severdi kış mevsimini. o puslu havayı, boş sokakları, uzun geceleri. seviyordu karanlığı, yalnızlığı. bi kaç sene öncesine kadar böyle değildi aslında. ama her şeyden öte tuttuğu meleği onu bırakana kadar. bi hoşçakal bile diyememişti arkasından. uzun uzun bakmıştı arkasından. zamanın önemi kalmamıştı sanki. kahve içmişti uzaklara bakarak. niye diye soramamıştı bile meleğe. ama melek demekle hata ettiğini düşünüyordu. melekler üzmezdi onu sevenleri çünkü. öyle düşünmüştü en azından. meleğin ağzından duyduğu son sözler kelimesi kelimesine aklındaydı hala. yapamıyorum demişti melek. neyi yapamıyorsun diyememişti. gelmemişti içinden sormak. ama anlamıştı sormak istediğini melek. olmuyor demişti gülümseyerek. gülümseyince gözleri de gülümserdi. mutlu olurdu o gülümseyince. sonra bi şeyler eksik dedi melek. sustu. ne eksikti acaba diye düşündü. onu her şeyden çok sevmişti. her dediğini yapmaya çalışmıştı. melek yine anlamıştı içinden geçenleri. gerçi ne zaman anlamamıştı ki. çok seviyoruz birbirimizi ama bu aşk değil demişti melek. sonra da gitmişti gülümseyerek. şaşırmıştı. aşk neydi ki o zaman? nasıl bi şeydi aşk. kendini mi kandırmıştı bunca zamandır. ama melek söylediyse doğrudur demişti içinden. aşkı düşündü. meleğin bu aşk değil dediği aşkı. onu her gördüğünde dizlerinin titremesi, kekelemesi, kalbinin ağzından çıkacakmış gibi atması aşk değilse neydi ki aşk. kahve söyledi.