniversite diye bir şart var. Böyle şart olur mu?

    İlle de taşrada üniversite yapacağım diye bir şey olmaz. Taşrada üniversite olabilecekse olur, olmayacaksa olmaz.

    Bir üniversitenin üniversite olabilmesi için her şeyden evvel laboratuvar ve kütüphane lazım. Var mı bunlar? En merkezdeki üniversitelerde bile yok.

    İyi bir üniversite için iyi öğretim kadroları gerekir... İyi bir üniversite için medeni eğitim ve yaşamı sağlayan kampus gerekir. Bunlar olmadan üniversite olmaz.

    Türklerin yanlış bir anlayışı var: Herkes üniversiteye gider. Hayır. Herkes üniversiteye gitmesin. Herkese tabii ki kara cehaletten kurtaracak bir eğitim verirsin, herkese iş yapacak bir eğitim verirsin, zanaatçı olur, başka bir şey olur. Ama herkesi üniversitede okutamazsın.

    Aynı ananın babanın üç çocuğu birbirine benzemiyor. Bu bir vergi... Siz yetenekli bir çocuğun bulunduğu bir yeri, öbürüyle dolduramazsınız.

    Herkesin üniversiteye gitmesinin acısını tadacaklar. Müthiş paralarla okuyanlar, iş bulamayacaklar, ancak daha basit, daha pratik dalları öğrenmek için de geç kalmış olacaklar. Çok hazin şeyler bekliyor Türkiye'yi.

    Her çocuk bürokrat olmak istiyor, genel müdür olmak istiyor, savcı olmak istiyor. Oysa iyi bir marangoz, iyi bir tesisat tamircisi, iyi bir elektrikçi çok daha önemlidir. Herkesin hekim ve göz hekimi olması şart değil. Optik alanında çalışan ustalar çok daha önemlidir. Herkesin üniversiteye gitmesi demek şu demek: Genç yaşta öğrenilecek bir dolu meslek varken oyalanmak demek.

    Bu kadar işletmeciyle ne yapacağız, çok merak ediyorum. Bu kadar çok sosyologla ne olur çok merak ediyorum. Liseden sonra herkesi tarih fakültesine yollamanın manası nedir?

    http://gundem.bugun.com.tr/50-yil-sonra--haberi/1310702

    İyi eğitim için dört şey gerekli:
    Öğrenmek isteyen, iyi öğrenciler
    Öğretmek isteyen iyi öğretmenler
    Öğrencilerin öğrenmesini isteyen, iyi okullar.
    Okulların iyi eğitim vermesini isteyen yöneticiler.
    Bunlar zaten olması gereken şeyler diyeceksiniz. Doğru; olması gereken ama her zaman olmayan şeyler. Bazılarının öncelikleri, bu saydıklarımızdan farklı olabilir: Belki de bazı öğrenciler, okula yalnızca diploma almak için geliyorlardır. Bazı öğretmenler, öncelikle kariyerlerinde ilerlemek, bazı okullar, para kazanmak, bazı yöneticiler ise öğrencileri ve öğretmenleri özel okullara ve dershanelere iteleyip, eğitim yükünü devletin sırtından atmak istiyor olabilir.

    http://www.photoshopmagazin.com/paylasim/7011



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 28 Ocak 2015; 15:03:05 >







  • Üniversite Mezunlarımız Neden İş Bulamaz?

    Eğitim seviyesi düşük bir toplum olduğumuzdan olsa gerek üniversite mezunu olmak oldukça prestijli bir durumdu. Dili geçmiş zaman kullanıyorum çünkü üniversite mezunu olmak, hatta prestijli okullarda yüksek lisans yapmış olmak dahi artık bir statü göstergesi olmaktan çıkıp, ülkenin kanayan yarası olmaya başladı.

    Çok uzağa gitmiyorum. Daha İlkokul yıllarımda bazı öğretmenlerimin lise mezunu olduğunu hatırlıyorum. Demek ki o dönemdeki şartlarda okullaşma oranı oldukça düşüktü ve lise mezuniyeti önemli bir eğitim seviyesiydi.

    Şimdilerde durum oldukça farklı. Gelişmiş ülkelerin eğitim ortalamasına çıkmak amacıyla eğitimin seviyesinin arttırılması hedeflendi. Bu vizyondan hareketle; gerek kamu gerekse özel sektör yeni okullar, üniversiteler hatta enstitüler kurmaya başladı. Hatta üniversite açma olayı o kadar önemsendi ki, siyasi argüman olarak meydanlarda oldukça dile getirilip, toplumun oy kararlarında etkili olmasını dahi sağladı.

    Siyasetten mümkün olduğunca kaçan birisi olduğumu belirterek; her ilimize üniversite açılmasının, vakıf üniversitelerinin mantar gibi çoğalmasının doğru bir strateji olmadığını inanıyorum. Bu düşüncemin arkasında; açılan bu yeni üniversitelere yetecek akademik kadroların olmaması, üniversite ve bölüm büyümesine paralel iş yeni iş alanlarının oluşturulmaması ve eğitim kalitesinin de düşmesi gerçeği vardır.

    Evet son dönemde üniversite mezunu genç sayımız arttı. Peki üniversite mezunu işsizlik oranından haberiniz var mı? Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre; üniversite mezunu işsizlik oranımız % 19’larda. Şaka yapmıyorum; üniversiteden mezun olan her beş kişiden birisi iş bulamıyor.

    Bu pırıl pırıl gençler neden iş bulamıyor diye hiç düşünme fırsatı buldunuz mu?

    Gerek bu ülkenin bir evladı olarak gerekse iş dünyasının gözlüğünden bakarak üniversite mezunu gençlerimizin neden iş bulamadıklarını açıklamaya çalışacağım.

    Çalışma Alanı Yetersizliği

    Ülkemizde üniversite iş bulma kapısı olarak algılandığı için bir çok aile bölüm ayırt etmeksizin çocuğunun en az bir üniversitede okuması gerektiğine inanır. Eğer bir ülkenin ekonomik büyümesi, üretim imkanları, şirketlerinin büyüme gücü mezun olan iş gücünden fazla ise; herhangi bir plan yapılmasa da mezunlar talep fazlalığı nedeniyle bir şekilde iş bulur. Bu düşünceme katılmayanlar olabilir ama, tarım toplumu olduğumuzun unutulmasından, “üretmeye gerek yok ithal ederiz” mantığından, isdihdam oluşturacak sektörler yerine inşaat gibi “ballı” karların olduğu sektörlere odaklanılmasından dolayı şu an bir çok üniversite mezunumuz çalışma alanı bulmakta zorlanıyor. Tabi yıllardır atanamayan öğretmenlik bölümü mezunlarından bahsetmiyorum bile!

    Yanlış Bölüm Tercihi

    Rehberlik hizmetlerindeki başarısızlıklarımız ve kişinin özelliklerine göre bilinçli mesleki yönlendirme yapılamaması da eğitimli işsizlik oranımızı artıyor. Örneğin, makina mühendisliği alanıyla hiç ilgisi olmayan, bir şeyleri satarak çok para kazanacağına inan bir gencin pazarlama satış gibi alanlar yerine mühendislik bölümlerinde eğitim almış olması iş bulmasını zorlaştıran bir etken olarak kişinin karşısına çıkabiliyor. O kişi ve ailesi bunu farkediyor ama vakit biraz geç oluyor. Bazen her ne kadar iş imkanları olsa dahi o mesleğin çalışma şartları mezunumuza uymadığı için o alanda çalışmak istemiyor. Gizli işsizlik diye de tanımlanan bu durum işsizlik oranını tetiklediği kesin.

    Düşük Eğitim Kalitesi

    Her ne kadar üniversite sayımızla övünsek te, dünyadaki en başarılı 500 üniversite sıralamasına bir elin parmağı kadar bile üniversite sokamamış olmamız bizim eğitim kalitemizin ve başarımızın kötü bir göstergesidir. Hızla değişen dünyaya ayak uyduramamak, eğitim müfredatlarını zamanında revize edememek, çoğu zaman bürokrasinin esiri olmak ve karar alamamak amaçlanan eğitim kalitesine ulaşmanın önünde engel olabiliyor. Özellikle uluslararası firmaların veya üniversitelerin kapısında bekleyen adaylar bu duruma şahit olmuşlardır.

    İş Dünyasından Kopuk Akademik Çevre

    İş dünyasının beklentilerini, dinamiklerini yeterince bilmeyen bir akademik çevrenin yetiştirdiği öğrenciler; çoğu zaman iş dünyasının beklentilerini karşılayamıyor. İş dünyasının beklentisi, iyi yetiştirilmiş yani; dünyadaki değişimleri okuyabilen, gelişime açık, işletmenin başarısına başarı katabilecek yeteneklerin üniversitelerden çıkmasıdır. Odasından çıkmayan, başarısı akademik yayın ile ölçülen bir akademik camia, iş dünyasından her geçen gün uzaklaşmak durumunda kalıyor. Akdami-iş dünyası iş birliğini hayata geçirebilsek emin olun ne staj yeri sorunu kalır ne de mezun olunca iş bulma yeri.

    Yeni Neslin Bakış Açısı

    İster kabul eder ister etmezsiniz, Y ve Z kuşağı diye adlandırılan yeni kuşakların çoğunun aklı bir karış havada. Gerek ailelerin bilinçsiz olması gerekse bolluk içinde yani kriz, savaş gibi olumsuzluklar yaşamadan bu noktaya gelmiş olmaları bu yeni neslin kendilerinin ve çevrelerinin farkında olmamalarına neden oluyor. Dahası, işe yeni başlarken en az müdür seviyesinde başlama, yüksek maaşlar talep etme arzularıyla da iş dünyasının karşısına gelebiliyorlar. Halbuki ellerindeki elektronik cihazların esiri olmak yerine; meslekleri alanında ne kadar kitap varsa okumaya, başarabilecekleri bir kaç konuya odaklanmaya ve kendilerini ispatlamaya, zayıf oldukları yönlerini güçlendirmeye vakit ayırabilseler bu eğitimli işsizlik oranı eminim düşecektir.

    Elbette nedenler sadece bunlarla sınırlı değil. Burada çoğu zaman şahıslar doğrudan sorumlu olmayabiliyor. Bazen de sistem, kültür veya ülkenin şartları bu sonuçları doğurabiliyor. Hani derler ya “Zararın neresinden dönersek kardır” diye. İşte benim anlatmak istediğim tam da bu. Devlet yönetiminden akademisyenine, aileden bireye kadar herkesin yapabileceği çok şey var.

    Ekmeğin aslanın ağzında olduğunu söyleyen olursa inanmayın! Artık o ekmek çoktan mideye indi bile…
    http://www.istestrateji.com/universite-mezunlarimiz-neden-is-bulamaz/.VGRnrOnGIzU.facebook




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    Dünyanın neresinde 70 ilde 70 üniversite diye bir şart var. Böyle şart olur mu?

    İlle de taşrada üniversite yapacağım diye bir şey olmaz. Taşrada üniversite olabilecekse olur, olmayacaksa olmaz.

    Bir üniversitenin üniversite olabilmesi için her şeyden evvel laboratuvar ve kütüphane lazım. Var mı bunlar? En merkezdeki üniversitelerde bile yok.

    İyi bir üniversite için iyi öğretim kadroları gerekir... İyi bir üniversite için medeni eğitim ve yaşamı sağlayan kampus gerekir. Bunlar olmadan üniversite olmaz.

    Türklerin yanlış bir anlayışı var: Herkes üniversiteye gider. Hayır. Herkes üniversiteye gitmesin. Herkese tabii ki kara cehaletten kurtaracak bir eğitim verirsin, herkese iş yapacak bir eğitim verirsin, zanaatçı olur, başka bir şey olur. Ama herkesi üniversitede okutamazsın.

    Aynı ananın babanın üç çocuğu birbirine benzemiyor. Bu bir vergi... Siz yetenekli bir çocuğun bulunduğu bir yeri, öbürüyle dolduramazsınız.

    Herkesin üniversiteye gitmesinin acısını tadacaklar. Müthiş paralarla okuyanlar, iş bulamayacaklar, ancak daha basit, daha pratik dalları öğrenmek için de geç kalmış olacaklar. Çok hazin şeyler bekliyor Türkiye'yi.

    Her çocuk bürokrat olmak istiyor, genel müdür olmak istiyor, savcı olmak istiyor. Oysa iyi bir marangoz, iyi bir tesisat tamircisi, iyi bir elektrikçi çok daha önemlidir. Herkesin hekim ve göz hekimi olması şart değil. Optik alanında çalışan ustalar çok daha önemlidir. Herkesin üniversiteye gitmesi demek şu demek: Genç yaşta öğrenilecek bir dolu meslek varken oyalanmak demek.

    Bu kadar işletmeciyle ne yapacağız, çok merak ediyorum. Bu kadar çok sosyologla ne olur çok merak ediyorum. Liseden sonra herkesi tarih fakültesine yollamanın manası nedir?

    http://gundem.bugun.com.tr/50-yil-sonra--haberi/1310702


    Gittikçe karamsarlaşıyorum; bugünün dünyasında büyüyünce ne olacağı sorusuna “Manifaturacı!” diye cevap veren bir tek çocuk bile yok!
    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/insan-meylinden-merdiven-yorgun/2006136




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    Dünyanın neresinde 70 ilde 70 üniversite diye bir şart var. Böyle şart olur mu?

    İlle de taşrada üniversite yapacağım diye bir şey olmaz. Taşrada üniversite olabilecekse olur, olmayacaksa olmaz.

    Bir üniversitenin üniversite olabilmesi için her şeyden evvel laboratuvar ve kütüphane lazım. Var mı bunlar? En merkezdeki üniversitelerde bile yok.

    İyi bir üniversite için iyi öğretim kadroları gerekir... İyi bir üniversite için medeni eğitim ve yaşamı sağlayan kampus gerekir. Bunlar olmadan üniversite olmaz.

    Türklerin yanlış bir anlayışı var: Herkes üniversiteye gider. Hayır. Herkes üniversiteye gitmesin. Herkese tabii ki kara cehaletten kurtaracak bir eğitim verirsin, herkese iş yapacak bir eğitim verirsin, zanaatçı olur, başka bir şey olur. Ama herkesi üniversitede okutamazsın.

    Aynı ananın babanın üç çocuğu birbirine benzemiyor. Bu bir vergi... Siz yetenekli bir çocuğun bulunduğu bir yeri, öbürüyle dolduramazsınız.

    Herkesin üniversiteye gitmesinin acısını tadacaklar. Müthiş paralarla okuyanlar, iş bulamayacaklar, ancak daha basit, daha pratik dalları öğrenmek için de geç kalmış olacaklar. Çok hazin şeyler bekliyor Türkiye'yi.

    Her çocuk bürokrat olmak istiyor, genel müdür olmak istiyor, savcı olmak istiyor. Oysa iyi bir marangoz, iyi bir tesisat tamircisi, iyi bir elektrikçi çok daha önemlidir. Herkesin hekim ve göz hekimi olması şart değil. Optik alanında çalışan ustalar çok daha önemlidir. Herkesin üniversiteye gitmesi demek şu demek: Genç yaşta öğrenilecek bir dolu meslek varken oyalanmak demek.

    Bu kadar işletmeciyle ne yapacağız, çok merak ediyorum. Bu kadar çok sosyologla ne olur çok merak ediyorum. Liseden sonra herkesi tarih fakültesine yollamanın manası nedir?

    http://gundem.bugun.com.tr/50-yil-sonra--haberi/1310702


    Gittikçe karamsarlaşıyorum; bugünün dünyasında büyüyünce ne olacağı sorusuna “Manifaturacı!” diye cevap veren bir tek çocuk bile yok!
    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/insan-meylinden-merdiven-yorgun/2006136
    ...En anlayamadığımız, kabuğunu bir türlü kıramadığımız, duvağını asla kaldıramadığımız mefhumlardan birisi de irfân. Şu "kültür" diye anlatmaya çalıştığımız nesne... İrfân, arşın veya okka hesabıyla bir şahsın yüklendiği kuru malûmat değil; sahibinde fikir ve ruh bünyesi hâline gelmiş bilgidir. Gıdanın, döne dolaşa damarlarımızda kan hâline gelişi gibi... Kimse bize, kilerindeki erzakı gösterip o mikyasta kan sahibi olduğunu iddia edemez. Kimse de kamûs ezberlemekle irfân sahibi olamaz. Evet evet; irfân, bilgi sahibi olmaktan ziyâde, bilinen şeyler vasıtasıyla bilme hassasına ermektir. Bilme hassasına eren, bilmediği şeylerin de bir nevî âlimi olur. Nasıl ki parası olan, satın almadığı şeylerin de bir nevî mâliki sayılır. Demek ki, şu veya bu bilgi malından ziyâde, mallar arasında müşterek kıymet vâhidi olan paraya, yâni ruh ve akıl kıvamına irfân demek lâzım... Bütün bilgilerin kaynağı idrak çilesini çekmiş ve gerçek bir dünya görüşüne varmış her insan irfânlıdır. Bunun içindir ki, üniversitelerde ve bilhassa mücerret ilim şubelerinde, talebe, bir şey öğrenmekten ziyâde, nasıl öğrenileceğini öğrenir. Üniversite, öğrenme usulleri öğreten ocak olmak gerek. Bir de bizimkileri düşünün!..”
    (Necip Fazıl Kısakürek)




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 28 Ocak 2015; 10:52:52 >




  • Dolu dolu bir konuya benziyor, attım favorilere müsait bir anımda okuyayım.
  • Forumdaki en yararlı konulardan elinize sağlık hocam
  • Cok dogru yazilar herkesin okumasi gerek
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    iyi bir iş adamı olacağım.
    10 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • Harika bi yazı olmuş ellerinize sağlık :)
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Melbourne Bounce

    Harika bi yazı olmuş ellerinize sağlık :)
    Faydalı oldu ise ne mutlu...

    Fakültelerimizde okuyan üniversite öğrencilerimizin büyük çoğunluğu “bilme”ye, “ilme” talip değil. İstedikleri arasında gerçekliğin yeni yüzlerini görmek yok. Sınavlarda çıkacak soruları bilmek, sadece dereceleri-sertifikaları toplamak, sadece gerekli basamakları çıkmak, hayatlarını idame ettirmek ve sonuçta “huzurlu” bir emeklilikle ölüp gitmek. Vadettiğimiz ve vazettiğimiz yaşam, bundan ibaretmiş gibi görünüyor.

    Bu manzara, insanım diyen herkesin kanını dondurmalıdır. Dondurmuyorsa, ciddi bir sorunumuz var demektir.

    http://www.sinancanan.net/talipler-nerede/

    15. Her ne yapıyorsanız, aşkla yapın. Sıradan işler, ne kadar şaşaalı olursa olsun, sizde ve çevrenizde kalıcı etkiler bırakmazlar.

    16. İnançlı olun. Yaptığınız ve yapacağınız işlerin nasıl yapılacağının yanı sıra neden yapılması gerektiğine, felsefesine ve büyük resim içindeki önemine dair sistematik fikir egzersizleri yapmayı ihmal etmeyin.

    17. İnsanları okuma yeteneğinizi geliştirmeye çalışın; zira akademik dünyada yaşayacağınız sorunların çok büyük bir çoğunluğu (bazen tamamına yakını) insan kaynaklıdır.

    18. Küçük de olsa tek bir işte “en iyi” ve “vazgeçilmez” olmaya çalışın.

    19. İşinizi dünyanın her yerinde yapabilecek şekilde kendinizi eğitmek için her fırsatı kullanın.

    http://www.sinancanan.net/bilimle-ugrasmak-isteyen-genclere-minik-hatirlatmalar/




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    Faydalı oldu ise ne mutlu...

    Fakültelerimizde okuyan üniversite öğrencilerimizin büyük çoğunluğu “bilme”ye, “ilme” talip değil. İstedikleri arasında gerçekliğin yeni yüzlerini görmek yok. Sınavlarda çıkacak soruları bilmek, sadece dereceleri-sertifikaları toplamak, sadece gerekli basamakları çıkmak, hayatlarını idame ettirmek ve sonuçta “huzurlu” bir emeklilikle ölüp gitmek. Vadettiğimiz ve vazettiğimiz yaşam, bundan ibaretmiş gibi görünüyor.

    Bu manzara, insanım diyen herkesin kanını dondurmalıdır. Dondurmuyorsa, ciddi bir sorunumuz var demektir.

    http://www.sinancanan.net/talipler-nerede/

    15. Her ne yapıyorsanız, aşkla yapın. Sıradan işler, ne kadar şaşaalı olursa olsun, sizde ve çevrenizde kalıcı etkiler bırakmazlar.

    16. İnançlı olun. Yaptığınız ve yapacağınız işlerin nasıl yapılacağının yanı sıra neden yapılması gerektiğine, felsefesine ve büyük resim içindeki önemine dair sistematik fikir egzersizleri yapmayı ihmal etmeyin.

    17. İnsanları okuma yeteneğinizi geliştirmeye çalışın; zira akademik dünyada yaşayacağınız sorunların çok büyük bir çoğunluğu (bazen tamamına yakını) insan kaynaklıdır.

    18. Küçük de olsa tek bir işte “en iyi” ve “vazgeçilmez” olmaya çalışın.

    19. İşinizi dünyanın her yerinde yapabilecek şekilde kendinizi eğitmek için her fırsatı kullanın.

    http://www.sinancanan.net/bilimle-ugrasmak-isteyen-genclere-minik-hatirlatmalar/

    Alıntıları Göster
    "Potansiyel"
    (40:22'den itibaren)
    https://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=84BNcWXNo58#t=2422




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    "Potansiyel"
    (40:22'den itibaren)
    https://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=84BNcWXNo58#t=2422

    Alıntıları Göster
    kardeş çok boş bir konu olmuş, hepsini okumadım. bilkent gibi bir üniversitenin varlığından habersizsin ya da zamanında sıralaması bilkent'e yetmeyen bir odtü fanboyusun. en basitinden linkedin'a bak apple, microsoft, google'da çalışan türkler hangi üniden mezun olmuş bilkent türkiye'nin en iyi üniversitesidir




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-46B352547

    kardeş çok boş bir konu olmuş, hepsini okumadım. bilkent gibi bir üniversitenin varlığından habersizsin ya da zamanında sıralaması bilkent'e yetmeyen bir odtü fanboyusun. en basitinden linkedin'a bak apple, microsoft, google'da çalışan türkler hangi üniden mezun olmuş bilkent türkiye'nin en iyi üniversitesidir

    Alıntıları Göster
    Bkz:
    Öğrenmek için gereken sabra sahip değil, çabuk sıkılıyor. Bu yüzden bilmiyor, bilemiyor fakat sürekli malumat biriktiriyor. Odaklanamıyor ama göz gezdiriyor. Düşünmüyor ama durmadan tartışıyor... Çok tanıdık, değil mi?
    (Haşmet Babaoğlu)

    "Akıl özürlüler, düşüncenin muhtevasına değil, kimin lehine kimin aleyhine olduğuna dikkat kesilirler."
    https://twitter.com/ihsanfazlioglu




    Ayrıca:
    https://eksisozluk.com/nefret-edilesi-hitap-sekilleri--545508



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 13 Mayıs 2016; 23:45:40 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    Bkz:
    Öğrenmek için gereken sabra sahip değil, çabuk sıkılıyor. Bu yüzden bilmiyor, bilemiyor fakat sürekli malumat biriktiriyor. Odaklanamıyor ama göz gezdiriyor. Düşünmüyor ama durmadan tartışıyor... Çok tanıdık, değil mi?
    (Haşmet Babaoğlu)

    "Akıl özürlüler, düşüncenin muhtevasına değil, kimin lehine kimin aleyhine olduğuna dikkat kesilirler."
    https://twitter.com/ihsanfazlioglu




    Ayrıca:
    https://eksisozluk.com/nefret-edilesi-hitap-sekilleri--545508

    Alıntıları Göster
    Devlet ünilerinin hepsi kötüdür demiyorum ama kendi bölümümden örnek vereceksem binayı 1960 da mı ne dikmişler öyle kalmış deprem olsa tüm bina gidecek camlar perdeler tozdan kirden parlıyor artık laboratuvarların tasarımı kullanılan araç gereçler yine çok kötü kim ne derse desin devlet üniversiteleri imkan sağlayamıyor denetim müfettiş vb olmadığı için hocalar kafalarına göre hareket edebiliyor kendi yazdığı kitaptan soru sorabiliyor sınavda ve bulunduğu topluluğu sınıfı öğrencileri umursamıyorlar kadın sorusu olan var mı diyor elinizi kaldırıyorsunuz hiç etrafına bile bakmadan tamam yokmuş deyip kendi kendine ders anlatmaya devam ediyor burası üniversite isteyen imzasını atıp çıkabilir diyenler var çok yorgun olduğumuz için uykulu halimizle de öyle yaptık ama 12 de başlayacak sınavı 11.30 a almış heralde arkadaşlar haber vermiş olmasa uygulama telafisi olmadığı için koca yarıyılın dersinden kalacaktık ve bugün bir çocuk geldi yanımıza anlatıyor böyle sizin bu başka hoca vize notlarını finale kadar girmeyecek çünkü kendi kafasına göre not veriyor (Bakın bu durum çok kötü bir durumdur demiyorum öğrenci derste her istediği haltı yapsın ders boyu konuşup vize öncesi akşam ezber yapıp geçsin dersten ama soruyorum derste kuzu gibi oturup hocanın işte izin nesil şöyle böyle diye dalga geçer gibi 15 dk ders anlatıp sohbete dönerken gülenler mi geçmeli bu dersi ?) Odtüyü falan bilmem ama ege üniversitesi çok rezil bir ortam aynı bölümü yüzde yüz burslu özelde de yazabilirdim ama yapmadım beni şu an okuluma bağlayan tek şey arkadaş ortamım olmadı seneye yatay geçiş yaparım devlet üniversitesi yazacak arkadaşlar yaaa işte özelde şöyle gırgır şamata ders adına bir şey yok deyip geçmeyin bir düşünün önce derim




  • quote:

    Orijinalden alıntı: ŞokBıçaklıZed

    Devlet ünilerinin hepsi kötüdür demiyorum ama kendi bölümümden örnek vereceksem binayı 1960 da mı ne dikmişler öyle kalmış deprem olsa tüm bina gidecek camlar perdeler tozdan kirden parlıyor artık laboratuvarların tasarımı kullanılan araç gereçler yine çok kötü kim ne derse desin devlet üniversiteleri imkan sağlayamıyor denetim müfettiş vb olmadığı için hocalar kafalarına göre hareket edebiliyor kendi yazdığı kitaptan soru sorabiliyor sınavda ve bulunduğu topluluğu sınıfı öğrencileri umursamıyorlar kadın sorusu olan var mı diyor elinizi kaldırıyorsunuz hiç etrafına bile bakmadan tamam yokmuş deyip kendi kendine ders anlatmaya devam ediyor burası üniversite isteyen imzasını atıp çıkabilir diyenler var çok yorgun olduğumuz için uykulu halimizle de öyle yaptık ama 12 de başlayacak sınavı 11.30 a almış heralde arkadaşlar haber vermiş olmasa uygulama telafisi olmadığı için koca yarıyılın dersinden kalacaktık ve bugün bir çocuk geldi yanımıza anlatıyor böyle sizin bu başka hoca vize notlarını finale kadar girmeyecek çünkü kendi kafasına göre not veriyor (Bakın bu durum çok kötü bir durumdur demiyorum öğrenci derste her istediği haltı yapsın ders boyu konuşup vize öncesi akşam ezber yapıp geçsin dersten ama soruyorum derste kuzu gibi oturup hocanın işte izin nesil şöyle böyle diye dalga geçer gibi 15 dk ders anlatıp sohbete dönerken gülenler mi geçmeli bu dersi ?) Odtüyü falan bilmem ama ege üniversitesi çok rezil bir ortam aynı bölümü yüzde yüz burslu özelde de yazabilirdim ama yapmadım beni şu an okuluma bağlayan tek şey arkadaş ortamım olmadı seneye yatay geçiş yaparım devlet üniversitesi yazacak arkadaşlar yaaa işte özelde şöyle gırgır şamata ders adına bir şey yok deyip geçmeyin bir düşünün önce derim

    Alıntıları Göster
    "Eğmeyen" ve "İtmeyen" eğitim istiyorum!

    Tek tip adam yetiştirme anlayışı üzerine kurulu kalıplanmış okul müfredatlarıyla yetinmeyip, özel müfredatlar oluşturup uygulamaları, kendi aralarında dayanışma içinde birbirlerinin çocuklarına öğretmenlik yapmaları, eğitim ve öğretimin mekanını ve pedagojik yöntemini kendi kendilerine belirlemeleri de işin cabası…

    Okul ortamlarının psikolojik ve fiili şiddete açık hale gelmesi hatta bu şiddeti üretmesi, uyuşturucu ve diğer zararlı alışkanlıkların edinilme mekanları haline gelmesi, zihinsel ve ahlaki bozulmaların temelini teşkil edecek davranış kalıplarının öğrenilmesine uygun zemin hazırlaması gibi pek çok faktör de bunu (evde okulculuğu) zorunlu kılıyor elbette….

    Tek tip müfredatla sisteme uygun kafalar yetiştirmeyi amaçlayan, ‘iyi insan=iyi vatandaş’ anlayışıyla bireyi mevcut resmi ideolojiye göre kodlamaya çalışan ideolojik devletler (ki aslında devletin ideolojiden arınmış bir hizmet aygıtı olması gerekir), zihinler üzerinde faşizan bir tekel kurmaya çalışırlar.

    Böylece temel amacı hür düşünen, üretken bir zihne sahip çocuklar ve gençler yetiştirmek olması gereken, insan yeteneklerini sonuna kadar geliştirmeyi amaçlayan, biçimsel bilginin (iki kere ikinin kaç ettiği, Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nı kaçta yaptığı, suyun kaç derecede kaynadığı gibi bilgiler biçimsel bilgidir) yanında ve hatta daha fazla ahlaki erdemleri yaşayarak kavratmaya adanmış, sınırlar ötesi düşünen ve hisseden, uluslar üstü boyutta kendini ifade edebilecek, kalbi ve ruhu aşkın bilgiye açık olgun insan yetiştirmek olan Talim ve Terbiye, ‘Milli Eğitim’e indirgenir, daraltılır ve baskıcı, otoriter bir mahiyete bürünür.

    Hal böyle olunca daraltılmış, açıkça olmasa da yapısı gereği baskıcı, insanı geniş anlamda donandırmak yerine kendi resmi mantığına göre şartlandırmaya militanca inanmış, insan zihnine ve duygularına çok küçük yaşlardan itibaren sistemli olarak müdahale ederek onun farklı ve üretken (creativ) yanlarını budayan, adeta yetenek ve düşünce özürlü hale getiren, ödül ve ceza, başarı ve başarısızlık anlayışını da bu zihniyet üzerine kurup eğitimden geçenleri köpeğin kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi bir kısırdöngüye mahkum eden bir eğitim biçimi ortaya çıkar. Bu eğitim, her insan tekini ‘eğen’ ve ‘iten’ bir sisteme dönüşür... Eğitim hürleşme yolu olmaktan çıkar, daraltılmış kafalar, söndürülmüş gönüller, kısırlaştırılmış yeteneklerden oluşan bir esaret biçimine dönüşür. Bilgisi arttıkça sıkıntıları artan, öğrendikçe zihni miyoplaşan, eğitildikçe yetenekleri yavanlaşan bir kesin inançlılar topluluğu (bir tür zombiler de diyebiliriz) ortalığı kaplar. Bu tür kapalı sistemlerde okul binaları bir kışlaya ya da hapishaneye, öğretmenler gardiyana, idareciler hapishane müdürüne, pisikolojik rehberlik uzmanları da hapishane papazına dönüşürler… Temel amaç bu genç kitlenin beyinsel ve bedensel enerjisini kontrol edip gütmek olur… Sözkonusu enerjiye bir mecra hazırlayıp insani gelişim ve verim yönünde sevketmek gözlenen bir durum değildir…

    Kainat ve ötesine uzanan bir boyutta düşünen, dünya kültürü olan, ahlaki erdem derinliğine sahip, yetenekleri üst düzeyde gelişmiş her insan ideolojik devletin kurmaylarını korkutur, bürokratik rejimi (demokratik rejimi değil) ürkütür, büyük sermaye sahiplerini tedirgin eder (yeteneksiz yığınlar ucuz işgücüdür çünkü ve bu vahşi sermayenin müthiş işine gelir, pazarlık gücü olmayan vasıfsız insan tipi onlar için idealdir)…

    İşte bu yüzden eğitim ve toplum üzerinde devletçiliğin ve milliyetçiliğin derinden hissedildiği toplumlarda insanlar içine çekilir, üretkenlikleri biter, basit birer uygulayıcı haline gelirler. İleri düzeyde, sanat, edebiyat, düşünce ve bilim oluşturamazlar… Gündelik hayatın baskıcı çarkının dönmesine yardımcı olacak ucuz, pespaye, derinliksiz, anlık haz ve unutmaya dayalı bir ‘zanaat’ kültürü ortaya çıkarırlar… 1917 bolşevik devriminden sonra Rusya’da dünya çapında bir düşünür, edebiyatçı, bilim adamı vs.nin çıkmamasını ne ile açıklarsınız? Aynı durumu Türkiye’nin tek parti ve sonrası dönemine de uygulasanız üç aşağı beş yukarı aynı vahim manzara ile karşılaşırsınız…

    Konuyu teorik düşünme biçiminde daha fazla devam ettirmemiz mümkün olduğu halde daha somut hale getirecek olursak; kanaatimiz o ki,

    a) ‘Okul’ ve ‘başarı’ya bakışımızı yeniden gözden geçirip bazı köklü girişimlerde bulunmamız zorunludur. ‘Okul’un yanında ve paralelinde evin bir okul haline getirilmesi, evde daha geniş ve derin bir anlayışın çocuğa ve gence kazandırılması kaçınılmazdır.

    b) ‘Zeka’ ve ‘başarı’ ilişkisinin herkese özel ve özgü ele alınması, öğrenciye (talep eden demek daha isabetlidir) özgü bir yaklaşım benimsemek daha isabetli olacaktır. Hatırlarsanız, çok kısa bir zaman öncesine kadar, (hatta hala günümüzde bile) zekanın bir sayısal bir de sözel olmak üzere iki tür olduğuna inanılırdı ve öğrenciler buna göre acımasızca kategorize edilirdi (ki halkımızın çok büyük kısmında bu anlayış bugün bile devam etmektedir). Kafası matematik ve fenne yatkın olan çocuklara aferin çekilir, adam olacak zeki çocuk muamelesi yapılır, sosyal alana yatkın olan çocuklara çoğunlukla idiot, embesil ya da moron gözüyle bakılırdı. Bu zihniyetin kıyımından geçmiş nice kuşaklar nice zeki insanlar vardır ki hadde hesaba gelmez…

    c) Ödül ve ceza sistemini klasik koşullandırmanın kamçısına dönüştürüp, öğrenmek için değil not alıp sınıf geçmek ya da sınav kazanmak için öğrenen bomboş insanlar yetiştiren mevcut yapı sorgulanmalıdır…

    d) Başarılı olmayı sadece yüksek puan almak, yüksek not almak ya da iyi bir üniversiteye girmeye endeksleyen, bir insanın potansiyelini açığa çıkarmasını, ahlaki erdemler kazanmasını, ruhsal ve manevi disiplin kazanmasını, yeteneklerini keşfedip geliştirmesini başarıdan saymayan mevcut algılama gözden geçirilmeli ve çocuklara bu yeni çerçevede muhatap olunmalıdır…

    e) Bataklığı kurutmadan ya da yeni ziraat alanları açmadan sivrisineklerin etkin yöntemlerle öldürülmesi üzerine kafa yormanın faydasız olduğunu bilerek saydığım bu maddeler yazının diğer kısmıyla bağlantılandırılıp yeniden düşünülmelidir….
    (Yusuf Özkan Özburun)




    Milli Eğitim bu mu?

    Herhalde bu değildir. İnanmak istemiyoruz. Çünkü tablo inanılacak gibi değil. Eğer tablo gerçek ise bu işin artık "çekiver kuyruğunu" demek geçiyor içimden. Okurların merakını fazla gıcıklamadan şu "tablo"nun ne olduğunu söyleyelim.

    Efendim gazetelerde yer aldığına göre "Lise öğrencileri arasında yapılan bir anket çalışması, gençlerin yakın tarihe damga vuran ve halihazırda yaşadıkları dünyayı belirleyen isimlerden haberlerinin olmadığını" göstermiş.

    Antalya Anadolu Lisesi 11. sınıf öğrencileri Mustafa Kürşat ve Meysa Baykal, felsefe öğretmenlerinin gözetiminde TÜBİTAK için bir anket çalışması yapmış. Gençler Ocak ve Şubat aylarında Antalya'daki dört lisede 289 öğrenci ile görüşerek bazı ünlü isimlerin fotoğraflarını göstermiş, bunları tanıyıp tanımadıklarını sormuşlar.

    Erkeklerin yüzde 69'u, kızlarınsa yüzde 88'i 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'i tanımamış. Gençlerin neredeyse tamamının tanıdığı fotoğraf rap'çi "50 Cent".

    Şimdi tablonun tamamını sunuyorum: Mehmet Akif Ersoy (Tanıyorum diyen erkek %49, kız %41; tanımıyorum diyen erkek %51, kız %61), Mevlâna (Tanıyorum erkek %77, kız %72; tanımıyorum erkek %23, kız %28), Yunus Emre (Tanıyorum erkek %77, kız %65; tanımıyorum erkek %23, kız %35), Orhan Pamuk (Tanıyorum erkek %49, kız %45; tanımıyorum erkek %51, kız %55), Ayşe Kulin (Tanıyorum erkek %3, kız %1; tanımıyorum erkek %97, kız %99), Mona Lisa (Tanıyorum erkek %87, kız %91; tanımıyorum erkek %13, kız %9), Apollon Tapınağı (Tanıyorum erkek %5, kız %5). Bundan böyle sizi rakamlara boğmamak için sadece "Tanıyorum" kısmını vereceğim. Angelina Jolie (Tanıyorum erkek %78, kız %91), Brad Pitt (Tanıyorum erkek %81, kız %88), Ayhan Işık (Tanıyorum erkek %22, kız %77), Müşfik Kenter (Tanıyorum erkek %2, kız %5), 50 Cent (Tanıyorum erkek %92, kız %82), Fahir Atakoğlu (Tanıyorum erkek %0, kız %3), Sultan Vahdettin (Tanıyorum erkek %45, kız %24), Enver Paşa (Tanıyorum erkek %15, kız %11), Che Guavera (Tanıyorum erkek %75, kız %66), Kenan Evren (Tanıyorum erkek %31, kız %12).

    Araştırmada kullanılan hipotez şu: "Küreselleşme ortaöğretim gençliğini kendi kültüründen uzaklaştırarak toplumsal kimliğe yabancılaştırmaktadır."

    Sonuçlar araştırmayı yapanları dahi şaşırtmış.

    Pek tabii yapılan anketin bir görsel (fotoğraf) tarafı var. Aslında bu ankete tâbi tutulan gençler için avantajdır. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, artık görsel iletişim yazılı kültürün önüne geçmiştir. Bu cehalet örneğinin işaretlerini televizyonda yapılan bilgi yarışmalarında gözlemliyoruz. Bırakın orta öğretimi, yüksek öğrenimini bayağı prestijli bir okulda tamamlamış insanlar çok basit sorulara yanlış cevaplar veriyor veya kısaca "bilmiyorum" diyor.

    Medyanın popüler kültürün köpüğü ile beslediği gençlerimiz artık fikirlere ilgi göstermiyorlar. Fikir ve sanat adamlarını tarihi kişileri tanımıyorlar. Sadece matematiği değil tarihi de sevmiyorlar. Meselâ bazı kendini akıllı sayan eğitimcilerin "Divan edebiyatı çocukları edebiyattan soğutuyor" tezi etrafında geliştirdikleri "geçmiş kültürü bütünüyle karalama" kampanyasını bir yana koysak, "ezbercilik, ezbercilik" diye yırtınarak Milli Eğitim programlarına demediklerini bırakmayanları bir yana koysak, günümüzün gençleri hiçbir alana ciddi ilgi duymuyorlar ki, onların dediklerini öğrensinler.

    Tahsil ve terbiye disiplin işidir. Siz her tür disipline "tu kaka" derseniz; üç gün sonra öğrenci kafanıza çıkar. Nitekim bugün orta öğretim bu tablo içindedir.

    Son olarak Milli Eğitim yetkililerine şu ikazı yapmak isterim. Bu anketi ciddiye alsınlar. İcap ederse yurdun çeşitli köşelerinde, değişik okullarda kendileri benzer anketler yaptırsınlar.

    Aynaya bakmakta fayda var.

    http://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafakutlu/milli-egitim-bu-mu-17627

    (7:15)




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer

    "Eğmeyen" ve "İtmeyen" eğitim istiyorum!

    Tek tip adam yetiştirme anlayışı üzerine kurulu kalıplanmış okul müfredatlarıyla yetinmeyip, özel müfredatlar oluşturup uygulamaları, kendi aralarında dayanışma içinde birbirlerinin çocuklarına öğretmenlik yapmaları, eğitim ve öğretimin mekanını ve pedagojik yöntemini kendi kendilerine belirlemeleri de işin cabası…

    Okul ortamlarının psikolojik ve fiili şiddete açık hale gelmesi hatta bu şiddeti üretmesi, uyuşturucu ve diğer zararlı alışkanlıkların edinilme mekanları haline gelmesi, zihinsel ve ahlaki bozulmaların temelini teşkil edecek davranış kalıplarının öğrenilmesine uygun zemin hazırlaması gibi pek çok faktör de bunu (evde okulculuğu) zorunlu kılıyor elbette….

    Tek tip müfredatla sisteme uygun kafalar yetiştirmeyi amaçlayan, ‘iyi insan=iyi vatandaş’ anlayışıyla bireyi mevcut resmi ideolojiye göre kodlamaya çalışan ideolojik devletler (ki aslında devletin ideolojiden arınmış bir hizmet aygıtı olması gerekir), zihinler üzerinde faşizan bir tekel kurmaya çalışırlar.

    Böylece temel amacı hür düşünen, üretken bir zihne sahip çocuklar ve gençler yetiştirmek olması gereken, insan yeteneklerini sonuna kadar geliştirmeyi amaçlayan, biçimsel bilginin (iki kere ikinin kaç ettiği, Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nı kaçta yaptığı, suyun kaç derecede kaynadığı gibi bilgiler biçimsel bilgidir) yanında ve hatta daha fazla ahlaki erdemleri yaşayarak kavratmaya adanmış, sınırlar ötesi düşünen ve hisseden, uluslar üstü boyutta kendini ifade edebilecek, kalbi ve ruhu aşkın bilgiye açık olgun insan yetiştirmek olan Talim ve Terbiye, ‘Milli Eğitim’e indirgenir, daraltılır ve baskıcı, otoriter bir mahiyete bürünür.

    Hal böyle olunca daraltılmış, açıkça olmasa da yapısı gereği baskıcı, insanı geniş anlamda donandırmak yerine kendi resmi mantığına göre şartlandırmaya militanca inanmış, insan zihnine ve duygularına çok küçük yaşlardan itibaren sistemli olarak müdahale ederek onun farklı ve üretken (creativ) yanlarını budayan, adeta yetenek ve düşünce özürlü hale getiren, ödül ve ceza, başarı ve başarısızlık anlayışını da bu zihniyet üzerine kurup eğitimden geçenleri köpeğin kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi bir kısırdöngüye mahkum eden bir eğitim biçimi ortaya çıkar. Bu eğitim, her insan tekini ‘eğen’ ve ‘iten’ bir sisteme dönüşür... Eğitim hürleşme yolu olmaktan çıkar, daraltılmış kafalar, söndürülmüş gönüller, kısırlaştırılmış yeteneklerden oluşan bir esaret biçimine dönüşür. Bilgisi arttıkça sıkıntıları artan, öğrendikçe zihni miyoplaşan, eğitildikçe yetenekleri yavanlaşan bir kesin inançlılar topluluğu (bir tür zombiler de diyebiliriz) ortalığı kaplar. Bu tür kapalı sistemlerde okul binaları bir kışlaya ya da hapishaneye, öğretmenler gardiyana, idareciler hapishane müdürüne, pisikolojik rehberlik uzmanları da hapishane papazına dönüşürler… Temel amaç bu genç kitlenin beyinsel ve bedensel enerjisini kontrol edip gütmek olur… Sözkonusu enerjiye bir mecra hazırlayıp insani gelişim ve verim yönünde sevketmek gözlenen bir durum değildir…

    Kainat ve ötesine uzanan bir boyutta düşünen, dünya kültürü olan, ahlaki erdem derinliğine sahip, yetenekleri üst düzeyde gelişmiş her insan ideolojik devletin kurmaylarını korkutur, bürokratik rejimi (demokratik rejimi değil) ürkütür, büyük sermaye sahiplerini tedirgin eder (yeteneksiz yığınlar ucuz işgücüdür çünkü ve bu vahşi sermayenin müthiş işine gelir, pazarlık gücü olmayan vasıfsız insan tipi onlar için idealdir)…

    İşte bu yüzden eğitim ve toplum üzerinde devletçiliğin ve milliyetçiliğin derinden hissedildiği toplumlarda insanlar içine çekilir, üretkenlikleri biter, basit birer uygulayıcı haline gelirler. İleri düzeyde, sanat, edebiyat, düşünce ve bilim oluşturamazlar… Gündelik hayatın baskıcı çarkının dönmesine yardımcı olacak ucuz, pespaye, derinliksiz, anlık haz ve unutmaya dayalı bir ‘zanaat’ kültürü ortaya çıkarırlar… 1917 bolşevik devriminden sonra Rusya’da dünya çapında bir düşünür, edebiyatçı, bilim adamı vs.nin çıkmamasını ne ile açıklarsınız? Aynı durumu Türkiye’nin tek parti ve sonrası dönemine de uygulasanız üç aşağı beş yukarı aynı vahim manzara ile karşılaşırsınız…

    Konuyu teorik düşünme biçiminde daha fazla devam ettirmemiz mümkün olduğu halde daha somut hale getirecek olursak; kanaatimiz o ki,

    a) ‘Okul’ ve ‘başarı’ya bakışımızı yeniden gözden geçirip bazı köklü girişimlerde bulunmamız zorunludur. ‘Okul’un yanında ve paralelinde evin bir okul haline getirilmesi, evde daha geniş ve derin bir anlayışın çocuğa ve gence kazandırılması kaçınılmazdır.

    b) ‘Zeka’ ve ‘başarı’ ilişkisinin herkese özel ve özgü ele alınması, öğrenciye (talep eden demek daha isabetlidir) özgü bir yaklaşım benimsemek daha isabetli olacaktır. Hatırlarsanız, çok kısa bir zaman öncesine kadar, (hatta hala günümüzde bile) zekanın bir sayısal bir de sözel olmak üzere iki tür olduğuna inanılırdı ve öğrenciler buna göre acımasızca kategorize edilirdi (ki halkımızın çok büyük kısmında bu anlayış bugün bile devam etmektedir). Kafası matematik ve fenne yatkın olan çocuklara aferin çekilir, adam olacak zeki çocuk muamelesi yapılır, sosyal alana yatkın olan çocuklara çoğunlukla idiot, embesil ya da moron gözüyle bakılırdı. Bu zihniyetin kıyımından geçmiş nice kuşaklar nice zeki insanlar vardır ki hadde hesaba gelmez…

    c) Ödül ve ceza sistemini klasik koşullandırmanın kamçısına dönüştürüp, öğrenmek için değil not alıp sınıf geçmek ya da sınav kazanmak için öğrenen bomboş insanlar yetiştiren mevcut yapı sorgulanmalıdır…

    d) Başarılı olmayı sadece yüksek puan almak, yüksek not almak ya da iyi bir üniversiteye girmeye endeksleyen, bir insanın potansiyelini açığa çıkarmasını, ahlaki erdemler kazanmasını, ruhsal ve manevi disiplin kazanmasını, yeteneklerini keşfedip geliştirmesini başarıdan saymayan mevcut algılama gözden geçirilmeli ve çocuklara bu yeni çerçevede muhatap olunmalıdır…

    e) Bataklığı kurutmadan ya da yeni ziraat alanları açmadan sivrisineklerin etkin yöntemlerle öldürülmesi üzerine kafa yormanın faydasız olduğunu bilerek saydığım bu maddeler yazının diğer kısmıyla bağlantılandırılıp yeniden düşünülmelidir….
    (Yusuf Özkan Özburun)




    Milli Eğitim bu mu?

    Herhalde bu değildir. İnanmak istemiyoruz. Çünkü tablo inanılacak gibi değil. Eğer tablo gerçek ise bu işin artık "çekiver kuyruğunu" demek geçiyor içimden. Okurların merakını fazla gıcıklamadan şu "tablo"nun ne olduğunu söyleyelim.

    Efendim gazetelerde yer aldığına göre "Lise öğrencileri arasında yapılan bir anket çalışması, gençlerin yakın tarihe damga vuran ve halihazırda yaşadıkları dünyayı belirleyen isimlerden haberlerinin olmadığını" göstermiş.

    Antalya Anadolu Lisesi 11. sınıf öğrencileri Mustafa Kürşat ve Meysa Baykal, felsefe öğretmenlerinin gözetiminde TÜBİTAK için bir anket çalışması yapmış. Gençler Ocak ve Şubat aylarında Antalya'daki dört lisede 289 öğrenci ile görüşerek bazı ünlü isimlerin fotoğraflarını göstermiş, bunları tanıyıp tanımadıklarını sormuşlar.

    Erkeklerin yüzde 69'u, kızlarınsa yüzde 88'i 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'i tanımamış. Gençlerin neredeyse tamamının tanıdığı fotoğraf rap'çi "50 Cent".

    Şimdi tablonun tamamını sunuyorum: Mehmet Akif Ersoy (Tanıyorum diyen erkek %49, kız %41; tanımıyorum diyen erkek %51, kız %61), Mevlâna (Tanıyorum erkek %77, kız %72; tanımıyorum erkek %23, kız %28), Yunus Emre (Tanıyorum erkek %77, kız %65; tanımıyorum erkek %23, kız %35), Orhan Pamuk (Tanıyorum erkek %49, kız %45; tanımıyorum erkek %51, kız %55), Ayşe Kulin (Tanıyorum erkek %3, kız %1; tanımıyorum erkek %97, kız %99), Mona Lisa (Tanıyorum erkek %87, kız %91; tanımıyorum erkek %13, kız %9), Apollon Tapınağı (Tanıyorum erkek %5, kız %5). Bundan böyle sizi rakamlara boğmamak için sadece "Tanıyorum" kısmını vereceğim. Angelina Jolie (Tanıyorum erkek %78, kız %91), Brad Pitt (Tanıyorum erkek %81, kız %88), Ayhan Işık (Tanıyorum erkek %22, kız %77), Müşfik Kenter (Tanıyorum erkek %2, kız %5), 50 Cent (Tanıyorum erkek %92, kız %82), Fahir Atakoğlu (Tanıyorum erkek %0, kız %3), Sultan Vahdettin (Tanıyorum erkek %45, kız %24), Enver Paşa (Tanıyorum erkek %15, kız %11), Che Guavera (Tanıyorum erkek %75, kız %66), Kenan Evren (Tanıyorum erkek %31, kız %12).

    Araştırmada kullanılan hipotez şu: "Küreselleşme ortaöğretim gençliğini kendi kültüründen uzaklaştırarak toplumsal kimliğe yabancılaştırmaktadır."

    Sonuçlar araştırmayı yapanları dahi şaşırtmış.

    Pek tabii yapılan anketin bir görsel (fotoğraf) tarafı var. Aslında bu ankete tâbi tutulan gençler için avantajdır. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, artık görsel iletişim yazılı kültürün önüne geçmiştir. Bu cehalet örneğinin işaretlerini televizyonda yapılan bilgi yarışmalarında gözlemliyoruz. Bırakın orta öğretimi, yüksek öğrenimini bayağı prestijli bir okulda tamamlamış insanlar çok basit sorulara yanlış cevaplar veriyor veya kısaca "bilmiyorum" diyor.

    Medyanın popüler kültürün köpüğü ile beslediği gençlerimiz artık fikirlere ilgi göstermiyorlar. Fikir ve sanat adamlarını tarihi kişileri tanımıyorlar. Sadece matematiği değil tarihi de sevmiyorlar. Meselâ bazı kendini akıllı sayan eğitimcilerin "Divan edebiyatı çocukları edebiyattan soğutuyor" tezi etrafında geliştirdikleri "geçmiş kültürü bütünüyle karalama" kampanyasını bir yana koysak, "ezbercilik, ezbercilik" diye yırtınarak Milli Eğitim programlarına demediklerini bırakmayanları bir yana koysak, günümüzün gençleri hiçbir alana ciddi ilgi duymuyorlar ki, onların dediklerini öğrensinler.

    Tahsil ve terbiye disiplin işidir. Siz her tür disipline "tu kaka" derseniz; üç gün sonra öğrenci kafanıza çıkar. Nitekim bugün orta öğretim bu tablo içindedir.

    Son olarak Milli Eğitim yetkililerine şu ikazı yapmak isterim. Bu anketi ciddiye alsınlar. İcap ederse yurdun çeşitli köşelerinde, değişik okullarda kendileri benzer anketler yaptırsınlar.

    Aynaya bakmakta fayda var.

    http://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafakutlu/milli-egitim-bu-mu-17627

    (7:15)


    Alıntıları Göster
    1. Ya nor­mal li­se­de ya­hut İmam Ha­tip li­se­sin­de ve­ya bir mes­lek li­se­sin­de oku­yor­sun­dur. Aca­ba doğ­ru dü­rüst li­se tah­si­li ve kül­tü­rü el­de ede­bi­li­yor mu­sun? İn­gil­te­re­’nin, Ka­na­da­’nın, Fran­sa ve Al­man­ya­’nın, İs­viç­re­’nin, Avus­tur­ya­’nın, İs­ve­ç’­in, Ja­pon­ya­’nın, Tay­va­n’­ın li­se­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi güç­lü bir ana­dil, onun ya­nın­da iki ya­ban­cı dil, ede­bi­yat, ta­rih, fel­se­fe(psi­ko­lo­ji, man­tık, ah­lak, me­ta­fi­zik, es­te­tik), ik­ti­sa­di ve be­şe­ri coğ­raf­ya, sa­nat ta­ri­hi kül­tü­rü edi­ne­bi­li­yor mu­sun?
    http://www.habervaktim.com/yazar/71290/harcanmaya-aday-musluman-genclere.html




  • quote:

    Orijinalden alıntı: okuryazarcizer
    Herkesin üniversiteye gitmesinin acısını tadacaklar. Müthiş paralarla okuyanlar, iş bulamayacaklar, ancak daha basit, daha pratik dalları öğrenmek için de geç kalmış olacaklar. Çok hazin şeyler bekliyor Türkiye'yi.

    2007’de başladık bu işe. Biraz kardeşime yardım amaçlı olmuştu. Bir tencere kuru bir tencere de pilav satsın diye başladık. Ben öğretmenim aslen, kardeşim de televizyon reklamcısı. Kardeşim bir ara işine ara verdi. Hani anneme yardım edeyim, o yapar biz de bu işin başında dururuz diyerek bu işe yöneldi. Baktık iş farklı bir şeye dönüştü. Büyümeye başladı. Talep çok fazla. Ondan sonra bizde dedik ki, 'hayatımız boyunca annemiz hep bize yardımcı oldu şimdi biz de anneme yardımcı olacağız'. Gittik işimizi bıraktık, geldik buraya. Hâlâ çalıştığım maaşı almıyorum mesela. Öyle kaç sene oldu anneme destek vermek amacıyla başladık, Allah’a çok şükür güzel devam ediyoruz.
    http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/116540/dusunduk-tasindik-maklubeyi-gelistirdik.html




  • konuyla ne alaka?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: mow_

    konuyla ne alaka?
    Türkiye okulları ve üniversiteleri, ülkemize yeterli sayıda müteşebbis (girişimci) eleman yetiştirmiyor. Gençliğin yüzde 99’u memur olmak istiyor. Siyasî iktidarlar, oy toplamak için kadroları şişirip duruyor. Bu da israftır, hainliktir.

    Almanyada büyük bir şehre çöpçü alınacak olsa, hiçbir Alman vatandaşı bu süflî işe talip olmaz. Orada böyle işleri yabancılara yaptırırlar. Bizde çöpçülük, lağımcılık için imtihan yapılsa, yüz misli vatandaş müracaat eder. Niçin? Çünkü teşebbüs zihniyeti yoktur, genç nesillere yeterli beceri kazandırılmamıştır.

    ***

    Üniversite bitiren gençlerimizin hemen hepsi devlette veya özel sektörde memur olmak istiyor.

    Bir yerin belediyesi birkaç çöpçü veya lağımcı mı alacak, yapılacak imtihanlara yüz, bazen bin misli adam müracaat ediyor.

    Medenî, akıllı, kalkınmış, işini bilen ülkelerin halkları artık madencilik, çöpçülük, lağımcılık gibi süflî işler yapmıyor. Bunları dışarıdan ithal ettikleri yabancılara yaptırıyorlar.

    Bizde iki bin liralık maaşlık bir memuriyet veya işçilik için yırtınan, parçalanan, kendini yerden yere atan milyonlar var.

    Bunun sorumlusu devlettir. Çünkü devlet yeni nesilleri eğitemiyor, iyi yetiştiremiyor.

    ***

    Üniversitelerde okuyan gençlerin içinden, binde biri bile mezun olup hayata atıldığında kendi işini kurmak, müteşebbis olmak istemiyor. Herkes devlet memuru veya özel kuruluşlarda maaşlı çalışan olmak istiyor. Bu durum, Türkiyenin geleceği için büyük bir tehdit ve tehlikedir. Yeterli miktarda gencimiz kendi işini kurmalıdır. Parası sermayesi yoksa diyeceksiniz. Son derece başarılı, ahlaklı, faziletli, iş bilen, iş beceren, muvaffak olmak için canını dişine tırnağına takan bir gence sermaye verecek elbette çıkar. Bu sermayeyi gerekirse devlet verir. Yeter ki, Allah’ın izniyle başarılı olunsun. Bizde böyle azimli, idealist, başarılı müteşebbis gençler olsa on sene içinde yüz bin küçük işletme kurulur, en az bir milyon insana iş temin edilir ve memleket sanayii kalkınır… Böyle gençler, ellerine para ve sermaye geçince lüks araba, lüks mesken, lüks telefon almazlar, lüks hayat sürmezler, lüks yemekler yemezler, yedi yıldızlı otellerde kalmazlar; deliler gibi üretmeye, helalinden kazanmaya çalışırlar. Böyle gençler yetiştiren liselerimiz, üniversitelerimiz nerededir?

    (Mehmet Şevket Eygi)




  • BİLKENT ARTIK KALİTESİ İLE ORTADA.
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.