Şimdi Ara

İlk aile nasıl oluşmuş? (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
61
Cevap
0
Favori
4.934
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Drazy

    Üremek güzel şey ama
    Tabi güzel şey kadınlar için doğum yapmak güzeldir.Hiç acı çekmezler.

    Bari üremeye çalışmak deseydin.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: almancı

    tek bir hücre değil arkadaşım.tek bir totipotent canlı popülasyonu olabilir.o sende nasıl ki üreme içgüdüsü varsa tüm canlılarda tek bir ortak amaç var o da üremek.ilkel canlılarda eşeyli değil eşeysiz üreme görülüyor..

    neyse, saygılar sevgiler.


    Hocam üremenin şeklinin ne olduğu hiç önemli değil...

    Benim demek istediğim şey şu: Eğer birtakım kimyasal reaksiyonlar sonucunda oluşmuşsa ilk canlı veya canlılar;

    Bunlar üreme için gerekli olan bilinci nerden temin ettiler veya şöyle söyleyeyim üremeyi neden kendine amaç edindi? Kendisinden yeni bir canlı oluşabileceği bilgisini/içgüdüsünü nasıl kazandı?

    Hadi o bilinç oluştu diyelim, üreme mekanizmasını nasıl oluşturdular?Ikınaraktan ikiye mi bölündü?

    O zaman bu oluştuğu kabul edilen canlı hiçte basit bir şey değil




  • Geçen bir tartışma programı vardı,
    Peygamber olan Adem (a.s.) ile ilk insan olan Adem'in farklı kişiler oldukları iddia ediliyordu.
  • Evrim teorisinin temelinde, burada nedense hiç adı geçmeyen "doğal seçilim prensibi" yatar. Belki de aralarda söz edilmiştir ama ben rastlamadım. Bahseden olduysa kusuruma bakmasın.

    Arkadaş "üreme konusundaki bilince canlılar nasıl kavuştu" diye bir soru sormuş. Aslında doğal seçilim düşünüldüğünde bunun sebebi çok basittir. Bir kere bu bilinçli bir davtanış değil, tamamen içgüdüseldir. Ve bu içgüdüye sahip olmayan bireyler üremedikleri için soyları tükenmiştir ve bugün dünyada bulunan canlılar bu yüzden hep bu içgüdüye sahip olanlardır. Yani çoğalmak için bilinçli, kompleks bir canlı olmaya gerek yoktur.

    Bunun tersi durumlar ise (homoseksüellik) fazla görülmez. Çünkü bir canlı homoseksüel karakterde doğmuşsa çoğalmaz. Belki annede ve babada çekinik halde bulunan homoseksüellik genleri çocukta bir araya gelirse çocuk homoseksüel oluyor ve çoğalmıyordur. Bu konuda kesin bil bilgim yok. Tabi günümüzde homoseksüelliğin sosyolojik etmelenlerle artması apayrı bir olaydır.

    Ayrıca "neden maymunum türleri var da insanın yok" şeklindeki sorunun da cevabı basit. Zaten temel prensibi homo sapiens çok iyi açıklamış. Herşeyden önce tür nedir?Şempanze ve insan arasında büyük farklar var ama genetik açıdan farklılık çok küçük. Ve bu iki canlı farklı türlerden sayılıyor. Peki zenci ve beyaz ırk arasındaki farklılık neden ayrı bir tür sayılmak için yeterli değildir? Farklı tür sınıfına sokulmak için gerekli genetik farklılık limiti nedir?

    Peki neden şempanzenin de başka türleri olmamasına karşın insanın başka türleri olması gerekiyor? Neden insanı şempanzeyle değil de çok genel olarak "maymun" ailesiyle karşılaştırıyorsunuz? O zaman şunu da sorabilirsin: neden birçok bitki türü var da tek bir insan türü var? Umarım demek istediğimi anlatabilmişimdir.

    Son cümle olarak şunu söyleyeyim: lütfen evrim derken beraberinde "doğal seçilim"i de düşünelim. B usayede evrimin doğru anlaşılması daha kolay olur diye düşünüyorum.

    Not: zencileri ayrı bir tür olarak gördüğümü düşünmeyin. Sadece örnek olarak verdim. Yanlış anlaşılma üzerine tartışma çıkmadan uyarımı yaparım dedim

    Saygılar...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: su*fi

    Geçen bir tartışma programı vardı,
    Peygamber olan Adem (a.s.) ile ilk insan olan Adem'in farklı kişiler oldukları iddia ediliyordu.


    herkesin birşey iddia etmesi mümkün

    hatta ve hatta Kur an da ve hadiste pek çok yerde direkt toprak nazara verilerek yaratılma anlatılırken bile evrimsel bir süreci dine dayandırma olabildiği gibi ...

    bazı konularda din kesin hüküm vermemiştir ...

    dini kaynaklarda da kesin delil yoktur bu konularda İslam alimleri farklı görüş beyan edebilirler

    ancak böyle farklı iddia sahiplerinin kaynakları da hadis ya da Ayet olmalıdır ki öyledir de

    ama son zamanlarda bazı kişiler tarafından din otoriteleri tarafından kabul görmeyen bilgiler aktarılmaktadır

    bence bunlara itibar edilmemelidir ...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: almancı


    oysa insan dediğimiz canlı üreme sistemi olarak çok gelişmiş yapıdadır ve biliyoruz ki kardeşler birleşirse yüzde yüze yakın bir oaranla sağlıklı bir birey oluşmayacaktır.




    Almancı bu kadar net konuşamazsın. Eğer ilk ebeveynlerin genleri (kulanımı uygun düşer mi bilmiyorum, "homozigot sağlıklı ise" ) sağlıklı ise, çocuklar hastalıklı olmaz. Bu konuyu ayrı bir topikte tartışmıştık ama unutulmuş yada asıl konudan detaya sapılmak istenmemiş heral.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Wyatt Earp


    quote:

    Orjinalden alıntı: almancı

    tek bir hücre değil arkadaşım.tek bir totipotent canlı popülasyonu olabilir.o sende nasıl ki üreme içgüdüsü varsa tüm canlılarda tek bir ortak amaç var o da üremek.ilkel canlılarda eşeyli değil eşeysiz üreme görülüyor..

    neyse, saygılar sevgiler.


    Hocam üremenin şeklinin ne olduğu hiç önemli değil...

    Benim demek istediğim şey şu: Eğer birtakım kimyasal reaksiyonlar sonucunda oluşmuşsa ilk canlı veya canlılar;

    Bunlar üreme için gerekli olan bilinci nerden temin ettiler veya şöyle söyleyeyim üremeyi neden kendine amaç edindi? Kendisinden yeni bir canlı oluşabileceği bilgisini/içgüdüsünü nasıl kazandı?

    Hadi o bilinç oluştu diyelim, üreme mekanizmasını nasıl oluşturdular?Ikınaraktan ikiye mi bölündü?

    O zaman bu oluştuğu kabul edilen canlı hiçte basit bir şey değil


    senin vucudundaki her bir hücre ıkınarak mı bölünüyor yoksa genetik kodlarındaki emirlere göre mi?işte oluşmuş olan bir hücre de bu soruya verdiğin yanıt ile bölünür.
    o kod nasıl oluştu ben de bilmiyorum.Allah yarattı.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Arkadaş "üreme konusundaki bilince canlılar nasıl kavuştu" diye bir soru sormuş. Aslında doğal seçilim düşünüldüğünde bunun sebebi çok basittir. Bir kere bu bilinçli bir davtanış değil, tamamen içgüdüseldir. Ve bu içgüdüye sahip olmayan bireyler üremedikleri için soyları tükenmiştir ve bugün dünyada bulunan canlılar bu yüzden hep bu içgüdüye sahip olanlardır. Yani çoğalmak için bilinçli, kompleks bir canlı olmaya gerek yoktur.



    Canlılığın şu anki çeşitliliğine bakılarak söylediğin şeyler anlamlı olabilir,ancak, canlılığın başladığı ilk zamanda, ilk oluşan canlı veya canlı grubu için -şöylede denebilir evrilmemiş ilk canlılar- üreme neden bir içgüdü olsun, böyle bir içgüdüyü nasıl kazanmış olabilir bu canlılar... Kabul edelim böyle bir içgüdü kazandı, bunu uygulamaya koymak için gerekli biyolojik mekanizmayı nasıl oluşturacak..Sana göre basit bir olay ama bence üreme o kadar da basit bir olay değil hele ki ilk oluşan canlı için..Varsayalımki üreme özelliğide var canlının. Özelliklerini sonraki nesillere aktaracak mekanizmayı nasıl oluştu...

    Bence evrimi konuşmak için öncelikle aşağıda saydığım 3 maddeye aynı anda sahip bir canlının teşekkül etmiş olması lazım ...Eğer aynı anda bu 3 özelliğede sahip değilse bunu zamanla kazanması bence imkansız...

    1- Oluşan canlıda üreme içgüdüsünün( bana göre bilinç ) bulunması lazım
    2- Üreme mekanizmasının oluşması lazım..
    3- Genetik şifreyi sonraki nesillere aktaracak bir mekanizma daha lazım

    Hocam eğer doğada bir kimyasal reaksiyon sonucu böyle bir canlı oluştuğunu düşünüyorsanız ve bunada basit diyorsanız zaten tartışılacak bir durumda yok...

    quote:

    Orjinalden alıntı: almancı

    o kod nasıl oluştu ben de bilmiyorum.Allah yarattı.



    Tam bunu sormaya hazırlanıyordum ki siz sormuşsunuz...




  • 1- İçgüdü oluşması için bilinç olması gerekmez. İçgüdü zaten tamamen bilinçsiz bir dürtüdür. Mitoz bölünmeyle çoğalan amiplerin de içgüdüsü vardır ve bu içgüdü onlara bölünmelerini söyler, onlar da uyarlar. Bize de içgüdülerimiz çoğalmamızı söylüyor (hormonlar salgılanıyor) ve buna uygun hareket ediyoruz, sevişiyoruz. Ama eğer çocuk sahibi olmak istemiyorsak (bilinçli tarafımız kontrolü ele alabildiyse) bilincimizi kullanıp korunma yöntemlerine başvurabiliyoruz. Bilinç ve içgüdü arasındaki farkı açıklayabildim sanırım.

    2 ve 3. maddeler aynı şey diye düşünüyorum. Zaten şifreyi sonraki nesillere aktaran mekanizmaya üreme makanizması diyoruz. Bunun içine cinsel organ da girer, kromozomlar da.

    Ben bu DNA kodunun evrimleşip bugüne gelmesi çok kolay demiyorum. Sadece evrimleşmesi 'kaçınılmaz' diyorum. Şu anda bile canlılar evrimleşiyor. İnsanın hala evrimleşmediğini kim ispatlayabilir? Bundan 500.000 yıl sonraki insan (o zaman kadar soyumuz tükenmezse) acaba bugünküne ne kadar benzeyecek acaba?

    İlk canılının oluşumu nasıl gerçekleşti derseniz, size sadece bir arkadaştan duyduğum ama kaynağını hatırlamadığım bir deneyi anlatayım: bir bilimadamı (muhtemelen biyologtur) dünya üzerinde ilk canlının oluştuğu dönemlerde dünyada bulunan elementleri içeren bir düzenek kuruyor. Ve o günkü ortamın gerek sıcaklık, gerek basınç olarak bir simülasyonunu yapıyor. Bu sisteme düzenli aralıklarla elektrik verdiğindeyse, belli bir süre sonra (ne kadar olduğunu hatırlamıyorum ama birkaç hafta veya birkaç ay kadar bir süreydi) deney alanında bazı moleküllerin birleştiğini, ve canlı statüsüne girmese de bugünkü tek hücreli canlıların yapısına benzer bazı yapıların oluştuğunu gözlemliyor.

    Bu aşamadan (tek hücreli canlılardan) bitkilere, hayvanlara nasıl gelindiğinin cevabı ise doğal seçilimle açıklanmaya çalışılıyor. Sonuçta elimizdeki tek bilimsel fikir bu olduğuna göre ben de bunu baz alarak konuşuyorum.

    Evrimi kendince çürütmeye çalışan kişiler insan DNA'sını sanki bir anda oluşmuş gibi varsayıp "böyle bir dizilim oluşma olasılığı bilmem kaç trilyonda birdir" gibi iddialarda bulunuyorlar. Ama gerçek böyle değil. En azından çürütmeye çalıştıkları evrim teorisi böyle demiyor.

    Bunu şöyle düşünebilirsiniz: önünüzde 50 kademeli bir şifre var. Bütün kademeleri girdikten sonra çalışıp çalışmadığını kontrol ederseniz doğruyu bulmanız çok uzun sürer (evrimi çürütmeye çalışanların söylediği gibi). Ama her girdiğiniz kademeden sonra o girdiğiniz değerin doğru olup olmadığını kontrol ederseniz işiniz çok kolaylaşır (evrimin söylediği gibi).

    Tabi ki insan DNA'sı 50 kademeli bir kilitten ibaret değil. Ama bahsettiğimiz süre de 5 milyar yıl.

    Ayrıca şöyle düşünün, eğer evrimin bu seviyesi ulaşmamış olsaydık, neden ulaşmadık diye bir soru soramazdık. Bundan 3 milyar yıl sonra aynı aşamaya gelebilmiş olsaydık, o zaman da aynı soruyu soracaktık

    Saygılar...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    İçgüdü oluşması için bilinç olması gerekmez. İçgüdü zaten tamamen bilinçsiz bir dürtüdür. Mitoz bölünmeyle çoğalan amiplerin de içgüdüsü vardır ve bu içgüdü onlara bölünmelerini söyler, onlar da uyarlar. Bize de içgüdülerimiz çoğalmamızı söylüyor (hormonlar salgılanıyor) ve buna uygun hareket ediyoruz, sevişiyoruz. Ama eğer çocuk sahibi olmak istemiyorsak (bilinçli tarafımız kontrolü ele alabildiyse) bilincimizi kullanıp korunma yöntemlerine başvurabiliyoruz. Bilinç ve içgüdü arasındaki farkı açıklayabildim sanırım.



    Aslında bütün söylemek istediğim şey bu:Neden içgüdü böyle bir emir veriyor? İçgüdünün yapısı nedir?
    Madem dediğiniz gibi "bilinçsiz bir dürtü" ise nasıl bütün canlılara aynı emri veriyor?

    İlaveten demin düşündüklerimde değişen bir şey yok şöyleki ;

    Olay sizin dediğiniz gibi basite indirgenemez kanımca..Bahsettiğiniz en basit canlı bile üremek zorunda..
    Madem yukarıda anlattığınız deneylerle açıklamaya çalışıyoruz canlılığın başlangıcını o halde söyleyin bana bahsini yaptığınız mitoz bölünme bu deneyler sonucu oluşabilir mi aynı canlıda?
    Tekrar ediyorum olay canlı oluşması değil oluşan canlının birkaç özellik taşıması ki bu özellikler olmazsa olmaz..

    Bahsettiğiniz deneyler sonucu oluşan canlı :
    1- Oluşma aşamasında mitoz bölünmeyi nasıl öğrendi.
    2- Eğer zamanla kazandıysa bu özelikleri ,bunun için bir bilinç lazım değil mi?O zaman bilinç ne zaman oluştu?




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Wyatt Earp
    Aslında bütün söylemek istediğim şey bu:Neden içgüdü böyle bir emir veriyor? İçgüdünün yapısı nedir?
    Madem dediğiniz gibi "bilinçsiz bir dürtü" ise nasıl bütün canlılara aynı emri veriyor?


    İçgüdüyü canlılara emir veren ortak bir yapıymış gibi düşünmen çok garip. Bunu nasıl açıklayabilirim, bilmiyorum. Çünkü söyleyebileceğimi söyledim: doğal seçilim. Böyle bir dürtüye sahip olmayanlar çoğalmadıkları için şu anda dünya üzerinden silinmiş durumdalar ve bu yüzden şu anda dünyada bulunan bütün canlılar bu dürtüye sahip. Daha basit nasıl anlatabilrim bilmiyorum. Eğer içgüdünün bilinçten farkının ne olduğu konusunda daha ayrıntılı açıklamalara ihtiyacın varsa psikoloji kitaplarını karıştırmanı tavsiye ederim. Ben id, ego, süper ego gibi terimleri sadece üniversite sınavına hazırlık kursında gördüğüm kadarıyla biliyorum. Ve seni yanlış bilgilendirmek istemediğim için fazla ayrıntıya girmiyorum, sadece emin olduğum çok temel kavramlar hakkında konuşuyorum.

    quote:

    Orjinalden alıntı: Wyatt Earp
    İlaveten demin düşündüklerimde değişen bir şey yok şöyleki ;

    Olay sizin dediğiniz gibi basite indirgenemez kanımca..Bahsettiğiniz en basit canlı bile üremek zorunda..
    Madem yukarıda anlattığınız deneylerle açıklamaya çalışıyoruz canlılığın başlangıcını o halde söyleyin bana bahsini yaptığınız mitoz bölünme bu deneyler sonucu oluşabilir mi aynı canlıda?
    Tekrar ediyorum olay canlı oluşması değil oluşan canlının birkaç özellik taşıması ki bu özellikler olmazsa olmaz..

    Bahsettiğiniz deneyler sonucu oluşan canlı :
    1- Oluşma aşamasında mitoz bölünmeyi nasıl öğrendi.
    2- Eğer zamanla kazandıysa bu özelikleri ,bunun için bir bilinç lazım değil mi?O zaman bilinç ne zaman oluştu?

    Bahsettiğim deneyde oluşan şey tam anlamıyla canlı değil. Sadece canlılardakine benzer molekül birleşmeleri görüldüğünü söyledim. Ayrıntısını ben de bilmiyorum ama organik yapıda bulunan C, O, N ve H atomları düzenli bir şekilde biraraya gelmiş. Ama beslenip çoğalma yetenekleri olan birşey ortaya çıktığını düşünmüyorum. Olsaydı büyük olay olurdu zaten. Ama bu deneyin en fazla birkaç aylık bir süreçte gerçekleştiğinin altını çizerim. Gerçek hayatta bu canlının oluşabilmesi için milyonlarca yıl zamanı vardı. Bence en ideal şartlar sağlandığı takdirde birkaç ayda böyle bir souç alınabiliyorsa, doğayı kendi haline bıraktığınızda birkaç milyon yılda basit bir canlı oluşması çok da imkansız değil.

    Son sorduğun iki sorunun yanıtını birkaç kez verdiğim için tekrarlamayacağım. Heralde yeterli olmuştur.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    İçgüdüyü canlılara emir veren ortak bir yapıymış gibi düşünmen çok garip. Bunu nasıl açıklayabilirim, bilmiyorum. Çünkü söyleyebileceğimi söyledim: doğal seçilim.



    Hocam peki şu garip değil mi?

    Bir takım cansız maddeden bir şekilde canlı oluşuyor ve çoğalmak istiyor.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Wyatt Earp


    quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    İçgüdüyü canlılara emir veren ortak bir yapıymış gibi düşünmen çok garip. Bunu nasıl açıklayabilirim, bilmiyorum. Çünkü söyleyebileceğimi söyledim: doğal seçilim.



    Hocam peki şu garip değil mi?

    Bir takım cansız maddeden bir şekilde canlı oluşuyor ve çoğalmak istiyor.

    Materyalizmi benimsemiş birine göre garip değil.

    İstek dediğin şey nedir? Beynindeki nöronlarında oluşan elektriksel sinyaller. Ve bu sinyaller fiziksel şeyler olduğuna göre neden cansız maddeden canlı oluşamasın? Ve neden düşünemesin? Tabi burada işin içine "bilinç nedir o zaman?" gibi sorular çıkar ve herşey bir anda allak bullak olur Daha doğrusu bu konuda iki tarafında kendine göre kabul ettiği bazı şeyler vardır mutlaka (benim var ve anladığım kadarıyla senin de var) Ama iki taraf da olaya karşısındakinin gözüyle bakamadığı için tek bir doğru sonuca varılabilmesi çok zor. Zaten eğer varılabilseydi bugün ya materyalistler olmazdı, ya da herkes materyalist olurdu

    Not: bahsettiğim materyazlizmi 'paraya pula değer veren zihniyet' olarak algılamayın. Gerçi bu başlığı merak edip inceleyen insanların böyle bir yanılgıya düşmesi çok küçük bir ihtimal ama yine de belirtmek istedim.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Materyalizmi benimsemiş birine göre garip değil.



    O zaman herkes bilimi kendi düşünce dünyasına göre kullanıyor...

    Yoksa bilimin sonuçlarının materyalistlere göre farklı başkalarınca farklı değerlendirilmesi mümkün olmaz..
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Wyatt Earp

    quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Materyalizmi benimsemiş birine göre garip değil.

    O zaman herkes bilimi kendi düşünce dünyasına göre kullanıyor...

    Yoksa bilimin sonuçlarının materyalistlere göre farklı başkalarınca farklı değerlendirilmesi mümkün olmaz..

    Eğer olaya salt bilim gözüyle bakabilirseniz, zaten materyalizmden başka birşey kabul edilemez. Çünkü bilim sadece maddeyle uğraşır ve madde dışındaki kavramların (ruh, kader, vs) bilimde yeri yoktur.

    Ama insanlar, bilimin bu kavramların yokluğunda ortaya çıkan sorulara yeterli cevabı veremediklerini düşündüğü için, görüşlerini bilimsel bilgiye göre oturtmayı tercih etmiyorlar. Örnek : o kod nasıl oluştu ben de bilmiyorum. Allah yarattı

    Kısacası ben bilimi insanlar kendi düşünce dünyasına göre kullanıyor demiyorum. Sadece kimi insanlar bilimin verdiği sonuçları yeterli buluyor ve güveniyor, kimileri de (ki bu kişiler çoğunluğu oluşturuyor) bu sonuçlara inanmıyor, en azından yeterli bulmuyor. Dolayısıyla bu insanlar bilimin sonuçlarını farklı değerlendirmiyor. Sadece 'değerlendirmiyor'.

    Bir konunun cevabı bulunamadığı zaman 'Allah'ın takdiri' demek bilim adamına yakışmaz. Zaten eğer her konuda cevap bu kadar basit olsaydı bugün bir arpa boyu yol katedemezdik. Çünkü hala yıldırıma, güneş tutulmasına, bütün hastalıklara 'Allah'ın takdiri' demeye devam ederdik. Ve heralde bu davranış senin gözünde de bilimsel bilgiyi farklı yorumlamak anlamına gelmezdi.

    Şu anda yapılanın da temelde bundan farklı birşey olduğunu düşünmüyorum. Eskiden bugün açıklaması bize basit gelen şeylere 'Allah yaptı, oldu' derdik, bugün de halen cevabını bulamadığımız şeyler için aynı şeyi söylüyoruz. Ve tekrarlıyorum: bu bilimsel bilgiyi farklı yorumlamaktan değil, bilimsel bilgiyi kaale almamaktan kaynaklanıyor.

    Bilimin cevaplarını yeterli bulmayanlar, birgün birileri yeterli bir cevap bulana kadar boşlukta kalmamak için bilimden farklı, başka düşünce yollarını seçiyor.

    Umarım yeterince açık anlatabilmişimdir Saygılar...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Bir konunun cevabı bulunamadığı zaman 'Allah'ın takdiri' demek bilim adamına yakışmaz. Zaten eğer her konuda cevap bu kadar basit olsaydı bugün bir arpa boyu yol katedemezdik. Çünkü hala yıldırıma, güneş tutulmasına, bütün hastalıklara 'Allah'ın takdiri' demeye devam ederdik. Ve heralde bu davranış senin gözünde de bilimsel bilgiyi farklı yorumlamak anlamına gelmezdi.



    İki nokta var çok önemli :

    1- Sizlerin, inançlı insanlar hakkında en büyük yanılgısı, kalınlaştırdığım kısımda yazdıklarınız..Eğer dindar ve inançlı insan deyince aklınıza Türk filmlerindeki yobaz hoca geliyorsa söyledikleriniz doğrudur.

    Ancak durum sandığınız gibi değil..İnançlı insanların kainatı ve canlılığı anlama çabaları ve bilime katkıları inançsızlardan daha az değil..Velev ki az bile olsa bu durum Cenab-ı Hakk' la ilgili değil insanların ilgisizliği..

    2-Renklendirdiğim kısımda söylediklerinize gelince;

    Sizin bir tabiat olayının nasıl işlediğini bilmeniz o olayın Allah'ın Takdiri olmasını engellemez..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Wyatt Earp -- 17 Nisan 2006; 14:37:24 >




  • Söylediklerimi saptırmaya başladın. Neden böyle saçma bir savunmaya geçtiğini anlamak güç.

    Sen, benim söylediğim sözlerin bilimin farklı yorumlara açık olduğu anlamına geldiğini söyledin. Ben de dedim ki, gerçekten olaya bilimsel bakan bir insan için herhangi bir yorum farklılığı olamaz. Dediğin gibi bir tutarsızlık ancak olaya bilimsel yaklaşan kişiyle, herşeye 'Allah'ın takdiri' deyip geçen insan arasında olabilir. Ve ikinci tip düşünce tarzı zaten bilimsel yaklaşımla bağdaşmayacağı için bilimsel olarak bir tutarsızlık söz konusu değildir.

    Ama sen sanki ben bütün inananlara "herşeye Allah'ın takdiri deyip geçiyorsunuz" diyormuşum gibi sözlerimi saptırıyorsun. O da yetmiyor, ben bunun için Allah'ı suçluyormuşum gibi konuşuyorsun. Olay tabi ki insanların ilgisizliğinden kaynaklanıyor!

    İkinci maddede sarfettiğin cümlenin ise benim yazdıklarımla en ufak bir bağlantısı yok. Bu yüzden bunu bana verilmiş bir cevap olarak saymıyorum.




  • sayın @Hasbi81. Daha önce bu konuda yazmayacağımı belirttim. Bunun nedeni bilimsel bilgilerimi yeterli bulmamamdı( Biyoloji). Ancak felsefeye veya dini konulara gelindiğinde ya da diğer bir deyişle daha “soyut” veya elle tutulamayan kavramlar üzerinde yorumlar yapabiliyorum. Ancak bu durumda görebiliyorum ki materyalist bir anlayış ile sadece “elle tutulur” kavramlara yönelmek sağlıklı değil. Bana göre.

    Siz bilinç ile içgüdü arasında fark olduğunu belirtirken sadece canlılar üzerine yoğunlaşıyorsunuz. Ben daha önce pek çok yazımda da belirttim ki tüm bu doğa hatta tüm bu evren sadece canlı mekanizmalardan ibaret değildir. Bir gezegenin evrim sürecinden bahsedilmesi mümkün görünmüyor öyle değil mi? Bir galaksinin neden spiral bir şekle büründüğü, Güneş'in neden bu kadar kızgın olduğu, neden bazı gezegenlerin makyajlarına dikkat edip gayet süslü püslü göründükleri göz ardı edilebiliyor rahatlıkla bir biyolog tarafından öyle değil mi? Çünkü bir biyolog daha farklı işlerle meşgul oluyor. Ancak sizler, siz biyologlar sadece bir romandaki karakterlere eğilirseniz ve mekan kavramından, niye sorusunu sormaktan çekinirseniz bu durumda sizin yazdığınız kitap sadece sizin gibi düşünenlere hitap edecektir.

    Bilimde şu olmaz, bu olmaz derken buna iman edercesine büyük bir bağlılık gösteriyorsunuz nedense. İnsanlar eskiden hastalıklara Allah yapıyor diyorlardı ancak bu durum insanların yanılgıda olduklarını göstermez. Neden göstermez? Çünkü inançlı bir insan kazanın da belanın da yaratıcıdan geldiğini bilir. Ayrıca bu inançlı insan aynı kazanın ve aynı belanın bir tür telafisinin olduğunu da bilir. Hastalıklara dermanı yine yaratıcı verir. İnsanlara bilim ile uğraşma şevkini yine yaratıcı verir. Şimdi inançlı insanın gözünde şu anki bilimsel gelişmeler dahi Allah'ın bir lütfudur. Bu durumda inançlı insanlar açısından yadırganacak bir durum söz konusu değildir. Ne yani şu anki bilim her şeyin çözümüne vakıf oldu mu? Şu anda bizim en son teknolojimizin bile, en son bilimsel çalışmalarımızın bile yetersiz kalabileceği bir hastalık çıkamaz mı ortaya? Ya da tüm bilim dünyasını altüst edecek bir felaket olamaz mı şu dünya üzerinde? Bu durumda bir inançlı için tüm bunlar yine bir yaratıcının tasarrufundadır. Ama bilim dünyasınca her şey yolundadır. Gayet dört dörtlük bir dünya vardır. Küresel ısınma bile vız gelir bilim dünyasına, nedir ki 50-60 metrelik dalgalar kime ne zarar verir?

    Tüm bunları geri kafalı bir zihniyet ile yazmıyorum @hasbi81. Sadece yaşadığımız hayatın bu kadar basite alınmasını yanlış bulduğumu belirtmek istiyorum. Bilim yaratıcı değildir. Bilim şu anda "elde var olanı inceler". Sen çok rahat bir şekilde “bir hücre vardı üremeye kodlanmıştı diyorsun” ancak bu hücre var olmasaydı sen hiçbir yorum yapamayacaktın. Bak bu da çok basit bir çıkarım gördün mü? Bilimin Tanrısallaştırılması bilim adamlarını bilime tapan birer koyun haline getirmeyeceği ne malum? Sadece elindekinden başkasını görmeyen, gözü hiçbir manevi gelişmeye açık olmayan bir insanlar topluluğu... Sivil hayatlarına dönen bu bilim adamları diğer insanlar gibi duygu taklitleri yaparak, tiyatroculukla uğraşırken aynı adamlar bilim adamı eldivenlerini giyer giymez duygusuz birer mekanizma ve şifre çözücü oluyorlar. Sonra maddeyi "Tanrısallaştıran" bir yapı çiziyorlar.

    sayın @Hasbi81. İnanın hiçbir şey bu kadar basit değil. Doğal seçilim demek ile mutasyon demek ile her şeyi çözemezsiniz. Bu kadar basit değil. Güneş'in farkında olan bir çiçek var. Bu dünya dışında olan bir yıldızla ilişkisi olan canlılar var. Tüm bu canlılar aldıkları genetik emir ile bunu yapıyorlar derseniz daha dünya yaratılmadan önce bu dünyadaki ilk hücrenin Güneş'e göre şekillenecek canlılar üreteceğini "biliyor" olması gerekiyor. Bu hücre yapısı her ne olursa olsun dünyanın ilk durumu göz önüne alındığında, daha hiçbir doğa ve tabiat denen kavram yok iken ortada bir tür bilince sahip olmadan çoğalıp sonra rast gele çevresinde ne varsa ona göre uyum sağlaması ve bu uyumu sağlamakla kalmayıp başka canlıların uyum mekanizmasının da bir parçası haline gelmesi hiç de basit bir genetik emir ürünü değildir. Bu basit genetik emir senin şu anda bu bilgisayar başında yazı yazmanı sağlıyor. Bu basit genetik emir senin şu anda bilim ile uğraşmanı sağlıyor. Bu durumu bu kadar basite indirgerseniz, eğer bu ilk hücre çok basit bir genetik emirin ürünü derseniz o zaman şu anda sahip oluğunuz aklın da basit ve değersiz bir genetik emrin bir parçası olduğunu kabul etmeniz gerekir. Ama hayır!!! İnsan aklı kendi aklının basitliğine inanmaz. Ha bire araştırır. Ha bire inceleme yapar. Ha bire maddeyi analiz eder. Niye? Tüm bunlar niye o zaman? Bilim denen şey bir yaratıcının olmadığını ispat eden bir araç olarak mı kullanılıyor yoksa? "Bakın ey dünya insanlık eskiden oldukça zavallı idi ama şu an bilim sayesinde insanlar iyileşiyorlar." Bunu kıymetini bilin, bilimin kıymetini bilin." diye vaaz veren bilim adamlarını mı göreceğiz ilerde? Halbuki bir inançlı için zaten dert de yaratandan derman da. Bolluk ve bereket de yaratandan felaketler de. Ne yani şimdi inançlılar bu düşünce tarzı ile birer zavallı konumundalar mı? Bu şekilde düşünmek oldukça yanlıştır. Bunu bildirmek isterim. Bakın eskiden insanlar şu şekilde bir hastalıktan çabuk ölürlerdi şimdi iyileşiyorlar o halde ne diye Allah'a inanmak derseniz bu durumda günümüz insanlığının Allah'tan daha mükemmel bir yapıda olduğunu iddia etmiş olursunuz ki bu yanlıştır. Günümüzü siz de biliyorsunuz bizler de. Kimse kimseyi kandırmasın? Bilime umutla bağlanmak ayrıdır. Bilime güvenmek ayrıdır. Ancak bilimi ilahlaştırmak ve onu tüm soyut veya somut tüm dertlere derman görmek yine o tek taraflı olduğunu düşündüğünüz inançlılar gibi bilimsel düşüncede olanları da tek taraflı düşünür hale getirir.

    Yineliyorum ki benim bilimsel altyapım (biyoloji üzerine) eksiktir. Ancak dil ve dillerin gelişimi üzerine ben de bir bilim adamıyım ve siz biyologlar ile örtüşemiyorum. Ben de bilimin bir parçası olarak diğer bir bilim dalıyla örtüşemiyorum. Displacement sadece insana özgüdür. Bunun dışında primatların hiçbirinde bu özellik yoktur. Denenebilme ve test edilebilme açısından sorun yoktur ancak denense de sonuç alınamamıştır. Displacement zaman ve mekana yönelik akıl yürütebilme ve buna uygun iletişim kurabilme yetisidir. İnsan dün nerede kaldığını, bugün nerede kalıyor olduğunu yarın nerede kalacağını ifade edebilir. İnsan basit bir canlı değildir. Diğer hayvanlar ile kıyaslanamayacak bir üstünlüğü vardır. Bazı arılarda displacement yüzeysel olarak görülse de bunun da güdüsel bir dans olduğu belirlenmiştir. Bununla nereye varmak istiyorum? İnsan duyguları geliştirdi, insan ağlayabiliyor, gülebiliyor, kızabiliyor. İnsan akıl yürütebiliyor. İnsan hayal kurabiliyor. Buna benzer gelişimleri diğer canlılarda çok küçük çapta görmek mümkündür displacement dışında. Ancak şu da var ki sadece doğal seçilim, sadece mutasyon ile açıklanamayacak pek çok şey var. Bunu kabul etmeniz gerekiyor. Ve eğer bir bilim adamı bunu inkar edecekse o zaman o bilim adamı bilim bağnazlığına düşmüş bir tür bilimsel yobazdır. Hani inançlılarda kullanılır ya bu yobaz lafı genelde. Neden bilim dünyasında da olmasın bu tür bilimsel yobazlardan?

    @Hasbi81 sözlerim meclisten dışarıdır. Beni yanlış anlamanı istemem. Ancak unutma ki şu anda yaptığın bilimi de edindiğin dil ile yapabiliyorsun. Şu an yaptığın bilim kusursuzluğuna inandığın akıl ile işliyor. Her insan küçükken şekilleniyor. Bir şeyler kazanıyor. Sonrasında insan atalarını açıklarken ne kadar da basit düşünebiliyor. Her şey bu kadar basit yani diyerek işin içinden çıkabiliyor. Bilim geldi Tanrı öldü. Her şey bu kadar basit. Geçmişte yaşayanlar birer genetik çöplüktü öyle mi? Şu an bilim geldi ve bizler yeni bir ilaha kavuşluk öyle mi? O ilah ki bizleri yenileyecek ve bizlere hayat verecek öyle mi? Hiç bir amaç taşımayan ve sadece genetik emirleriyle üreyen koskoca bir canlılar alemi...Hiç bir amaç taşımayan bir insan hayatı... Neden nefes aldığının “niye”lerini bile sorgulayamayan bir canlı türü...Hiçbir amacı ve anlamı olmayan bu hücre şu an kendi anlamsızlığı keşfedilsin diye aklı yarattı öyle mi? Yineliyorum. Hiçbir şey bu kadar basit değil. Amaç insana özgüdür. İrade insana özgüdür. İnsan basit bir genetik emir kümesi değildir. Bu nedenle şu canlılar alemini incelerken insanı birazcık da olsa dışarıda bırakın yoksa kendi kendinizle çelişirsiniz. Bir de siz biyolglar diğer bilim dallarıyla integrative (bütüncül) bir yapı çizmezseniz sadece kendi kendinizi tatmin edersiniz




  • @trackfind500

    Dil konusunda bilgili olduğun ve diline hakim olduğun her halinden belli. Benim neredeyse her sözümü başarıyla çarpıttığına şaşmamalı. Ben bir anda bilimi tanrı yaptım, insanları genlerinin söylediğini yapan robotlar yaptım ha? Helal valla bana, ne diyim... Başka bir cevap yazmayı gereksiz görüyorum ve önceki bir mesajımda yazdığım satırları tekrarlıyorum:

    İstek dediğin şey nedir? Beynindeki nöronlarında oluşan elektriksel sinyaller. Ve bu sinyaller fiziksel şeyler olduğuna göre neden cansız maddeden canlı oluşamasın? Ve neden düşünemesin? Tabi burada işin içine "bilinç nedir o zaman?" gibi sorular çıkar ve herşey bir anda allak bullak olur Daha doğrusu bu konuda iki tarafında kendine göre kabul ettiği bazı şeyler vardır mutlaka (benim var ve anladığım kadarıyla senin de var) Ama iki taraf da olaya karşısındakinin gözüyle bakamadığı için tek bir doğru sonuca varılabilmesi çok zor.

    İşte bu yüzden böyle bir tartışmaya girmeye hiç niyetim yoktu ve kaçındım. Ama önce Wyatt Earp, sonra da sen olayı inanç meselesine çeviriverdiniz. Bilimsel bilginin ne olduğunu anlatmaya çalışırken inançsızlıkla suçlanmaya başladım. Neyse... Tartışma bu boyuta geldikten sonra önceden kendime koyduğum ama uygulayamadığım kararımı tekrar yürürlüğe koyuyorum ve bundan sonra cevap yazmıyorum. Bu konularda herkesin doğrusu kendine.

    Not: Ben biyolog falan değilim. Bilimsel gelişmeleri yakından takip etmeye çalışan bir makina mühendisiyim.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    @trackfind500

    Dil konusunda bilgili olduğun ve diline hakim olduğun her halinden belli. Benim neredeyse her sözümü başarıyla çarpıttığına şaşmamalı. Ben bir anda bilimi tanrı yaptım, insanları genlerinin söylediğini yapan robotlar yaptım ha? Helal valla bana, ne diyim... Başka bir cevap yazmayı gereksiz görüyorum ve önceki bir mesajımda yazdığım satırları tekrarlıyorum:

    İstek dediğin şey nedir? Beynindeki nöronlarında oluşan elektriksel sinyaller. Ve bu sinyaller fiziksel şeyler olduğuna göre neden cansız maddeden canlı oluşamasın? Ve neden düşünemesin? Tabi burada işin içine "bilinç nedir o zaman?" gibi sorular çıkar ve herşey bir anda allak bullak olur Daha doğrusu bu konuda iki tarafında kendine göre kabul ettiği bazı şeyler vardır mutlaka (benim var ve anladığım kadarıyla senin de var) Ama iki taraf da olaya karşısındakinin gözüyle bakamadığı için tek bir doğru sonuca varılabilmesi çok zor.

    İşte bu yüzden böyle bir tartışmaya girmeye hiç niyetim yoktu ve kaçındım. Ama önce Wyatt Earp, sonra da sen olayı inanç meselesine çeviriverdiniz. Bilimsel bilginin ne olduğunu anlatmaya çalışırken inançsızlıkla suçlanmaya başladım. Neyse... Tartışma bu boyuta geldikten sonra önceden kendime koyduğum ama uygulayamadığım kararımı tekrar yürürlüğe koyuyorum ve bundan sonra cevap yazmıyorum. Bu konularda herkesin doğrusu kendine.

    Not: Ben biyolog falan değilim. Bilimsel gelişmeleri yakından takip etmeye çalışan bir makina mühendisiyim.


    Gerçekleri çarpıtmada üstüme yoktur benim. İnan bana. Benim huyum böyle. Hep ne anlatılmaya çalışıyorsa tersinden alırım. Düşünülmeyen şeyleri bile düşünülmüş gibi kılarım. Niye diye sorarak çarpıtırım her şeyi. Bir yazıyı tam olarak okumam. Okumak istemem. Çünkü art niyetliyimdir. Ben çarpıtmak da eşi benzeri olmayan bir canlı türüyüm. İnan bana. Nice internet sitesinde nice art niyetli insanların yazılarını okudum ve öğrendim ki yazma işlemi birazcık incelik ister. Okuyucunun alt yapısının ne olacağı tahmin edilir. Hangi önermenin kimler tarafından nasıl alınacağının bilinmesi gerekir. Ben bunları beceremiyorum yazarken. Ben hep çarpıtırım yazarken. At gözlükleriyle yaklaştığım için olaylara yanımda ne var ne yok göremem. Bak yine çarpıtıyorum görüyor musun? Ben buyum.




  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.