Şimdi Ara

mutasyon lar tamamen zararlıdır (8. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
161
Cevap
1
Favori
4.282
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: enomeno35

    quote:

    Orijinalden alıntı: love_62127

    quote:

    Orijinalden alıntı: enomeno35

    quote:

    Orijinalden alıntı: love_62127

    arkadaşlar mutasyon konusundaki yazıyı anlamayan arkadaşlar size daha detaylı bir makale atıyorum
    Darwinistler, canlıların tesadüfi mutasyonlar sonucu evrimleştiklerini ve kör ve şuursuz mutasyonların şu an yeryüzünde gördüğümüz muhteşem canlı çeşitliliğini meydana getirdiğini iddia ederler.

    Bu iddia ciddi bir mantık hezimetidir.

    Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar, bozulmalar ve yer değiştirmelerdir. MUTASYONLAR %99 ORANINDA ORGANİZMAYA ZARAR VERİRLER. %1 oranında etkisizdirler. Herhangi bir organizmaya FAYDA SAĞLAMIŞ HERHANGİ BİR MUTASYON TESPİT EDİLMEMİŞTİR. Dahası,


    Darwinistlerin iddiasına göre, mutasyon, vücudun her yerinde orantılı ve birbirine uyumlu değişiklikler yapmak zorundadır.
    Örneğin evrimcilerin iddiasına göre rastgele mutasyonlarla sağ tarafta iddia ettikleri şekilde kulak oluştuysa, sol tarafta da rastgele mutasyonların aynı simetride aynı şekilde duyan, aynı özelliklere sahip ikinci bir kulağın oluşturması gerekir. Örs, çekiç, üzengi her birinin aynı şekilde mükemmel olarak eşit şekilde meydana gelmesi gerekir.
    Rastgele mutasyonların kalp kapakçıklarını iki tarafta da aynı şekilde oluşturması gerekir. Darwinistlerin iddiasına göre mutlaka mutasyonların bütün kapakçıkları, kulakçıkları eşit uyumda, hatasız, tam yerli yerinde ve aynı anda meydana getirmesi gerekir. Vücudun her bir organında bunun bu şekilde olması gerekir.
    Yoksa büyük çelişkiler olur, bir kulağı ters, bir dişi farklı, tek gözü alnında tek gözü burunda garip yapıların meydana gelmesi gerekir. Canlılıkta böyle bir dengesizlik olmadığına göre, Darwinistlerin iddiasına göre mutasyonların her şeyi simetrik ve uyumlu şekilde meydana getirmesi geremektedir.
    Fakat % 99’u zararlı, %1’i etkisiz mutasyonların faydalı olması; akılcı, uyumlu, simetrik, organları aynı anda meydana getirebilmeleri imkansızdır.
    Mutasyonlar düzgün bir yapıya adeta makinalı tüfekle ateş etmek gibidir. Sağlam bir şeyin üzerine ateş açılması o yapıyı tamamen ortadan kaldırır. Tek bir tanesinin etkisiz kalması veya vücuttaki mevcut bir enfeksiyonu yakarak iyileştirmesi bir şeyi değiştirmemektedir. Organizma zaten kendisine isabet eden 99 mermi ile yerle bir olmuştur.

    http://www.youtube.com/watch?v=gVENaIRB1b4

    Okurken ağlayayım mı güleyim mi gerçekten kararsız kaldım. Bu düşünme yapısına nereden, nasıl varabiliyorsunuz bilmiyorum; ama bildiğim tek şey sizin bu paragrafı dünyanın HERHANGİ biryerindeki bir bilim ekolünde okusanız sizi orada taşlayacaklarıdır. Bu insanları cahil yerine koyup saçma sapan belirsizliklerinizi insanlara empoze ettirmeye çalışıyor, düşünmelerini engelliyorsunuz. Siz hiç mi biyoloji görmediniz? Yani gerçekten şaşıp kalıyorum şu mantığa;

    " Mutasyonlar yararlı değil zararlıdır, mutasyon olunca canlının 1 gözü sırtında çıkıyor hani bunun neresi yararlı"

    Yani bu dibi herhalde mantıksızlığın.

    Dünyada birtek siz ve sizin ömür sınırınızda yaşayan canlılar yok. Canlılar yaşadıkları mutasyonlar sonucu eğer yaşadıklara uyum sağlayamazlar ise ölürler. Ölen canlı beraberinde gelecek mutasyonlu nesilini de beraberinde götürür gittiği yere. Eğer mutasyon yararlı ise canlı genini beraberinde yeni nesile sürükler.

    Hayır siz mutasyonlara neden bu kadar katısınız ki? Biyoloji sizin gibi at gözlükleri ile bakanların işi değil kusura bakmayın. Çıkın doğaya, biraz anlamaya çalışın. Herşey sizin düşünebileceğiniz kadar kolay değil. Eğer mutasyonların hepsinin zararlı olduğunu düşünüyorsanız; çekirdeksiz portakal yemeyin. Löp löp yiyorsunuz portakalları.

    ya kardeş delilş getir delil bir tane delilin yok bilader yapma ya anca laf yapıyon eleştiri yapıyosun evrim varsa kardeşim benim bu canlıların hiç değişmediğini gösteren hep aynı olduğunu gösteren fosil sergileri ne oluyor hemde heryere açılıyor ya yapma kardeş proteinin nasıl oluştuğunu bile açıklayamıyolar


    - TEK BİR PROTEİNİN BİLE TESADÜFEN OLUŞMA İHTİMALİ SIFIRDIR
    Hücrenin alt parçaları olan proteinlerin dahi herbiri son derece kompleks yapılardır ve aralarında olağanüstü bir organizasyon, mükemmel bir planlama bulunmaktadır. Herbir protein, insan vücudunda çok hayati görevler üstlenmektedir; üretimi, işlevleri ve tasarımı ile insanda hayranlık uyandıracak kadar çok detaya sahiptir. Böyle yapıların, cansız ve şuursuz atomların tesadüfen biraraya gelip, kusursuz bir organizasyon, iş bölümü ve son derece kompleks yapılar meydana getirmesiyle ortaya çıktıklarını iddia etmek son derece mantıksızdır.
    Proteinleri oluşturan amino asitler 20 farklı türdedirler ve yalnızca belirli bir sıra ile dizilirlerse proteinleri oluşturabilirler. Bu belirli dizilimin tesadüf sonucu ortaya çıkma ihtimali "sıfır" dır. Örneğin 400 amino asitin belli bir sırayla dizilme ihtimali 10 üzeri 520'de bir ihtimaldir.
    Proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyeceği gerçeği en koyu evrimciler tarafından bile kabul edilmektedir. Örneğin moleküler evrim teorisinin babası sayılan Rus bilim adamı Alexander Oparin "Proteinlerin yapısını inceleyenler için bu maddelerin kendiliklerinden biraraya gelmiş olmaları, Romalı şair Virgil'in ünlü Aeneid şiirinin etrafa saçılmış harflerden rastgele meydana gelmiş olması kadar ihtimal dışı gözükmektedir" demiştir. 21
    Proteinlerin oluşabilmesi için tek gerekli şart amino asitlerin uygun dizili değildir. Bunun yanında pek çok gereklilik daha vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
    - Proteinlerin en küçüklerinin oluşabilmesi için dahi yüzlerce amino asit belli sayıda, uygun çeşitte ve özel bir sıralamada dizilmelidir,
    - Tek bir amino asitin fazla, eksik ya da yerinin farklı olması o proteini işlevsiz hale getirir,
    - Bir proteinde bulunan amino asitlerin yalnızca sol-elli olanlardan oluşması gerekir, tek bir sağ-elli amino asitin araya karışması bile o proteini işe yaramaz hale getirir,
    - Amino asitlerin aralarında yalnızca peptid bağı denen özel bir kimyasal bağla bağlanması gerekir, diğer kimyasal bağlar proteinin yapısını bozar,
    - Proteine işlevini kazandıran unsur onun üç boyutlu yapısıdır. Bu üç boyutlu yapı çoğu zaman hücre içindeki ribozomda protein sentezi yapılırken, özel enzimlerin yardımıyla gerçekleşir, bu yapı birçok protein çeşidinde kendi kendine oluşamaz. Dolayısıyla ilk işe yarar protein oluşurken, çok önceden başka enzimlerin de zaten doğada bulunması gerekir, ki bu bile evrim teorisinin geçersizliğini tek başına gösterir.
    Yukarıda sayılan koşulların tek bir tanesinin bile kendi kendine tesadüfler sonucu gerçekleşmesi olasılık hesaplarına göre de imkansızdır. Örneğin bilimadamları 500 amino asitten oluşan bir proteinin (binlerce amino asitten oluşan proteinler de mevcuttur) tesadüfen oluşma ihtimalini hesaplamışlar ve şöyle bir sonuca varmışlardır:
    1. Amino asitlerin uygun dizilme ihtimali: 10 üzeri 650’de 1 ihtimal
    2. Amino asitlerin sol-elli olma ihtimali: 10 üzeri 150’de 1 ihtimal
    3. Amino asitlerin aralarında "peptid bağı" ile bağlanmaları ihtimali: 10 üzeri 150’de 1 ihtimal
    Toplam ihtimal: 10 üzeri 950’de 1 ihtimal
    İstatistik biliminde 10 üzeri 50’de 1’den küçük ihtimaller pratikte sıfır kabul edilir.

    fosillere gelince heryer fosil sergileri oldu artık kaçacak yeriniz kalmadı kardeş canlılar şimdi neyse 200 milyon önce 100 milyon öncede aynıydı yani evrim yok fosil sergilerine gelelim şimdi linkler geliyor kardeş yakala

    Istanbul Taksim Metro Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=zEEY6YWO-qs

    Trabzon Şehir Meydanı Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=7XUO1iZBigw

    Adapazarı, Ada Center AVM'de fosil sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=j4bvVCca1fA

    Marmara Universitesi Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=xq2RmsTkJAo


    Antalya 5M Migros't Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=ZPrXOQgn8-o


    TOKAT FOSİL SERGİSİ - SRT HABER ROPÖRTAJIhttp://www.youtube.com/watch?v=CaamTyGtUhM


    TAKSİM METRO FOSİL SERGİSİ - 2012http://www.youtube.com/watch?v=mWSkQwwAmGg



    Esenköy'de (Yalova) Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=7PdEa74Wvoo



    İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ FOSİL SERGİSİ VE KONFEANSI 27.3.2012http://www.youtube.com/watch?v=4wLAdKzqvP0


    stanbul, Üsküdar'da düzenlenen fosil sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=XQVY6zDZZdw



    Kayseri Park AVM'de düzenlenen fosil sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=EewRw6xIjU0


    Rize İsmail Kahraman KM Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=EXyeIGn5HG8


    İzmir Özdilek AVM'de fosil sergisi düzenlendihttp://www.youtube.com/watch?v=M-oMPtV4DBI




    Bilimde tesadüf yoktur. Bilimin Türkiye' deki tanımına göre din öğretmenleri "ben bilim insanıyım"; ilahiyatçılar "ben bilim ile uğraşıyorum" diyebiliyor. Bilim laboratuvar veya bilim sahalarında yapılır ve tekrarlanabilir. Bilimde tesadüf değil, olasılıklar vardır. İnsanlar hergün farklı özellikler elde etmezler. Değişim; zaman alan bir süreçtir ve pat diye oluşmaz.

    Sen nasıl bir kanıt istiyorsun ki? Onlarca; binlerce kanıt var ve siz inançlarınız dolayısı ile bunları görmeyi reddediyorsunuz. Bence inanç bunu bu şekilde yapmanıza zorlamıyor sizi. Siz reddediyorsunuz. Ayaklarınıza bakın. Başparmaktan serçe parmağınıza giderken bir kavis var ve aynı şekilde serçe parmağımız geçmiş yıllara nazaran gitgide küçülüyor. Bu, serçe parmağımızı kullanmamamızdan ve aşırı sıkıştırmaktan kaynaklanıyor olabilir. Bu örneği ayaklarıma bakınca kurdum.

    Ben siz nasıl bir kanıt istiyorsunuz onu anlamıyorum. Biyolojide her alan kimya ve fizik gibi değildir ki. Bir insan birşeyi savunurken hep kanıt mı arar? Siz kanıt sunuyor musunuz?İnsan yorum yapabilmek için hep kitaba mı ihtiyaç duyar?

    Bu arada ben de sayfalarca makale sunabilirim size. Tartışmamız sizin yaratmaya çalıştığınız gibi(?) sıkıcı olmasın diye özet bilgilerimden bişeyler sunmaya çalışıyorum. Özet bilgiler ile yazışır isek daha hoş bir tartışma geçebilir. Evet; bu daha iyi olabilir.

    canım kardeşim iyice güldüm yapma ya o nasıl bir bilim kurguydu ya n asıl bir delil ya




  • quote:

    Orijinalden alıntı: faaty


    quote:

    Orijinalden alıntı: MechE-15

    quote:

    Orijinalden alıntı: faaty

    @meche ben de aynen senin gibi dusunuyorum. Bahsettigin gucler para karsiligi hy tayfasini kullaniyor ve insanlari kandiriyor :) evrim bilimdir, evrim karsitligi siyasettir. Aynen senin verdigin orneklerin bilimle alakali degil siyasetle alakali olmasi gibi

    Bahsettiğimiz güç evrim karşıtlarında değil ama
    Düşün yani avrupa birliği evrim fonu diye bir şey duydum ben
    Pardon tam olarak şöyle geçiyormuş;European Society of Evolutionary Biology – ESEB


    Bahsettigim guc tabiki evrim karsitlarinda. Evrim karsitlari hy gibi gizemli bir adami paraya boguyor, ab evrim fonu gibi seffaf bir kurum kurar mi hic? Abddeki guc odaklari olan evanjelist ve yahudiler evrim taraftari mi karsiti mi bir dusunun derim :)

    Tevrata şöyle birgöz gezdirmeni isterim




  • http://www.scribd.com/doc/91081206/Backeljau-2011-Acoreana-Sup-7-241

    Thierry Backeljau
    Belçika Doğa Bilimleri Kraliyet Enstitüsü, Omurgasızlar Bölümü ve Ortak Deneysel Moleküler Birimi (JEMU). Antwerp Üniversitesi Evrimsel Ekoloji Grubu.

    Kurt Jordaens
    Orta Afrika Kraliyet Müzesi, Zooloji Bölümü ve Ortak Deneysel Moleküler Birimi (JEMU). Antwerp Üniversitesi Evrimsel Ekoloji Grubu.
    Antonio M. de Frias Martins
    Azorlar Üniversitesi, Azorlar Biyolojisi Bölümü, CIBIO-Açores, Biyoçeşitlilik ve Genetik Kaynaklar Araştırma Merkezi.


    Biyolojik çeşitliliği betimleyişin ve sınıflandırışın hem kuramı hem uygulaması olan taksonomi (Bromham, 2008; Schuh & Brower, 2009; Hawksworth, 2010), çoğunlukla, tehdit altında bulunan bir araştırma disiplini olarak algılanır; bilimsel ilgi alanının ve geçerliliğinin dar kapsamlı olduğu, hatta daha kötüsü, bilimsel zemininin kısıtlı olduğu düşünülür (Vernon, 1993; Agnarsson & Kunter, 2007). Pek çok eleştiriden biri olan bu sonuncu savın nedeni, biyoçeşitlilik ölçümünde temel bir birimin olmayışıdır, yani canlı türünün anlamı (tanımı) konusunda genel bir fikir birliğinin olmayışıdır (Baum, 2009; Brooks & Helgen, 2011). Doğrusu, farklı ve bazen birbirleriyle tutarsız 25 adet tür kavramının var olduğu (Mayden, 1997; Richards, 2010) ve taksonomicilerin büyük çoğunluğunun, üzerinden kendi tür tanımlarının yorumlandığı canlı tür kavramını açıkça formüle etmeksizin türleri tanımladığı düşünülürse, taksonomi hakkında, hipotez olarak doğruluğunun sınanmasına varana dek şüphelerin uyanması şaşırtıcı değil. Fakat tekrar tekrar işaret edildiği gibi, açıkça tanımlanmış tür kavramının çerçevesinde şekillenmiş tür betimlemeleri, sınanmaya açık hipotezler ve savlar bakımından bir zenginlik sunar; öyle ki taksonomi, nitelikli ve sağlam bilimsel uygulama olma şartına mükemmelen uymaktadır (Wheeler ve Valdecasas, 2007; Bininda-Emonds, 2011; Haszprunar, 2011).

    Taksonominin sağlam bilimsel temeli olsa bile, bu çabaya ne ölçüde değdiği elbette düşünülebilir. Bu bağlamda, taksonominin çoğunlukla yeterince takdir edilmeyen özel bir değerine odaklanmak; yani yaratılışçılar ve akıllı tasarım yanlıları gibi evrim kuramı karşıtlarının ileri sürdüğü güya bilimsel, yanıltıcı savlarla başa çıkmaktaki temel önemine değinmek istiyoruz. Aslında, evrim kuramının temellerini anlamak için makul taksonomi bilgisinin önemini bizzat Charles Darwin de fark etmişti! Nihayetinde, geniş kesimlerin benimsediği romantik efsanelerin aksine Darwin, Galapagos Adalarına yaptığı ziyaret sırasında aniden evrimci içgörülerle aydınlanmış değildir. Aksine, türlerin değişmez doğasına ilişkin inancını, bu simgesel takımadalardan ayrılışından ancak bir buçuk sene sonra terk etti (Sulloway, 1982b, 1984). Darwin, İngiltere’ye, yuvasına dönüp bazı taksonomistlerle yakın işbirliği yaptıktan sonra evrim kuramına geçmiştir; başka bilimciler gibi taksonomistler de, Darwin’in kimi yanlış tanımlamalarını ve karman çorman sınıflandırmalarını düzeltmişti (Sulloway, 1982a, b). Darwin’in, makul taksonomi önerilerine duyduğu gereksinim (her ne kadar bu öneriler, yaratılışçı inançlara bağlı taksonomistlerden gelmiş olsa da), Galapagos’un hem kuşlarıyla hem de dev kaplumbağalarıyla ilgili, başlangıçtaki hatalı ve kafa karıştırıcı yorumlarından bellidir (Sulloway, 1982a, b, 1983; Steinheimer, 2004; Sulloway, 2009) [Not: yaygın söylencenin aksine Darwin, evrime dair düşüncelerini şekillendirirken, kendi adı verilen ispinozları değil (Darwin ispinozları), alaycı kuşları temel almıştır (Sulloway, 1982a, 1983; Steinheimer, 2004)].

    Taksonominin evrim düşüncesi için önemi, bizzat Darwin’in sonradan taksonomici olup kaya midyeleri üzerinde uzmanlaşması gerçeğinden de bellidir. 62 adet yeni kaya midyesi türü betimlemiştir (Castilla, 2009). Her ne kadar Darwin’in kaya midyelerine duyduğu taksonomi temelli ilgi, bilimsel itibar kazanma meselesi miydi (Yoon, 2009: 62) yoksa bu hayvanlar için duyduğu uzun soluklu, hakiki merakın (Love, 2002; Van Wyhe, 2007) yansıması mıydı, tamamen açık olmasa da, kaya midyeleri konulu çalışmasının, evrimle ilgili fikirlerini geliştirmesinde ona önemli ek cephane sağladığı su götürmez (Love, 2002; Van Wyhe, 2007).
    Taksonominin, evrim kuramına dayanak sağlayan vazgeçilmez bir araştırma disiplini olduğu belli; dolayısıyla bu makalenin amacı, taksonominin aynı zamanda, tüm dünyada yaratılışçıların ve akıllı tasarım hareketlerinin savunduğu evrim karşıtı düşüncenin çürütülmesine de yardımcı olabileceğini gözler önüne sermek. Bilhassa, Türkiye’den İslamcı yaratılışçı Harun Yahya’nın (HY) kimi son yayınlarında evrim kuramını reddedişinin dayandığı yanıltıcı, hatta saçma taksonomi ve biyoloji temelini sergileyeceğiz. Dolayısıyla, özellikle kötü şöhretli “Yaratılış Atlası”na (YA) (Resim 1) ve ilintili kitaplara odaklanacağız, ayrıca HY’nin, YA’yı desteklemek için kurduğu sanal fosil müzesine de (http://​www.fossil-museum.com/) değineceğiz.

    Bizden önce YA’ya ciddi olarak karşı çıkıldığının farkındayız (Decleir, 2008; Musaji, 2009), yine de bundan önce verilen eleştirel yanıtların çoğunluğu, nispeten farklı bir şekilde sunuldu (gazetelerde, dergilerde, radyo ya da TV sohbetlerinde, internet sitelerinde...) ve/veya YA’da bol bol bulunan bariz hataların, yanlış yorumların ve yanıltıcı hükümlerin pek azı ele alındı (Anthis, 2007b; Glaubrecht, 2007; Myers, 2008; Dawkins, 2008; Hameed, 2009). Bu da anlaşılabilir bir durum, çünkü YA’nın bilimsel itibarı sıfıra yakın (daha fazlası için aşağıya bakınız). Bu yüzden çoğu biyolog, HY yayınlarındaki bariz kusurları ilan etmekten başka bir işe yaramayacak çabaya zaman ve enerji harcamayı gereksiz bulabilir. Ancak, YA’nın Avrupa’da, bilhassa Müslümanlar arasında hatırı sayılır ilgi görmesi ve bu ilgi sayesinde kitabın, bazı ulusal Eğitim Bakanlıkları, ayrıca Avrupa Konseyi (2007) düzeyinde tartışıldığı düşünülürse, öğretmenlere ve eğitimcilere YA’yla ilgili daha kapsamlı bilgi sağlamanın faydalı olabileceğini düşünüyoruz, böylece YA’yı ciddiye alabilecek öğrencilerden gelen soruları yanıtlamaya kendilerini hazırlayabilirler. Nihayetinde, Avrupa okullarının bilim müfredatında yaratılışçılık yasaklanmış olsa da, sınıfların dışında öğrenciler, YA’da ifade edilenler gibi yaratılışçı fikirlerle karşı karşıya gelebilir. Daha kötüsü, hem ABD’de hem de Avrupa’da yaratılışçı hareketler, “kullanıma hazır” sorular hazırlıyor ki öğrenciler bu sorularla biyoloji öğretmenlerinin “maskesini düşürüp” utandırsınlar ve öğretmenlerden gerçeği “söke söke alsınlar” (Wells, 2001; Dembski, 2004-2011, 2006; Colson, 2011). HY’nin de önceden düşünülmüş bir soru listesini şu tavsiyeyle vermesi hiç şaşırtıcı değil: “Öğrenciler, öğretmenlerinize bu soruları sorun ve Darvinciliğin çaresizliğine kendi gözlerinizle şahit olun” (Harun Yahya, 2011a; daha fazlası için bakınız Harun Yahya, 2003).
    Elbette soru sormak suç değil, aksine, yaratılışçıların üzerinde düşünüp taşındığı ve eğip büktüğü sorular, kişi hazırlıklı değilse, bunaltıcı olabilir. Dolayısıyla, bu makalenin amacı, HY’nin ve kaleme aldığı YA’nın dayanaksız metnini çürütmek amacıyla öğretmenlere ve eğitimcilere sade bir araç ve belge vermektir. Yukarıda söz ettiğimiz “kullanıma hazır” sorulara verilecek özgül yanıtlar için şu kaynaklara atıfta bulunuyoruz: Pigliucci (2002: 252-259), Isaak (2007) ve NCSE (2008).

    Makalemizde “yaratılışçılık” terimini (ve türevlerini) geniş anlamda kullanıyoruz, yani evrim kuramını reddeden tüm akıllı tasarım inançları yığınını kapsama alıyoruz (yaratılış/evrim devamlılığına dair bir derleme için bakınız: Scott, 2009).
    Bu makalenin kimi yerlerinde, yorumlar, günceler, yüklenecek dosyalar, özgül fotoğraflar içeren internet sitelerine atıfta bulunuyoruz. Fotoğrafların telif koruması olabiliyor, gerçi bu durum HY’yı rahatsız etmiyor gibi; pek çok fotoğrafı, telif hakkı sahibinin izni olmaksızın ve/ya da isim zikretmeksizin kullanmış. Daha kötüsü, HY, sanal fosil müzesinde bu fotoğrafların telif hakkının kendisinde olduğunu iddia ediyor! İlgili internet sitelerinin adresleri, kaynakça bölümünün sonuna eklenmiştir.

    Yaratılış Atlası (YA)
    YA tek kitap değil; şimdilik (Aralık 2011) İngilizcede üç cildi basılmış fakat daha fazla cildinin basılması beklenen bir kitap dizisidir. Ciltler devasadır, ölçüleri 38 x 28 x 5 santimetredir, her biri beş kilodan ağır gelir; cilde ve baskıya bağlı olarak her cilt yaklaşık 750 ilâ 950 sayfadır. Albenilidirler, yayına hazırlanışları özenlidir, sert kapaklıdırlar, renkli fotoğraflarla bezeli görsellikleri zengindir, yüksek kaliteli kuşe kâğıda basılmışlardır. İzini sürebildiğimiz kadarıyla, birinci cildin ilk İngilizce baskısının mazisi 2006 Ekimine dek uzanıyor, fakat aradan geçen sürede şimdiden on üçüncü baskıya ulaşmıştır (Kasım 2008). İkinci cildin ilk İngilizce baskısı 2007 Şubatında piyasaya çıkmıştır ve halihazırda beşinci baskısına ulaşmıştır (Ekim 2008), üçüncü cildin ise sadece birinci İngilizce baskısı mevcut (Ağustos 2007). Belli ki kitapların amacı çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmak, çünkü özgün Türkçe versiyonların ötesinde, pek çok başka dilde çevirileri var. Bu bakımdan birinci cilt öne çıkıyor, zira İngilizceye, Fransızcaya, Almancaya, İspanyolcaya, İtalyancaya, Çekçeye, Çinceye, Japoncaya, Rusçaya, Arapçaya, Endonezyacaya, Hintçeye, Urducaya çevrilmiştir, üstelik başka dillere çevrilmesini de bekleyebiliriz!

    YA ciltlerinin muhtemelen en şaşırtıcı tarafı, her ne kadar yayına hazırlama masrafı kuvvetle muhtemel çok yüksek olsa da (Anthis, 2007a; Dawkins, 2008 tarihli video) ve kitapçılarda normal fiyatı cilt başına 99 dolar olsa da, 39 dolarlık özel fiyata satın alınabiliyor (Resmi Harun Yahya Dükkânı, 2011) ya da internetten bedava indirilebiliyor olmalarıdır (Harun Yahya, 2010). Ancak, bu girişimin masraflarını Harun Yahya’nın nasıl karşıladığı açıklığa kavuşmuş değil. 2007 yılında ilk YA cildinin, talep olmaksızın ortaokul ve üniversite öğretmenlerine, profesörlerine bedava dağıtılması (Enserink, 2007) Avrupa eğitim sisteminde karışıklık yaratarak, bu durumu iyice dikkate değer kıldı. Öyle ki, bu makalenin yazarlarından birine de (TB) YA’nın birinci cildinin (ikinci baskı) nüshası geldi. Bu kitapların binlerce nüshasını tüm Avrupa’ya göndermenin posta masrafları herhalde kayda değerdir, fakat bir kez daha, HY için paranın mesele olmadığı görünüyor, çünkü aynı şevkle, YA’nın bedava nüshalarını ABD’ye göndererek faaliyetinin kapsamını genişletmiştir (Dean, 2007; Hameed, 2007). Söz açılmışken, kendisine ara biçim fosili gösterecek kişiye 8.010.890.000.000 Amerikan doları vadeden HY için para hiç sorun değilmiş gibi görünüyor (Butt, 2008; Dawkins, 2008 video; Musaji, 2009). Bu nevi saçma belagat, YA’da karşımıza çıkacaklar için uygun bir giriş teşkil ediyor.

    YA’nın her cildi, üç kısımdan oluşur: 1) başlıca jeolojik dönemler boyunca yaşam tarihçesinin kısa taslağıyla birlikte fosiller hakkında nispeten kısa bir tanıtım yazısı ve fosillerin evrimi reddedip yaratılışı doğruladığını söyleyen genel bir ifade, 2) HY’nin, yaşamın evrimleşmediğini, tanrı tarafından yaratılıp o zamandan beri değişmeden kaldığını göstermek amacıyla fosil “bulgularını” sunduğu büyük kısım, 3) klâsik evrim karşıtı savları ele alan bir dizi bölümün meydana getirdiği uzun bir ek ya da sonuç kısmı, örneğin termodinamiğin ikinci yasası, geçiş fosillerinin sözüm ona yokluğu, Darvincilerin sahtecilikleri ve hileleri (mesela insan evrimiyle ilgili sahtecilikler, Haeckel’in çizimleri...), radyometrik tarihlemenin güvenilmezliği, tasarım savı (mesela biyolojik yapılarda, evren bilimde...), indirgenemez karmaşıklık, işlevsel proteinlerin ya da DNA dizisinin tesadüfen oluşma ihtimalinin bulunmayışı, Miller-Urey deneyinin yetersizliği, tür içi çeşitliliğin evrim manasına gelmediği iddiası, kuşların ve memelilerin hayalî evrimi, evrimsel türdeşlik (homoloji) “efsanesi” vesaire. Her ne kadar bu fikirlerin çoğunluğu Hıristiyan yaratılışçı belagatten alınmış olsa da, HY’nin evrim karşıtı belagatine özgü üç özellik var: 1) Hıristiyan dini çerçevesine gömülmüyor, bunun yerine Kuran’a dayalı İslamî bir bakış açısı yansıtıyor, 2) HY yaratılışçılığı, Büyük Patlamaya varana kadar dünyanın ve evrenin eski çağlarını kabul ediyor, ve 3) HY’ye göre, ırkçılık, nazicilik, komünizm, marksizm vesaire gibi dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı evrim kuramıymış (Darvincilik). Hatta bu meseleye ilişkin olarak HY, New York Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırının (11 Eylül 2001) fotoğrafını YA’ya koymuştur ve o teröristlerin aslında Darvinci olduğunu iddia ediyor (YA birinci cilt, on üçüncü baskı, sayfa 725; dördüncü baskı, sayfa 621; ikinci baskıda sayfa 589) (ayrıca bakınız Steinvorth, 2008)!

    Bu makalede, YA’nın sadece ikinci kısmını ele alıyoruz, yani HY’nin, güya evrimi çürüten fosil kanıtlarını. Botanik uzmanlığımız yeterli olmadığı için, hayvanları incelemekle yetiniyoruz. Geri kalanına gelince, YA’nın birinci ve üçüncü kısımlarında HY’nin ileri sürdüğü evrim karşıtı iddialara, bu konuya dair geniş yazında yeterince karşı çıkıldığını düşünüyoruz (Pigliucci, 2002; Shanks, 2004; Young ve Edis, 2004; Isaak, 2007; Sarkar, 2007; Coyne, 2009; Schneiderman ve Allmon, 2009; Scott, 2009). Dahası, yaratılışçı savlara karşı ciddi belgelerle verilen yanıtlar şu internet sitelerinde bulunabilir: “The Talk Origins Archive” (http://​www.talkorigins.org/) ve “The Panda’s Thumb” (http://​www.pandasthumb.org/).
    YA’dan söz ederken altı kitaba odaklanıyoruz: (parantezlerde belirtildiği gibi kısaltılmıştır): Birinci cilt, ikinci baskı (C1-2) (Harun Yahya, 2007b); birinci cilt, on üçüncü baskı (C1-13) (Harun Yahya, 2008a); ikinci cilt, birinci baskı (C2-1) (Harun Yahya, 2007c); ikinci cilt, beşinci baskı (C2-5) (Harun Yahya, 2008b); üçüncü cilt, birinci baskı (C3) (Harun Yahya, 2007d); C1 ya da C2, ilgili cildin tüm baskılarına işaret eder. Aynı zamanda, HY’nin internet tabanlı “Fosil Müzesi”ndeki fotoğraflara, “FM-kod” kısaltmasıyla atıfta bulunacağız ki burada “kod,” FM’deki kaydın referans numarasıdır. Bu farklı kaynakları kıyaslamanın nedeni basit: HY, değişikliklerin nedeninin belirtildiği bir “düzeltme notu” eklemeksizin, kitaplarındaki maddeleri düzenli olarak değiştiriyor, ikame ediyor ya da atıyor (Musaji, 2009). Aslında, nitelikli bilim uygulamalarının aksine HY, (çok sayıdaki) hatalarını ve yanlış yorumlarını kabul edemiyormuş gibi görünüyor.

    YARATILIŞ ATLASI VE İÇİNDEKİ TAKSONOMİ HATALARI
    Daha önce belirtildiği gibi, YA’nın ana kısmı (ikinci kısım), HY’nin “ezici” fosil kanıtlarını sunup, tüm türlerin günümüzdeki haliyle yaratıldığını, dolayısıyla evrimin asla gerçekleşmediğini göstermeyi hedefliyor. Ciddi bilimsel yayınlarda böylesi bir yargı, ilgili verilerin nasıl toplandığının, tahlil edildiğinin ve yorumlandığının etraflı bir açıklamasıyla desteklenmek zorundadır. Dahası söz konusu bilgi öyle bir şekilde sunulmalı ki okuyucu, o çalışmayı tekrarlayıp doğrulayabilsin, böylece yazarın sonuçları ve yorumları sağlam mı değil mi kendi başına karar verebilsin. Fakat YA’daki “kanıtların” bu şekilde sunulmakla ve ele alınmakla uzaktan yakından ilgisi yok. Bunun aksine HY’nin izlediği yol, (bazen çok hoş) yüzlerce fosil fotoğrafını aynı “türün” canlı örnekleriyle birlikte aynı sayfada göstermekten ibaret. Dahası bu “karşılaştırmalı” fotoğraflara, şu bilgileri veren resim altı yazıları eşlik ediyor: 1) “türün” yerel İngilizce adı, 2) fosilin kökeni, yaşı ve son olarak boyutu, 3) farklı sözcüklerle aynı genel mesajın tekrarlandığı kısa bir metin; bu mesaj, fosiller ve yeni örnekler özdeştir, dolayısıyla evrim gerçekleşmemiştir, diyor.

    Deniz zambaklarını bir türlü tutturamadı!
    Burada temel sorun, sunduğu örneklerin taksonomi bakımından doğru olmasını HY’nin dert etmeyişidir; dolayısıyla tamamen yanlış, hatta saçma “benzerlikler” ortaya çıkıyor. Bizden önce pek çok kişi, HY’nin sunduğu fosil deniz zambaklarına atıfta bulunarak bu meseleyi zaten açığa çıkardı; HY’ye göre bu fosiller, mevcut deniz zambaklarıyla özdeş. Ancak, HY’nin C1-2’de (sayfa 55, 368, 415 ve 574) gösterdiği güncel “deniz zambakları” aslında sabella cinsine mensup fan kurtçuklarıdır (Resim 2), yani farklı bir şubeye ait olmakla kalmazlar (derisi dikenlilere karşı halkalı solucanlar) ayrıca farklı bir “üst-şubeye” girerler (İkincil ağızlılara karşı birincil ağızlılar ya da lophotrochozoa) (Dawkins, 2008)! 2008 baskısında HY, C1’den tüm deniz zambağı fosillerini çıkararak bu hatayı düzeltti, ama C2’de (sayfa 167) bir örneği bırakmış ve şu notu yazmış: “Resimde, çok iyi korunmuş 345 milyon yıllık deniz zambağı fosili görüyoruz. Bu yaratığın tüm ayrıntıları gösteriyor ki bugün hâlâ yaşayan deniz zambaklarıyla aralarında hiç fark yok” (Ayrıca bakınız FM-SY0708).

    Maalesef, HY yine yanılıyor, çünkü güncel “deniz zambağı” diye söz ettiği şey, sırtiplikliler şubesine mensup, sert yüzeylere tutunan bir tulumlu (ascidiacea) olan deniz lalesi Pyura spinifera’dır (Resim 3)! Burada tuhaf olan şey, aynı fotoğrafın doğru tür adlandırmasıyla birinci internet sitesinde bulunabilmesidir (gerçi, deniz bitkisi olarak yanlış adlandırılıyor). Fakat ne şaşırtıcıdır ki HY, deniz zambağı-sabella kurtçuğu hikâyesinden bile ders almamıştır, çünkü FM’sinde deniz zambağı fosilleri FM-SY0858’i ve FM-SY0835’i hâlâ sabella fan kurtçuklarıyla birlikte gösteriyor (Resim 4) (gerçi öteki fotoğraflar aslında gerçek deniz zambaklarıdır, internet siteleri 15-16)!

    Ha deniz yıldızı ha yılan yıldızı, fark etmez!
    Aynı zamanda HY, derisi dikenliler âleminde Asteroidea (deniz yıldızları) ve Ophiuroidea (yılan yıldızı) sınıfları arasında ayrım yaparken de sorun yaşıyor gibi görünüyor. Dawkins bunu zaten belirtmiş (2008 video); C1-2’de ve C1-4’de 403. sayfada HY’nin, fosil yılan yıldızları hakkında “bu hayvanlar, bugün yaşayan hayvanlardan farklı değil, dolayısıyla bir kez daha evrimin geçerli olmadığını gösteriyorlar” diye yazdığını ve bunları deniz yıldızlarıyla özdeşmiş gibi gösterdiğini gözlemlemiş. Her ne kadar bu hata, C1-13’te deniz yıldızı fotoğrafı iki gerçek yılan yıldızı fotoğrafıyla değiştirilerek düzeltilmiş olsa da, C3’te bu kafa karışıklığı devam ediyor; bu cildin 120. ve 130. sayfalarında HY, hem fosil hem de güncel yılan yıldızlarını “deniz yıldızı” başlığı altında gösteriyor. Tamamen aynı fosiller (FM-SY0794 ve FM-SY0795) güncel deniz yıldızıyla birlikte gösterilmemiş olsaydı, elbette bu yazım hatası olabilirdi; şunu ileri sürüyor: “Aradan geçen 490 milyon yıl içinde zerre değişmemiş olan deniz yıldızı, evrime büyük darbe indiriyor.”

    Yılan mı balık mı?
    HY’nin ünlü başka bir taksonomi gafı da, C1-4’te ve C1-2 sayfa 468-469’da yılanbalığı fosilini deniz yılanıyla, muhtemelen bir Laticauda türüyle bağdaştırmasıdır (Dawkins, 2008) (Resim 5; internet sitesi 2). Bunlar açıkça iki ayrı taksondur (kemikli balıklar ve yılanlar)! Aynı fosilin yanına, deniz yılanı fotoğrafı yerine güncel fakat çok farklı “yılanbalığı” türünün fotoğraflarının koyulmasıyla birlikte bu hata C1-13’te düzeltilmiş (Hameed, 2009); aynı fosil C1’in 469. sayfasında birtakım küçük yılanbalıklarıyla (yılanbalığı yavrusu) bağdaştırılmış. Ancak, deniz yılanı konusundaki hatayı Dawkins (2008) açığa vurmuş olsa da, FM-SF0134 ve FM-SF0135 maddelerinde deniz yılanı fotoğrafı hâlâ güncel yılanbalığı olarak sunuluyor. Son olarak HY, yılanbalığı fosilini C3’te ve FM-SC0909’da (Resim 7) güncel taşemen (lamprey) türüyle bağdaştırarak kafa karışıklığını tavana vurduruyor ve şunu ileri sürüyor: “Bilimsel veriler ve buluntular gösteriyor ki yılanbalığı daima yılanbalığı olarak var olmuştur”!

    Açıktır ki, yılanbalıklarının (omurgalı sınıfı Actinopterygii) daima yılanbalığı olarak var olduğunu ileri sürmek için güncel taşemenden faydalanmak (omurgalı sınıfı Petromyzontida), yılanbalıkları ile deniz yılanlarının (omurgalı sınıfı sürüngenler) özdeş olduğunu iddia etmek kadar aptalca! Üstelik HY, aynı taşemen fotoğraflarını, olası taşemen fosilleriyle birlikte kullanıp şunu iddia ediyor: “taşemenler hep aynıydı. Milyonlarca yıl önce yaşamış taşemen ile bugün yaşayan arasında hiç fark yok.” Burası, işin iyice sarpa sardığı yer, çünkü ya HY, yılanbalıkları ile taşemenlerin özdeş olduğunu söyleyip okuyucunun aklını karıştırıyor ya da taşemenlerin ve yılanbalıklarının aslında ne olduğu konusunda hiç fikri yok.

    Her gördüğün ‘çiftkabuklu’yu ‘istiridye’ sanma!
    HY’nin bariz hatalarına dair eski örnekler bizden önce kısmen açığa çıkmış olsa da, en az bunlar kadar şaşırtıcı pek çok hata daha var, fakat basında aynı ilgiyi çekmemişler. Bunların hepsini sunmaya kalkışmayacağız (sıraladıklarımız zaten fazla, yine de yerimiz hepsine yetmiyor), fakat bazılarına kısaca değineceğiz, sırf önceki eleştirilerin istisnaî vakalar olmadığını, YA’nın genel doğasını yansıttığını göstermek için.

    YA’da yumuşakçaların, özellikle tek kabukluların ve çift kabukluların son derece kısıtlı sunulması şaşırtıcı. Nihayetinde, 1) kapsamlı ve çoğunlukla iyi korunmuş fosil kayıtları, 2) yüksek tür sayıları ve çeşitlilikleri, 3) ve kabuk özelliklerine dayanarak kabaca teşhis edilmelerinin kolaylığı düşünüldüğünde, YA’da şimdikine kıyasla daha fazla tek kabuklu ve çift kabuklu örneği görmeyi beklerdik. Aslında HY, C1’in 376-377. sayfalarında sadece iki tek kabuklu fosili gösteriyor, üçüncü bir örneği ise C1-13 sayfa 618’de sergiliyor. “Tek kabuklu” ve “Salyangoz kabuğu” diye etiketlenmişler. Mevcut yüz binden fazla türü ve isim konmuş yaklaşık 13.000 cinsi (günceller ve fosiller birlikte) (Lindberg ve arkadaşları, 2004) olan bir organizma kümesine göre, HY’nin kötü iş çıkardığı açık, hem tür zengini bu topluluğun temsili açısından hem de anlamsız tanımlamalar bakımından. Bu konuda daha fazlası söylenemez.
    C1 sayfa 178-179’da HY’nin sunduğu çift kabuklu örnekleri daha da ilginç (Resim 8). Burada, mevcut bir Pectinidae türü (deniz tarağı) ile güya 410 ilâ 360 milyon yıl öncesinden kalma bir çiftkabuklu gösteriyor; bu çiftkabuklunun üst tarafında tipik pektin halkaları eksik ve her halükârda Pectinidae olamayacak kadar eski. Aslında en eski Pectinidae fosili Triyasik dönemine uzanır, yani 250 milyon yıl öncesine (Hertlein, 1969). C1-2’de HY bu malzemeyi “kabuk ve istiridye” olarak teşhis ediyor ve şunu yazıyor: “En az 360 milyon yıl boyunca değişmeden kalan istiridyeler, türlerin birbirlerinden tedricen evrimleştiğini söyleyen evrimcilere meydan okuyor.”
    Açıkçası, burada sunulan örneklerin istiridyeyle hiç alakası yok, dolayısıyla HY, tanımı “çiftkabuklu” diye değiştirerek ve metinde “istiridyeler” yerine “çiftkabuklular” sözcüğünü koyarak bu hatayı C1-4’te ve C1-13’te “düzeltmiştir”... sanki burada hangi takson adının belirtildiğinin önemi yokmuş gibi. Ancak, bu düzeltmeye rağmen HY, C3’te gösterdiği “deniz tarağı” (s. 222-223) için istiridye tanımına geri dönüyor (Resim 9), çünkü orada yine şunu yazıyor: “İstiridyelerin nesli tükenmiş 15.000 türü olduğu tahmin ediliyor... günümüzde ise 11.000 tür hâlâ hayatta. Burada resmi sunulan fosil, Pectinidae ailesinin mensubudur ve söz konusu yumuşakçaların yüz milyonlarca yıl boyunca değişmeden kaldığını gösteriyor.”
    Belli ki HY için “istiridye” ile “çift kabuklu” eş anlamlı kelimeler, böylece Pectinidae’yi “istiridye” ailesi sayıyor. Fosil örneği FM-SC0204, üstü kapalı bir şekilde bu tutumu onaylıyor, çünkü burada HY, gerçek bir istiridye fosilini güncel Pectinidae (internet sitesi 8’den alınan fotoğraf) ile Tridacnidae fotoğraflarıyla birlikte sergiliyor. Bu niteliksiz taksonomi ve isimlendirme yaklaşımından bağımsız olarak, insan, acaba HY, C3’ün 222-223. sayfalarındaki “deniz taraklarını” görmüş müdür diye merak ediyor, çünkü fosil ile güncel örneğin değişmeden kaldığını söylemek düpedüz hatalıdır, zira bu fosil özgün pektinli halkalardan açıkça mahrum, oysa güncel örnekte halkalar bariz bir şekilde var (Resim 9)! Dahası, C3’ün 222-223. sayfalarındaki fosil, Pectinidae olamayacak kadar yaşlıdır (300 milyon yıl yaşında) (yukarıya bakınız). Dolayısıyla, 8. ve 9. resimlerde gösterilen güncel Pectinidae ile fosiller kesinlikle özdeş değil!

    İstiridye çorbası!
    C2’nin 104-105. sayfasına bakarsak (Resim 10), işler daha da kafa karıştırıcı bir hal alıyor, çünkü HY, C1’in 179. sayfasındaki örneği gösterip (Resim 8, baş aşağı çevrilmiş) bunu tekrar “istiridye” olarak belirtiyor: “İstiridye, okyanuslarda yaşayan bir grup kabuklu yumuşakçaya verilen cins ismidir,... 490 milyon yıl ya da 150 milyon yıl önce yaşamış olan o istiridyeler, bugün hayatta olan istiridyelerden hiç farklı değil. Bu olgu, yaratıkların aşama aşama, minik değişikliklerle evrimleştiğini söyleyen evrim kuramı iddialarını boşa çıkarıyor. Fosiller, bu yaratıkların evrim sürecinden geçmediğini ve onları Yüce Allah’ın yarattığını gösteriyor.”
    “Cins ismi” derken HY’nin ne kastettiğinden emin değiliz, fakat “istiridye” elbette, taksonomi bağlamında cins ismi kesinlikle değil, çünkü bu alanda cins ismi, cins (genus) gruplarına verilen isim anlamına gelir. Aslında “istiridye,” Ostereidae (hakiki istiridye), Pteriidae (mesela inci istiridyesi), Anomiidae (eyer istiridyesi) gibi oldukça farklı çiftkabuklu takımlarına konuşma dilinde verilen addır. Ancak buradaki asıl şaka şu: 105. sayfada sunulan fosilin kimliğinden emin olmasak da (C1 sayfa 179’daki numune), 104. sayfada gösterilen öteki fosillerin çoğu hiç şüphesiz ne istiridyedir ne Pectinidae’dir ne de çiftkabukludur, yumuşakça bile değillerdir, ama bütünüyle farklı bir hayvan şubesi olan brakyopodlardır (dallı bacaklılar) (Resim 10)! Bununla birlikte, HY’ye göre fosillerden farklı olmayan mevcut “istiridye” örnekleri aslında iki farklı yumuşakça sınıfına (karından bacaklılar ve çiftkabuklular) ait bir yığın ölü yumuşakça kabuğudur (Resim 11)! Dahası, bu yumuşakçaların fotoğrafı, ayna görüntüsü olarak basılmış, çünkü tüm karından bacaklılar sanki sol-yanal gibiymiş görünüyor, oysa gerçekte hepsi sağ-yanal türlerdir. Ancak, gaflar bu kadarla da kalmıyor, çünkü Resim 10’da gösterdiğimiz fosil örnekleri aynı zamanda FM’de yine hatalı şekilde “istiridye” maddesi altında sergilenmiş ve yine hatalı şekilde Pectinidae’yle ve/ya da Resim 11’de gösterilen yumuşakça kabuklarıyla bağdaştırılmış, fakat FM-SY0392 ve FM-SY0387 fosillerinin güncel Tridacna türüyle (Resim 12) özdeş olduğu iddiası da eklenmiş... yoksa birkaç santimetrelik brakyopodlar 120 santimetreye varan bir çiftkabukluyla nasıl özdeş olabilir ki!

    Binlerce çiftkabuklu türü aynı torbaya!
    Belli ki çiftkabuklular, HY’nin uzmanlık alanına girmiyor. Mesela, C1’de 406-407. sayfadaki çiftkabukluya bakalım (Resim 13). Glaubrecht’in (2007) zaten bildirdiği gibi, bu fosil örneği, tas benzeri iri, eğri sol kapakçığıyla (“ayak tırnağı”) ve tasın ağzını kapatan küçük, düz sağ kapakçığıyla birlikte tipik bir Gryphaea türüdür. HY’ye göre bu fosil, hoş simetrik kapakçıları olan bildiğimiz midyeyle (Mytilus sp.) özdeş. Bu iki takson, farklı ailelere mensup olmakla kalmıyor, farklı takımlara da mensup (Ostreida ve Mytilidia) (Carter ve arkadaşları, 2011). HY, FM-SC0274’de gösterdiği çiftkabuklu fosiliyle (= Resim 13’te Gryphaea) bir adım ileri gidiyor; bunu midyeyle özdeş saymakla yetinmiyor, aynı zamanda bir deniz tarağı türüne (Veneridae) ve bir okyanus deniz tarağı türüne de (Arctica islandica) özdeş sayıyor; bu ikisi, üçüncü bir takıma mensuptur (Cardiida) (Carter ve arkadaşları, 2011) (internet siteleri 4-5).
    Aynı minvalde hatalarını sürdüren HY, C1’in 494-495. sayfasında başka bir çiftkabuklu fosili gösterip bunun hakkında şunu yazıyor: “208 ilâ 146 milyon yıl önce yaşamış olan resimdeki çiftkabuklu (bivalve) fosili ile günümüzde canlı olan çiftkabuklular arasında hiç fark yok.” Bu neticeye, fosili, çeşitli ailelere (ve takımlara) mensup çiftkabuklu kabuklarıyla kıyaslayarak varıyor ki bu aileler arasında Mytilidae’yi, Spondylidae’yi, Tridacnidae’yi, Veneridae’yi ve Psammobiidae’yi sayabiliriz (Resim 14). Aynı fosil, FM-SY0362 maddesinde de beliriyor; burada ise iki başka aileyle daha özdeş olduğu iddia ediliyor, adlarını vermek gerekirse Arcticidae (İnternet sitesi 4) ve Limidae. C1 sayfa 502-503’te benzer bir çiftkabuklu fosili (aynı yerde ve yaşta) için Veneridaeye benzediği söylenmekle kalmamış, ayrıca FM-SC0351 maddesine göre bu fosil, Arcticidaeyle ve Astartidaeyle de özdeşmiş (internet sitesi 7). Fakat en başta söylediğimiz gibi, çiftkabuklular, nihayetinde HY’nin kıvırdığı bir konu değil, zira 502-503. sayfadaki çiftkabuklu fosili hakkında şunu yazmış: “Deniz kabukluları, fosil kayıtlarında aynı özellikleri yüz milyonlarca yıl boyunca sürdürmüştür. İki kabuklu bu çiftkabuklu buna örnek. Burada gösterilen, 208 ilâ 146 milyon yıl önce yaşamış; evrim kuramına meydan okuyor, çünkü günümüzde yaşayan çiftkabuklularla aynı”.

    Dolayısıyla, HY’ye göre tüm çiftkabuklular aynı (binlerce çiftkabuklu türünün mevcut olması ne anlama geliyor öyleyse?) ve çiftkabuklular, kabuklu hayvan sınıfına giriyor...

    Bırakalım sürüyle kınkanatlı türünü, kınkanatlı bile değil!
    Kabuklu hayvanlardan söz edince, eklem bacaklılara gelmiş olduk; eklem bacaklılar, en çok tür barındıran hayvan şubesidir, bir milyondan fazla tanımlanmış türü bulunur, muhtemelen tanımlanmayı bekleyen milyonlarca tür daha mevcuttur, özellikle de böcekler içinde (Foottit & Adler, 2009). Elbette HY’nin senaryosu burada da aynı: güncel hayvanın yanında fosil örneğini göster, bunların özdeş olduğunu ilan et, dolayısıyla tanrı tarafından yaratıldıklarını, evrimleşmediklerini söyle.

    Örneğin, C1 sayfa 237’de HY, kehribar içinde saklı kalmış ağaç kabuğu kınkanatlısı gösterip şunu diyor: “25 milyon yıl öncesinin ağaç kabuğu kınkanatlıları, bugünkülerle aynı... bu da bize canlıların evrimleşmediğini, yaratıldığını gösteriyor.”

    Ancak, C1’in 237. sayfasında gösterilen güncel “ağaç kabuğu kınkanatlısı”, aslında kınkanatlı bile değil, pentatomit sünedir (Notius cosputus) (Resim 15; internet sitesi 9). Bu süne, Yarım Kanatlılar ya da Heteroptera takımına mensuptur (taksonomi sınıflandırmasına göre değişiyor), oysa kınkanatlılar Coleoptera takımına mensuptur. Eğer bu iki takımın kökten farklı olduğundan şüphe duyuyorsanız, Yarım Kanatlıların yarı metabolizma gelişimi sergilediğini (yumurta, nimfa ve yetişkin hal olmak üzere eksik başkalaşım), oysa Colepteraların tam metabolizma gelişimi sergilediğini (yumurta, larva, pupa, yetişkin hal olmak üzere tam başkalaşım) unutmayın. Ancak, FM-AI0048’deki aynı ağaç kabuğu kınkanatlısı fosilinin, herhangi bir böcekle değil üç güncel ağaç kabuğu kınkanatlısıyla bağdaştırıldığını kabul ediyoruz (Scolytidae [kabuk böcekleri]; artık Curculionidae’nin altailesi olarak düşünülüyor). Bunun aksine FM-AI0302 “ağaç kabuğu kınkanatlısı” fosili, güncel bir kabuk böceği (Pityogenes chalcographus; internet sitesi 11) ve güncel düz ağaç kabuğu kınkanatlısı Dendrophagus crenatus’un (Cucujidae; internet sitesi 10) fotoğraflarıyla birlikte sunuluyor, yani farklı kınkanatlı aileleriyle birlikte gösteriliyor.

    Böceklere ilişkin taksonomi hataları
    YA’da böceklere ilişkin bol bol taksonomi hatasının ve yanlış adlandırmanın mevcut olması, beklenmedik şey değil. Bununla ilgili birkaç örnek vermekle yetiniyoruz:
    1) C2-5’in 427. sayfasındaki mevcut “Lauxaniid sinekleri” örneği, aslında Syrphidae türüdür (muhtemelen Episyrphus balteatus).
    2) C2-5’in 433. sayfasındaki güncel “ağ örücü” (takımı Embioptera; internet sitesi 18) doğru, ama HY buna “kınkanatlı” diyor.
    3) C3’ün 379. sayfasındaki “hakiki böcek” güya Enicocephalidae türüymüş (Heteroptera ya da Yarım Kanatlı takımı) (HY’nin yazdığının aksine “enicocephalid” değil), fakat gösterilen fosil tanınır gibi değil ve sunulan güncel tür kesinlikle enicocephalid olmayıp bir çiftkanatlı türüdür.
    4) C1’in 430. sayfasındaki ve FM-AI0199’daki “güve” fosilleri, zıpzıp kelebeğiyle bağdaştırılmış (Rhopalocera; Hesperiidae), ki o fosil aslında güve değil; ayrıca FM-AI0199 bu fosili, ilave bir zıpzıp kelebeği fotoğrafıyla (internet sitesi 20) ve gececi güve türüyle de (Heterocera; Noctuidae) bağdaştırıyor (internet sitesi 19). Fosilin antenleri, tipik Rhopalocera uç boğumundan yoksun, dolayısıyla bunu zıpzıp kelebeğiyle bağdaştırmak hatalı.
    5) C2’nin 425. sayfasındaki “karasinek” fosili, Simuliidae’ye mensup olabilir (fotoğraftan karar veremiyoruz), fakat yanında sunulan güncel sinek kesinlikle buna mensup değil, zira o bir Calliphoridae. Aynı fosil ile güncel sinek örneği, başka iki Calliphoridae türü fotoğraflarıyla birlikte FM-AI0440’ta da gösterilmiş (internet siteleri 21-22).
    6) C1’in 295. sayfasındaki mevcut “aslan karınca” örneği gerçekten de doğru tanımlanmış, ancak kehribar içindeki fosil kesinlikle “aslan karınca kafası” değil, bizzat karıncadır. C1-2’de çok net görünmüyor olabilir ama C1-13’te HY, fosilin ayrıntılı fotoğrafını koymuş; bu da şüpheye pek mahal bırakmıyor (Resim 16; internet sitesi 23’te gösterilen karıncayla kıyaslayın).
    Her ne kadar bu şekilde devam edebilecek olsak da, yukarıda verdiğimiz birkaç örneğin yeterli olduğunu düşünüyoruz.

    ‘Cins’ ile ‘takım’ı birbirine karıştırıyor
    YA’da kehribar içinde gösterilen böcek fosillerinin sorunlarından biri, çoğunlukla doğru düzgün tanımlanamayacak kadar kötü durumda olmalarıdır. C1’in 246. sayfasındaki “hakiki böcek” vakasında bu durum geçerli. C1-2’de bu fosil, mevcut bir etçil böcekle (Reduviidae) bağdaştırılıyor, oysa C1-13’te HY, bulanık görünen ikinci bir fosil ve alacalı kalkan böceği Tritomegas bicolor’un (Cydnidae; internet sitesi 14) fotoğrafını eklemiş. Fakat aynı fosil, FM-AI0055 maddesinde mirid böceği Phytocoris lasiomerus’la ve lygaeid böceği Zeridoneus costalis’le birlikte gösterilmiş (internet siteleri 12-13). Yine de HY şunu ileri sürüyor: “bu böcekler değişmeksizin hayatta kaldıkları için evrim kuramını çürütüyorlar.” Başka bir deyişle, bu fosil(ler) güya en az dört farklı aileyle özdeş ve bu ailelerden biri etçilken öbür üçü otçul. C1’in 246. sayfasındaki fotoğraflara eşlik eden metinlerde HY şunu belirtiyor: “Yarım Kanatlılar cinsine mensup böceklerin 48.000’den fazla türü var”; bu ifade, HY’nin taksonomik sınıflandırmadan pek bir şey anlamadığını doğruluyor, çünkü Yarım Kanatlılar, böcek cinsi değil böcek takımıdır.

    Yaşam evresini tür sanıyor
    Açıkçası, taş fosil baskıların bazıları da kehribar fosillerle aynı sorunları teşkil ediyor. Örneğin, C1-2’nin 50-51. sayfalarındaki “tırtıl” fosili, tanınır gibi değil (Resim 17). HY yine de bunu mevcut tırtılla bağdaştırıyor. Fakat fosilin yaşı Pennsylvania dönemine uzanıyor (Üst Karbonifer, yaklaşık 300 milyon yıl öncesi), oysa en yaşlı kelebek fosili, Archaeolepis misali taksonlarıyla Erken Jurasik döneminde (yaklaşık 190 milyon yıl önce) ortaya çıkmaktadır (Grimaldi & Engel, 2005). Dolayısıyla, HY’nin sunduğu fosilin, tırtıl olması pek muhtemel değil. Bununla birlikte HY şu yorumda bulunuyor: “Tüm öteki canlılar gibi tırtıllar da evrimleşmedi, yaratıldı.”
    Anlaşılan HY, sanki tırtılları (ve öteki böcek larvalarını), gelişimsel bir yaşam safhası yerine kendi başına bir türmüş gibi yorumluyor. HY’nin mantığına uyarsak, tek tek her kelebeğin, sırayla yumurtayı, tırtılı, pupayı ve ergin böceği oluşturan, birbirinden bağımsız en az dört ilahî yaratılış olayının sonucu olduğunu mu düşünmeliyiz? Oysa biz, farklı yaşam evrelerinin, zigotla başlayıp nihayetinde üremeye muktedir yetişkin bireye ulaşan doğal gelişim sürecinde farklı aşamaları yansıttığını sanıyorduk. Başlamışken eksik kalmasın: C1-13’ün 72-73. sayfalarında aynı tırtıl fosilinin “kırkayak” olarak gösterildiğini de belirtelim (Resim 17)!

    Aynı fosil için iki farklı yorum
    Neyse ki, YA’daki bazı böcek fosilleri, doğru fosil teşhisi yapmaya olanak tanıyor. Bununla birlikte HY, zaman zaman hedefi bütünüyle ıskalıyor. C1’in 314. sayfasındaki güncel sinek aslında bir çiftkanatlıdır (Pachygaster sp., Stratiomydiae) (internet sitesi 17). Fakat “fosilleşmiş sinek” uzun antenli, kalınlaşmış uyluğu olan uzun arka bacaklı, karın bölgesinin altında bariz uzun yumurta borulu bir böcektir (Resim 18). Dolayısıyla, bu fosil kesinlikle sinek değil (stratiomyid olmak şöyle dursun), şüphesiz düzkanatlı (mesela çekirge, cırcır böceği...) sınıfına girer. HY’nin, bu iki örneği, evrimin olmadığına dair kanıt olarak seçmiş olması bizim için gizemini koruyor, ayrıca şu savı ileri sürmek amacıyla neden bu iki kanatlı türü kullanmaya karar verdiğini de anlamıyoruz: “Fosiller gösteriyor ki kanatlı böcekler kanatsız böceklerle aynı anda ortaya çıkmıştır, ikisi de tek seferde.”

    C1-2’nin 526-527. sayfasındaki “yetişkin taş sineği” (Plecoptera takımı) ile C1-4’ün ve C1-13’ün aynı sayfalarındaki “mayıs sineği” (Ephemeroptera takımı), yukarıdaki örneğe benziyorlar (Resim 19). Bu iki örnekte de mevcut örnekler doğru bir şekilde tanımlanmış (takım düzeyinde), gerçi tam olarak aynı fosille bağdaştırılmışlar. “Mayısböceği”nin 1) kanatlarından çok daha kısa bir karın bölgesi var ve uç duyu organlarından mahrum, ayrıca 2) karnın üzerinde dikey konumda tutulan oval şekilli kanatları var. Bu haliyle, ne taş böceğine ne mayıs böceğine benziyor, fakat C1-13’ün 318-319. sayfalarındaki ve C2-5’in 387. sayfasındaki örnekler gibi bir nevi zarkanatlıya benziyor (yani Chyrsopa; Neuroptera takımı) (Resim 20)! Doğru tanımı ne olursa olsun, HY’nin aynı fosil için iki farklı yorumda bulunması kabul edilemez bir tutum. Bununla birlikte, bunu hiç açıklamada bulunmaksızın yapıyor.

    Fosil ve güncel örnekler birbirinden farklı
    Elbette YA böceklerden başka eklem bacaklıları da ele alıyor, fakat taksonomi hataları ve yanlışları bakımından burada da fark yok. C2’nin 372. sayfasındaki “çıyan” aptalca bir örnek, çünkü her ne kadar metin çıyanların her vücut bölütünde tek ayak çifti olduğunu doğru bir şekilde belirtse de, kitapta gösterilen fosilin ve mevcut hayvanın bölüt başına iki çift ayağı olduğu görülüyor, dolayısıyla bunlar kırkayak. C2’nin 397. sayfasındaki “örümcek” ise başka bir ayrıntı; buradaki fosili fotoğrafa bakarak yorumlamak mümkün değil, fakat güncel diye gösterilen örnekler kesinlikle kenedir. HY, bir açıklamada bulunmadan “kene” isminden söz ediyor, ancak metinde “örümcekler” hakkında konuşmaya devam ediyor. Son olarak, böcek olmayan eklem bacaklılara dair HY’nin en çarpıcı ve komik hatalarından biri, C1’in 422. sayfasındaki “yengeç örümceği” kehribar fosilidir, çünkü bu fosil türü: “günümüzde yaşayan yengeç örümcekleriyle özdeş”miş. Gelgelelim, güncel diye gösterilen yengeç örümceği aslında çok güzel bir örümcek yengeci örneğidir (muhtemelen Hyas araneus) (İnternet sitesi 3) (Resim 21)! Bu iki takson da eklembacaklı olsa bile, örümceklerin Chelicereata altşubesine, yengeçlerin ise Crustecea altşubesine mensup olduğu su götürmez. HY’nin gösterdiği fosil ile güncel taksonların özdeş olduğunu insan nasıl olur da iddia eder? Aynı soru, C1-2’nin ve C1-4’ün 349. sayfasındaki yengeç fosili için de sorulabilir; HY bu fosil için şunu yazıyor: “Milyonlarca yıldır değişmeden kalmış olan bu yengeç, türlerin evrimleşmediği bir kez daha doğruluyor, çünkü fosil, bugün hayatta olan yengeçlerden hiç farklı değil.”
    Ancak, her ne kadar fosil, simetrik kıskaçlarıyla ve kabuğun yan taraflarından konumlanmış gözleriyle bildiğimiz çağanoza (mesela Carcinus türleri) benzese de, mevcut diye gösterilen örnek, son derece asimetrik kıskaçlarıyla ve çubuk üzerindeki gözleriyle kemancı yengeçtir (Uca türleri). İkisinin de “yengeç” olduğu doğru, fakat kesinlikle aynı tür değiller! Belli ki HY bu hatayı anlamış, çünkü C1-13’te kemancı yengecin yerine güncel bir Carcinus türü (ya da akraba bir tür) koymuş (internet sitesi 30), gerçi hiç açıklamada bulunmamış. Fosil ve güncel örnekler artık daha benzer görünse bile, aynı türe ait olduklarına inanmak için a priori bir sebep yok. Aslında böyle bir neticeye varmak için ayrıntılı bir morfoloji kıyaslaması yapmak gerekir; HY ise böyle bir işe girişmiyor. Bu tutum, YA’da sık sık tekrarlanan temel bir sorundur. Fosil ile güncel örneklerin aynı tür olup olmadığına karar verirken HY’nin ölçütlerinin ne olduğu belli değil.

    Bilimsel olmayan adlandırmaların yarattığı karmaşıklık
    Şimdi sıra YA’nın omurgalılarla ilgili taksonomi gözlemlerine geldi. HY bu konuda da çam devirmeyi başarıyor. Örneğin, C1’in 150. sayfasında HY, “iğnebalığı” fosili gösteriyor (takım Syngnathiformes: Syngnathidae) ve bunun “günümüzde yaşayan iğnebalıklarıyla özdeş” olduğunu söylüyor. Ancak, güncel diye gösterdiği örnek, iğnebalığı değil zarganadır (Belone belone; takım Beloniformes) (Resim 22). Burada YA’nın başka bir temel sorununu görüyoruz: canlıların konuşma dilindeki isimlerini kullanıp, uluslararası camiada tanınmış ve bilimsel kurallara bağlanmış isimleri sürekli görmezden gelmek ya da bunları kullanacak yeterlilikte olmamak (Pikaia, Archaeopteryx, Wiwaxia vesaire gibi bayrak gemisi kimi fosiller hariç). Bu noktada zargananın halk arasındaki adı örnek teşkil ediyor, çünkü C1’de bu ad, 48-49. ve 364-365. sayfalarda gösterilmiş olan fosiller için kullanılmış, oysa C1-2’nin ve C1-4’ün 318-319. sayfalarında aynı adla ilave bir fosil var (buna ilaveten FM-SF0066 ve FM-SF1033 maddelerine bakınız). Fakat bu sayfalardaki ve FM maddelerindeki hem fosiller hem de güncel diye gösterilen örnekler “zargana” türü değildir (takım Beloniformes), turnabalığıgildir (takım Lepisosteiformes: Lepisosteidae). Gelgelelim, bu bile anlaşılır olmayabilir, çünkü “zargana” adı hem Lepisosteidae hem de Beloniformes türleri için kullanılır (bakınız Froese ve Pauly, 2011). Balık veri tabanında yapılacak kısa bir araştırma (Froese ve Pauly, 2011), zargana adının iki çok farklı takımı (Beloniformes ve Lepisosteiformes) ve üç aileyi (Lepisosteiformes, Hemiramphidae ve Belonidae) temsil eden en az beş tür için kullanıldığını gösterecektir. Zarganayı yorumlamak çok kafa karıştırıcı olabilir, çünkü üç aileye mensup en az 19 tür bu isimle adlandırılır, fakat tüm bu türler tek ve aynı takımı (Beloniformes) temsil eder (Froese ve Pauly, 2011).
    Bilimsel olmayan adların yol açtığı kafa karışıklığına dair son örnek olarak, C-3’ün 190-191. sayfalarındaki “kumbalığını” ele alalım.

    YARATILIŞ ATLASI’NIN EN ÖNEMLİ KISMI:
    HARUN YAHYA’NIN SAHTE BULGULARI

    Yukarıdaki kısımlarda betimlenmiş gafların bazıları gülünç olsa da, bize kalırsa eğer HY tarihte izini bırakacaksa, bunun sebebi, YA’da ürettiği sahte bulgular olacaktır. Aslında, YA Avrupa’da dağıtıldıktan kısa süre sonra, C1-2’nin ve C1-4’ün 240-241. sayfalarındaki “örümceğe”, bilinen herhangi bir türe uymuyor diye bilhassa dikkat çekilmişti. Özellikle, yaban arısına benzer iğneli karnıyla, boncuk benzeri kırmızı gözleriyle, kıskaçlı ağzıyla bu örümcek benzersizdi (Resim 25; internet sitesi 24). Çünkü aslında Graham Owen’ın yaratmış olduğu bütünüyle hayal ürünü bir hayvandır. Owen, gerçekçi dekoratif hayvan modelleri ve yapay balıklar (olta yemi) üretiminde uzmanlaşmış bir sanatçıdır. Aslında bu örümceği, o zamana kadar yaptığının aksine, var olan bir türü kopyalamak için değil, hayalî bir hayvan yaratmak için tasarlamıştı (Hardy-Greys reklamı için) (internet sitesi 24). Fakat HY bu modelden, şu iddiasını desteklemek için canlı bir örnek niyetine faydalanmıştır: “Günümüzün örümcekleri, milyonlarca yıl önce yaşamış örümceklerin tüm özelliklerini barındırıyor”!

    Her halükârda, HY’nin kehribar içindeki örümcek fosili öyle bulanık ki, altı ilâ sekiz bacağı olan neredeyse her canlıyla bağdaşabilir (Resim 25). Graham Owen’ın hayal ürünü örümceğinin ağız kıskaçları arasında tatarcık şekilli bir model tuttuğunu belirtmek ilginç olabilir (Resim 24). Bununla birlikte, bu tatarcık modelinden, canlı bir sivrisinek türünü göstermek için de faydalanılmıştır (“Khmer Çevrimiçi Sözlüğü”nde ve “Edinburgh Napier Haberleri”nde tatarcıklarla ilgili haberlerde; bakınız internet sitesi 25). Bu yüzden, canlı hayvanları resimlerle açıklamak içi Graham Owen’ın model hayvanlarını kullanmak başkalarının da aklını çelmiştir!

    Örümcek modelinin yanı sıra HY, Graham Owen koleksiyonundan iki model daha kullanmıştır; C1-2’nin ve C1-4’ün 244. sayfasındaki şayak sineği ve C1’in 282. sayfasındaki mayıs sineği (Resim 26-27; internet sitesi 24). İki örnekte de model üzerindeki olta çengeli YA’da açıkça görünüyor. Yine de HY şayak sineği için şunu yazıyor: “Resimdekiler, kehribar içindeki şayak sineği ile mantar tatarcığı. Canlılar, yapılarında en ufak değişiklik olmaksızın milyonlarca yıl hayatta kalmıştır. Bu böceklerin hiç değişmemiş olduğu gerçeği, asla evrimleşmediklerinin göstergesidir.”

    Keza HY, mayıs sineği için de şunu söylüyor: “Mayıs sineğinin bilinen 2500’ü aşkın türü var. Yetişkinlik ömürleri çok kısa olan bu böcekler, yapılarını milyonlarca yıl boyunca değiştirmeden sürdürmüştür. Kehribar içinde gösterilen mayıs sineği 25 milyon yaşındadır. 25 milyon yıl boyunca aynı kalmış türler bize, evrimleşmediklerini ama yaratıldıklarını gösteriyor.”
    Eğer kişi, bir taraftan karnında bariz olta çengeli sarkan balık yemini gösterip bir taraftan bu iddiaları ileri sürüyorsa, o zaman insan, acaba HY’nin, bazı yapıların değişmiş olduğunu kabul etmesi için daha ne olması gerektiğini merak ediyor. Öte yandan, bu şayak sineği ve mayıs sineği olta yemlerinin aslında evrimin neticesi olmadığını, kasten yaratıldıklarını kabul etmeliyiz... gerçi bunları yaratan tanrı değildir.

    Graham Owen’ın telif haklarıyla ilgili şikâyetinden ve YA’daki olta yemi kullanımının internette açığa çıkarılmasından sonra, hem örümcek hem de şayak sineği olta yemleri yerine canlı türlerin fotoğrafları konulmuştur (internet sitesi 26-27). Ancak, C1-13’te mayıs sineği olta yeminin değiştirilmediğini ve hâlâ durduğunu gördüğümüzde şaşırdık (gerçi C1-2’de gösterilen fotoğrafın ayna görüntüsü). Bu ısrarın nedeni bizim malumumuz değil, gerçi HY, Dawkins’e verdiği yanıtta bunun nedenini bir parça aydınlatıyor (internet sitesi 28-29). 2008’de HY şunu yazmıştır (internet sitesi 28; bizim vurgumuz kalın harflerle): “Yaratılış Atlasında resmedilmiş olan böcek modeli, bugün hâlâ yaşayan bir organizmanın modelidir ve bunun milyonlarca yıl geçmişe uzanan fosilleri bulunmuştur. Model olup olmaması hiç fark etmez. Önemli olan, bu böceğin geçmişte milyonlarca yıl yaşamış olması ve günümüzde tamamen aynı biçimde yaşamını sürdürüyor olmasıdır.” Az ileride şu sonuca varıyor: “Dawkins, toplam 2300 sayfayı aşan üç cildiyle ve evrimi kesinlikle çürüten yüzlerce canlı fosili gösteren sayfalarıyla Yaratılış Atlasından nihayet bir model hayvan resmi tespit edebilmiş ve bunu bir hata olarak resmetmeye uğraşıyor. Evrimciler, kitapta tek hata olmaması gerçeğini sindiremiyor; kitap, milyonlarca yıl önce yaşamış organizmaların günümüzde de yaşadığını kanıtlıyor. Dawkins’in kısır çabaları, Yaratılış Atlasının ne kadar doğru ve etkin olduğunu açıkça gözler önüne seriyor. Bu durum, evrimin tam çöküşe ilerleyişinde Yaratılış Atlasının tesirli olduğunu da göstermekte.”

    2009 tarihli yanıtında HY (internet sitesi 29), şunu ileri sürerek bu konunun kapsamını daha da genişletiyor: “Plastik model, söz konusu canlı organizmanın fotoğrafıyla özdeş olduğu için, elbette dilediğimi kullanabilirim.” Dawkins’in kendisi ve olta yemlerine (ve YA’nın başka kısımlarına) dair eleştirisi hakkında ise şunu diyor (vurguladığımız yerler kalın harflerle): “Şu an kitabın dördüncü ve beşinci baskılarını hazırlama aşamasındayım ve örneğin, plastik kurbağa modellerinden faydalandım. Farklı ve hoş görünüyorlar, ayrıca bir parça mizah barındırıyorlar. Malum kişinin bu yemi yutmasına müsaade ettim. Tek eleştirdiği konu bu. Olta kancasını kasten koydum. Açıkça görünen bir olta kancası vardı. Kancanın üzerine sinek yerleştirdim, o adam da oltaya gelmiş oldu. Şimdi her yerde bunun hakkında konuşuyor, insanlara kanca üzerindeki sineği gösteriyor.”

    Dolayısıyla, eğer HY inanmamız gerekiyorsa, YA’da olta yemlerini, Richard Dawkins’i “yakalamak” amacıyla kasten kullanılmış (gerçi bunun anlamı ne olabilir, o da belli değil)! HY’nin, Dawkins sadece olta yemlerini eleştiriyor yanıtı daha da inanılmaz, çünkü aslında Dawkins, HY’yi deniz zambakları, yılanbalıkları ve denizyıldızları hakkındaki hatalı iddialarına işaret ederek eleştirilerine başlıyor ve olta yemlerine ancak komik bir anekdot olarak değiniyor. Fakat daha önce belirttiğimiz gibi, HY hatalarını kabul etmek istemiyor, kaldı ki yaklaşımının ve yorumlarının temelden hatalı olduğunu kabullensin. Nihayetinde, “kitapta tek hata yok”muş (internet sitesi 28)! Kibarca söylemek gerekirse, umuyoruz ki makalemiz en azından bu sözün tamamen doğru olmadığını göstermektedir.
    Her halükârda, HY’yi doğru anladığımızı varsayarsak, olta yemlerini, kendini açıkça anlatmak üzere didaktik bir model olarak kullanmış. Eğer öyleyse, Ernst Haeckel’in embriyo resimleri sahte diyerek neden git gide ortalığı daha fazla bulandırdığını merak ediyoruz, zira HY’nin bu konuya ayırdığı sayfa sayısı YA’nın her cildiyle birlikte artmakta (bakınız C1-13 s. 843-844; C2-5 s. 722-724; C3 s. 503-507; ayrıca bakınız Harun Yahya, 2003). Bu konuya daha fazla dalmadan, Haeckel’in çalışmalarıyla ilgili son incelemelerin, Haeckel’i kasıtlı sahtecilikle suçlayacak ciddi bir sebebin olmadığını gösterdiğini vurgulayalım; bazı noktalarda hata yapmış olsa bile (bunları kabul edip düzeltmiştir), embriyo çizimlerindeki bu sözde tahrif, bahsettiği konuyu, uzman olmayan geniş okuyucu kitlesine açıkça anlatma amaçlı didaktik ve kullanışlı sadeleştirmelerden (“şemalaştırma”) ibarettir (Bender 1998; Hopwood, 2006; Richards, 2008, 2009).
    Son olarak, HY, eğer plastik model canlı organizmanın fotoğrafıyla özdeşse, meramını anlatmak amacıyla istediği her şeyi kullanabileceğini söylediği için, YA’nın gelecekteki ciltlerine katkımız olsun isteriz: Kentucky’deki Drake Oluşumundan gelen Ordovician döneminden kalma Loxoplocus fosiline dayanarak “Karından bacaklı”nın “canlı, özdeş muadili” olarak Belçika deniz meyvesi çikolatasını gösterebilir (Resim 28; internet sitesi 33). HY’nin, evrimi yadsımak için yapay “bulgu” kullanımına dair savunmasının tabiatını bu ironinin yeterince göstermiş olduğunu umuyoruz.

    SONSÖZ
    HY’nin, evrimin olmadığına yönelik temel savı, mevcut türlerin jeolojik çağlar boyunca değişim geçirmeden kaldığını söylüyor (yani ilahî yaratılıştan bu yana). Bu yüzden HY’nin görüşünün temel taşı, fosilin ve mevcut türlerin özdeş olmasına dayanıyor. Bunu kanıtlamak, mantıklı bir taksonomi temeli gerektirir. Bununla birlikte, YA’daki tüm hataları belirtmeye kalkışmamış olsak bile, bu makale, söz konusu bakış açısıyla YA’nın olası her şekilde çuvalladığını açıkça gösteriyor. İşin doğrusu, YA’nın taksonomi tabanı bütünüyle hatalıdır, çünkü HY temel isimlendirmenin, taksonomi tanımlamalarının, sınıflandırmanın ve veri tahlilinin bilimsel kurallarına uymayı göz ardı ediyor. Fosillere ve mevcut taksonlara, genelde göz kararıyla ve dış özelliklere göre kıyaslanıp karar veriliyor. Farklı taksonlar, belirsiz ve yetersiz tanımlanmış genel isimler altında birlikte kümeleniyor. Mesela, salyangozlar salyangozdur, örümcekler örümcektir, ringa balıkları ringa balığıdır. Bu yaklaşım şubelerden, sınıflara ailelere, sözde türlere kadar çeşitli taksonomi düzeylerinde uygulanmış, tüm bunların hiç şaşmadan aynı kalmış olduğu ileri sürülmüştür, her ne kadar fosiller ve güncel muadilleri ilk bakışta muazzam farklılıklar sergilese de! Doğrusu, eğer HY brakyopod fosili ile yumuşakça arasında, yılanbalığı ile denizyılanı arasında, hatta olta yemi ile mayıs sineği fosili arasında hiç fark olmadığını iddia edebiliyorsa, insan ile şempanze arasında fark olduğunu neye dayanarak savunuyor merak ediyoruz? Üstelik daha önce genel hatlarıyla işaret ettiğimiz gibi, HY, farklılıkları nasıl tespit ediyor, yani iki türün ya da örneğin farklı mı özdeş mi olduğuna karar verirken hangi ölçütleri kullanıyor? Öyle olsalar bile, sırf iki organizma dış görünüşleri bakımından benziyor diye evrimi reddedip yaratılışı kabul etmenin mantıkî temeli nedir? HY, Resim 29’da gösterdiğimiz tespih kırkayağı (Arthropoda, Diplopoda: Glomeris türü) ile tespih böceği (Arthropoda, Crustacea: Armadillidium türü) arasındaki benzerliği nasıl yorumlardı acaba? Elbette bilmiyoruz, fakat YA’da HY’nin böylesi temel sorunları tartışmak bir yana bunlardan söz etmediğini bile söylemeye gerek yok.
    HY’nin yaklaşımı açıkça baraminolojinin, yani tanrının yarattığı türleri sınırlardan kurtarma çabasının (Wood, 2002; Prothero, 2009) kapsamına giriyor; elbette bu türler (baramin) içindeki çeşitliliği ve farkları, örtük evrim çağrışımları olmaksızın açıklamaya çalışır (Prothero, 2009). Ancak, baraminologlar bile “nesnel” yöntemler kullanmaya ve isimlendirme kurallarını uygulamaya çabalar (Wood, 2002). Bunun aksine HY, bilimsel terminoloji kullanmayı özellikle istemiyor (gerçi işine geldiği zaman kullanmaktan da kaçınmıyor), çünkü bunu, Darvincilerin bir aldatma tekniği olarak görüyor (Harun Yahya, 2011b):
    “...Darvincilerin başlıca aldatma vasıtası bilimdir. Bu beyin yıkama tekniğini elden bırakmak istemiyorlar. Darvinci bilim dergilerinde yayımladıkları aldatıcı makalelerinde bol bol bilimsel terim ve formül kullanmalarının sebebi, okuyuculara epey önemli, anlaşılır, girift bilgi sundukları izlenimini uyandırmak.
    “Latince sözcükler, Darvincilerin aldatma teknikleri repertuarının yıldız icracılarıdır. Darvinciler, sahte fosillere ya da yeni uydurdukları yanlış kuramlara Latince isim vermenin, güvenirliklerini bir şekilde artıracağı düşünü kurarlar. Ancak, söylediklerinin ardında hiç bilimsel bulgu yoktur.”
    HY’nin katı taksonomi yöntemlerini ve isimlendirme kurallarını uygulamayı reddedişi, bütün çabasını saçma sapan kılıyor.
    Belki de HY’nin Darvinciliğe açtığı savaşın en inanılmaz kısmı şu iki iddiasıdır: 1) Darvinciler “ayrıntılara” gereğinden fazla odaklandığı için insanları gerçeklikten uzaklaştırıyorlarmış (tahminimizce bu makalede değindiğimiz konular bu kapsama giriyor) ve 2) “Benzerliklerden kanıt olarak faydalanmaya çalışıyorlar”mış (Harun Yahya, 2011b). Özellikle ikinci madde kafa karıştırıcı, çünkü evrime karşı HY’nin kendi savlarını da tamamen baltalıyor, zira YA bütünüyle, fosillerin ve mevcut türlerin benzer (özdeş) olduğunu, dolayısıyla yaratılıştan bu yana hiç değişmediklerini göstermeye dayanıyor. O halde HY bu savlarında, benzerlikleri kanıt olarak kullanmıyor mu? Yeri gelmişken, evrim kuramı “benzerliklerden” faydalanmaz, fakat ortak atayı çıkarsamak için başka şeylerin yanı sıra ortak biçimlere (apomorphy, synapomorphy) bel bağlar. Fakat elbette HY’ye göre bu, aldatıcı bir bilimsel terimdir. Dolayısıyla, bir kez daha sözümüzü bitirdiğimiz yere geldik, gerçi makalemizin, HY’ninkiler gibi yaratılışçı kuramların ipliğini pazara çıkarmakta taksonominin ne kadar yararlı olabileceğini en azından göstermiş olduğunu umuyoruz.

    Vaktiniz olunca hepsini okuyun.Güç kimde bir görün




  • quote:

    Orijinalden alıntı: love_62127

    quote:

    Orijinalden alıntı: enomeno35

    quote:

    Orijinalden alıntı: love_62127

    quote:

    Orijinalden alıntı: enomeno35

    quote:

    Orijinalden alıntı: love_62127

    arkadaşlar mutasyon konusundaki yazıyı anlamayan arkadaşlar size daha detaylı bir makale atıyorum
    Darwinistler, canlıların tesadüfi mutasyonlar sonucu evrimleştiklerini ve kör ve şuursuz mutasyonların şu an yeryüzünde gördüğümüz muhteşem canlı çeşitliliğini meydana getirdiğini iddia ederler.

    Bu iddia ciddi bir mantık hezimetidir.

    Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar, bozulmalar ve yer değiştirmelerdir. MUTASYONLAR %99 ORANINDA ORGANİZMAYA ZARAR VERİRLER. %1 oranında etkisizdirler. Herhangi bir organizmaya FAYDA SAĞLAMIŞ HERHANGİ BİR MUTASYON TESPİT EDİLMEMİŞTİR. Dahası,


    Darwinistlerin iddiasına göre, mutasyon, vücudun her yerinde orantılı ve birbirine uyumlu değişiklikler yapmak zorundadır.
    Örneğin evrimcilerin iddiasına göre rastgele mutasyonlarla sağ tarafta iddia ettikleri şekilde kulak oluştuysa, sol tarafta da rastgele mutasyonların aynı simetride aynı şekilde duyan, aynı özelliklere sahip ikinci bir kulağın oluşturması gerekir. Örs, çekiç, üzengi her birinin aynı şekilde mükemmel olarak eşit şekilde meydana gelmesi gerekir.
    Rastgele mutasyonların kalp kapakçıklarını iki tarafta da aynı şekilde oluşturması gerekir. Darwinistlerin iddiasına göre mutlaka mutasyonların bütün kapakçıkları, kulakçıkları eşit uyumda, hatasız, tam yerli yerinde ve aynı anda meydana getirmesi gerekir. Vücudun her bir organında bunun bu şekilde olması gerekir.
    Yoksa büyük çelişkiler olur, bir kulağı ters, bir dişi farklı, tek gözü alnında tek gözü burunda garip yapıların meydana gelmesi gerekir. Canlılıkta böyle bir dengesizlik olmadığına göre, Darwinistlerin iddiasına göre mutasyonların her şeyi simetrik ve uyumlu şekilde meydana getirmesi geremektedir.
    Fakat % 99’u zararlı, %1’i etkisiz mutasyonların faydalı olması; akılcı, uyumlu, simetrik, organları aynı anda meydana getirebilmeleri imkansızdır.
    Mutasyonlar düzgün bir yapıya adeta makinalı tüfekle ateş etmek gibidir. Sağlam bir şeyin üzerine ateş açılması o yapıyı tamamen ortadan kaldırır. Tek bir tanesinin etkisiz kalması veya vücuttaki mevcut bir enfeksiyonu yakarak iyileştirmesi bir şeyi değiştirmemektedir. Organizma zaten kendisine isabet eden 99 mermi ile yerle bir olmuştur.

    http://www.youtube.com/watch?v=gVENaIRB1b4

    Okurken ağlayayım mı güleyim mi gerçekten kararsız kaldım. Bu düşünme yapısına nereden, nasıl varabiliyorsunuz bilmiyorum; ama bildiğim tek şey sizin bu paragrafı dünyanın HERHANGİ biryerindeki bir bilim ekolünde okusanız sizi orada taşlayacaklarıdır. Bu insanları cahil yerine koyup saçma sapan belirsizliklerinizi insanlara empoze ettirmeye çalışıyor, düşünmelerini engelliyorsunuz. Siz hiç mi biyoloji görmediniz? Yani gerçekten şaşıp kalıyorum şu mantığa;

    " Mutasyonlar yararlı değil zararlıdır, mutasyon olunca canlının 1 gözü sırtında çıkıyor hani bunun neresi yararlı"

    Yani bu dibi herhalde mantıksızlığın.

    Dünyada birtek siz ve sizin ömür sınırınızda yaşayan canlılar yok. Canlılar yaşadıkları mutasyonlar sonucu eğer yaşadıklara uyum sağlayamazlar ise ölürler. Ölen canlı beraberinde gelecek mutasyonlu nesilini de beraberinde götürür gittiği yere. Eğer mutasyon yararlı ise canlı genini beraberinde yeni nesile sürükler.

    Hayır siz mutasyonlara neden bu kadar katısınız ki? Biyoloji sizin gibi at gözlükleri ile bakanların işi değil kusura bakmayın. Çıkın doğaya, biraz anlamaya çalışın. Herşey sizin düşünebileceğiniz kadar kolay değil. Eğer mutasyonların hepsinin zararlı olduğunu düşünüyorsanız; çekirdeksiz portakal yemeyin. Löp löp yiyorsunuz portakalları.

    ya kardeş delilş getir delil bir tane delilin yok bilader yapma ya anca laf yapıyon eleştiri yapıyosun evrim varsa kardeşim benim bu canlıların hiç değişmediğini gösteren hep aynı olduğunu gösteren fosil sergileri ne oluyor hemde heryere açılıyor ya yapma kardeş proteinin nasıl oluştuğunu bile açıklayamıyolar


    - TEK BİR PROTEİNİN BİLE TESADÜFEN OLUŞMA İHTİMALİ SIFIRDIR
    Hücrenin alt parçaları olan proteinlerin dahi herbiri son derece kompleks yapılardır ve aralarında olağanüstü bir organizasyon, mükemmel bir planlama bulunmaktadır. Herbir protein, insan vücudunda çok hayati görevler üstlenmektedir; üretimi, işlevleri ve tasarımı ile insanda hayranlık uyandıracak kadar çok detaya sahiptir. Böyle yapıların, cansız ve şuursuz atomların tesadüfen biraraya gelip, kusursuz bir organizasyon, iş bölümü ve son derece kompleks yapılar meydana getirmesiyle ortaya çıktıklarını iddia etmek son derece mantıksızdır.
    Proteinleri oluşturan amino asitler 20 farklı türdedirler ve yalnızca belirli bir sıra ile dizilirlerse proteinleri oluşturabilirler. Bu belirli dizilimin tesadüf sonucu ortaya çıkma ihtimali "sıfır" dır. Örneğin 400 amino asitin belli bir sırayla dizilme ihtimali 10 üzeri 520'de bir ihtimaldir.
    Proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyeceği gerçeği en koyu evrimciler tarafından bile kabul edilmektedir. Örneğin moleküler evrim teorisinin babası sayılan Rus bilim adamı Alexander Oparin "Proteinlerin yapısını inceleyenler için bu maddelerin kendiliklerinden biraraya gelmiş olmaları, Romalı şair Virgil'in ünlü Aeneid şiirinin etrafa saçılmış harflerden rastgele meydana gelmiş olması kadar ihtimal dışı gözükmektedir" demiştir. 21
    Proteinlerin oluşabilmesi için tek gerekli şart amino asitlerin uygun dizili değildir. Bunun yanında pek çok gereklilik daha vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
    - Proteinlerin en küçüklerinin oluşabilmesi için dahi yüzlerce amino asit belli sayıda, uygun çeşitte ve özel bir sıralamada dizilmelidir,
    - Tek bir amino asitin fazla, eksik ya da yerinin farklı olması o proteini işlevsiz hale getirir,
    - Bir proteinde bulunan amino asitlerin yalnızca sol-elli olanlardan oluşması gerekir, tek bir sağ-elli amino asitin araya karışması bile o proteini işe yaramaz hale getirir,
    - Amino asitlerin aralarında yalnızca peptid bağı denen özel bir kimyasal bağla bağlanması gerekir, diğer kimyasal bağlar proteinin yapısını bozar,
    - Proteine işlevini kazandıran unsur onun üç boyutlu yapısıdır. Bu üç boyutlu yapı çoğu zaman hücre içindeki ribozomda protein sentezi yapılırken, özel enzimlerin yardımıyla gerçekleşir, bu yapı birçok protein çeşidinde kendi kendine oluşamaz. Dolayısıyla ilk işe yarar protein oluşurken, çok önceden başka enzimlerin de zaten doğada bulunması gerekir, ki bu bile evrim teorisinin geçersizliğini tek başına gösterir.
    Yukarıda sayılan koşulların tek bir tanesinin bile kendi kendine tesadüfler sonucu gerçekleşmesi olasılık hesaplarına göre de imkansızdır. Örneğin bilimadamları 500 amino asitten oluşan bir proteinin (binlerce amino asitten oluşan proteinler de mevcuttur) tesadüfen oluşma ihtimalini hesaplamışlar ve şöyle bir sonuca varmışlardır:
    1. Amino asitlerin uygun dizilme ihtimali: 10 üzeri 650’de 1 ihtimal
    2. Amino asitlerin sol-elli olma ihtimali: 10 üzeri 150’de 1 ihtimal
    3. Amino asitlerin aralarında "peptid bağı" ile bağlanmaları ihtimali: 10 üzeri 150’de 1 ihtimal
    Toplam ihtimal: 10 üzeri 950’de 1 ihtimal
    İstatistik biliminde 10 üzeri 50’de 1’den küçük ihtimaller pratikte sıfır kabul edilir.

    fosillere gelince heryer fosil sergileri oldu artık kaçacak yeriniz kalmadı kardeş canlılar şimdi neyse 200 milyon önce 100 milyon öncede aynıydı yani evrim yok fosil sergilerine gelelim şimdi linkler geliyor kardeş yakala

    Istanbul Taksim Metro Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=zEEY6YWO-qs

    Trabzon Şehir Meydanı Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=7XUO1iZBigw

    Adapazarı, Ada Center AVM'de fosil sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=j4bvVCca1fA

    Marmara Universitesi Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=xq2RmsTkJAo


    Antalya 5M Migros't Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=ZPrXOQgn8-o


    TOKAT FOSİL SERGİSİ - SRT HABER ROPÖRTAJIhttp://www.youtube.com/watch?v=CaamTyGtUhM


    TAKSİM METRO FOSİL SERGİSİ - 2012http://www.youtube.com/watch?v=mWSkQwwAmGg



    Esenköy'de (Yalova) Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=7PdEa74Wvoo



    İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ FOSİL SERGİSİ VE KONFEANSI 27.3.2012http://www.youtube.com/watch?v=4wLAdKzqvP0


    stanbul, Üsküdar'da düzenlenen fosil sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=XQVY6zDZZdw



    Kayseri Park AVM'de düzenlenen fosil sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=EewRw6xIjU0


    Rize İsmail Kahraman KM Fosil Sergisihttp://www.youtube.com/watch?v=EXyeIGn5HG8


    İzmir Özdilek AVM'de fosil sergisi düzenlendihttp://www.youtube.com/watch?v=M-oMPtV4DBI




    Bilimde tesadüf yoktur. Bilimin Türkiye' deki tanımına göre din öğretmenleri "ben bilim insanıyım"; ilahiyatçılar "ben bilim ile uğraşıyorum" diyebiliyor. Bilim laboratuvar veya bilim sahalarında yapılır ve tekrarlanabilir. Bilimde tesadüf değil, olasılıklar vardır. İnsanlar hergün farklı özellikler elde etmezler. Değişim; zaman alan bir süreçtir ve pat diye oluşmaz.

    Sen nasıl bir kanıt istiyorsun ki? Onlarca; binlerce kanıt var ve siz inançlarınız dolayısı ile bunları görmeyi reddediyorsunuz. Bence inanç bunu bu şekilde yapmanıza zorlamıyor sizi. Siz reddediyorsunuz. Ayaklarınıza bakın. Başparmaktan serçe parmağınıza giderken bir kavis var ve aynı şekilde serçe parmağımız geçmiş yıllara nazaran gitgide küçülüyor. Bu, serçe parmağımızı kullanmamamızdan ve aşırı sıkıştırmaktan kaynaklanıyor olabilir. Bu örneği ayaklarıma bakınca kurdum.

    Ben siz nasıl bir kanıt istiyorsunuz onu anlamıyorum. Biyolojide her alan kimya ve fizik gibi değildir ki. Bir insan birşeyi savunurken hep kanıt mı arar? Siz kanıt sunuyor musunuz?İnsan yorum yapabilmek için hep kitaba mı ihtiyaç duyar?

    Bu arada ben de sayfalarca makale sunabilirim size. Tartışmamız sizin yaratmaya çalıştığınız gibi(?) sıkıcı olmasın diye özet bilgilerimden bişeyler sunmaya çalışıyorum. Özet bilgiler ile yazışır isek daha hoş bir tartışma geçebilir. Evet; bu daha iyi olabilir.

    canım kardeşim iyice güldüm yapma ya o nasıl bir bilim kurguydu ya n asıl bir delil ya

    Peki kardeşim evrim falan yok. Rahatladın mı? Sen tartışmıyorsun ki. Sen kopyala yapıştır yapıp evet öyledir hayır böyle değildir diyorsun böyle tartışılmaz ki.

    Yani yanlış anlamanı istemiyorum fakat senin zihniyetindeki insanlar ile tartışmak mümkün değil. Önünde insan yaratsak birşey bulacaksın; buluyorsunuz çünkü. Sen nasıl biliyorsan öyledir. Tamam?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: AnotherPlanet

    http://www.scribd.com/doc/91081206/Backeljau-2011-Acoreana-Sup-7-241

    Thierry Backeljau
    Belçika Doğa Bilimleri Kraliyet Enstitüsü, Omurgasızlar Bölümü ve Ortak Deneysel Moleküler Birimi (JEMU). Antwerp Üniversitesi Evrimsel Ekoloji Grubu.

    Kurt Jordaens
    Orta Afrika Kraliyet Müzesi, Zooloji Bölümü ve Ortak Deneysel Moleküler Birimi (JEMU). Antwerp Üniversitesi Evrimsel Ekoloji Grubu.
    Antonio M. de Frias Martins
    Azorlar Üniversitesi, Azorlar Biyolojisi Bölümü, CIBIO-Açores, Biyoçeşitlilik ve Genetik Kaynaklar Araştırma Merkezi.


    Biyolojik çeşitliliği betimleyişin ve sınıflandırışın hem kuramı hem uygulaması olan taksonomi (Bromham, 2008; Schuh & Brower, 2009; Hawksworth, 2010), çoğunlukla, tehdit altında bulunan bir araştırma disiplini olarak algılanır; bilimsel ilgi alanının ve geçerliliğinin dar kapsamlı olduğu, hatta daha kötüsü, bilimsel zemininin kısıtlı olduğu düşünülür (Vernon, 1993; Agnarsson & Kunter, 2007). Pek çok eleştiriden biri olan bu sonuncu savın nedeni, biyoçeşitlilik ölçümünde temel bir birimin olmayışıdır, yani canlı türünün anlamı (tanımı) konusunda genel bir fikir birliğinin olmayışıdır (Baum, 2009; Brooks & Helgen, 2011). Doğrusu, farklı ve bazen birbirleriyle tutarsız 25 adet tür kavramının var olduğu (Mayden, 1997; Richards, 2010) ve taksonomicilerin büyük çoğunluğunun, üzerinden kendi tür tanımlarının yorumlandığı canlı tür kavramını açıkça formüle etmeksizin türleri tanımladığı düşünülürse, taksonomi hakkında, hipotez olarak doğruluğunun sınanmasına varana dek şüphelerin uyanması şaşırtıcı değil. Fakat tekrar tekrar işaret edildiği gibi, açıkça tanımlanmış tür kavramının çerçevesinde şekillenmiş tür betimlemeleri, sınanmaya açık hipotezler ve savlar bakımından bir zenginlik sunar; öyle ki taksonomi, nitelikli ve sağlam bilimsel uygulama olma şartına mükemmelen uymaktadır (Wheeler ve Valdecasas, 2007; Bininda-Emonds, 2011; Haszprunar, 2011).

    Taksonominin sağlam bilimsel temeli olsa bile, bu çabaya ne ölçüde değdiği elbette düşünülebilir. Bu bağlamda, taksonominin çoğunlukla yeterince takdir edilmeyen özel bir değerine odaklanmak; yani yaratılışçılar ve akıllı tasarım yanlıları gibi evrim kuramı karşıtlarının ileri sürdüğü güya bilimsel, yanıltıcı savlarla başa çıkmaktaki temel önemine değinmek istiyoruz. Aslında, evrim kuramının temellerini anlamak için makul taksonomi bilgisinin önemini bizzat Charles Darwin de fark etmişti! Nihayetinde, geniş kesimlerin benimsediği romantik efsanelerin aksine Darwin, Galapagos Adalarına yaptığı ziyaret sırasında aniden evrimci içgörülerle aydınlanmış değildir. Aksine, türlerin değişmez doğasına ilişkin inancını, bu simgesel takımadalardan ayrılışından ancak bir buçuk sene sonra terk etti (Sulloway, 1982b, 1984). Darwin, İngiltere’ye, yuvasına dönüp bazı taksonomistlerle yakın işbirliği yaptıktan sonra evrim kuramına geçmiştir; başka bilimciler gibi taksonomistler de, Darwin’in kimi yanlış tanımlamalarını ve karman çorman sınıflandırmalarını düzeltmişti (Sulloway, 1982a, b). Darwin’in, makul taksonomi önerilerine duyduğu gereksinim (her ne kadar bu öneriler, yaratılışçı inançlara bağlı taksonomistlerden gelmiş olsa da), Galapagos’un hem kuşlarıyla hem de dev kaplumbağalarıyla ilgili, başlangıçtaki hatalı ve kafa karıştırıcı yorumlarından bellidir (Sulloway, 1982a, b, 1983; Steinheimer, 2004; Sulloway, 2009) [Not: yaygın söylencenin aksine Darwin, evrime dair düşüncelerini şekillendirirken, kendi adı verilen ispinozları değil (Darwin ispinozları), alaycı kuşları temel almıştır (Sulloway, 1982a, 1983; Steinheimer, 2004)].

    Taksonominin evrim düşüncesi için önemi, bizzat Darwin’in sonradan taksonomici olup kaya midyeleri üzerinde uzmanlaşması gerçeğinden de bellidir. 62 adet yeni kaya midyesi türü betimlemiştir (Castilla, 2009). Her ne kadar Darwin’in kaya midyelerine duyduğu taksonomi temelli ilgi, bilimsel itibar kazanma meselesi miydi (Yoon, 2009: 62) yoksa bu hayvanlar için duyduğu uzun soluklu, hakiki merakın (Love, 2002; Van Wyhe, 2007) yansıması mıydı, tamamen açık olmasa da, kaya midyeleri konulu çalışmasının, evrimle ilgili fikirlerini geliştirmesinde ona önemli ek cephane sağladığı su götürmez (Love, 2002; Van Wyhe, 2007).
    Taksonominin, evrim kuramına dayanak sağlayan vazgeçilmez bir araştırma disiplini olduğu belli; dolayısıyla bu makalenin amacı, taksonominin aynı zamanda, tüm dünyada yaratılışçıların ve akıllı tasarım hareketlerinin savunduğu evrim karşıtı düşüncenin çürütülmesine de yardımcı olabileceğini gözler önüne sermek. Bilhassa, Türkiye’den İslamcı yaratılışçı Harun Yahya’nın (HY) kimi son yayınlarında evrim kuramını reddedişinin dayandığı yanıltıcı, hatta saçma taksonomi ve biyoloji temelini sergileyeceğiz. Dolayısıyla, özellikle kötü şöhretli “Yaratılış Atlası”na (YA) (Resim 1) ve ilintili kitaplara odaklanacağız, ayrıca HY’nin, YA’yı desteklemek için kurduğu sanal fosil müzesine de (http://​www.fossil-museum.com/) değineceğiz.

    Bizden önce YA’ya ciddi olarak karşı çıkıldığının farkındayız (Decleir, 2008; Musaji, 2009), yine de bundan önce verilen eleştirel yanıtların çoğunluğu, nispeten farklı bir şekilde sunuldu (gazetelerde, dergilerde, radyo ya da TV sohbetlerinde, internet sitelerinde...) ve/veya YA’da bol bol bulunan bariz hataların, yanlış yorumların ve yanıltıcı hükümlerin pek azı ele alındı (Anthis, 2007b; Glaubrecht, 2007; Myers, 2008; Dawkins, 2008; Hameed, 2009). Bu da anlaşılabilir bir durum, çünkü YA’nın bilimsel itibarı sıfıra yakın (daha fazlası için aşağıya bakınız). Bu yüzden çoğu biyolog, HY yayınlarındaki bariz kusurları ilan etmekten başka bir işe yaramayacak çabaya zaman ve enerji harcamayı gereksiz bulabilir. Ancak, YA’nın Avrupa’da, bilhassa Müslümanlar arasında hatırı sayılır ilgi görmesi ve bu ilgi sayesinde kitabın, bazı ulusal Eğitim Bakanlıkları, ayrıca Avrupa Konseyi (2007) düzeyinde tartışıldığı düşünülürse, öğretmenlere ve eğitimcilere YA’yla ilgili daha kapsamlı bilgi sağlamanın faydalı olabileceğini düşünüyoruz, böylece YA’yı ciddiye alabilecek öğrencilerden gelen soruları yanıtlamaya kendilerini hazırlayabilirler. Nihayetinde, Avrupa okullarının bilim müfredatında yaratılışçılık yasaklanmış olsa da, sınıfların dışında öğrenciler, YA’da ifade edilenler gibi yaratılışçı fikirlerle karşı karşıya gelebilir. Daha kötüsü, hem ABD’de hem de Avrupa’da yaratılışçı hareketler, “kullanıma hazır” sorular hazırlıyor ki öğrenciler bu sorularla biyoloji öğretmenlerinin “maskesini düşürüp” utandırsınlar ve öğretmenlerden gerçeği “söke söke alsınlar” (Wells, 2001; Dembski, 2004-2011, 2006; Colson, 2011). HY’nin de önceden düşünülmüş bir soru listesini şu tavsiyeyle vermesi hiç şaşırtıcı değil: “Öğrenciler, öğretmenlerinize bu soruları sorun ve Darvinciliğin çaresizliğine kendi gözlerinizle şahit olun” (Harun Yahya, 2011a; daha fazlası için bakınız Harun Yahya, 2003).
    Elbette soru sormak suç değil, aksine, yaratılışçıların üzerinde düşünüp taşındığı ve eğip büktüğü sorular, kişi hazırlıklı değilse, bunaltıcı olabilir. Dolayısıyla, bu makalenin amacı, HY’nin ve kaleme aldığı YA’nın dayanaksız metnini çürütmek amacıyla öğretmenlere ve eğitimcilere sade bir araç ve belge vermektir. Yukarıda söz ettiğimiz “kullanıma hazır” sorulara verilecek özgül yanıtlar için şu kaynaklara atıfta bulunuyoruz: Pigliucci (2002: 252-259), Isaak (2007) ve NCSE (2008).

    Makalemizde “yaratılışçılık” terimini (ve türevlerini) geniş anlamda kullanıyoruz, yani evrim kuramını reddeden tüm akıllı tasarım inançları yığınını kapsama alıyoruz (yaratılış/evrim devamlılığına dair bir derleme için bakınız: Scott, 2009).
    Bu makalenin kimi yerlerinde, yorumlar, günceler, yüklenecek dosyalar, özgül fotoğraflar içeren internet sitelerine atıfta bulunuyoruz. Fotoğrafların telif koruması olabiliyor, gerçi bu durum HY’yı rahatsız etmiyor gibi; pek çok fotoğrafı, telif hakkı sahibinin izni olmaksızın ve/ya da isim zikretmeksizin kullanmış. Daha kötüsü, HY, sanal fosil müzesinde bu fotoğrafların telif hakkının kendisinde olduğunu iddia ediyor! İlgili internet sitelerinin adresleri, kaynakça bölümünün sonuna eklenmiştir.

    Yaratılış Atlası (YA)
    YA tek kitap değil; şimdilik (Aralık 2011) İngilizcede üç cildi basılmış fakat daha fazla cildinin basılması beklenen bir kitap dizisidir. Ciltler devasadır, ölçüleri 38 x 28 x 5 santimetredir, her biri beş kilodan ağır gelir; cilde ve baskıya bağlı olarak her cilt yaklaşık 750 ilâ 950 sayfadır. Albenilidirler, yayına hazırlanışları özenlidir, sert kapaklıdırlar, renkli fotoğraflarla bezeli görsellikleri zengindir, yüksek kaliteli kuşe kâğıda basılmışlardır. İzini sürebildiğimiz kadarıyla, birinci cildin ilk İngilizce baskısının mazisi 2006 Ekimine dek uzanıyor, fakat aradan geçen sürede şimdiden on üçüncü baskıya ulaşmıştır (Kasım 2008). İkinci cildin ilk İngilizce baskısı 2007 Şubatında piyasaya çıkmıştır ve halihazırda beşinci baskısına ulaşmıştır (Ekim 2008), üçüncü cildin ise sadece birinci İngilizce baskısı mevcut (Ağustos 2007). Belli ki kitapların amacı çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmak, çünkü özgün Türkçe versiyonların ötesinde, pek çok başka dilde çevirileri var. Bu bakımdan birinci cilt öne çıkıyor, zira İngilizceye, Fransızcaya, Almancaya, İspanyolcaya, İtalyancaya, Çekçeye, Çinceye, Japoncaya, Rusçaya, Arapçaya, Endonezyacaya, Hintçeye, Urducaya çevrilmiştir, üstelik başka dillere çevrilmesini de bekleyebiliriz!

    YA ciltlerinin muhtemelen en şaşırtıcı tarafı, her ne kadar yayına hazırlama masrafı kuvvetle muhtemel çok yüksek olsa da (Anthis, 2007a; Dawkins, 2008 tarihli video) ve kitapçılarda normal fiyatı cilt başına 99 dolar olsa da, 39 dolarlık özel fiyata satın alınabiliyor (Resmi Harun Yahya Dükkânı, 2011) ya da internetten bedava indirilebiliyor olmalarıdır (Harun Yahya, 2010). Ancak, bu girişimin masraflarını Harun Yahya’nın nasıl karşıladığı açıklığa kavuşmuş değil. 2007 yılında ilk YA cildinin, talep olmaksızın ortaokul ve üniversite öğretmenlerine, profesörlerine bedava dağıtılması (Enserink, 2007) Avrupa eğitim sisteminde karışıklık yaratarak, bu durumu iyice dikkate değer kıldı. Öyle ki, bu makalenin yazarlarından birine de (TB) YA’nın birinci cildinin (ikinci baskı) nüshası geldi. Bu kitapların binlerce nüshasını tüm Avrupa’ya göndermenin posta masrafları herhalde kayda değerdir, fakat bir kez daha, HY için paranın mesele olmadığı görünüyor, çünkü aynı şevkle, YA’nın bedava nüshalarını ABD’ye göndererek faaliyetinin kapsamını genişletmiştir (Dean, 2007; Hameed, 2007). Söz açılmışken, kendisine ara biçim fosili gösterecek kişiye 8.010.890.000.000 Amerikan doları vadeden HY için para hiç sorun değilmiş gibi görünüyor (Butt, 2008; Dawkins, 2008 video; Musaji, 2009). Bu nevi saçma belagat, YA’da karşımıza çıkacaklar için uygun bir giriş teşkil ediyor.

    YA’nın her cildi, üç kısımdan oluşur: 1) başlıca jeolojik dönemler boyunca yaşam tarihçesinin kısa taslağıyla birlikte fosiller hakkında nispeten kısa bir tanıtım yazısı ve fosillerin evrimi reddedip yaratılışı doğruladığını söyleyen genel bir ifade, 2) HY’nin, yaşamın evrimleşmediğini, tanrı tarafından yaratılıp o zamandan beri değişmeden kaldığını göstermek amacıyla fosil “bulgularını” sunduğu büyük kısım, 3) klâsik evrim karşıtı savları ele alan bir dizi bölümün meydana getirdiği uzun bir ek ya da sonuç kısmı, örneğin termodinamiğin ikinci yasası, geçiş fosillerinin sözüm ona yokluğu, Darvincilerin sahtecilikleri ve hileleri (mesela insan evrimiyle ilgili sahtecilikler, Haeckel’in çizimleri...), radyometrik tarihlemenin güvenilmezliği, tasarım savı (mesela biyolojik yapılarda, evren bilimde...), indirgenemez karmaşıklık, işlevsel proteinlerin ya da DNA dizisinin tesadüfen oluşma ihtimalinin bulunmayışı, Miller-Urey deneyinin yetersizliği, tür içi çeşitliliğin evrim manasına gelmediği iddiası, kuşların ve memelilerin hayalî evrimi, evrimsel türdeşlik (homoloji) “efsanesi” vesaire. Her ne kadar bu fikirlerin çoğunluğu Hıristiyan yaratılışçı belagatten alınmış olsa da, HY’nin evrim karşıtı belagatine özgü üç özellik var: 1) Hıristiyan dini çerçevesine gömülmüyor, bunun yerine Kuran’a dayalı İslamî bir bakış açısı yansıtıyor, 2) HY yaratılışçılığı, Büyük Patlamaya varana kadar dünyanın ve evrenin eski çağlarını kabul ediyor, ve 3) HY’ye göre, ırkçılık, nazicilik, komünizm, marksizm vesaire gibi dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı evrim kuramıymış (Darvincilik). Hatta bu meseleye ilişkin olarak HY, New York Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırının (11 Eylül 2001) fotoğrafını YA’ya koymuştur ve o teröristlerin aslında Darvinci olduğunu iddia ediyor (YA birinci cilt, on üçüncü baskı, sayfa 725; dördüncü baskı, sayfa 621; ikinci baskıda sayfa 589) (ayrıca bakınız Steinvorth, 2008)!

    Bu makalede, YA’nın sadece ikinci kısmını ele alıyoruz, yani HY’nin, güya evrimi çürüten fosil kanıtlarını. Botanik uzmanlığımız yeterli olmadığı için, hayvanları incelemekle yetiniyoruz. Geri kalanına gelince, YA’nın birinci ve üçüncü kısımlarında HY’nin ileri sürdüğü evrim karşıtı iddialara, bu konuya dair geniş yazında yeterince karşı çıkıldığını düşünüyoruz (Pigliucci, 2002; Shanks, 2004; Young ve Edis, 2004; Isaak, 2007; Sarkar, 2007; Coyne, 2009; Schneiderman ve Allmon, 2009; Scott, 2009). Dahası, yaratılışçı savlara karşı ciddi belgelerle verilen yanıtlar şu internet sitelerinde bulunabilir: “The Talk Origins Archive” (http://​www.talkorigins.org/) ve “The Panda’s Thumb” (http://​www.pandasthumb.org/).
    YA’dan söz ederken altı kitaba odaklanıyoruz: (parantezlerde belirtildiği gibi kısaltılmıştır): Birinci cilt, ikinci baskı (C1-2) (Harun Yahya, 2007b); birinci cilt, on üçüncü baskı (C1-13) (Harun Yahya, 2008a); ikinci cilt, birinci baskı (C2-1) (Harun Yahya, 2007c); ikinci cilt, beşinci baskı (C2-5) (Harun Yahya, 2008b); üçüncü cilt, birinci baskı (C3) (Harun Yahya, 2007d); C1 ya da C2, ilgili cildin tüm baskılarına işaret eder. Aynı zamanda, HY’nin internet tabanlı “Fosil Müzesi”ndeki fotoğraflara, “FM-kod” kısaltmasıyla atıfta bulunacağız ki burada “kod,” FM’deki kaydın referans numarasıdır. Bu farklı kaynakları kıyaslamanın nedeni basit: HY, değişikliklerin nedeninin belirtildiği bir “düzeltme notu” eklemeksizin, kitaplarındaki maddeleri düzenli olarak değiştiriyor, ikame ediyor ya da atıyor (Musaji, 2009). Aslında, nitelikli bilim uygulamalarının aksine HY, (çok sayıdaki) hatalarını ve yanlış yorumlarını kabul edemiyormuş gibi görünüyor.

    YARATILIŞ ATLASI VE İÇİNDEKİ TAKSONOMİ HATALARI
    Daha önce belirtildiği gibi, YA’nın ana kısmı (ikinci kısım), HY’nin “ezici” fosil kanıtlarını sunup, tüm türlerin günümüzdeki haliyle yaratıldığını, dolayısıyla evrimin asla gerçekleşmediğini göstermeyi hedefliyor. Ciddi bilimsel yayınlarda böylesi bir yargı, ilgili verilerin nasıl toplandığının, tahlil edildiğinin ve yorumlandığının etraflı bir açıklamasıyla desteklenmek zorundadır. Dahası söz konusu bilgi öyle bir şekilde sunulmalı ki okuyucu, o çalışmayı tekrarlayıp doğrulayabilsin, böylece yazarın sonuçları ve yorumları sağlam mı değil mi kendi başına karar verebilsin. Fakat YA’daki “kanıtların” bu şekilde sunulmakla ve ele alınmakla uzaktan yakından ilgisi yok. Bunun aksine HY’nin izlediği yol, (bazen çok hoş) yüzlerce fosil fotoğrafını aynı “türün” canlı örnekleriyle birlikte aynı sayfada göstermekten ibaret. Dahası bu “karşılaştırmalı” fotoğraflara, şu bilgileri veren resim altı yazıları eşlik ediyor: 1) “türün” yerel İngilizce adı, 2) fosilin kökeni, yaşı ve son olarak boyutu, 3) farklı sözcüklerle aynı genel mesajın tekrarlandığı kısa bir metin; bu mesaj, fosiller ve yeni örnekler özdeştir, dolayısıyla evrim gerçekleşmemiştir, diyor.

    Deniz zambaklarını bir türlü tutturamadı!
    Burada temel sorun, sunduğu örneklerin taksonomi bakımından doğru olmasını HY’nin dert etmeyişidir; dolayısıyla tamamen yanlış, hatta saçma “benzerlikler” ortaya çıkıyor. Bizden önce pek çok kişi, HY’nin sunduğu fosil deniz zambaklarına atıfta bulunarak bu meseleyi zaten açığa çıkardı; HY’ye göre bu fosiller, mevcut deniz zambaklarıyla özdeş. Ancak, HY’nin C1-2’de (sayfa 55, 368, 415 ve 574) gösterdiği güncel “deniz zambakları” aslında sabella cinsine mensup fan kurtçuklarıdır (Resim 2), yani farklı bir şubeye ait olmakla kalmazlar (derisi dikenlilere karşı halkalı solucanlar) ayrıca farklı bir “üst-şubeye” girerler (İkincil ağızlılara karşı birincil ağızlılar ya da lophotrochozoa) (Dawkins, 2008)! 2008 baskısında HY, C1’den tüm deniz zambağı fosillerini çıkararak bu hatayı düzeltti, ama C2’de (sayfa 167) bir örneği bırakmış ve şu notu yazmış: “Resimde, çok iyi korunmuş 345 milyon yıllık deniz zambağı fosili görüyoruz. Bu yaratığın tüm ayrıntıları gösteriyor ki bugün hâlâ yaşayan deniz zambaklarıyla aralarında hiç fark yok” (Ayrıca bakınız FM-SY0708).

    Maalesef, HY yine yanılıyor, çünkü güncel “deniz zambağı” diye söz ettiği şey, sırtiplikliler şubesine mensup, sert yüzeylere tutunan bir tulumlu (ascidiacea) olan deniz lalesi Pyura spinifera’dır (Resim 3)! Burada tuhaf olan şey, aynı fotoğrafın doğru tür adlandırmasıyla birinci internet sitesinde bulunabilmesidir (gerçi, deniz bitkisi olarak yanlış adlandırılıyor). Fakat ne şaşırtıcıdır ki HY, deniz zambağı-sabella kurtçuğu hikâyesinden bile ders almamıştır, çünkü FM’sinde deniz zambağı fosilleri FM-SY0858’i ve FM-SY0835’i hâlâ sabella fan kurtçuklarıyla birlikte gösteriyor (Resim 4) (gerçi öteki fotoğraflar aslında gerçek deniz zambaklarıdır, internet siteleri 15-16)!

    Ha deniz yıldızı ha yılan yıldızı, fark etmez!
    Aynı zamanda HY, derisi dikenliler âleminde Asteroidea (deniz yıldızları) ve Ophiuroidea (yılan yıldızı) sınıfları arasında ayrım yaparken de sorun yaşıyor gibi görünüyor. Dawkins bunu zaten belirtmiş (2008 video); C1-2’de ve C1-4’de 403. sayfada HY’nin, fosil yılan yıldızları hakkında “bu hayvanlar, bugün yaşayan hayvanlardan farklı değil, dolayısıyla bir kez daha evrimin geçerli olmadığını gösteriyorlar” diye yazdığını ve bunları deniz yıldızlarıyla özdeşmiş gibi gösterdiğini gözlemlemiş. Her ne kadar bu hata, C1-13’te deniz yıldızı fotoğrafı iki gerçek yılan yıldızı fotoğrafıyla değiştirilerek düzeltilmiş olsa da, C3’te bu kafa karışıklığı devam ediyor; bu cildin 120. ve 130. sayfalarında HY, hem fosil hem de güncel yılan yıldızlarını “deniz yıldızı” başlığı altında gösteriyor. Tamamen aynı fosiller (FM-SY0794 ve FM-SY0795) güncel deniz yıldızıyla birlikte gösterilmemiş olsaydı, elbette bu yazım hatası olabilirdi; şunu ileri sürüyor: “Aradan geçen 490 milyon yıl içinde zerre değişmemiş olan deniz yıldızı, evrime büyük darbe indiriyor.”

    Yılan mı balık mı?
    HY’nin ünlü başka bir taksonomi gafı da, C1-4’te ve C1-2 sayfa 468-469’da yılanbalığı fosilini deniz yılanıyla, muhtemelen bir Laticauda türüyle bağdaştırmasıdır (Dawkins, 2008) (Resim 5; internet sitesi 2). Bunlar açıkça iki ayrı taksondur (kemikli balıklar ve yılanlar)! Aynı fosilin yanına, deniz yılanı fotoğrafı yerine güncel fakat çok farklı “yılanbalığı” türünün fotoğraflarının koyulmasıyla birlikte bu hata C1-13’te düzeltilmiş (Hameed, 2009); aynı fosil C1’in 469. sayfasında birtakım küçük yılanbalıklarıyla (yılanbalığı yavrusu) bağdaştırılmış. Ancak, deniz yılanı konusundaki hatayı Dawkins (2008) açığa vurmuş olsa da, FM-SF0134 ve FM-SF0135 maddelerinde deniz yılanı fotoğrafı hâlâ güncel yılanbalığı olarak sunuluyor. Son olarak HY, yılanbalığı fosilini C3’te ve FM-SC0909’da (Resim 7) güncel taşemen (lamprey) türüyle bağdaştırarak kafa karışıklığını tavana vurduruyor ve şunu ileri sürüyor: “Bilimsel veriler ve buluntular gösteriyor ki yılanbalığı daima yılanbalığı olarak var olmuştur”!

    Açıktır ki, yılanbalıklarının (omurgalı sınıfı Actinopterygii) daima yılanbalığı olarak var olduğunu ileri sürmek için güncel taşemenden faydalanmak (omurgalı sınıfı Petromyzontida), yılanbalıkları ile deniz yılanlarının (omurgalı sınıfı sürüngenler) özdeş olduğunu iddia etmek kadar aptalca! Üstelik HY, aynı taşemen fotoğraflarını, olası taşemen fosilleriyle birlikte kullanıp şunu iddia ediyor: “taşemenler hep aynıydı. Milyonlarca yıl önce yaşamış taşemen ile bugün yaşayan arasında hiç fark yok.” Burası, işin iyice sarpa sardığı yer, çünkü ya HY, yılanbalıkları ile taşemenlerin özdeş olduğunu söyleyip okuyucunun aklını karıştırıyor ya da taşemenlerin ve yılanbalıklarının aslında ne olduğu konusunda hiç fikri yok.

    Her gördüğün ‘çiftkabuklu’yu ‘istiridye’ sanma!
    HY’nin bariz hatalarına dair eski örnekler bizden önce kısmen açığa çıkmış olsa da, en az bunlar kadar şaşırtıcı pek çok hata daha var, fakat basında aynı ilgiyi çekmemişler. Bunların hepsini sunmaya kalkışmayacağız (sıraladıklarımız zaten fazla, yine de yerimiz hepsine yetmiyor), fakat bazılarına kısaca değineceğiz, sırf önceki eleştirilerin istisnaî vakalar olmadığını, YA’nın genel doğasını yansıttığını göstermek için.

    YA’da yumuşakçaların, özellikle tek kabukluların ve çift kabukluların son derece kısıtlı sunulması şaşırtıcı. Nihayetinde, 1) kapsamlı ve çoğunlukla iyi korunmuş fosil kayıtları, 2) yüksek tür sayıları ve çeşitlilikleri, 3) ve kabuk özelliklerine dayanarak kabaca teşhis edilmelerinin kolaylığı düşünüldüğünde, YA’da şimdikine kıyasla daha fazla tek kabuklu ve çift kabuklu örneği görmeyi beklerdik. Aslında HY, C1’in 376-377. sayfalarında sadece iki tek kabuklu fosili gösteriyor, üçüncü bir örneği ise C1-13 sayfa 618’de sergiliyor. “Tek kabuklu” ve “Salyangoz kabuğu” diye etiketlenmişler. Mevcut yüz binden fazla türü ve isim konmuş yaklaşık 13.000 cinsi (günceller ve fosiller birlikte) (Lindberg ve arkadaşları, 2004) olan bir organizma kümesine göre, HY’nin kötü iş çıkardığı açık, hem tür zengini bu topluluğun temsili açısından hem de anlamsız tanımlamalar bakımından. Bu konuda daha fazlası söylenemez.
    C1 sayfa 178-179’da HY’nin sunduğu çift kabuklu örnekleri daha da ilginç (Resim 8). Burada, mevcut bir Pectinidae türü (deniz tarağı) ile güya 410 ilâ 360 milyon yıl öncesinden kalma bir çiftkabuklu gösteriyor; bu çiftkabuklunun üst tarafında tipik pektin halkaları eksik ve her halükârda Pectinidae olamayacak kadar eski. Aslında en eski Pectinidae fosili Triyasik dönemine uzanır, yani 250 milyon yıl öncesine (Hertlein, 1969). C1-2’de HY bu malzemeyi “kabuk ve istiridye” olarak teşhis ediyor ve şunu yazıyor: “En az 360 milyon yıl boyunca değişmeden kalan istiridyeler, türlerin birbirlerinden tedricen evrimleştiğini söyleyen evrimcilere meydan okuyor.”
    Açıkçası, burada sunulan örneklerin istiridyeyle hiç alakası yok, dolayısıyla HY, tanımı “çiftkabuklu” diye değiştirerek ve metinde “istiridyeler” yerine “çiftkabuklular” sözcüğünü koyarak bu hatayı C1-4’te ve C1-13’te “düzeltmiştir”... sanki burada hangi takson adının belirtildiğinin önemi yokmuş gibi. Ancak, bu düzeltmeye rağmen HY, C3’te gösterdiği “deniz tarağı” (s. 222-223) için istiridye tanımına geri dönüyor (Resim 9), çünkü orada yine şunu yazıyor: “İstiridyelerin nesli tükenmiş 15.000 türü olduğu tahmin ediliyor... günümüzde ise 11.000 tür hâlâ hayatta. Burada resmi sunulan fosil, Pectinidae ailesinin mensubudur ve söz konusu yumuşakçaların yüz milyonlarca yıl boyunca değişmeden kaldığını gösteriyor.”
    Belli ki HY için “istiridye” ile “çift kabuklu” eş anlamlı kelimeler, böylece Pectinidae’yi “istiridye” ailesi sayıyor. Fosil örneği FM-SC0204, üstü kapalı bir şekilde bu tutumu onaylıyor, çünkü burada HY, gerçek bir istiridye fosilini güncel Pectinidae (internet sitesi 8’den alınan fotoğraf) ile Tridacnidae fotoğraflarıyla birlikte sergiliyor. Bu niteliksiz taksonomi ve isimlendirme yaklaşımından bağımsız olarak, insan, acaba HY, C3’ün 222-223. sayfalarındaki “deniz taraklarını” görmüş müdür diye merak ediyor, çünkü fosil ile güncel örneğin değişmeden kaldığını söylemek düpedüz hatalıdır, zira bu fosil özgün pektinli halkalardan açıkça mahrum, oysa güncel örnekte halkalar bariz bir şekilde var (Resim 9)! Dahası, C3’ün 222-223. sayfalarındaki fosil, Pectinidae olamayacak kadar yaşlıdır (300 milyon yıl yaşında) (yukarıya bakınız). Dolayısıyla, 8. ve 9. resimlerde gösterilen güncel Pectinidae ile fosiller kesinlikle özdeş değil!

    İstiridye çorbası!
    C2’nin 104-105. sayfasına bakarsak (Resim 10), işler daha da kafa karıştırıcı bir hal alıyor, çünkü HY, C1’in 179. sayfasındaki örneği gösterip (Resim 8, baş aşağı çevrilmiş) bunu tekrar “istiridye” olarak belirtiyor: “İstiridye, okyanuslarda yaşayan bir grup kabuklu yumuşakçaya verilen cins ismidir,... 490 milyon yıl ya da 150 milyon yıl önce yaşamış olan o istiridyeler, bugün hayatta olan istiridyelerden hiç farklı değil. Bu olgu, yaratıkların aşama aşama, minik değişikliklerle evrimleştiğini söyleyen evrim kuramı iddialarını boşa çıkarıyor. Fosiller, bu yaratıkların evrim sürecinden geçmediğini ve onları Yüce Allah’ın yarattığını gösteriyor.”
    “Cins ismi” derken HY’nin ne kastettiğinden emin değiliz, fakat “istiridye” elbette, taksonomi bağlamında cins ismi kesinlikle değil, çünkü bu alanda cins ismi, cins (genus) gruplarına verilen isim anlamına gelir. Aslında “istiridye,” Ostereidae (hakiki istiridye), Pteriidae (mesela inci istiridyesi), Anomiidae (eyer istiridyesi) gibi oldukça farklı çiftkabuklu takımlarına konuşma dilinde verilen addır. Ancak buradaki asıl şaka şu: 105. sayfada sunulan fosilin kimliğinden emin olmasak da (C1 sayfa 179’daki numune), 104. sayfada gösterilen öteki fosillerin çoğu hiç şüphesiz ne istiridyedir ne Pectinidae’dir ne de çiftkabukludur, yumuşakça bile değillerdir, ama bütünüyle farklı bir hayvan şubesi olan brakyopodlardır (dallı bacaklılar) (Resim 10)! Bununla birlikte, HY’ye göre fosillerden farklı olmayan mevcut “istiridye” örnekleri aslında iki farklı yumuşakça sınıfına (karından bacaklılar ve çiftkabuklular) ait bir yığın ölü yumuşakça kabuğudur (Resim 11)! Dahası, bu yumuşakçaların fotoğrafı, ayna görüntüsü olarak basılmış, çünkü tüm karından bacaklılar sanki sol-yanal gibiymiş görünüyor, oysa gerçekte hepsi sağ-yanal türlerdir. Ancak, gaflar bu kadarla da kalmıyor, çünkü Resim 10’da gösterdiğimiz fosil örnekleri aynı zamanda FM’de yine hatalı şekilde “istiridye” maddesi altında sergilenmiş ve yine hatalı şekilde Pectinidae’yle ve/ya da Resim 11’de gösterilen yumuşakça kabuklarıyla bağdaştırılmış, fakat FM-SY0392 ve FM-SY0387 fosillerinin güncel Tridacna türüyle (Resim 12) özdeş olduğu iddiası da eklenmiş... yoksa birkaç santimetrelik brakyopodlar 120 santimetreye varan bir çiftkabukluyla nasıl özdeş olabilir ki!

    Binlerce çiftkabuklu türü aynı torbaya!
    Belli ki çiftkabuklular, HY’nin uzmanlık alanına girmiyor. Mesela, C1’de 406-407. sayfadaki çiftkabukluya bakalım (Resim 13). Glaubrecht’in (2007) zaten bildirdiği gibi, bu fosil örneği, tas benzeri iri, eğri sol kapakçığıyla (“ayak tırnağı”) ve tasın ağzını kapatan küçük, düz sağ kapakçığıyla birlikte tipik bir Gryphaea türüdür. HY’ye göre bu fosil, hoş simetrik kapakçıları olan bildiğimiz midyeyle (Mytilus sp.) özdeş. Bu iki takson, farklı ailelere mensup olmakla kalmıyor, farklı takımlara da mensup (Ostreida ve Mytilidia) (Carter ve arkadaşları, 2011). HY, FM-SC0274’de gösterdiği çiftkabuklu fosiliyle (= Resim 13’te Gryphaea) bir adım ileri gidiyor; bunu midyeyle özdeş saymakla yetinmiyor, aynı zamanda bir deniz tarağı türüne (Veneridae) ve bir okyanus deniz tarağı türüne de (Arctica islandica) özdeş sayıyor; bu ikisi, üçüncü bir takıma mensuptur (Cardiida) (Carter ve arkadaşları, 2011) (internet siteleri 4-5).
    Aynı minvalde hatalarını sürdüren HY, C1’in 494-495. sayfasında başka bir çiftkabuklu fosili gösterip bunun hakkında şunu yazıyor: “208 ilâ 146 milyon yıl önce yaşamış olan resimdeki çiftkabuklu (bivalve) fosili ile günümüzde canlı olan çiftkabuklular arasında hiç fark yok.” Bu neticeye, fosili, çeşitli ailelere (ve takımlara) mensup çiftkabuklu kabuklarıyla kıyaslayarak varıyor ki bu aileler arasında Mytilidae’yi, Spondylidae’yi, Tridacnidae’yi, Veneridae’yi ve Psammobiidae’yi sayabiliriz (Resim 14). Aynı fosil, FM-SY0362 maddesinde de beliriyor; burada ise iki başka aileyle daha özdeş olduğu iddia ediliyor, adlarını vermek gerekirse Arcticidae (İnternet sitesi 4) ve Limidae. C1 sayfa 502-503’te benzer bir çiftkabuklu fosili (aynı yerde ve yaşta) için Veneridaeye benzediği söylenmekle kalmamış, ayrıca FM-SC0351 maddesine göre bu fosil, Arcticidaeyle ve Astartidaeyle de özdeşmiş (internet sitesi 7). Fakat en başta söylediğimiz gibi, çiftkabuklular, nihayetinde HY’nin kıvırdığı bir konu değil, zira 502-503. sayfadaki çiftkabuklu fosili hakkında şunu yazmış: “Deniz kabukluları, fosil kayıtlarında aynı özellikleri yüz milyonlarca yıl boyunca sürdürmüştür. İki kabuklu bu çiftkabuklu buna örnek. Burada gösterilen, 208 ilâ 146 milyon yıl önce yaşamış; evrim kuramına meydan okuyor, çünkü günümüzde yaşayan çiftkabuklularla aynı”.

    Dolayısıyla, HY’ye göre tüm çiftkabuklular aynı (binlerce çiftkabuklu türünün mevcut olması ne anlama geliyor öyleyse?) ve çiftkabuklular, kabuklu hayvan sınıfına giriyor...

    Bırakalım sürüyle kınkanatlı türünü, kınkanatlı bile değil!
    Kabuklu hayvanlardan söz edince, eklem bacaklılara gelmiş olduk; eklem bacaklılar, en çok tür barındıran hayvan şubesidir, bir milyondan fazla tanımlanmış türü bulunur, muhtemelen tanımlanmayı bekleyen milyonlarca tür daha mevcuttur, özellikle de böcekler içinde (Foottit & Adler, 2009). Elbette HY’nin senaryosu burada da aynı: güncel hayvanın yanında fosil örneğini göster, bunların özdeş olduğunu ilan et, dolayısıyla tanrı tarafından yaratıldıklarını, evrimleşmediklerini söyle.

    Örneğin, C1 sayfa 237’de HY, kehribar içinde saklı kalmış ağaç kabuğu kınkanatlısı gösterip şunu diyor: “25 milyon yıl öncesinin ağaç kabuğu kınkanatlıları, bugünkülerle aynı... bu da bize canlıların evrimleşmediğini, yaratıldığını gösteriyor.”

    Ancak, C1’in 237. sayfasında gösterilen güncel “ağaç kabuğu kınkanatlısı”, aslında kınkanatlı bile değil, pentatomit sünedir (Notius cosputus) (Resim 15; internet sitesi 9). Bu süne, Yarım Kanatlılar ya da Heteroptera takımına mensuptur (taksonomi sınıflandırmasına göre değişiyor), oysa kınkanatlılar Coleoptera takımına mensuptur. Eğer bu iki takımın kökten farklı olduğundan şüphe duyuyorsanız, Yarım Kanatlıların yarı metabolizma gelişimi sergilediğini (yumurta, nimfa ve yetişkin hal olmak üzere eksik başkalaşım), oysa Colepteraların tam metabolizma gelişimi sergilediğini (yumurta, larva, pupa, yetişkin hal olmak üzere tam başkalaşım) unutmayın. Ancak, FM-AI0048’deki aynı ağaç kabuğu kınkanatlısı fosilinin, herhangi bir böcekle değil üç güncel ağaç kabuğu kınkanatlısıyla bağdaştırıldığını kabul ediyoruz (Scolytidae [kabuk böcekleri]; artık Curculionidae’nin altailesi olarak düşünülüyor). Bunun aksine FM-AI0302 “ağaç kabuğu kınkanatlısı” fosili, güncel bir kabuk böceği (Pityogenes chalcographus; internet sitesi 11) ve güncel düz ağaç kabuğu kınkanatlısı Dendrophagus crenatus’un (Cucujidae; internet sitesi 10) fotoğraflarıyla birlikte sunuluyor, yani farklı kınkanatlı aileleriyle birlikte gösteriliyor.

    Böceklere ilişkin taksonomi hataları
    YA’da böceklere ilişkin bol bol taksonomi hatasının ve yanlış adlandırmanın mevcut olması, beklenmedik şey değil. Bununla ilgili birkaç örnek vermekle yetiniyoruz:
    1) C2-5’in 427. sayfasındaki mevcut “Lauxaniid sinekleri” örneği, aslında Syrphidae türüdür (muhtemelen Episyrphus balteatus).
    2) C2-5’in 433. sayfasındaki güncel “ağ örücü” (takımı Embioptera; internet sitesi 18) doğru, ama HY buna “kınkanatlı” diyor.
    3) C3’ün 379. sayfasındaki “hakiki böcek” güya Enicocephalidae türüymüş (Heteroptera ya da Yarım Kanatlı takımı) (HY’nin yazdığının aksine “enicocephalid” değil), fakat gösterilen fosil tanınır gibi değil ve sunulan güncel tür kesinlikle enicocephalid olmayıp bir çiftkanatlı türüdür.
    4) C1’in 430. sayfasındaki ve FM-AI0199’daki “güve” fosilleri, zıpzıp kelebeğiyle bağdaştırılmış (Rhopalocera; Hesperiidae), ki o fosil aslında güve değil; ayrıca FM-AI0199 bu fosili, ilave bir zıpzıp kelebeği fotoğrafıyla (internet sitesi 20) ve gececi güve türüyle de (Heterocera; Noctuidae) bağdaştırıyor (internet sitesi 19). Fosilin antenleri, tipik Rhopalocera uç boğumundan yoksun, dolayısıyla bunu zıpzıp kelebeğiyle bağdaştırmak hatalı.
    5) C2’nin 425. sayfasındaki “karasinek” fosili, Simuliidae’ye mensup olabilir (fotoğraftan karar veremiyoruz), fakat yanında sunulan güncel sinek kesinlikle buna mensup değil, zira o bir Calliphoridae. Aynı fosil ile güncel sinek örneği, başka iki Calliphoridae türü fotoğraflarıyla birlikte FM-AI0440’ta da gösterilmiş (internet siteleri 21-22).
    6) C1’in 295. sayfasındaki mevcut “aslan karınca” örneği gerçekten de doğru tanımlanmış, ancak kehribar içindeki fosil kesinlikle “aslan karınca kafası” değil, bizzat karıncadır. C1-2’de çok net görünmüyor olabilir ama C1-13’te HY, fosilin ayrıntılı fotoğrafını koymuş; bu da şüpheye pek mahal bırakmıyor (Resim 16; internet sitesi 23’te gösterilen karıncayla kıyaslayın).
    Her ne kadar bu şekilde devam edebilecek olsak da, yukarıda verdiğimiz birkaç örneğin yeterli olduğunu düşünüyoruz.

    ‘Cins’ ile ‘takım’ı birbirine karıştırıyor
    YA’da kehribar içinde gösterilen böcek fosillerinin sorunlarından biri, çoğunlukla doğru düzgün tanımlanamayacak kadar kötü durumda olmalarıdır. C1’in 246. sayfasındaki “hakiki böcek” vakasında bu durum geçerli. C1-2’de bu fosil, mevcut bir etçil böcekle (Reduviidae) bağdaştırılıyor, oysa C1-13’te HY, bulanık görünen ikinci bir fosil ve alacalı kalkan böceği Tritomegas bicolor’un (Cydnidae; internet sitesi 14) fotoğrafını eklemiş. Fakat aynı fosil, FM-AI0055 maddesinde mirid böceği Phytocoris lasiomerus’la ve lygaeid böceği Zeridoneus costalis’le birlikte gösterilmiş (internet siteleri 12-13). Yine de HY şunu ileri sürüyor: “bu böcekler değişmeksizin hayatta kaldıkları için evrim kuramını çürütüyorlar.” Başka bir deyişle, bu fosil(ler) güya en az dört farklı aileyle özdeş ve bu ailelerden biri etçilken öbür üçü otçul. C1’in 246. sayfasındaki fotoğraflara eşlik eden metinlerde HY şunu belirtiyor: “Yarım Kanatlılar cinsine mensup böceklerin 48.000’den fazla türü var”; bu ifade, HY’nin taksonomik sınıflandırmadan pek bir şey anlamadığını doğruluyor, çünkü Yarım Kanatlılar, böcek cinsi değil böcek takımıdır.

    Yaşam evresini tür sanıyor
    Açıkçası, taş fosil baskıların bazıları da kehribar fosillerle aynı sorunları teşkil ediyor. Örneğin, C1-2’nin 50-51. sayfalarındaki “tırtıl” fosili, tanınır gibi değil (Resim 17). HY yine de bunu mevcut tırtılla bağdaştırıyor. Fakat fosilin yaşı Pennsylvania dönemine uzanıyor (Üst Karbonifer, yaklaşık 300 milyon yıl öncesi), oysa en yaşlı kelebek fosili, Archaeolepis misali taksonlarıyla Erken Jurasik döneminde (yaklaşık 190 milyon yıl önce) ortaya çıkmaktadır (Grimaldi & Engel, 2005). Dolayısıyla, HY’nin sunduğu fosilin, tırtıl olması pek muhtemel değil. Bununla birlikte HY şu yorumda bulunuyor: “Tüm öteki canlılar gibi tırtıllar da evrimleşmedi, yaratıldı.”
    Anlaşılan HY, sanki tırtılları (ve öteki böcek larvalarını), gelişimsel bir yaşam safhası yerine kendi başına bir türmüş gibi yorumluyor. HY’nin mantığına uyarsak, tek tek her kelebeğin, sırayla yumurtayı, tırtılı, pupayı ve ergin böceği oluşturan, birbirinden bağımsız en az dört ilahî yaratılış olayının sonucu olduğunu mu düşünmeliyiz? Oysa biz, farklı yaşam evrelerinin, zigotla başlayıp nihayetinde üremeye muktedir yetişkin bireye ulaşan doğal gelişim sürecinde farklı aşamaları yansıttığını sanıyorduk. Başlamışken eksik kalmasın: C1-13’ün 72-73. sayfalarında aynı tırtıl fosilinin “kırkayak” olarak gösterildiğini de belirtelim (Resim 17)!

    Aynı fosil için iki farklı yorum
    Neyse ki, YA’daki bazı böcek fosilleri, doğru fosil teşhisi yapmaya olanak tanıyor. Bununla birlikte HY, zaman zaman hedefi bütünüyle ıskalıyor. C1’in 314. sayfasındaki güncel sinek aslında bir çiftkanatlıdır (Pachygaster sp., Stratiomydiae) (internet sitesi 17). Fakat “fosilleşmiş sinek” uzun antenli, kalınlaşmış uyluğu olan uzun arka bacaklı, karın bölgesinin altında bariz uzun yumurta borulu bir böcektir (Resim 18). Dolayısıyla, bu fosil kesinlikle sinek değil (stratiomyid olmak şöyle dursun), şüphesiz düzkanatlı (mesela çekirge, cırcır böceği...) sınıfına girer. HY’nin, bu iki örneği, evrimin olmadığına dair kanıt olarak seçmiş olması bizim için gizemini koruyor, ayrıca şu savı ileri sürmek amacıyla neden bu iki kanatlı türü kullanmaya karar verdiğini de anlamıyoruz: “Fosiller gösteriyor ki kanatlı böcekler kanatsız böceklerle aynı anda ortaya çıkmıştır, ikisi de tek seferde.”

    C1-2’nin 526-527. sayfasındaki “yetişkin taş sineği” (Plecoptera takımı) ile C1-4’ün ve C1-13’ün aynı sayfalarındaki “mayıs sineği” (Ephemeroptera takımı), yukarıdaki örneğe benziyorlar (Resim 19). Bu iki örnekte de mevcut örnekler doğru bir şekilde tanımlanmış (takım düzeyinde), gerçi tam olarak aynı fosille bağdaştırılmışlar. “Mayısböceği”nin 1) kanatlarından çok daha kısa bir karın bölgesi var ve uç duyu organlarından mahrum, ayrıca 2) karnın üzerinde dikey konumda tutulan oval şekilli kanatları var. Bu haliyle, ne taş böceğine ne mayıs böceğine benziyor, fakat C1-13’ün 318-319. sayfalarındaki ve C2-5’in 387. sayfasındaki örnekler gibi bir nevi zarkanatlıya benziyor (yani Chyrsopa; Neuroptera takımı) (Resim 20)! Doğru tanımı ne olursa olsun, HY’nin aynı fosil için iki farklı yorumda bulunması kabul edilemez bir tutum. Bununla birlikte, bunu hiç açıklamada bulunmaksızın yapıyor.

    Fosil ve güncel örnekler birbirinden farklı
    Elbette YA böceklerden başka eklem bacaklıları da ele alıyor, fakat taksonomi hataları ve yanlışları bakımından burada da fark yok. C2’nin 372. sayfasındaki “çıyan” aptalca bir örnek, çünkü her ne kadar metin çıyanların her vücut bölütünde tek ayak çifti olduğunu doğru bir şekilde belirtse de, kitapta gösterilen fosilin ve mevcut hayvanın bölüt başına iki çift ayağı olduğu görülüyor, dolayısıyla bunlar kırkayak. C2’nin 397. sayfasındaki “örümcek” ise başka bir ayrıntı; buradaki fosili fotoğrafa bakarak yorumlamak mümkün değil, fakat güncel diye gösterilen örnekler kesinlikle kenedir. HY, bir açıklamada bulunmadan “kene” isminden söz ediyor, ancak metinde “örümcekler” hakkında konuşmaya devam ediyor. Son olarak, böcek olmayan eklem bacaklılara dair HY’nin en çarpıcı ve komik hatalarından biri, C1’in 422. sayfasındaki “yengeç örümceği” kehribar fosilidir, çünkü bu fosil türü: “günümüzde yaşayan yengeç örümcekleriyle özdeş”miş. Gelgelelim, güncel diye gösterilen yengeç örümceği aslında çok güzel bir örümcek yengeci örneğidir (muhtemelen Hyas araneus) (İnternet sitesi 3) (Resim 21)! Bu iki takson da eklembacaklı olsa bile, örümceklerin Chelicereata altşubesine, yengeçlerin ise Crustecea altşubesine mensup olduğu su götürmez. HY’nin gösterdiği fosil ile güncel taksonların özdeş olduğunu insan nasıl olur da iddia eder? Aynı soru, C1-2’nin ve C1-4’ün 349. sayfasındaki yengeç fosili için de sorulabilir; HY bu fosil için şunu yazıyor: “Milyonlarca yıldır değişmeden kalmış olan bu yengeç, türlerin evrimleşmediği bir kez daha doğruluyor, çünkü fosil, bugün hayatta olan yengeçlerden hiç farklı değil.”
    Ancak, her ne kadar fosil, simetrik kıskaçlarıyla ve kabuğun yan taraflarından konumlanmış gözleriyle bildiğimiz çağanoza (mesela Carcinus türleri) benzese de, mevcut diye gösterilen örnek, son derece asimetrik kıskaçlarıyla ve çubuk üzerindeki gözleriyle kemancı yengeçtir (Uca türleri). İkisinin de “yengeç” olduğu doğru, fakat kesinlikle aynı tür değiller! Belli ki HY bu hatayı anlamış, çünkü C1-13’te kemancı yengecin yerine güncel bir Carcinus türü (ya da akraba bir tür) koymuş (internet sitesi 30), gerçi hiç açıklamada bulunmamış. Fosil ve güncel örnekler artık daha benzer görünse bile, aynı türe ait olduklarına inanmak için a priori bir sebep yok. Aslında böyle bir neticeye varmak için ayrıntılı bir morfoloji kıyaslaması yapmak gerekir; HY ise böyle bir işe girişmiyor. Bu tutum, YA’da sık sık tekrarlanan temel bir sorundur. Fosil ile güncel örneklerin aynı tür olup olmadığına karar verirken HY’nin ölçütlerinin ne olduğu belli değil.

    Bilimsel olmayan adlandırmaların yarattığı karmaşıklık
    Şimdi sıra YA’nın omurgalılarla ilgili taksonomi gözlemlerine geldi. HY bu konuda da çam devirmeyi başarıyor. Örneğin, C1’in 150. sayfasında HY, “iğnebalığı” fosili gösteriyor (takım Syngnathiformes: Syngnathidae) ve bunun “günümüzde yaşayan iğnebalıklarıyla özdeş” olduğunu söylüyor. Ancak, güncel diye gösterdiği örnek, iğnebalığı değil zarganadır (Belone belone; takım Beloniformes) (Resim 22). Burada YA’nın başka bir temel sorununu görüyoruz: canlıların konuşma dilindeki isimlerini kullanıp, uluslararası camiada tanınmış ve bilimsel kurallara bağlanmış isimleri sürekli görmezden gelmek ya da bunları kullanacak yeterlilikte olmamak (Pikaia, Archaeopteryx, Wiwaxia vesaire gibi bayrak gemisi kimi fosiller hariç). Bu noktada zargananın halk arasındaki adı örnek teşkil ediyor, çünkü C1’de bu ad, 48-49. ve 364-365. sayfalarda gösterilmiş olan fosiller için kullanılmış, oysa C1-2’nin ve C1-4’ün 318-319. sayfalarında aynı adla ilave bir fosil var (buna ilaveten FM-SF0066 ve FM-SF1033 maddelerine bakınız). Fakat bu sayfalardaki ve FM maddelerindeki hem fosiller hem de güncel diye gösterilen örnekler “zargana” türü değildir (takım Beloniformes), turnabalığıgildir (takım Lepisosteiformes: Lepisosteidae). Gelgelelim, bu bile anlaşılır olmayabilir, çünkü “zargana” adı hem Lepisosteidae hem de Beloniformes türleri için kullanılır (bakınız Froese ve Pauly, 2011). Balık veri tabanında yapılacak kısa bir araştırma (Froese ve Pauly, 2011), zargana adının iki çok farklı takımı (Beloniformes ve Lepisosteiformes) ve üç aileyi (Lepisosteiformes, Hemiramphidae ve Belonidae) temsil eden en az beş tür için kullanıldığını gösterecektir. Zarganayı yorumlamak çok kafa karıştırıcı olabilir, çünkü üç aileye mensup en az 19 tür bu isimle adlandırılır, fakat tüm bu türler tek ve aynı takımı (Beloniformes) temsil eder (Froese ve Pauly, 2011).
    Bilimsel olmayan adların yol açtığı kafa karışıklığına dair son örnek olarak, C-3’ün 190-191. sayfalarındaki “kumbalığını” ele alalım.

    YARATILIŞ ATLASI’NIN EN ÖNEMLİ KISMI:
    HARUN YAHYA’NIN SAHTE BULGULARI

    Yukarıdaki kısımlarda betimlenmiş gafların bazıları gülünç olsa da, bize kalırsa eğer HY tarihte izini bırakacaksa, bunun sebebi, YA’da ürettiği sahte bulgular olacaktır. Aslında, YA Avrupa’da dağıtıldıktan kısa süre sonra, C1-2’nin ve C1-4’ün 240-241. sayfalarındaki “örümceğe”, bilinen herhangi bir türe uymuyor diye bilhassa dikkat çekilmişti. Özellikle, yaban arısına benzer iğneli karnıyla, boncuk benzeri kırmızı gözleriyle, kıskaçlı ağzıyla bu örümcek benzersizdi (Resim 25; internet sitesi 24). Çünkü aslında Graham Owen’ın yaratmış olduğu bütünüyle hayal ürünü bir hayvandır. Owen, gerçekçi dekoratif hayvan modelleri ve yapay balıklar (olta yemi) üretiminde uzmanlaşmış bir sanatçıdır. Aslında bu örümceği, o zamana kadar yaptığının aksine, var olan bir türü kopyalamak için değil, hayalî bir hayvan yaratmak için tasarlamıştı (Hardy-Greys reklamı için) (internet sitesi 24). Fakat HY bu modelden, şu iddiasını desteklemek için canlı bir örnek niyetine faydalanmıştır: “Günümüzün örümcekleri, milyonlarca yıl önce yaşamış örümceklerin tüm özelliklerini barındırıyor”!

    Her halükârda, HY’nin kehribar içindeki örümcek fosili öyle bulanık ki, altı ilâ sekiz bacağı olan neredeyse her canlıyla bağdaşabilir (Resim 25). Graham Owen’ın hayal ürünü örümceğinin ağız kıskaçları arasında tatarcık şekilli bir model tuttuğunu belirtmek ilginç olabilir (Resim 24). Bununla birlikte, bu tatarcık modelinden, canlı bir sivrisinek türünü göstermek için de faydalanılmıştır (“Khmer Çevrimiçi Sözlüğü”nde ve “Edinburgh Napier Haberleri”nde tatarcıklarla ilgili haberlerde; bakınız internet sitesi 25). Bu yüzden, canlı hayvanları resimlerle açıklamak içi Graham Owen’ın model hayvanlarını kullanmak başkalarının da aklını çelmiştir!

    Örümcek modelinin yanı sıra HY, Graham Owen koleksiyonundan iki model daha kullanmıştır; C1-2’nin ve C1-4’ün 244. sayfasındaki şayak sineği ve C1’in 282. sayfasındaki mayıs sineği (Resim 26-27; internet sitesi 24). İki örnekte de model üzerindeki olta çengeli YA’da açıkça görünüyor. Yine de HY şayak sineği için şunu yazıyor: “Resimdekiler, kehribar içindeki şayak sineği ile mantar tatarcığı. Canlılar, yapılarında en ufak değişiklik olmaksızın milyonlarca yıl hayatta kalmıştır. Bu böceklerin hiç değişmemiş olduğu gerçeği, asla evrimleşmediklerinin göstergesidir.”

    Keza HY, mayıs sineği için de şunu söylüyor: “Mayıs sineğinin bilinen 2500’ü aşkın türü var. Yetişkinlik ömürleri çok kısa olan bu böcekler, yapılarını milyonlarca yıl boyunca değiştirmeden sürdürmüştür. Kehribar içinde gösterilen mayıs sineği 25 milyon yaşındadır. 25 milyon yıl boyunca aynı kalmış türler bize, evrimleşmediklerini ama yaratıldıklarını gösteriyor.”
    Eğer kişi, bir taraftan karnında bariz olta çengeli sarkan balık yemini gösterip bir taraftan bu iddiaları ileri sürüyorsa, o zaman insan, acaba HY’nin, bazı yapıların değişmiş olduğunu kabul etmesi için daha ne olması gerektiğini merak ediyor. Öte yandan, bu şayak sineği ve mayıs sineği olta yemlerinin aslında evrimin neticesi olmadığını, kasten yaratıldıklarını kabul etmeliyiz... gerçi bunları yaratan tanrı değildir.

    Graham Owen’ın telif haklarıyla ilgili şikâyetinden ve YA’daki olta yemi kullanımının internette açığa çıkarılmasından sonra, hem örümcek hem de şayak sineği olta yemleri yerine canlı türlerin fotoğrafları konulmuştur (internet sitesi 26-27). Ancak, C1-13’te mayıs sineği olta yeminin değiştirilmediğini ve hâlâ durduğunu gördüğümüzde şaşırdık (gerçi C1-2’de gösterilen fotoğrafın ayna görüntüsü). Bu ısrarın nedeni bizim malumumuz değil, gerçi HY, Dawkins’e verdiği yanıtta bunun nedenini bir parça aydınlatıyor (internet sitesi 28-29). 2008’de HY şunu yazmıştır (internet sitesi 28; bizim vurgumuz kalın harflerle): “Yaratılış Atlasında resmedilmiş olan böcek modeli, bugün hâlâ yaşayan bir organizmanın modelidir ve bunun milyonlarca yıl geçmişe uzanan fosilleri bulunmuştur. Model olup olmaması hiç fark etmez. Önemli olan, bu böceğin geçmişte milyonlarca yıl yaşamış olması ve günümüzde tamamen aynı biçimde yaşamını sürdürüyor olmasıdır.” Az ileride şu sonuca varıyor: “Dawkins, toplam 2300 sayfayı aşan üç cildiyle ve evrimi kesinlikle çürüten yüzlerce canlı fosili gösteren sayfalarıyla Yaratılış Atlasından nihayet bir model hayvan resmi tespit edebilmiş ve bunu bir hata olarak resmetmeye uğraşıyor. Evrimciler, kitapta tek hata olmaması gerçeğini sindiremiyor; kitap, milyonlarca yıl önce yaşamış organizmaların günümüzde de yaşadığını kanıtlıyor. Dawkins’in kısır çabaları, Yaratılış Atlasının ne kadar doğru ve etkin olduğunu açıkça gözler önüne seriyor. Bu durum, evrimin tam çöküşe ilerleyişinde Yaratılış Atlasının tesirli olduğunu da göstermekte.”

    2009 tarihli yanıtında HY (internet sitesi 29), şunu ileri sürerek bu konunun kapsamını daha da genişletiyor: “Plastik model, söz konusu canlı organizmanın fotoğrafıyla özdeş olduğu için, elbette dilediğimi kullanabilirim.” Dawkins’in kendisi ve olta yemlerine (ve YA’nın başka kısımlarına) dair eleştirisi hakkında ise şunu diyor (vurguladığımız yerler kalın harflerle): “Şu an kitabın dördüncü ve beşinci baskılarını hazırlama aşamasındayım ve örneğin, plastik kurbağa modellerinden faydalandım. Farklı ve hoş görünüyorlar, ayrıca bir parça mizah barındırıyorlar. Malum kişinin bu yemi yutmasına müsaade ettim. Tek eleştirdiği konu bu. Olta kancasını kasten koydum. Açıkça görünen bir olta kancası vardı. Kancanın üzerine sinek yerleştirdim, o adam da oltaya gelmiş oldu. Şimdi her yerde bunun hakkında konuşuyor, insanlara kanca üzerindeki sineği gösteriyor.”

    Dolayısıyla, eğer HY inanmamız gerekiyorsa, YA’da olta yemlerini, Richard Dawkins’i “yakalamak” amacıyla kasten kullanılmış (gerçi bunun anlamı ne olabilir, o da belli değil)! HY’nin, Dawkins sadece olta yemlerini eleştiriyor yanıtı daha da inanılmaz, çünkü aslında Dawkins, HY’yi deniz zambakları, yılanbalıkları ve denizyıldızları hakkındaki hatalı iddialarına işaret ederek eleştirilerine başlıyor ve olta yemlerine ancak komik bir anekdot olarak değiniyor. Fakat daha önce belirttiğimiz gibi, HY hatalarını kabul etmek istemiyor, kaldı ki yaklaşımının ve yorumlarının temelden hatalı olduğunu kabullensin. Nihayetinde, “kitapta tek hata yok”muş (internet sitesi 28)! Kibarca söylemek gerekirse, umuyoruz ki makalemiz en azından bu sözün tamamen doğru olmadığını göstermektedir.
    Her halükârda, HY’yi doğru anladığımızı varsayarsak, olta yemlerini, kendini açıkça anlatmak üzere didaktik bir model olarak kullanmış. Eğer öyleyse, Ernst Haeckel’in embriyo resimleri sahte diyerek neden git gide ortalığı daha fazla bulandırdığını merak ediyoruz, zira HY’nin bu konuya ayırdığı sayfa sayısı YA’nın her cildiyle birlikte artmakta (bakınız C1-13 s. 843-844; C2-5 s. 722-724; C3 s. 503-507; ayrıca bakınız Harun Yahya, 2003). Bu konuya daha fazla dalmadan, Haeckel’in çalışmalarıyla ilgili son incelemelerin, Haeckel’i kasıtlı sahtecilikle suçlayacak ciddi bir sebebin olmadığını gösterdiğini vurgulayalım; bazı noktalarda hata yapmış olsa bile (bunları kabul edip düzeltmiştir), embriyo çizimlerindeki bu sözde tahrif, bahsettiği konuyu, uzman olmayan geniş okuyucu kitlesine açıkça anlatma amaçlı didaktik ve kullanışlı sadeleştirmelerden (“şemalaştırma”) ibarettir (Bender 1998; Hopwood, 2006; Richards, 2008, 2009).
    Son olarak, HY, eğer plastik model canlı organizmanın fotoğrafıyla özdeşse, meramını anlatmak amacıyla istediği her şeyi kullanabileceğini söylediği için, YA’nın gelecekteki ciltlerine katkımız olsun isteriz: Kentucky’deki Drake Oluşumundan gelen Ordovician döneminden kalma Loxoplocus fosiline dayanarak “Karından bacaklı”nın “canlı, özdeş muadili” olarak Belçika deniz meyvesi çikolatasını gösterebilir (Resim 28; internet sitesi 33). HY’nin, evrimi yadsımak için yapay “bulgu” kullanımına dair savunmasının tabiatını bu ironinin yeterince göstermiş olduğunu umuyoruz.

    SONSÖZ
    HY’nin, evrimin olmadığına yönelik temel savı, mevcut türlerin jeolojik çağlar boyunca değişim geçirmeden kaldığını söylüyor (yani ilahî yaratılıştan bu yana). Bu yüzden HY’nin görüşünün temel taşı, fosilin ve mevcut türlerin özdeş olmasına dayanıyor. Bunu kanıtlamak, mantıklı bir taksonomi temeli gerektirir. Bununla birlikte, YA’daki tüm hataları belirtmeye kalkışmamış olsak bile, bu makale, söz konusu bakış açısıyla YA’nın olası her şekilde çuvalladığını açıkça gösteriyor. İşin doğrusu, YA’nın taksonomi tabanı bütünüyle hatalıdır, çünkü HY temel isimlendirmenin, taksonomi tanımlamalarının, sınıflandırmanın ve veri tahlilinin bilimsel kurallarına uymayı göz ardı ediyor. Fosillere ve mevcut taksonlara, genelde göz kararıyla ve dış özelliklere göre kıyaslanıp karar veriliyor. Farklı taksonlar, belirsiz ve yetersiz tanımlanmış genel isimler altında birlikte kümeleniyor. Mesela, salyangozlar salyangozdur, örümcekler örümcektir, ringa balıkları ringa balığıdır. Bu yaklaşım şubelerden, sınıflara ailelere, sözde türlere kadar çeşitli taksonomi düzeylerinde uygulanmış, tüm bunların hiç şaşmadan aynı kalmış olduğu ileri sürülmüştür, her ne kadar fosiller ve güncel muadilleri ilk bakışta muazzam farklılıklar sergilese de! Doğrusu, eğer HY brakyopod fosili ile yumuşakça arasında, yılanbalığı ile denizyılanı arasında, hatta olta yemi ile mayıs sineği fosili arasında hiç fark olmadığını iddia edebiliyorsa, insan ile şempanze arasında fark olduğunu neye dayanarak savunuyor merak ediyoruz? Üstelik daha önce genel hatlarıyla işaret ettiğimiz gibi, HY, farklılıkları nasıl tespit ediyor, yani iki türün ya da örneğin farklı mı özdeş mi olduğuna karar verirken hangi ölçütleri kullanıyor? Öyle olsalar bile, sırf iki organizma dış görünüşleri bakımından benziyor diye evrimi reddedip yaratılışı kabul etmenin mantıkî temeli nedir? HY, Resim 29’da gösterdiğimiz tespih kırkayağı (Arthropoda, Diplopoda: Glomeris türü) ile tespih böceği (Arthropoda, Crustacea: Armadillidium türü) arasındaki benzerliği nasıl yorumlardı acaba? Elbette bilmiyoruz, fakat YA’da HY’nin böylesi temel sorunları tartışmak bir yana bunlardan söz etmediğini bile söylemeye gerek yok.
    HY’nin yaklaşımı açıkça baraminolojinin, yani tanrının yarattığı türleri sınırlardan kurtarma çabasının (Wood, 2002; Prothero, 2009) kapsamına giriyor; elbette bu türler (baramin) içindeki çeşitliliği ve farkları, örtük evrim çağrışımları olmaksızın açıklamaya çalışır (Prothero, 2009). Ancak, baraminologlar bile “nesnel” yöntemler kullanmaya ve isimlendirme kurallarını uygulamaya çabalar (Wood, 2002). Bunun aksine HY, bilimsel terminoloji kullanmayı özellikle istemiyor (gerçi işine geldiği zaman kullanmaktan da kaçınmıyor), çünkü bunu, Darvincilerin bir aldatma tekniği olarak görüyor (Harun Yahya, 2011b):
    “...Darvincilerin başlıca aldatma vasıtası bilimdir. Bu beyin yıkama tekniğini elden bırakmak istemiyorlar. Darvinci bilim dergilerinde yayımladıkları aldatıcı makalelerinde bol bol bilimsel terim ve formül kullanmalarının sebebi, okuyuculara epey önemli, anlaşılır, girift bilgi sundukları izlenimini uyandırmak.
    “Latince sözcükler, Darvincilerin aldatma teknikleri repertuarının yıldız icracılarıdır. Darvinciler, sahte fosillere ya da yeni uydurdukları yanlış kuramlara Latince isim vermenin, güvenirliklerini bir şekilde artıracağı düşünü kurarlar. Ancak, söylediklerinin ardında hiç bilimsel bulgu yoktur.”
    HY’nin katı taksonomi yöntemlerini ve isimlendirme kurallarını uygulamayı reddedişi, bütün çabasını saçma sapan kılıyor.
    Belki de HY’nin Darvinciliğe açtığı savaşın en inanılmaz kısmı şu iki iddiasıdır: 1) Darvinciler “ayrıntılara” gereğinden fazla odaklandığı için insanları gerçeklikten uzaklaştırıyorlarmış (tahminimizce bu makalede değindiğimiz konular bu kapsama giriyor) ve 2) “Benzerliklerden kanıt olarak faydalanmaya çalışıyorlar”mış (Harun Yahya, 2011b). Özellikle ikinci madde kafa karıştırıcı, çünkü evrime karşı HY’nin kendi savlarını da tamamen baltalıyor, zira YA bütünüyle, fosillerin ve mevcut türlerin benzer (özdeş) olduğunu, dolayısıyla yaratılıştan bu yana hiç değişmediklerini göstermeye dayanıyor. O halde HY bu savlarında, benzerlikleri kanıt olarak kullanmıyor mu? Yeri gelmişken, evrim kuramı “benzerliklerden” faydalanmaz, fakat ortak atayı çıkarsamak için başka şeylerin yanı sıra ortak biçimlere (apomorphy, synapomorphy) bel bağlar. Fakat elbette HY’ye göre bu, aldatıcı bir bilimsel terimdir. Dolayısıyla, bir kez daha sözümüzü bitirdiğimiz yere geldik, gerçi makalemizin, HY’ninkiler gibi yaratılışçı kuramların ipliğini pazara çıkarmakta taksonominin ne kadar yararlı olabileceğini en azından göstermiş olduğunu umuyoruz.

    Vaktiniz olunca hepsini okuyun.Güç kimde bir görün

    yeter vurmayın artık adam öldü.

    şaka bir yana her ne kadar bilim adamları, bilimsellikle alakası olmayan kişi ve kuruluşlarla muhatap olmak istemeselerde böyle bir "bilimsel" tokata ihtiyaç vardı.

    yazı için teşekkürler.

    ekleme:

    özellikle şuna bayıldım:

     mutasyon lar tamamen zararlıdır





    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Timurlénk -- 6 Ağustos 2012; 3:28:19 >




  • Bende kendimi bilgili sanırdım
    Ne dili konuşuyorsunuz bi anlasam..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim




    Kambriyende fosil kayıtlarında bir anda beliren canlıların tek bir tanesini bile ön formu YOK.
    Bunlardan çok daha önce var olan tek veya bir kaç hücreli canlının bir sürü fosili var.
    Kambriyen canlılarının yumuşak dokulularının da(göz, iç organlar) bulunduğu bir sürü fosilleri var.
    Ama öncelerine ait hiçbirşey yok. Bu türler nasıl oluşmuş yavaş yavaş?
    Sanki böyle mucize eseri pat diye oluşmuşlar gibi
    Big Bang'in yokluktan mucize eseri pat diye olması gibi

    Yaratılış teorisi bu durumu açıklıyor.
    Senin inancın olan Darwinizm sadece ağzı açık kalmış şekilde bakıyor.
    Selamlar.

    Şu Kambriyen Patlamasının ne olduğunu önce bir öğrenelim.

    Kambriyen döneminde tabiri caizse o 'pat diye' bahsedilen dönem 10-15 milyon yıla tekabül ediyor. Ayrıca bu dönemde oluşan canlıların tümünün nesli tükenmiştir. Günümüzdeki benzerlerinin onlarla alakası yoktur. Yaradılışa kanıt olarak sunulacaksa çok yavaş ve başarısız bir yaratma girişimi gibi görünüyor.




  • Renkli gözlülük bir mustasyondur. Normal gözler kahverengi ve siyaha yakınken renkli gözler, gözdeki bir maddenin cok fazla yada az olmasından kaynaklanıyor.
    Bence yararlı bir mutasyon. Tüm mutasyonlar zararlıdır demişşin.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Target Human

    quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim




    Kambriyende fosil kayıtlarında bir anda beliren canlıların tek bir tanesini bile ön formu YOK.
    Bunlardan çok daha önce var olan tek veya bir kaç hücreli canlının bir sürü fosili var.
    Kambriyen canlılarının yumuşak dokulularının da(göz, iç organlar) bulunduğu bir sürü fosilleri var.
    Ama öncelerine ait hiçbirşey yok. Bu türler nasıl oluşmuş yavaş yavaş?
    Sanki böyle mucize eseri pat diye oluşmuşlar gibi
    Big Bang'in yokluktan mucize eseri pat diye olması gibi

    Yaratılış teorisi bu durumu açıklıyor.
    Senin inancın olan Darwinizm sadece ağzı açık kalmış şekilde bakıyor.
    Selamlar.

    Şu Kambriyen Patlamasının ne olduğunu önce bir öğrenelim.

    Kambriyen döneminde tabiri caizse o 'pat diye' bahsedilen dönem 10-15 milyon yıla tekabül ediyor. Ayrıca bu dönemde oluşan canlıların tümünün nesli tükenmiştir. Günümüzdeki benzerlerinin onlarla alakası yoktur. Yaradılışa kanıt olarak sunulacaksa çok yavaş ve başarısız bir yaratma girişimi gibi görünüyor.




    Ukalalık yapmayalım. Okuyalım öğrenelim.

    Kambriyen dönemindeki herhangi bir canlı hiç bir ön formu olmadan fosil kayıtlarında PAT diye belirir.
    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.
    Yoksa o dönemdeki herhangi bir canlı yavaş yavaş evrimleşe evrimleşe ortaya çıkmamıştır.
    Burda ukalalık yapmadan önce bu forumda ve evrim forumundakileri bir okursan böyle çarpılmazsın.

    Bak öğren:
    Kaynak wikipedia
    http://en.wikipedia.org/wiki/Cambrian_explosion

    The Cambrian explosion has generated extensive scientific debate. The seemingly rapid appearance of fossils in the “Primordial Strata” was noted as early as the mid 19th century,[6] and Charles Darwin saw it as one of the main objections that could be made against his theory of evolution by natural selection.[7] The long-running puzzlement about the appearance of the Cambrian fauna, seemingly abruptly and from nowhere, centers on three key points: whether there really was a mass diversification of complex organisms over a relatively short period of time during the early Cambrian; what might have caused such rapid change; and what it would imply about the origin and evolution of animals. Interpretation is difficult due to a limited supply of evidence, based mainly on an incomplete fossil record and chemical signatures left in Cambrian rocks.



    Altı çizili bold kısım sana selam yolluyor.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: love_62127
    kardeş okuyup paylaşıyorum elimle yazmaya erindiğim için de kopyala yapıştır ama tam susturuyor cevap veremiyolar evrimciler bak ya şimdi adamlara protein nasıl evrimleşti diyorum bilerek tam bir demogoji yazı atıyolar ne attıklarını kendileride bilmiyolar demogoji yapma sadede gel diyorum cevap yok ara fosil getir diyorum sağdan soldan cizgi resimler atıyolar bizdeki fosil sergilerini gördünüzmü diyorum hani evrim diyorum cevap gene yok kardeş evrim mahvoldu HY eserleriyle mahvetti türkiyede 70 yıllarda evrime inanan yüzde yetmişken şimdi yüzde bir civarı evrimciler boşa bocalanıyolar ilerde bir tane bile evrime inanan kalmayacak evrim kesinlikle yoktur ŞÜPHESİZ HERŞEYİ YARATAN ALLAH'TIR


    Kardeş bende müslümanım . Ancak HY gibi sahtekarlar bilimden habersiz tamamen safsatalar ile senin gibi biyolojiden bilimden bi haber insanları kandırıyor. Evrimin var olması seni beni ateist etmez bunu görün artık. İslam dini inandığın kadar basit bişey değil. İslam evrim ile ters düşmüyor evrilerek yaratıldığımızı düşünmek çokmu zor ? Çamurdan yaratılmanın anlamının nedemek olduğunu öğren bence. Anlamanı beklemiyorum ancak bukadar sığ olma araştır at gözlüğü ile bakma olaylara




  • quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim

    quote:

    Orijinalden alıntı: Target Human

    quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim




    Kambriyende fosil kayıtlarında bir anda beliren canlıların tek bir tanesini bile ön formu YOK.
    Bunlardan çok daha önce var olan tek veya bir kaç hücreli canlının bir sürü fosili var.
    Kambriyen canlılarının yumuşak dokulularının da(göz, iç organlar) bulunduğu bir sürü fosilleri var.
    Ama öncelerine ait hiçbirşey yok. Bu türler nasıl oluşmuş yavaş yavaş?
    Sanki böyle mucize eseri pat diye oluşmuşlar gibi
    Big Bang'in yokluktan mucize eseri pat diye olması gibi

    Yaratılış teorisi bu durumu açıklıyor.
    Senin inancın olan Darwinizm sadece ağzı açık kalmış şekilde bakıyor.
    Selamlar.

    Şu Kambriyen Patlamasının ne olduğunu önce bir öğrenelim.

    Kambriyen döneminde tabiri caizse o 'pat diye' bahsedilen dönem 10-15 milyon yıla tekabül ediyor. Ayrıca bu dönemde oluşan canlıların tümünün nesli tükenmiştir. Günümüzdeki benzerlerinin onlarla alakası yoktur. Yaradılışa kanıt olarak sunulacaksa çok yavaş ve başarısız bir yaratma girişimi gibi görünüyor.




    Ukalalık yapmayalım. Okuyalım öğrenelim.

    Kambriyen dönemindeki herhangi bir canlı hiç bir ön formu olmadan fosil kayıtlarında PAT diye belirir.
    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.
    Yoksa o dönemdeki herhangi bir canlı yavaş yavaş evrimleşe evrimleşe ortaya çıkmamıştır.
    Burda ukalalık yapmadan önce bu forumda ve evrim forumundakileri bir okursan böyle çarpılmazsın.

    Bak öğren:
    Kaynak wikipedia
    http://en.wikipedia.org/wiki/Cambrian_explosion

    The Cambrian explosion has generated extensive scientific debate. The seemingly rapid appearance of fossils in the “Primordial Strata” was noted as early as the mid 19th century,[6] and Charles Darwin saw it as one of the main objections that could be made against his theory of evolution by natural selection.[7] The long-running puzzlement about the appearance of the Cambrian fauna, seemingly abruptly and from nowhere, centers on three key points: whether there really was a mass diversification of complex organisms over a relatively short period of time during the early Cambrian; what might have caused such rapid change; and what it would imply about the origin and evolution of animals. Interpretation is difficult due to a limited supply of evidence, based mainly on an incomplete fossil record and chemical signatures left in Cambrian rocks.



    Altı çizili bold kısım sana selam yolluyor.

    Precambrian marine diversity was dominated by small fossils known as acritarchs. This term describes almost any small organic walled fossil–from the egg cases of small metazoans to resting cysts of many different kinds of green algae. After appearing around 2,000 million years ago, acritarchs underwent a boom around 1,000 million years ago, increasing in abundance, diversity, size, complexity of shape and especially size and number of spines. Their increasingly spiny forms in the last 1 billion years may indicate an increased need for defence against predation. Other groups of small organisms from the Neoproterozoic era also show signs of anti-predator defenses.[42] A consideration of taxon longevity appears to support an increase in predation pressure around this time.[43] However, in general, the rate of evolution in the Precambrian was very slow, with many cyanobacterial species persisting unchanged for billions of years.[4]

    If these predatory organisms really were metazoans, this means that Cambrian animals did not appear "from nowhere" at the base of the Cambrian; their predecessors had existed for hundreds of millions of years.

    Aynı makaleden şu son cümlenin de sana selamı var. Kambriyenden önce de dünya boş değilmiş. Bu arada merak ettiğim bir durum neden bunca basit yapılı canlının yanında gelişmiş bir balık türü, bir maymun, bir balina yoktu. Yaratılış bunu nasıl açıklar? Yaratılış inancına göre canlılar hep beraber değil de neden milyonlarca yıl içinde sırayla yaratılmıştır? Yoksa bu bilimsel gelişmeler karşısında inancın kendini modifiye etmesi midir?

    Ben ateist falan değilim ayrıca. Sadece bilime inanan ve diğer dinler gibi islamiyetin de dejenere edildiğini düşünen, dogmaları sorgulamadan kabul etmek istemeyen biriyim.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Target Human

    quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim

    quote:

    Orijinalden alıntı: Target Human

    quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim




    Kambriyende fosil kayıtlarında bir anda beliren canlıların tek bir tanesini bile ön formu YOK.
    Bunlardan çok daha önce var olan tek veya bir kaç hücreli canlının bir sürü fosili var.
    Kambriyen canlılarının yumuşak dokulularının da(göz, iç organlar) bulunduğu bir sürü fosilleri var.
    Ama öncelerine ait hiçbirşey yok. Bu türler nasıl oluşmuş yavaş yavaş?
    Sanki böyle mucize eseri pat diye oluşmuşlar gibi
    Big Bang'in yokluktan mucize eseri pat diye olması gibi

    Yaratılış teorisi bu durumu açıklıyor.
    Senin inancın olan Darwinizm sadece ağzı açık kalmış şekilde bakıyor.
    Selamlar.

    Şu Kambriyen Patlamasının ne olduğunu önce bir öğrenelim.

    Kambriyen döneminde tabiri caizse o 'pat diye' bahsedilen dönem 10-15 milyon yıla tekabül ediyor. Ayrıca bu dönemde oluşan canlıların tümünün nesli tükenmiştir. Günümüzdeki benzerlerinin onlarla alakası yoktur. Yaradılışa kanıt olarak sunulacaksa çok yavaş ve başarısız bir yaratma girişimi gibi görünüyor.




    Ukalalık yapmayalım. Okuyalım öğrenelim.

    Kambriyen dönemindeki herhangi bir canlı hiç bir ön formu olmadan fosil kayıtlarında PAT diye belirir.
    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.
    Yoksa o dönemdeki herhangi bir canlı yavaş yavaş evrimleşe evrimleşe ortaya çıkmamıştır.
    Burda ukalalık yapmadan önce bu forumda ve evrim forumundakileri bir okursan böyle çarpılmazsın.

    Bak öğren:
    Kaynak wikipedia
    http://en.wikipedia.org/wiki/Cambrian_explosion

    The Cambrian explosion has generated extensive scientific debate. The seemingly rapid appearance of fossils in the “Primordial Strata” was noted as early as the mid 19th century,[6] and Charles Darwin saw it as one of the main objections that could be made against his theory of evolution by natural selection.[7] The long-running puzzlement about the appearance of the Cambrian fauna, seemingly abruptly and from nowhere, centers on three key points: whether there really was a mass diversification of complex organisms over a relatively short period of time during the early Cambrian; what might have caused such rapid change; and what it would imply about the origin and evolution of animals. Interpretation is difficult due to a limited supply of evidence, based mainly on an incomplete fossil record and chemical signatures left in Cambrian rocks.



    Altı çizili bold kısım sana selam yolluyor.

    Precambrian marine diversity was dominated by small fossils known as acritarchs. This term describes almost any small organic walled fossil–from the egg cases of small metazoans to resting cysts of many different kinds of green algae. After appearing around 2,000 million years ago, acritarchs underwent a boom around 1,000 million years ago, increasing in abundance, diversity, size, complexity of shape and especially size and number of spines. Their increasingly spiny forms in the last 1 billion years may indicate an increased need for defence against predation. Other groups of small organisms from the Neoproterozoic era also show signs of anti-predator defenses.[42] A consideration of taxon longevity appears to support an increase in predation pressure around this time.[43] However, in general, the rate of evolution in the Precambrian was very slow, with many cyanobacterial species persisting unchanged for billions of years.[4]

    If these predatory organisms really were metazoans, this means that Cambrian animals did not appear "from nowhere" at the base of the Cambrian; their predecessors had existed for hundreds of millions of years.

    Aynı makaleden şu son cümlenin de sana selamı var. Kambriyenden önce de dünya boş değilmiş. Bu arada merak ettiğim bir durum neden bunca basit yapılı canlının yanında gelişmiş bir balık türü, bir maymun, bir balina yoktu. Yaratılış bunu nasıl açıklar? Yaratılış inancına göre canlılar hep beraber değil de neden milyonlarca yıl içinde sırayla yaratılmıştır? Yoksa bu bilimsel gelişmeler karşısında inancın kendini modifiye etmesi midir?

    Ben ateist falan değilim ayrıca. Sadece bilime inanan ve diğer dinler gibi islamiyetin de dejenere edildiğini düşünen, dogmaları sorgulamadan kabul etmek istemeyen biriyim.



    Arkadaşım hala ukalalığa devam ediyorsun.
    Ben demişim ki:
    Kambriyen dönemindeki herhangi bir canlı hiç bir ön formu olmadan fosil kayıtlarında PAT diye belirir.
    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.
    Yoksa o dönemdeki herhangi bir canlı yavaş yavaş evrimleşe evrimleşe ortaya çıkmamıştır.

    Yani iyi okursan, Kambriyen öncesi hiç bir canlı yoktur dememişim. Sen önce bir Ediacara'nın Faunası oku da briaz bilgi edin burda ukalalıktan önce.
    Bu canlıların ön formları bulunursa bilim dünyası ve medya zaten zangır zangır ilan eder.
    bulunursa ....bulunursa .....bulunursa .....
    Ok?


    Benim yazdığımı evrimi savunan bilimadamları zaten kabul eder. Kambriyende büyük kısmı bugün de olan filumların(bu neki acaba? bildin mi?) nerdeyse tamamı ortaya çıkmıştır.

    Neden sırayla yaratılmıştır?
    Cevap: Şu alttakiler neden olduysa ondan işte.

    Yoktan var olan Big Bang gibi...
    Bütün diğer patlamalar yıkım ve kaos getirirken Big Bang'in müthiş bir yapı ve düzen oluşturduğu gibi...
    Bu patlama ile maddenin ve evrenin kanunlarının(fizik kanunları ve doğa kanunları) oluşması gibi...
    DNA mucizesi gibi...
    Güdümlü canlıların oluşması ve üremesi gibi...




  • Bu alıntı yaptığın makaleden:

    If these predatory organisms really were metazoans, this means that Cambrian animals did not appear "from nowhere" at the base of the Cambrian; their predecessors had existed for hundreds of millions of years.

    Bu da senin iddian:

    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.

    Başka birşey demiyeceğim. Hiçbir soruya cevap veremedin. Aynı bilindik iddialar devam.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Target Human

    Bu alıntı yaptığın makaleden:

    If these predatory organisms really were metazoans, this means that Cambrian animals did not appear "from nowhere" at the base of the Cambrian; their predecessors had existed for hundreds of millions of years.

    Bu da senin iddian:

    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.

    Başka birşey demiyeceğim. Hiçbir soruya cevap veremedin. Aynı bilindik iddialar devam.


    "If these predatory organisms really were metazoans, this means that Cambrian animals did not appear "from nowhere" at the base of the Cambrian; their predecessors had existed for hundreds of millions of years. "


    Dikkatli okuyalım. Bold cümle bir varsayımda bulunuyor. İspat yok.
    Olsa zaten daha önce yazdığım gibi bu canlıların ön formları bulunursa ve ispatlanırsa
    bilim dünyası ve medya zaten zangır zangır ilan eder.




  • Memelilerde yararlı mutasyona 1 tane örnek verebilirmisiniz, merak ettiğimden soruyorum arkadaşlar..???
  • quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim



    Arkadaşım hala ukalalığa devam ediyorsun.
    Ben demişim ki:
    Kambriyen dönemindeki herhangi bir canlı hiç bir ön formu olmadan fosil kayıtlarında PAT diye belirir.
    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.
    Yoksa o dönemdeki herhangi bir canlı yavaş yavaş evrimleşe evrimleşe ortaya çıkmamıştır.

    Yani iyi okursan, Kambriyen öncesi hiç bir canlı yoktur dememişim. Sen önce bir Ediacara'nın Faunası oku da briaz bilgi edin burda ukalalıktan önce.
    Bu canlıların ön formları bulunursa bilim dünyası ve medya zaten zangır zangır ilan eder.
    bulunursa ....bulunursa .....bulunursa .....
    Ok?


    Benim yazdığımı evrimi savunan bilimadamları zaten kabul eder. Kambriyende büyük kısmı bugün de olan filumların(bu neki acaba? bildin mi?) nerdeyse tamamı ortaya çıkmıştır.

    Neden sırayla yaratılmıştır?
    Cevap: Şu alttakiler neden olduysa ondan işte.

    Yoktan var olan Big Bang gibi...
    Bütün diğer patlamalar yıkım ve kaos getirirken Big Bang'in müthiş bir yapı ve düzen oluşturduğu gibi...
    Bu patlama ile maddenin ve evrenin kanunlarının(fizik kanunları ve doğa kanunları) oluşması gibi...
    DNA mucizesi gibi...
    Güdümlü canlıların oluşması ve üremesi gibi...

    Şu an var olan tüm yıldızların ve gezegenlerin geçmiş hallerinin fosilleri var mı? Yok! Demek ki big bang yalanmış, bu gezegenler ve yıldızlar bu halde oluşmuşlardır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kenan18

    Memelilerde yararlı mutasyona 1 tane örnek verebilirmisiniz, merak ettiğimden soruyorum arkadaşlar..???

    Anemi, Akdeniz bölgesinde yaşayan insanların sıtmadan korunmasını sağlar. Zaten anemi olmayan kişiler zamanında sıtmadan hayatlarını kaybettikleri için hastalığın Akdeniz'de görülme oranı artmıştır ve hatta Akdeniz anemisi diye anılmaktadır.
  • YARARLI MUTASYON yazmıştım. Anemi bildiğim kadarıyla kansızlık hastalığı. Canlının üreme ve yaşama şansını arttıran bir YARARLI MUTASYON varmı ? Hastalık değil.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kenan18 -- 20 Ağustos 2012; 0:17:59 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: TRojka

    quote:

    Orijinalden alıntı: evrimvebilim



    Arkadaşım hala ukalalığa devam ediyorsun.
    Ben demişim ki:
    Kambriyen dönemindeki herhangi bir canlı hiç bir ön formu olmadan fosil kayıtlarında PAT diye belirir.
    10-15 milyon yıl aralığında bir sürü canlı PAT diye fosil kayıtlarında belirmiştir.
    Yoksa o dönemdeki herhangi bir canlı yavaş yavaş evrimleşe evrimleşe ortaya çıkmamıştır.

    Yani iyi okursan, Kambriyen öncesi hiç bir canlı yoktur dememişim. Sen önce bir Ediacara'nın Faunası oku da briaz bilgi edin burda ukalalıktan önce.
    Bu canlıların ön formları bulunursa bilim dünyası ve medya zaten zangır zangır ilan eder.
    bulunursa ....bulunursa .....bulunursa .....
    Ok?


    Benim yazdığımı evrimi savunan bilimadamları zaten kabul eder. Kambriyende büyük kısmı bugün de olan filumların(bu neki acaba? bildin mi?) nerdeyse tamamı ortaya çıkmıştır.

    Neden sırayla yaratılmıştır?
    Cevap: Şu alttakiler neden olduysa ondan işte.

    Yoktan var olan Big Bang gibi...
    Bütün diğer patlamalar yıkım ve kaos getirirken Big Bang'in müthiş bir yapı ve düzen oluşturduğu gibi...
    Bu patlama ile maddenin ve evrenin kanunlarının(fizik kanunları ve doğa kanunları) oluşması gibi...
    DNA mucizesi gibi...
    Güdümlü canlıların oluşması ve üremesi gibi...

    Şu an var olan tüm yıldızların ve gezegenlerin geçmiş hallerinin fosilleri var mı? Yok! Demek ki big bang yalanmış, bu gezegenler ve yıldızlar bu halde oluşmuşlardır.






    Güdümlü canlılarla cansız maddeleri fosil açısından karşılaştırmışsın.
    Yıldızlar ve gezegenler canlılar gibi fosil mi bırakıyormuş?
    Çok hücreliler ortaya çıktığından beri yani 400-500 milyon yıldır değişmemiş canlılar var. Hepsinin fosilleri var.
    Üstelilk Big Bang'in de fosili var.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kenan18

    YARARLI MUTASYON yazmıştım. Anemi bildiğim kadarıyla kansızlık hastalığı. Canlının üreme ve yaşama şansını arttıran bir YARARLI MUTASYON varmı ? Hastalık değil.


    Benim bildiğim yararlı mutasyonların hepsi aslında bozulmalar ve hastalıklar. Yan etkileri bazen nötr bazen faydalı olabiliyor bu bozulmaların.
    Sana Lenski deneyinden bahsederlerse burdaki evrimciler, Evrim Soru-Cevap forumundaki benim Lenski ile ilgili yazdığımı oku ve onun da hikaye olduğunu öğren.

    Selamlar.
  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.