“X konudaki Kur’anî olan nedir?” sorusu için, mekân-zamanın olanakları çerçevesinde bir yanıt veren kişi, verdiği yanıtın üst-bir-dile ait olduğunu iddia edemez. İbn Heysem’in dediği gibi, böyle bir iddia bırakınız dinî uzayı, somut maddî dünyanın nesne-alanı için geliştirilen ilmî kuramlarda bile geçerli değildir.
Şimdiye değin söylenilenlerden, gelenekselciler ile modernistler arasında orta-bir-yol teklif edildiği çıkarılmamalıdır. Kanımca, genellikle, orta-yol teklifleri sahtekârlık, hafif bir deyişle, tembelliktir. Teklif edilen, tarihî sürekliliktir; geçmişi, şimdisi ve yarını olan, bir arayış, bir akış, bir inşâ ediştir; İbn Nefis’in dediği gibi, ne eski, eski olduğu ne de yeni, yeni olduğu için bizâtihi değerli olmaz; yalnızca hakikat ve hayra ne kadar denk düştüğü, bir düşünce ve eylemi değerli kılar. Ne acıdır ki, günümüz Türkiye’sindeki dinî hassasiyeti yüksek kesimler, muhafazakârlar, İslâmcılar, milliyetçiler, -ne denirse denilsin-, tarihlerini yüklenmek için bırakınız bir perspektife sahip olmayı, sahih bir niyet ve donanıma, hatta etik bir tavra bile çoğun sahip değiller. Son söz: Müslümanları sevemeyenler, İslâmcılığa sığınırlar.