Şimdi Ara

Knight Online Efsanesi

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
10
Cevap
0
Favori
435
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Arkadaşlar mutlaka verilmiştir ama üste çıksında okuyamayanlar okusun die veriyorum

    Not:Siteden alıntıdır

    Bolum I: Karnak'ın Dünyası

    Binlerce yıl önce, zaman sınırı olmayan enerjiler varlık buldu ve kendini birgün hayat olarak telafuz edilecek kumaşa dokudu.

    Bu kumaştan önemsiz bir güç parçası olan bir iplik kendini ayırdı ve tek başına bilinç kazandı.

    Bilinç kazanmış olan Logos bunu kendine hayat yaratmak için aldı. Günlerce , en yüksek dağlar, en derin vadiler, ve masmavi göklerin olduğu ilerideki Carnac dünyasını şekillendirdi . 49 günde kendi büyüsü yoluyla suların kayaları kesmesini sağladı, vadileri su kapladı ve okyanus yaratıldı. Kısa zamanda bu dünya, uzaydan turkuaz bir mücevher gibi sarkan fevkalade bir maviye büründü. Fakat, nehirlerin, okyanusların, ve göllerin muhteşem zekasını tecrübe eden birileri vardı. Logos kayaların ve dağların hayat barındırmadığını öğrendi.

    Topraktan kalan son enerjiyi biçimlendirerek hayatı yarattı. Suda yüzen balıkları yarattı ve bu su için minnettar olan agaçları da balıklar kadar çok sevdi. Daha sonra dünyaya lütufta bulunmak için hayvanları ortaya çıkarttı ve kuşları uçurdu. Ve son olarakta kendine benzerliğiyle insanları yarattı. Onlarda kendisi gibi dünyayı kendi ihtiyaçlarına uygun bir şekilde biçimlendirebilme gücüne sahipti ve ilk insanlar büyük nehirlerin yanına yerleştirildi. Orada gelişmek ve basarılı olmak için herşeye sahiptiler.

    Bir müddet herşey iyi gitti. Şimdi bir tanrı olan Logos özdü .Yarattıkları memnundu ve kendilerine verilen yerde muvaffak oldular.

    Fakat sonunda herşey kötü gitmeye basladı.

    İnsan ırkını kendi şeklinde yaratma acelesindeyken, bir parça toprak kullanılmamış olarak kalmıştı. Bu toprak parçası ,en karanlık vadide ,yüzyıllar boyunca ,güzel birşeye dönüşmek için sırasını bekledi.

    İlk başta sabırlıydı.

    Kendi kendine "Logos'un benim için özel bir planı var" diye düşündü. "Belki hala beni neye dönüştürecegine karar veremedi."

    Ancak her şuurluda olduğu gibi sabrı taştı ve tükendi. Dünyanin ilk kumaşından yapılma ve Logos'un kendi aklından aşılanmıs aklıyla, bu unutulmuş toprak parçasi kendini var etti. Yavaş yavaş kendini dönüştürürken, unutulmanın etkisiyle daha çok nefret doldu.

    Logos bu unutulmuş parçayı hatırladığında, herşey için çok geçti. Kendini Patos olarak adlandıran bir varlık oluşmuştu. Logos'la güç konusunda eşitti fakat onun merhametinden ve kendi benzerini yaratma sevgisinden uzaktı. Onun yerine Logos'un büyük çabalarla yarattıklarını bozmayı arzu etti. İntikam olarak Patos'un ilk hareketi ,Logosun en başından beri hoşlanmamış olduğu değişimdi.

    Bu çalışmaları dört mevsim sürdü, gündüz ve gece, canlı ya da ölü. Logos’un kendi çektiği terkedilme duygusunu ve acısını yaşamasını istediğinden bu Patos için yeterli değildi. Bir avuç kum aldı, her tanesine teshir ederek bunu insanoğlunun istek ve duygu dolu günahı haline dönüstürdü. İnsanoğlunun içine alıp koyduğu her taneyle birlikte, insanlar Logos'a karşı tavır almaya başlamışlardı. Aç gözlülüğü, şehveti, ve üstün gelip yok etme sevgisini öğrendiler.

    Patos'u durdurmaktan aciz Logos ağladı.


    Bolum II:



    Patos'un dünyayı değistirmesinin üstünden epey zaman geçti. Logos'un kendi ebedi zekası için sürekli dünyayı elinde tutma çabası, ölümün yaratılışıyla parçalanmıstı. Kumaş değişmişti, cünkü yaşayanlar ölürse yeni hayat onların yerini alıyordu. Logos'un yaratma gücü vardı fakat yenileme gücü yoktu. Bu arada her ne kadar Patos'un isteği dışında olsa da, ölüm ve yaşam arasındaki farklılık yeni bir varlık oluşturdu. Ölüler tarafından geride bırakılan enerjiden yeniden hayat görevi yeni bir tanrıya düştü. Bu hayat tanrıçası Akara'ydı.

    Dünya ile çok az ilgilenen Logos ve Patos'tan farklı olarak, Akara her canlı ile iletişim halindeydi. Yaşlıların yaşlanıp ölmesini izledi ver yerlerine gençlerin gelmesini sağladı. Dünya'da yaşayan canlıları anlamayı öğrendi. Onların gerçek yaratıcısı olmamasına rağmen, kendisi yaratmış gibi sevdi. Zamanla, Logos'un dahada uzaklaştığını farketti. Logos yarattıklarının değiştirilmesinden doğan acıya katlanamayacağından, onları ihmal etti.

    Akara, "belki bu çocukların yükümlülüğünü ben almalıyım" diye düşündü.

    Kaderde olduğu gibi, onları kendine ait yapma girişimi geri çevrildi. Logos yarattıklarından daha da uzaklaşacağından korktu. Akara'ya sorumluluklarına geri döneceğine söz verdi. Tanrıça, bu sözden tatmin oldu ve bu isteginden simdilik vazgeçti. O ilgilenilen bir dünya istiyordu. Kendisi dahi anlamamış olmasına rağmen, içten içe bu onurun kendisine ait olmasını istedi.

    Logos sözünü yerine getirirken, Patos tekrar ortaya çıktı. O Logos'un ilk yarattıkları olan ,rüzgarı hissettiği ve bulutlara dokunabilmesını sağlayan dağlara zarar vermeye kararlıydı. Rahatlıkla, Carnac'ın özündeki ateşi çagırdı. Daha evvelden beri duran güçler eridi ve dağların zirvesine gelip lav kraterlerini oluşturdu. Logos çok sevdiği dağlarının yok olmasından korkup Patos'u durdurmakta yavas kalmıstı. Patos dağlara darbe vurup her volkana zarar veriyordu. Yok edici güçler akarak önlerine cıkan herşeyi iclerine alıyordu. Ormanlar ve içinde yaşayanlar yok edildi, nehirler hiç birşey kururcasına kaynadı, ve insanlar taş kesildi.

    Akara, nesiller sonra yok edilen ormanların çoğunu yeniledi. Hayvanlar dünya üstünde tekrar dolaşmaya ve nehirler eskisi gibi tekrar akmaya basladı. İnsanlarda kayıplarını tekrar tedarik ettiler. Yeni kuşakların cogu atalarının basından neler geçtiğini bilmiyorlardı. Onlara göre, sessiz dağlar arada bir ateş kusuyordu, yapmaları gereken onların cezbedici büyüsüne karsı ihtiyatlı davranmaktı. Aslında, bir cogu oralara ayak basmak bir yana, oralardan asagıyı Logos'un bir zamanlar yaptıgı gibi şeyretmiyorlardı bile. Bundan dolayı Logos yeniden kendi içine çekildi ve olan bitenle de hiç ilgilenmedi.

    Bu kez Akara, Logos'un üstlenmesının gerektiği görevi almaya kararlıydı. Fakat onun kolayca vazgecmeyecegini bildiğinden, yaşamın iyiliği için zayıf kalpli Logos ve zararli Patos'tan kurtulmak için komplo tasarladı.

    Diger tanrıların bilmediği fakat Akara'nın bildiği bir tanrı daha vardı. Bu tanrı yok etmekten başka birşey bilmeyen Cypher'dı. Bazıları, Cypher'ın Carnac'a kendi metodlarıyla yok etme fikrini yerleştiren Tanrı olduğuna inanirdi. Patos değişimden sorumlu olsa bile, onun doğasında yok etmek yoktu. Şimdiye kadar birçok tarihci bu konu üstünde tartışmaktadır.

    Kendisine Cypher'in bu varlığı söylendikten sonra, Logos sürekli olarak Akara'ya bu yeni tanrı hakkında sorular sormaya basladı.

    "Cypher'in nasıl var olduğunu ben bilmiyorum, fakat birşey kesin o da onun yaratma gücünün olmadıği. O toprağı dağların üstüne öremez, yağmuru kara dönüştüremez ya da bu dünyaya hayat getiremez. Yapabildiği şey en büyük dağı en küçük toz halinde öğütmek, karı buhar yapmak, ve yaşayan herşeyi vurmak. Onun yoketme gücünden başka birşeyi yok. Patos'tan kurtulmak için onun gücüne ihtiyacın var."

    Bunu duyar duymaz, Logos Cypher adli bu tanrıyı aramaya koyulur. Kendi dünyasının eski düzenine döneceğinin hayaliyle tanrıçanın gülüşünü farketmez.

    Karşılaştıklarında, Cypher, Logos'un düşündüğü gibi gücü yansıtan bir obje değildi.Aksine, muhteşemliğinin tersini yansıtıp yorgun ve bitkin gözüküyordu ve diger tanrılarda olan ihtişam onda yoktu. Herşeye rağmen Logos hayat tanrıçasına güvendi ve Cypher'dan bir iyilik istedi.

    Akara'nin Cypher'a daha önce yaklastığını ve kendinden öncekileri yok etme fırsatından bahsettiğinden habersizdi." Patos'u öldürmelisin" diye önerdi, Akara. "Logos, idealist ve zayıf onu zevk için bile öldürebilirsin." Cypher Akara'ya güvendi. Ne de olsa yaşamın saflığı, içinde hiç bir kötülük bulundurmazdı.

    Patos'la karşılaşmanin hazırlıgını sürdürürken, Logos etrafina bulutlar .çizdi. Bulutlardan öyle güzel keskin bir cisim yaptı ki bu o cismin ölümcüllüğünü maskeledi. Onu Cypher'a verdi ve birlikte Patos'un yaşadığı yer olan Carnac'in en derin vadisine gitmek için yola koyuldular.

    Vadinin ağzında durdular. Değişim tanrısının böylesine verimsiz bir yerde yaşaması ilginçti. Yaklastıklarında, Patos gölgelerin arasından dışarı çıktı. Varolan en iyi tahtadan yapılmış bir mızrağı vardı. Bu mızrak bir sakinlik ve hoşluk hissi yayıyordu ve yasama ışık veriyordu, tıpkı sakin bir orman gibi. Böyle bir silahı sadece "biri" yapabilirdi.

    Bu ikisının gelisiyle ilgili olarak Patos'u ziyaret eden bu "biri" sabırla kaçınılmaz olarak düşündüğü şeyi bekliyordu: Logos'un, Patos'un, ve belki biraz şansla Cypher'in sonunu!

    Savaş çok kızışmıştı, Cypher saldırırken mücadelecilerin ağzından bir kelime bile dökülmedi. Patos sadece ayakta durup saldırıları kesiyor ve yapabilirse karşılık vermeye calisiyordu. Logos'ta savaşı izleyip, Patos'un sonunun gelmesi için dua ediyordu.

    Esit güçlü tanrılar, kendilerine avantaj sağlamak için kişisel güçlerine döndüler. Patos, yıldızları ve güneşi silip dünyayi karanliga boğdu. Zaten karanlik vadiyi çok tanimayan Cypher iyice korlesti. Patos, mizragiyla rakibini omzundan yaraladı. Çok kizan tanrı, vadiyi içindeki bütün kayaları aleve vererek yok etmeye basladı. Alevlerin ortaligi aydinlatmasıyla tekrar görmeye basladı.Bu sırada Patos'u yanan ormanin sactiği ışıktan yararlanarak fark etmişti.

    Bu andan yararlanıp ileri atıldı ve Patos'un sol eline şiddetle saldırdı.

    Patos, sanki kanı içinden çekilmiscesine bağırdı. Cypher ve Logos zaferle ona bakarken, Cypher ve Patos'un içinde enteresan birşey olmaya basladı. Dış görünüşlerinde bir değişiklik olmamasına rağmen, onların hayat gücü parcalandı ve birbirlerinin içinde yeniden şekil aldı. Biraz büyüyle, Patos şimdi Cypher'in vücudunda yaşıyordu. Cypher'in özü biraz önce yaraladığı Patos'un bedenindeydi.

    Acı içinde olmasına rağmen Cypher'in ruhu olumun kolayca gelmesini reddetti. Son olarak, mızrağı aldı ve kendi vucuduna, kendinden calininan vucuda sapladı. Kendi dehasını yansitan Patos yoketme Lord'u tarafindan kendine atilan mizraktan kacmadı.

    Cypher olurken Patos oldu. Cypher daha da zayıfladı. Vadi yanarken Logos kacınca daha da yalniz kalmıştı. O sırada anladıki artık onun güçleri yok etmeye yaramiyordu. Fakat biraz cabayla değişimi Patos'un kullandıği gibi kullanabildi. Bütün güçlerini yaralı koluna odakliyarak, önce kanamayı durdurdu. Sonrada kas ve kemiklerini çekerek kaybolan organın yerini tutmasını sağladı.

    Tamamen iyileşip, yeni gücünü bulup herkesin duyacağı şekilde bağırdı: "Yeniden doğdum. Dengim yok. Korkun benden!"

    Gücünü göstermek için Vadiyi paramparça etti, ve taştan olmayan fakat camdan bir abide meydana getirdi. Bu abide her yöne bakan keskin kenarları ile belki güzel değildi, ama gene de değerinden birşey kaybetmemişti. Insanlar, toplu halde gidip tanrıları Cypher'a biat ettiler







  • Bolum III:



    Yaratılış kumaşının hassas bir yapısı vardı. Patos'un ve Cypher kimliğindeki yeni Patos'un getirdiği degisikliklerle, Carnac değişim sinyalleri vermeye basladı. İlk basta, çok önemli olmayan değişimlerdi bunlar. Ciceklerin kokusu yok olmaya, mevsimler tahmin edilemez bir hal almaya, ve o arada bir kahverengi su akmaya basladı. Insanların farkettiği bu şeylere yorumuysa su oldu: "Hiç bir acıklamaya gerek yok, bazen bir şeyler oluverir."

    Bütün bunlar Cypher'in yaptıkları değildi, kendisine göre o yeni buldugu bu oznelerle çok meşguldu. Yıllar sonra, insanoğlu alti büyük kralliga bolundu: savaşcılığıyla ünlü Cole ait Hellsgarem, limanları ve gemileri celikten Buegrant, beyaz şehir Arrdeam, hasadi muhteşemligiyle ünlü olan Planisad, ticaretin merkezi Brisbia, ve en son olarakta bütün bunlardan en uzaktaki El Morad.

    Iste bu zamanlarda, ilginç yaratıklar Carnac'ın her tarafında görünmeye basladılar. Önceleri, onların kurtlar, ayılar veya diger vahşi hayvanlardan olabilecekleri sanildi.

    Ama onlar farklıydı.

    Her gecen yıl farklılıkları daha da büyüdü. Taştan varlıkler, sihir, ve herşeyden kotusu daha önce arkadas olanlar şimdi anime edilmis, yasami kendilerinin anladıği bir ortama dönüştürmeye yani olumu getirmeye calisan cesetler olarak yeniden dünyaya gelmisti.

    Uzun zaman gecmeden, bu cehennemden gelen yaratıkların sayısı öyle çok arttı ki, yüksek duvarların ve savunmacılarınin korudugu insan şehirleri bile onların gücüne boyun eğdi. İlk olarak Planisad düştü ve haliyle yiyecek kaynakları azaldı. Daha sonra Brisbia ve Arrdeam düştü. Güçlü barbar krallık Hellsgarem bile ayakta duramadı. Düşmesine izin vermeyip kendi şehirlerini kendileri yaktılar. Bazı hayatta kalanlar Buegrants'in gemileriyle kendi şehirlerini terk edip, deniz yoluyla El Morad'a kactilar.

    El Morad'in yoneticısı Kral Manes sığınmacıları ön yargı yapmadan aldı. Hali olanlara da orduda yer verildi. Yeni savaşcılar yetistirildi, saldırı baslamadan, malzemeler getirildi, silahlar yapıldı ve zırhlar parlatıldı. El Morad'in vatandasları şehirlerinin dusurulmesine izin vermemeye kararlıydi ve daha önce başka şehirlerden kacıp gelenler bu şehirdekilere tamamen sagdiktilar. Zaten El Morad dusurulurse gidecek başka yerleride yoktu. Bazı olaylarla birlikte, önemsiz El Morad insanoğlunun en son tutundugu güçlü yer olarak kaldı. Eger düşerse insanoğlunun var olusu duracaktı.

    Kazanılan ilk güvenden sonra, saldırılar zaman, sıra, ve düzen gözetmeksizin yapılmaya devam etti. Yedi uzun yıl savaştılar ve yedi uzun yıl Kral Manes cektikleri eziyete karşı sagir kulak ve kor göze dönen tanrılara dua etti. Tarihin onların çektiği eziyeti biraz daha ileriye götürmesine rağmen, kahramanlarımız ilk iki yıl sonrasinda, saldırılara alistilar ve kendilerini gelistirdiler. Basariya gidiyorlardı. Duvarlarınin güvenliginin dışına çıkmaya bile cesaret ettiler. Metal için şehirin arkasındaki dağlara tünel kazdılar. Silahlı birlikleri ormana göndererek tahtalar topladılar. Yiyecek bulmak karşılaştıkları ilk sorun olarak öne çıktıysa da, nüfusu dağ içlerine ve yer altına kaydırarak yeterli ölçüde ekip biçilecek arazi elde ettiler.

    Üçüncü yıl, yetenekli ve tecrübeli savaşcılar bu canavarları avlamaya basladılar. Küçük sayılar halinde seyahat eden bu birlikler (partiler) zayıf yaratıkları ve diğerlerinden çok ayrı kalmış canavarları bulup öldürdüler. Bu savaşcılar geriye macera ve ihtişamin hikayelerini getirdiler. Daha sonra bu birlikler (partiler) kendilerini organize ederek Pianna Şovalyeler'ine(Pianna Knights) dönüştüler. El Morad'dan ayrı yaşadılar ve hayatlarını işlerine adadılar. Hatta iclerinden bazıları sihir ve iyileştirme sanatlarını öğrendiler. Insanlar olumlu olunca unutulmus olan sanatlardı bunlar.

    Yedinci yılın son gecesi, siradışı birşey oldu. El Morad üstüne kırmızı yağmurlar yağmaya basladı. Yeşil bir sis bulutu yakınlaştı. Yıllar sonra ilk defa bir alarm verildi, herkes kapılara koştu ve bir çok kişi korkuyordu.

    Kral Manes onu kimin dinlediğinden habersiz dua etti. Bu kez ona cevap veren Cypher olmuştu.

    Kral Manes "Çok uzun süredir dua ettiğim sendin. Neden şimdi cevap veriyorsun?" diye sordu. Tanrılar su ana kadar hiç cevap vermemişlerdi ve birçok kişi varlıklarından şüphe duymaya başlamıştı.

    "Gerek yoktu" diye bir cevap geldi.

    "Hergün bir insanım ölüyor, bundan daha büyük bir gerekçe mi var?"

    "Gerek yoktu"

    Kurtuluşu görmek için kararlı olan kral, "senin herşeye gücün var, herşey düzene girecek, bizler senin hizmetkarlarınız" dedi.

    "Hizmetkarlar doğan sonuclardan muaf değildir. Bugün kendimi size gösteriyorum, son yakındır. Bu yoketmeyi ben istemedim, benim gücüm bunu başlattı ve bunu itiraf etmek beni mutlu ediyor."

    Kral kızarak "Sen bir tanrı olabilirsin Cypher, fakat kimsenin moralimizi bozmasına izin vermeyecegiz!" dedi. Kral ayaga kalktı ve kılıçını cekerek sesin geldiği yone doğru yükseltti. "Eger bize yardım etmeyeceksen, sonumuza beraber gideriz!" dedi.

    Fakat Cypher o sırada zaten gitmisti.


    --------------------------------------------------------------------------------

    Bolum II: Pianna Şovalyelerinin Hikayesi

    Bir meclis üyesi terini silerek "Yapabilecek birşeyler olması lazım" dedi. Bu arada başka biride esnememek için kendini zor tutuyordu. Cypher göründüğünden beri bir gün olmak üzeriydi ve bütün lord ve liderler bu konuyu bir gece öncesinden beridir tartışıyorlardı.

    Planisadian Lord'larından biri ayaga kalktı ve yaklaşan yeşil sisten kurtulma niyetini yineledi. Keşifcilerden hiç kimse geri dönmedi ve o ilk olarak bunun bir kurtuluş sesi olduğuna inandi, fakat sonra tekrardan durumu degerlendirdi. Herkesin buna inanması günler sürerdi ve zaman zaten kısalmaya başlamıştı.

    Fazlaca cesaretli Erenion "Hayır, burda kalıp savaşıp, Cypher'i öldürürüz ve tekrardan eski iyi halimize döneriz" dedi. Elini yayına kaydirdi ve az daha kadehini doldurmakta olan yorgun hizmetkarı yere indiriyordu. "Yeterince kaçtık!"

    Mecliste gürültü vardı, bu ilk defa birinin önerdiği birşey değildi ve tek çözüm olduğunu herkesin bilmesine rağmen, bir tanrıyla savaşmaya isteksizdiler. Biri "deli misiniz? Cypher bir tanrıdır!" diye bağırdı.

    "Burda kalacağız fakat savaşmayacağız."

    Oda sessizlige büründü. Kalıp savaşmamak nasıl olurdu? O zaman ne yapılması gerekirdi? Sadece ölmek mi? Bazıları kralın bazı şeyleri hissedebildiğini düşündüç Birçok kişinin majestelerinin tanrı Cypher'la konustuguna inanmak için ikna edilmeleri gerekiyordu.

    "Pianna Şovalyelerini gönderin."

    ~

    Pianna Şovalyeleri, bütün nüfusun tezahüratları arasında kale kapılarına doğru girdiler. Efsanevi kahramanlar burdaydı iste, onların hepsini kurtarabilecek olanlar. Yeni yapılmış zırhları ve parlatılmış kılıçlarını kuşanmış olarak hikaye kıtabı kahramanları gibi gözüktüler. Onları gören hiç kimse yenilebileceklerini düşünemezdi.

    Iki yüz kadar güçlü asker Cypher'i aramaya koyuldular. Efsane onun yüzyıllar önce camdan bir abide yaptığını ve onun yanında yasadığını, ilk takipçilerinin onun hizmetkarlıgını yaptığını söylüyordu.

    Sadece çocuklara anlatılan hikayeler rehberliginde, Pianna Şovalyeleri el değmemiş arazilere girdiler ve şu anda harabeye dönmüş olan en capraşık insan yerleşiminden daha öteye gittiler. Ormanda hangi yaratıkla karşılaştılarsa öldürdüler fakat onlar sayıca çok az ve birbirlerinden uzaktı. Sanki birbirlerinden uzağa serpiştirilmiş gibiydiler.

    Bir gece yorgunluktan bitkin düştüler ve her biri uyuya kaldı.

    Insanların olduğu vadinin yanındaki yerlerin hayalini kurdular. Ve ilk olarak, yarı bilinçli halleri onları memnun etti çünkü varış noktasına geldiklerini düşünüyorlardı. Fakat rüyaları yakınlaştıkca, insanların yüzündeki ümitsizligi gördüler, bir parça bile mutluluktan yoksun, ruhen ne kadar yorgun olduklarına baktilar. Burasi baris dolu bir yer olduğu için anlayamadılar, Çok karisik olmayan gok kusagi cenneti yükseldiğinde bir isik abidenin camina carpti. Ne olduğunu kavradılar, Cypher'in magarası buradaydı ve insanlar onun taparcasına sevenleri değil sadece köleleriydi. Onların bilinçi abideye doğru dondu. Bu abide sanki isik yokmus gibi onu emen kara bir tastan bir yapiydi. Daha yakına sürüklendiler, ancak yapiya yaklastiklarında, onlara bir elden çok testere gibi görünen şey görüşlerini engelledi.

    Rüya sona erdi fakat sabaha kadar kimildamadılar.

    Pianna Şovalyeleri gördüklerini sorun etmediler ve kararlılikları hiç azalmadı. Fakat onların bilgisi artık limitsizdi. Sanki biliyormuşcasına batıya doğru gidiyorlardı. Akıllarında ve kalplerinde çoktan beri unutulmus duayı tekrar ediyorlardı.

    Biz senin çocuklarınız,
    Çoktan beri unutulsakta,
    Bizi terk etme.

    Batıya doğru rüzgar gibi atlarını sürdüler. Günlerce atlarının üstünde; ne onlar ne de atlar aclik ya da yorgunluk hissetti. Günlerce yol katettikten sonra birşey gördüler. Bir abide, tıpkı bir elmas gibi çok uzaklardan parildiyordu. Rüyalarında bunu görmus olsalar bile, gene de bu muhteşemlige önceden hazir değillerdi. Atlarından bir tanesının kişnemesiyle ilk şaskınlığı üzerlerinden atıp tekrar yollarına devam ettiler.

    Ertesi gunun sabahında, gecısı olmayan bir engelin yollarına ciktiğini farkettiler ve abideye ulasmalarına çok az kalmıştı. Ileride hiç birşey görünmüyordu ve atlar bu görünmeyen cizginin ötesine geçmek istemediler. Bazı şovalyeler atları ilerlemeleri için zorlamalarına rağmen bu çabalarında başarısız oldular. Yaklaştıkca, o bölgeye geçiş tutkuları sanki kaybolmus gibiydi.

    Öğleye kadar kimse ilerleyememişti fakat arazide bir değişim başlıyordu. Onları saran orman ve çimen sanki gördükleri bir hayalmiş gibi yok oluverdi. Yer çok cabuk bir şekilde kupkuru oldu ve çatlamaya başladı. Bir anda üstünde oldukları yer yarıldı ve hepsi içine düştü. Bu düşmeyle birlikte bir çok kişi yaralandı ve bazıları da oldu. Hayatta kalan şovalyeler kendilerini bir anda daha önce carpıştıkları bütün canavarların arasında buldular. Hatta şovalyeler hiç görmedikleri bazı canavarlarla bile karşı karşıya kalmıştı.

    Cypher ayakta dururken neredeyse yukarıdaki sarkıtlara değicekmis gibi duruyordu. Onu hiç tanımasalar bile aradıkları varlıkla karşı karşıya olduklarınin bilincine varmışlardı.

    Bir işaretle Pianna Şovalyeleri kendilerini her yönden kuşatılmış buldular. Kalkanlardan bir çember oluşturacak şekilde hizalandılar ve yaralıları ve iyileştiricileri (healers) korumak için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Şovalyeler savaşta çok yetenekliydi. Sadece bir kardeşleri kayıp verirken düşman on kayıp veriyordu. Fakat savaş onları iyice yorduktan sonra, sayıları ciddi bir şekilde azalmıştı. Zaten düşman saldırıları da duracağa benzemiyordu.

    Şovalyelerin sayısı elliden daha da azaldığında, canavarlar kuşatmayı durdurdu. Geri çekildiler ve Cypher ileri geldi. İlk defa onu bu kadar yakından görünce şovalyeler Cyper'in kim olduğunun farkına vardılar. Devasa şeklinin yanında, sadece yaşlı birinden biraz daha iyi gözüküyordu. Bekledikleri o hiddetli tanrı karşılarında değildi.

    Alay edermişcesine, "Pianna Şovalyeleri hoşgeldiniz. Yoruldunuz galiba" dedi.

    Şovalyeler cevap vermediler. Onun yerine kılıcı çekili olanlar bir hedef seçip kılıçlarını bu hedefe sapladılar. Sihir sanatını kullanabilenler güçlerini açığa çıkartıp ates ve yıldırımla önlerine kim çıkarsa saldırdı. Saldırı çok acımasızdı ve Cypher, bir kaç yüz canavarın ölümünü sadece izleyebilmekle yetiniyordu. Şovalyeler verdikleri kayıplara rağmen artık herşey tamamen bitmemişti. Önlerine çıkabilecek tek bir yaratık kalmamıştı. Hala yaşayan canavarlar feci bir şekilde kan kaybediyorlardı. Şovalyeler Cypher'ı cevreledi. Bir tanrıyı sırf fiziksel güçleri ve bildikleri yetersiz buyulerle yenmek imkansızdı. Cypher bunu bildiğinden dolayı korkmuyordu. Daha önceden olen ya da yaralanan şovalyeler hareket etmeye başlamıştı. Tekrardan ayaga kalkabileceklerdi fakat kimseyi eskisi gibi kardeş ya da arkadas olarak görmeyeceklerdi.

    İlk zombiler sertleşmis parmaklarını düşmüş olan kılıçlarına yaklastırırken, ateşten kelimeler yaşayan şovalyelerin aklını yakıyordu. Sebebini bilmeden, daha önce tekrarladıkları duayı söylemeye basladılar.

    Biz senin çocuklarınız,
    Çoktan unutulsakta,
    Bizi terk etme.

    Olup tekrar aya kalkanların sayısı artıyor ve silahlarıni kuşanıyorlardı. Pianna Şovalyeleri hayatlarında hiç bir zaman böylesine korkuyu ve umudu aynı anda hissetmediler. Ve devam ettiler.

    Biz senin çocuklarınız,
    Çoktan unutulsakta,
    Bizi terk etme.

    Bu kelimelerin sesi magarada daha da siddetlenerek yankilaniyor, eski duvarlarda tekrar duyuluyor ve sarkıtları sallandırıyordu. Bu dualar devam etti.

    Seninle tekrardan birlikteyiz,
    Bizi duyabilirsin,
    Yalvarisimizi dinle.

    Cypher onların acınası duasını önemsemedi ve üzerlerine güçlerini tekrar atesledi. Magaranın tavanı kahramanların başına çökmeye başlamış ve bir çok kişi düşen granitler yüzünden hayatını kaybetmişti. Şovalyeler tereddüte düşmüşlerdi.

    Bu son,
    Geri dönmek istiyoruz,
    Evinde bizi memnuniyetle karşıla.

    Cennetlerden gelen bir isik yıldırım gibi çarptı. Yaratıcı Logos, geçmişten gelecege, nesilden nesile aktarilan kurtuluş dualarıyla güçlenmiş muhteşem okundan yayılan enerji sayesinde bir şimsek yaratti. Bu şimsek bulutları ve magaranın tavanını delerek geçti ve korkmus olan Cypher'ı omuzundan vurdu. Logos’u kutsamayan herkesi kör edebilecek bir ışıldamayla, Cypher yok edilmişti. O ise sadece intikam için son çığlığıyla duvarları titretebildi.

    "Bana acı çektiren herkes benim siyah kanımla lanetlenecektir."

    O anda Cypher’in haykırışını bastıran çok net ve sevgi ile dolu başka bir ses daha duyuldu;

    "Evinize hoşgeldiniz."





    Bolum IV: Cypher'in Laneti



    Cyper'ın aldığı yenilgiyle birlikte,yeşil bulut yükseldi ve zafer sarhoşu Pianna şovalyeleri, El Morad'in tumunu bulmak ve kendilerinin dönüşünü bekleyen kutlamalar için eve doğru ilerlediler. Yedi sene gibi uzun süren bir savaş insanoğlunun zaferiyle sonuclanmıştı. Serüvenlerinin hikayeleri hızlıca El Morad'in insanları arasında yayıldı ve çok kısa bir süre de tanrı Logos'a adanan tapınaklar inşaa edildi.

    Hüküm süren barisla birlikte insanlar şehir disinda risk almaya basladılar.İlk olarak bir zamanlar onları koruyan hasarlı duvarlar ve siperlerin hemen ötesinde küçük çiftlikler belirmeye basladı. Sonra her türden ekin yetiştiren tarlalar ve tarımı destekleyen köyler boylu boyunca hızla coğalmaya başladı.

    Tanrı Logos'un kutsaması ile hepside basarıyla gelişti. Fakat baris El Morad'in topraklarında çok uzun sürmedi

    Zaman ilerledi ve El Morad'in topraklarında yeni bir hayata başlayan şovalyeler Cypher in siyah kanini tasıyan çocuklar dünyaya getirdiler.Sıyah kanin icerisindeki şeytan insanlar arasında hastaliga yol acti ve bela kisa sürede kralligi sardi.Insanlar bu hastaligin sebebini öğrendiklerinde ofkeliydiler.bazı çocuklar vahşi hayatin içine burakıldilar .Bazılarıda karanligin içinde ve lağımlarda ,insanların gözünden uzak yasamaya zorlandı.İnsanlar bu lanetli ,orc işaretleriyle doğan çocuklara Tuarek'ler (Tuareks) adını verdi.

    El morad’ın papazları (priests) Tuarek'leri tuttu ve onları şeytani işaretlerinden arindirdi.Hiçbir şansları olmayan Tuarekler,El morad da esir olarak yaşamayla yetinmek zorunda kaldılar.

    Kisa sürede Tuarekslerin arasından bir lider ortaya çıktı ve onları korkusuz ve utanmasızca el değmemis vahşi bölgelere yönlerdirdi . Onlara dovusme tekniklerini ve bu ortamda hayatta kalma yollarıni ogretti. Bu kisının adi, kahraman ve Tuarek in ruhsal lideri olan Zignon idi.Zignon şeytani yandaslarına kuzeyi gösterek liderlik etti.Yol boyunca Patoslardan kalan askerler ve kendilerini kovalayan El Morad asker leriyle sik sik savaşmak zorunda kaldılar.Üç yıl boyunca açliktan olerek ve soguktan kirilarak zignon u vahşi topraklara doğru izlediler ve dünyanin sonu olarak söylenen Eslant dağını geçtiler. Dağın üzerindeki düzlüğün üzerindeki yer Luferson Kalesi idi ve bu yer Cyperin yıkımına başlanan yerle aynı idi. El Morad askerlerine karşı güvenli olduğu için Zignon Kralligini Luferson kalesının etrafinda kurdu.Kralligina Karus un ülkesi adini verdi.

    Fakat birçok Tuarek'in şeytani işaretleri El Moradın papazi tarafından ellerinden alındığı için sert buzlarla kaplı arazilerde yasamak için çok zayıf kaldılar. Bir çok Tuarek sert iklim kosullarına dayanamadıkları için oldu ve onları bu topraklara yönlendirdiği için Zignona kızmaya basladılar.Zignon Turekler'i kurtarması için Logos a dualar etti fakat Logos yanit vermedi.Her nasılsa tanrı Diaz kendisine dua edenlere cevap verdi.

    Buna bağlı olarak Zignon ruhunu ,insanları adına Diaz'a satti ve sehrin ortasina kötülüğe adanan bir tapınak kurdu. Kendisine kötülüğün kurban edilmesi emir verildi. Bu da eski zamanlardan kalan bir labirentin hakimi , Görgon'un kafasıydı. Zignon elindeki en güçlü savaşcısı olan Kukleen'i Görgon'un kafasını kesmesi ve Luferson kalesine getirmesi için kıtanın batıdaki en son noktasi olan Kukleen'a gonderdi. Kafa tapinaga yerlestirildikten hemen sonra güçlü şeytani kuvvetler kaleden akmaya başladı ve Tuarekler'in bedenlerinden alınan kötülük işaretleri geri geldi.

    Öncesinden daha güçlü olan Tuarek'ler kıta boyunca yayılmaya ve El Morad'i bir kez daha tehtid etmeye basladı. İmparatorlugun 492inci yılı içinde ,El Morad karus a karşı bir savaş ve onun şeytani güçlerinin daha fazla yayılmasını önlemek için ,şehrin ortasina tapınak insaa etti ve gruplar dolusu şovalyeleri organize ederek Karus a karşı savaş ilan etti.

    Karşı onlem olarak Zignon,El morad'ı devirmek ve gecmişteki kötü muamele ile zulumün öcü için yemin etti. Savaş, arazi için değil yasamak için 200 yıl surdu.

    Böylelikle sonsuz savaş başlamıştı...




  • ben bunu okumuştumda bu karus orc magelerin hastalığı ne tam olarak ne kız ne erkek onlar başka bir yerden orclaramı karışmışlar
  • OHH VALLA MAŞALLAH.KİTAP OLSAYMIŞ BARİ
  • Sitede wardı aslında ama olsun emeğe saygı göstermek lazım eywallah kardeş
  • bu hıkayenın vıdeosu varmıs ama nerde bılmıorum bu arada lınk yazsa ıdın daha ıyı olurdu cunku knıght onlıne resmı sıtesınde var
  • kufur serbest galiba ?
  • >>



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi TheAssasian -- 17 Ağustos 2006; 17:12:57 >
  • Konuyla alakalı mı bilmiom ama edana da bizim orclar gene savaşı kaybetmişlerdi işgaldeydi insanlar.Sağda reffrugees die (yazılışını tam hatırlamıom yanlış olabilir)yeşilcik yaratıklar vardı kalye doru falan yürüolardı insanlarda tuzak kurmuşlar(ilk savaş olduğundan afal afal bakınıoz o kaleye gelen adamlara) herneyse biz bakarken bunlar bir dalsın devamını siz düşününYnai anlatmak istediğim yakında bu hikayeden neler gerçek olcak (örnek patos)

    edit:yazım hatası



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ryso -- 17 Ağustos 2006; 17:10:28 >




  • fena deil refugee geyigi
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.